1
Eşcinsellik - Hayatlardan parçalar, hayata mektuplar (ziyaretçi karalama defteri) / Eşcinselleşmeye ve Obsesyonlara (OKB’ye) Hayır Dedim!
« : 07 Mayıs 2022, 04:38:40 ös »
Son bir yıllık periyodik takvimde öyle farklı hayatlar yaşadım ki her biri ayrı dünyaydı benim için. Finale giden yolda yaşadıklarım bana ayrı bir çözüm sundu, ayrı bir nefes verdi, bana. Final dedim çünkü önce bir rüya gibi gelen ama artık gerçekçi olduğunu kavradığım güzel bir yaşam hikayesini kendi ellerimle yazıyorum artık ve bu benim adıma sorunların önce çözümü ve zamanla yok oluşu noktasında geldiğim final evresini işaret ediyor. Eğer sona doğru geldiysek her evreyi ortaya net bir biçimde koymak gerekir.
*****
𝗕𝗮ş𝗹𝗮𝗻𝗴ıç: 𝗧𝗩𝟱 𝗧𝗲𝗹𝗲𝘃𝗶𝘇𝘆𝗼𝗻𝘂
Tam da geçen yıl bu ay (Mayıs) başladığım ve medya sahasında 6 ay boyunca edindiğim tecrübelerim büyük ölçüde bir kırılma noktası oldu benim için.𝗬𝗲𝗽𝗽𝗽! 𝗞𝗶𝗺𝘀𝗲𝗻𝗶𝗻 𝘆𝗮ş𝗮𝗺𝗮𝗱ı𝗸𝗹𝗮𝗿ı𝗻ı 𝘆𝗮ş𝗮𝗱ı𝗺 𝗯𝗲! 𝗛𝗲𝗺 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗲𝗿𝗲𝗸 𝗵𝗲𝗺 𝗱𝗲 𝗯𝗶𝗿 𝗧𝗩 𝗸𝗮𝗻𝗮𝗹ı𝗻𝗱𝗮 𝗧ü𝗿𝗸𝗶𝘆𝗲’𝗻𝗶𝗻 𝗲𝗸𝗿𝗮𝗻ı𝗻𝗮 ö𝘇𝗴ü𝗻 𝗵𝗮𝗯𝗲𝗿 ü𝗿𝗲𝘁𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗛𝗮𝗯𝗲𝗿 𝘀𝗲𝘀𝗹𝗲𝗻𝗱𝗶𝗿𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗣𝗿𝗼𝗴𝗿𝗮𝗺 𝘆ö𝗻𝗲𝘁𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗛𝗲𝗽𝘀𝗶𝗻𝗶 𝗯𝗲𝗻 𝗯𝗮ş𝗮𝗿𝗱ı𝗺, 𝗯𝗲𝗻! Bu zamana kadar hiç böyle yüksek perdeden kutlamamıştım kendimi ama bunları da yapmak, görmek ve kendini tam da bu şekilde takdir etmek gerekiyor ya işte. Benim yaptığım da bundan ibaret.
*****
En başında televizyonda birtakım kırılmalar yaşadım, daha geçtiğimiz yılın aynı ayında sağlıklı hiçbir sosyal ilişkim, iş tecrübem olmadığı için kırılmalar olarak tarif ettiğim “insanlardan kaçınma” olayını çok çok tabii olarak yaşadım. En az 2-3 kırılma noktası geçirdim ve atlattım. En zorlandığım kırılmalar/noktalar; “insanlardan iş öğrenmek, günlük toplantılara katılmak ve otoriteyle iletişim kurmaktı.” Korkuyordum... Meğer kendimden korkuyormuşum, insanlarda kaçınılacak bir durum yoktu çünkü. Ulan Eren diyorum şimdi. Neyin kafasını yaşamışsın be hocam. (Gülüyor) Orada 3 ay içindeyse tüm bu sorunları çözdüm. Nasıl mı? Psikolojide maruz kalma kuramı var. Gerçekten bir ortamda neye maruz kalıyorsanız zaman içinde bilinçli/bilinçsiz bulunduğunuz kalıbın şeklini alıyorsunuz. Benim çözümlerim tam da bu kurama maruz kalarak gerçekleşti. Evet, bir şey bilmemek ve bilmediğini söylemek, benim için korkunç bir şeydi ama zamanla Haber Merkezinde tıpkı benim gibi işe yeni başlayan acemileri gördükçe “bilmemenin değil, öğrenmemenin ayıp olduğu” gerçeğiyle karşılaştım ve bunu iliklerime kadar hissettim. Artık orada her şeyi sorarak öğreniyor ve ilerliyordum.
******
Ç𝗮𝗹ışı𝗿𝗸𝗲𝗻 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗺𝗲𝗸 𝗺𝗶 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗶𝗿𝗸𝗲𝗻 ç𝗮𝗹ış𝗺𝗮𝗸 𝗺ı? Ben ikincisi için oradayken birinci yöntemle geliştirdim kendimi. Her hâlükârda bir taşla iki kuş vurmuş olacaktım. Vaaav! Ve 𝗧𝗮𝗺 𝗱𝗮 𝗯𝘂 𝗻𝗼𝗸𝘁𝗮 𝘀𝗮ğ𝗹ı𝗸𝗹ı 𝗯𝗶𝗿 iş-𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹 𝗵𝗮𝘆𝗮𝘁ı𝗻 𝗯𝗮ş𝗹𝗮𝗻𝗴ı𝗰ı 𝗮𝗱ı𝗻𝗮 𝗶ş𝗮𝗿𝗲𝘁 𝗳𝗶ş𝗲ğ𝗶𝘆𝗱𝗶.
