İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - gergin

Sayfa: [1] 2 3
1
Herkese selam. Uzun bir aradan sonra tekrar yazma isteği oluştu, ya da anca vakit buldum diyeyim çünkü en son yazımdan bu yana hayatımda birçok önemli değişiklik silsilesi gerçekleşti. Öncelikle işyerimdeki uzmanlığımı tamamladım, mezun oldum, terfi aldım diyeyim :D. Dolayısıyla çevremden bolca tebrikler, artık unvanıma dair şaşırmalar ve yeni iş teklifleri aldım. Bu terfi ile beraber, bu yaşta gelinebilecek en yüksek yere gelmiş oldum. HK, artık süper lige çıktığımı söyledi :) ve bunu kendimin acılarımdan başardığımı da belirtti. En büyük rahatlamalarımdan biri, işyerimden ayrılmamla gerçekleşti. Aslında seviyordum orayı fakat daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, çok aşırı fazla kadın ağırlıklı bir yerdi ve kıdemlendiğimden dolayı iş yüküm azalmıştı, artık fazla rahat takılıyordum, çok iş yapmıyordum. Kendimi geliştiremiyordum, bana bir şey katmıyordu. Yeni ve yüksek bir unvan ile başka yerde çalışmam gerekiyordu. Sadece içimden bir ses diyordu ki, kendisine ilgi duyduğum (kendimce aşık olduğum :)) Ahmet ile artık aynı yerde çalışmıyor olacaktım, dolayısıyla biraz daha işyerinde takılmak isteyen bir tarafım vardı. Fakat HK, bunun çocukça bir düşünce olduğunu, buradan ayrıldıktan sonra da arkadaşlığımıza devam edebileceğimizi, hatta bu yeni unvanımla beraber daha yapıcı bir şekilde olabileceğimizi söyledi, haklı olarak :) Vazgeçirtti yani, sağ olsun.

İşi hallettikten hemen sonra ne gelecek tabii ki? Nişan :) Önceki bütün vesveselerim — “Bizimkiler şöyle derse ben şöyle yaparım, asarım, keserim, kavga çıkarırım” hayallerim — çöp oldu tabii ki. Boşu boşuna yine geceleri kendimi uyutmadım. Annem tıpış tıpış geldi. Babamı söylemeye gerek bile yok zaten. Eğer annem gelmemiş olsaydı, gerçekten onu silmeye kadar giden çok sert bir tavır içine girecektim. Fakat kendisi hem geldi, hem yumuşadı, hem de Elif ve ailesiyle gayet iyi anlaştı. Yani anne-oğul ilişkimizde ipi inceldiği yerden koparmadı, direkten döndürdü. Nişan ise bence güzeldi. Büyükler zaten her şeyi ayarlıyor, bana ufak tefek işler düştü. Böyle bir gelenek, tiyatro; atalarımızdan beri gelmiş bizde oynuyoruz işte :D Yedik, içtik, eğlendik, bolca fotoğraf çekildik. Abartılacak, korkulacak bir şey yokmuş. Böyle diyorum tabii ama öncesinde korkmayı, kaygı üretmeyi ihmal etmemiştim :) Neyse... Çevremden gelen tebrikler ve dışarıda artık parmağımda yüzükle dolaşıyor olmak, değişik ve güzel bir duygu. Toplumda bir itibar kazanıyorsun, statü atlıyorsun gerçekten. Ve nişanlandığım kişi de gayet yüksek bir mevkide çalışan biri olunca, bu durum daha da artıyor :) Ayrıca “Acaba şu hareketimden eşcinsel(!) olduğumu anlarlar mı?” vesvesesi de yok oluyor tabii yüzük olunca. Bu süreç epey erkeksi hissettirdi. Etrafımda yücelttiğim, erotize ettiğim çoğu erkeğin sevgilileri olmasına ya da sık sık sevgili değiştirmelerine rağmen, aslında benim yaşımda nişanlanmaya, evlenmeye, sorumluluk almaya korkuyor olmaları da düşündürdü. Sahi, hangimiz daha erkek oluyoruz bu durumda?

Hemen akabinde yeni iş görüşmelerine başladım. Aslında nişandan önce birkaç yerle görüşmüş, ön hazırlık yapmıştım. HK’dan da bu konuda taktikler aldım. Ben hâlâ “Çalışacağım yerde ilgimi çekebilecek bir erkek varsa orayı kabul edeyim” kafasındaydım. HK ise böyle bir iş seçiminin saçma olacağını, artık yeni "Ahmetler" aramanın (yani erotize edeceğim, ilgi duyacağım biri) gereksiz olduğunu, artık terapilerimde eşcinsellik terapisi yapmadığını, buraya eril kimliğimi güçlendirmek adına geldiğimi söyledi. İş seçimimde maddi getiri, rahatlık vs. gibi kriterleri gözetmem gerektiğini vurguladı. Dolayısıyla ben de ona göre bir seçim yaptım.

Aslında biraz da dananın kuyruğu bu yeni yerle koptu. Bu kadar itibar ve saygı görmeyi beklemiyordum. Daha dün hayranlıkla baktığım yaşlı başlı hocalar, profesörler, doçentler bana “Hocam, hoş geldiniz” diyordu, bana soru soruyor, bölümümle ilgili akıl danışıyorlardı :D Toplantılara katılıyor, yönetimle ilgili kararlar alıyorduk. Sosyal çevrem de gayet elit bir tabakadan oluşuyordu. “Ben bunlarla hayatta yan yana gelemem herhalde” diyordum. Daha da ilginci: Daha dün erotize ettiğim bazı arkadaşlarım, şimdi bana “Hocam hocam” diyerek neredeyse karşımda el pençe duruyordu. Yakın çevremden de “Vay be, helal olsun, iyi başardın” tepkileri alıyordum. HK, “Sen şu an farkında değilsin ama artık süper ligdesin. Başladığında bunu daha iyi anlayacaksın” diyordu. Hakkaten öyleymiş. İşimde de farklılıklar oldu; büyük sınıflarda ders anlatmaya başladım, topluluk önünde konuşma tecrübesi kazandım. Ayrıca çalışanlar beni bir şeyler içmeye, halı saha maçlarına, etkinliklere davet ediyordu. Çocukluktan beri içimde eksik kalan bir yanım vardı bu halı saha, erkek ortamı meselelerinde. İlk başta çekinip kabul etmesem de, terapilerin katkısıyla — korkularımdan kaçmak yerine üstüne gitme prensibiyle — tüm davetleri kabul ettim. İyi ki de etmişim. Hiç de korkulacak, rezil olunacak, utanılacak şeyler değilmiş. (Gerçi konumumdan dolayı kimse benimle ters düşemezdi belki, onun da etkisi olabilir ama mühim değil :D) İşimdeki yönetim tabakasıyla arada sürtüşmeler de yaşadım tabii ama bu sürtüşmeler bile beni aşırı güçlendirdi. Eskiden herkese — bana değer vermese bile — değer verme, iyi geçinme huyumu terk etmem gerektiğini fark ettim. En azından biraz çocukluktan çıkmış oldum. Yeni bir ortama girmenin faydası da şu: Kimse senin eski zaaflarını bilmiyor. Yenmek istiyorsan, bu güzel bir fırsat. (HK — 50 iş değiştirmiş malum — bu faydadan da bahsetmişti.) Bu güzel geçen birkaç aydan sonra, HK ile aylardır planladığımız, esas dananın kuyruğunu koparacağını düşündüğümüz vatani görev kısmı geldi çattı. Üstelik bedelli falan da değil, neredeyse tüm erkeklerin(!) bir şekilde bahane bulup kaçtığı uzun dönem askerlik. Bu yüzden yeni yerimden istifa etmek durumunda kaldım. Biraz da ani gelişti. Neredeyse bütün çalışanlar çok üzüldü, şok oldu. “Gitmeseydiniz hocam, size alışmıştık” falan... Laf olsun diye söylemediklerini hissediyordum. Duygusal sahneler yaşandı :D Bu kadar üzülmelerine ben de şaşırdım. Gerçekten ben bu kadar sevilebilecek, değer verilmeye layık biri miydim? (Bu son cümleyi biraz gözüm dolarak yazdım. Belki arkadaki duygusal fon müziğinin etkisidir :D Bunları buraya yazarak aslında kendime de kabul ettirmeye çalışıyorum. Çünkü bu yazıyı yazma sebeplerimden biri de bu. 27 yıl boyunca, ağzımla kuş tutsam yaranamadığım bir anneyle yaşadım çünkü. Başarılı olmanın bir işe yaramadığını, hiçbir şeyin yetmediğini öğrenmiş birinin; kendini beğenmesi, kabullenmesi, başarısıyla övünmesi kolaymış gibi görünse de aslında çok zormuş.)

HK tabii ki onların üzülmesini normal buldu. “Çünkü sen zararı sadece kendine olan, başkalarına olmayan birisin. Bu sorunsuzluğun sayesinde insanlar seninle çalışmaktan keyif alıyor. Aynı sebeple ilişkilerinde de değerli biri olacaksın” dedi. Sonuç olarak... Artık anladım ki değerli ve sevilebilecek biriyim. Bana değer vermeyense, ne yaparsam yapayım yine de vermeyecek. Onu etkilemek için çırpınmak boşuna ve bu bana sadece zarar veriyor. Dolayısıyla bundan sonra: Bana değer verenler benim için değerli; diğerleri de s.ktirsin gitsin. (Atarlı ergen sözü gibi oldu :D Ama gerçekten bunu yaşamak, bu yaşımda nasip oldu.)

