Gönderen Konu: Issız Adam niçin ağlatıyor?  (Okunma sayısı 11635 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Issız Adam niçin ağlatıyor?
« : 21 Haziran 2009, 10:37:37 ös »
Issız Adam niçin ağlatıyor?


Tüm arkadaşlarınız, gazeteler aynı filmden bahsedince ve buna bir de danışanların soruları, yorumları eklenince kısa sürede o filmi görmek gerekiyor.

Ben de öyle yaptım ve Issız Adam filmini izlemeye gittim. Önce sinema seyircisi olarak düşüncelerimi paylaşmalıyım.

Çok duru, abartısız, sıkmayan, büyük beklentilere sokmadan sinema izleme duygusunu doyuran bir film. Çağan Irmak, tıpkı Babam ve Oğlum filminde olduğu gibi hemen herkese "Ben bu öyküyü biliyorum, ama bu kadar güzel anlatamazdım," diye hissettirmeyi başarmış.

YAŞAMI ANLATMAK


Filmle ilgili hep aşk öyküsü ve bağlanma korkusu anlatıldı. Oysa film, bambaşka bir öyküyle başlıyor.
İstanbul'da bazı yozlaşmış ilişkiler ve onların verdiği tükenmişlik duygusu.

Birbirini tanımadan, anlamadan kurulan cinsel ilişkiler...

İnternetten tanışılan evli çiftlerle, geçerken uğranan birileriyle kurulan cinsellikler... Duygu olmadan, insani hiçbir ilişki kurulmadan sadece cinsellikle yaşanan birliktelikler... Bu tür yaşamları anlamaya çalışmak gerek. Tüm bunları ne bağlanmaktan kaçınmakla açıklamak mümkün ne de modern dünyanın düzeniyle... Biraz daha derine, yaşayanların kendilerine, ailelerine, öğretilerine, sorunlarına, beklentilerine ya da beklentisizliklerine gitmek gerekiyor. Mutluluk arama adına daha mutsuz olmaya giden bu yolu tanımaya çalışmak, çözümleri de beraberinde getirebilir.

NİÇİN AĞLANIYOR?


Kimler ağladı filmde? Bu sorunun somut yanıtları var. Çoğunluğu kadın olmakla birlikte, filmde ağladığını söyleyen erkekler de var.

Ortak nokta, ağlamanın ayrılıktan sonra başladığı ve ayrılıkla yaşananlarla arttığı.

Onların ağlamalarına eşlik etmenin yanı sıra çoğunluk yaşadığı bir aşkı anımsadı galiba.

Hele sonu ayrılıkla bitmiş bir aşk öyküsü olanlar, kahramanların gözyaşlarında kendilerinin eski gözyaşlarını ve acılarını buluyorlar. Benim asıl merak ettiğim kaç kişi, kahramanların durumuna ağladı? Çözebilecekleri bir sorunu çözmek yerine vazgeçmelerine... Yıllar sonra karşılaştıklarında "Biz ne yaptık?" pişmanlığı yerine, "Hâlâ seviyorum ama çaresizim," şeklindeki yanlış düşünce ile kendilerine acımalarına kaç kişinin ağladığını merak ediyorum.

Filmdeki anne niçin ağlıyordu? Eğer oğlu kendisine ait olsa, ona bağımlı olsa bir başka kadına bu kadar kolay verir miydi? Yoksa oğlunun yakın olduğu kadını sahiplenerek, onun üstünden oğluna mı ulaşmaya çalışıyordu? Ya da kadın kahramanın evlendiği ve çocuk sahibi olduğu adama ağlayan oldu mu? Filmden ağlayarak çıkan kadınların birçoğu "Ben de terk edilmiştim, ama biliyordum, beni sevdiği halde bağlanma korkusundan gitmişti," diye düşünüyordu. Bu düşünce kızgınlığınızı, "Demek hâlâ acı çekiyor, oh olsun," duygusu dile getirebilir. Çoğu terk edip giden, aslında bu duyguyu yaşamasa, hatta sizi çoktan unutmuş olsa da böyle düşünmek sizi rahatlatıyorsa, bir zararı yok. Sadece her zaman olmayacağını bilin yeter.
Ama bu duygu ile filmden çıkıp, sizden ayrılan eski sevgilinizi aramayın.