Hoooop! Açalım. Aylar geçtikçe ve iş tecrübem arttıkça insanlara iş disiplini içerisinde emir vermeye başladım.
-Haberler rejiye atılsın!
-Görselin eksik, acil tamamla!
-Filanca haberi seslendirin!
-Nasıl hazır olmaz ya!
Ne oluyordu? Ne oluyoru mu var, güç kazanıyorsun, kendindeki gücün keşfine çıkıyorsun. Her gün, işleyen demir ışıldar misâli, parlıyordum! İnanabiliyor muyum (artık evet) koca kanalda Haber Merkezi ve Reji Editörlüğünü artık tek başıma yönetebiliyorum!
Kim? Ben! ʙᴀşᴀʀı.
*****
𝐆𝐞𝐥𝐢ş𝐦𝐞: 𝐎ğ𝐮𝐳𝐡𝐚𝐧 𝘃𝗲 𝗶ş𝘁𝗲𝗻 𝗮𝘆𝗿ı𝗹𝗺𝗮 𝘀ü𝗿𝗲𝗰𝗶!
TV5 Televizyonunda ilk 3 ayımı doldurmuştum. Haber yazmayı, özgün içerikler üretmeyi tam manasıyla öğrenmiş ve hatta sesimin güzel olduğu ileri sürülerek haber seslendirmeye yönlendirilmiştim. O kısım gittikçe ivme kazanırken tüm bunların gölgesinde dışarıda da bir hayat hüküm sürüyordu. Genellikle 09-17 mesaisi tamamlandıktan sonra yemek yemeye pek hâlim kalmıyor, (tecrüben arttıkça mümkün değil, elin boş kalmaz) ama buna rağmen eve yürüyordum. (𝟮𝟱 𝗱𝗸) Minibüs, dolmuş vs. nefret ederim. Aşağılık vasıtalar gibi gelir bana hep. Devam...: Sefaköy’de mesai sonrası ve haftasonları hep bir dinlenmek istediğim şirin, nezih bir mekân aradım. Ama mekân arayayım derken 6 ayıma mâl olan kaderimi bulmak mı? Aklıma gelmezdi. Bir Helvacı’da tanıştım onunla. Evet, Oğuzhan. Ardında bir güç olduğunu zannettiğim en büyük yanılgım ama dönemin en büyük yoldaşı. Bulmacalarda soldan sağa, yukarıdan aşağı kayı boyundan gelmiş kimse.
*****
“𝗡𝗲 𝘆𝗮ş𝗮𝗱ı𝗸?”
Hayatımda ilk kez hemcinsimden biriyle erkek erkeğe ve erkekçe şeyler yapabiliyorduk. Futbol, siyaset, iş hayatı, kız-erkek ilişkileri hakkında ilk kez biriyle bu kadar derin konuşabiliyor, uzunca sohbet edebiliyorduk. Yanlış anlaşılmasın, çokça kişiyle konuşuyordum, iletişimi seven ve tercih eden bir bireyim ama anlatmak istediğim nokta “erkekçe ilk kez böyle bir hukuka varıyor ve bana böylesine bir hukukun erkeksilik katması olayını belki de ilk kez yaşıyordum.”
Güç, güç ve güç!
*****
“𝗢 𝗱𝗮 𝘀𝗼𝗿𝘂𝗻𝗹𝘂 𝗯𝗶𝗿 𝗯𝗶𝗿𝗲𝘆”
Evet, onun da kendince sorunları vardı ve öyle ki benimle tanışıyor olmasından duyduğu memnuniyeti “22 yıldır neredeydin?” sözleriyle okuyabilmek mümkündü. Benim ise ona karşı en başta söylediğim sözler, ondan alacaklarımın işareti gibiydi: “Ö𝗳𝗸𝗲 𝗻𝗲𝗱𝗶𝗿, 𝗯𝗶𝗹𝗺𝗲𝗺. 𝗦𝗲𝗻𝗱𝗲𝗻 𝗲𝗿𝗸𝗲𝗸ç𝗲 ö𝗳𝗸𝗲𝗹𝗲𝗻𝗺𝗲𝗻𝗶𝗻 𝗻𝗲 𝗼𝗹𝗱𝘂ğ𝘂𝗻𝘂 𝘇𝗮𝗺𝗮𝗻 𝗶ç𝗲𝗿𝗶𝘀𝗶𝗻𝗱𝗲 öğ𝗿𝗲𝗻𝗲𝗰𝗲ğ𝗶𝗺!”
Oğuzhan’a zamanla maruz kalarak erkekliğime dair ıskaladığım her duyguyu tattım, yaşadım. Öfkeyse öfke! Atarsa atar! Giderse gider! Adamına göre muamele! Artık o çokça nazik, pek de kırılgan Eren gitmiş yerine ise daha erkek nezaketli ve duygusal anlamda kırılması güç bir Eren gelmişti.
ʙᴀşᴀʀı.
*****
“𝗦𝗮𝗻𝗸𝗶 𝗯𝗶𝗿𝗯𝗶𝗿𝗶𝗺𝗶𝘇𝗲 𝗲𝗸𝘀𝗶𝗸 𝗻𝗼𝗸𝘁𝗮𝗹𝗮𝗿ı𝗺ı𝘇ı 𝗼𝗻𝗮𝗿𝗺𝗮𝗺ı𝘇 𝗶ç𝗶𝗻 𝗴ö𝗻𝗱𝗲𝗿𝗶𝗹𝗺𝗶ş 𝗧𝗮𝗻𝗿ı’𝗻ı𝗻 𝗯𝗶𝗿𝗲𝗿 𝗮𝗿𝗺𝗮ğ𝗮𝗻ı𝘆𝗱ı𝗸.”
