Gönderen Konu: SAĞLIK & ŞİFA  (Okunma sayısı 7248 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
SAĞLIK & ŞİFA
« : 25 Temmuz 2010, 04:15:33 öö »



Süt ürünlerinin ana gıda gruplarından olan yoğurt en besleyici, sağlıklı ve yüksek miktarda protein , kalsiyum, fosfor, iyod, flor ve çeşitli vitaminleri de içermektedir.

Yoğurt bağışıklık sistemini güçlendirerek bir çok hastalığı önleyici etkiye sahiptir. Yoğurdun ve yoğurt üretiminde kullanılan laktik asit bakterilerinin kanser, enfeksiyonlar, gastro intestinal hastalıklar ve astım gibi hastalıkları önleyici etkilerinin olduğu yapılan araştırmalarda bulunmuştur. Tüm bu hastalıkların oluşmasında en önemli nedenin bağışıklık sistemi olduğu saptanmıştır.


Yoğurdun bağışıklık sistemine uyarıcı etkisinden dolayı çeşitli hastalıkların önlenmesinde önemli bir etkendir. Yoğurdu sofralarından eksik etmeyen kişiler ve özellikle yaşlılar gibi bağışıklık sistemi baskılanmış gruplarda bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklara karşı direnç de artmaktadır.

Ve yoğurt hakkında bilmemiz gerekenler:

Zararlı bakterilerin üremesini durdurarak bağırsakların düzenli olarak çalışmasını sağlar.
Sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasına yardımcı etkisi bulunmaktadır, mide rahatsızlıklarını önler.
Şeker hastaları için yararlı bir besindir,kan şekerini düzenleyici etkisi bulunmaktadır. Kaymağı alınmış ve ekşimemiş yoğurt tercih edilmelidir.
Bağırsak düzensizliklerinin giderilmesine, özellikle çocuk ve yetişkinlerde karşılaşılan ishallerin tedavisine yardımcı olur.
Bağırsaklarda bulunan tehlikeli ve zararlı mikropların çoğalmalarına ve hatta yaşamalarına engel olur.
Kanser riskini azaltır, özellikle kolon kanserine karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır.
Vücuttaki kolesterol miktarının azalmasına yardımcı olur, LDL-kolesterolü azaltır.
Kanda sağlıklı asit baz dengesi sağlar.
Süt ve süt ürünlerini tükettikten sonra laktoz intolerans nedeniyle bağırsaklarda gaz problemi yaşayan kişilerde laktozu parçalanması nedeniyle gaz oluşumu azaltır.
Bağırsakları temizlediği, zararlı bakterileri önleyerek ishal oluşumunu engellediği için gıda zehirlenmelerine karşı koruyucudur.
Bağırsaklarda B vitaminlerinin üretilmesini sağlar.
Suyuyla birlikte yenmelidir, suyu vitamin içerir. Süzme yoğurtta B vitamini kalmaz.
Rahatlatıcı etkisi bulunmaktadır, bu nedenle iyi bir uyku için idealdir.
Kalsiyumun daha fazla emilmesini ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini sağlamaktadır.
Antibiyotik kullananlar, ilacın etkisiyle zarar görebilecek yararlı bakterilerin korunması amacıyla, yoğurt yemelidirler.
Midesi çok duyarlı olanlar, oniki parmak bağırsağı ülseri olanlara dokunabilir.Bu durumda dikkatli tüketilmelidir.
Yoğurt, ayrıca inulin adıyla bilinen, alt sindirim sistemindeki sağlığı geliştirici bakterilerin üremelerini ve canlı kalmalarını sağlayan prebiotik bir madde içermektedir. Yoğurt gibi fermente süt ürünlerinin üretiminde kullanılan geleneksel laktik asit bakterileri gastrointestinal sistemde canlı kalamaz.

Probiyotik gıdalar 'yeterli sayıda alındığı zaman bağırsak mikroflorasının dengesini geliştirerek katkıda bulunan canlı bakteriler içeren gıdalar' olarak tanımlanmaktadır. Probiyotiklerin bağışıklık sistemini geliştirdiği ve kolon kanseri riskini de düşürdüğü belirtilmektedir. Geleneksel olarak probiyotikler yoğurt ve diğer fermente gıdalara eklenirken, son yıllarda içeceklere ve tablet, kapsül veya dondurularak kurutulmuş formdaki preparatlara da ilave edilmiştir.

Sindirim sisteminde bulunan bu yararlı bakterilerin etkileri, onların canlı olmasına ve metabolik aktivitelerine bağlıdır.Probiyotikler yutuldukları zaman mide ve safra asitleri tarafından elimine olabilirler,ancak bir kısmı kalın barsağa ulaşır ve orada yerleşir. Üremeleri oligosakkarit olarak bilinen kompleks karbonhidratların varlığına bağlıdır. Belirli oligosakkaritler prebiyotikler olarak düşünülür. Bunlar sindirilemeyen gıdalardır, ancak kolondaki bir veya sınırlı sayıdaki bakterinin aktivitesi ve üremesini destekleyerek yarar sağlar. Probiyotik gıdalardan maksimum yararın sağlanabilmasi için, prebiyotikler kullanılır. Fermente olabilen lif türleri, zararlı bakterilerin gelişimini engelleyerek probiyotik etki gösterir. Barsak içindeki ortamın pH'sını değiştirerek aside dönüştürür ve zararlı bakteri enzimlerinin çalışmasını engeller. Böylece sağlık üzerinde koruyucu etkiye sahiptir.

Probiotikler ve prebiotikler, daha etkili olmaları için bir arada kullanılmakta ve buna da sinbiyotikler adı verilmektedir.

Yoğurdun içerdiği probiotik ve prebiotik maddelerin kabızlık, ishal, kalp hastalıkları, şeker, kemik erimesi, oburluk ve kalın bağırsak kanseri gibi çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiği,bağışıklık sistemini güçlendirdiği özellikle immunoglobulin A'dan zengin olduğu, B grubu vitaminler ve Folik asit sentezinde yer aldığı, laktozun sindirimini kolaylaştırdığı ve ishali önleyici etkisinin bulunduğu bilinmektedir.

Deyim yerindeyse, yoğurt 7'den 70'e herkese lazım. Hatta en çok 7'sindekine ve 70'indekine lazım. Bu yüzden çocuk yaşlı herkesin günlük beslenmelerinde muhakkak yoğurda yer vermesi gerekmektedir

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #1 : 25 Temmuz 2010, 04:17:53 öö »
Çocukların dişleri niye çürüyor?
Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerirler, bu nedenle çürümeye daha yatkınlardır, daha kolay ve hızlı çürürler.

Çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir.

Çocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler. Çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu diş fırçalama alışkanlığını belirler.

Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir.

Çürük oluşumu engellenebilir mi?

Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı yada ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi; "fissür örtücü" dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan "fissür" adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığı vs. nin sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir.

Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır. Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır.

Süt dişlerinin önemi nedir?

Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamaktır. Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlıdır. Bunların yanında aşağıdaki gibi bir görüntü, hiç kimsenin çocuğunda görmek istemeyeceği ciddi estetik sorunlara yol açmaktadır.

