İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 270 271 [272] 273
4066
Bülent Akyürek'in "kişisel gerileyiş kitabı"

"Gayret bizden, tevfik Allah'tan" mı diyorsunuz? "Nasip"li, "kısmet"li, "kader"li mi konuşuyorsunuz? Hayırlısı ne ise onun olmasını mı diliyorsunuz? Her hâlükârda takdir-i ilahiye boyun mu eğiyorsunuz? Öyleyse siz, nefsini şahlandıran her insanın mutlaka ama mutlaka "başarılı, güç sahibi, zengin" olacağını vazeden ve buna tevessül etmeyenleri keriz ilan eden bazı "kişisel gelişim" gurularının tefe koyduğu insanlardansınız. Bunlar kadere inanmayı ve mütevekkil olmayı ayıp sayarlar. Derler ki: "İyi ya da kötü, yaşadığınız her şey değişmeyen, kaçınılmaz yasanın bir sonucudur ve bu yasayı yöneten de yalnızca sizsiniz… Zenginlik ve başarı doğuştan hakkınız ve yaşamınızın her alanında, büyük olasılıkla hayal edebileceğinizden daha zengin olmak için anahtarı elinizde tutuyorsunuz; istediğiniz bütün iyi şeyleri hak ediyorsunuz ve hayatınıza çağırmayı bildiğiniz takdirde evren hak ettiğiniz bu güzellikleri size verecek… İnandığımız, kabullendiğimiz ve güvenle beklediğimiz her şeye sahip oluruz…"

Bülent Akyürek, ortalığı kasıp kavuran "kişisel gelişim" furyası hakkında bir kitap yazdı. "Kişisel gelişim"i yerin dibine batıran bir "kişisel gerileyiş kitabı". Sert bir kitap. Yakıcı bir kitap. Kurunun yanında belki yaşı da yakan, ama "kişisel gelişim" kültünü tartışmaya açmakla çok iyi eden bir kitap. Adı: "İçinizdeki Öküze Oha deyin!" Hülasası: "Kişisel Gelişim Şeytanları, Kur'an'ı tersten okuyup yorumlayarak modern dünyanın yeni dini olmaya çalışıyorlar… Yabancı dillerden çevrilen kişisel gelişim kitapları, bizim kültürümüze ve insanımıza uygunluğuna bakılmadan bolca reklamı yapılarak okutturuluyor. Çevrilen kitapları okuyup özümseyenlerin, bizim ülkemizde sevilen değil, nefret edilecek adamlar olacaklarını bilmiyorlar mı? 'İçindeki Devi Uyandır, İçindeki Tüccarı Fişekle vs…' kitaplarının binlerce benzeriyle içimizin şeytanlarını serbest bırakmalarına inat, bir Allah'ın kulu da çıkıp; 'İçinizdeki Mümini, dervişi uyandırın!' diyemedi! Sabahları uyanır uyanmaz tüm dünyaya av hayvanı gibi bakan, kazanmaya kilitlenmiş, para avcısı insanlar topluluğuyla nasıl birlikte yaşayacağız? Bunlara nasıl 'Çüş!' diyeceğiz, kim diyecek? 'Milli Çüş Hareketi'ni başlatmakla ne kadar gecikmişim yeni anlıyorum ve bin dört yüz yıl öncesine gidip kaldığımız yerden devam edersek, kaybettiğimiz yüzyılları geri kazanacağımızı sanıyorum…" (İçinizdeki Öküze Oha Deyin!, sayfa 303 / KENTKİTAP, Ankara 2008)

Dediğim gibi, sert bir kitap. Bol miktarda argo da var. Tehlikeli madde.

Hakan Albayrak/ Yeni Şafak

4067
Şiir / Ynt: ÜŞÜYORUM (Muhsin YAZICIOĞLU)
« : 28 Mart 2009, 06:54:06 ös »
Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı.Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...

Bugün perşembe; 26 Mart Perşembe.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun bindiği helikopterin enkazına, neredeyse 24 saatten beri ulaşılamadı; modern zamanların en şeddâdî iz ve sinyal takib etme teknikleri bir işe yaramadı. Yüzlerce insan, bilmem kaç helikopter ve uçak seferber... Haber yok! Kulağımızda İHA muhabiri İsmail Güneş'in gittikçe zayıflayan sesi yankılanıp duruyor,

- Kimseden ses gelmiyor, gelmiyor. Eyvah çok kötü!..

Saat 13 sularına geldi; hâlâ bir haber alamıyoruz.

Ve saatler geçtikçe bir mucize, şaşırtıcı bir "iyi haber" bekliyoruz ama...

*

18 yaşlarında kocaman çocuklarız. Senelerden 1972. Mevsim güz; içimizde Ankara rüzgârı. Taşralardan Ankara'lara okuyup "büyük adam" olmak için gelip resmî yurtların kasvetli odalarında yalnızlığın çukurlarına düşünce, "anne, anneciğim" diye başımıza yorganı çekip bir güzel ağlamışlığımızın günleri.

Muhsin Yazıcıoğlu'nu ilk defa Veteriner Fakültesi'nde görüyorum; adam 18 yaşında bile efsâne; öyle karizmatik. Yıldırım Beyazıt'taki yurt binasının bahçesinde bir duvar önünde sohbet ediliyor. O günlerde bir "başkan"lık vâkıası var; yurt başkanı, fakülte başkanı: Yazıcıoğlu ya yurdun ya Veteriner'in başkanı.

Bazı insanlar vardır; hep böyledir; vasıflarında lider olmak tabiatı ile doğar, öyle yaşarlar. Muhsin Yazıcıoğlu da öyle. Hep yaşından büyük, hep sorumlu, hep ağır...

Gençlik hâtıralarımı çağırıyorum; onu hep bulunduğu mekânda, insanların ilgi odağı ve çekim merkezi halinde hatırlıyorum. İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Orada Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimad duygusu gelip yerleşiyor.

Ankara'da Hacettepe sırtlarında bir tarafta fakültelerin, öteki yanda kalabalık yolların bulunduğu meydan gibi bir yerdeyiz. Bin kişi var mıyız? Varız. Hacettepe Tıp Fakültesi'nin olduğunu tahmin ettiğim binaların tepesinden aşağıya doğru silah tarrakaları yankılanıyor. Sene 75, belki 76... Kalabalık dalgalanıyor. Mesele nedir? İşgal, boykot, güç gösterisi? Hatırlamak zor. Heyecan yüksek. Polis panzerleri kalabalığı çevreleyip dağılın ikazları yapıyor megafonla.

Orada yüksekçe bir yerde görüyorum onu,

-Dağılmayın, dik durun; ben söylemedikçe bir yere kımıldamayacaksınız, diyor ve ilâve ediyor:

-Yanınızdaki arkadaşınızı polise bırakmayacaksınız. Nasıl geldiysek öyle gideceğiz!

Yine silah sesleri...

- Şimdi İstiklâl Marşı'mızı okuyacağız; rahat, hazır oll!

*

Ülküdaşım, genel başkanım, hemşehrim, arkadaşım...

Günün birinde patronum da oluyor. Ankara'da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinin yayınlandığı Dörtyol semtindeki apartman dairesine uğruyor ara sıra. Dergi yapıyoruz, mizanpaj yapıyoruz, kapak yapıyoruz, sonu "kahrolsun"larla, "yaşasın"larla biten sert yazılar yazıyoruz, pikaj, montaj işleri, ışıklı masalar... Vaktiyle Nihat diye bir arkadaş vardı; o derginin dizgi işlerini görmekte. Kaç ay sürdü bilmiyorum, talebeyim henüz, biraz alacağım birikmiş. Alacağımı veriyor patronum; kaç lira hatırlamıyorum; o parayla Anafartalar'da bir kuyumcudan bir çift altın küpe alıyorum nişanlım için.

O küpeleri her görüşümde yıllardan beri o günleri, onu hatırlıyorum.

*

Saat onbeşe geliyor; bakanlar açıklama üstüne açıklama yapıyorlar. Helikopter sinyal vermiyormuş.

Kelimeler... Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire...

Veya bir Allah'ın kulu olsun da, sırtından pardesüsünü çıkarıp yirmi dört satten beri kar altında, tipi altında hayatla ölüm arasında gidip gelen kazazedelere ümit versin, su versin, söz olsun...

Ne işe yarıyor ki kelimeler?

*

Günün birinde Sivas'tan milletvekili seçiliyor; önceleri, sandık başına bile gitmeyeceğimi işiten eski ülküdaşlarım bana çok şirin bir şaka hazırlıyorlar. Yolda yürürken iki kişi koluma giriyor, bir arabaya bindiriyorlar. Şehir dışında bir yere gidiyoruz, iniyoruz; diyorlar ki, "sen oy vermeyeceğim demişsin; doğru mu?" "Doğru" diyorum, "kimseye oy vermeyeceğim bu seçimde". İçlerinden biri elini beline götürüyor, "Sen yine sözünde durmuş ol; sorarlarsa silah zoruyla oy verdim dersin!"

Gülüyoruz, gülüşüyoruz. İşin ucunda "Muhsin Başkan" var çünkü. O seçimlere koalisyon halinde giriyor sağdaki partiler.

O Meclis'e yakışıyor; Meclis de ona. Sonra partisinden ayrılıp kendi partisini kuruyor. Seçimler, seçimler, seçimler... Karşılaştıkça beni onurlandırmak için "üstad" diye hitab ediyor; ben ona "Başkan".

Karşılaştığımız ilk gün de "başkan"dı; şimdi ve hâlâ yine başkan.

İstatistiklere bakanlar, Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisini tek kişiden ibaret bir küsurat partisi gibi görürler; sayılar böyledir; bu yüzden akıllı adamın biri, "saymalı değil, tartmalı" demiş vaktiyle.

Sayılacak değil, tartılacak adamdır o; tabii özgül ağırlık denilen şeyin terazisi varsa...

*

Nedendir bilmem yıllar geçtikçe ikiye bölünen o iki partinin irice olanına değil de ufak ama sevimli olanına ısındı kalbim. Rahmetli anacığımın vefatında bir evvelkiler kapımı çalmazken Muhsin Başkancılar, fakirhanemize gökten indirilmiş paraşütçü birlikleri gibi akın etmişlerdi de nasıl onurlanmıştım, nasıl içim kabarmıştı...

O gün dedim ki içimden, "ki bunlar kara gün dostlarıdır; salımıza girecek arkadaşlardır; hatırları büyüktür".

*

Saat 16'ya geliyor. Haber yok; bir nefes de mi yok?

Kelimeler, ne işe yararsınız siz; karlı dağların başında bir kibrit kadar olsun ışık olup ısıtmadıktan sonra...

*

Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı. Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...




28.Mart.2009 07:19:15

4068
Şiir / Ynt: ÜŞÜYORUM (Muhsin YAZICIOĞLU)
« : 28 Mart 2009, 02:16:56 öö »
Önceki gün 5 kişiyle birlikte bindiği helikopter düşen ve bugün acı haberi gelen BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 19 Mart günü partisinin Karaman Seçim Bürosu’nda şunları söylemişti:
“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.”


4069
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:07:09 ös »
Bu on bilişsel çarpıtmanın hepsi olmasa bile çoğu depresyona eşlik eder. Aşağıda bunların bir özeti bulunmakta, bu on maddeyi adınız gibi bilmenizde yarar var. Bunlar hayatınız boyunca faydalanacağınız bilgilerdir.

Bu maddeleri daha iyi anlayabilmeniz David Burns'ün hazırladığı bir testi değerlendirelim. Aşağıdaki özeti okurken kendinizi tarif edilen özelliklere sahip bir insan olarak hayal edin. Birden çok cevabı işaretleyebilirsiniz. İlk sorunun cevabını açıklanıyor, bu size yol gösterebilir. Diğerlerinin cevaplarını yazının sonunda bulabilirsiniz. Ama hemen bakmayın. Eminim ki ilk soruda en az bir çarpıtmayı tanımlayabileceksiniz ve bu bir başlangıç olacak.

Bilişsel çarpıtmaların özeti

Ya hep ya hiç düşüncesi : Olayları siyah ya da beyaz olarak kategorize edersiniz. Eğer performansınız azalırsa kendinizi tamamen başarısız bulursunuz.
Aşırı genelleme: Tek bir olumsuz olayı sonu gelmez bir yenilgi kalıbı olarak görürsünüz.
Akıl süzgeci: Tek bir olumsuz detayı seçip onun üzerine yoğunlaşmak
Olumluları değersizleştirme: olumlu şeyleri bu sayılmaz diyerek yok sayma
Sonuçlara atlama: Sonuç olarak birşeyin olumsuz olduğuna dair yorumlar yapma i. Düşünce okuma: Birisinin hakkınızda olumsuz düşündüğünden eminsinizdir bunu doğrulama gereği bile duymazsınız.
ii. Kehanet hataları: Hislerinize dayanarak olayların kötü gideceğine inanmak
Büyütme ya da ufaltma: Olumsuz şeyleri büyütme güzel olanları ise küçültme.
Duygusal ilişkilendirme: Hissettiğiniz şeylerin gerçek olduğunu düşünmek
''Olmalılar''konumu: yapmalıyımlarla kendinizi motive etmeye çalışırsınız ancak engellenmiş hissedersiniz ve paradoksal olarak motivasyonunuz azalır. Sonuç suçluluk duygularıdır.
Damgalamak ve yanlış damgalamak: Bu aşırı genellemenin uç bir örneğidir. Hatanızı tanımlarken sonuna da yani ben başarısız bir insanım diye ekleyiverirsiniz.
10) Kişiselleştirme: Sizin sorumluluğunuzda olmayan bir çok olaydan dolayı kendinizi suçlarsınız.

--------------------------------------------------------------------------------

TEST

1) Bir ev hanımısınız, eşiniz etin biraz fazla pişmiş olduğunu söylediğinde kalbiniz kırılıyor. Ben hiç birşeyi doğru düzgün yapamıyorum, başarısız bir insanım diye düşünmeye başlıyorsunuz. Artık dayanamıyorum, bir köle gibi yaşıyorum ve aldığım ödül bu, seni aptal diyorsunuz. Bu düşünceler sizi kızgın ve üzgün yapıyor. Hangi çarpıtmalar kullanılmış?
a. Ya hep ya hiç düşüncesi
b. Aşırı genelleme
c. Büyütme
d. Damgalama
e. Hepsi

Bu sorunun cevabı hakkında biraz yorum yapacağım. İşaretlediğiniz her cevap doğrudur. Ben başarısız bir insanım derken ya hep ya hiç düşüncesi kullanılıyor. Buna bir son verin. Et biraz kuru olabilir ama bu sizin tamamen başarısız olduğunuz manasına gelmez. Hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyorum dediğinizde aşırı genelleştiriyorsunuz demektir. Artık dayanamıyorum dediğinizde çektiğiniz acıyı büyütüyorsunuz. Eşinizin söyledikleri sizin duymak istedikleriniz değil ama sizin değerinizi ölçen cümleler de değil. Bir köle gibi çalışıyorum ve aldığım tek ödül bu dediğinizde ikinizi de damgalamış oluyorsunuz. Eşiniz bir aptal değil sadece huzursuz ve duyarsız davrandı. Aptallar yoktur aptalca davranışlar vardır. Benzer şekilde kendinizi köle olarak görmeniz de saçmadır. Bu ruh halinin akşam yemeğinin tadını kaçırmasına izin verdiniz.

