İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - bureax

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7
76
Hüseyin KAÇIN / TAŞINDI: GÖNÜL - Hüseyin Kaçın
« : 19 Ağustos 2010, 11:09:42 ös »
Bu konu Şiir isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=344.0

77
Bu konu Şiir isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=341.0

78
Hüseyin KAÇIN / TAŞINDI: Gül Gözlerine Esir Sevdalar
« : 19 Ağustos 2010, 11:02:44 ös »
Bu konu Şiir isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=146.0

79
Bu konu Şiir isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=145.0

80
Hüseyin KAÇIN / TAŞINDI: Şehit Annelerinin Gözyaşlarına
« : 19 Ağustos 2010, 11:01:26 ös »

81
Hüseyin KAÇIN / TAŞINDI: şiirler, yazılar (Flash)
« : 19 Ağustos 2010, 11:01:02 ös »
Bu konu Şiir isimli bölüme taşınmıştır.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=148.0

82
14.  Sahne
Evin içi, Salih’in odası  (İç-Gün)

(Salih odasındaki masada gene mesnevi okuyordur.  Annesi kapıyı çalar ve içeri girer.  Elinde elektrik süpürgesi vardır.)

Seher hanım:
 Bak nasılda beğendin kitabı her gün onu okuyorsun.
Salih:
Çok güzel ve değişik bir tarzı var.  Okurken bütün kalıplardan sıyrıldığımı hissediyorum.
Seher hanım:
(bir taraftan süpürgenin  hortumunu takarken) Kitap güzel de parayı verirken  bir baktım ki  kitabı aldığım gencin sol eli yoktu.  Çok zor birşey içim yandı.
Salih:
(hayretle annesine ) Ne, ne dedin anne? Neyi yoktu.
Seher hanım:
 Sol eli bilekten  itibaren yoktu.  Ona üzüldüm oğlum. (üzgün bir ifadeyle)
Salih:
(çok şaşırmış bir şekilde hayretler içersinde dona kalır.  Bir anda aklına aynalı dedenin sözleri gelir ve mırıldanır sessizce...)
Salih:
Bazen yekdest  bir hayal kapını çalar.  Demek bizimde kapımızı çaldı.
(Salih bu durum karşısında büyük bir mutluluk duyar gece gördüğü rüyayı artık şimdi çözmüştür.)

15.  Sahne
Mezarlık (Dış-Gün)

(Salih koşa koşa mezarlığa doğru yola koyulur.  Mezarlık kapısından  heyecanla içeri girer ve  Aynalı dedenin evine doğru yol alır.  Kapının önüne gelir ve kapıyı çalar, kapıyı kimse açmaz.  Mezarlıkta biraz dolanır ; ama Aynalı dedeyi göremez, sonra tekrar kapıyı çalmak üzere kulübenin kapısının önüne gider. Çalar çalar ama kimse açmaz.  Tam ayrılacakken yerde bir kağıt parçası görür. Kağıtta: Gelenler mezarlık yolunun köşesindeki bakkal Hüseyin Efendi’ye uğrasın, yazılıdır.)
16.  Sahne
Bakkal (İç-Gün)

Salih:
Selamünaleyküm kolay gelsin.  Aynalı dedeye baktım mezarlıkta ve evinde yok , kapının önünde de bir kağıtta buraya uğramam yazıyordu.  Ama görüyorum ki aynalı dede burada da yok.
Bakkal:
 Aleykümselam.  O yazıyı ben astım.  Siz nesi oluyorsunuz?
Salih:
 Bir dostuyum.
Bakkal:
Haberiniz yok galiba Aynalı dedeyi bu sabah kaybettik ve öğle namazında da kulübenin arkasındaki kendi için hep açık bulunan mezara defnettik.
(Salih bu sözleri duyunca beyninden vurulmuşa döner.  Bütün kasları çözülür başından aşağı kaynar sular dökülür.  Bir süre konuşamaz ne diyeceğini bilemez. Sonra hiç konuşmadan hüngür hüngür ağlamaya başlar… Şuursuz bir şekilde bakkaldan çıkacakken bakkal seslenir.)
Bakkal:
Kardeşim senin adın Salih mi?
Salih:
(Yıkılmış  ve şok olmuş suratına bir anda merakta eklenir.) Evet.
Bakkal:
Aynalı dede bugün sabah namazında camide fenalaştıktan sonra bu zarfı Salih diye bir genç gelirse ona verirsin demişti.  Al buyur emanetini.
Salih:
(hemen  zarfı alır ve hızlıca açar, kağıdın içinde mesnevinin 2. cildinin 65 ve 75. Beyitlerinin anlamı yazmaktadır.)