Süt dişleri kapladıkları alanı kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı diş için korumakta ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik yapmaktadırlar.
Süt dişi erken çekildiği zaman bu doğal yer tutuculuk fonksiyonu da ortadan kalkmaktadır.

Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi?
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine (romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıyla süt dişlerindeki çürükler, "nasıl olsa yerine yenileri gelecek" yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir.

Süt dişlerindeki çürükler ; ağrı ile çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir . Ayrıca bu çürükler süt dişlerinin çok erken kaybına neden olabilir.

Çocuklarda diş yaralanmaları
Çocuklarda dişlerin zarar gördüğü kazalarda zaman kaybetmeden müdahalede bulunulmalıdır. Doğru tanı konması çok önemlidir. Bunun için hekiminiz size, kazanın ne zaman ve nerede olduğunu, darbenin ne taraftan geldiğini, kaza sonrası baygınlık, kusma, hafıza kaybı vb. olup olmadığını soracaktır. Verilen bilgiler doğrultusunda en doğru tedavi uygulanabilecektir.

Çocuklardaki diş yaralanmaları, bazen kalıcı dişin tamamıyla yuvasından ayrılmasına sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş ile birlikte acilen dişhekiminize gitmelisiniz. Bu esnada diş, bir bardak sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir.

Bebeklerde ağız bakımı
Bebeklerin, en azından ilk dört ay anne sütü ile beslenmeleri ağız çevresindeki yumuşak doku ve kas fonksiyonlarının normal gelişimini sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda fizyolojik başlıklı (damaklı, kesik uçlu) biberon kullanımı gerekir.

Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye alıştırılmalıdır.

Biberonla beslenme en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2 – 2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak emme alışkanlığı mevcutsa, bunun sebebi araştırılarak 3 – 6 yaş arasında bu alışkanlık mutlaka giderilmelidir.

Solunum problemleri, çene gelişmesi üzerine olumsuz etki eder. Burundan değil de, sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa (bu durum uykuda daha iyi anlaşılır) muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır.

Çocuklarda diş fırçalama ne zaman başlamalıdır?
Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur.

Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5 – 3 yaşında ) başlanması uygundur.

Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra Anne-Babanın kontrolü iyi olur.

Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli?
Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Eskimiş bir süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler fırçalanamaz. Fırça kılları aşınır aşınmaz (Ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir.

Çocuğuma dişlerini günde kaç kez fırçalatmalıyım?
Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama alışkanlığı da çocukluk döneminde kazanılacaktır.

Çocuklarda bazı ağız ve diş problemleri :

1) Diş Gıcırdatma:

Nedenleri
Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları, anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu alışkanlığa daha eğilimlidir.

Belirtileri
Dişlerde aşınma, uyurken çıkartılan gıcırdatma sesleri, yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde problemler, baş ağrısı, dişlerde sallanma ve hassasiyet.

Tedavisi
Öncelikle psikolojik açıdan diş gıcırdatmaya yol açan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Bu başarılamaz, hastaya takıp çıkartılabilien bir gece plağı yapılır.

2) Parmak Emme:

Nedenleri: Parmak emme küçük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar kendiliğinden ortadan kalkar. Alışkanlığın sürekli dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu bozuklukların nedeni parmağın ön dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Ortaya çıkan bozukluğun derecesi emmenin süresine, sıklığına, şiddetine ve emme sırasında parmağın pozisyonuna bağlıdır.

Tedavisi:
Parmak emmeyi önlemenin en etkili yolu parmak emmeye eğilim gösteren çocuğu emziğe alıştırmaktır. Emziğin hem verdiği zarar daha azdır, hemde daha kolay bırakılabilir.
Tedavinin zamanlaması çok önemlidir. Çocuğun kendisi bu alışkanlıktan kurtulmayı istemedikçe, tedavinin başarıya ulaşması imkansızdır.
Çocuğun çevre baskısına uğramaması ve alay edilmemesi için okul çağından önce bırakması psikolojik yönden çok faydalıdır.
Çocuk baskı altına alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir.
Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım alınması gereklidir.

3) Emzik

Bebekler için emmek rahatlamanın ve güven içinde hissetmenin en doğal yoludur.
Eğer bebek parmak emme eğilimi gösteriyorsa, derhal emziğe yönlendirilmelidir. Emzik parmak emmeye göre hem daha az zararlıdır; hem de sonraki yaşlarda daha kolay bırakılabilir.
Emzik günün büyük bir bölümünde değil, sadece gerekli olduğunda verilmelidir.
Yapısal bozukluklara yol açmamak için, mümkün olduğu doğal meme yapısındaki emzikler seçilmelidir.
Emziklerin yapısının sağlamlığı her gün kontrol edilmelidir.
Emziğin büyüklüğü ağzın yapısına uygun olmalıdır.

4) Biberon çürüğü

Bebeğimin dişleri sürer sürmez çürüdü. Nedeni ne olabilir?
Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce yada uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.

Biberon çürüğünden korunmak için ne yapmak gerekir?
Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir.

Bunlar nelerdir?

Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin.
Beslendikten sonra uyutmaya çalışın.
Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin.
Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin.
İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.
Biberon çürüğü önemli midir?
Biberon çürüğü görülen dişler tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.

Biberon emmediği halde bebeğimin dişleri çürüdü sebebi ne olabilir?
Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.

Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar kullanılmalıdır?

Bebeklik döneminde ve üç yaşına kadar çocuklarda diş macunu kullanımı önerilmez. Diş macunu kullanımına üç yaşından sonra başlanmalıdır.Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5 cm. değil, bir leblebi kadar macun fırçalama için yeterli olacaktır.

Diş macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir. Önemli olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır.

Fırçalama işleminde macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin önemli olduğunu unutmamak gerekir.

Çocuk dişlerinde acil durumlar

Diş Ağrısı:
Ağrıyan dişin çevresini temizleyin. Ilık tuzlu su ile gargara yaptırın ve eğer varsa sıkışmış yiyecek artıklarını diş ipi ile uzaklaştırın. Asla dişin üzerine aspirin ya da benzeri ilaçlar koymayın. Çocuğunuza daha önce de denemiş olduğunuz bir ağrı kesici verin ve en kısa sürede bir diş hekimine götürün.
Isırılmış Dudak, Dil, Dudak Yada Yanak:
Yaralı bölgeye buz koyun. Eğer kanama varsa, temiz bir gazlı bez ile hafifçe basınç uygulayın. Kanama 15 dakika içinde durmazsa diş hekiminize başvurun.
Diş Tümüyle Çıkmışsa:
Dişi bulun. Köküne mümkün olduğunca dokunmadan alın. Diş hekimine gidene kadar dişi saklamak için en ideal ortam süttür. Temiz bir kapta sütün içinde koruyarak en kısa sürede diş hekiminize gidin.
Süt Veya Sürekli Dişlere Travma:
Hiç zaman kaybetmeden diş hekiminiz ile temasa geçin. Travmalardan sonra her kaybedilen saat oluşan hasarı büyütmektedir.
Diş Hekiminize ulaşana Kadar:
Yarayı ılık su ile temizleyin. O bölgeye soğuk kompres uygulayın. Varsa Kırık diş parçalarını saklayın.