Teste devam edelim.

2) Bu kendini ölçme testini yapmanızın iyi olacağını söylediğim ilk cümleyi okudunuz. Canınız sıkılmaya başladı ve hayır test falan yapmak istemiyorum, hayatım boyunca can sıkıcı testler yaptım, kitabın bu bölümünü geçmek istiyorum, bu beni sinirlendiriyor o halde bana bir faydasının olacağını düşünmüyorum demeye başladınız. Kullandığınız çarpıtmalar:
a. sonuçlara odaklanmak( kehanet hataları)
b. aşırı genelleme
c. ya hep ya hiç
d. kişiselleştirme
e. duygusal ilişkilendirme

3) Bir üniversitede psikiyatristsiniz. Depresyon hakkında yazdığınız kitabınızla ilgili yeni düzenlemeleri göstermek için editörünüzle buluşmaya hazırlanıyorsunuz. Editörünüz yeterince kibar olduğu halde siz sinirlisiniz ve kendinizi yetersiz hissediyorsunuz, şu düşüncelere sahipsiniz. ''Benim kitabımı seçmekle korkunç bir hata yaptılar, iyi bir iş çıkaramayacağım, bu kitabı asla çarpıcı, taze ve yaşayan bir kitap haline getiremeyeceğim, yazım çok sıkıcı düşüncelerim yeterince iyi değil''.. bilişsel çarpıtmalarınız:
a. ya hep ya hiç
b. sonuçlara odaklanmak
c. akıl süzgeci
d. olumluyu değersizleştirme
e. büyütme

4) Yalnızsınız ve bekarlar için hazırlanmış bir sosyal etkinliğe katılmayı planlıyorsunuz. Geldikten sonra ani bir ayrılma ihtiyacı hissediyorsunuz, gerginsiniz. Aklınıza gelen düşünceler şunlar: ''büyük olasılıkla ilginç insanlar değiller, niye kendime işkence ediyorum, burası kaybetmiş insanlar topluluğu, çok sıkıldım, bu parti sıkıcı olacak..'' kullandığınız çarpıtmalar:
a. damgalamak
b. büyütmek
c. sonuçlara odaklanmak (düşünce okumak ve kehanet hataları)
d. duygusal ilişkilendirme
e. kişiselleştirme

5) Patronunuzdan geçici olarak işten çıkarılabileceğinize dair uyarı aldınız. Çılgına döndünüz ve tutuklaştınız. Şöyle düşünmeye başladınız ''bu dünyanın berbat bir yer olduğunu ispatlıyor, asla rahat bir nefes alamayacağım''. Çarpıtmalar:
a. ya hep ya hiç
b. olumluyu değersizleştirme
c. akıl süzgeci
d. kişiselleştirme
e. ''olmalılar'' konumu

6) Bir konferans vermeye hazırlanıyorsunuz ve kalbinizin çarpmaya başladığıni farkediyorsunuz. Gergin ve sinirli hissediyorsunuz çünkü 'büyük olasılıkla söylemeyi planladığım herşeyi söylemeyi unutacağım, konuşmam yeterince güzel olmayacak, aklım duracak ve kendimi aptal durumuna düşüreceğim'… düşünce hatalarınız:
a. ya hep ya hiç
b. olumluları değersizleştirme
c. sonuçlara odaklanma ( kehanet hataları)
d. ufaltma
e. damgalama

7) Sevdiğiniz kişi hastalandığından dolayı son anda buluşmanızı iptal ediyor, kızgın ve üzgün hissediyorsunuz çünkü şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: ''terk edildim, işlerin bu duruma gelmesinde nasıl bir hata yaptım''…. düşünce yanlışlarınız:
a. ya hep ya hiç
b. ''olmalı'' konumu
c. sonuca odaklanmak (düşünce okumak)
d. kişiselleştirme
e. aşırı genelleme

8) Yazmak zorunda olduğunuz bir rapor var. Her gece başlamaya uğraşıyorsunuz ancak proje gözünüze o kadar zor geliyor ki onun yerine oturup TV seyrediyorsunuz. Kendinizi boğulmuş ve suçlu hissediyorsunuz. Şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: '' o kadar tembelim ki asla bu işi bitiremeyeceğim, bu lanet işi yapamıyorum, bu iş sonsuza kadar sürecek, hiçbir şekilde işler yoluna girmeyecek'' düşünce hataları:
a. sonuca odaklanmak (kehanet yanlışları)
b. aşırı genelleme
c. damgalama
d. büyütme
e. duygusal ilişkilendirme

9) Bu kitabı okudunuz ve bazı metodları uyguladıktan birkaç hafta sonra kendinizi iyi hissetmeye başladınız. Depresyon skorunuz 26dan (ciddi depresyon) 11 e (sınırda depresyon) geriledi. Sonra aniden kötü hissetmeye başladınız ve 3 gün içinde skorunuz 28 e çıktı. Umutsuz ve üzgün hissetmeye başladınız şöyle düşünüyorsunuz 'bu yöntemler bana yardımcı olamayacak, şu andan itibaren kendimi toplamalıyım, bu gelişmeler bir şanstı, daha iyi olduğumu düşündüğümde aslında kendimi aptal yerine koymuş oluyorum, asla iyi olamayacağım'' bilişsel çarpıtmalar:
a. olumluyu değersizleştirme
b. ''olmalı'' konumu
c. duygusal ilişkilendirme
d. ya hep ya hiç
e. sonuçlara odaklanma

10) Diet yapmaya uğraşıyorsunuz. Bu hafta sonu sinirliydiniz ve yapacak hiçbir şeyiniz yoktu, yavaş yavaş durmadan atıştırdınız, dördüncü şeker parçasını yedikten sonra kendi kendinize şöyle düşünmeye başladınız '' ben kendimi kontrol edemiyorum, her hafta diet ve yürüyüş yapma planlarım suya düşüyor, dışardan bir balon gibi görünüyor olmalıyım, bunu yememeliydim ama kendimi durduramıyorum, bütün hafta sonunu domuz gibi yiyerek geçiricem''. Suçluluk duymaya başladınız ve kendiniz daha iyi hissedebilmek için ağzınıza bir avuç dolusu daha şekerleme attınız. Çarpıtmalar:
a. ya hep ya hiç
b. yanlış damgalama
c. olumsuz kehanet
d. ''olmalı'' konumu
e. olumluyu değersizleştirme

CEVAP ANAHTARI

1) A B C D E
2) A B C E
3) A B D E
4) A B C D
5) A C
6) A C D E
7) C D
8) A B C D E
9) A B C D E
10) A B C D E


4070
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:05:01 ös »
DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ ŞEKİLDE HİSSEDERSİNİZ

Yoğun olumsuz düşünceler çoğunlukla bir depresif dönem ya da acı veren bir duyguya eşlik eder. Düşünceleriniz genellikle üzgün olmadığınız dönemlerde daha farklıdır. Zihninizi dolduran olumsuz düşünceler sizi yıpratan duyguların oluşmasına sebep olur. Bu düşünceler sizi yorgun yapar ve yetersiz hissetmenize neden olurlar. Bu olumsuz düşünceler depresyonunuzun en önemli belirtileridir.

Depresif hissettiğiniz her dönemde buna neden olabilecek olumsuz bir düşüncenizi tanımlamaya çalışın. Çünkü büyük olasılıkla bu düşünceler sizin kötü ruh halinizin oluşmasından sorumludur, bunları yeniden yapılandırabilirseniz bu ruh halini değiştirebilirsiniz.

Büyük olasılıkla bu anlatılanlara şüphe ile bakıyorsunuz çünkü otomatik olarak işleyen olumsuz düşünceleriniz artık hayatınızın bir parçası haline gelmiştir. Bu yüzden ben olumsuz düşüncelere otomatik düşünceler diyoruz. Hiçbir çaba harcamanıza gerek kalmadan otomatik olarak zihninize gelirler. Sizin için bu düşünceler yemek yemek kadar doğal ve sıradandır. Düşünmek ve hissetmek arasındaki ilişki şöyledir. Duygularınız olaylara nasıl baktığınızın sonucudur. Bir işi gerçekleştirmeden önce aklınıza getirmek ve anlam vermek nörolojik bir gerçektir. Bir şey hissetmeden önce size ne olduğunu anlamanız gerekir.

Eğer size ne olduğunu doğru anlamış iseniz duygularınız normal olacaktır. Eğer algılamanız bir şekilde bozulmuşsa , duygusal cevabınız da anormal olacaktır. Depresyon bu kategoriye girer. Her zaman aklın durağan çarpıtmalarının bir sonucudur. Bu ruh haliniz kanalı tam ayarlanamamiş radyodan çıkan cızırtılı ses gibidir. Sorun tüplerde ya da transistörde değildir, kötü havadan dolayı radyo istasyonundan radyo dalgaları ulaşamıyordur. Radyonun ayarıyla oynarsanız müzik sesi tekrar berrak gelmeye başlayacak ve depresyonunuz düzelecektir.

Aşağıdaki depresyonunuzun temelini oluşturan on bilişsel çarpıtmayı okuyun. Üzgün hissettiğinizde kendinizi aptal durumuna düşürmekten koruyacaktır.

Bilişsel çarpıtmaların açıklamaları:

Ya hep ya hiç düşüncesi : Bu kişisel özelliklerinizi siyah ya da beyaz iki kategoride değerlendirmenizdir. Örneğin bir politikacı eğer seçimleri kaybederse bir hiç olduğunu düşünüyordu. Sınavdan A almayı hedefleyen bir öğrenci B aldığında tamamen başarısız olduğunu düşünüyordu. Ya hep ya hiç düşüncesi mükemmeliyetçiliğin temelidir. En ufak bir yanlış yapmaktan korkmanıza neden olur çünkü yaptığınız iş mükemmel olmazsa kendinizi kaybetmiş, yetersiz ve değersiz hissedersiniz. Olayları bu şekilde değerlendirmek gerçekdışıdır çünkü hayat seyrek olarak ya bir uçtadır ya da diğer uçta. Örneğin kimse tamamen zeki ya da aptal değildir. Benzer şekilde kimse ne kusursuz şekilde çekici ne de yüzüne bakılmayacak kadar çirkindir. Oturduğunuz odanın döşemesine bir bakın. Mükemmel bir şekilde temiz mi? Yoksa her bir santimetre karesi toz ve pislik içinde mi? Yoksa yeterli derecede mi temiz? Evrende tamamenler yoktur. Eğer yaptıklarınızı tamamen kategorisine sokmaya çalışırsanız beklentileriniz gerçekçi olmadığı için sürekli depresyonda olacaksınız. Ne yaparsanız yapın asla abartılmış istekleriniz karşılanmayacak. Bunun teknik adı ikilikçi düşüncedir. Her şeyi siyah ya da beyaz olarak görürsünüz, gri gölgelere yer yoktur.
Aşırı genelleme: Depresyondaki bir adamın arabasının camına kuş konduğunda bu kuşlar da hep benim pencereme pisliyor diye düşünür. Bu genellemeye verilecek harika bir örnektir. Daha önce ne zaman böyle bir şeyin olduğunu sorsanız yirmi yıl önce diye cevap verir. Reddedilmenin acısı da çoğunlukla genellemeden kaynaklanır. Bunun yokluğunda, kişisel bir küçük düşme üzüntü verici olabilir ama ciddi olarak yıkıcı değildir. Utangaç bir genç adam tüm cesaretini toplayıp kızdan randevu isteyecekti. İlk randevuyu nazikçe reddettiğinde kendi kendine ''asla bir randevu alamayacağını, hiçbir kızın kendisine randevu vermeyeceğini, hayatı boyunca yalnız kalacağını'' düşünmeye başladı. Düşünceleri çarpıtılmaya başlamıştı. Eğer onu bir kere reddettiyse hep reddedecekti, %100 bütün kadınlar reddedecekti, sonsuz kere dünyadaki bütün kadınlar tarafından reddedilecekti.
Akıl süzgeci: Herhangi bir durumda olumsuz bir detaya takılır ve bunu genelleştirirseniz tüm durumu olumsuz algılarsınız. Örneğin depresyondaki bir lise öğrencisi diğer öğrencilerin en yakın arkadaşıyla dalga geçtiklerini duyar. Küplere binmiştir, insanlar ne kadar acımasız ve duyarsızdır. Kendisine karşı da acımasız ve duyarsız davranmış birileri var mıdır diye araştırmaya başlar. Diğer bir durumda ise 100 soruluk bir sınav olurlar 17 soruyu yapamaz ve yapamadığı bu 17 sorudan dolayı kolejden bile atılabileceğini düşünmeye başlar. Notlar açıklanıp sınav kağıtları dağıtıldığında üzerinde bir not vardır.100 sorudan 83 ünü cevapladınız. Bu sene sınıfta alınmış en yüksek not, A+. Depresyonda olduğunuzda olumlu olan hiçbir şeyi göstermeyen bir gözlük takarsınız. Bilincinize çıkmasına izin verdiğiniz tek şey olumsuz düşüncelerdir. Bu gözlüğü taktıkça her şeyi olumsuz olarak algılarsınız. Bunun teknik ismi algıda seçiciliktir. Bu sizi gereksiz üzüntülere sürükleyebilecek kötü bir alışkanlıktır.
Pozitifi değersizleştirme: Depresyondaki insanların yaptığı ilginç şeylerden biri de olumlu şeyleri olumsuza çevirebilmeleridir. Olumlu şeyleri yok saymakla kalmaz bunları da bir şekilde tam aksi gibi göstermeyi başarırsınız: ters simyacılar diyebiliriz bu kişilere. Simyacılar değersiz metallerden altın oluşturma hayalinin peşindeydiler. Eğer depresyondaysanız bunun tam tersi olarak altın eğlenceleri duygusal kurşunlara çevirebilirsiniz. Büyük olasılıkla kendinize nasıl zarar verdiğinizin farkında bile değilsiniz. Buna verilecek günlük örneklerden bir tanesi iltifatlara verdiğimiz cevaplardır. Birisi bizi ya da yaptığımız işi övdüğünde sadece iyi görünmeye çalıştığı için böyle yaptığını düşünürüz. Hemen küçük bir manevra ile yaptığı iltifatı değersizleştiririz ve hayır hiç de öyle değil cevabını yapıştırırız. Eğer her güzel olaya bu şekilde çamur atarsanız tabii ki hayat size sevimli görünmez. Olumlu şeyleri değersizleştirmek, bilişsel çarpıtmaların en yıkıcı olanıdır. Depresyonda olduğunuzda kendinizi değersiz hissettirecek hipotezler arayan bilim adamına dönersiniz. Ne zaman kendinizi değersiz hissettirecek bir kanıt bulsanız ona yapışırsınız. Ne zaman olumlu bir olay olsa bu bir istisna sayılmaz dersiniz. Bunun ödülü yoğun bir sıkıntı, güzel şeylerden mahrum kalmaktır. Bu bilişsel çarpıtmalar ortalama her depresyonda görülse de depresyonun çok farklı formlarında da görülebilir. Örneğin: ciddi bir depresyon nöbetinden dolayı hastanede yatan bir kadın, korkunç bir insan olduğundan dolayı kimsenin onu ciddiye almadığını, hayatta tek başına olduğunu, dünyada ona değer verecek kimsenin olmadığını düşünüyordu. Hastaneden çıktığında ona ilgi gösteren birçok hasta ve sağlık personeli vardı. Düşünebiliyor musunuz bunların hepsini reddetti ve kendisini gerçek hayatta görmedikleri için bu şekilde davrandıklarını söyledi. Hastane dışındaki gerçek insanlar beni asla ciddiye almazlar dedi. Hastane dışındaki onu seven onca arkadaş ve aile bireyini nasıl açıklayacağını sorduğumuzda, 'onlar sayılmaz çünkü gerçek beni bilmiyorlar' diye cevaplamıştı... ''Gördüğünüz gibi doktor, gerçekte benim içim çürümüş, dünyadaki en kötü insan benim, herhangi bir insanın beni bir dakikalığına bile sevmesi imkansız.'' Bu şekilde olumlu şeyleri değersizleştirerek gerçekçi olmayan inançlar oluşturmuştu. Bir başka hastam dünyanın bütün günahlarını kendisinin işlediğini, yeryüzünün en günahkâr kişisinin kendisi olduğunu söylüyordu. Yaşlı bir erkek hastam, maddi varlığı yerinde olmasına rağmen, her şeyini kaybettiğini, tamamen aç ve açıkta kaldığını düşünüyordu. Bu örnekteki kadar uçuk olmasa da sizin de negatif düşünceleriniz hayattaki güzel olayları görmezden gelmenize sebep olabilir. Bu düşünceler sizi hayatın güzelliklerinden uzaklaştırır ve hayatınızı sıradanlaştırır.
Sonuca atlamak: Henüz doğrulanmamış olumsuz sonuçlara hemen atlarsınız. Bunlardan en önemli ikisi düşünce okuma ve kehanet hatalarıdır. Düşünce okuma: Diğer insanların sizi hor gördüğünü düşünüyorsunuz bundan o kadar eminsiniz ki gerçek olup olmadığını araştırmaya bile gerek duymuyorsunuz. Bir konferans veriyorsunuz ve ön sıradaki adam uyukluyor. Bütün geceyi ayakta geçirmişti ve sizin bundan haberiniz yok. Sıkıcı bir konuşma yaptığınızı düşünüyorsunuz. Kendi düşüncelerine dalmış olan bir arkadaşınızın sizi fark etmediği için selam vermeden geçtiğini düşünün. Beni görmezden geldi demek ki artık beni sevmiyor diye düşünmeye başlarsınız. Bu arkadaşınız iş yerinde patronu tarafından azarlandığı için çok üzgün olduğundan dolayı sizinle konuşmak istemiyor olabilir. Kalbiniz kırılmıştır ve sessizliği yorumlamaya başlarsınız. Eskiden beni çok severdi, neyi yanlış yaptım. Daha sonra bu yanlış algılamalara kendinizi geri çekme ya da karşı atakla cevap verirsiniz. Bu ilişkinizin eskisi gibi olmamasına sebep olur. Kehanet hataları: Size sadece felaketleri haber veren bir kristal küreniz vardır. Kötü bir şey olmak üzeredir, bu ne kadar gerçekdışı olsa da siz bundan adınız gibi eminsinizdir. Bir kütüphane memuru gerginlik atakları esnasında sürekli kendi kendine bayılacağını ya da delireceğini tekrarlıyordu. Bu gerçekdışıydı çünkü hayatı boyunca asla bayılmamıştı. Hiç kendinizi bunlar gibi neticeye atlarken bulduğunuz oldu mu? Bir arkadaşınız cevapsız aramanıza zamanında karşılık vermediyse üzgün hissedersiniz ve çağrınızın sizi geri arayacak kadar ilgisini çekmediğini düşünürsünüz. Buradaki çarpıtma? Düşünce okumaya çalışma. Kendinizi kötü hissedersiniz asla onu aramayacağınızı ya da arayıp aramadığını kontrol etmeyeceğinizi, onu tekrar ararsanız kendinizi aptal durumuna düşüreceğinizi düşünürsünüz. Tüm bu negatif düşüncelerden sonra arkadaşınızdan uzaklaşır ve kötü hissedersiniz. Üç hafta sonra arkadaşınızın böyle bir mesaj almadığını öğrenirsiniz. Böyle bir olay başıma geldi. Bir arkadaşımı iki defa cep telefonundan aradım ve telefon çalmasına rağmen açılmadı. Aradan geçen birkaç gün içinde de beni aramadı. 'Normalde beni hemen geri araması gerekirdi, aramızda bir sorun olmalı' diye düşündüm. İçim içimi yemeye başladı. Ne olmuş olabilirdi ki? Neyse günler sonra bir mesaj attım, gelen cevabi mesajda telefonları duymadığını, bir kırgınlığın asla söz konusu olmadığını bildiriyordu.
Aşırı büyütme ya da minimalize etme: Düşebileceğiniz diğer bir tuzak da devleştirme ya da cüceleştirme eğilimidir, çünkü bir olayı ya gereğinden fazla büyütüyorsunuzdur ya da önemsizleştiriyorsunuzdur. Devleştirme genelde kendi hatalarınız, korkularınız, yetersizliklerinizi tanımlarken kullanılır ve bunların önemleri abartılır. ''Aman Allahım bir hata yaptım, ne kadar kötü ne kadar korkunç'' hatalarınıza büyüteçle bakarsınız. Buna aynı zamanda felaket tellallığı da denir. Sıradan olumsuz olayları kabuslardaki canavarlara dönüştürürsünüz. Güçlü yönlerinizle ilgili olarak ise tam tersini yaparsınız büyüteçle tersten bakarak olayları ufaltırsınız. Eğer yetersizliklerinizi büyütür güzel noktaları ise küçültürseniz kendinizi aşağı hissetmeniz kadar doğal bir şey olamaz. Fakat sorun sizde değil taktığınız o yanlış gözlüklerde.
Duygusal ilişkilendirme: Gerçeğin kanıtlanmasında duygularınızı kullanırsınız. Bu çeşit bir ilişkilendirme yanlış yönlendirici olur çünkü duygularınız sizin düşünce ya da inançlarınızı yansıtır. Eğer çarpıtılmışşa ki genelde böyle olur sizin duygularınızın hiçbir geçerliliği yoktur. Buna örnek : 'suçlu hissediyorum o halde kötü bir şey yaptım', '' boğulmuş ve umutsuz hissediyorum demek ki benim benim problemlerimin çözümü yok'', ''kendimi yetersiz hissediyorum demek ki değersiz bir insanım'' , ''canım bir şey yapmak istemiyor o halde bugün bütün gün yataktan çıkmamalıyım''. Duygusal yorumların depresyona büyük katkısı vardır. Çünkü olaylar size olumsuz görünür ve siz de gerçeğin böyle olduğunu düşünürsünüz. Duygusal yorumlar yapmanın diğer bir yan etkisi ise ertelemektir. Masanızı temizlemeyi ''Bu dağınık masayı görmek canımı sıkıyor, temizlemek imkansız'' diye düşünerek erteler durursunuz. Altı ay sonra kendinize küçük bir uyaran verirsiniz ve aslında masayı toplamanın o kadar da zor olmadığını fark edersiniz. Negatif duygularınızın etkisinde kendinize zarar vermişsinizdir.
''Olmalılar'' konumu : Kendinizi bunu mutlaka yapmalıyım diye mi motive ediyorsunuz. Bu sözler sizi baskı altına alan sözlerdir. Çelişkili bir biçimde motivasyonunuzu bozarlar. Eğer bunu çok fazla yaparsanız kendinizi engellenmiş hissedersiniz. Bunu hayatınızda yaygınlaştırırsanız birçok gereksiz duygusal karmaşıklığa neden olur. Eğer sizin yapmalıyımlarınız gerçekle bağdaşmıyorsa suçluluk duygularına neden olur. Beklentilerinizin altında işler yaptıkça kendinizi daha da kötü hissetmeye başlarsınız. Ya gerçekçi olmayan beklentilerinizi azaltacaksınız ya da sürekli kendinizi huzursuz hissedeceksiniz.
Damgalamak ya da yanlış damgalamak: Kişisel damgalama hatalarınızı temel alarak oluşturduğunuz olumsuz kendilik imajınız demektir. Bu genellemenin uç bir örneğidir. Bunun arkasındaki felsefe '' bir adamın değeri yaptığı hatalarla ölçülür''. Kendinizi damgalamak sadece yıkıcı bir davranış değildir aynı zamanda da gerçekdışı bir davranıştır. Yaptığınız tek bir şeyle kendinizi değerlendiremezsiniz. Hayatınız çok çeşitli duygu ve düşüncelerle dolu karmaşık bir süreçtir. Statik değil dinamiğizdir. Kendinizi olumsuz şeylerle damgalamaktan vazgeçin çoğunlukla bunlar basite indirgenmiş ve yanlıştırlar. Eğer diğer insanları damgalamaya başlarsanız bu sizi saldırgan yapar. Sekreterinin yeteneksiz olduğunu düşünen bir patron onu eleştirmek için fırsat kollar hale gelir. Sekreter de patronu duyarsız bir şovenist olmakla suçlar ve her fırsatta ondan şikayet etmeye başlar. En sonunda boğaz boğaza gelirler birbirlerine değersiz olduklarını ispatlayabilmek için fırsat kollamaya başlarlar . Yanlış nitelemede ise olaylar gerçekten farklı ve duygu yüklü olarak yorumlanır. Mesela diyet yapan bir kadın bir tabak dondurma yer, pişmanlık duyar, ne kadar iradesizim diye kendine kızmaya başlar. O kadar mutsuz olur ki dondurmanın geri kalanını da yer !
Kişiselleştirme: Bu çarpıtma, hataların en büyüğüdür. Bütün olanlar sizin hatanızdır ya da sizin yetersizliğinizden kaynaklanır, bunlar sizin sorumluluğunuz olmasa bile. Bir anne çocuğunun karnesinde zayıf görse kendini suçlar ve iyi bir anne olmadığını düşünmeye başlar. Kişiselleştirme sizde suçluluk duygularına neden olur. Tüm dünyanın yükünü sırtlanmaya kalkarsınız. Anne, baba, klinisyen, öğretmen olarak etkileşimde olduğunuz herkesi kontrol etmeye kalkarsınız ama kimsenin sizden böyle bir talebi yoktur. Diğerlerinin yapması gerekenler onların sorumluluğudur, sizin değil. Bir anneyle görüşüyordum. Kızı bilinçli bir şekilde diyet yapıyor ve kilo kaybediyordu. Anne, 'acaba benim hatam ne ki çocuğum yemeden içmeden kesildi' diye düşünüyordu.

4071
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:03:28 ös »
SÖMÜRMEK VE İTİMATSIZLIK

Kandırılmaya karşı bir hassasiyetle dünyaya geliriz, çünkü kandırılmak bir tehdittir. Kandırıldıklarında insanların ne kadar kızgın olduklarını hatırlayın. Sevgilinizin sadık olmaması, arkadaşlarınızın sizi yarı yolda bırakması, verilen bir sözün yerine getirilmemesi hepimizde olumsuz duyguların oluşmasına yol açar.

Eğer depresyondaysak aldatılmaya her yerde rastlayabiliriz çünkü tehdit altındayken beyin hemen sonuca gitme eğilimindedir. Depresyonda olduğumuzda diğerlerinin bize sevimli görünmek için aldatıyor olabileceği ihtimaline karşı daha hassas oluruz. Eğer insanlar bizden herhangi bir nedenden dolayı biraz uzaklaşırsa buna benzer bir sürü yorumlar yaparız. Çünkü depresyonda her türlü tehdide daha da duyarlı hale geliriz.. Temel inanışlarımız bu düşünceleri göz ardı etmemizde bize yardımcı olabilir.

Sömürülmeyle ilgili düşünceler:

İnsanlar yalnızca kendini düşünürler
Eğer insanlar bana karşı iyi iseler mutlaka benden bir şey isteyeceklerdir
İnsanlar kendini daha iyi hissetmek ya da iyi bir insan olarak görünebilmek için rol yaparlar
Eğer ben insanları kullanmazsam onlar beni kullanır
Eğer benim güçsüzlüğümü fark ederlerse beni sömürürler
STATÜ

Daha önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi depresyon kendimizi sosyal olarak nerede gördüğümüz ile de ilgilidir. Kendimizi diğerleri ile eşit mi görüyoruz yoksa daha aşağı mı? Kendimiz kaybedenler in mi yoksa kazananların tarafında mı görüyoruz? İlişkilerin üzerinde etkili olabilmek için yeterli gayreti sarf edecek gücümüz var mı yoksa diğer insanlar bu konuda bizden daha mı etkili? Araştırmalar göstermiştir ki depresyondaki insanlar her zaman diğerlerinin daha güçlü olduğunu düşünürler. Aşağıdakiler kendi statümüzle ilgili temel düşüncelerdir.

Daha düşük bir statüde olmakla ilgili düşünceler

Diğerleriyle kıyaslandığında ben yetersiz, işe yaramaz ve değersiz bir insanım
Dikkate değmez bir insanım
Diğerleri benden daha yetenekli ve daha güçlü
Diğerlerinin benimle ilişki kurmak isteyecekleri kadar çekici ve yetenekli bir insan değilim
İstediğimi elde edebilmek için yeterli güvene sahip değilim
SOSYAL ÇEVRE

İlişki kurma şeklimiz ve bu konudaki düşüncelerimiz depresyon gelişmesinde önemli rol oynar. Aynı zamanda sosyal çevrenin de bunun üzerinde önemli etkisi vardır. Dünyanın bazı bölgelerinde çocuklar beş yaşından önce ölürken, bazı yerlerde bebek ölüm oranı çok düşüktür. Kimimiz ilgili ve sevgi gösteren bir aileye sahipken, diğerlerimiz çocuklarını suistimal eden , alkolik ebeveynlere sahip olabiliriz. Hepimiz çok farklı sosyal çevrelerde yaşarız ve bu sosyal çevre bizim ne çeşit bir strese maruz kaldığımızı, kendimiz ve diğerleri ile ilgili düşünce ve değerlerimizi belirler. Bazı sosyal çevrelerin stres ve depresyonu artırdığına şüphe yoktur. Bazı sosyal çevreler psikolojik olarak zehirlidir.Daha önce de söylediğimiz gibi depresyona yatkınlık diğer insanlarla derdimizi anlatacak kadar yakın ilişki kurmamakla ilgilidir. Düşük özsaygı, yetersizlik, aşağılık, değersizlik duyguları, düşük statü de yatkınlık faktörlerindendir. Kendimize olan güvenin bir kısmını statümüz ve arkadaşlarımızın bize vermiş olduğu değer oluşturur. Bazı insanlar ebeveyn olmanın ve çocuk yetiştirmenin özsaygılarının gelişmesinde yeterli olduğunu düşünürler ama araştırmalar bunun doğru olmadığını göstermiştir. Çocuklarımızı çok seviyor olabiliriz, bize büyük bir mutluluk veriyor olabilirler ancak tüm hayatımızı eve kapanıp onlarla ilgilenerek geçirdiğimizde her zaman yeterince özsaygı elde etmiş olmayız. Çocuklarımıza onların ihtiyaç duyduğu zamanı bolca vermek zorundayız ama hayatta başka heves ve uğraşlara da zaman ayırabilmeliyiz. Orada dinleneceğimiz, kendimizi ifade etmemizi sağlayan uğraş ve hevesler. Ülkemizde çocukları evlenip gittikten sonra depresyona giren çok sayıda ev hanımı vardır.