65.  Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü.
Sende hayvan duygusundan baska, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
Âdem oğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
(Hakk’ın ) sureti yoktur veya vardır demek,suret ehlini şüpheye mağlup eder. Sureti yoktur veya vardır hissi suretten kurtulup iç olanlar içindir; kabukta, surette kalanlar için değil.
70.  Eğer körsen köre teklif yoktur.  Değilsen sabır sevincin anahtarıdır.  Sabır gözden perdeyi kaldırır.  Göğsü açarak kıymet ve şeref kazandırır.  Gönül aynası tertemiz olunca onda sudan , topraktan başka suretler görünür.  Nakışı da görürsün, nakkaşı da.  Yaygıyı da seyredersi, o, onu yayanı da.  Sevgilinin hayalini Halil peygamber gibi bil.  Sureti put, manası put kıran oldu.  Hakka şükür olsun, o görününce onun hayali canı faydalanırdı.  Kapısının toprağı gönül sevincidir.  Bu ayrılığa sabredenin toprak başına…Dedim ki; Eger güzelsem bu güzelligi onun lûtfu olarak kabul ederim.  Değilsem zaten çirkinlikler bile bana
güler!
Çaresi su: Kendime bakayım kendime çekidüzen vereyim.  Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
O güzeldir, güzelliği sever.  Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?

Salih:

( elindeki kağıdı gözleri yaşlı bir şekilde okur ve gözleri yaşlı bakkaldan çıkar.)

17.  Sahne
 Mezarlık-Aynalı dedenin mezarı  (Dış-Gün)             

(Salih Aynalı dedenin mezarının başına gelir, mezara şöyle boydan boya bakar ve hüngür hüngür ağlamaya başlar.)
Salih:
Neden  dedem neden gittin, bizim kalbimizde yeri olan herkes gitmeye mahkum mu?
(Ağlayarak diz çöker mezara ve mırıldanır.)
Salih:
Keşke gitmeseydin, halbuki ne kadarda sıcak gülüşün ne kadarda hoş muhabbetin vardı.
(Bir anda durur ve kendine gelir sanki yeniden  doğmuş gibidir kendi kendine sanki aynı şeyleri yaşıyormuş gibi olur.  Meryemin mezarındaki halini hatırlar. Onun mezarında da bu hale gelmiştim gibisinden düşünür.  Mırıldanarak...)
Salih:
Anladım işi buldum dedem (haykırır hafifçe) buldum.  Öğretmek istediğimi buldum.  Ama geç buldum der.  Sen oysa bana hiç ölmeyecek olana bağlan demiştin ki ne yazık ki ben anlayamamışım.  Anladığımı sanmışım.  Okumakla olmuyor yaşamak lazımmış, sayfalar dolusu kitapta okusan, tonlarca balda biriktirsen balı tatmadıktan sonra bu hamallıkmış, okuyup okuyup ders çıkaramayıp aynı halleri farkında olmadan yaşıyormuşum.  Meğerse ilerledim sanırken geldiğim yerin tam üstündeymişim.  Artık anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış, marifet bu,  gerisi yalnız çelik çomakmış…