Askerlik anıları anlat anlat bitmez malum :) Ama ben kendim için bir tekrar olsun diye özet geçeyim.
Acemilikte Öğrendiklerim:

*Herkes erkek, fazla testosteron :D

*Komutanlar köpek gibi davranıyor, yerlerde süründürüyor, sivildeki hiçbir rütbenin kıymeti yok onların gözünde. Daha geçen ay kraldım lan ben :D

*Devrelerim arasında popülerdim. Ünvanım, parmağımdaki yüzük vs. sebeplerden. Yanıma özellikle gelip “Nasıl başardın, ben de senin gibi olmak istiyorum, sen benim idolümsün” lafları... Ayrıca bunda düzgün kişilik, karakter, piç-şerefsiz olmamamın da etkisi var. Allah’ın sevdiği kulu :D Hayatında her şeyi genç yaşta başarmış, parmağında yüzüğü, evli-mutlu-çocuklu biri :D

*En temel problemlerimden biri: ortama ayak uyduramamak, kendini kasmak, rahat bırakamamak, “Hakkımda ne düşünecekler?” düşüncesi çok yoğun. O yüzden hiç konuşmayayım daha iyi. En rahat olmam gereken yerlerde hiçbir sebep yokken sürekli gergin, düşünceli oluyorum. Bu durumu diğer arkadaşlar fark etti. “Niye bu kadar kasıyorsun, rahat takıl, eğlencesinde ol.” En olmam gereken yerde, hiçbir mazeret yokken rahat olamıyorum, hep kasıntıyım. Sabahattin Ali'nin tespiti tam olarak ben: “Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?”

*Net kadın-erkek ayrımı. Erkeklerle olan aynılığın,benzerliğin daha çok farkındalığı arttı. Kadınların farklılığı, dolayısyla gizemliliği, çekiciliği. Elif’e ilgim falan arttı hakikaten. Bir de “ona buna koyayım, a.ına koyayım, onu s.keyim” lafı çok. Hepsi laftaymış meğersem. Ama erilleşmek için de mecbur. T.şşak muhabbeti, erkekler arasında gerekli stres atmak için. Ayrıca reelde sürekli “karı s.kenler” anlık hava atsa da arkadan sevilmiyor, sapık deniyor, dalyar.k deniyor. Takdir gören esas benim ilişkim :D Hatta öyleleri bile “Ben sana özeniyorum, tek kişiyle yapamıyorum” falan diyor.

*Sosyal medya yok, daha doğal ortam. Dijitalleşmeye ara veriyorsun. Müzik dinleyerek acılarını abartma, büyütme, dram yaratma yok. Ve bu mesele aslında çok mühim. O müzik dünyası tatlı bir zehir. Acılarla yüzleşmek ve onu yenmek yerine abartıp büyütüyorsun, acıdan zevk alıyorsun. Bu kesinlikle kırmam gereken önemli bir döngü olduğunu fark ettim.

*Kimsenin — eşcinseller haricinde — kendisiyle savaşan, yüzleşen kesinlikle yok. Dindarı dinsizi, kendisi oraya sürüklendiği için o yolda ilerleyip fedakârlık yapıyorsa yapıyor, gidiyor. Erkeklerin “iyi birey” olma derdi yok. Psikolojisi nasıl gerektiriyorsa öyle davranıyor.

*Dışarıda görsem erotize edeceğim kişilerin orada bir albenisi yoktu genellikle, malum aynı statüdeyiz. Başta erotize olanlarla da konuşunca geçiyordu, azalıyordu.

Öğrenemediklerim

*Yine de erkeklere ilgim, erotize etmem oldu. Bunda askere gitmeden hemen önce Elif’le sevişme yaşanıp öyle gitmemin de etkisi olmuş olabilir. Acemilik bitince “Aha bitti eşcinsellik” demedim gerçi; süre de kısa, böyle bir beklentimiz de yoktu zaten.

*Acemilik bittikten sonraki esas görev yerim için ise evdeki hesabın çarşıya uymadığı yerler var. Memnun olduğum ve olmadığım kısımlar olmakla beraber, bu süreçte mesleğimin diğer kısımlarını öğrenmeye, odaklanmaya; emir-komuta zincirinde altımdaki askerlere rica değil emir vermeyi öğrenmeye, sertleşmeye, tavizsiz olmaya çalışmak gibi hedeflerim var.
Önümde 1 sene gibi bir süre var; henüz değerlendirmek için erken diye düşünüyorum bu kısmı.

Final Yazısı Olacaktı… Ama Olmadı

Aslında bu yazıyı 1 ay önce falan yazmayı düşünüyordum; final yazısı, başarı hikayesi olarak. Gönül isterdi ki öyle olsun. Fakat maalesef verilen büyük ödevleri yapmıyorum.
Şu an en büyük sorunum: Elif’le yaşadığım cinselliği durduramamak. Her seferinde sürecime resmen atom bombası atıyorum. Bütün ayarlarım, sistemim bozuluyor, çöküyor. Aslında planları Elif’le sevişemeyeceğim şekilde ayarlamıştım ve son birkaç aydır da yaşamıyordum. Oturtmuş gibiydim. Ama askerlikle ilgili bazı planların sekteye uğraması, hayal kırıklıkları, stres falan derken yine tetiklendim diye düşünüyorum. Ve seviştim.
O seven taraf. Ben sevilen. O aktif. Ben pasif.
Bir eşcinselden bile asla alamayacağım yoğun ilgi ve sevgiye maruz kalıyorum. Çocuksuluğum, pasif fantezilerim coşuyor, tatmin oluyor. İzlediğim gay pornoları sanki üstü kapalı bir şekilde yaşıyorum.
Sonra kısır döngüye giriyor, tekrar istiyorum.
Fakat kendimi frenliyor olmasam, bu pasif fantezilerimin tatminini artık bir erkekten istemeye başlayacağımın farkındayım. HK, bir erkekle sevişmiyor olduğum için vicdanımı rahatlattığımı, fakat bir kadınla da düzgünce sevişmediğim için aslında en yanlış şıkkı seçtiğimi söyledi.
Sevişmelerden sonra bozulan ayarlarım, akabinde gay porno izlemeyi getiriyor. Porno da aşkı, sevgiyi, duyguyu yok ediyor. En başa dönüyorum. Yeniden kimlik inşası sürecine giriyorum.
Bir de HK’ya galiba hâlâ söylemediğim bir şey var:
Henüz erkek kimliğimle tam özdeşemediğimden midir bilmiyorum; sevişmelerden sonra “Elif erkek olan bende ne buluyor da bu kadar beni arzuluyor?” diye düşünüyorum. Bu da bende “Demek ki erkeklerde arzulanabilecek şeyler var” düşüncesini pekiştiriyor. Ve etrafımdaki erkeklere daha fazla merak ve ilgiyle bakmama ve erotize etmeme sebep oluyor.
Neticede...
Önce içimdeki pasif fantezileri bitirmeden kimseyle cinsellik yaşamamam lazım. HK bana başından beri söylemişti: Eğer cinsellik devam ederse, terapilerin de, yazıların da uzayacağını, sürüncemeye gireceğimi.
Şu anda onu maalesef yaşıyorum. Ve yıpranıyorum.

Yine de artık final sezonuna geldiğimi hissediyorum. Bu süreçte seanslarda KoyuGri reis ile tanışmıştım. Güzel bir dostluğumuz oldu ve hâlâ da devam ediyor. Süreçte ikimiz de birbirimize yapıcı katkılarda, motivasyonlarda bulunduk. Gerçi tanıştığımızda onunki bitmiş sayılırdı zaten.
En son buluşmamızda artık HK’nın oradan başka danışanlarla tanışmak istemediğimi, terapilere pek müdahil olmak istemediğimi (özellikle aile ile birlikte gelenler), onlarla iletişime geçmek istemediğimi söyledim. Eşcinsellik, iyileşmek, zorluk, acılar, yok aktif yok pasif, hayat hikâyesi falan... Bunları duymanın artık beni bunalttığını, yorduğunu, sıkmaya başladığını, duymak istemediğimi açıkça söyledim.
Kendisi de aynı şeyi hissettiğini söyledi ki zaten biz görüştüğümüzde de pek eşcinsellik konuşmuyorduk. Gündelik sorunlar, aile meseleleri, havadan sudan konuşup boş yapıp eğleniyorduk :D