Süt dişleri toplam 20 tanedir.
Süt dişlerinin aralarının açık olması normaldir. Bunun nedeni yerlerine gelecek daimi dişlere yer sağlamaktır.
Süt dişlerinde de çürük oluşabilir. Bu çürüklerinde mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
Süt dişleri iltihaplanmış ise önce kanal tedavisi denenmeli, mümkün olmazsa diş çekilmelidir.
Süt dişleri zamanından önce çekilirse, alttan gelen daimi dişe yer kalmaz ve yer darlığı oluşur.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #2 : 25 Temmuz 2010, 04:21:05 öö »
Harika besin karpuzun 10 faydası

1 - Açken tüketilmesi önerilir
Karpuzu açken tüketmek, içerdiği faydalardan azami şekilde yararlanılmasını sağlar.

 
 

 

 

 

 

2 - Antioksidan içerir
Bol bol B, C vitamini ve anti-oksidan içermektedir.

 

 
3 - Bedeni temizler
Karpuz bedeni temizleyici özelliğe sahiptir.

4 - Kan basıncını dengeler
Kan basıncının dengelenmesine yardımcı olur



5 - Üre temizler
Böbrekteki üre ve ürat tuzlarını temizleyici özelliği vardır.



6 - Kilo verdirir
Bol miktarda su içermesi ve şeker barındırmaması, ayrıca boşaltımı hızlandırması gibi özellikleriyle kilo vermeyi hızlandırır.



7 - Böbrekleri çalıştırır
Karpuzun yüzde 95'i su olduğundan böbrekleri çok iyi çalıştırır.



8 - Kum döktürür
Kum dökme, taş düşürmeye de etkilidir.


 9 - Antioksidan içerir
Bol bol B, C vitamini ve anti-oksidan içermektedir.

 



10 - Kalp krizine karşı korur
İçeriğindeki yüksek potasyum ve Beta Karoten maddesi sayesinde kalp krizine karşı koruyucu


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #3 : 25 Temmuz 2010, 04:22:02 öö »
"PATLICAN, SENİ YARATAN ALLAH'A KURBAN OLAYIM “
Kamuran Alaca/Çınarcık


Başlığı okuyunca kafayı üşüttüğümü sanacaksınız.Eğer siz de benim  gibi 36 yıldır hemoroid(basur) hastası olsanız,ilaçla tedaviniz yok  dense...

Fistülünüzü ya lastikle boğarak çürütüp koparacağınız veya lazerle  kesip yarayı yakacağız deseler ve bunun için de 1 milyar 300 milyon lira isteselerdi...

Hem parası çok,hem ızdırabı çok bir işten,patlıcanın,yeşil  soğanın sayesinde sapları kaynatıp suyunu içerek beş günde parası  yok,ızdırabı yok bir şekilde kurtulsaydınız,bu başlığa az bile derdiniz. 

36 yıldır devamlı sanki tuvalet ihtiyacı var gibi bir hisle  yaşamanın,üstelik ağrı ve kanamanın olmasının ne demek olduğunu ancak bu  derdi çeken bilir. 

Allah,sebep olandan razı olsun.

Gazetede anlatıldığı gibi, 10 adet  kemer patlıcanın yeşil sap kısmını 10 bardak su ile kaynatıp, bu sudan  sabah akşam bir bardak içtim.Beşinci gün sonunda basur diye bir derdim  kalmadı.  Sevincimden sokaklarda bağırıp bu derdi hala çeken kardeşlerime  duyurmak istiyorum ve ilaçla tedavisi yok denilen bu hastalığın çaresini  patlıcanın sapına yerleştiren Yüce Rabbime sonsuz şükürler olsun diyorum."


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #4 : 25 Temmuz 2010, 04:23:33 öö »
SAĞLIKLI BESLENME NEDİR ?

 Her konu hepimizi ilgilendirmez ama yemek kesinlikle herkesi ilgilendiren bir konudur. Hayatın başlıca zevklerinden biridir ve aynı zamanda hayat veren bir temeldir. Vücudumuzdaki gıdalar sürekli yenilenmese, ölürdük. Yiyecek o kadar önemlidir ki, çok eski zamanlardan beri her toplumda ritüellerin temelini oluşturmuştur.

Birbirimizi değerlendirdiğimiz temellerin çoğu görünüşümüze dayanır ve bu dolaylı da olsa yiyecekle bağlantılıdır. Bir toplumun başarısı geleneksel olarak yiyeceklerinin bolluğu ve kalitesiyle -ya da kalite eksikliğiyle- ölçülmüştür.
 

Amerikan toplumu geliştikçe, zengin ve çeşitli yiyeceklere sahip olmak gibi ulusal bir amaç edindi. Dünyadaki herkesi besleyebilmeyi ulusal bir gurur haline getirdi.

Daha 50 yıl önce, beslenme araştırmasının odak noktası, temel gıdaların eksikliğinden kaynaklanan kötü beslenme ve hastalıklarla mücadele etmekti. Bugün, herşey tersine döndü ve aşırı tüketim Amerika"nın temel beslenme sorunu olarak gıda eksikliğinin yerini aldı.

Buna yanıt olarak, Başkan Ronald Reagan döneminde Genel Sağlık Servisi Başhekimi Dr. C. Everett Koop, ülke sağlığı üzerine bir rapor hazırladı. Rapor, AiDS"in yayılmasını sınırlama ve sigarayı bertaraf etmekle birlikte, Amerikalı"lann sağlık gündeminde beslenmeyi üst sıralara yerleştirmektedir. Rapor yıllarca süren araştırmalara dayanan sağlam kanıtlar sunmaktadır. Aşırı bir şekilde sigara ya da içki içmeyen üç kişiden ikisi için, uzun dönemli sağlık durumumuzu en fazla etkileyen seçimlerin diyetle ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Rapor, Amerikalıların daha iyi bir sağlık için diyetlerini nasıl değiştirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.

Bu tavsiyeler, vücudumuzun gıdaları nasıl kullandığına ilişkin temel bilgilerle birlikte bu bölümde ele alınmaktadır, izleyen sayfalarda aynca ağırlık kontrolü ve hastalık durumunda nasıl yemek gerektiği tartışması da yer almaktadır.

Bu sayfalarda ele alınanların dışında, bir beslenme sorunuyla ilişkili özel tavsiyelere ihtiyacınız varsa, bir beslenme uzmanıyla görüşün. Bu unvanı almak için, kişinin güvenilir bir yüksek okul ya da üniversitedeki 4 yıllık bir gıda bilimi ve beslenme programından lisans diploması alması gerekir. Beslenme durumunuzu incelemek ya da düzeltmek için başka insanlar da yardımcı olabilir. Bazı doktorlar beslenmeye özel bir önem vermektedirler. Ev ekonomicileri genellikle yemek planlaması, gıda koruma ve yemek hazırlama konusunda iyi bir bilgi kaynağı oluştururlar, afina belirli bir kişinin beslenme ihtiyaçları konuşunda tavsiyede bulunma açısından bir diyetisyenden daha az ehliyetlidirler.