18.  Sahne
 Ev- Salih’in odası (İç-Gece)   

(Salih gözükür ve namaz kılar.  Namaz biter ve dua etmeye başlar.  Dua ederken de hüngür hüngür ağlar.)
Salih:
Ey kalplerimize aşkı yerleştiren.  Bana da aşıkların eteğine yapışmayı nasip et. Susuzluk ver ve sonra su ver ey güzeller güzeli, bu günah deryasında beni boğulmaktan koru, ey her şeyden münezzeh olan kıblesi sadace aşıkların gönülleri olan aşkı yaratan rab…  Beni bana bırakma.  Beni şeytana da bırakma, beni gönlünde sevgiye dair hiçbir zerre olmayana da bırakma.  Beni gönül kuyuları kurumuş olan ve her defasında gönüllerine attıkları kovadan şehvet çekenlere de bırakma.  Ben sana sığındım, sana el açtım, bu elleri sonsuz hazinelerinden hiçbir zaman boş çevirmeyen ve kullarını hiçbir zaman darda koymayan kimsesizler kimsesi sana açıyorum.  Bana o gönül ordularının bastıkları toprak olma şerefini ver.  Bana olma şerefini ver, beni aşkla yak ve pişmeye çalışan ama hiçbir zaman tam pişemeyen gönüllere kat.  Amin.
( Salih  gözlerini siler ve  seccadesini toplar. Sonra yatağına uzanır.)

19.  Sahne
Salih’in rüyası-Süleymaniye cami (İç-Gece)

( Salih Süleymaniye camisinin içindedir.  Her yer ışıkla kaplıdır.  Bir sürü semazen, bembeyaz güller gibi devamlı dönmektedir. Hu ya hak, sesleri duyulur… Salih semazenlerin  yanından  onlara bakarak geçer.  Bir bakar ki caminin kapısı açılmakta ve aralıklarından büyük bir nur içeri sızmakta, kapı tam açıldıktan sonra nur bütün camiyi kaplar.  Salih kapıya doğru gider ve avluya çıkar.  Bir bakar ki fahri kainat  efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) onu görünce hemen anlar.)
Salih:
Şaşkın ve mutlu bir şekilde) Efendimiz…
(Salih bu hadise karşısında avluya düşer bayılır.)

20.  Sahne 
Ev-Salih’in odası   (İç-Gece)
( Salih yatakta yatıyor, bir hamle yapar ki rüya olduğunu anlar ve gözlerinden  yaş akmaya başlar hemen kalkıp evden çıkar)


21.  Sahne
Süleymaniye cami avlusu (Dış-Gece)           

( Salih Süleymaniye camisinin önüne gelir ve büyük bir heycanla avluya doğru koşar.  Bir de bakar ki kimse yoktur.  Ağlamaya devam eder.  Ellerini açarak havaya kaldırır.)
Salih:
( Ağlayarak bağırır.) Hamdolsun…
(Ve aşkla sema etmeye başlar.)