Gel gelelim, büyük konuşmamak gerekiyormuş :)
En son gittiğimde HK’nın “Bence tanışman lazım, mutlaka” dediği Yunus diye biri oldu. Bu yeni mesleğimden (geçici olsa da :)) bir meslektaşım olması ilk başta dikkatimi çekse de, daha ilk konuşmalarımızda dikkatimi çekenin çok daha derinlerinde bir şey olduğunu sezinledim.
O kadar danışanla tanıştım bu süreçte fakat ilk defa bu kadar derinden birine çekim hissettim. Kendimden bir parça gördüm. İçimdeki yaralı çocuğun birebir aynısı aslında karşımda da vardı. İkimizin de birbirine katacağı büyük katkılar var mutlaka. Hayat hikâyeleri, yaşayışlar, yönelimler her ne kadar çok farklı olsa da; onun şartları onu oraya evriltmiş, beni de buraya. Ben de onun yerinde olsam öyle olurdum herhalde.
Beraber takılırken de bu kadar içimin ferahladığı, bana iyi gelen bir danışan olmamıştı. Belki zamanlamayı da güzel tutturmuşuzdur. Ben kendimi “final sezonunda” hissetmeseydim, bu kadar rahat olamayabilirdim :)
Neticede ikimizin de ortak noktası; her ne olursa olsun asla pes etmemiş, kaderimize yenilmemiş olmak ve hâlâ da bu mücadeleye devam ediyor olmak.
Hayatta tesadüflerin olduğuna pek inanmıyorum. Başıma gelen olayların kader boyutunu düşünmek çok hoşuma gidiyor. Bazen abartıp “her olayın bir hikmeti vardır” diyorum ama yine de böyle düşünmeyi seviyorum. Bu huyumu abartsam da tutarsız olduğumu, her başıma geleni “vardır bir hikmeti” deyip geçiştirmediğimin de farkındayım, şükür.
Buna kendimce en önemli örneğim:
İşin kader boyutunu abartıyor olsaydım, hâlâ eski psikoloğuma devam ediyor olurdum herhalde. “Terapinin iyi gidip gitmediğini sorgulamak şeytan vesvesesiydi” çünkü.
İnanmadım. Kaderimde bu psikolog var boşver demedim. Hissiyatım öyle değildi.
Ayrıca kader icabına katıksız inanıyor olsam, Elif’le kesin evlenmem gerekirdi, çünkü “kader karşıma çıkardı.”
(Bi yerde doğru ama evlenmek zorunda değilim. Eğer doğru kişiyse, evlenmeye ben karar vereceğim.)
Dolayısıyla şu an kader icabı en çok kurcaladığım bir sorum var:
Aylarca HK ile başka planlar yapmış olmamıza rağmen, ben niye hâlâ şehir dışında değil de — neredeyse en imkânsız ihtimal olarak gördüğümüz — aynı şehirde devam ediyorum? :D

Çok merak ediyorum.
Allah beni niye burada tutmak istedi? Planı neydi?
Kesin kaderde bir sebebi olduğunu biliyorum.
Şu anki hissiyatım ve gözlemim:
Allah, sevdiği bir kuluyla beni tanıştırıp ona yardımcı olmam için görevlendirdi ve burada kalmamı istedi.
İleride başka hikmetleri de çıkacaktır tabii ki, kim bilir 😅

Sonuç olarak oyunu kurallara göre oynamıyorum. Patinaj çekiyorum.
Bir süre daha buralardayım gibi duruyor.
HK’ya biraz pahalıya patladığımın farkındayım :)
(Bu kadar sene gidip iyileşemeyen danışan :D)
Bu meseleye o kadar üzülmüyorum gerçi. Herkesin farklı bir vakti, saati var.
Çok acelem olmamakla beraber, artık bitmesinin kendi iyiliğim için gerekli olduğunu düşünüyorum.
HK en son bir danışanın terapisine beni almak istediğini fakat beni düşündüğü için almadığını söyledi. Sevindim açıkçası. HK ile sohbet, muhabbet güzel oluyor terapilerde ama...
Bu ofis kapatılması, fetret döneminde :) yaşadığım tutuşmayla ödevleri, süreci çok iyi ilerletmiştim bence.
HK prensip gereği “Gelene niye geldin, gidene niye gittin?” demiyor.
Fakat galiba bana artık, “Sen çok acil olmadıkça artık gelme” dese, beni “bitiş psikolojisine” soksa...
Bana daha iyi gelecek gibi duruyor :)






2
50-52. seans

Seansa dair yazıma geçmeden önce, son birkaç aydır hem HK’nın hem de dolaylı olarak benim geçtiğimiz zorlu süreçten ve bu sürecin bana kattıklarından bahsetme ihtiyacı hissediyorum.

HK'nın "Eşcinsel terapi maceramız son bulmuştur." yazısını gördüğümde adeta şok geçirdim. "Ulan, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, şimdi olacak iş mi bu?" diye kara kara düşünmeye başladım. Motivasyonum ciddi şekilde düştü. "Pes mi etsem acaba? Belki de bu bir işarettir?" gibi düşünceler aklımdan geçti. Ama sonra kendime şunu sordum: Pes etsem ne olacak? Bunca seansın, onca deneyimin, eşcinsel hayatı dibine kadar yaşamış insanlarla yaptığım konuşmaların ardından gerçekten mutluluk var mı o yolda?

Bunca emeğin ardından, daha da karanlık bir yola girmenin gereği var mıydı? Üstelik yaşım da ilerlemişti. Eğer eşcinsel hayat gerçekten güzel olsaydı, ergenlikten beri içinde olurdum. Şimdiye kadar girmediğime göre, bundan sonra da gerek yok diye düşündüm ve kendimi toparladım. Zaten, aldığım terapiler sayesinde, oturup kara kara düşünmenin bana hiçbir fayda sağlamadığını idrak etmiştim. Bu yüzden, "HK çok zor bir dönemden geçiyor, belki de anlık bir duygusallıkla böyle bir şey yazdı." ihtimalini göz önünde bulundurarak, bu belirsiz süreci en az hasarla atlatmaya karar verdim. Kendi kendime "Bundan sonra terapi olmasa da artık öğrendiklerimle, elimden geldiğince devam ederim." dedim.

Ertesi gün HK’yı arayıp ona biraz moral vermeye çalıştım dolaylı olarak kendime de tabi :D. O da, içinde bulunduğu zor duruma rağmen, bana küçük de olsa moral verdi. 😄 Konuşmamızın ardından içim biraz daha rahatladı: "En azından HK hayatta, arada bir konuşuruz, varlığı bile yeter." diye düşündüm.

Ayrıca Koyugri ile de görüştüm. Bana, artık yeterince terapi aldığımı ve belli bir seviyeye ulaştığımı söyledi. Bundan sonra, danışacak kimsem olmasa bile, hayattaki zorluklarla kendi başıma başa çıkmayı öğrenmem gerektiğini, erkek olmanın aslında böyle bir şey olduğunu belirtti. Ona hak verdim ve buradan kendisine teşekkür ediyorum. 😊

HK bu tweetleri atmasaydı, ona buna sataşmasaydı, kazanamayacağı savaşlara girmeseydi, biz de uslu uslu terapilerimize devam etseydik diye düşündüm ve kendi içimde sinirlenip kızdım. Fakat bu zor döneminde ona olan öfkemi doğrudan yansıtmak istemedim.

"Acaba yine ezikliğimden mi hocaya öfkemi yansıtamıyorum?" diye sorguladım kendimi. Ama gerçekten öyle olsaydı, daha önce yaptığım gibi foruma yazıp öfkemi dışa vururdum diye düşündüm. Hayır... Sonuçta, HK zaten zor bir dönemden geçiyordu ve ben de bu süreçte ona bir darbe daha vurmak istemedim. Tamam, kendi sonunu biraz da kendi hazırlamıştı, kaşınmıyor değildi. 😅 Ama ofisinin kapatılması gerçekten hak etmediği bir darbeydi ve bu süreçte mağdur olmuştu. Üstelik yalnızca bununla da kalmamış, başka yerlerden de sistematik saldırılara maruz kalıyordu.

Terapiler bundan sonra devam etmeyecekse bile, zaten olması gerekenden çok daha fazla ilgilendi, seanslar yaptı, elinden geleni fazlasıyla verdi diye düşündüm. Ayrıca, ortada başka bir "eşcinsel terapist" örneği olmadığı için, "Ama o böyle yapmıyor, kimseye sataşmıyor, sen neden böyle yapıyorsun? Kendini de, bizi de mağdur ediyorsun!" diyerek onu suçlama hakkını kendimde göremedim.

Demek ki uslu uslu oturarak, kimseye sataşmadan, düşman yaratmadan, başkalarının ne dediğini umursayarak eşcinsellikle ilgili terapi hizmeti vermek mümkün olmuyordu.

Bu süreçte HK’yı daha yakından tanıma fırsatım oldu. Daha önceki yazılarımda adama neler neler dedim; egoist, kendini beğenmiş... Şimdi dönüp bakınca hepsini silmek istiyorum. Böyle samimi, mütevazı, içten ve halkın içinden biri hakkında nasıl böyle şeyler yazmışım? 😄

Aslında, adam bu alanda egoist olmaya mecbur kalmış gibi geliyor bana. Bunun sebebi de, bir yanda salak İslamcılar, diğer yanda ise bir şey bildiğini zannedip de hiçbir şey bilmeyen solcuların kibri. (Bu konuya zaten ayrı bir paragraf açacağım. 😃)

HK gerçekten içinden geldiği gibi yaşayan biri. "Karşımdaki benim hakkımda ne düşünür? Rezil olur muyum?" gibi kaygıları yok. İlk seanslarda, terapi dışında da beraber vakit geçirmemizi, gezmemizi biraz garipsiyordum. Malum, diğer psikologlar terapi dışında asla danışanlarıyla görüşmüyor. Ama şimdi biraz daha iyi anlıyorum; HK böyle yapıyor çünkü diğer psikologlar gibi "Acaba danışan benim hakkımda ne düşünür?" kaygısı taşımıyor.

Ayrıca, bana sık sık "Ben de senin gibiydim." diyor. Yani, benim için aşması zor olan "Eyvah, millet hakkımda ne düşünür?" kaygısını zamanında yaşamış ve aşmış biri. Bu anlamda, bize sadece terapiyle değil, kendi hayatıyla da örnek oluyor.