Alacağınız yanıt, çok acıtıcı olabilir. Ayrılma aşamasında yapılacakları yaptıysanız, karşınızdakiyle ilgili değil, kendinizle ilgili yanlışları bulmaya ve çözmeye çalıştıysanız, buna rağmen gittiyse bitmiş demektir. Bir sonraki ilişkide benzer sorunları yaşamamak için neler yapılması gerektiğini düşünme zamanıdır. Bu arada filmin sonunda her iki tarafın aşkının devam etmesine karşın, kadının evlenip, çocuk sahibi olması, kadınların sorunları daha çabuk ve iyi çözdüklerinin bir göstergesi olarak mı verilmişti, yoksa 'Kimi severlerse sevsinler, belli yaşa gelmeden evlenip, çocuk sahibi olmak isterler,' şeklinde bir eleştiri miydi, anlamadım! Yanlarında kadın arkadaşlarıyla gelmiş ve çıkışta onun ağlamasına biraz gülerek bakarak, kendi yaşlarını saklamaya çalışan erkeklere de bir hatırlatma: Tüm insanlar yanlış yaptıklarında, canları yandığında ağlayabilir. Buna erkekler de dahildir. Ve "Bak, ben o adamlardan değilim, yanındayım," bakışıyla bakan erkekler düşünmeli ki yanlarında durmak isteyen biri olmadığı zaman, kimsenin yanında olamazlar.

Sevin, âşık olun ve sağlıklı sevgiler yaşayın.

Yanlış ilişkiler yaşıyorsanız, bağlanamıyorsanız, "Bunun sorumlusu çağımız," diyerek geçmeyin.

Kendinizi çözmeye çalışın. En azından bir sonraki sefer doğru sevgiyi bulma ve yaşatma şansınız olur. Ve Issız Adam'ı izlemeye gidin.

Ağlamaya gitmeyin, canınız ağlamak istiyorsa ağlayacak çok şey bulunabilir.


Prof. Dr. Bengi SEMERCİ

« Son Düzenleme: 08 Ağustos 2010, 10:41:38 ös Gönderen: alıntı »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: Issız Adam niçin ağlatıyor?
« Yanıtla #1 : 21 Haziran 2009, 10:39:09 ös »
Adamlar ıssız kadınlar yalnız mı?
 

Vizyona sessiz sedasız girdi ama hiç beklenmedik bir şekilde 1 milyon seyirciye ulaştı `Issız Adam`... Filmi kadınlar da beğendi erkekler de. Ama kadınlar daha çok beğendi. Filmden çıkan kadınlar da ağladı, erkekler de. Ama kadınlar daha çok ağladı.


Beğenenler yılın başyapıtı saydılar filmi, `Son yılların en güzel aşk filmi` dediler, hatta Türk sinemasının `Love Story`si ilan ettiler. Karşı çıkanlar da oldu elbette. Beğenmediler. Yönetmeni eleştirdikleri gibi filmi beğenenlere de yönelttiler eleştiri oklarını...


ERKEKLER AĞLAYACAK


Örneğin Hıncal Uluç, filmin `terk edilmiş orta mahalle kızlarını ağlatmak` için yapıldığını iddia ederek, filme ağlayan kadınların, aslında kendi zavallılıklarına ağladığını söylemeye kadar götürdü işi.