*****
Tanrı mı Sanrı mı?
Tanrılaştırdığım sanrılar vardı. Benim adıma Oğuzhan da bunlardan bir tanesiydi. Onda gördüğüm güç olgusu; kız arkadaşının olması, maço bir yapıya sahip olması ve tüm bunların ötesinde bu özelliklerine beyefendilik vitrininin süs olması. Ötesi, tam da benim edinmek istediğim bir profil. Beyefendi, erkeksi, güçlü!
Onun bana kattığı bir şeyler varsa o da yukarıda saydığım özelliklerden başkası değildi. Bu vasıfları kaptım, onun bana yaptığı iyiliklerin ise bilinç düzeyinde olmamasına karşılık ben de içimden teşekkür etmekle yetiniyorum.
*****
“İş𝘁𝗲𝗻 𝗮𝘆𝗿ı𝗹𝗺𝗮 𝘀ü𝗿𝗲𝗰𝗶”
Tamamen duygusallık. Aşk zannettiğim sanrılar... Zamanla tanrılar haline geldi.
Bugün anlamlandıramadığım ama o günlerde sıkı sıkıya inandığım güçle yatıp kalkıyordum artık. Dedim ya maço, sert ama beyefendi. Yanisi, sadece onu düşünüyor ve onun yanında olursam güçlü olurum zannediyordum ama olayı aşklaştıracağımı hesap etmemiştim. Koskoca bir yalan aslında, aşk diye bir şey yoktu. Güç vardı, o da bir yanılgıydı. Ne gücü be, hadi oradan! Tüm bunların bedeliniyse uykusuz gecelerle, ağlayan yüreklerle ödedim. Ve ben yalandan bir aşk dahi olsa sevmeyi işte o zaman öğrendim.
ʙᴀşᴀʀı
*****
İşten ayrılma süreci ise bir oldubittiye geldi. Bir gün yine TV5 Televizyonuna geldim, her zamanki gibi çalışma masama oturdum. Haber taraması yapmam gerekiyordu ama çalışamayacağımı fark ettiğim o an (Ekim) önümüzdeki ayların çok farklı geçeceğini bana hissettirmeye başlamıştı bile. Neden çalışamıyordum? Duygusallığın gözü kör olsun! En büyük üzüntüm bu, eğer şu anki aklım olsaydı belki de başka bir kanala sunucu olarak transfer oluvermiştim ama neyin ne getirip ne götüreceğini öngöremeyeceğimiz için bugün pişmanlık yaşamıyorum. Evet, mantık kaybı olarak nitelendirdiğim duygusallığa yenik düşmüş ve Haber Müdürümün tüm ikna çabalarına rağmen işten ayrılmıştım. “Sefaköy ve TV5” hikayesi sona ermişti. Bundan sonrası için ne olacağına dair ise bir fikrim yoktu ama aile evine dönmek iyi bir fikir kesinlikle değildi. Çok geçmeden, son dönemde yaşadığım ayrılıkların, değişen düzenin acısını babama karşı bir silah olarak kullandım. O dönemlerde hayatımın en ağır ve en hararetli tartışmasını onunla yapmıştım. Yeni bir şey yoktu, babalarımız zaten suçluydu ama ben çocukluğumdan bu yana beslediğim sessiz çığlıklara ilk kez o günlerde ses vermiştim.
-Her şey senin yüzünden oldu!
-Sen baba mısın!
-Anneme neden şiddet uyguladın?
-Mağara adamısın, cahilsin!
Zart-zurt vs.
Yılların birikimi ve 6 ayın takdirini görememek bu tepkimelerimi beraberinde getirmişti. Akabinde ise evi terk ettim, karşıdaki işimden ayrılsam da oradaki evimde hâlâ barınabiliyordum ve bu olayın üzerine diğer yakaya geçip iki gün orada kalmayı tercih etmiştim. Ta ki Oğuzhan beni karşısına alıp eve dönmeme ikna edene kadar. Evet, tüm bu yaşananların olağan olduğunu söyleyip beni ikna etmeyi başarmıştı.
*****
“𝗕𝗮𝗯𝗮𝘆𝗹𝗮 ı𝗹ı𝗺𝗹ı 𝗿ü𝘇𝗴â𝗿𝗹𝗮𝗿”
Bu kin ve nefret daha fazla sürdürülemezdi.
ABD ve Rusya diplomasisi gibi ilerleyen bu sistem ilerleyemezdi. Bizde Türkiye ve Rusya gibi olmaya karar verdik. Yani ben öyle istedim. Yine ben onu seviyor değilim, baba demek bile içimden gelmiyor ama aynı mevzide yaşıyor ve bu da bir şekilde de olsa anlaşmayı gerektiriyordu. Diplomasi kanalını değiştirdiğim günden beri (Şubat) artık daha ılımlıyız. Hak ettiği için değil, sürecin işleyişi açısından bu durumun daha sağlıklı olacağı fikrine tâbi olduğum için böyleyiz.
****
“Ü𝗻𝗶𝘃𝗲𝗿𝘀𝗶𝘁𝗲𝘆𝗲 𝗱ö𝗻üş 𝘃𝗲 𝘆𝗼𝗹 𝗮𝘆𝗿ı𝗺ı”
Bundan sonrasında ne olacaktı?
Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor ama patinaj yapmaya devam ediyordum. O evrede Hüseyin Hocam, okula dönmekle başka bir TV kanalına girmek arasında tercih yapmam gerektiğini söylüyordu. Seçim zordu! Medya sektörü müthiş bir alan ama stresliydi. Üniversite demek ise düzenimin olmadığı bir şehre gidip yeni bir hayat inşa etmek anlamı taşıyordu. Ama bir şey vardı ve ben olanı/olağanı abartıyordum. Önce zoraki de olsa Karar TV ve ardından Ulusal Kanal ile iş görüşmesi gerçekleştirdim. İlkine giremedim, (Beğendiler ama farklı bir tecrübe arıyorlar) ikincisini ise ben reddettim! Neden? Sözüm ona onlarla çalışamazdım. Bazen profesyonel bakamıyorum işte, herkesle oturur konuşur, her konunun mütalaasını yapabilirdim fakat bir kurumun tasvip etmediğim yayın politikasını Türkiye’ye duyuramazdım! Düstur. Öte yandan terapistim Hüseyin Kaçın’ın iki önermesi arasında karar vermem gereken o evrede iki ay boyunca terapilere katılmadım. Stres anında baskıya gelemiyordum. (halbuki baskı yok, kaçınma var) O iki ayın ardından katıldığım birkaç terapi sonrası ise kararımı vermiş ve Hocam Kaçın’a telefon açarak şunu söylemiştim:
Ü𝐧𝐢𝐯𝐞𝐫𝐬𝐢𝐭𝐞𝐲𝐞 𝐝ö𝐧ü𝐲𝐨𝐫𝐮𝐦!
*****
“𝗬𝗲𝗻𝗶 𝗯𝗶𝗿 𝗵𝗶𝗸𝗮𝘆𝗲”
Oğuzhan’la olan münasebetim tıpkı onun da benim gibi işten ayrılmasının ardından farklı bir hâl almaya başladı. Bana kattıklarına saygım var ve karşılığında bu diyeti ödeme ihtiyacı hissedermişcesine ona editör olarak işe girme imkanı sundum. CV’sini dahi ben hazırlamıştım. Ve fakat o andan sonra bazı tabular yıkılmaya yüz tuttu. Ne zamanki onun hayatına müdahil olup yön vermeye kalktım, işte o an güçlü olduğumu hissettiğim an oldu ve artık zihnimdeki Oğuzhan İmparatorluğu yerle yeksan olmaya başlamıştı. Ve dahası bu tecrübe bana bir şey daha öğretmiş olacaktı: 𝗦𝗮𝗽𝗹𝗮𝗻𝘁ı𝗹𝗮𝗿𝗱𝗮𝗻 𝘃𝗮𝘇𝗴𝗲ç𝗺𝗲𝘆𝗶!
*****
İlk kez bir erkekten bu kadar güçlü olduğumu hissetmiştim. Bana muhtaç olduğunu görüyordum, aksi takdirde başı boş gezen bir insan olarak hayatına devam edecekti. Bir erkeğin işsiz kalmaktan daha büyük bir derdi varsa o da bize ait olandır herhâlde.
Neyse, demek ki olay bendeki gücü ortaya çıkarmakla ilgiliymiş. Neymiş, o silikmiş sen değilmişsin. Oldu mu, hem de çok güzel oldu. Hor görmek değil olay, durum tespiti yapıyorum, sadece.
*****
Üniversite’ye dönüyordum sahi.
Ama öncesinde bir şey oldu.
Buğra isimli bir arkadaşla tanışmıştım.
Şu aşamada iyi ki var dediğim bir arkadaş/dost/kardeş. Hem başarılı hem de hayata farklı bir perspektiften bakan bir isim. Benim gibi. Ama şunu söylemeliyim ki kesinlikle vitrin farkı var aramızda. O daha materyalist bir yapıya sahipken ben daha maneviyatçı bir kimliğe aitim. Farklılıklarınsa zenginlik olduğu bir iklimde hissediyorum ilk kez, kendimi. Her tanışmanın ve devamında süregelen birlikteliklerin gerekliliğine inanan bir birey olarak daha olumlu bir sürece sevk olunduğumu hissediyorum. Onun ise kendi sürecini aşacağından zerre şüphem yok. Umuyorum ben de ona bir noktada faydalı olacağım.
*****
Ondan edinmek istediğim şeyse duygusal olmamayı başarmaktı ve itiraf etmeliyim ki bu da bana göre bir güç! Ve ben artık o gücü saplantı haline değil, ilk defa örnek bir vaziyete indirgiyorum. Yani tapmıyorum, sadece hâl ediyorum. Müthiş bir durum bu benim için. En nihayetinde kolay gelmediğim bir noktadayım.
*****
sᴏɴᴜç:
Hüseyin Hoca’yla beraber yürüttük biz bu süreci. Ümraniye’den Küçükçekmece’ye uzanan koskoca bir hikaye. Akabinde yaşananlar. Dün, bugün ve yarın. Hayatımın en kıymetli, en önemli ve en en enlerini yaşadığım son 1 yılın özeti. Erkek erkeğe hetero iletişimin gücünü kullanarak ve medya sektöründe gösterdiğim olağanüstü gayretlerimle ”eşcinselleşmeye ve obsesyonlara” hayır dedim! Geldiğim noktada şu an benden daha güçlü, daha karizma bir erkekse tanımıyorum. En güçlüsü olduğumu hissediyorum. Çünkü bu noktaya farklı bir mecradan gelen yegane kişiyim! Nasıl ama başarı değil mi? Bana göre başarı olduğuna göre gerisinin bir önemi yok. Rica ederim, dik kafalı ve hırslı olmak hakkım! Benim yaşadıklarımı hiç kimsenin yaşamadığı gerçeğinin farkındalığı karşısında bu noktaya kadar aldığım yolun verdiği gücü ise hissediyorum. Ve ben bu vesileyle bana iyiliği, sevgiyi ve dostluğu öğreten Hüseyin Kaçın’a bir kez daha teşekkür ediyorum.