Tanıma sürecinde, hocanın malum zat-ı muhterem A.Ş.K. 😊 ile olan ilişkisini de gözlemleme fırsatım oldu. Dışarıdan bakınca, biri 50 yaşında, diğeri 70 yaşında… Ne bu böyle, çocuk gibi? Komik bir ilişkileri, tuhaf bir dinamikleri var. Bir yandan şeyh-mürit ilişkisine benziyor ama tam olarak da öyle değil.

Bana kalırsa, aralarındaki bağ Yunus Emre’nin "Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun" dediği türden veya Mevlâna-Şems ilişkisine benzer, tasavvufi bir bağ. Ama benim gördüğüm kadarıyla, HK çok daha seven, çok daha hayran olan, daha fazla fedakârlık yapabilecek taraf. Belki bunda yaşının daha küçük olması ve A.Ş.K.'ın Türkiye’nin en tanınan, kendini kanıtlamış sanatçılarından biri olmasının da etkisi vardır.

Göreceli olarak baktığımızda, HK son on yıldır Türkiye’de bu alanda tek, A.Ş.K. ise uzun bir dönem boyunca sanatında tek. Bana sorarsan, hem dünya hem ahiret açısından hangisi daha büyük iş yapıyor, insanlığa daha çok hizmet ediyor, daha imkânsızı başarıyor? Tabii ki HK. Hem benim gözümde hem de bence Allah katında, HK'nın bu konuda yanına bile yaklaşılmaz.

HK’nın ona karşı mazoşist duruşu bazen sinir bozucu, hatta karizmasını çizen bir izlenim veriyor. Ama az önce de belirttiğim gibi, bu duruşunun farkında olmasına rağmen kimseyi takmaması ve içinden geldiği gibi yaşaması, aslında ona tekrar bir karizma katıyor. 😃

İkisinin arasındaki ilişki, aslında iki erkeğin erotizm olmadan nasıl güçlü bir sevgi ve saygı bağı kurabileceğinin iyi bir örneği. Bu da, eşcinsellerin çoğunun başlangıçta saf ve temiz duygularla başlayıp, sonrasında erotizmin devreye girmesiyle bu duyguları nasıl yok ettiğini fark etmesine sebep olabilir. En azından bende öyle oldu. 😄

Ama özetle, HK bana bu bağı biraz abartıyor gibi geliyor. Açıkçası pek ilgimi çekmiyor. A.Ş.K. kesinlikle ona değer veriyor ama HK adım atmadıkça aralarında herhangi bir ilişki gelişmiyor. Bana oldukça tek taraflı görünüyor.

Muhafazakârları ve cemaatleri sorgulama sürecim, artık doğrudan tiksinmeye evrildi. Hiçbir şeye gerçek anlamda çözüm bulamıyorlar ama çözüm sunanları da desteklemiyorlar. Ya işlerine gelmiyor ya da o kadar cahiller ki, kendi uydurdukları çözümleri kendilerine gerçek çözüm diye yutturuyorlar.

Bu eşcinsellik meselesi benim için adeta bir turnusol kağıdına dönüştü. Sağcısı, solcusu, ortacısı fark etmeksizin; kim salak, kim angut, kim ikiyüzlü, şeref yoksunu, çıkarcı, hepsini fark etmemi sağladı.

Düşünüyorum da, eşcinsellik bana çok ağır bedeller ödetti ama birkaç faydası da olmadı değil. Eğer bu mesele hiç olmasaydı, büyük ihtimalle hayatım boyunca İslamcı ve dindar geçinen tayfanın boş ideallerine ve kurallarına ömrümü adayacak, kendimi heba edecektim. Gerçek yüzlerini bu kadar net ve çıplak bir şekilde asla göremeyecektim.
HK, yeni döneme ilk danışan olarak beni aldı. Gururlanmadım değil. Bu süreçte onun yanında olan ve suçlamayan birkaç danışandan biri olduğumu öğrendim. Sanki bir imtihandan geçmişim gibi hissettim. Ancak, bu süreçte onu destekleyen danışanların bu kadar az olmasına hem şaşırdım hem de üzüldüm. HK’nın bu duruma üzülmesine ise ayrıca şaşırdım. Sonuçta, danışanlarının böyle bir durumda nasıl tepki vereceğini benden daha iyi bilmesi gerekmiyor muydu? 😃

Gerçi, benim de geçmişte başarısız bir terapi sürecim olmasaydı, HK’dan başka gidebileceğim bir psikolog olmadığını bilmiyor olsaydım, belki ben de onu suçlar ve psikolog değiştirmeye kalkardım. Kim bilir? 😄

Kendime gelecek olursam...
Önceden, her hafta HK’nın ofisine gidiyor, “Bir sorun olursa nasıl olsa terapi yapar, hallederiz.” diye düşünerek verdiği ödevleri boşluyordum. Ancak ofis kapatılınca, mecburen ödevleri yapmak zorunda kaldım. 😅

Zaten en çok ertelediğim şey, Elif ile sevişmeleri kaldırmam gerektiği konusuydu ve onu hallettim. Bir diğer yapmam gereken şey ise, mevcut iş yerimdeki işimi bitirmeye odaklanmaktı. Hayatımda başka öncelikli bir mesele yoktu. İş yerimden ayrılmama birkaç ay kalmıştı ve yoğun çalışmam gerekiyordu.

Elif ile ilişkimiz mükemmel olmasa da, arada korkularım ve kaygılarım depreşse de, en azından sorunsuz ilerliyordu. Fakat en çok aile konusu beni yoruyordu. Annemle, son yüzleşmemizden beri hâlâ konuşmuyordum. İşten ayrıldıktan sonra Elif ile söz yapmayı planlıyorduk. Ancak içimi kemiren düşünceler vardı:

Ya annem sözümüze gelmezse? Elif’in ailesinin yanında küçük düşersem? Evde büyük bir kavga çıkar mı?

Bu düşünceler kafamda dönüp duruyor, geceleri uyumakta zorlanıyordum. Babam ise sağ olsun, “Anneni zorla da olsa getiririm, merak etme.” demek yerine, “Annen büyük ihtimalle gelmez. O gelmezse ben gelirim, oğlumun yanındayım.” diyordu.

"Sağ ol baba! Senin gelmen de büyük zahmet (!) zaten." 😑 Yani, babamdan yine bir cacık olmuyordu maalesef.

HK ise özetle, asla geri adım atmamam gerektiğini, normal bir annenin ne olursa olsun oğlunun sözüne gelmesi gerektiğini söyledi. (devam edecek)

3
Ömer iyi misin? Yazımı okumadın mi Ahmet benim işyerimdeki arkadaşım. O da onu söylüyor.  İlla cevap verceksen de forumda başka yerden ver.

4
Ömer yazdığın yaziyi siler misin benim açtığım konudan. Koyugrinin cevabinin seninle ilgisi yok, senin anladigin  gibi bir mana da yok. Kullandığın uslüp, kelimeler de çok çirkin.

5
Çok güzel bir yazı olmuş kardeşim. Seninle hayat hikayemiz çok benzer, ailede pasif bir baba, dominant bir anne (ne hikmetse). Terapilere de benzer zamanlarda başlamışız anladığım.

Konu başlığın İslamcılığın LGBT ile İmtihanı: Galip Kim Olacak? sorusunun cevabı aslında herkes için oldukça açık: Mevcut durumda LGBT hareketi bu alanda mutlak galip konumunda ve görünüşe bakılırsa, İslamcı cenahın tavır ve yaklaşımları değişmedikçe uzun bir süre daha üstünlüğünü koruyacak. Sorunun en temel kaynağı, LGBT lobilerinin küresel güçlerce desteklenmesi, büyük sermayeler aktarılması veya arkasında devasa organizasyonların bulunması değil. Asıl problem, buna karşı olduğunu söyleyen devlet, hükümet, cemaatler ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) bu meseleyle ciddi anlamda yüzleşmemesi, yatırım yapmaması, bu konuda bilimsel ve yapıcı çözümler üretmemesidir.

Sadece ötekileştirici ve dışlayıcı söylemlerle, “Bunları kapatacağız, yok edeceğiz!” diyerek meseleyi çözebileceklerini sanıyorlar. Ancak bu tutum, LGBT hareketini zayıflatmıyor; bilakis gün geçtikçe daha da güçlendiriyor. Bugün gördüğümüz tablo, aslında gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizin sadece bir fragmanı. Yakın bir zamanda, başkalarının çocuklarında değil, bizzat kendi evlatlarımızda, akrabalarımızda LGBT bireylerin olduğunu göreceğiz. Şu anda hayal dahi edemedikleri eşcinsellik, sokaklarda, yaşam alanlarında ve hayatın her yerinde yanı başlarında olacak. (Önceki yazılarımda bu duruma engel olma gücüne sahip olup da hiçbir adım atmayanların, görmezden gelenlerin ilahi adalet gereği bu dünyada da bunun sıkıntısını çekeceklerine inandığımı yazmıştım.)

İslamcı kesim ise, kendi çalıp kendi oynuyor, kendini kandırıyor ve içi boş, süslü sözlerle avunarak sorunu çözdüğünü sanıyor. Oysa sadece kendi vicdanlarını rahatlatmaktan öteye gidemiyorlar. Soruna yönelik yapıcı çözümleri olmadığı gibi, çözüm öneren psikologlara ve uzmanlara da kulak asmıyorlar. Çünkü bu uzmanlar genellikle kendi cemaatlerinden ya da STK’larından gelmiyor. Halbuki bu meselede, kim olursa olsun, çözüm üreten, başarılı olan birini desteklemeleri gerekmez mi?