Ona ilk tepki yine bir erkek yazardan, Haşmet Babaoğlu`ndan geldi ve `Alper`in ve Ada`nın geçmişini; nedenini, niçinini sorgulayan yazarların filmin `eksiğine` değil `fazlasına` (yani aşka) itiraz ettiklerini düşünüyorum` diyerek şunları yazdı: İster aşk, isterse aşka benzer bir ilişki olsun, nasıl başlar? Bir tür çarpışmayla... Ardından istek gelir. Ve gözü kör sevgi. İnsanlar birbirlerine CV`lerini vererek; hayatlarının nedenlerini niçinlerini uzun uzadıya açıklayarak âşık olmazlar. Gönüldür bu çünkü; bilmez tanımaz, sever! Zaten çoğu zaman tanıdıkça solar aşk!


Peki, yönetmen Çağan Irmak ne anlatmak istedi derseniz, her zaman olduğu gibi çok konuşmadı ve tartışmanın dışında kalmayı yeğledi. Ama film vizyona girmeden hemen önce verdiği röportajda, Asu Maro`nun `Buna bir aşk filmi diyebilir miyiz?` sorusuna, `Diyebiliriz. Bir aşk filmi ama her anlamda hayatın bize sunduğu doyumsuzluk üstüne bir film aslında...` yanıtını verdi. Ve bir de iddiada bulundu; `Bu filmde kadınlar değil, erkekler ağlayacak! Kadınlar büyük bir rahatlama duygusuyla çıkacak. Bu film kadınların tarafında çünkü...


Sevgisiyle beslenir sonra da terk eder


Madem söz konusu olan ıssız adamlar ve onların ağlattığı kadınlar, kadınları ve erkekleri biraz daha iyi anlamak için sorularımızı bir bilene yöneltelim. `Kadın Doğmak ve Kadın Olmak` adlı kitabında kadınları anlatan Psikolog Esin Acıman, piyasaya bugünlerde çıkan `Erkek Doğmak ve Adam Olmak`ta da erkekleri çözmemize yardımcı oluyor.


Issız adamlar var mıdır etrafımızda ve varsa kimdir bunlar?


Kadına hitap etmeyi bilen, kadını `avlayan`, onun sevgisi ve ilgisiyle beslenen ve sonra da terk eden adamlardır. İçinde sevgi ve bağlılık taşıyan hiçbir ilişkiye dâhil olamazlar, çünkü korkarlar.


Neden korkarlar?


Issız adam aslen sevilmekten değil, sevmekten korkan adamdır. Ve o içinde, derininde, bastırılmış ve susturulmuş, çok yoğun, çok ağır, bağlanma ve sevme potansiyeli taşır. Sevginin ve aidiyetin getireceği duygusal yük, sorumluluk, tek kadına yönelen aşk duygusu ve bu duygunun ona çağrıştırdığı azalma ve dağılma... İşte bütün bu karmaşalardır ki, ıssız adamı hemen ve acilen aşktan uzaklaştırır.


Peki, kadınlar niye sever bu tür erkekleri?


Her ıssız adamın bir kadının yüreğini acıtma öyküsünde, ona bu izni veren de bir kadın vardır. Bu kadın, aslen güçlü ve yalnız bir kadındır. Bu kadın beslediği, büyüttüğü ruhu ve yüreğiyle, eğittiği ve `adam` ettiği beyniyle, ıssız bir adamı da `adam` edeceği yanılgısına düşen kadındır. Seven ve sevgisine güvenen kadındır.


Yani bu kadınlar zavallı kadınlar değildir?



Tam tersine bu tip erkekleri hisseden ve anlayan kadınların çok cesur olduğunu düşünüyorum. Filmin ayrılık sahnesinde kızın `Niye hiç şaşırmadım acaba?` cümlesi de bunu doğruluyor zaten.


Biliyor neyle karşılaşacağını?


Evet. Tek yanılgıları bu tür adamları adam edeceklerini sanmalarıdır. Bu da bir zavallılık değil tam tersi kendi içlerindeki güçle bir hatayı düzeltme, belki de biraz anaçlıkla yaraları iyileştirme sevdasıdır. Ama hatadır. Issız bir adama, sevgiyle ulaşılmaz. Zaten onu korkutan şey, sevgidir.