Beslenme uzmanı terimi özel olarak tanımlanmamıştır ve ne yazık ki bazen gerçek bir beslenme eğitimi olmayan ve diyet ekleri ya da zayıflama programlan satmaya çalışan insanlar tarafından kullanılmaktadır. Bazıları pek az anlam ifade eden bir diploma ya da sertifika bile gösterebilmektedir.

ZAYIFLIK (YETERSİZ KİLO PROBLEMİ)

Öncelikle kilo durumunuzu doğru bir şekilde saptamanız gerekir, bunun için birçok web sayfasındaki hesaplama araçlarından yararlanabilirsiniz. Bu hesaba göre zayıf olduğunuz saptandı ise ve hekim tarafından başka bir rahatsızlığınız olmadığı size söylendi ise burada yazılanlar sizin içindir. Şişmanlık özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir problemdir ve hemen tüm yazılı ve görsel maedya araçları zaman zaman insanların zayıflamasına yarsımcı olacağını iddia ettikleri yöntemlerden ve diyetlerden bahsederler.

Ancak ne yazık ki toplumun az bir kısmını ilgilendiren zayıflık problemi konusunda yeterli çaba harcanmamaktadır. Bununla birlikte zayıf insanların sağlıklı bir şekilde kilo almaları sanıldığı kadar kolay bir olay da değildir.

Bol miktarda kızartma, hamurişi, tatlı gibi bol kalorili şeyleri günboyu yiyerek sağlıklı bir şekilde kilo alamazsınız, tüm temel besin maddelerinden yeterli ve dengeli düzeyde almanız gerekir.

Sebze ve meyvelerden her gün 5 porsiyon yememiz gerekir. Bunlar doğal olmalıdır, yani dondurulmuş veya konserve olmamalıdır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanlar sizi hayat boyu bir çok rahatsızlıktan ve kanserden koruyacaktır.

Süt ve süt ürünleri, özellikle kalsiyum, protein ve vitamin açısından son derece zengin besinlerdir; bunun yanı sıra süt içerek aldığınız kalori miktarını en kolay şekilde arttırabilirsiniz. Eğer sütü sevmiyorum diyorsanız içerisine bir kaşık meyve püresi, meyveli yoğurt gibi şeyler katın. Eğer bol miktarda süt içmeye karar verdi iseniz, az yağlı sütü tercih edin aksi taktirde vücuttaki yağ dengeniz bozulabilir. Süt ürünlerinde de özellikle az yağlı peyniri bol miktarda tüketebilirsiniz.

Kanınızla ilgili her hangi bir problem yaşamamak için her gün iki porsiyon et (kırmızı, balık, tavuk) tüketin. Et demir içeriği açısından en zengin besindir. Ancak iki porsiyondan daha fazla et tüketmeyin. Et yerine yumurta, kuru baklagiller yiyebilirsiniz. Ancak salam, sosis, sucuk, hamburger gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekleri en az düzeyde tüketin.

Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin. Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN.
 

Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin. Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN.

TEMEL KONULARA DEĞİNDİKTEN SONRA KİLO ALMANIZA YARDIM EDECEK İPUÇLARI

1. Yiyeceklerinizi seçerken bol kalorili olmalarına dikkat edin.
2. Günde 4-6 öğün yemek yiyin (hepsi de bol kalorili)
3. Bol karbonhidrat ve protein alın. Ancak unutmayın kalorinizin çoğunluğunu daima karbonhidratlar oluşturmalıdır, proteinler değil.
4. Su için. Şişmanlara sorun, su içsek yarıyor diyeceklerdir, gerçekten de su esinlerin kullanılabilmesi için teml bir besin maddesidir ve kilo kazanmak istiyorsanız bol miktarda içmelisiniz.
5. Geceleri yatmadan 2-3 saat önce yemek yiyin. Böylece kaloriniz az harcanacaktır.
6. Yo-Yo diyeti uygulayın. Bu en iyi kilo alma yöntemlerinden birisidir. 4 gün boyunca yüksek kalorili bir diyet yapın, sonra 3 gün süresince daha çok kalori içeren yiyecekler yiyin. Bu durum zayıflamak isteyen şişmanların başına sık sık gelen bir durumdur. Zayıflamak için diyet uygularlarken, birden kendilerini kaybedip daha çok yemeye başlarlar, ancak siz bunu bilinçli yapacaksınız.
7. Biraz daha fazla sodyum alın. Bu vücudunuzun suyu tutmasını sağlayacaktır. Bu durum da zamanla kas mikarınızın artmasına neden olacaktır.
8. Kırmızı et diğer etlere göre daha fazla kilo almanıza neden olur. Ancak bunu sürekli olarak tüketmeyin, arada başka protein kaynakları da tüketin.
9. Protein ve aminoasit içeren içecekler için, bunlar eczanelerden bulunulabilir. Ayrıca bu amaçla sütün içerisine blendırda parçalnmış hurma koyarak iebilirsiniz.
10. Yiyin ve istirahat edin.
 

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #5 : 25 Temmuz 2010, 04:34:27 öö »
Vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi adı verilen şaşırtıcı ve bir o kadar da ilginç savunma mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi insanoğlunu "mikrop" diye tanımlanan, enfeksiyona yol açabilen virus, bakteri, mantar ve parazit gibi mikrororganizmaların zarar verici etkilerine karşı korur.

İnsan vücudu çevresinde bulunan çok sayıdaki mikrobun saldırısına uğrar ve bu organizmalar vücudumuza girebilmek için uğraş verir. Sağlıklı bir vücut; karşılaştığı hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla "çaktırmadan" başeder. Mikroplarla başedemediğimiz durumlarda da "hasta" oluruz.
 

Bağışıklık sisteminin görevi de; öncelikle bu organizmaların vücuda girmelerini engellemek veya girer ise vücuda girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir. Bağışıklık sistemi bu görevlerini, yaşam süresi boyunca sürdürür ancak bazı koşullarda bağışıklık sistemi yardıma gereksinim duyabilir.

Bağışıklık sistemi; aynı nörolojik sisteme benzer bir yapıya sahiptir. Bağışıklık sisteminin en önemli özelliklerinden biri; kendi ve kendisine yabancı milyonlarca değişik düşmanı tanıyıp ayırt edebilme yeteneğine sahip olmasıdır. Bu özelliği sayesinde bağışıklık sisteminde görevli olan tüm hücreler, ilk karşılaştığı yabancıyı görür, belleğine kaydeder ve daha sonra gördüğünde de hatırlar.

Bağışıklık sistemimizin vücudumuzu savunmada başarılı olmasının altında yatan sır ise; vücudumuz içerisinde detaylı ve dinamik bir iletişim ağına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Milyonlarca ve milyonlarca hücre, arı kovanının etrafını saran arı kümeleri gibi bir araya gelip seriler halinde organize olur ve bilgileri arkadan ileriye doğru iletir. Bir kez bağışıklık hücreleri uyarıyı aldıkları zaman, taktiksel birtakım değişiklere giderek çok güçlü kimyasallar üretmeye başlarlar. Bu maddeler hücrelerin kendi büyeme ve hareketlerini düzenlemelerine izin vererek vücut savunmasını başlatır.