SON

84
Levent KAÇIN



3 Kasım 1996 saat 19;25 suları…yakın tarimizde ülkemiz için dönüm noktalarının belkide en önemlisi . Susurluk yakınlarında bir trafik kazasıyla ortaya çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkileri . Birçok sivil toplum örgütleri ve madyanında desteğiyle  Aydınlık için bir dakika karanlık kampanyaları ile toplum olarak bu skandal ilişkilerin ortaya çıkarılması için yapılan eylemler askıda kaldı. Müdahale çok gecikmedi ve gündem bi anda değiştirilerek bişeylerin üstü örtüldü. O saman farkında değildik ama  bu meçhul kaza ilerleyen zamanlarda daha büyük patlamaların habercisi olmuştu.
13 Haziran 2007 Ümraniye’ de bir evde bulunan el bombaları yeni bir skandalın başlangıcı olmuştu nerelere kimlere kadar sıçrayacağını tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük bir skandal . Çok geçmeden arkası gelmeye başladı hayrete düşüren gözaltılar tutuklamalar ortaya çıkan krokiler bunun sonucunda da yeraltlarında gizlenmiş mühimmatlar silahlar….
Toplumumuzun genel yapısı gereği içeriğine çok bakmadan kutupluşmalar oluşturduk. Bir kısmımız bunun koca bir yalan olduğunu ve bişeylerin intikamını almak için uydurulmuş senaryolardan ibaret olduğunu savunduk . Bir kısmımız ise ortaya çıkanların demokrasinin büyük bir başarısı olduğundan dem vurduk. Usül olarak yanlış bulanlar, gereksiz yere gözaltına alınanların olduğunu savunanlar. Sonuç olarak ergenekonun uzanamadığı yer yada kimse kalmamış gibi görünüyor.
Danıştay saldırısı , cumhuriyet gazetesinin bombalanması ,Dink cinayeti vs. ülkemizde yapılmak istenenleri çok net açıklıyor gibi ; korku devleti oluşturmak ,daha kötüsü bunların vatan için yapıldığının savunulması ; Vatan için yapılan eylemler ! ülkenin ilerlemesini durdurup gerilemesine neden olmamalı.
Böyle bir yapılanmanın ortaya çıkarılması kesinlikle bir başarıdır. En önemlisi bunu sonuca bağlayabilmek, sonuca bağlanırsa hukukun üstünlüğünün ,  hukukun bağımsızlığının ve demokrasinin en önemli göstergesi olur.
Davanın uzun süreceği muhakkak İtalya‘daki benzer yapılanman çözümlenmesi yaklaşık 5 sene sürmüştür. Velhasıl bu hamur daha çok su götürecek zaman geçtikçe yayılarak devam edecek gibi gözüküyor sonunu çok merak ettiğimiz bir dizi gibi merakla bisonraki bölümlerini bekleyeceğiz.

88
Yılmaz ÖZAKPINAR / TAŞINDI: dokümanlar
« : 29 Mayıs 2009, 07:39:26 ös »
Bu konu Psikoloji isimli bölüme taşınmıştır.

http://huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=116.0

90
Genel Tartışma / Ynt: Bülent AKYÜREK (yazılar ve röportajlar)
« : 11 Nisan 2009, 03:16:18 ös »
“Faşistin okuyup yazmışına, sağdan gelip sola göz kırpanına ulusalcı denir. Birkaç ulusalcı, halkı bayraklarla sokağa dökerken ben manikür yaptırıp oturacak mıydım yani?” Sevmekten ziyade nefretin daha sahici olduğunu ve tüm dünyayı kucaklayan modern hümanistlerin sevgisine inanmadığını ifade eden yazar, “Ben insanları severken onların tozunu alıyorum.”



* * *

Yılgın Türkler kitabının ardından iki yıl sonra ‘Seviyordum Söyleyemedim’ kitabıyla Türklerin hallerini kaleme alan yeraltı yazarı Bülent Akyürek, baltasını topraktan çıkardı. Özgün üslubu, yaşayışı ve sert tavırları ile dikkat çeken Akyürek, bu kitaptan dolayı kendisine kızacak ulusalcılara şu cevabı veriyor:

“Faşistin okuyup yazmışına, sağdan gelip sola göz kırpanına ulusalcı denir. Birkaç ulusalcı, halkı bayraklarla sokağa dökerken ben manikür yaptırıp oturacak mıydım yani?” Sevmekten ziyade nefretin daha sahici olduğunu ve tüm dünyayı kucaklayan modern hümanistlerin sevgisine inanmadığını ifade eden yazar, “Ben insanları severken onların tozunu alıyorum.” diyor. Gürültüye dayanamayan ve on beş yıldır kulağında tıkaçlarla yaşayan Akyürek, tıraş olamıyor ve protezlerinden dolayı ağustos ayında bile üşüyor. Akyürek, 44 kilo!

“Seviyordum Söyleyemedim” kitabı yine “Yılgın Türkler”in halleri üzerine ironik değiniler içeriyor. Kitabın ismi nereden çıktı? Sevdiğimizi söyleyebilseydik ne değişirdi?