PSİKOLOJİK ALTYAPISI İYİ ÖRÜLMÜŞ



Film için çok iyi örülmüş, her şeyi yerli yerinde diyebilir miyiz?


Evet. Bir psikolog olarak 3 ana karakterin; erkek, kadın ve anne olarak tipolojilerin yerli yerine oturtulmuş, psikolojik altyapısı çok iyi örülmüş olduğunu söyleyebilirim. Çok keyifle ve hissederek izlediğim bir film oldu. İç seslerin çok iyi verildiğini, son sahnenin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. ÇOK HER KADININ HAYATINDA BÖYLE BİR İZ VARDIR


Filmi beğenen erkekler de var ama çoğunluğun kadınlar olmasını neye bağlıyorsunuz?


Issız adam karakterinin kesinlikle bütün erkeklere mal etmemek gerektiğinin altını çiziyorum. Ama kadınlarda acı, tatlı iz bırakan erkekler de bunlardır. Belki de her kadının hayatında böyle bir iz vardır.

GERÇEK HAYATTAN BİR ÖRNEK



Sinemadan çıktığında gözyaşlarını tutamadı. Ağladığı filmdeki Ada değil kendisi idi. Kendi ilişkisini görmüştü perdede...


Hayatına hızlı girip aynı şekilde çıkan erkeğe 1 yıldır rastlıyordu. Görür görmez etkilenmişti ama o zamanlar sadece bakışmakla yetinmişti hayatında başka bir erkek olduğu için. İlişkisi bittiğinde farklı gözle bakmaya başladı. Ve bir gün erkek yanına gelip, `Artık tanışmamız gerekmiyor mu?` dedi.


Tanıştılar. Ertesi gün buluşup, sohbet ettiler, bir sonraki akşam yemek yediler, bir sonraki buluşmada geceyi beraber geçirdiler.


1 ay mutlu mesut yaşadılar filmdeki gibi. Ama her an tetikteydi. Bitmesinden korkuyordu. Olmadı. Onu her gün arayan erkek aramamaya başladı. Dayanamayıp aradığında gayet sıcak davrandı. Buluşuldu, sonra yine kayıplara karıştı. `Böyle davranırsan beni üzersin. Adını koyalım bu ilişkinin. Varsan hayatımda, bileyim, yoksan git!` dedi. Erkek de `Senden hoşlanıyorum ama sancılı bir ilişkiden yeni çıktım. Henüz adını koymayalım. Aceleye getirmeyelim` dedi.


Kimse aramıyor şimdi. Karşılaştıklarında sımsıkı sarılıyor erkek kadına. İçine sokacak gibi sarılıyor hem de kokluyor. Ama hal hatır sorduktan sonra yoluna devam ediyor. Kadın yolunu değiştiriyor rastlamamak ve unutmak için.


Seda KAYA GÜLER
 
« Son Düzenleme: 08 Ağustos 2010, 10:42:19 ös Gönderen: alıntı »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: Issız Adam niçin ağlatıyor?
« Yanıtla #2 : 21 Haziran 2009, 10:40:41 ös »
“Issız Adam” son günlerde insanlar arasında sıkça konuşulan bir olgu haline gelen bir filmin adı. İlk başlarda filmin teaser afişini yaptığım için algıda seçicilik yapıp dikkate aldığımı düşünüyordum ve fazla dikkat etmemiştim. Fakat günler geçtikçe gördümki gerçektende insanlar filmden çok etkileniyorlardı.

Peki genelin klasik bir senaryo olarak nitelendirdiği bu film neden bizi bu kadar etkilemişti? Hepimiz filmde kendimizden bir parça bulduğunu iddia ediyor, hayatımıza giren ıssız adam ve kadınlardan bahsediyorduk. Çünkü film günümüzün acınacak bir gerçegiydi ve hepimiz bir şekilde kıyısından köşesinden yakalayıp bir yakınlık kuruyorduk.