Canlılar öldüğünde; bağışıklık sistemleri de (diğer herşeyle birlikte) yok olur. Saatler içerisinde vücudu çok çeşitli bakteri, parazit ve mikrop istila eder. Ancak bunların hiçbiri bağışıklık sistemimiz çalıştığı zaman vücudumuza giremez. Ama bağışıklık sistemimizin bozulduğu veya yok olduğu noktada vücudumuzun savunma kapıları sonuna kadar açık kalır, Bunun sonucunda da allerji, artrit, enfeksiyonlar veya AIDS gibi birçok hastalığın gündeme geldiği durumlarla karşılaşabiliriz.

Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Fazla yorgunluk, travmalar, yanıklar vb vücutta protein yıkımına ve böylece direncin azalmasına neden olur. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme durumlarında bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücü zayıflar, beslenme yetersizliği özellikle çocuklukta hastalıklara yakalanma ve ölümde büyük rol oynamaktadır. Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir.

Alkol keyif verici bir madde olarak günlük yaşantımızda yer almaktadır. Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının, organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır.
 

Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir.

Yukarıda saydığımız etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir.

Dünyada her yıl 6 milyon çocuğun yetersiz beslenme sonucu bağışıklık sisteminin çökmesinden kaynaklanan enfeksiyonlar yüzünden öldüğü bildirilmektedir. Bunun için beslenmemizde bağışıklık sistemimizin güçlenmesine yardım edecek yeterli protein almaya, özellikle biyolojik değeri yüksek, süt, süt ürünleri, yumurta gibi, proteinleri tüketmeye dikkat etmeliyiz.

Ayrıca; serbest radikalere karşı ilk savunma hattımız olduğu düşünülen C ve E vitamini, beta-karoten içeren besinleri de sıkça tüketmeliyiz. Bilindiği gibi; serbest radikaller, insan yaşamında'kötü çocuklar'olarak isim yapmalarına rağmen yaşamımız için gereklidir ve yalnız fazla bulundukları zaman tehlikeli olurlar. Serbest radikallerden korunmamızı, anti-oksidanlar olarak adlandırılan mikro besin maddeleri sağlayabilir. Anti-oksidan, yiyecekleri özellikle yağları-oksidasyondan ve bozulmaktan koruyan bir maddedir. İsimlerinden de anlaşılabileceği gibi, oksijenin diğer maddelerle birleşmesini önleyerek vücuttaki maddelerin okside olmasını engeller. Bu yolla, zincirleme reaksiyonu engeller.

 Limon, portakal,mandalina, dolmalık biber, maydanoz, kivi ve greyfurt bol miktarda C vitamini; ayçiçek yağı, badem, ceviz ve fıstık türleri de E vitamininden zengin besin maddeleridir. Turuncu, kırmızı, ve yeşil sebze ve meyvelerde bol miktarda bulunan beta karoten de bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısında önemli derecede artış sağlar. Bu vitamini içeren gıdaları tüketmekle hem bağışıklık sistemini güçlendirmiş, hem de kanserden korunmuş oluruz. Beta kroten vücutta A vitaminine çevrilerek dolaylı yarar da sağlamaktadır.
 

A vitamini, havuç, ıspanak, kabak ve domateste vardır. A vitamini kandaki beyaz hücre aktivitesini artırarak kanser tümörleriyle savaşmaya yardım eder. Bir orta boy patates günlük A vitamini ihtiyacının yaklaşık iki katını karşılar. A vitamininden zengin diğer besinler karaciğer, havuç, ıspanak, brokoli, marul, kayısı ve kavundur.

Serbest radikallere karşı savaşmak için aldığımız bütün besinler önemlidir fakat bağışıklık sistemini desteklemek amacıyla yapılan diyetin göz önünde bulundurulması gereken spesifık yönleri vardır. Savunmaya yönelik yemeyi planlıyorsak yağ ve kolesterol tüketimi, protein alımı ve diyet lifi de en az aldığımız besinlerin çeşitliliği kadar önemlidir. Bu noktada yağlı ve bol salçalı etlerden ve fazla miktarda şeker tüketiminden de kaçınmak gerekir. Araştırmalar, şekerin akyuvarların bakterileri yutma ve yoketme yeteneğini azalttığını göstermiştir. 100 gram şeker içeren bir içeceğin 2 saat içinde bağışıklık işlevlerini yarı yarıya düşürdüğünü ve bunu en az 5 saat sürdüğü belirtilmektedir.

Ayrıca bağışıklık sistemini oluşturan hücrelerin organizmadaki hareketlerini sürdürebilmeleri için günde en azından 2-3 litre su veya madensuyu-meyve suyu 4: 1 oranında içilmesinde fayda vardır. Bununla birlikte omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalarda aldığımız arginin amino asidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Tüm dünyada vitamin ve mineral kombinasyonları değişik hastalıkların tedavi protokollerine ek olarak, günlük beslenmeyi desteklemek amacıyla, subklinik seyirli hastalıklardan korunmada kullanılmaktadır.

Vitaminler ve mineraller; vücudun kendisi tarafından üretilemeyeceği için yiyeceklerle alınmaları gerekmektedir. Dolayısıyla beslenme ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi arasındaki korelasyonu görmek çok kolaydır. Ancak iklim, toprak, ürünün ham ya da olgun oluşu, ürün toplama yöntemleri, taşıma ve depolama gibi çok sayıda faktör meyve ve sebzelerde vitamin kaybına yol açabilmektedir.

Bu durumda sağlığımız için gerekli olan vitaminleri dışardan yani çeşitli ilave vitamin takviyeleri ile sağlamamız gerekmektedir. Mikrobesinler olarak da adlandırılan vitaminler; yağlar, proteinler ve karbonhidrat gibi makrobesinlerin aksine çok düşük miktarda alınabilirler ve kalori içermezler.

Yağda ve suda eriyen olmak üzere iki alt gruba ayrılır. A, D, E ve K vitamininden oluşan yağda eriyen vitaminler, sentezleri için kolestrol gerektiren, yağ dokusunda depolanabilen ve ihtiyaç anında salınabilen vitaminlerdir. Bu vitaminlerin yemeklerden sonra alınması, emilimlerini artırabilir.

B vitamin kompleksleri ailesinden ve C vitamininden oluşan suda eriyen vitaminler ise, vücutta depolanmazlar ve hergün belli miktarlarda dışardan alınmaları gerekmektedir. Bu vitaminlerin emilimlerini artırmak için bol su ile içilmesinde fayda vardır.

Vücut için vitaminler kadar önemli bir grup madde daha vardır ki; onlar da minerallerdir. Mineraller olmadan vitaminler görev yapamazlar. Mineraller kemik, diş, yumuşak doku, kas, kan sinir hücrelerinin yapısında bulunur. Hormon üretimi, sinirlerden mesaj iletimi gibi birçok biyolojik reaksiyonda, reaksiyonu hızlandırıcı rol oynarlar. Kalsiyum, iyot demir, magnezyum, fosfor, potasyum, selenium, sodium, çinko en önemlileridir.

Vitamin ve mineraller; birbirlerinin etkilerini artırabilmek için multivitamin - multimineral formülasyonları veya bitkisel preparatlarla kombinasyonlar şeklinde de piyasada bulunabilmektedir.