Depresyonu tetikleyen olaylar genelde bizi boğan, aşan olaylardır. Sevdiklerimizden ayrılmak, işimizi kaybetmek gibi bizi ekonomik olarak zorlayacak bir olay, çocuğumuzun ciddi bir hastalığa sahip olması ya da kişisel başarısızlıklar olabilir. Uzun dönem etkileri olan olaylar bizi ilk adımı atmaktan alıkoyabilir, uçurumun sonuna yuvarlar ve depresyona gireriz. Aniden bitkin hisseder, kontrolü kaybettiğimizi ve kapana kısıldığımızı düşünürüz.

SOSYAL ROLLER

Sosyal psikologlara göre, özsaygımız ve stresimizin büyük çoğunluğu, anne, baba, çalışan, patron, sevgili, öğrenci gibi rollerimizden daha doğrusu ne yaptığımızdan kaynaklanır. Bu sosyal rollerimiz aynı zamanda bize statü, sosyal kabul ve kendine güven sağlıyor. Üzücü olmakla birlikte bugün çocuk yetiştirmek ve ev hanımı olmak, modern toplumda statü oluşturucu bir rol sayılmıyor.

Eğer genç insanlar belirgin rollerden yoksunsalar, kendilerini topluluğun bir parçası olarak hissedemiyorlarsa depresyon geliştirebilirler. Diğerlerine bazı önerilerimizin olduğunu düşünüyorsak, yaptıklarımızdan dolayı takdir ediliyor ve değer görüyorsak, yaptığımız işler kendimize güvenimizi artırıyor ve bize sosyal statü sağlıyor demektir. Mesleğin de hayatımız üzerindeki kontrolümüzde etkisi vardır, geleceği planlayabiliriz, diğer insanlarla etkileşime girme imkanımız doğar. Mesleğimiz olmazsa toplum tarafından istenmediğimizi düşünebilir, planlar yapmakta zorlanabiliriz. Sosyal olarak yalnız bırakılmış hissedebiliriz.

Bazen bir rolümüz diğerlerinin önüne geçer ve bu rolümüzle ilgili başarısızlıklar bizde büyük etkiler yapar. Batı tarzı hayat, doğal olandan giderek uzaklaşıyor ve rekabeti, vahşi bir savaşı öne alıyor. Bu hayat tarzı birçok problemin oluşmasından sorumludur. Çocukların küçücük evlere tıkılmadığı, dışarıda aktif olabilecekleri, arkadaşlarının ve yakınlarının gözlerinin üzerlerinde olabileceği küçük topluluklar şeklinde yaşama taraftarıyız. Genç annelerin bugün olduğu gibi çalışma hayatından tecrit edilmediği bir yaşam şekli. Depresyonun bu kadar sık görülmesinin nedeni anormal sosyal ilişkiler ve hayat tarzlarımızdır.

Sosyal çevrenin depresyon üzerindeki nedenlerini anlatmamızın bir nedeni de depresyonun kişisel zayıflıklardan kaynaklanmadığını gösterebilmektir. Hayatınızda depresyona girmenizi kolaylaştıracak bazı şeyler olabilir. Eğer kendinizi suçlamayı ve yetersiz bulmayı bırakırsanız, değişimi görebilirsiniz.

Niçin kadınlar daha yüksek oranda depresyon riskine sahiptir?
Kadınlar erkeklere oranla 2 ya da 3 kat daha sık depresyona girerler. Bununla ilgili birçok teori vardır.

Biyoloji
Kadınlarda depresyonun daha sık görülmesinin nedeninin üreme biolojisindeki farklılıklardan kaynaklanabileceği düşünülür (bazı hormonların seviyesi gibi). Aynı zamanda kadın ve erkek beynindeki bazı farklılıklardan da kaynaklanıyor olabilir. Duygusal uyarılar kadın ve erkek beyninde farklı değerlendiriliyor olabilir.

Psikoloji
Bu farklılık büyütülürken yaşadığımız sosyalleşme süreçlerindeki farklılıklardan kaynaklanıyor olabilir. Kadınlar biraz daha fedakar olmaları yönünde yetiştirilirler, erkeklere oranla daha az baskın ve yarışmacı olma konusunda eğitilirler. Kadınlarda cinsel istismar oranı erkeklerden daha yüksektir. Kadınların ve erkeklerin olaylarla başa çıkma stratejileri farklıdır (ilişkilerinde sorun varsa kadınlar duygulara odaklanmaya ve kendilerini suçlamaya daha yatkındırlar). Kadınlar daha fazla duyguları ile hareket ederler ve mutsuzluk ve üzüntü hissine daha çabuk kapılırlar ve daha fazla yakın ilgiye ihtiyaçları vardır. Sosyal olarak izole olduklarından dolayı daha kolay mutsuz olurlar. Erkekler daha çok başkalarını suçlama eğilimindedir, üzüntülerini daha az gösterirler (erkekler ağlamaz), çoğu yakınlık ve sevgi ihtiyacını zayıflık olarak görür.

Sosyal faktörler
Depresyon oranlarındaki farklılığın bir başka nedeni de iki cinse sosyal olarak verilmiş farklı rollere bağlıdır. Kadınlara ailede ve toplumda daha fedakar bir rol verilmişken erkeklere baskınlık hatta kadınları suistimal etme hakkı verilmiştir. Evlilik her zaman kadına yardımcı bir durum değildir.

Bazen sağduyu işe yaramaz
Evet bazen sağduyu işe yaramaz. 'Kafanı takma geçer', 'Herşey zamanla düzelir' , 'Canım hayatında her şey yolunda, boşver gitsin' tarzı değerlendirmeler sorunu asla hafifletmez. Şimdi bu konuda bilişsel tedavilerin mucidi ve ustası Aaron T. Beck'ten bir okuma yapalım : 'Her zaman yaşama büyük bir tutkusu olan, kendisiyle ve başarılarıyla gurur duyan, çocuklarını açık bir sevgi ve duyarlılıkla bakan bir kadın depresyona girdiğinde suratını asar ve daha önceden onu heyecanlandıran her şeye ilgisini kaybeder. Bir kozaya çekilir, çocuklarını ihmal eder, kendini eleştirip durur ve ölmeyi arzular. Bir an gelir, kendini ve çocuklarını öldürmeyi planlar fakat planını gerçekleştirmeden durdurulur.

Geleneksel halk bilgeliği bu kadında görülen, normal durumundan bu belirgin değişikliği nasıl açıklar? Diğer çökkün hastalarla birlikte bu kadın insan doğasının en temel ilkelerine aykırı görünmektedir. İntihar arzuları ve çocuğunu öldürme isteği en fazla kutsallaştırılan "var kalma içgüdüsü" ve "annelik içgüdülerine" karşı gelmektedir. İçe çekilmesi ve kendini hakir görmesi insan davranışının bir diğer kabul görmüş kanuna -haz prensibine açık bir karşıtlıktır. Sağ duyu onun depresyonun bileşenlerini anlamada ve bir araya getirme çabasında şaşakalmaktadır. Bazen hastanın yoğun ızdırabı ve içe çekilmesi "sadece dikkat çekmeye çalışıyor" gibi geleneksel kavramlarla açıklanmaya çalışılır. Kişinin dikkat çekmenin vereceği şüpheli bir doyum için kendisine intihar noktasına kadar eziyet / işkence etmesi büyük ölçüde safdillik olur ve gerçekte sağ duyuya da aykırı düşer.

Çökkün kadının neden kendi yaşamını ve çocuklarının yaşamını bitirmek istediğini anlayabilmek için, onun kavramsal sistemine girmek ve dünyayı onun gözlerinden görmeye gereksinimimiz vardır. Çökkün olmayan kişilere uygulanabilen kavramlara bağlı kalamayız. Bir kez çökkün hastanın bakış açılarına aşina hale gelirsek, onun davranışları anlamlı olmaya başlar. Hastayla bir empati süreci ve özdeşim yoluyla, onun yaşantılarına verdiği anlamları anlayabiliriz. Ardından, onun anlamlandırma çerçevesinden makul açıklamalar önerebiliriz.

Bu çökkün kadınla olan görüşmede, onun düşüncesinin kendisi ve dünyayla ilgili yanlış fikirler tarafından yönetildiğini keşfettim. Karşı kanıtlara karşın o bir anne olarak başarısız olduğuna inanıyordu. Kendisini çocuklar için gereken asgari bakım ve şefkati vermekte çok yetersiz olarak görüyordu. Değişmeyeceğine ama sadece daha kötüye gidebileceğine inanıyordu. Öngördüğü başarısızlık ve yetersizliği sadece kendine atfettiğinden, sürekli kendi kendini azarlayarak yiyip bitiriyordu.

Bu çökkün kadın geleceği gözünde canlandırdığında, çocuklarının da kendisi gibi perişanlık hissedeceklerini umuyordu. Çözümü araştırdığında, değişmeyeceğine karar verdiği için, tek çıkış intihardı. Ayrıca çocuklarını bir annenin verebileceğine inandığı sevgi ve bakım olmaksızın annesiz bırakmak onu dehşete düşürüyordu. Sonuçta onları yaşadığı türden perişanlıktan korumak için onların da yaşamlarını sona erdirmeliydi. Bu aldanışlar hastanın bilinçliliğine egemen olmasına karşılık şurası not düşülmelidir ki düşünceleri ve planlarıyla ilgili dikkatli bir sorgulama olmaksızın ortaya çıkmazlar.

Bu türden depresif düşünce çok aşırı mantık dışı olduğu için bize şaşırtıcı gelebilir fakat hastanın kavram çerçevesinden anlamlıdır. Eğer onun temel (üstelik yanlış) öncülünü kabul edersek, yani kendisinin ve çocuklarının, öngördüğü/ kabul ettiği kusurları sonucu değiştirilemez bir biçimde cezalandırılmış olduğunu- mantıksal olarak durumun sona erdirilmesi herkes için daha iyidir. Yetersiz ve hiç bir şeyi beceremeyeceği şeklindeki ön yargısı onun tam olarak içe çekilmesinden ve güdülenme kaybından sorumludur. Onu ezen hüznü kaçınılmaz olarak devamlı kendini eleştirmesinden ve şu anını ve geleceğini umutsuz gören inancından kaynaklanmaktadır. Hastanın yanlış inançlarının tam içeriğini ortaya çıkararak, onun yanlış kavramlarını düzeltmek ve inanç sisteminin gerçekçi olmayan ön yargılarını incelemesini sağlamak için çeşitli yöntemleri kullanabildim.

Bu örnek sağ duyunun depresyon gibi duygusal bir bozukluğu açıklamakta neden başarısız olduğunu gösterir. Hayati bilgi (bu vakada hastanın kendisi, dünya ve geleceğine olan çarpık bakışı) eksiktir. Bununla birlikte, ortada olmayan bu bilgi sağlandığında; bulmacayı çözmek için sağ duyunun araçlarını kullanabiliriz. İlgili materyali yerine yerleştirdiğimizde kavranabilir, anlamlı bir örüntü ortaya çıkmaya başlar. Bu bulgudan güvenilebilir genellemeler çıkarabilmek için, aynı duygusal bozukluk olan hastalarda bu türden örüntülerin varlığını kontrol etmeliyiz.'

Evet bu örnekte de görüldüğü gibi çökkünlük hisseden hastaların iç dünyalarına girmeden onları anlamak mümkün değildir. Düşünceler bazen fazlasıyla mantık dışıdır ve çarpıtmalar içerir. Şimdi bu düşüncelere daha yakından bakalım.


4072
Psikoloji / Neden Depresyona Giriyoruz?
« : 26 Mart 2009, 04:01:53 ös »
NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?

Ruhbilimciler depresyonu açıklarken iki nokta üzerinde odaklanırlar. İlki bizim olaylara ve duygularımıza nasıl anlamlar yüklediğimizdir. Bir kişiye göre boşanmak bir trajedi iken, bir başkası için kurtuluştur. Bazı insanları sinirlenmek güçlü hissettirirken bazıları için ise sinirlilik korkutucudur. İkinci nokta ise bizim karşılaştığımız zorluklarla nasıl baş ettiğimizdir. Bazı insanlar sorunlarını kullandıkları yönetilebilir taslaklarla çözmeye uğraşır, diğerlerinden yardım ister, zorlukların üstesinden gelmek için planlar yaparken diğerleri boğulmuş hisseder, dertlerini paylaşmaz ve sorunlardan kaçmayı tercih eder.

Olayları nasıl yorumladığımız ve nasıl başa çıktığımız bilişsel terapi dediğimiz tedavi şeklinin anahtar noktalarıdır. Bilişsel terapistlerin yaklaşımı şöyledir. Örneğin kafanıza bir elma düştü ve depresyona girdiniz şöyle düşünebilirsiniz: 'Eğer bir ağacın altında oturuyorsam başıma birşeyler düşmesi çok doğal'.. Eğer iyimser bir insansanız, 'Allahım şükürler olsun ki hindistan cevizi değil dersiniz'. Eğer Newton iseniz, yerçekimini keşfedersiniz ve dünyaca ünlü olursunuz.

Bilişsel terapi olaylara yüklenebilecek yüzlerce anlamın olduğunu görmemize yardım eder, bu anlamlardan bazıları depresyon geliştirme ihtimalini yükselten anlamlardır. Daha da önemlisi olumsuz duygulara meydan okumayı öğrendiğimizde duygularımızı ve ruh halimizi daha iyi kontrol altına almaya başlarız.

Bilişsel yaklaşıma göre her çeşit problem için değişik bir düşünce şekli vardır.

SORUN DÜŞÜNCE
Panik  Bu gerginlik belirtilerinden öleceğim
Sosyal fobi Kendimi aptal gibi gösterecek bir şeyler yapacağım ve herkes beni ayıplayacak
Depresyon  Ben kötü/zayıf/yetersiz bir kişiyim, gelecekten umudum yok
Paranoya İnsanlar beni takip ediyor
Kızgınlık  Diğer insanlar kötü ve cezalandırılmayı hak ediyorlar.  