Eyvallah.
*****
𝗕𝗮ş𝗹𝗮𝗻𝗴ıç: 𝗧𝗩𝟱 𝗧𝗲𝗹𝗲𝘃𝗶𝘇𝘆𝗼𝗻𝘂
Tam da geçen yıl bu ay (Mayıs) başladığım ve medya sahasında 6 ay boyunca edindiğim tecrübelerim büyük ölçüde bir kırılma noktası oldu benim için.𝗬𝗲𝗽𝗽𝗽! 𝗞𝗶𝗺𝘀𝗲𝗻𝗶𝗻 𝘆𝗮ş𝗮𝗺𝗮𝗱ı𝗸𝗹𝗮𝗿ı𝗻ı 𝘆𝗮ş𝗮𝗱ı𝗺 𝗯𝗲! 𝗛𝗲𝗺 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗲𝗿𝗲𝗸 𝗵𝗲𝗺 𝗱𝗲 𝗯𝗶𝗿 𝗧𝗩 𝗸𝗮𝗻𝗮𝗹ı𝗻𝗱𝗮 𝗧ü𝗿𝗸𝗶𝘆𝗲’𝗻𝗶𝗻 𝗲𝗸𝗿𝗮𝗻ı𝗻𝗮 ö𝘇𝗴ü𝗻 𝗵𝗮𝗯𝗲𝗿 ü𝗿𝗲𝘁𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗛𝗮𝗯𝗲𝗿 𝘀𝗲𝘀𝗹𝗲𝗻𝗱𝗶𝗿𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗣𝗿𝗼𝗴𝗿𝗮𝗺 𝘆ö𝗻𝗲𝘁𝗺𝗲𝗸 𝗻𝗲 𝗱𝗲𝗺𝗲𝗸! 𝗛𝗲𝗽𝘀𝗶𝗻𝗶 𝗯𝗲𝗻 𝗯𝗮ş𝗮𝗿𝗱ı𝗺, 𝗯𝗲𝗻! Bu zamana kadar hiç böyle yüksek perdeden kutlamamıştım kendimi ama bunları da yapmak, görmek ve kendini tam da bu şekilde takdir etmek gerekiyor ya işte. Benim yaptığım da bundan ibaret.
*****
En başında televizyonda birtakım kırılmalar yaşadım, daha geçtiğimiz yılın aynı ayında sağlıklı hiçbir sosyal ilişkim, iş tecrübem olmadığı için kırılmalar olarak tarif ettiğim “insanlardan kaçınma” olayını çok çok tabii olarak yaşadım. En az 2-3 kırılma noktası geçirdim ve atlattım. En zorlandığım kırılmalar/noktalar; “insanlardan iş öğrenmek, günlük toplantılara katılmak ve otoriteyle iletişim kurmaktı.” Korkuyordum... Meğer kendimden korkuyormuşum, insanlarda kaçınılacak bir durum yoktu çünkü. Ulan Eren diyorum şimdi. Neyin kafasını yaşamışsın be hocam. (Gülüyor) Orada 3 ay içindeyse tüm bu sorunları çözdüm. Nasıl mı? Psikolojide maruz kalma kuramı var. Gerçekten bir ortamda neye maruz kalıyorsanız zaman içinde bilinçli/bilinçsiz bulunduğunuz kalıbın şeklini alıyorsunuz. Benim çözümlerim tam da bu kurama maruz kalarak gerçekleşti. Evet, bir şey bilmemek ve bilmediğini söylemek, benim için korkunç bir şeydi ama zamanla Haber Merkezinde tıpkı benim gibi işe yeni başlayan acemileri gördükçe “bilmemenin değil, öğrenmemenin ayıp olduğu” gerçeğiyle karşılaştım ve bunu iliklerime kadar hissettim. Artık orada her şeyi sorarak öğreniyor ve ilerliyordum.
******
Ç𝗮𝗹ışı𝗿𝗸𝗲𝗻 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗺𝗲𝗸 𝗺𝗶 𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹𝗹𝗲ş𝗶𝗿𝗸𝗲𝗻 ç𝗮𝗹ış𝗺𝗮𝗸 𝗺ı? Ben ikincisi için oradayken birinci yöntemle geliştirdim kendimi. Her hâlükârda bir taşla iki kuş vurmuş olacaktım. Vaaav! Ve 𝗧𝗮𝗺 𝗱𝗮 𝗯𝘂 𝗻𝗼𝗸𝘁𝗮 𝘀𝗮ğ𝗹ı𝗸𝗹ı 𝗯𝗶𝗿 iş-𝘀𝗼𝘀𝘆𝗮𝗹 𝗵𝗮𝘆𝗮𝘁ı𝗻 𝗯𝗮ş𝗹𝗮𝗻𝗴ı𝗰ı 𝗮𝗱ı𝗻𝗮 𝗶ş𝗮𝗿𝗲𝘁 𝗳𝗶ş𝗲ğ𝗶𝘆𝗱𝗶.
Hoooop! Açalım. Aylar geçtikçe ve iş tecrübem arttıkça insanlara iş disiplini içerisinde emir vermeye başladım.
-Haberler rejiye atılsın!
-Görselin eksik, acil tamamla!
-Filanca haberi seslendirin!
-Nasıl hazır olmaz ya!