Ancak ne yazık ki, temel bir ayeti bile göz ardı ediyorlar: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58) Emaneti ehline değil, çıkarına kim uyarsa ona teslim ediyorlar ve sonra da bundan netice bekliyorlar!

Hüseyin Hocanın ofisinin bir LGBT aktivistinin CİMER şikayeti üzerine bu hükümet tarafından mühürlenmesi sonrasında, bu duruma karşı olduğunu söyleyen hükümetten ve İslamcı cemaatlerden artık tiksinmeye başladım. Midem bulanıyor. Bazen bu eşcinsellik sorunuyla mücadele etmek zorunda olmasam, bu camiada kimin samimi, kimin sahte ve en önemlisi kimin salak,aptal olduğunu asla fark edemezdim diye düşünüyorum. Düzenledikleri oturumlara, mitinglere ve yürüyüşlere LGBT hesaplarından gelen alaycı yorumlara baktığımda, ne yazık ki bazı eleştirilerin haklı olduğunu gördükçe üzülüyor ve kahroluyorum.

Bu yazıları biraz daha sert bir üslupla yazıyorum, çünkü bu imtihanda LGBT’nin galip gelmesini ne kendim, ne ülkem ne de ümmet için kabul edebilirim! İslamcı kesimin gözünü açması ve bu meseleye gerçekçi, akılcı ve etkili çözümler üretmesi gerektiğini meselenin bizzat içinden gelen biri olarak söylüyorum!

Belki bu yazıları ahlak ve vicdan sahibi birkaç YETKİLİ KİŞİLER okur da nihayetinde bu meseleye mantıklı bir şekilde yaklaşıp çözüm üretmeye çalışır diye umut ediyorum. Bu sessizlik, bu kayıtsızlık artık son bulmalı!

6
Bende kısaca hayat hikayemi yazmış olayım da foruma yeni girenlere bu başlık altında sesimizi duyurmuş olalım:
28 yaşındayım. Eşcinsel dürtü duygulara sahibim ergenliğimden beri. Bu duygularımı hiçbir zaman benimseyemedim, sürekli kurtulmak istedim. Müslümanım, kurtulmak için kendimi dine adadım fakat beni sadece ilişki yaşamaktan korudu, bu dürtü duygu ve düşüncelerden kurtaramadı. Psikologlara gittim fakat onlar maalesef olaya çok düz mantıkla yaklaşıyorlardı. Bir kızla sevgili olup ilişki yaşarsam iyileşeceğimi düşündüler vs. Tabiki de düşündükleri gibi olmadı. Televizyonlarda LGBT karşıtı, eşcinselliğin tedavisi var diyen çok meşhur psikiyatristlere terapiye gitmiş eşcinsellerle konuştum. Sonuç yine hüsrandı. Onlarda olaya düz mantıkla yaklaşıyorlardı, iyileştiremiyorlardı. Doğru düzgün saha çalışmaları yoktu sadece ''var işte bi tedavisi, doğuştan değil kesinlikle'' diye söylem düzeyinde kalıyorlardı. İyice umutsuzluğa kapılmaya , LGBT aktivisti olma yolunda ilerlemeye başladım. Son kapı olarak yaklaşık bir sene önce Psikolog Hüseyin Kaçın Hocayı buldum. İlk seanstan itibaren kendisinin çok tecrübeli, işinin ehli bir psikolog olduğunu anladım. Çok güzel mesafe katettik. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğim son aylarda bir LGBT aktivistinin cimer şikayeti üzerine hocanın ofisi kapatıldı. Ben ve diğer danışanların terapi hakkı elimizden alındı. Üstelik LGBT'ye karşı olduğunu sürekli dillerinden düşürmeyen bu hükümet döneminde. Özetle çok mağdur durumdayız ve bir an önce yapılan bu hatadan dönülmesini istiyoruz. Kalkıp bir yerde eylem de yapamıyoruz ifşa olma endişesi nedeniyle. Ancak, sosyal medyada yazarak sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. İyileşmek isteyen eşcinsellerin var olduğunu ve iyileşebildiklerinin farkına varılmasını istiyoruz. Eğer hala daha aileyi korumak gibi bir dertleri varsa...



7
Bugün Saraçhane'deki Büyük Aile Buluşması'nda birbirinden coşkulu konuşmalar yapıldı.  Konuşmalar oldukça heyecanlıydı ve alanında uzman (!) hocalarımız tarafından yapıldı. Hayretler içerisinde izledim. Bir konuşmada şu sözler dikkatimi çekti:

“İlk meydanlara çıktığınız, el uzattığınız, hayatlarını değiştirme umudu verdiğiniz gençler var ya, onlardan yüzlercesi vazgeçtiler!  Size dua ediyorlar sabah akşam. Bunun müjdesini veriyorum. Selam getirdim size!”

Bense, o yüzlerce gençten biri olarak, kendisine bir ekleme yapmak istiyorum. O selam getirdiğini söylediği ve sabah akşam dua ettiğimizi iddia ettiği gençlerden biri olarak...

Size selam falan göndermiyoruz! Gece gündüz dua değil, bilakis beddua ediyoruz! Neden mi? Çünkü yıllardır bizlere sadece "Lut kavmi, sapıklar, lanetliler" demekten başka hiçbir şey yapmadınız. Hiçbir çözüm üretme çabasına girmediniz, aksine, bu duruma kayıtsız kaldınız. Bunca yıldır acılarımızı siyasetinize alet ettiniz, etmeye de devam ediyorsunuz. Yıllardır dışladığınız, hor gördüğünüz bu ülkenin evlatlarına gerçekten yardım eli uzatan, çözüm üretebilen belki de tek kişiyi (Psk. Hüseyin Kaçın) yalnız bıraktınız. Desteklemediniz, görmezden geldiniz. Bu yüzden samimiyetsizsiniz. Dürüst değilsiniz, hiçbir zaman da malesef olmadınız.

Şimdi buradan, sadece yürüyüşlerle ve içi boş konuşmalarla aileyi kurtardığını sanan, aslında sadece kendini tatmin edenlere sesleniyorum. Davulun sesi uzaktan hoş gelir, bunu bilirsiniz. Ama o korkuyla bile yüzleşemediğiniz yangın, çok yakında sizin de evlerinize, çocuklarınıza, sevdiklerinize sıçrayacak. "Biz çok dindarız, bize bir şey olmaz" demeyin. Bu meselede dindar ya da dinsiz olmak bir fark yaratmıyor. O an geldiğinde, gerçek bir imtihanın ne demek olduğunu göreceksiniz. Peki, o zaman kendi çocuklarınızı ve sevdiklerinizi nasıl kurtaracaksınız? Yine yürüyüşlerle, ayrımcı mitinglerle mi? Yoksa kapı kapı dolaşıp din adamlarından, psikologlardan, psikiyatrlardan medet mi umacaksınız? Çareyi onlardan mı dileneceksiniz? Yangını söndürmek için boş vaatlerden başka ne bulacaksınız? Kim size gerçekten yardım edecek, kim çözüm sunacak?

Şimdiden söyleyeyim, boşuna kapı kapı dolaşmayın. Ben o yolları defalarca denedim ve sonunda sadece yorgunluğumla kaldım. Bulduğum kapıyı da bu kadar bilinçsiz olarak, sessiz kalarak siz kapattınız. İlahi adaletin tecelli edeceğine inanıyorum. Ektiğinizi elbet bir gün biçeceksiniz. Sizlere tavsiyem yol yakınken aklınızı başınıza alın. Artık süslü, heyecanlı, içi boş sözlerle meseleleri çözmeye çalışmaktan vazgeçin. LGBT hareketi her geçen gün daha da güçleniyor ve bunun başlıca sebebi sizlersiniz. Bu meseleyi kendi bilimsel altyapınız ve kavramlarınızla ele alın. ''LGBT değil, Eşcinsellik'', psikolojik ve sosyolojik temelleri olan bir durumdur. Bu konuda uzmanlık din adamlarına değil, yıllarını bu alanda çalışmaya vermiş psikolog ve psikiyatrlara aittir. Ülkede bu alandaki en yetkin isimlerden biri olan Psikolog Hüseyin Kaçın’a gereken desteği ve önemi artık verin. Aksi takdirde, bir gün siz de bizim gibi çaresiz kalabilir ve yardım isteyecek kimseyi bulamayabilirsiniz...