Çeşitli sorunlarla ilgili düşüncelere odaklanıldığında, insanlar çökkün ruh durumlarının onları nasıl olayları olumsuz yorumlamaya yönlendirdiğini göreceklerdir. Bilişsel terapi insanlara düşünceleri ile ilgili gerçekleri test etme ve alternatifler üretebilmeyi sağlar. Örneğin kendimizi problem çözme konusunda güçsüz ve bozguna uğramış hissedebiliriz, kötü olayların kişisel yetersizliklerimizden ya da basitçe kötü şansımızdan kaynaklandığını düşünebiliriz. Bu düşüncelerin doğruluğunu nasıl test edeceğimizi öğrenerek, alternatifler düşünerek, kendimizle ilgili (ben işe yaramazın tekiyim gibi) zarar verici olumsuz inanışlardan uzak durarak depresyonda olduğumuzda kendimizi daha iyi hissedebilir, dış sorunlarla daha kolay başa çıkabiliriz.

Demek ki depresyon değişik düşünce şekillerine sahip olduğumuz bir dönemdir. Bu diğer bir soruyu akla getirir. Nasıl ilk anda olumsuz düşünmeye başlıyoruz?

DAHA ÖNCEKİ YAŞANTIMIZ VE YERLEŞMİŞ İNANIŞLAR

Daha önceki deneyimler insanları biyolojik olarak bazı streslere karşı duyarlı kılar. Bilişşel yaklaşıma göre, gençlik dönemimizde kendimizle, dünyayla ve diğerleri ile ilgili temel ve çekirdek inanışlar geliştiririz. Zaman geçtikçe bu temel inanışlar düşüncelerimiz ve bazı olaylara yaklaşımımız üzerinde etkili olmaya başlar. Örneğin çocuklara sürekli spor konusunda iyi olmadıkları söylenirse, kendileri ile ilgili böyle bir bakış açısı geliştireceklerdir. Böyle düşündükleri için spordan uzak duracaklar, dolayısıyla bu konuda kendilerini geliştiremeyecekler ve bu düşünce pekişmiş olacaktır. Bu çocuklar erişkin olduklarında spordan uzak durmaya devam edecekler, tekrar denemeyi düşündüklerinde komik görüneceklerini ya da başarısız olacaklarını düşünecekleri için vazgeçeceklerdir. Erken dönemde kazanılmış bu tür inançlar insanların ileri yaşamlarındaki duyguları ve davranışları üzerinde güçlü etkilere sahiptir.

ÇEKİRDEK İNANÇLAR

Çekirdek inanış sizin temeliniz olduğunu düşündüğünüz inanıştır. Mesela, ben bunu bilirim bunu söylerim ki, yürekten inanıyorum ki..., ta içimden şöyle geliyor...gibi. bu inanışlar canlandığında güçlü duygu ve hisleri de beraberinde getirir. Başarısız olursak yetersizlik hissederiz ya da utanç duyabiliriz. Bizi ilk vuran duygulardır, bu duyguların bizim çekirdek inançlarımız ve kendimizle ilgili düşüncelerimizden kaynaklandığını daha sonra fark ederiz. Sevgilimiz ilişkiyi bitirdiğinde nerede yanlış yaptığımızı düşünmeye başlarız. Eğer çocukluktan gelen kendinizle ilgili olumsuz düşüncelere sahipseniz, ilişkinin bitmesinin duygusal sarsıntısı bu olumsuz çekirdek düşüncelerinizi aktive edecek ve sevilmediğinize dair derin bir duyguya kapılacak, bir darbe de buradan yiyeceksiniz.

Kendimizle ilgili olumsuz düşüncelerimiz ya da bazı yeteneklerimiz, sonradan canlanmak üzere bekleme dönemine girmiş olabilirler. Fakat değer verilen bir ilişkinin bitmesi gibi bazı önemli olaylar yaşanırsa, çocukluğumuzda oluşturduğumuz bu düşünce ve fikirler tekrar geri gelirler. O zaman bu ayrılığa çekirdek inanışlarımız ve üzüntümüzün etkisinde kalarak şöyle bir yorum yaparız, '' bu ilişki bitti çünkü ben sevilmeye layık bir insan değilim'' . Çok önceden geliştirilmiş bir olumsuz düşüncenin bugünkü olayları yorumlamamız üzerinde etkisi vardır, yeni bilgilerin olumsuz yorumlanması eski olumsuz düşünceleri pekiştirir. Düşüncelerimiz depresyona girmemizi kolaylaştırabilir. Depresyona ve strese girdiğimizde de düşüncelerimiz daha olumsuz olmaya başlar ve biz biraz daha depresyona gireriz.

ERKEN TRAVMANIN ROLÜ

Bazı bireylerin kendi değerlerini anlamamalarının önemli nedenlerinden biri de çocukluklarında yaşadıkları acı deneyimlerdir. Örneğin cinsel olarak suistimal edilmişlerse, cinselliğin kötü, kirli ve tehlikeli olduğu inancı gelişebilir. Bazen kendilerinin kirli olduklarını düşünürler ya da cinsel isteklerinin tehlikeli olduğunu düşünebilirler. Sonuçta travma cinsel hayatlarını etkiler ve daha iyi hissetmelerine engel olur.

Bazen anne babalar engellenmeyle baş edemezler ve tansiyon yükseldiğinde çocuklara yüklenirler, onlara bazı isimler takarlar. Bu çocuklar için acı vericidir. Çünkü bunun anne babalarının engellenmeye tahammüllerinin düşmesinden kaynaklandığını anlamaları zordur ve kendilerini suçlayıp gerçekten kötü olduklarını düşünmeye başlarlar. Bazen ebeveynler çocuklarına fiziksel yakınlık göstermezler. En üzücü şeylerden biri de hala çocuğa özellikle de erkek çocuğa fiziksel yakınlık göstermenin çocukları hanım evladı yapacağını düşünen ailelerinin olmasıdır.

Sevgisizlik ve aşırı kontrol
Araştırmalar göstermiştir ki depresyondaki insanlar geriye dönüp baktıklarında erken yaşamlarında sevgiden yoksun olduklarını görürler. Ailelerin yüksek beklentileri ve kontrol edici tutumları olabilir. Çünkü çocuk olduğumuz dönemlerde çoğumuz anne babamızın da kendi sorunları olabileceğini göremeyiz ve bazı davranışlarının bizim kendi hatalarımızın karşılığı olduğunu düşünürüz. Eğer bize sürekli eleştirel yaklaşırlarsa biz de bu adeti sürdürür ve sürekli kendimizi eleştirmeye başlarız. İç görü kazanarak ve biraz çaba harcayarak bazı alışkanlıklarımızı değiştirebilir ve kendimize daha esnek davranabiliriz.

İLİŞKİLER VE SOSYAL İHTİYAÇLAR

Sevgi, ilgi, korunma gibi pozitif yaşantıların eksikliği depresyona girmeye neden olabilir. Bunun nedeni beynimizin belli seviyelerde pozitif bilgi girişine ihtiyaç duyması ve bazı kimyasalları salgılayarak stres seviyesini azaltmasıdır. Dünyadaki bütün insanların mutlu ya da mutsuz hissettiği ortak bazı durumlar vardır.

Mutluluk yaratan durumlar

Sevilmek ve istenmek
Diğerlerine yakın olmak
Kabul edilmek ve ait olmak
Arkadaşlara sahip olmak
Bir gruba ait olmak
Diğerlerinin gözünde değerli olmak
Takdir edilmek, beğenilmek
Diğerlerine ve kendine çekici gelmek
Bir statüye sahip olmak ve saygı görmek
Mutsuzluk yaratan durumlar

Sevilmemek ve istenmemek
Terk edilmek
Kabul görmemek
Arkadaşsız kalmak
Dışlanmak
Diğerlerinin gözünde az bir değere sahip olmak
Takdir edilmemek
Diğerlerine ve kendine çekici görünmemek
Statü kaybetmek ya da daha düşük bir statüye zorlanmak
Yukarıdaki liste düşük stres hormonu seviyeleri ile ilişkilidir. Bunlar kendini iyi hissettirici şeylerdir. Aşağıdaki liste ise artmış stresle ilgilidir. Beyin güzel hissettiren şeyleri ister. Bunu başaran insanlar sosyal olarak başarılı, diğerlerinin yapamadıklarını yapabilen insanlardır. Bu insanların hayatta kalma ve genlerini geleceğe aktarma ihtimalleri daha fazladır. Demek ki biz biolojik olarak da yukarıdaki listedekileri yapmaya, aşağıdakilerden ise uzak durmaya eğilimliyiz. Sosyal başarı bizim duygularımızla bağlantılıdır. Düşüncelerimiz aşağıdaki listeye doğru geçiş yaptıkça daha mutsuz oluruz.

Temel inanışlar, dikkate alınmak ve ilişkiler
Daha önce de bahsettiğimiz gibi kendimizle ilgili oluşturduğumuz temel bazı inançlarımız vardır, temelde ben şöyleyimdir... böyleyimdir... gibi. Sosyal ilişkilerimizi etkileyen bu temel inançların bazılarına bir göz atalım

Diğerlerine yük olduğumuz hakkındaki inançlar

Kimse beni dikkate almıyor
Benim ihtiyaçlarım diğerlerinin başına bela
Ben diğerleri için bir yüküm
Sevgiye ihtiyaç duymak ve birilerinin tekrar şüphelerini gidermek benim için acıklı bir durum
Kendi başıma ayakta duramam
Yalnızlığa mahkumum
Birinin şüphelerini gidermeye çalışma ihtiyacı çocukçadır
İhtiyaç duyan bir insan zayıf bir insandır
İhtiyaç duyan insan açgözlü insandır
Benim ihtiyaçlarım diğerlerinin karşılayabilmesinden çok uzak
Bu inanışlar bizim diğerlerine ulaşmamızı engeller. Tahmin ettiğiniz gibi stresi artırır ve diğerleri ile olumlu ilişkiler geliştirmemizi engeller. Arkadaşlarla bu duygular hakkında konuşmak yardımcı olabilir çünkü konuşarak diğerlerine ulaşma konusunda bir girişimde bulunmuş ve kendi ihtiyaçlarımıza sahip çıkmış oluruz. Nelere ihtiyacımız olduğunu bilmek bunları ifade edebilmek demektir. Diğerlerinden koruyucu ve yardım edici sinyalleri almakta başarılı olmak akıl sağlığımız için önemlidir.

Diğerlerine ulaşamayacağımızı ya da onları sinirlendirebileceğini düşündüğümüz inançlar

Diğerleri benimle ilgilenemeyecek kadar meşgul
Benimle ilgilenmek zorunda değiller
İhtiyaçlarım için beni cezalandırabilirler
Beni anlamazlar
İhtiyaçlarımı söylersem benden daha az hoşlanırlar
Kendilerinin yeterince problemi var zaten
Başkalarının yardımını istediğimizde uzaklaşmalarına neden olabilecek düşünceler:

Başkaları bana istediklerimi benim istediğim zamanda vermeli
Benim ihtiyaçlarım başkalarınınkinden daha önemli
Eğer bana istediklerimi vermiyorlarsa beni sevmiyorlar demektir
Bana ilgi göstermiyorlarsa bu onların bencil olduğunu gösterir
İhtiyaçlarımızı belirtmek, diğerlerine duyarlı olmak, diğerleri ile işbirliği yapmak zor bir iştir. Bundan dolayı yakın ilişkiler kurabilmek o kadar kolay değildir. Bu listelerde yazılmış olan inanışlar yakın ilişkiler geliştirmeye çalışmak konusunda size yardımcı olabilir.

KENDİNİ FEDA ETMEK VE KURBAN ROLÜNE BÜRÜNMEK

Kendimize karşı biraz dürüst olabilirsek bazen diğer insanlara kendimizi daha iyi hissedebilmek için yardım ettiğimizi görürüz.''Ben iyi bir insanım çünkü diğerlerine yardım ediyorum''.Bazen kendimizi iyi hissedebilmek için kendimizi yardıma ihtiyacı olan insanlara döndürürüz ve onların sorunlarına boğulduğumuzu fark ederiz. Umutsuzca bu yardım yükünden kurtulabilme isteği duyabilirsiniz fakat kurban rolü oynama eğiliminiz varsa bu durumdan kurtulmaya çalışmak ve kendinize biraz daha fazla önem vermek sizde suçluluk duygularına yol açacaktır. Aşağıda bu konuyla ilgili bazı önemli noktalara değinilmiştir.

Bizi hizmetçi konumuna getirebilecek düşünceler:

Diğerlerine her zaman öncelik tanımalıyım
Eğer kendi ihtiyaçlarımı öne alırsam bencil bir insan olduğumu düşünecekler
Diğer insanların olmamı istedikleri gibi olmalıyım
Fedakârlık yapmak iyidir/beni diğerlerine sevdirir
Bana ihtiyaç duyulmasına ihtiyacım var
Başkalarına ne kadar çok verirsem onlar da bana o kadar çok verirler
Eğer bir hizmetçi gibi davranırsanız, size hizmetçiymişsiniz gibi davranabilirler. Yardım edici ve paylaşımcı bir ilişki oluşturabilmek eğer kendi ihtiyaçlarınızla ilgili olarak yeterince açık olmazsanız çok zordur. Hepimizin sosyal ve duygusal ihtiyaçları vardır, fakat bazıları çok fazla muhtaçtır ya da ihtiyaçlarının asla karşılanamayacağına dair , bunlara sahip olamayacak kadar güçsüz olduklarına dair inançları vardır.


4073
DEPRESYONUN NEDENLERİ VE DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMAK

Bu bölümde size insanı depresyona götüren nedenlerle ilgili genel bir bilgi vereceğim. Bu bilgiler gündelik hayatımızda neleri değiştirebilirsek depresyona yakalanmayacağımızın ip uçlarını içeriyor. Bu bilgileri derlerken yararlandığım kaynaklar şunlardır : Paul Gilbert. Overcoming Depression, İkinci Baskı, Oxford University Press, 2002. Gilbert'ın kitabı depresyon üzerine okuduğum en kapsamlı kitaplardan birisi, burada onun görüşlerinden geniş ölçüde yararlandım. Diğer kaynakların ikisi David Burns'e ait. Burns de dünyada depresyon üzerine yazılmış en çok satan kitaplardan birinin yazarıdır, özellikle ilk kaynak aradan yıllar geçmesine rağmen hala en önemli başvuru kaynaklarından birisidir. David D. Burns. Feeling Good. The New Mood Therapy. Avon Books, New York, 1999 ve David D. Burns. The Feeling Good Handbook. Plume Books, New York, 1999. Aaron T. Beck bilişsel terapi ekolünün kurucusu ve önde gelen bir kuramcıdır. Alıntı yaptığım kitabı şöyle : Aaron T. Beck. Cognitive Therapy and the Emotional Disorders. Penguin Boks, 1993..

Depresyon ne sıklıkta görülür?

Maalesef depresyon sık görülür. Kadınlarda görülme oranı % 4-10, erkeklerde ise %2-2,5 . Hayat boyu risk kadınlarda %10-26, erkeklerde %5-12'dir.