Ne oluyordu? Ne oluyoru mu var, güç kazanıyorsun, kendindeki gücün keşfine çıkıyorsun. Her gün, işleyen demir ışıldar misâli, parlıyordum! İnanabiliyor muyum (artık evet) koca kanalda Haber Merkezi ve Reji Editörlüğünü artık tek başıma yönetebiliyorum!
Kim? Ben! ʙᴀşᴀʀı.
*****
𝐆𝐞𝐥𝐢ş𝐦𝐞: 𝐎ğ𝐮𝐳𝐡𝐚𝐧 𝘃𝗲 𝗶ş𝘁𝗲𝗻 𝗮𝘆𝗿ı𝗹𝗺𝗮 𝘀ü𝗿𝗲𝗰𝗶!
TV5 Televizyonunda ilk 3 ayımı doldurmuştum. Haber yazmayı, özgün içerikler üretmeyi tam manasıyla öğrenmiş ve hatta sesimin güzel olduğu ileri sürülerek haber seslendirmeye yönlendirilmiştim. O kısım gittikçe ivme kazanırken tüm bunların gölgesinde dışarıda da bir hayat hüküm sürüyordu. Genellikle 09-17 mesaisi tamamlandıktan sonra yemek yemeye pek hâlim kalmıyor, (tecrüben arttıkça mümkün değil, elin boş kalmaz) ama buna rağmen eve yürüyordum. (𝟮𝟱 𝗱𝗸) Minibüs, dolmuş vs. nefret ederim. Aşağılık vasıtalar gibi gelir bana hep. Devam...: Sefaköy’de mesai sonrası ve haftasonları hep bir dinlenmek istediğim şirin, nezih bir mekân aradım. Ama mekân arayayım derken 6 ayıma mâl olan kaderimi bulmak mı? Aklıma gelmezdi. Bir Helvacı’da tanıştım onunla. Evet, Oğuzhan. Ardında bir güç olduğunu zannettiğim en büyük yanılgım ama dönemin en büyük yoldaşı. Bulmacalarda soldan sağa, yukarıdan aşağı kayı boyundan gelmiş kimse.
*****
“𝗡𝗲 𝘆𝗮ş𝗮𝗱ı𝗸?”
Hayatımda ilk kez hemcinsimden biriyle erkek erkeğe ve erkekçe şeyler yapabiliyorduk. Futbol, siyaset, iş hayatı, kız-erkek ilişkileri hakkında ilk kez biriyle bu kadar derin konuşabiliyor, uzunca sohbet edebiliyorduk. Yanlış anlaşılmasın, çokça kişiyle konuşuyordum, iletişimi seven ve tercih eden bir bireyim ama anlatmak istediğim nokta “erkekçe ilk kez böyle bir hukuka varıyor ve bana böylesine bir hukukun erkeksilik katması olayını belki de ilk kez yaşıyordum.”
Güç, güç ve güç!
*****
“𝗢 𝗱𝗮 𝘀𝗼𝗿𝘂𝗻𝗹𝘂 𝗯𝗶𝗿 𝗯𝗶𝗿𝗲𝘆”
Evet, onun da kendince sorunları vardı ve öyle ki benimle tanışıyor olmasından duyduğu memnuniyeti “22 yıldır neredeydin?” sözleriyle okuyabilmek mümkündü. Benim ise ona karşı en başta söylediğim sözler, ondan alacaklarımın işareti gibiydi: “Ö𝗳𝗸𝗲 𝗻𝗲𝗱𝗶𝗿, 𝗯𝗶𝗹𝗺𝗲𝗺. 𝗦𝗲𝗻𝗱𝗲𝗻 𝗲𝗿𝗸𝗲𝗸ç𝗲 ö𝗳𝗸𝗲𝗹𝗲𝗻𝗺𝗲𝗻𝗶𝗻 𝗻𝗲 𝗼𝗹𝗱𝘂ğ𝘂𝗻𝘂 𝘇𝗮𝗺𝗮𝗻 𝗶ç𝗲𝗿𝗶𝘀𝗶𝗻𝗱𝗲 öğ𝗿𝗲𝗻𝗲𝗰𝗲ğ𝗶𝗺!”
Oğuzhan’a zamanla maruz kalarak erkekliğime dair ıskaladığım her duyguyu tattım, yaşadım. Öfkeyse öfke! Atarsa atar! Giderse gider! Adamına göre muamele! Artık o çokça nazik, pek de kırılgan Eren gitmiş yerine ise daha erkek nezaketli ve duygusal anlamda kırılması güç bir Eren gelmişti.
ʙᴀşᴀʀı.
*****
“𝗦𝗮𝗻𝗸𝗶 𝗯𝗶𝗿𝗯𝗶𝗿𝗶𝗺𝗶𝘇𝗲 𝗲𝗸𝘀𝗶𝗸 𝗻𝗼𝗸𝘁𝗮𝗹𝗮𝗿ı𝗺ı𝘇ı 𝗼𝗻𝗮𝗿𝗺𝗮𝗺ı𝘇 𝗶ç𝗶𝗻 𝗴ö𝗻𝗱𝗲𝗿𝗶𝗹𝗺𝗶ş 𝗧𝗮𝗻𝗿ı’𝗻ı𝗻 𝗯𝗶𝗿𝗲𝗿 𝗮𝗿𝗺𝗮ğ𝗮𝗻ı𝘆𝗱ı𝗸.”
*****
Tanrı mı Sanrı mı?