Türkiye kadir kıymet bilmeyen nankör bir ülkedir!

https://www.akasyam.com/yazi/turkiye-kadir-kiymet-bilmeyen-nankor-bir-ulkedir-9544.html

8
HK: Eşcinsel terapi maceramız artık son bulmuştur!

Hocam lütfen bizi yarı yolda bırakmayın, size muhtacız, başka gidecek kimsemiz de yok !  :'(

10
50. seans öncesi (07.08.2024)

Bir süredir terapi yazısı yazamıyorum. Bunun sebepleri arasında çalışma hayatımın son aylarda çok yoğunlaşması, duygusal olarak yazı yazmanın bana ağır gelmeye başlaması ve bence en önemlisi de ''Bugün kendim için ne yaptım?'' ilkemiz :) gereğince gündelik hayatımda artık geçmişimi, travmalarımı, eşcinselliğimi düşünmek istememek, etrafımdaki kişilerle olup bitenler hakkında sürekli ANALİZLER yapmayı  bırakmak, YAŞADIĞIM O ANA ve HAYATTAN KEYİF almaya  odaklanmak var. Artık şunu farkediyorum ki ben keyif almayı, tatmin olmayı, mutlu olmayı  bilmiyorum veya istemiyorum, işime gelmiyor. Mutlu olmaktan, tatmin olmaktan korkan bir yanım var. Bilmediğim bir dünya sanki benim için. Acı ve keder denizinde yüzmeyi biliyorum sadece. İnsan sadece acı ve keder içinde yaşayamayacağına göre de mutluluğu; cinsel fantezilerle, fetişizm ile anlık olarak deneyimleyerek buluyorum. İçimdeki gerilimi boşaltmaya çalışıyorum.. HK bir seansta bana eşcinselliği seçme sebebim olarak en kavuşulamayacak, deneyimlenemeyecek, imkansız aşkları olacak, dertlerin, kederin EN yoğun olduğu bir yol olduğu için seçtiğimi söylemişti. Bir eşcinsel ne kadar dindar, ne kadar inançlı vs. olursa olsun bütün bariyerleri yıkıp bir erkekle sevişmekten, ilişkiye girmekten kendini alıkoyamıyor. Hatta  artık 13 yaşına kadar düştü bu durum. Peki 28 yaşına kadar ilişki yaşamadan durabilmek mümkün olmadığına ve bundan sonra da büyük ihtimal yaşamayacağıma göre  o zaman ben ne olmuş oluyorum ? Spoiler vereyim: Eşcinsel olma korkusu, obsesif kişilik, mazoşizm.

HK 'nın terapisine başlayalı tam bir sene oldu. Bu hafta 50. seansım olacak. Bence az sayı değil. Tabi akla hemen  şu soru geliyor '' Eee peki o zamaan noldu, artık iyileştin mi?''. Açıkçası geçen haftada gay porn izledim. Hk'nın ilk seanstan beri söylediği ''kız arkadaşınla sevişmeyi bırakman lazım, bu pasifliğini arttırıyor'' kuralını yine çiğnedim. Yine kriterlerime uygun yakışıklı bir erkek gördüğümde etkileniyorum. vs. Bunları düşününce aslında iyileşmemiş oluyorum diye ben de düşünmüyor değilim. Fakat daha somut konuşmak gerekirse HK'ya başladığımda iyileşme düzeyimi %15 görüşüyorsam şu an %65-70 görüyorum. Bu olumlu değişiklik de aslında hangi olayları yaşayıp, yaptığım değil de olaylara BAKIŞ AÇIMIN değişmesinden kaynaklı. HER TÜRLÜ KORKU, KAYGI, SUÇLULUK EŞCİNSELLİĞİ kuvvetlendirir.

Artık porno izledikten sonra kendimi yerin dibine sokmuyorum, hataydı diyip geçiyorum kendimi suçlamıyorum. Önceden biri bana sataştığı zaman, aman nasıl olsa tam güzel karşılık veremem diye mükemmeliyetçilik yapar, karşılık vermemeyi tercih ederdim. Artık bir cümle bile olsa bir şey söylemeye, içimdeki gerilimi O AN boşaltmaya çalışıyorum.

Sabah uyandığımda işe giderken, işyerimde çalışırken, arkadaşlarımla takılırken, yolda giderken, gündelik hayatımda "acaba başıma nasıl belalar gelebilir, neler olabilir, olursa bu senaryolara karşı ben şöyle güzel cevap veririm, böyle güzel laf sokarım, çok sert tepki veririm" gibi gibi korku kaygılar senaryolar üretirdim sürekli. Düşündüklerimin büyük çoğunluğu da gerçekleşmez, gerçekleşse de zaten istediğim gibi  karşılık çoğunlukla veremezdim. ''Tanrıyı güldürmek istiyorsan… ona planlarından bahset.. '' Artık sabah kalktığımda gün içinde neler başıma gelecek korku kaygıları oluşturmamaya çalışıyorum. Yaşadığım ana odaklanmaya, yaşadığım olaylara MÜKEMMEL OLMASALAR bile anlık tepkiler vermeye çalışıyorum. Bu anlık tepkilerden sonra  haklı bile olsam yaşanan gerilimlerde üzülüyor, kendimi kötü hissediyordum ve hala daha böyleyim. Sürekli karşı tarafı affetmeye, onu anlamaya çalışıyorum. Çünkü ben İYİ ÇOCUĞUM.  Bunu melek gibi iyi bir insan olmama bağlıyordum fakat bu meleklik falan değil, EZİKLİK.  Artık iyi çocuk olmamın beni ÇOK KÖTÜ BİR YETİŞKİN yaptığını idrak etmeye başladım. Maxilla06 rumuzlu arkadaşın yazılarını çok beğeniyorum bir paragrafı aynı beni anlatıyor direk alıntılıyorum. "Eskiden insanlara ilk adımları hep ben atardım. Ne isterlerse yapardım, ölümlü dünya yaratılanı sev yaratandan ötürü gibi bir fikre sahiptim kimseciklere kıyamazdım. Kötülüğümü isteyenlere bile kızamazdım. Derdim ki muhtemelen şu şu aile sorunlarına sahip bu sebeple yapıyor bu davranışları. Ve dediğim her şey de çıkardı gerçekten. Kime ne tespit yaptıysam hepsi öyle çıkmışlardı, daha hiç yanılmadım. Şuan şunu görüyorum, ben kimsenin psikoloğu değilim, evliya değilim, peygamber hiç değilim. İnsanların psikopatolojileri beni bağlamaz. İnsanların sadece bana karşı davranışları ilişkimizde hüküm verebilmeli."
 . 
En önemli değişiklik, bakış açısındaki farklılık ise kendimi başka erkeklerle kıyaslamayı nerdeyse bıraktım. Zihnimde : ben erkek değilim çünkü ERKEK DEDİĞİN, İŞTE BUNLARI ŞUNLARI YAPAR ŞÖYLE ATIP TUTAR  diye kodladğım erkeklerin yaptıklarının aslında erkeklikle bir ilgisinin olmadığını (önceki yazılarımda detaylı bahsettim) idrak ettiğimden beri aslında benim başından beri gayet erkek olduğumu hatta bazı yerlerde  süper erkek oalrak gördüklerimden bile daha erkek olduğumu; fakat kafamdaki obsesyonlarla, yanlış düşüncelerle. çıkarımlarla sürekli kendimi yanılttığımı farkettim. Eekek olmamla ilgili bir sorunum neredeyse kalamdı diyebilirim.

Evde oturup, kitap okuyup bol bol analiz yaparak bunca yıl bir arpa boyu yol gidemediğimi farketmemle beraber iyileşmek için artık sahaya çıkıp risk alarak, bol bol düşerek, düştüğüm yerdende kalkarak, sosyal hayata karışıp tecrübe ede ede, yanlış yapmaktan korkmadan gerekirse o yanlışları yapa yapa ve en önemlisi MÜKEMMELİYETÇİLİĞİ bırakıp, hata yaptıktan sonra da kendimi asla suçlamadan, kendi değerimi düşürmeden, "bundan sonra geç kaldım ama müsabaka hala devam ediyor" diyerek umudumu kaybetmeden, en önemlisi de kendimle barışık bir şekilde, hatalarımla sevabımla günahımla kendimi severek, önce kendim kendime değer  vererek, beğenerek hayata devam etmem gerektiğinin farkındayım.

Bu FARKINDALIKLAR nedeniyle iyileşme yüzdemin arttığını söylüyorum.


DİN konusu.  Cuma namazları hariç dine biraz ara verdim çünkü kendi egomu oluşturmada, inşa etmeye çalışmamda engel oluşturduğunu, obsesyonlarımı çok arttırdığını düşünüyorum. Maxilla06 rumuzlu arkadaşın tespitlerini çok beğendim, PSİKOLOJİK ACİL tanımı çok hoşuma gitti. Evet bu yolda iyileşmek için ne gerekliyse yapılacak, günah münah yok. Eğer bir dine inanacaksam da inandığım dinde korku kaygı suçluluk olmaması lazım. Başka türlü hangi inanç, hangi düşünce olursa olsun beni bu zamana kadar eşcinsellik bataklığından kurtarmadı ve kurtarmayacak da. HK tarikatının müridi olmaktan başka seçeneğim yok :) Ayrıca HKnın bir yazısını şu an için kendime rehber edindim diyebilirim.

-DİN TEMİZDİR
kendi psikolojisindeki bunalımlarını kendisi düzeltemeyen insanın kalbi / imanı kuvvetli olamaz.
psikolojimizi sağlamlaştırmak bizim görevimizdir,
dinin görevi değildir.
din temiz insanları, temizlenmişleri ve
arınmışları çağırır.
kirli ruhlar dini kendi kirli emelleri için nafile bir çaba ile kirletmeye kalkarlar. oysaki din temizdir içinde kir tutmaz.