Bu şu manaya geliyor: her dört yada beş kişiden biri hayatlarının bir döneminde bir çeşit depresif dönem geçirebilir. Depresyon kadınlarda erkeklerden üç kat daha sık görülür. Depresyon işşizliğin yüksek oranda görüldüğü yerler gibi sosyoekonomik seviyenin düşük olduğu yerlerde daha sık görülür. Yeni araştırmalar göstermiştir ki depresyon yirminci yüzyılda artış eğilimindedir ancak bunun nedenleri belli değildir. Sosyoekonomik değişiklikler, aileler ve topluluklardaki bölünmeler, genç kuşaktaki özellikle işsiz olanlar, umutsuzluk duyguları, beklentilerdeki artmanın etkisi olabilir.

Eğer depresyondan yakınıyorsanız, başarısız hissediyorsanız, kendinize yönelmiş yoğun bir öfkeniz varsa, eğer hayatı yaşamaya değer bulmuyorsanız, kapana kısılmış hissediyorsanız ve kurtulma umudunuz yoksa, duygularınız her ne ise; yalnız olmadığınızı hatırlayın. Dünyadaki milyonlarca depresyondaki insan sizinle aynı duyguları paylaşıyor. Elbette bunu bilmek depresyonunuzu daha az ıstıraplı yapmaz fakat bu sorunun sizden değil de zihninizden kaynaklandığını anlamanızda yardımcı olur. Bu duygular depresyonun bir parçasıdır. Doğrudur, bazı depresyonda olmayan insanlar sizi anlamazlar ve kendinizi toplamanızı söyleyebilirler, 'unut gitsin' veya 'takma kafana ya' derler, fakat bu sizinle ilgili bir şeylerin kötü olduğu manasına gelmez. Bu sadece sizi anlamakta zorlanıyor oldukları manasına gelir.

Depresyondaki insanlara yardım etmek amacıyla yapılacak çok şey vardır. Antidepresanlar ve psikolojik tedaviler gibi. Antidepresan ilaçlar yeterli doz ve sürelerde kullanıldıklarında çok etkilidirler ve pek çok depresyonun tamamen iyileşmesini sağlayabilirler.

Depresyonun Nedenleri

Akıl -beden bağlantısı

Depresif hissettiğinizde duymak isteyeceğiniz en son şey bunun tamamen psikolojik olduğu ya da sadece zihnin durumlarından biri olduğu sözleridir. Tüm bunlardan sonra yorgun ve amaçsız hissedersiniz, iyi uyuyamıyorsunuzdur ve tükenmiş hissediyorsunuzdur. Eskiye nazaran fiziksel olarak da rahatsızsınızdır. Depresyonda olduğumuzda beynimiz daha farklı çalışır. Depresyon psikolojik olduğu kadar fiziksel bir problemdir de. Sadece ruhunuz değil bedeniniz de depresyonla yavaşlar. Bağışıklık siteminiz bile daha yavaş çalışır. Bazen biz akıl ve bedenin birbirinden ayrı olduğunu düşünebiliriz ama öyle değildir. Akıl ve beden tektir.

Depresyonda beyin birçok yönden etkilenmiştir. Uyku sistemi etkilenmiştir. Beynin olumlu duyguları yöneten alanını (eğlence, aşk, mutluluk gibi) baskılarlar, olumsuz duyguları yöneten alanını (kızgınlık, gerginlik, kıskançlık, utanç gibi) uyarırlar. Diğer bir deyişle, depresyonda olduğumuzda sadece hayatın eğlenceli yönlerini durdurmakla kalmaz aynı zamanda daha gergin, üzgün ve kötü huylu oluruz.

Sinir hücreleri arasında mesaj iletiminden sorumlu olan maddelere nörotransmitterler/ sinirsel ileticiler denir. Beyinde çok çeşitli nörotransmitterler vardır. Bunların bir çeşidi monoaminlerdir. Dopamin, noradrenalin ve serotoninleri kapsarlar. Bu nörotansmitterlerin uyku, iştah, motivasyon fonksiyonları üzerine etkileri vardır. Aynı zamanda ruh hali ve duygular üzerinde de etkilidirler. Bizim ruh hali kimyasallarımızdırlar. Depresyonda bu ruh hali kimyasallarının daha az salgılandığı ve etkin bir biçimde çalışmadığı düşünülmekte.

Eğer size karmaşık geldiyse ruh halimizin ve duygularımızın beyindeki bazı kimyasal sistemler tarafından etkilendiğini bilmeniz yeterlidir. Antidepresan ilaçlar da olumsuz duyguları kontrol eden alanlara ket vuran bu sistem üzerine etkilidir. Değişik antidepresanlar değişik şekillerde etki ederler.

Artık beyindeki değişik kimyasalların ruh halimizi etkilediğini ve yapılan tedavilerin amacının da bu maddelerin daha etkin çalışmasının sağlanması olduğunu biliyoruz. Depresyondaki insanların doğal olarak sordukları niçin beyinde bu değişiklikler olur ve bunu düzeltmek için ne yapabilirizdir.

Bizim ruh hali kimyasallarımızı etkileyen bir çok faktör vardır. En önemli üç tanesi genlerimiz, geçmişimiz ve yeni oluşan stres faktörlerimizdir.


Erken çocukluk dönemi ve beyin gelişimi

Depresyon üzerinde genlerden başka neyin etkisi olabilir? İnsan hayatında ruh hali kimyasallarını etkileyen bazı faktörler olabilir mi? Gerçekten olabilir. İlk önce bilmemiz gereken doğumda insan beyninin gelişiminin tamamlanmamış olduğu ve gelişmeye devam ettiğidir. Erken dönemde kurulan iletişimlerin kalitesi beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağlantıların şekillenmesinde etkilidir. Bugün biliyoruz ki beyin bu konuda çok esnektir. Erken çocukluk dönemindeki sosyal girdilerin beyin gelişiminde çok büyük katkısı vardır. Sevilen ve istenen bir çocuğun beyin gelişimi suistimal edilmiş bir çocuktan farklı olacaktır. Araştırmalar göstermiştir ki soğukluk ve istismar yerine ilgi ve sevgi gösterilen çocuklarda beynin ruh hali ve duygularla ilgili olan bölümünün gelişimi etkilenmektedir. Örneğin kronik depresyondaki insanların suistimal edilme öykülerinin olduğunu gösteren kanıtlar artma eğilimindedir ve bu insanların stres sistemlerinde artmış duyarlılık vardır.

Depresyona karşı olan biyolojik duyarlılık erken dönemde yaşanan deneyimlerin beyin gelişimini etkilemesinin bir sonucu olabilir. Bunlara bakarak çok da karamsar olmamamız gerekir çünkü bu durumlarda bile ilaç tedavisi ve psikolojik görüşmelerin faydası olur. Eğer kişiler kendi duyarlılıklarının ve psikolojik özelliklerinin farkına varıp bu konuda kendilerini eğitirlerse bu duyarlılıklarını daha kolay değiştirip onlarla daha kolay başa çıkabilirler. Bu arada korumak tabi ki tedavi etmekten her zaman daha iyidir, çocukla erken dönemde kurulan ilişkilerin beyin gelişimi üzerine olan etkilerini bilirsek toplumsal olarak çocuk bakımına daha fazla önem veririz.

Stres ve Depresyon

Beyin gelişiminin ve genlerin depresyona biyolojik duyarlılık üzerine olan etkilerini gördük. Peki ya yeni stresler? Stres bizi biyolojik olarak depresyona yatkın yapar mı? Cevabımız evet olacaktır. Çünkü stres duygular üzerine etkili kimyasalları etkiler.Stresin yaşadığımız zorluklara ve üzüntülere bağlı olduğu düşünülmekte. Düşüncelerimiz, davranışlarımız ve stres sistemimiz arasındaki bağlantı göz önüne alındığında düşünce şeklimizi değiştirmeye odaklanmanın önemi anlaşılabilir.

Stres veya ruhsal zorlanma; gerginlik , huzursuzluk, yorgunluk ve depresyon gibi birçok psikolojik sorunla ilgilidir. Herkesin stresle başa çıkma yolu farklıdır. Stres altındaki bazı insanlar bunun kaynağını çok rahat bulabilirler. Bir kısmı ise bu stres dolu olaylardan kolay kolay kurtulamazlar. Örneğin stres kaynağı işiniz ya da birlikte olmak zorunda olduğunuz bir kişi ise bu stresten kurtulmanız kolay değildir. Stresle başa çıkmak için kullanılan diğer yöntemler, mesela çok fazla alkol almak veya eve çok geç gelmek, başka sorunlara yol açabilir. Düşüncelerimizin ve stresle başa çıkma yollarımızın stresi nasıl kötüleştirdiğini düşünmeden önce, stres altında olduğumuzda vücudumuzda meydana gelen değişikliklere bir göz atalım.

İlk olarak beyinde milyonlarca yıldır bizi dış tehditlerden koruyan bazı değişikliklerin olduğunu söylemek gerekir. Bu nasıl çalışıyor? Şöyle düşünün; bir gece eve doğru yürüyorsunuz ve biri üstünüze atlıyor. Vücudumuz harekete geçmeye başlar. Kalp atışlarınız hızlanmaya başlar, daha hızlı nefes almaya başlarsınız, midenizde sıkıntı hissedersiniz, terlemeye başlarsınız ve korkarsınız. Bu vücudun çalışan savunma sistemidir. Bu sistem otomatik olarak çalışır ve sizi koşup kaçmaya ya da kalıp savaşmaya hazırlar. Vücudu harekete geçiren ve savunma sisteminin çalışmasını sağlayan çok çeşitli stresler vardır. Örneğin; çocuğunuzun hayatının tehlikede olması, önemli bir sınavda başarısız olmak, ciddi bir hastalığınızın olduğuna inanmak ya da sevdiğinizden ayrılmak gibi. Çeşitli tehditler ve kayıplar savunma ve stres sistemimizi harekete geçirir. Birinin üzerinize atlaması kısa süreli gelip geçici streslerdir, kısa bir süre sarsılırsınız ve stres sona erer. Bir sınavdan başarısız olmak, ciddi bir hastalık, bir ilişkinin bitmesi gibi zorlanmaların etkileri daha uzun sürer.

Depresyon büyük olasılıkla uzun dönem streslerle ilişkilidir. Kısa dönem streslerde vücudun stres sistemi faydalı olurken uzun dönem streslerde dezavantajlı olmaya başlar.Acaba stresi kontrol altına alabilir miyiz, alamazsak ne olur?

Kontrol edilemeyen stres Yapılan deneylerde hayvanları kontrol edemedikleri çok fazla strese maruz bıraktıklarında pasif bir hale geldikleri ve depresyondaki insanlar gibi davrandıkları görülmüştür. Eğer stresi kontrol edebilirlerse bu durum görülmez. Bu önemli bulgular kontrol edilemeyen stresin beyin üzerine olan etkilerini araştıran diğer araştırmacılar tarafından da gündeme getirilmiştir. Bazı değişikliklerin depresyonda meydana gelenler ile aynı olduğu saptanmıştır. Örneğin olumlu duygu ve davranışları kontrol eden beyin alanlarının etkinliğinde ketlenme, stres sisteminin aşırı çalışması ve dopamin, noradrenalin ve serotonin seviyesinde düşme gibi. Ancak stres kontrol edilebiliyorsa vücudumuzda ve beynimizde daha farklı değişiklikler meydana gelir. Eğer stres altındaysanız ve bu konuda bir şeyler yapabiliyorsanız beyniniz farklı çalışır, yapamıyorsanız daha farklı çalışır. Bu yüzden stresle başa çıkma yolları önemlidir.

Aslında bir olayın ne kadar stresli olduğu bizim o olayla baş etme yeteneğimizle ilgilidir. Biraz önce bahsettiğimiz üzerinize atlayan insan örneğini hatırlayın, eğer çok iyi bir karateci iseniz çok fazla strese girmezsiniz. Bir sınavda başarısız olduğunuzda 'önemli değil oturur seneye tekrar çalışırım' diyebilirsiniz. Yani bir stresin üzerinizdeki etkisi onunla başa çıkma yeteneğinize bağlıdır.

Bardağı taşıran son damla

İnsanlar sürekli bardağı taşıran son damladan bahsederler çünkü stres yavaş yavaş inşa edilir. Depresyonların çoğunda streslerin birikmişliği vardır. Ekonomik sorunlar, işle ilgili problemler, evde yada işteki çatışmalar, çocuklarla ilgili problemler ya da sağlık problemleri gibi. Bu biriken stresler bizim bu konuları tekrar tekrar hatırlamamıza ve depresyona girmemize neden olurlar. Ben pek çok hastamdan işitmişimdir: Yıllarca en zor olaylar karşısında direnç göstermiş ve dayanabilmişler, daha sonra ufacık bir olayla yıkılmışlardır. Kendileri de bunu şaşkınlıkla karşılarlar. Özellikle duygularını ifade edemeyen, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen insanlar gün gelir bütün birikimlerini bir depresyonla ifade ederler. İçimizde sürekli gerilen bir telin bir gün gelip artık zorlanmaya dayanamaması ve kopmasına benzetebiliriz bu durumu. Bardak dolar dolar, sonra ufacık bir damla onu taşırır.

Zor görünen küçük şeyler

Depresyondaki insanların fark ettiği bir konu da evi toplamak ya da arkadaşları akşam yemeğine çağırmak gibi küçük etkinliklerin çok zor gelmeye başlamasıdır. Bu işleri yapmamaya başlarlar sonra yapmadıkları için üzülürler ve bir bakarlar ki küçük şeyler artık büyük şeyler haline gelmeye başlamış. Böyle hissetmeye başladığınızda bu küçük şeylerin üstüne gidin ve birikerek üzerinize gelmelerine izin vermeyin. Bunu yaparken biraz zorlanabilirsiniz ama daha iyi hissedersiniz çünkü eğer birikmeye başlarlarsa bu sizin üzerinizde stres yaratacaktır.

Düşünceleriniz stresinizi artırabilir.

Problemlerimiz hakkında düşündüğümüzde daha fazla strese girmemiz doğaldır. Strese girdiğimiz zaman da stres sistemimiz devreye girmeye başlar. Hayatımızdaki olumsuzlukları, özellikle de işe yaramaz olduğumuz ya da olayların bizim kontrolümüz dışında olduğu gibi olumsuz düşünceleri durdurabilirsek, stres sistemimiz de devreye girmeyecektir.

Genelde depresyondaki insanlar düşüncelerinin kendilerini kötü hissetmelerinde etkili olduğunu pek inandırıcı bulmazlar. Ancak durum böyledir. Elbette olumsuz düşünceler depresyonun tek nedeni değildir. Ancak kendinizi değersiz ve sevilmeye layık olmayan bir insan olarak düşünüp dolaştığınızı farz edin. Stres ve duygu sisteminize neler olabilir? Beyniniz bu olumsuz düşünceleri stres olarak algılayacaktır ve bu olumsuz duygular stres hormonlarının salgılanması için sinyal gönderecektir. Stres hormonları salındıkça daha fazla olumsuz düşünmeye, olumsuz düşündükçe daha fazla hormon salgılamaya başlayacaksınız ve olay bir kısır döngüye girecektir. Fakat tekrar hatırlatmak isterim ki eğer sinirsel ileticiler çok azalmışsa veya stres sistemi çok duyarlı hale gelmişse, mutlaka tıbbi tedavi görmek gerekir.