Tanrılaştırdığım sanrılar vardı. Benim adıma Oğuzhan da bunlardan bir tanesiydi. Onda gördüğüm güç olgusu; kız arkadaşının olması, maço bir yapıya sahip olması ve tüm bunların ötesinde bu özelliklerine beyefendilik vitrininin süs olması. Ötesi, tam da benim edinmek istediğim bir profil. Beyefendi, erkeksi, güçlü!
Onun bana kattığı bir şeyler varsa o da yukarıda saydığım özelliklerden başkası değildi. Bu vasıfları kaptım, onun bana yaptığı iyiliklerin ise bilinç düzeyinde olmamasına karşılık ben de içimden teşekkür etmekle yetiniyorum.
*****
“İş𝘁𝗲𝗻 𝗮𝘆𝗿ı𝗹𝗺𝗮 𝘀ü𝗿𝗲𝗰𝗶”
Tamamen duygusallık. Aşk zannettiğim sanrılar... Zamanla tanrılar haline geldi.
Bugün anlamlandıramadığım ama o günlerde sıkı sıkıya inandığım güçle yatıp kalkıyordum artık. Dedim ya maço, sert ama beyefendi. Yanisi, sadece onu düşünüyor ve onun yanında olursam güçlü olurum zannediyordum ama olayı aşklaştıracağımı hesap etmemiştim. Koskoca bir yalan aslında, aşk diye bir şey yoktu. Güç vardı, o da bir yanılgıydı. Ne gücü be, hadi oradan! Tüm bunların bedeliniyse uykusuz gecelerle, ağlayan yüreklerle ödedim. Ve ben yalandan bir aşk dahi olsa sevmeyi işte o zaman öğrendim.
ʙᴀşᴀʀı
*****
İşten ayrılma süreci ise bir oldubittiye geldi. Bir gün yine TV5 Televizyonuna geldim, her zamanki gibi çalışma masama oturdum. Haber taraması yapmam gerekiyordu ama çalışamayacağımı fark ettiğim o an (Ekim) önümüzdeki ayların çok farklı geçeceğini bana hissettirmeye başlamıştı bile. Neden çalışamıyordum? Duygusallığın gözü kör olsun! En büyük üzüntüm bu, eğer şu anki aklım olsaydı belki de başka bir kanala sunucu olarak transfer oluvermiştim ama neyin ne getirip ne götüreceğini öngöremeyeceğimiz için bugün pişmanlık yaşamıyorum. Evet, mantık kaybı olarak nitelendirdiğim duygusallığa yenik düşmüş ve Haber Müdürümün tüm ikna çabalarına rağmen işten ayrılmıştım. “Sefaköy ve TV5” hikayesi sona ermişti. Bundan sonrası için ne olacağına dair ise bir fikrim yoktu ama aile evine dönmek iyi bir fikir kesinlikle değildi. Çok geçmeden, son dönemde yaşadığım ayrılıkların, değişen düzenin acısını babama karşı bir silah olarak kullandım. O dönemlerde hayatımın en ağır ve en hararetli tartışmasını onunla yapmıştım. Yeni bir şey yoktu, babalarımız zaten suçluydu ama ben çocukluğumdan bu yana beslediğim sessiz çığlıklara ilk kez o günlerde ses vermiştim.
-Her şey senin yüzünden oldu!
-Sen baba mısın!
-Anneme neden şiddet uyguladın?
-Mağara adamısın, cahilsin!
Zart-zurt vs.
Yılların birikimi ve 6 ayın takdirini görememek bu tepkimelerimi beraberinde getirmişti. Akabinde ise evi terk ettim, karşıdaki işimden ayrılsam da oradaki evimde hâlâ barınabiliyordum ve bu olayın üzerine diğer yakaya geçip iki gün orada kalmayı tercih etmiştim. Ta ki Oğuzhan beni karşısına alıp eve dönmeme ikna edene kadar. Evet, tüm bu yaşananların olağan olduğunu söyleyip beni ikna etmeyi başarmıştı.
*****
“𝗕𝗮𝗯𝗮𝘆𝗹𝗮 ı𝗹ı𝗺𝗹ı 𝗿ü𝘇𝗴â𝗿𝗹𝗮𝗿”
Bu kin ve nefret daha fazla sürdürülemezdi.
ABD ve Rusya diplomasisi gibi ilerleyen bu sistem ilerleyemezdi. Bizde Türkiye ve Rusya gibi olmaya karar verdik. Yani ben öyle istedim. Yine ben onu seviyor değilim, baba demek bile içimden gelmiyor ama aynı mevzide yaşıyor ve bu da bir şekilde de olsa anlaşmayı gerektiriyordu. Diplomasi kanalını değiştirdiğim günden beri (Şubat) artık daha ılımlıyız. Hak ettiği için değil, sürecin işleyişi açısından bu durumun daha sağlıklı olacağı fikrine tâbi olduğum için böyleyiz.
****
“Ü𝗻𝗶𝘃𝗲𝗿𝘀𝗶𝘁𝗲𝘆𝗲 𝗱ö𝗻üş 𝘃𝗲 𝘆𝗼𝗹 𝗮𝘆𝗿ı𝗺ı”
Bundan sonrasında ne olacaktı?
Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor ama patinaj yapmaya devam ediyordum. O evrede Hüseyin Hocam, okula dönmekle başka bir TV kanalına girmek arasında tercih yapmam gerektiğini söylüyordu. Seçim zordu! Medya sektörü müthiş bir alan ama stresliydi. Üniversite demek ise düzenimin olmadığı bir şehre gidip yeni bir hayat inşa etmek anlamı taşıyordu. Ama bir şey vardı ve ben olanı/olağanı abartıyordum. Önce zoraki de olsa Karar TV ve ardından Ulusal Kanal ile iş görüşmesi gerçekleştirdim. İlkine giremedim, (Beğendiler ama farklı bir tecrübe arıyorlar) ikincisini ise ben reddettim! Neden? Sözüm ona onlarla çalışamazdım. Bazen profesyonel bakamıyorum işte, herkesle oturur konuşur, her konunun mütalaasını yapabilirdim fakat bir kurumun tasvip etmediğim yayın politikasını Türkiye’ye duyuramazdım! Düstur. Öte yandan terapistim Hüseyin Kaçın’ın iki önermesi arasında karar vermem gereken o evrede iki ay boyunca terapilere katılmadım. Stres anında baskıya gelemiyordum. (halbuki baskı yok, kaçınma var) O iki ayın ardından katıldığım birkaç terapi sonrası ise kararımı vermiş ve Hocam Kaçın’a telefon açarak şunu söylemiştim:
Ü𝐧𝐢𝐯𝐞𝐫𝐬𝐢𝐭𝐞𝐲𝐞 𝐝ö𝐧ü𝐲𝐨𝐫𝐮𝐦!
*****
“𝗬𝗲𝗻𝗶 𝗯𝗶𝗿 𝗵𝗶𝗸𝗮𝘆𝗲”
Oğuzhan’la olan münasebetim tıpkı onun da benim gibi işten ayrılmasının ardından farklı bir hâl almaya başladı. Bana kattıklarına saygım var ve karşılığında bu diyeti ödeme ihtiyacı hissedermişcesine ona editör olarak işe girme imkanı sundum. CV’sini dahi ben hazırlamıştım. Ve fakat o andan sonra bazı tabular yıkılmaya yüz tuttu. Ne zamanki onun hayatına müdahil olup yön vermeye kalktım, işte o an güçlü olduğumu hissettiğim an oldu ve artık zihnimdeki Oğuzhan İmparatorluğu yerle yeksan olmaya başlamıştı. Ve dahası bu tecrübe bana bir şey daha öğretmiş olacaktı: 𝗦𝗮𝗽𝗹𝗮𝗻𝘁ı𝗹𝗮𝗿𝗱𝗮𝗻 𝘃𝗮𝘇𝗴𝗲ç𝗺𝗲𝘆𝗶!
*****
İlk kez bir erkekten bu kadar güçlü olduğumu hissetmiştim. Bana muhtaç olduğunu görüyordum, aksi takdirde başı boş gezen bir insan olarak hayatına devam edecekti. Bir erkeğin işsiz kalmaktan daha büyük bir derdi varsa o da bize ait olandır herhâlde.
Neyse, demek ki olay bendeki gücü ortaya çıkarmakla ilgiliymiş. Neymiş, o silikmiş sen değilmişsin. Oldu mu, hem de çok güzel oldu. Hor görmek değil olay, durum tespiti yapıyorum, sadece.
*****
Üniversite’ye dönüyordum sahi.
Ama öncesinde bir şey oldu.
Buğra isimli bir arkadaşla tanışmıştım.
Şu aşamada iyi ki var dediğim bir arkadaş/dost/kardeş. Hem başarılı hem de hayata farklı bir perspektiften bakan bir isim. Benim gibi. Ama şunu söylemeliyim ki kesinlikle vitrin farkı var aramızda. O daha materyalist bir yapıya sahipken ben daha maneviyatçı bir kimliğe aitim. Farklılıklarınsa zenginlik olduğu bir iklimde hissediyorum ilk kez, kendimi. Her tanışmanın ve devamında süregelen birlikteliklerin gerekliliğine inanan bir birey olarak daha olumlu bir sürece sevk olunduğumu hissediyorum. Onun ise kendi sürecini aşacağından zerre şüphem yok. Umuyorum ben de ona bir noktada faydalı olacağım.
*****
Ondan edinmek istediğim şeyse duygusal olmamayı başarmaktı ve itiraf etmeliyim ki bu da bana göre bir güç! Ve ben artık o gücü saplantı haline değil, ilk defa örnek bir vaziyete indirgiyorum. Yani tapmıyorum, sadece hâl ediyorum. Müthiş bir durum bu benim için. En nihayetinde kolay gelmediğim bir noktadayım.
*****
sᴏɴᴜç:
Hüseyin Hoca’yla beraber yürüttük biz bu süreci. Ümraniye’den Küçükçekmece’ye uzanan koskoca bir hikaye. Akabinde yaşananlar. Dün, bugün ve yarın. Hayatımın en kıymetli, en önemli ve en en enlerini yaşadığım son 1 yılın özeti. Erkek erkeğe hetero iletişimin gücünü kullanarak ve medya sektöründe gösterdiğim olağanüstü gayretlerimle ”eşcinselleşmeye ve obsesyonlara” hayır dedim! Geldiğim noktada şu an benden daha güçlü, daha karizma bir erkekse tanımıyorum. En güçlüsü olduğumu hissediyorum. Çünkü bu noktaya farklı bir mecradan gelen yegane kişiyim! Nasıl ama başarı değil mi? Bana göre başarı olduğuna göre gerisinin bir önemi yok. Rica ederim, dik kafalı ve hırslı olmak hakkım! Benim yaşadıklarımı hiç kimsenin yaşamadığı gerçeğinin farkındalığı karşısında bu noktaya kadar aldığım yolun verdiği gücü ise hissediyorum. Ve ben bu vesileyle bana iyiliği, sevgiyi ve dostluğu öğreten Hüseyin Kaçın’a bir kez daha teşekkür ediyorum.
Eyvallah.