Gelişen teknolojinin, kaybedilen değerlerin ve “ben” kimliğinin ön plana çıkması ile günümüzün en büyük sorunu sevgisizlik. Hepimiz futursuzca sevilmek, sevilmek, sevilmek istiyoruz. Sevgi konusundaki açlığımızı dindirmek, yaralarımızı iyileştirmek, bir aşk romanı karakteri gibi bir aşk yaşamak istiyoruz.  Fakat acı bir gerçek varki bir romanı yazar istediği gibi yönlendirebilirken hayat bizim istediğimiz gibi ilerlemiyor.

Heleki günümüzde insanların doyumsuz, romantizmin yakınından bile geçemediği, sığ, değer bilmeyen ve neyin onu mutlu etmediğini bilmeden sadece mutluluğu istediği düşünülürse “Issız” bir toplum olmaktan öteye gitmiyoruz.

Sadece koşuyoruz… neden, niçinleri sorgulamadan, yaşananları, paylaşılanları unutarak, sadece kendimizi düşünerek… tıpkı bir köpegin arabanın peşinden koşması gibi ve sonrasında araba durduğunda ne yapacağımızı şaşırıyor kaçıyoruz.  Nereye gidiyor peki koşarkenki inancımız? Harcanan efor? Hissedilen duygular? Paylaşılan anlar? Verilen sözler? Kazınan isimler?…

Evet sevgiye açız ve sevgiyi istiyoruz fakat gerçek sevgiyi bulduğumuzda da bu sevginin gerçekliğinden kaçarak, hiçbir zorlukla mücadele edemeyerek sadece kendimizi düşünerek kaçıyoruz.  Sadece o anı kurtarmayı düşünüyoruz. Ne dünü… ne ilerisini düşünmüyoruz. Sanıyoruzki zorluk olmayınca mutlu olacağız. Sanıyoruzki bazı şeylerin tekrarı var. Sanıyoruzki…

Bu kaçış bizi ne kadar uzaklara götürsede hala kafamızdaki o aşk romanı hikayeleri bizi en ufak kıvılcımda “evet, bu aradığım insan” düşünce balonunu çıkartı veriyor. Ve siz uzaklaştığınızı sandıkca ona dahada yakınlaşıyorsunuz… Çünkü bazı şeylerin tekrarı yok… gerçek paylaşımı, gerçek sevgiyi, gerçek aşkı, gerçek dostluğu yaşadığınıza inanıp kaybettiğinizde herşey değişmiş oluyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor… ne eskiye dönülebiliyor nede geleceğe tam anlamıyla bakılabiliyor. Arada bir yerde sıkışıp kalıyorsunuz. Çünkü bir kere doyumsuzca aşkı tatmış, değerini bilememiş ve tüketmişsiniz… artık sadece kırıntılarıya hayatta kalmaya çalışıyor kendinize mutluluk rasyoneliteleri çıkarıyorsunuz. Bu rasyoneliteler can çekişirken hayatta kalmamızı sağlıyor fakat bir daha asla köpek gibi aşık olup koşamıyorsunuz.  Dünyanın en masum en huzur verici şeyine sahipken bir anda en acımasız acısı haline geliyor. Koca bir sevginin katili oluyoruz. Kanayan bu yaramız asla kapanmıyor…

Tabi bu söylediğim şeyler “gerçek sevgi”yi yaşayanlar için geçerli, eğer gerçekten sevgiyi bulduğunuza inanıyorsanız asla vazgeçmeyin, sevgi fedakarlık, cesaret, insanlık, vefa, dostluk, yeri gelince babalık, yeri gelince annelik ister. Ve pes etmeyen bunları sağşamaya devam edin.