Stres çemberi

Stresle başa çıkmaya çalışan insanlara ilk önerimiz stres çemberini kırmalarıdır. Her zaman başımıza her çeşit olay gelebilir. Planlarımız umduğumuz gibi gitmeyebilir, ilişkilerle ilgili sorunlarımız olabilir, araba kazası geçirebilir, ekonomik zorluklarla karşılaşabiliriz. Çok çalışıyor olabilir, çocuklarla sorun yaşıyor olabilir ya da sürekli ''hızlı, daha hızlı'' diyen rekabetçi ve yarışmacı bir toplulukta yaşıyor olabiliriz. Tüm bunlar stres etkenleridir ve stres hormonu kortizol seviyesini yükseltir, nörotransmitter seviyesini azaltırlar. Kortizol seviyesi arttıkça daha olumsuz düşünür, daha yorgun olur, daha fazla strese gireriz.

Stres ve akıldışı şeyler üretmek

Hayatımız boyunca akla pek yatkın olmayan bir sürü davranışta bulunuruz. Aşık olmak, bir filmden hoşlanmak gibi duygularımızla karar verdiğimiz şeyler de vardır. Duygularımız otomatik olarak olaylar hakkında ne düşündüğümüzü ve ne yaptığımızı etkilerler. O zaman olumsuz duygulara odaklanmamızın başka bir sebebi daha vardır. Bu biraz da bizim beynimizin çalışma şekliyle ilgilidir. Beynimiz çoğu zaman mantıksız çalışmak üzere yapılandırılmıştır! Örneğin ormanda avını yemekte olan bir hayvan düşünün, bu esnada çalılıklardan bir ses geliyor. Ne yapmalı? Biraz bekleyip ne olduğunu anlamaya mı çalışmalı? Yoksa yemeğini bırakıp ne olduğuna bakmaya mı gitmeli? Ya da ordan uzaklaşmalı mı? Vahşi hayatta genelde oradan uzaklaşılır. Çünkü tehlikeyi ciddiye almayıp bir kere yanlış davranmanın sonu ölümdür. Kaçmakla yiyeceğini kaybeder ancak hala hayattadır. Bu ilke 'savaş ya da sıvış' ilkesidir.

Bu şu demektir : stres altında beyin önce güvenliği sağlamaya programlanmıştır. Beynimiz her koşulda gerçekçi düşünmez. Bunun amacı da bizi tehlikeden korumaktır ancak stres altında bizi korumak amaçlı bazı yanlışlar da yapabilir. Kendimizi anlamsız bir şekilde en kötüyü hesaplarken bulursak aptal hissetmemize gerek yok bu beynimiz strese verdiği cevaptır. Bu durumda önemli olan bunu bilip aklımızın daha gerçekçi çalışan kısmını yardıma çağırmaktır.

Biraz içgörü ile bunu başarabiliriz. Stresle başa çıkabilen insanların her zaman yaptıkları da budur. Bu insanlar da diğerleri ile aynı olumsuz durumlara maruz kalırlar ancak streslerini 'şu an bu durumun benim için kötü göründüğünün farkındayım ancak bunu zamanla düzeltebilirim' , 'üç ay sonra bu durum tarih olacak ve ben bunu unutmuş olacağım', 'bu benim hatam değil', 'falancadan yardım isteyebilirim' diyerek daha çabuk atlatabilirler.

Elbette bunu başarabilmek kolay değildir. Depresyona yatkın insanların genelde bu durumu paylaşacak kimseleri yoktur ya da dertlerini başkalarına anlatmaktan utanç duyarlar. Eğer uyuyamamaktan dolayı çok bitkin iseniz ve günler gözünüze siyah görünmeye başladıysa ilaç tedavisine ihtiyacınız olabilir. Fakat bir durup bakmak lazım, nasıl düşünüyoruz, stresle nasıl başa çıkıyoruz ve olumsuz düşüncelerimiz bize neler yapabilir.

Umarım depresyonun, sadece psikolojik olmadığını, sadece kafadan kaynaklanmadığını ve güçsüz bir karakterin göstergesi olmadığını anlamışsınızdır. Depresyon beynimizin ve vücudumuzun strese nasıl cevap verdiğiyle ilgili bir durumdur. Depresyon genetikle ve gelişimsel duyarlılıkla ilgilidir. Ve tabii ki çökkün ve yorgun olmanın kendisi de stresli ve depresyona sokucu nitelikte olabilir. Eğer depresyonda olmaktan dolayı utanç duyuyorsanız hatırlayın ki strese bu şekilde cevap vermesi için vücudunuzu siz organize etmediniz. Eğer depresyon teriminden hoşlanmıyorsanız kendi kendinize tükenmiş olduğunuzu , içinizde bir yangının olduğunu ya da kortizol fazlalığınızın olduğunu söyleyip yardım arayabilirsiniz. Fakat stres döngünüzü kontrol altına alabileceğinizi asla unutmayın.

Bir duvarın dibinde bekleyen bir adam varmış, eski zamanlarda, şehrin surlarının dibinde bekler ve gelen giden yolcularla konuşurmuş. Bir grup yolcu gelmiş bir gün ve 'söylesene dostum' demişler, ' Bu şehirde yaşayanlar nasıl insanlardır, içeri girip burada konaklamaya değer mi? ' 'Peki ya sizin geldiğiniz yerde insanlar nasıldı?' diye sormuş adam. 'Aman aman' demiş yolcular, 'Herkes o kadar kötü, o kadar hırslı, o kadar düzenbazdı ki kendimizi buralara zor attık'. 'Buradaki insanlar da öyledir' demiş adam, 'varın siz yolunuza devam edin. Bu şehrin size verebileceği hiçbir şey yok..' Günün birinde başka yolcular gelmiş ve aynı soruyu sormuşlar. Adam da aynı şekilde cevaplamış. 'Bizim geldiğimiz şehirde insanlar iyi, cömert ve yardımseverdiler ve biz orada çok mutluyduk' diye cevaplamış yolcular. 'O halde girin ve şehrin tadını çıkarın, zira bu şehrin ahalisi de öyledir' demiş adam. Hayata nasıl baktığımız neyi gördüğümüzü belirler. Düşüncelerimiz bazen hislerimizi tayin eder. Hayatı hakkını vererek yaşayabilmek çok önemlidir. Öğrenci ustasına sormuş : 'Usta nasıl aydınlanırsın?' 'Yiyerek ve uyuyarak' demiş usta. Talebenin kafası karışmış. 'Ama usta herkes uyur ve herkes yemek yer'. Bunun üzerine usta şöyle cevap vermiş : 'Ama yediği zaman herkes yemez ve uyuduğu zaman herkes uyumaz'.
 
 
Prof. Dr. Kemal SAYAR


4074
Şiir / ÜŞÜYORUM (Muhsin YAZICIOĞLU)
« : 26 Mart 2009, 02:17:40 ös »
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır

Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum

Gözlerim parke parke taş duvarlarda

Açılıyor hayal pencerelerim

Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum

Kekik kokulu koyaklardan aşarak

Güvercinler ülkesinde dolaşıyor

Bir çeşme başı arıyorum

Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp

Mis gibi nane kokuları arasında

Ruhumu dinlemek istiyorum

Zikre dalmış her şey

Güne gülümserken papatyalar

Dualar gibi yükselir ümitlerim

Güneşle kol kola kırlarda koşarak

Siz peygamber çiçekleri toplarken

Ben çeşme başında uzanmak istiyorum

Huzur dolu içimde

Ben sonsuzluğu düşünüyorum

Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum

Durun kapanmayın pencerelerim

Güneşimi kapatmayın

Beton çok soğuk, üşüyorum..

(Muhsin YAZICIOĞLU)


Kendi Sesinden dinlemek için tıklayınız...


http://www.haber7.com/haber/20090327/Sen-usudun-bizim-de-icimiz-dondu-Reis.php



4075
Tarih & Türkiye / Çanakkale İçimde
« : 19 Mart 2009, 04:04:20 ös »
Çanakkale İçimde


Anaları mermi kucaklayıp cepheye taşıyacak kadar sevgi dolu idi vatana, bebeklerini beşiklerine taşıyabilmesi için Anadolu kadınlarının kendilerinden sonra milli değerlere er yetiştirmek üzere onları.





Birinci Cihan Harbi taraflarından olan Osmanlı Devleti’nin savaştığı cephelerden sadece birisi Çanakkale, o savaşta şehit olmayıp gazi olanlardan ikisi Mustafa Kemal ve Mehmet Akif. İttihat ve Terakki iktidarının kararı olan savaşa katılmakla kazandığımız zafere karşılık kaybettiklerimiz oldu elbette, yüz binlerce insan. Vatanı kazandık ama insanını kaybettik, ancak kazandığımız vatanı da zaten yeniden savaşıp kazanmak gerekti ‘kurtuluş savaşı’ adı ile yapılan savaşımla geriye kalan milletle.  Çanakkale Zaferinin neticesi Sevr anlaşması imzalanmakla soykırıma tabi kılındığımızı anlamış olduk beklide savaş adı altında. İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy gibi soyu er kişiler ile Mustafa Kemal Atatürk gibi Türk’e ata olmaya emek verenler harabeden hazine çıkardılar; ‘kuvayımilliye’.

Milli kuvvetlerle giderildi vücudu saran illetler o demlerde, bayrağa renk verecek kanı vardı milletin delikanlılarının; harcayacak parası vardı sermayesi imanı olan alnı terleyebilecek kadar ak olan babalarının. Anaları mermi kucaklayıp cepheye taşıyacak kadar sevgi dolu idi vatana, bebeklerini beşiklerine taşıyabilmesi için Anadolu kadınlarının kendilerinden sonra milli değerlere er yetiştirmek üzere onları. Anadolu’yu bir petek ve insanını bir arı gördüğü için o günkü canlar, arı kovanındaki arılar gibi çalıştılar daima ve bir saldırı anında arının hasmı sokması halinde kendisinin öleceğini bilmesine karşın feda etmesi gibi kendini kovanın saadet ve bekasına; o arı gibi insanlar ar etti de can taşımaktan kovana ihanet edip, kovanı korudular arı soyunun devamı için ve bal gibi milli –dini- değerlerin üretimine devam edilebilmesi için.

Çanak ve boğaz derdine düşen bir insan türü görmekte isek baktığımızda bu topraklar üzerinde eğer, bu topraklar için can verip bu topraktan yeşerene can veren şehitlerle ilgisi olmadığını biliriz onların; biliriz ki onlar ithal gıdalar ile beslenmekte olan beslemelerdir, elin emeğiyle geçinirler onlar alın emeği yerine. Milli değerlerimize değmeden gezinenleri görüyorsak eğer ortalıkta nazar edince civara, zilli değerlerin sesine kanmış olduklarını anlarız fareli köyün sihirli kavalcısı ardınca seğirten fareler gibi seğirttikleri için Wilson’un torunlarının besteleri ardında. Dolar’ın rengi karşısında gözleri dolanların, bayrağın rengi karşısına istiklal marşı okunurken sadece zamanı doluyorsa, biliriz ki ‘kale’ içten fethedilmiştir o oranda.

Ebabil kuşu gibi kutlu atışı ile Seyit Çavuş gibi erler karanlık ordusunun ‘Yarımdünya’ sını batırıyordu kara sulara dün, yeni bir dünya doğsun için. ‘batsın bu dünya’ diye nağme okuyan bu günkü kukuma kuşu gibi mutlu oturuş ehli beyler, ruhlarını milli –dini değerler yerine müzikle beslemekle aydınlık ordusunun zaferini baltalamaktadırlar bu ahval ile içeriden.  El elin eşeğini türkü söyleyerek arar fakat bizim ecdadımız bu vatan kaybedilirken onu süngü ucuyla aramıştır o yaşanacak coğrafyada ölmek pahasına. O halde biz kimin yitik eşeğini arıyoruz TV ekranlarında alaturka müsabakalarında acaba, küre sel’e gidiyor mazlumun gözyaşlarından ama bizim kahkahalar yükseliyor evlerimizden; her gün yeni bir beste işitiyoruz yitik merkeplerimiz için devlerimizden.

İstiklal Marşımız boğazımıza düğümlenmeden söylenebiliyorsa efrenci bestesi ile hafta başında ve sonunda mektep önlerinde eğer, onun da ruha değmeden çıkıyor olmasıdır avaza. Çanak ve boğaz koşuşturmasında gürültüye gitmiş ise ruh ve mana, kale geçmiştir belki de ele. Kameraya el salla, zira Tanrı’nın kayıt görevlileri kaydediyorlar hayatları daima; dedemize de gösterecekler yaşananları burada, bize de gösterecekler tabi orada günümüzü de dünümüzü de. Tarihin bir Mart’ında bahar ayında, hayatlarının ilkbaharında; bir bahir kenarında buhar olup yücelen canların aşkına, yol vermemek gerekir şaşkına. ‘Yol onun, varlık onun; gerisi hep angarya’, yolcu yoluna.