Geçen yıl uzaktan âşık olduğu kıza sevdiğini söyleyemediği için tecavüz eden bir adam haberlere çıktı. Anadolu insanının psiko-ayrıntılarını en çok yazan bir adam olarak bilimsel bir hayretle koltuğumdan fırlayıp, “Daha yazılacak çok kitap var.” dedim. Çünkü akademisyenler, yarı aydınlar “erkek toplum, feodal toplum” konuşmaları yaparken, ben erkeklerimizdeki reddedilme korkusunu haberlerde çözmüştüm. Eğer sevgimizi de nefretimizi de ilan edebilirsek daha barışık bir toplum olacağız galiba. En azından akşam haberlerinde görünmeyeceğiz!

Hem sevmekten bahsediyorsun hem de ismi Sapan olan bir yayınevinden eli baltalı kitap çıkarıyorsun. Bir yeraltı yazarı olarak iki yıl sonra savaş baltanı kendinle birlikte topraktan çıkarmanın âlemi ne?

Sevmekten bahsetmiyorum. Sevmek, başka bir vücutta kendine dokunmaktır. Nefret daha sahicidir ve nefret aşıldığında tasavvufi bir yol almış olursunuz ama sevgi aşılınca yelkenleriniz nefret ülkesine açılır. Sevginin en basiti tüm insanlığı kucaklayandır. Tüm insanları kucaklayan modern hümanistlere bakın, çoğunun dindar olmadığını göreceksiniz. Oysa, Allah aşkı dünyaya karşı körlüktür. Gözlerini dört açmış bu adamların sevgisine inanmıyorum. Ayı, yavrusunu severken öldürürmüş. Benimki galiba buna benziyor. Severken tozunu alıyorum onların! Tarih boyunca tüm dünyada sömürmediği bir avuç toprak bırakmayan Batı, bizlere her gün barbar demekten çekinmiyor. Kendimizi garantiye almak ve saldırganları caydırmak için elimizde baltayla yürürüz. Batı korktuğu milletlere sanatı; müziği, baleyi, spor kardeşliğini, kibar mitingleri, sosyete demokrasisini pompaladı. Bir erkek olarak kendi adıma konuşuyorum; iki silah markası bilmem ama size yirmi tane deterjan markası sayabilirim! Kapaktaki sembolik balta şiddet içersin diye değil, psikolojik anlamda moral toplayalım diye kullanıldı. Elbette; bulaşık yıkayıp cam silmekten, patates soymaktan, eve bebek bezi taşımaktan yorgun düşmüş bu fani, ziyadesiyle şiddete karşıdır! Elin baltalıysa, koruduğun bir şeyler vardır demek ki! Birkaç ulusalcı, halkı bayraklarla sokağa dökerken ben manikür yaptırıp oturacak mıydım yani?

‘Alıngan Türkler’ eline balta alıp seni kovalamaya kalkışmasın sakın? Bu arada kaçarken ulusalcıların kucağına düşmeyesin?

Faşistin okuyup yazmışına, sağdan gelip sola göz kırpanına ulusalcı diyorlar. Tonlarca menfaatin kucağına oturmuş bu adamların kendi kucakları kaldı mı ki ben oraya düşeyim?

Neden “Çılgın Türk” olmak yerine “Yılgın Türk” olmayı yeğliyorsun?

Yüzyıllardır kaybediyoruz. Sokaklarımızdaki bir çukur beş yılda kapatılmıyor, on dört kişilik dolmuşa 45 kişi biniyoruz. Uzayı fotoğraflardan görüyoruz. Üniversitelerimiz Anıtkabir yürüyüşleri yapmaktan bilime fırsat bulamıyor. Fırsat bulunca da fasulye deneyi yaptırıyorlar. Ezber cümlelerden, ara gazlardan, sloganlardan bıktım. Onlara itiraz ediyor ve kitaplar yazıyorum. On yedi yaşımdan beri 24 kitap yazmışım. Bana yılgın denir mi?

Çalışkanlık Türklerin karakteri değil mi? Tembellik hakkı için neler diyeceksin?