Eğer gerçek sevgiyi yaşadığınızı zannedip, göz yaşları döküp, hataları nedensiz affedip, varınızla yoğunuzla kendinizi katıp, bir ömür yeter mi diye düşünüp, bir dakikada biten adsız birşeylere sahipseniz üzülmeyin. Bir süre kör, topal gazi devam etsenizde içinizdeki sevgi, inanç, tutku sizi yeniden diriltecektir.  Sizin cesaretiniz sizi diriltirken onun acziyeti hayatı sığlaştırmaktan öteye gitmiycektir.

Kısaca Issız Adam’a dönecek olursak filmde insanların ağlayarak çıkmasının, etkisinden kurtulamasının tek nedeni yaşamak istedikleri aşkı izlerken mutlu olabilecekleri durumları ve aciz davranarak bıraktıkları yada bırakıldıkları anlamasından başka birşey degildir. Fakat filmden çıkan kaç kişi orda duygusal yoğunluğa girip sevgisinin peşinden koşuyor burda ayrı bir ironi.

Boğulma riskine rağmen değerlerinizle birlikte hayatınızdan geçen her sevgisiz dakikanın kayıp olduğunu düşünerek derinlerde yaşamanız dileğiyle.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: Issız Adam niçin ağlatıyor?
« Yanıtla #3 : 21 Haziran 2009, 10:42:01 ös »
‘Issız adam’ psikolojisini Dr. Mustafa Ulusoy’a sorduk. TVNET kanalında yaptığı ‘Film Şeridi’ programında filmlerin psikolojik yönlerini tartışan Ulusoy, filmdeki ‘ıssız adam’ın ve geçek hayattaki binlerce benzerinin ruh halini bizim analiz etti.

 

MİNE AKVERDİ

MUSTAFA Ulusoy hem 16 yıllık bir psikiyatr hem de bir yazar. Bu iki konuyu buluşturmayı da iyi biliyor. Zira şu ana kadar yazdığı kitaplarında çoğunlukla terapi odasında olup bitenlerden beslendiğini söylüyor. Nitekim Ulusoy’un son çalışması olan ‘İnsanın Temel Acıları Üçlemesi’nin 2004 tarihli ilk kitabı ‘Aynalar Koridorunda Aşk’ ve geçen ay piyasaya çıkan ikinci kitabı ‘Giderken Bana Bir Şeyler Söyle’de de anlattığı kahramanlar psikiyatr olarak bugüne kadar tanıdığı, dinlediği, tedavisini üstlendiği hastalarının öykülerinden ve psikolojik özelliklerinden izler taşıyor.

Ancak bu kahramanlardan biri özellikle dikkat çekici. Çünkü bu iki romanın ana kahramanlarından olan ‘Gri’, psikolojik ve karakteristik yapısıyla son günlerin en çok konuşulan filmi ‘Issız Adam’ın sevemeyen, bağlanamayan, sorunlu başkahramanıyla aynı özelliklere sahip.

Bir psikiyatr ve yazar olarak hastalarınızın hikayelerini kitaplarınıza yansıtıyorsunuz değil mi?

Yazdığım kitaplarda psikiyatri odasında olup bitenlerden izler çok var. Meslekte tecrübe kazandıkça belli kişilik özellikleri ve sorunları olan belli karakterler de zihninizde oluşmaya başlıyor. Bu karakter tiplerini de romanlarımda kullanıyorum.

‘Aynalar Koridorunda Aşk’ ve ‘Giderken Bana Bir Şeyler Söyle’ romanlarınızda temel kişilik özellikleri taşıyan kahramanlar var. Kimler bunlar?

Örneğin ‘Kırmızı’ temelde var oluşsal olarak kendi değerini hissedemeyen ve o değeri başkaları üzerinden almaya çalışan bir kişilik. Onun için seçilmek çok önemli. Sevilmemekse ölüme eşdeğer. ‘Sarı’, babası öldükten sonra kendi hayatını da yok gibi hisseden ve bu sebeple terapiye başlayan bir karakter. ‘Beyaz’ bilge kişi; geçmişinde çok acılar ve zorluklar yaşamış, ama sonuçta aşkın bir boyutuna ulaşmayı becerebilmiş biri. ‘Mavi’ ise terapistimiz; el yordamıyla hastalarına yardım etmeye çalışan, iyi niyetli ama hayatla ilgili açmazları olan biri.