Dolayısıyla psikolojik olarak temizlenene kadar din ile arama mesafe koydum. İkinci sıkıntı ise dindarlığımın çevremdeki insanları kategorize ettirmesi, "bunlar günahkar, zındık, bunlar adam değil, zaten uzak durmak lazım takılmamak lazım, bunlar kötü insanlar sen de onlarla takılırsan onlar gibi olmaya başlarsın günahkar olursun, yanarsın cayır cayır, tokat yersin" gibi (cemaatteki abilerden böyle öğrendik çünkü). Bu durum insanlarla sosyalleşmemde engel oluşturuyor, onları insanlığından dolayı değil de fikirlerine, inançlarına göre şucu veya bucu olmalarına göre sevip sevmememi belirliyordu. Halbuki herkesin hayat hikayesi farklı. Bugün böyle düşünüp yaşayan yarın farklı şekilde yaşayabilir. Birincisi onların cezasının kararını ben değil Allah verecek. Asıl olarak insan ilişkilerimde önem vermem gereken o ilişkiden zevk alıyor muyum almıyor muyum, duygusal olarak tatmin oluyor muyum, gerektiğinde karşılıklı kırmızı çizgilerimize saygı gösterebiliyor muyuz?. ONLARIN KURTARICISI DA, YARGILAYICISI DA, CEZALANDIRICISI DA BEN DEĞİLİM. 

Elif ile ilişkimde çoğunlukla kuralları artık ben koyuyorum. İlk başta tepki gösterse, mırın kırın etse bile sonrasında söylediklerime uyuyor. Bazen ben Elif'in yerinde olsam heralde kendimden ayrıldırdım diye düşünüyorum :). Bu zamanda böyle bir kız bulmak zor hakikatten ayrıca hiç bir eşcinsel erkeğin ilişkilerinde; Elif'in dayandığı kadar dayanacağını, bütün her şeye rağmen sevmeye devam edeceğini, terketmeyeceğini kesinlikle düşünmüyorum.

AİLEM ile ciddi kavgalar etmeye başladım. Ailedeki dinamikleri değiştiren, döngüleri kıran kişi; sert olduğunu düşündüğüm abime değil de ne hikmetse bana kaldı (!). 7-8 ay önce evden kaçmakla ilk adımı atmıştım fakat içimi tam kusamamıştım..Geçen aylarda anneler gününden sonra anneme tam hayalimdeki gibi olamasada içimi kusabildim. "Niye anneler gününü kutlamadım biliyor musun, merak etmiyor musun?" diye başlayıp zehir zemberek sözler söyledim. "Bunca yıl bana ettiğin küfür dayakların acısı elbet bir gün çıkacaktı, Sen bana üvey evlat muamelesi yaptın. Bundan sonra benden bir şey bekleme" vs.. Sonra babama karşı da:  "'Sana da kızgınım bu kadına karşı bizi korumadın'". falan filan... Bağırarak değil normal ses tonunda konuştum. Babamda oradaydı ve ortamı yatıştıran konuşmalar yaptı. Bende bugünlük bu kadar yeter diyip çıkıp gititm.

Bir seansta ağlamaklı oldum, HK: aile ile ilişkilerinde bu zamana kadar hiç tatmin oldun mu? mutlu oldun mu vs. gibi sorular sormaya başladı. Bu sorularının cevabının bende hayır olması beni duygulandırdı. Ağlayacak gibi oldum. Hk'nın telefonu çalınca ortam dağıldı ağlamaktan kurtuldum. Bu kadar ailemin travmatik olduğunu anlamaya başlayınca, İçimde ; neden ben? diye soran isyanı, içimdeki çocuğun çaresizliğini, öfkesini, üzüntüsünü de içeren karışık duygular hissetttim. Bir seansta da HK: eğer ailen hala sana aile olmamaya devam ederse korkma, "O kimsesizlerin kimsesi olduğu için seninle bağı daha kuvvetli oluyor" dedi.

Ertesi haftalarda babamı evdeki bir iş için bana çağırdım. Geçenki olayla ilgili; "İçini tutamadın ortalığı yıktın geçtin. Senin dışın bana benziyor için aynı annen. Abinde dışarıdan annene benziyor içi aynı ben." dedi. (HK!ya bu tespiti sorduğumda babamın  tespitinin doğru olduğunu söyledi). Artık annenden özür dilersin, bilezik falan hediye alırsın. Anladımki mesele tam anlaşılmamış bizimkilerde. Çocukuğumdan beri "18 yaşınıza gelince bu kadından boşanıcam sizi kurtarıcam" lafları eden babamın artık önünde hiçbir engel yokken, 28 yaşına gelen bana hala daha annemi savunabilmesi, ondan ayrılmaması, boşanmaması beni şaşırttı. Daha da çok şaşırtan lafı ise "Bana yaşlanınca kim bakacak senle abin mi bakacaksınız sanki " demesi oldu. Açıkçası o an belli etmesem de bir şey demesem de sarsıldım. Bu zamana kadar baba yönünden şanslı olduğunu düşünen ben artık babamın BENCİLLİĞİYLE, çocuklarını değil kendisini düşünmesiyle yüzleştim.

Babamın laflarından sonra ikinci kez yüzleşmeye gittim bu sefer babam evde yokken. Annem telefonlarımı açmadı ben de evi bastım. Beni görünce görmezden geldi uyuyor numarası yaptı. Bende: "bu zamana kadar sana karşı içimde biriken kin. öfke, nefret var. Belki seni hiç affetmeyeceğim ama sana düşman değilim. Bundan sonra sen iyiysen bende iyiyim sen kötüysen ben çok kötüyüm" minvalinde yine bağırmadan ama öfkemi belli eden laflar söyledim. Annem ben çok hastayım şöyleyim böyleyim acılarım var diye bağırmaya başladı.. "Hala bide üste mi çıkıyorsun? Abini daha çok dövdüm o bir şey demiyor. Senin bir annen yok unut". Babamı sonra telefonla arayıp "şu oğluna sahip çık" falan diye bağırdı. vs. "Ben geçmişi unuttum tamam artık sana düşman değilim diyorum" diye söyleyip yumuşatmaya çalışmama rağmen annem "BEN UNUTMUYORUM GEÇMİŞİ" DEDİ. Ben de "sen unutmuyorsan ben hiç unutmuyorum o zaman" dedim.  Bir süre sonra sadece bağırıp çağırıp, yaşadığı acılardan bahsetmeye, beni dinlememeye başladı. Ben de en son: "bundan sonra iyi düşün, yerinde olsam bir evlat kaybetmezdim, sen zaten benim için çoktan öldün" diyip çıktım.

Yüzleşmenin hemen akabinde terapiye geldim. Seansta ağlarım diye düşünüyordum ama ağlamadım. Fakat içimde öfkesini kusmuş ve sonrasında da rahatlamışlık yoktu. Aksine Öfkemi kusmuştum, insanları üzdüm ağlattım ve bu yüzdende KENDİMİ biraz suçlu ve üzgün hissediyordum. HK asla üzülmemem gerektiğini benim haklı olduğumu vs. söyledi. "Terapilerin niye böyle uzayıp gidiyor çünkü hep üzgünsün hep üzgünsün...." (Bu cümlenin benim için hayati öneme sahip olduğunu farkettim, benim için kilit nokta ama bunu henüz tam idrak edemedim, çözemedim.) Seans sonunda yine suçluluk ve mutsuzluk duygularından arınarak çıktım. Aslında ben bir büyük zafer kazandım. (Aile ile yüzleşmede Koyugri arkadaşım da çok yardımcı oldu. Kendisini benden 2-3 adım önde görüyorum, o ailesi ile yüzleşmeleri çoktan yapmış bana da çok destek oldu, taktikler verdi. Kendisine burdan teşekkür ediyorum, hayatında başarılar diliyorum:))

Terapilere başlamadan önce  çalıştığım yerde beğendiğim, erotize ettiğim bir meslektaşım vardı. Uzaktan denk gelince birkaç kez selamlaşıyorduk. İsmi Ahmetti. İlk gördüğümden beri bu çocuğun benim 3. büyük aşkım olacağını anlamıştım. Fakat ayrı bölümlerde olduğumuz için pek denk gelemiyorduk. Özellikle HK git o çocukla bir yolunu bul samimi ol mutlaka senin ona ihtiyacın var dedi. Bir gün yemekhanede denk geldik selamlaştık. "Seninle iki senedir selamlaşıyoruz ama bi tanışmıyoruz :)" diyerek süreci başlattım. :) Şu an arkadaş olduk diyebilirim ve adımların çoğunu ben attım. Şu an çeşittli etkinliklere gidiyoruz ve çok güzel duygusal tatminler yaşıyorum. Ahmet aslında çok yakışıklı, fiziği, vücudu çok iyi olan biri değil. Hatta önceden onun bölümünde daha yakışıklılar vardı erotize ettiğim.  fakat onlar biraz hödük, egolu olduğu ve bana ilgi güleryüz göstermedikleri için onalrdan soğumuş, elemiştim. Fakat Ahmet ilk gördüğümden beri bana güleryüz gösterip ilgili davranıyor. Kendisinin önceki aşık olduğum erkeklere ne hikmetse (!) benzeyen yönleri var: Egosu olmayan, herkese güleryüz dağıtabilen, sorunları olmayan, gayet sosyal ve ANNELERİ TARAFINDAN ŞIMARTILMIŞ kişiler. Ahmet ile takıldıktan sonra gay porno izleme isteği vs. gelmiyor. Başka erkeklerle beraber birlikte takılırken ahmeti onlardan kıskanıyorum. HK, Ahmetle dostluk kurmakla hem eşcinselliğimi hem de bu KISKANÇLIĞIMI yenmeyi öğreneceğimi söyledi. Aslında HK ile terapiye başlasaydım ilk Ahmet ile ilişkileri kuvvetlendirecektik sonra hayatıma Elif kendiliğinden doğal akışında girmiş olacaktı. Biraz tersten başlamış olduk:) Dikkat etmem gereken önemli husus Elif ve Ahmet ile yaşayacağım tatminler arasında kıyas yapmamak. Elif ile yatağa gireceğim, Ahmet ile dost olacağım, ikisi farklı şeyler.