“Türk, övün, çalış, güven.” sıralamasına bakılırsa övünmekle işe başlıyoruz. Tarım denince buğday, ağaç denince aklımıza kavak geliyor. Buğday en zahmetsiz tarım ürünüdür, kavak da tembel ağacıdır. Kimse kalkıp ‘ceviz dikeyim, böğürtlen toplayayım’ demiyor. Türkiye’de kalın kitaplar satmaz. Hareketsizlikten kadınlarımızın basen, erkeklerimizin göbek sorunu vardır. Namazların farzları kılınır sünnetlerinden kaçılır... Üç günlük dünyada misafir olduğumuz için “Niye çalışalım ki?” diye düşünüyor olabiliriz? Ayrıca “Tembellik Hakkı” kitabını Marks’ın damadı yazmıştır. Marks gibi bir kayınpederimiz olsaydı biz de tembellik hakkımızı kullanmak için can atardık.

Seni, Thomas Bernhard ya da Proust gibi hayattan izole eden gerekçeler ne?

Çok okuyan ve yazan biri olduğunuz zaman estetik duyum ve görüşleriniz gelişiyor. Bir nevi toplumsal ve çevresel bunaltı yani. Romancı kişiliğimden dolayı düzensizlikler gözümü bozuyor. Çay içtiğim bir kahvede bile herkesi düzeltmek, biçim vermek istiyorum. Türkiye gibi bir ülkede kompozisyon istiyorum. Bir de gürültü hastalığım var. On beş yıldır kulak tıkaçlarıyla yaşıyorum. Ayrıca protezlerimden dolayı ağustos ayında bile üşüyorum. Dünyaya geldim geleli zindandayım.

Gürültü hastalığın varsa neden bu kadar ses çıkaran kitaplar yazıyorsun?

Beynimin içinde bir cehennem kaynıyor. Ben o cehennemden çıkıp dostlarımla piknik yapamıyorum. Tıraş olamıyorum. Gittiğim en son sinema filmi Stallone’nin “İlk Kan”ıdır. Kafamdaki müzikten isyan dolu kitaplar çıkıyor. Kitaplarımın gürültüsü; sokak ortasında yapılan düğünlerden iyi değil mi sence?

Batı’ya karşı bu kadar güvensiz ve nefret içinde olma bilincinin çıkış noktası nedir?

11 Eylül olayları bende yıkım yarattı. Doğu-Batı, Müslüman-Laik Müslüman gibi şeylerin ayrımına vardım. “Artık evde oturup kadın gibi roman yazmayacağım” dedim. Modern dünyaya roman kahramanlarımın arkasına sığınarak değil, bizzat kendi ağzım ve anadilimle küfretmeliydim. Yıllarca evde oturup kadın gibi roman yazarken, komşularımızla güne katılıyordum. Halen on beşe yakın çeyrek altın alacağım var ama helal ediyorum!

Kadınlarla aran iyi değil, haklarında kitaplar yazıyorsun. Onlarla alıp veremediğin ne?

Onlar olmasaydı, erkekler okeyi icat edip oturacaklardı. Ne teknoloji, ne sanat, ne de kapitalizm olacaktı. Jileti onlara güzel görünmek, tekerleği onları istediği yere bir an önce götürebilmek için icat ettik. Tüm icatları, kadınlar boş boş otursunlar diye erkekler yapıyor! İlim, bilim, teknoloji, icat, kadınlara ulaşabilme çabasıdır. Hele de şiir yok mu? Şiirler kadınlara ulaşmak isteyen erkeklerin yalvarışları gibi... Şiir, yalvarmanın dili değilse niçin eli yüzü düzgün bir kadın şair yok? Demek ki onlar yalvarmadan erkekler paspas oluyor!

Kitapların çok satarken birden ocakçılık yapmaya, pet şişe toplamaya başladın. Yazının gücüne dair inancını zaman zaman kaybettiğin sonucunu mu çıkarmalıyım buradan?