ISSIZ DEĞİL NARSİST ADAM

Bir de ‘Gri’ karakteri var. O da ‘Issız Adam’ filminde izlediğimiz ana karakterin bir örneği. ‘Gri’ ve Issız Adam gibi sevemeyen, bağlanamayan bu karakterlerin ruhsal yapısı, kişilik özellikleri nedir?

‘Issız Adam’ filmindeki karakter ıssız değil aslında narsist adam. Oradaki karakterin temel özelliği narsistik öğeleri barındırması. Peki, nedir narsist karakter? Hepimizin bir varlığı vardır. Bütün her şeyden, insanlardan, nesnelerden bağımsız olarak yine varız. Ama çocukluktan itibaren ebeveyn etkileşimleri, travmalar, hayal kırıklıkları gibi şeyler sebebiyle var oluşumuzun değersiz olduğu hissine kapılmışsak, bu bize müthiş bir acı verir.

İşte temelde böyle hisseden ve bu acıyı gidermek, kendi var oluşunu hissedebilmek için etrafında birçok aynaya ihtiyaç duyan kişiler narsist kişilerdir. O aynalar da çevrelerindeki diğer insanlar… Narsist kişiler dışarıdan çok kibirli gibi görünseler de kişisel dünyalarına girdiğimizde ötekine bağımlılığın daha çok olduğunu, onlara ihtiyaçlarının daha büyük olduğunu görürüz. Aynada görüntüleri yoksa kendilerini de yok gibi algılıyorlar. O yüzden ötekiler için değerli olma arayışına giriyorlar. Onlar için çok değerli olmak, böylece kendilerini dev aynasında görebilmek istiyorlar. Ötekinin dünyasında değerli olabilmenin 3-5 yolu var: Şan, şöhret, zenginlik… Bir de aşk. Zira aşk bir öteki varlığın dünyasında değer bulma çabasından başka bir şey değildir. Ve insanlar kendilerini ne kadar çok değersiz hissediyorlarsa o kadar daha sık aşık olma ihtiyacı hissediyorlar.

Filmdeki karakterin hangi davranışlarında görebiliyoruz narsist kişilik özelliklerini?

Mesela lokantasına giriyor el çırpıyor, çalışanları etrafına hemen toplanıyor. Onun çevresine topladığı çalışanlarının hepsi onun için birer ayna hükmüne geçiyor. Çünkü yok gibi hissediyorsan sana hayranlık duyan insanlar topluluğunun çevrende olmasına ihtiyaç duyuyorsun. Zaten narsistler tüm ilişkilerini son derece iyi organize ederler ki çevrelerinde bir hayranlık oluşturup kendilerini dev aynalarında görebilsinler. Mesela filmde merdivende bir çalışanıyla şarap içtiği bir sahne var; ona ‘niye lüks marka olan şarabı açmadın’ diyor. O da bir narsistik yatırım işte. ‘Bak ben ne kadar cömert bir patronum gör’ mesajı veriyor ve bunu kendine yönelik bir yatırıma dönüştürüyor. Narsist kişiler çevrelerindeki tüm insanları, ilişkileri, aşkları kendi varlıklarını hissedebilmek için birer araç olarak görüyor.

YALNIZLIĞA MAHKUMLAR

Kadınlara neden çekici geliyor bu adamlar?