Artık eşcinsellikten çıkış kapısına geldiğimi ve anahtarın Ahmetin elinde olduğunu düşünüyorum. Eğer yeterince onunla dostluk bağı kurabilirsem, tatmin olabilirsem bu kilidi açacağım ve bu diyarlardan yavaştan uçup gideceğim :)

11
Sizinle ofiste kısa konuşabilmiştik abi de sizin durumunuzda olan çok sayıda insan var bence.  Bu insanlardan biri de kısmen benim. Bu konuda da çok güzel analizler yapabileceğinizi düşünüyorum. Yazıların devamını bekliyoruz :)


https://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=2259.0

okumak için linki tıklayınız

12
Yazılarını ilgiyle takip ediyor artık müstakbel kız arkadaşınla yaşadıklarını anlatacağın yazılarını da bekliyoruz:)

13
47 .seans (19.07.2024)

Bir gün terapilerde ağlamayı başarabilirsem, iyileşmiş olacağım...

14
39. Seans (17.05.2023)

Terapilere basladigimdan beri sürekli aynı şeyleri konuşup duruyoruz ve ben Hk'nın verdiği ödevleri yapmamak için sürekli bahaneler üretiyorum.

15
36 .seans devamı

-Bazen şey  aklıma geliyor. Çocukken ilkokulda İşte birkaç arkadaşım vardı böyle biraz ezik. Sonra kendilerini böyle ezikleyen tiplerle kavga ettiler. Sonrasında da karı kızdır, iş başarı peşinde koşma falan...Ben onlar gibi öyle yapmadım veya yapamadım. Yani eğer onlar öyle yapmasaydı eşcinsel olur muydular? Yani ben kavga edemedim, eşcinsel oldum.... Ya da bu kadar ilkokulu artık analiz etmeme gerek var mı?
*Gerek yok, unutacaksın tabiki. İlkokul arkadaşı ilkokulda kalıyor. Ortaokul, ortaokul, lise, lisede kalıyor. Çok duygusal yatırım yapmaya gerek yok. Geçmişi masaya yatırmayacaksın. Şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım falan bırak geçmişi. Geçmişten çık. Geçmişe gitmek melankolik. Geçmişte sen acıdan başka, negatiften başka, sorundan başka ne bulacaksın? Geçmişinde senin çözebileceğin bir şey yok ki. Sen anı yaşamaya odaklan, dem bu dem, bugüne odaklanacaksın. Bugün keyif alacak ne yapabilirim? Kiminle ne yapabilirim? Sen ne istiyorsan, kiminle olmak istiyorsan, ne istiyorsan onu yapacaksın.
-Ama terapilerde çocukluğumuzu ergenliğimizi deşmiyor muyuz?
*Burada deşeceğiz, çıkışta unutacaksın. Burada ağlayanlar ağlıyor. Benim karşımda ağlıyor. Adamı dışarıda görsen ağladığını anlayamazsın. Sosyal hayatta görsen hiçbir sorunu yok dersin. Acıysa acı burada. Göz yaşıysa göz yaşı burada. Kimse senin psikoloğa gittiğini anlayamayacak, kimse senin acılarını göremeyecek. Burada analiz edeceğiz acılarını, geçmişini evine götürmeyeceksin , burada konuştuğumuz konuları. Bir de yazarken. için acıyorsa acıyacak ama bitirdiğinde acı falan yok. Bunun adı yüzleşme. İyileşmek denilen şey böyle bir şey. Sancılı bir süreç, acılı bir süreç. Herkes yüzleşmez ki geçmişiyle  acılarıyla hesaplaşmaz. Normal hetero insanların %80'i böyle bir yüzleşme yaşamıyor. Bu kadar insanlar niye çok geziyorlar, kafelerde buluşuyorlar, geziyorlar, eğleniyorlar? Yalnız kalmamak için. Yalnız kalınca acı çekecek. Yani senin yalnız kalınca çektiğin acıları çekmemek için Haydi eller havaya...
Özellikle bara gidenler, spor salonuna gidenler... Niye gidiyorlar? Kaçıyorlar işte canım kendisiyle baş başa kalmamak için. İç sesini duymamak için.

-Onlar dışa dönük insanlarda oluyor tabi herhalde dimi?
*İçe dönükte de, dışa dönükte de öyle. Kaçabildiğin kadar kaçıyorsun yani. Gerçek iyileşmek, mutluluk, yalnızken sıkılmamak, keyifli bir şeyler yapabilmek, yaratabilmek, üretebilmek, düşünebilmek. Ama korkmadan, kaygılanmadan. Bunu herkes yapamaz.
Sonra işte takdir et kendini. Kendini suçlama artık, analiz etme, cezalandırma. Takdir etsene.!
-Onu da niye yapmıyorum bilmiyorum.
*Annen takdir etmemiş, baban da takdir etmemiş. Takdir etme geleneği yok.

-Yani şöyle her ne kadar dışarıdan insanlar beni beğenseler de bedenimi ,yüzümü birşeylerimi.... Herhalde öncelikle benim kendimi beğenmem lazım. Bir yerde hiç beğenmiyorum ben kendimi.
*Kendinle barışmak demek ne demek? Kendinle barışık değilsin ki. Değersizlik duygusunun büyüklüğü, aşağılık kompleksi, mazoşizm. Takdir etmiyorsun hiç kendini. Takdir etmediğin müddetçe de çabalamıyorsun hiçbir konuda. Sonra tembelleşiyorsun. Anlık zevklerin olabilir. Zevkle alıyorsun, tatmin oluyorsun, bitiyor ama sonra. Sonra yalnızlığınla, can sıkıntınla, sorunlarınla baş başa kalıyorsun. Bunun temelinde değersiz duygunun olması...
Ama değersiz hissettiğinde batırma kendini. Uzun vadede ben buna aşmam lazım diyeceksin, karar vereceksin. Hekimliğinle ilgili planlar kursana mesela niye kurmuyorsun?

-Sevmiyorum ki
*ama bu saatten sonra şimdi hekimliği bırakıp ne yapacaksın?
-Yapacak birşeyim de yok tabi.
*Mecbur burdan ilerleyeceksin.  Hekimlik +  güzel sanatlar, spor .. Bir şey ayarlı olması lazım. Sonra mesleğinin herhangi bir bölümüne yoğunlaşman lazım ama bir alan seçersen tatmin olabilirsin. Şu anki bulunduğun bölüm pasif bir bölüm. onun olmaması lazım. Bir işi yapmak ve onda en iyisi olmak... (sonrasında HK  eşcinsel terapistliğine geçme evresininden ve alandaki en iyisi olma durumuna nasıl geldiğinden örnekler verdi)

Terapi sonunda özet olarak düşünmem gereken: Ortada bir direnç var mı yok mu? Bu direnç varsa nasıl kırılır?
Hk'ya göre direnç var ve kırılması için hiçbir şey yapmıyorum. Geleceğin için güç, kariyer peşinde koşmuyorum.Temelde güçsüzlük var.. Penis demek, sembolik olarak bilinçaltında erkekselik güçlü erkek demek. Ben güçlü değilsem kadına gidebilir miyim?Kadın bana çekici gelir mi?Ben güçlü değilsem, kendimi hep yargılıyorsam, sorguluyorsam. Gücüm oluştuğunda hiçbir erkekle erotik ilgi duymayacağım. Arzulamayacağım. Şu an gücümü yaratmam lazım. Çalışarak, gayret ederek....

Dipnot: Haftasonu HK'nın seanslara başladığım günden beri sayıp sövdüğü D... ekibi çekim yapmaya geldi. Geçen haftalarda bu ekip çekim yapmak istediğinde HK heralde onlara sayıp söver ve reddeder isteklerini diye düşünmüştüm, öyle olmadı. HK'nın bu yüzden karizma gözümde biraz çizilmişti. Mekana gittiğimde de tatlı-sert ama gergin bir ortam vardı. Hocanın narsist sert uslübü insanları deli ediyor anladığım :) Aslında içten içe aralarındaki sürtüşmeyi Hkdan tek taraflı dinlediğimi, karşı tarafı da dinlesek hocanın iletişimsizliğinden ve narsistliğinden dert yanacaklarını seziyordum. Ama ben yine HK'nın tarafındayım tabi ne olursa olsun :). HK çekime sen de istersen gel demişti çağırdığı için teşekkür ediyorum. Benim açımdan gitmemin önemi aslında bir yerde başka insanlara eşcinselliğimi ifşa etmiş oldum.  Acaba gitmesem mi ya ifşa olursam gibi kaygılar ürettim gitmeden önce. Fakat benim hikayemde icraat yok birşey yok ,utanılacak herhangi bir mesele yok deyip gitmeye cesaret edebildim. Çekim bittikten sonra da biraz kaygım devam etti ama şu an kafaya takmıyorum. Önceden olsa "öldürsen gitmem eşcinsel yönelimim asla bilinmesin" derdim...



Sayfa: [1] 2 3