Son zamanlarda, vitaminlerin sağlığımız üzerine etkilerine yönelik araştırmalar yoğunlaşmıştır. Son dönemin en popular takviyelerinden olan antioksidanlar, vücudumuzu serbest radikallerin yol açtıkları hastalıklara karşı koruyan bileşiklerdir.

Çeşitli vitamin ve mineraller, ya anti-oksidan bir enzimin parçası olarak ya da tek başlarına antioksidan etki gösteriler. Minerallerden selenyum, bakır ve manganez, serbest radikalleri yok etmek için bir enzimle birleşir. Diğer yandan, E, C, A ve B6 vitaminleri ile beta-karoten ve çinko minerali, serbest radikalleri etkisiz hale getirmek için enzimlerden bağımsız olarak görevlerini yerine getirirler.

Bağışıklık hücrelerini serbest radikallerden zarar görmekten korumanın yanısıra (antioksidan özellik) kalp-damar hastalıkları, kanser ve katarakta karşı koruyucu olduğu bilinmektedir. Başka bir antioksidan olan yani hücreleri zarar görmekten koruyan madde olan C vitamininin yetersizliğinde çeşitli bağışıklık sistemlerinin bozulduğu görülmüştür. Ayrıca C vitamini, sigaranın akciğerlerdeki lenfositlere vereceği zararı önler. B6 vitamini bağışıklık ve sinir sistemlerinin düzenli çalışmasına yardım eder, folik asitse vücudu savunmak için savaşan alyuvarların yapımında görev alır.

Minerallerden çinkonun; bağışıklığı güçlü tutmada önemli rolü vardır. Vücutta enfeksiyon olduğu zaman bağışıklık hücrelerini çoğalması, ve hücreleri harekete geçiren kimyasal maddelerin salgılanması için çinkoya gereksinim duyarız. Aynı şekilde demir, bakır, ve selenyum da bağışıklık sistemini iyi çalışması için gereklidir.

Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak bize aşağıdaki avantajları sağlayacaktır:
- Enfeksiyonların şiddetini azaltacaktır. Böylelikle özellikle savunma hücreleri henüz tam gelişmeyen bebeklerin, mikrop taşıyan diğer çocuklarla temasın fazla olduğu okul çağındaki çocukların, ve bağışıklık azalmaya başladığı için yaşlıların enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini azaltacaktır.
- Soğuk algınlığı, nezle ve diğer enfeksiyonlara yakalanma olasılığını azaltacaktır.
- Kanser hücrelerinin yok edilmesini en yüksek seviyeye çıkaracaktır.
- Canlılığı azaltan toksik kimyasalların birikmesini önleyerek enerji düzeylerini artıracaktır.
- Vücudu çevredeki radyasyon ve kirlerden koruyacaktır.
- Yaşlanma sürecini yavaşlatacaktır.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #6 : 25 Temmuz 2010, 04:36:02 öö »
Sağlıklı yemek yeme takıntısı.

Yeme bozukluğuna işaret eden, Obezite (aşırı şişmanlık), Bulimia (aşırı yeme hastalığı), anoreksiya nervoza (yememe hastalığı) gibi pek çok sorun varken, 'ORTOREKSİYA', sağlıklı yemek yeme takıntısı da artık literatüre eklendi.

Gerek güzellik kavramının ''zayıf kadın-atletik erkek'' kalıbına sıkıştırılması, gerekse diyet kavramının ''sağlıklı beslenme davranışı'' gibi algılanması insanlarda çeşit çeşit yeme bozukluğu yarattı.

Günümüzde bir tarafta vitamin açısından fakir, yağ açısından zengin fast-food tipi beslenme ile aşırı şişmanlamaya (obeziteye) doğru giden bir bozukluk var; öteki tarafta zayıf kalmak için şekersiz, tuzsuz ve yağsız yiyeceklere endeksli bir yaşam. Oysa ikisi de "sağlıklı" değil.

ORTOREKTİK MİSİNİZ?

Bu sorulara ''evet'' cevabı veriyorsanız, Ortoreksiya belirtisi gösteriyorsunuz anlamına geliyor.

1 Yarının yemeğini bugünden planlıyor musunuz?
2 Yemeğin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemli?
3 Steril yiyecekler yedikçe sağlığınızın bozulduğunu hiç farkettiğiniz oldu mu?
4 Dün yaptığınız diyet bugün size yetersiz mi geliyor?
5 Sağlıklı beslenmeyenleri küçümsediğiniz oluyor mu?

Bu, özellikle büyük kentlerde yaşayan ''beden imgesi'' ağırlıklı düşünen takıntılı kişilerin hastalığıdır. Her besinin aşırı sağlıklı olması insanı tek boyutlu beslenmeye kadar götürebiliyor. İşin bir de kişiyi anoreksiyaya itecek boyutu da var. Aşırı derecede takıntı yapmak yerine dengeli beslenme konusunda bilinçli olmak gerekir. Çünkü beslenme, gıdalarla yapılan ve takıntı boyutuna varmayan, özenle yapılması gereken bir eylemdir.

ETİKET TUTKUNLARI

Bunu ne obezite (aşırı şişmanlık), ne bulimia (aşırı yeme hastalığı), ne de anoreksiya nervoza ile (yememe hastalığı) karıştırmamak gerekiyor. Adı Orthorexia Nervosa. ''Ortho'' Yunanca'da 'doğru' ve 'normal' anlamına geliyor. Yani doğru yemek de bir takıntıya dönüşebilir ve bu durum da psikolojik olarak bireylerde sorun yaratabilir.

Amerikan Diyetisyenler Derneği'nin son yayınlarında bu sorunun10 yıl içinde yaygınlaşacağı söylenmektedir.

Yeme bozukluğu fazla yeme ve devamlı rejim yapma takıntısı şeklinde olduğu gibi kişinin her yediğinin sağlıklı olup olmadığını kontrol etme takıntısı şeklinde de kendini gösterir. Bu kişiler için yiyeceklerin saf, katkısız ve işlenmemiş olması oldukça önemlidir. Bu yüzden çoğu sebze ve meyveyi çiğ yerler. Çoğu da vejetaryendir. Kendi bildiklerinin tek doğru olduğuna inanıp kafalarının dikine giderler. Bir gün gelir yaşamları bir kısır döngünün içine girer: Bir sonraki öğünü planlamak, sağlıklı yiyecek satan marketleri dolaşmak, yemek hazırlamak ve yemek. Bu nedenle sağlıklı tercihlere yönelmek alışkanlık haline gelmeli, hiçbir şeyde aşırıya kaçılmamalıdır.

İngiltere'deki Beslenme Bozuklukları Derneği (EDA)'ne göre ise ortoreksiya gelecek yıllarda insanlığı tehdit edecektir. Çünkü saplantı halinde sağlıklı gıdalara bağımlılık geliştiren kişilerin diyet yapan bir insandan farkı yoktur. Bu kişiler yediklerinin içinde zararlı bir madde bulma korkusundan çok seçici davranırlar. İlerlemiş vakalar tıpkı anoreksiya nervoza hastaları gibi hızla kilo kaybederler. Zararlı maddeye karşı duyulan derin korku yüzünden öyle çok yiyecekten vazgeçerler ki sonunda bir iki tür yiyeceğe kalırlar. Bu da oldukça sağlıksız bir durumdur.