Yazının gücüne inansaydım baltayı çıkarmazdım. Baltayla ağaç kesmeden kağıt yapamaz ve yazı yazamazsın. Yazar, yazıya inanan cahil adamdır. Söz avamın cehalet dolu bilgeliğidir. “Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” diyor Efendimiz. Bir güzellik korunacaksa elimizin altında balta olmalı. Bağımsız bir yazar olabilmek için büyük diyet ödedim. Açlık sınırında yaşadım. Bu dönemlerde yazı yazmayı hep bırakırım; çünkü ihtiyaçlardan dolayı dillerim dolaşabilir diye. O yüzden erkek gibi çalışmaya başlarım. Kitaplarımın çok sattığı dönemlerde de şımarıp kendimi kaybetmemek için garip işlerde çalışırım. Bütün vücudu protez, hastalıklı, 44 kilo bir adam olmasaydım kitap yazmazdım. Biraz daha konuşursak Freud haklı çıkacak!

On bin kitap okumuş biri olarak, yine on bin kitap okuduğunu söyleyen Nihat Genç ile polemik yaşadın. Çok okuyan iki insanın geldiği son noktanın burası olması tuhaf değil mi?

Onunla on üç yıl konuşmuyorduk. Son dönem yaptığı televizyon konuşmalarına dayanamadım ve kendisine 8sutun sitesinden mektup yazdım. Cevap vermek yerine sitedeki yazıyı kaldırtmış. Türkiye’nin fikir özgürlüğü savaşçısı diye lanse edilen bu yazar, kendisi hakkında yazılmış bir yazıdan dolayı krizlere girdi. Nihat Genç’in şu sözünü eleştiriyorum: “Müslüman’ım; ama dinci değilim.” Müslüman ne demektir: İslam dinine inanan, bağlanan. Genç, diyor ki: “Erbakan Hoca olsaydı şimdi Fetih sureleri okuyarak Erbil’e girip cuma namazı kılardık...” Şimdi soruyorum: Kendisi Ankara’da cuma namazı kılıyor mu ki Erbil’de cumaya özlem duyuyor? Eğer beni susturmaya devam ederse kendisiyle ilgili bir kitap yazacağım. Ben yapayalnız bir adamım, sadece Rabb’ime güvenerek yazıyorum.

Kapitalizmle nasıl baş ediyorsun peki?

Nadir yemek yerim. Bir gün olsun canım bir şey istemedi. Giyim kuşam sevmem. Teknolojiyi takip etmem. Çayım ve sigaram dışında lüksüm yok. Bir köpeğin giderinin yarısına yaşıyorum. Üç yıl önce çim yiyebilir miyim diye denemeler yaptım. Çok şükür zorda kalınca yeniliyormuş. Çim yemeyi başaracağımıza inandığımız an kapitalizm kaybedecek!


* * *

‘Tuvaletlerde bile kafamızı dinleyemez olduk’

“Türk’ün aklı tuvalette gelir.” diyorsun. Sen de bu kadar mevzuyu orada mı düşündün?

Ben, deyim ve sloganlara cevap olarak makaleler yazıyorum. Tuvaletler gürültülü Türkiye’de kafamızı dinleyebildiğimiz tek yer ama cep telefonları çıktı çıkalı orada da kafa dinleyemez olduk!

Türkler neden hesap ederken parayı masanın altında sayıp garsona uzatır?

Paramız çoksa az, az ise çok olduğunu ima edebilmek için!

Televizyon kumandasını niçin poşetle kaplarız?

Kumanda, bizimle televizyon arasında aracıdır. Biz kullandığımız maşada parmak izi bırakmak istemeyiz!

Paspasları temizlemek için neden caddenin ortasına atarız?

Turistler kafayı yesin diye!

Bir turiste dilini bilmediğimiz halde niçin bağırarak anlatırız?

Çok uzak ülkeden geldiği için bizi duymayabilir diye!

Dünya Türklerin eline geçse ne olur?

İnsanlık, uzayda cirit atıyor. Bu gidişle dünya bize kalacak zaten.

 

H.SALİH ZENGİN

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7