Ömer ÇELEBİ

4076
selam,
 
ben İ.' en E.'in arkadaşıyım, ısrarla sizinle tanışmamı, hatta  mümkünse görüşmemi tavsiye ettiği için size yazma gereği duydum, zira hayrın nereden geleceği belli olmaz ...
 
adım F., ben de İ. oturuyorum (evliyim). 1977 doğumlu olup herkesin olduğu  gibi benimde değişik bir hikayem var... ne kadar değişik olsa da aynı payda da  tanıştığımız arkadaşlar oldu, bunların çoğu cinsellik tatmini için olsa da pek azı sadece can yoldaşı oldu...
 
paydamız tabiki gaylik, o ya da bu şekilde ortamda kendini bulan , ortama girmese de kıyıda köşede yaşayanları biliyoruz ki günümüzde bu tiplerde yok kadar azlar... ünv. yıllarında ilk cinsel tecrübemi yaşadığım da bir müslüman olarak haramlarla helaller arasındaki kalın duvarımı da yıkmış oldum... ilk ilişkim ben istemeden oldu detayına girmek istemiyorum ama ilki böyle zorla olmasına rağmen sonraki günlerde bu konuda isteğim arttı. şeytan boş durmadı yani. gay cluplere girip çıkmaya başladım tanıdığım arkadaşlar vasıtasıyla gay cafelerde oturdum çevremde benim gibileri görünce içim rahatladı, sevgilim diyordu iki erkek birbirine çok şaşırdım. konuştum bir çoğuyla dertleştim, 38 yaşında biri bana aşık olmuş ama ben bir türlü kabullenemedim kabullenmem için de zorlamadı saolsun sonradan kendiliğimden konul ettim durumu(sevgililiği) yoksa gayliğimi kabul edeli yıllarolmuştu da ben kendime konduramıyordum.... derken dedim ya rahtlattı beni bu insan kalabalığı hem de kimler yoktu ki her yaş aralığından ve her meslekten, hacısı da vardı hocası da pskoloğu da vardı inşaatçısı da ama nerdeyse her meslekten insan vardı... en çok şaşırdığım evlilerdi nasıl olmuş da evlenmişlerdi hatta çocukları vardı hele bir tanesi çocuğundan bahsederken ağlıyordu ona söylemiş gay olduğunu çocuk da kabul etmiş ağzımız açık dinledik adamı... yüzeysel anlatılanların hiç birinde sorun yok gibiydi, iç dünyaları nasıldı bilmiyorum ama dine saygılı olanlardan çok din kavramını unutanlar çoktu... herkesin ağzında " biz böyle yaratıldık, diğer tarafta da heterolar gibi hesabımızı vereceğiz Allah (cc) bizi böyle kabul edecek; yeterki işin orospuluğuna kaçmayalım ,affedecek bizi" diyenlerin sayısı hiç de az değildi ... ben de inandım bu görüşe... nede olsa ALLAH " ben kulumun zannı üzereyim" demiyor muydu?  ALLAH yaratılışta hata yapmadı yaa, bir hastalık olsa hatırlardık , bir fantazi olsa hetorolar gibi de düşünmemiz lazım, kimse duygusunun ne zaman başladığını bilmiyordu ( bu da yartılıştan geldiği; genetik olduğunu ıspatlamıyor muydu?) içlerinden din adamları da aynı şeyi söyleyince bize sadece susmak kalıyordu...
 
daha yaşadığım o kadar çok şey var ki...kısa kesiyorum.
 
 
eşcinselliğin ben de cinlerden olduğunu düşündüm bir ara , bana musalat olmuşlardı (şimdi rahatım çok şükür) musallat olanlar bayanmış hamilelikte sübyan diyorlar onunla tanımışlar beni , duygularımı yönetmişler falan ... bunu bana yine onlardan biri söyledi size inandırıcı gelmeyebilir... ama bu gerçek... bu konuyu  çok uzun bilin istediğim için değinmek istedim...
 
ünv. mezun olunca ücretli öğretmenlik yaptım bir yıl annemlerle kalmaya başladım  , aynı zamanda da öğretmenlik yapıyordum,

babam çok despot biridir ,

içimde çocukluktan gelen bir korku vardır ona karşı , bunun yanında pek sevdiğimi de söyleyemezdim o zamanlar... bana evlenme baskısı yaptılar zamanı geldi falan ben erteliyordum kokuyordum çünkü hiç bir bayanla cinsellik yaşamamıştım bırakın bunu porno sitelerinde bile bayan vucudu beni cezbetmiyordu :( askerlik, atama bahaneleri uyduyordum ama nafile sen ilk çocuksun, mürvetini görelim nasısa kısa dönem yapcaksın, atamay bekleme biz sana yardım ederiz falan, ben de inançlı biriyim belki bir vesile olur da kurtulurum düşüncesiyle sıcak bakmaya başladım, bir psikologla konuştum bu konuda " kadına bakınca bir şey hissetmemen sıradışı bir şey değil bu heterolarda da olur bazan dedi, ten teması olunca farklı hissedeceksin ve kendinle barışacaksın; evlenirsen de kesinlikle alıngan olmayacaksın "dedi bana rahatlamıştım biraz, düzenli hayat, yaşlılıkta hayat arkadaşı lazımdı nede olsa , duygumdan kurtulamazsam da evli gayler vardı gayette mutluydular" diye düşündüm... kendimce kriterler belirledim ben seçmeliyim eşimi mşnyon olmalı, kadınsı olmamalı, benden yaşca büyük olmalı( cinsellili çok istemesin diye :) komik ) ünv. okumuş tanıdık bir arkadaş seçtim sonunda aynı  köyde büyümüştük. açıldım ona kabul etti beni biraz gez dolaş tanışma el ele tutşmak falan bana aşık oldu eşim  :) ama ben de tık yok.. hatta onun sevgisi altında eziliyordum ve buna ağır geliyordu ... karar verdim gay olduğumu söyleyip ayrılacaktım kendisinden ... önce ilgimi kestim biraz sormaya başladı ne oldu diye, bende bir buluşmamızda anlattım her şeyi... çok şaşırdı .. araştırmadan bana cevap verme dedim ama beni dinlemedi... seni yalnız bırakmıcam seninleyim deyince bu sefer ben şok geçirdim, dünyam yıkıldı desem aynı şey... bunda da vardır bir hayır diyerek üstelemedim illaki ayrılalım diye... ben ona bu konuyu hissettirmeyeceğime onu ihmal etmeyeceğime söz verdim (ki sözümde durdum) o da bana alınganlık yapıp eşcinlelik kelimesini kullanmayacağına söz verdi (o da sözünde durdu) 5 yıldır evliyiz, çok iyi bir beraberliğimiz var çevremizdekiler gıptayla bakıyr bize... çocuğumuz olmadı tedavi gördük ama olmadı aşılama falan denedik 4 kere şimdi tüp bebek denicez bakalım ne olacak... evlilik süresince es geçmek istemiyorum gay ilişkilerim oldu çünkü eşimle olan cinsellik onu tatmin etti ama beni hiç tatmin etmedi mutlu olamadım... evlendikten yaklaşık 6 ay sonra bir sevgili edindim sonara bir tane daha .... ve dost E. 'le  tanıştım.. bu birlikletilklerimin evliliğime olumlu yansımaları oldu... bşta kaldığımda porno sitelere giriyordum tatmin olmak için bunda evlillkteki cinselliğimi etkiliyordu...
 
neyse kısa keseyim çok zamanımı aldı derse gidecem.... durum bu bir gün enginle sizin kitabınızı gördük ve internetten satın aldık, ben eve sokamayacağım için saolsun E. okuyor, ama aktarıyor... inşallah faydası olur.. E. 'le çok güzel bir yola girdik RABBİM utandırmasın... bu konuda ( iyileşme ) hiç bir gayden destek görmedim , kabullen rahatla dediler ben de öyle yaptım .. yaklaşık 5 aydır E. 'le beraberiz ve farklıyız bu süreçte en iyi yerdeyim diyorum sanki bataklıklan bir ayağımı çıkardım... çok denemedim ama olmadı " anal ilişki yaşamamayı , tek eşli olmayı kendime kar gördüm" neyse geç kalacağım derse .. kesmek zorundayım ...
 

 
saygılar sunuyorum


4077
Nerden başlıyacagımı bilemiyorum ama maddi sıkıntılar yüzünden çalışmak zorunda kaldım , orda normal bir erkek arkadaşım vardı.Öncelikle normal bir arkadaşlığım vardı ,bu arkadaşlıgımız ilerledi, daha önceden benim hiç duygusal boyutta arkadaşım olmadı .Benim düşüncem eğer bir gün olursa bu evleneceğim kişi olmalıydı bunuda kendisine anlattım , oda kabul etti.İlk başlarda çok güzeldi benim ne kendi tarafından nede başkası tarafından üzülmeme izin vermezdi.Ama gün geçtikce aramızda ufak tefek kavgalar çıkmaya başladı bunlar hergün birazdaha kötü oldu, aslında çok duygusal normalde çok iyi ama sinirlenince ne yaptığını bilmiyor sinirli hali fazla sürmüyor ama o an gözü hiç birşey görmüyor benden sinirli olunca susmamı istiyor onuda ben yapamıyorum son olayımızda köpegimiz yüzünden kavga çıktı o an kendini kaybetti ve ilk defa fiziksel olarak canımı acıttı .Ama şunuda söylemem gerekiyor daha önceki kavgalarda sözlü olarak kırıcı sözler söyledi bir bayanın duymak istemiyecegi çoğu şeyi ama siniri geçtikten sonra söylediklerinin gerçek düşünceleri olmadığını söylüyor.Beni sevdiğini ve benimle evlenmek istediğini söylüyor aslında bende seviyorum ama bu olaylar beni sürekli düşünmeye itiyor.4 yada 5 ay sonra evlen meyi düşünüyorduk bu sinirle bizim sonumuz yok gibi görünüyor.Birde daha 3aya kadar aynı şehirdeydik sürekli görüşüyorduk şimdi tayini çıktı oda sizin meslekten doktor yeni atandı .Evcimen bir yapıya sahip okul zamanında da sürekli evde kalırdı pek sosyal hayatı yoktu ınternette oyun oynardı şimdi direk mesleğe başlayınca hayatı alt üst oldu bır gün durup birgün nöbet tutuyor onuda anlıyorum hatta destek olmaya çalısıyorum her fırsatta yanına gidiyorum ama yanında olduğum zamanda sürekli tartışıyoruz. Bütün sorunumuz bitmiş gibi birde orda pskolajisi bozuk bir hemşire var.Kişilik çatışması yaşıyormuş sürekli erkek arkadaşımı arıyor ama erkek arkadaşım istemediğinini aramamasını söylüyor.Ama ısrarla arıyor bu yüzdendede aramızda sorun cçıktı sürekli düşünüyorum ama kafam çok karışık düşüncelerden kurtulamıyorum , kaç defa ayrılmak istediğimi söyledim ama sadece dilimin ucuyla oluyo aklımdan ve kalbimden çıkaramıyorum .Sürekli beni sevdiğini söylüyor bende düşünüyorom kafam da birsürü şey var sevse böyle beni niye üzsün diyorum .napacağımı bilmiyorum ilerde evlenipte mutlu olamamaktan korkuyorum .Arkadaşımın bir sorunu daha var ona göre değil ama bana göre sorun tartışmamız orda onun için bitiyor hemen unutuyor ama ben bunu yapamıyorum unutamıyorum sürekli aklımda oluyor Sanki hiç güzel birşey olmamış gibi sürekli kötü şeyler düşünüyorum . .Aslında onun yanında olunca ailem bile aklıma gelmiyor kendimi huzurlu hissediyorum ,güvende hissediyorum ama ayrıldıgımızda sorun olmasa bile kötüşeyler aklımda.sürekli içimde buruk bir his oluyor ,.napacağımı bilmiyorum bana yardımcı olabilirseniz ...Şimdiden ilgilendiğiniz için teşekür ederim size


4078
Genel Tartışma / Gerçek aşkın sırrı!
« : 17 Mart 2009, 02:44:51 ös »
    
Gerçek aşkın sırrı!
Siz de güzel bir ilişki yaşamak ister misiniz?

Gerçek aşkın öz güvene dayalı ilişkilerde yaşanabileceği bildirildi.

Adana Numune Hastanesinde görevli ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı psikiyatr Dr. Sümer Öztanrıöver, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlıklı ilişkilerin belirli bir mesafe gerektirdiğini, bireysel farklılıkların korunmasının aşk ve sevgi açısından olumlu gelişmeler sağlayacağını söyledi.

İstanbul'da çöp konteynerinde parçalanmış cesedi bulunan Münevver Karabulut (18) ve öldürdüğü iddia edilen sevgisi C.G'nin yaşadığı olayı değerlendiren Öztanrıöver, şöyle konuştu:

''Sadece öz güveni çok düşük kişiler bunu yapabilir. Öz güven ile kendine güven hep karıştırılır. Kendine güveni yüksek, karizmatik, başarılı bir kişinin öz güveni çok düşük olabilir. Kendine güven, dış kaynaklardan başarı, statü, ün, para ve güzellik ve bu tür şeylerden beslenir. Oysa öz güven kişinin kendini koşulsuz kabul etmesinden ve sevmesinden gücünü alır. Öz güveni yüksek olan kişiler sevgiye ihtiyaç duymadan, koşulsuz sever. Yüksek öz güvenli birinin yanında kendiniz olabilirsiniz ve hata yapmaktan çekinmezsiniz. Öz güveni düşük olan kişi ise sevgiye umutsuzca ihtiyaç duyar. Sevgiyi alamazsa zorla talep eder. Yine başarılı olamazsa 'ya benim olursun ya toprağın' saplantısıyla öldürebilir.''

Kendini sevmeyen bir kişinin başka birini gerçekten sevmesinin imkansız olduğunu ifade eden Öztanrıöver, ''Böyle biri, sevdiğini zannettiği kişiyle birlikte olduğunda onu bir nesneye dönüştürür yani kendine mal eder. Onun kimliğinin kendine özgü yanlarını, benzersizliğini kabul edemez, onu kendi istediği kişi olmaya zorlar'' dedi.

-''İLİŞKİNİZDE MERAK VE KEŞFETME OLSUN''-

Öztanrıöver, gizemin kararında olmasının ilişkileri canlı tutabileceğini belirterek, ilişkide merak ve keşfetme olması gerektiğini söyledi.

Her yapılan konusunda bilgi verme yaklaşımının temelinde ''hesap sorma''nın bulunduğuna dikkati çeken Öztanrıöver, şunları kaydetti:

''Bu durumda her şeyi birlikte yapmak gerektiği düşüncesi vardır. İlişkide duygusal şiddet hemen daima kuraldır. Yargılama, suçlama, aşağılama gibi yıkıcı eleştiri, değiştirme isteği ve zorlaması vardır. Onunla birlikte olmak için hep ödün vermeniz gerekir. Fiziksel şiddet de sık görülür.''

Günde onlarca kez görüşme ve mesajlaşmanın aşkın güçlü bir kanıtı değil ilişkiyi yıpratan bir bağımlılık olduğunu belirten Öztanrıöver, ''İlişkinin bitmesi olasılığına açık olun. 'Seni sonsuza kadar seveceğim' sözünü ne kendiniz verin ne de karşınızdakinden isteyin. Ne olursanız olun kendiniz olun. Sezen Aksu'nun şarkısında söylediğini yapmayın, yani 'sevdiğinizde tutuklu kalmayın'. Bırakın ilişkiniz sizi özgürleştirsin'' diye konuştu.

4079
SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?


Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

4080
Genel Tartışma / ÇOCUKLARIN İBADETİ OYUNDUR.
« : 17 Mart 2009, 11:20:46 öö »
Kolonya şisenin aslında vites, yuvarlak gümüş tepsinin direksiyon olduğunu, mısırcının aslında mısırcı değil simitçi olduğunu hiçbiriniz bilmiyordur. Hele ki terliklerin gaz ve fren pedalı olduğunu hiç duymamışsınızdır. Araba kullanmaya bunlarla başladım ben. Hatta taksicilik bile yaptım o arabayla. Acıkınca simitçiden sütlü mısır alıp yerdim. Akşam olunca da evime ailemin yanına -çocuk odası- gidip çoluk çocukla ilgilenirdim. Eeee baba olmak kolay değil bide yaşınız on bile değilse hiç kolay değil. Ozamanlar en çok kitapçıya giderdim. İti tane kipatı koduz liraya alır çıkardım dükkandan. Sonra gümüş tepsi sallamaya... Şehre annemler gelince hepsi yok olurdu. Şehir -bizim ev, benim ailem- kardeşim ve üst komşunun kızı, direksiyon- gümüş tepsi ve diğerleri de eski görevlerine geri dönerlerdi.

AHMET TÜRKYILMAZ

Sayfa: 1 ... 270 271 [272] 273