Yeterli ve Dengeli beslenmek bu noktada oldukça önemlidir. Diyet yapabilirsiniz ama dozunu kaçırmayın. Tadınızı kaçıracak zorlamalarla kendinizi bunalıma sokmayın. Yemek kişinin kendini cezalandırması veya toplumdan soyutlamasına bir gerekçe olmamalı. Bu nedenle sağlıklı beslenme takıntı haline gelip, sizi yiyeceklerden soğutmamalı, psikolojinizde bozukluk yaratmamalıdır.

Haftanın Bilgisi:

Binge eating: Çok fazla görülen farklı bir beslenme bozukluğu davranışıdır. "Binge Eating" Kısa bir sürede aşırı miktarda besin tüketilmesi ve bu esnada kişinin kendini kontrol dışı hissetmesidir. Amerikan Diyetisyenler Derneği tarafından yeni yapılan çalışmalarda bu sorunun sanılandan daha yaygın olduğu ortaya çıkmıştır.

Yapılan çalışmalarda kilo vermeye çalışan iki obez bayandan, bu tarz yeme davranışı olanların beden kitle indeksinin daha fazla olduğu, daha erken yaşlarda kilo almaya başladıkları, daha kolay depresyon yaşayabildikleri ve kilo vermek için hatalı diyet yapma eğilimlerinin daha fazla olduğu bulunmuştur.


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SAĞLIK & ŞİFA
« Yanıtla #7 : 25 Temmuz 2010, 04:41:07 öö »


GERGİNLİK ANLARI‏





İletişim kurmamak imkânsızdır. Ancak, asıl önemli olan kurduğumuz iletişimin bizi istediğimiz sonuçlara ulaştırıp ulaştırmadığıdır. İyi ilişkiler kurmak istediğimiz kişi veya kişiler ile bunu bir türlü sağlayamıyorsak, iletişim modelimizi gözden geçirmenin veya tanıklık etmenin zamanıdır.

İnsanların birbirleriyle anlaşmaları veya anlaşamamaları bir tesadüf müdür? 23 yıllık eğitimciliğim süresince öğrenci, öğretmen, veli, yönetici, danışman, konuşmacı, iş arkadaşı, patron gibi farklı rollerin yanı sıra özel yaşamımda da evlat, kardeş, kız çocuk annesi, erkek çocuk annesi, sevgili, eş, komşu, müşteri gibi birbirinden farklı roller üstlendim. Bu deneyimlerde insanların gerginlik anlarında suçlayan ve tehdit eden iletişim modelleri kullanarak nasıl iletişim kurduklarını gözlemledim.

Gözlemlerime göre iletişimlerinin sonucunda rahatsız edici bir deneyim yaşayan insan genellikle;
< Karşı taraftan gelen mesajları ya kimlik, değer veya inançlar, içinde bulunduğu konum veya sahip olduklarından biri için veya tüm sistemi için tehlike olarak algılıyor. Bu doğrultuda davranıyor.
< İletişim esnasında karşısındakinden aldığı tepkiye tepki veriyor. Karşısındaki kişinin tepkisinin kendi davranışına bir tepki olduğuna tanıklık edemiyor. Böylece bu duruma sadece kendi gözleriyle bakıyor. Oysa “gören” göz olaya tanıklık edemez.
< Hedefsiz iletişim kuruyor. İletişimin sonucunda “arzu ettiğim sonuç nedir ?” diye sormuyor. Bu nedenle, hedefe yönelik olmayan bir sürece giren zihin, daha iyi sonuç alacağı seçenekler aramıyor. Programlanmamış olduğundan genellikle alışkanlıkları doğrultusunda iletişim modelleri kullanıyor.
< Alışkanlık haline gelmiş iletişim modellerini insanlar küçük yaşlardan itibaren modelleyerek öğreniyor veya kendileri keşfediyorlar. Herhangi bir model bir durumda işimize yarıyorsa bunu genelliyor ve yaşamımızın diğer alanlarında da kullanıyoruz. Bu model artık işe yaramasa bile kullanmaya devam ediyoruz. Örneğin bir çocuk ağlayarak büyüklerinden bir şeyleri elde etmeyi keşfediyor. Aile içinde edindiği bu modeli ilerde gerçek yaşamda devam ettiriyor. Örneğin, iş yerinde arkadaşlarıyla yaşadığı bir sorunu ağlayarak yöneticisine aktarıyor. Evliliğinde eşiyle olan sorununu ağlayarak anneye aktarıyor.
< Gerginlik ile baş edebilme becerileri zayıf oluyor. Oysa sorun, halatın gerilmesi değil esnememesidir.
< Bir iletişim modelinin işe yaramadığını öğrenmek için bazen pahalı bir bedel ödüyor. Dargınlıklar, ayrılıklar, iş yaşamında dalgalanmalar, özgüvenin yitirilmesi, stres ve kaygıya dayalı sağlık sorunları gibi...

Oysa öğrenmek için mutlaka pahalıya mal olacak bir ders gerekli değildir. Yıllarca insanların birbirleriyle iletişim kurma biçimlerini gözledikten sonra, fark ettiğim gerilimli anlar esnasında kullandıkları belli başlı ortak modelleri zihnimin vitrinine yerleştirdim. Şimdi birlikte vitrindeki modelleri izleyelim.

Suçlayıcı Model
İletişimde sözler % 8, ses tonu % 37, beden dili ise % 55 rol oynar. Bu durumda suçlayıcı modellerin genellenmiş özelliklerine bakalım.

Ses Tonu: Yüksek ve serttir.

Beden Dili: Genelde kaşlar çatık, yüz kasları gergin, nefes alış verişi yüzeysel ve sık.

Dildeki ipuçları: Aşağıdaki modellere göre farklılık gösterir.

Sorgulayan: Bu model iletişim kuranların dildeki ipucu genellikle “Neden?, Niye?” sözcüklerdir. “ Niye geç geldin?, Neden aramadın?, Niye oturdun?” Elbette meraklarından sormazlar bunu... Zaten amaçları sormak değil sorgulamaktır. Hatta cevabını vermeye kalktığınızda sizi bir güzel de paylarlar.

Açık: “Hızlı sürme!, Senin hatan, Senin yüzünden, Hep böyle yapıyorsun!, Hiç yardım etmiyorsun!” gibi ifadeler bu model iletişimde sıkça kullanılan dil kalıplarındandır.

Dolaylı: Bu modelin en çok kullanılan bir başka kalıbı ise, “daha” sözcüğüyle oluşturulmuş cümlelerdir. “Daha çok çalışmalısın”(yani şimdi yeterince çalışmıyorsun), “Daha dikkat et”(yeterince dikkatli değilsin) “Daha nazik ol”, “Daha saygılı ol” gibi ifadelerde açık olmasa da dolaylı biçimde suçlama vardır.