Çünkü narsist kişiler karşısındakilerin gözünde değer kazanmak için ilişkinin başında inanılmaz ayartıcı davranışlar yapıyorlar. Esprili, neşeli davranışlar, karşısındakini özel hissettiren jestler narsist kişilikte çok fazla görülüyor. Filmde de bunu görüyoruz. Kızın en sevdiği kitabı buluyor, ona yemek pişiriyor, beklenmedik anlarda sürprizler yapıyor, ‘evimde uyuyan ilk kadın sensin’ diyerek bir çok ayartmayla kıza kendini özel hissettiriyor. Yani kızı kendisine aşık edecek şekilde davranıyor. Niye? Onun dünyasında önemli olduğunu, dolayısıyla kendi varlığını hissedebilmek için. Ama kız ona aşık olduğunda, narsist kişilik için o ilişkinin bütün cazibesi bitiyor. Çünkü burada bir kere daha kendi dev yansımasını görüyor. Ama bu onun var oluşuna bir katkı sağlamıyor. Issız adam, sadece var olmanın kendisinin değerli bir şey olduğunu hissedemedikçe bu aynalara bağımlılıktan kurtulamıyor.

İlişki bir tehdit midir bu insanlar için?

İlişki uzun vadeli bir yere doğru gitmeye başladığı zaman evet. Çünkü bu ‘artık tek bir aynan olacak’ demektir. Başka kızlar, kadınlar yok. Karşısındaki kız ‘ben seni istediğin gibi gösterebilirim, seninle ilgilenir, seni önemser, sana değer verir, var oluşuna katkıda bulunabilirim’ dese de, narsist bir kişilik açısından tek ayna asla yetmiyor. O, bir değil binlerce kadının ilgisini istiyor. Dünyanın kendisi ayna olacak, muhteşem bir şekilde onu yansıtacak. Filmde de ilişki bu noktaya geldiğinde adam her şeyi bitiriyor. Parayla bu işi yapan kadınlarla birlikte olması da bu yüzden; her şey kendi kontrolünde.

Peki, bu ıssız adamların sonu ne oluyor?

40-50 yaş onlar için kritik. Yavaş yavaş cazibelerini kaybediyorlar. O ana kadar kalıcı ve sağlıklı ilişkiler kuramadıkları için yalnız olduklarını acı bir şekilde fark ediyorlar. Depresyona giriyorlar. Çoğunlukla hayatları yalnız geçmeye mahkum oluyor. Onları iyileştirebilecek şeyse sevginin ötesinde karşılıklı özen, ilgi, merhamet ve şefkatin olduğu sağlıklı, samimi ve sahici bir ilişki. Çünkü ilişkiler  insanı dönüştürüyor.

20. YÜZYIL HAZ ÇAĞI

Issız adamlar bu kadar çok mu? Onları böyle ıssız yapan nedir?

20. yüzyıl narsizm çağı. Bunu sosyologlar da söylüyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada kişilik bozukluklarında ciddi bir artış oldu. Borderline, narsist kişilik bozukluklarına doğru bir kayma oluştu. Çünkü savaşta onca insanın ölmesinin yarattığı travma insanları var oluşu sorgulamaya itti. Hayatı en iyi şekilde değerlendirmek arzusuyla kendi hayatlarına odaklanıp kendilerini mutlu etmeye ve haz duymaya yöneltti.

Bizde de 12 Eylül döneminden sonra narsist kültürün daha egemen olduğunu, narsist kişilik bozukluğuna eğilimin arttığını gözlemliyoruz. Haliye ıssız adam karakteri bugün artık çok görülen bir kişilik tipi olmaya başladı. Modern kültür de bize her şeyde her an arzularımızı tatmin edip haz içerisinde yaşamamızı söylüyor. Ama bir şeyle yetinmemek, çok şeyin peşinde koşarken her şeyi kaybetmek modern insanın en büyük handikaplarından biri. Çünkü modern kültür her şeyi bize vermeyi vaat ederken aslında hiçbir şeyi vermiyor, her şeyi elimizden alıyor.

« Son Düzenleme: 08 Ağustos 2010, 10:43:24 ös Gönderen: alıntı »