İmalı: “Bu ne özenli rapor böyle!” (berbat bir rapor). “Erken çıkabilirsin tabi. Bugün çok çalıştın.” (az çalıştın). “Başarıma pek sevinmiş gözüküyorsun” (hiç sevinmedin). Örneklerde görüldüğü gibi imalı dil, asıl söylenmek istenenle zıt anlama gelecek sözcüklerin kullanıldığı kalıplarla mesajın gönderildiği kişiye yönelik suçlamalar içerir.

Tehdit Eden Model
Ses Tonu: Bu modeli kullanan kişinin ses tonu genelde tiz ve yüksektir.

Beden Dili: Suçlayan modelde olduğu gibi kaşlar çatık, yüz kasları gergindir. Beden öne hamle yapar gibidir. El ve kollar çok hareketlidir ve konuşmaya hararetle eşlik ederler. Boyun kasları gerilir. Gözler dışarı fırlar.

Bu model iletişimde “İşine son veririm”, “Sınıfta bırakırım”, “ Babana söylerim”, “Giderim” gibi ifadeler kullanılır. Amaç karşı tarafa göz dağı vermek veya korkutmaktır.

Yukarıdaki modellerde suçlanan veya tehdit edilen kişilerin iç dünyalarında neler olur?
Duygusal olarak: Korkar. Yetersizlik hissine kapılır. Kaygı düzeyi yükselir. Ya da tam tersi olur. Savunmaya geçer.

Fiziksel olarak: Herkeste farklı dışavurumlar gerçekleşir. Kimi buz keser, kimine sıcak basar, kiminden ter boşanır, bedeninin herhangi bir bölgesinde uyuşma veya tam tersi kıpır kıpır karıncalanma olur. Başı döner, midesi bulanır veya karnına ağrı girer; boğazda, göğüste ya da midede baskı veya yumruk hissi, ensede, omuzlarda sertlik gibi farklı farklı bulgular baş gösterir.

Zihinsel olarak: Beynimizin üç ana bölümünden biri olan alt beyin (reptilian brain-sürüngen beyin), yaşam fonksiyonlarımızı yönettiği gibi, aynı zamanda sisteme dışarıdan gelen bir tehlike ve tehdit anında “Ya kaç, ya da savaş” komutu verir. Bu nedenle de karşımızdaki kişinin iletişim modeli bize yönelik tehdit veya tehlike içeriyorsa, buna karşı oluşturulan tutum ya pasif, ya da agresif tutum olur.

Pasif tutum, karşısındakinin suçlayan veya tehdit eden tutumu karşısında sessiz kalan, hep idare etme yoluna giden, her dediğine evet diyen kişilerin iletişim biçimidir. Halk arasında “içine atmak” olarak da isimlendirilen olumsuz “iç diyalog” başlar. Pasif olduğu için kendine kızar. Olumsuz düşüncelerini içine atmazsa, dışa yöneltmeye başlar. Arkadan konuşmak, başkalarına şikâyet etmek gibi davranışlar ortaya çıkar.

Agresif tutum ise tarafların birbirlerini karşılıklı suçladığı ve tehdit ettiği bir iletişim biçimidir. Alt beynin “savaş” komutunu verdiği durumlarda, kişi kendi sistemini korumak amacıyla karşı taarruza geçer.

Alt beynin bir başka görevi ise yüksek kaygı anında duygular, inanç ve değerler ile uzun dönemli hafızanın beşiği olan orta beyin (limbik sistem) ile düşünen bölüm olan kortekse giden bilgi akışını kesmektir. Yani beynin diğer bölümlerine giden ana elektrik şartelini çeker ve beynin diğer bölümlerinin yönetimini ele alır. İşte bu durumda insanın tüm değerleri, inançları, duygusal ve rasyonel beyni ile bağlantısı kesilir. Duyguları kontrol edebilmek ve doğru düşünmek mümkün olmaz. Bu durumlarda insanlar sonradan pişman olacakları şeyleri birbirlerine söyler veya yaparlar.

Adam anlaşmaya gider. Ancak oradan münakaşa edip ayrılır. Ayrılırken de yanındakilere; “Adama nasıl laf söyledim değil mi? Mosmor ettim. Hak etti ama, iyi oldu!” gibi laflar sarf eder. Burada sonuca baktığımızda, başta arzu edilen anlaşmaya varılamamış olduğu görülür. Ancak adam hedefine varmış gibi rahatlamış gözükmektedir. Karşı tarafın kendisine gönderdiği mesajı tehdit olarak algılamış, savaşmıştır. Ve sonunda kendine göre savaşı kazanmıştır. Ancak asıl hedef sapmıştır.

Dengeli Tutum için Zihnini Yeniden Programla!
Dengeli tutum, en sağlıklı tutumdur. Yerinde, zamanında, hedefe yönelik iletişim kurmak ve iletişimden arzu ettiğimiz sonucu elde edebilmek, dengeli tutum sergileyebilmek anlamına gelir. Bu ancak beynimizi iyi kullanarak mümkün olur. “Beynimizi zaten kullanmıyor muyuz?” diyeceksiniz. Beyni iyi kullanmak demek tüm beyni kullanmak demektir. Herkes beynini kullanır. Kimi sadece sürüngen beynini, kimi sadece duygusal beynini, kimi ise sadece düşünen beynini... Beynimizin üç katını da kullanırsak, işte o zaman beynimizi iyi kullanabiliyoruz demektir. Bu nedenle öncelikle dışarıdan gelen mesajın sürüngen beyin tarafından tehdit ve tehlike olarak algılanmaması gerekir.

Bence izlenecek en güzel yollardan biri zihnimizi yeniden programlamaktır. Bunun için şu varsayımlarda bulunmak yararlı olabilir:
< Birileri benim yaptığımdan hoşlanmayabilir. Bunlar kör noktalarımı görebilmem için en değerli dersler olabilir.
< Herkes kendi dünya modelleri içinde yaşar. Herkesin olaylara bakma, anlamlandırma ve dışa vurma biçimi farklıdır.
< Birileri beni eleştirebilir. Herkesin eleştirme biçimi ve davranış alışkanlıkları farklıdır.
< Birileri benim iyi veya yeterli olmadığımı düşünebilir. Bu durum görecelidir.
< Benim görüş alanımda olmayan şeyleri başkaları görebilir.
< Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Kişinin söylediği veya yaptığı asıl niyetinden farklı olabilir. İyi bak! İyi dinle! Görülmeyeni gör, söylenmeyeni duy ve değerlendir. Aslında ne demek istiyor? Onu anla!

Bu tutumlar sayesinde, sürüngen beyin dış dünyadan gelen tepkileri bir tehdit veya tehlike olarak algılamayacak. Sizi biyolojik olarak ‘kaç ya da savaş’ komutuyla sınırlamayacak. Aldığı mesajı orta beyne aktaracak. Burada duygularınız ve hafıza sisteminiz eşliğinde bilgiyi işleyecek ve pek çok seçenekler yaratacak. Sonra bu seçenekleri mantıklı düşünen beyninize gönderecek ve düşünen beyniniz tüm seçenekleri orta beyin ile birlikte değerlendirecek. Böylece sizin için en iyi olanı yapmak üzere harekete geçeceksiniz.

Belgin ÖĞREK