İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - bureax

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 7
16
KİM OLDUĞUMUZUN CEVABI ERGENLİK DÖNEMİNDE SAKLI

Ergenlik dönemi bir çocuğun yetişkine dönüşümünün hikayesidir. Bu hikayede genç
“Ben Kimim?” sorusunun cevabını arar. Bulacağı cevaplarla kendiliğinin tanımını yapar yani
bir kendilik kimliği oluşturur. Bu süreç psikolojide kimlik krizi olarak adlandırılır. Peki
kimlik krizi sürecinde genci neler beklemektedir ve aileler neler yapmalıdır
1.Genç kendilik fiziksel tasarımını oluşturacaktır.
Buluğ çağı ile birlikte, çocuk için sürekli ve tanıdık olan beden tasarımı, günden güne değişen
ve başkalaşan bir bedene doğru yol almaktadır. Kendilik fiziksel tasarımımız, fiziki
görüntümüz ile ilgili hissimizi belirler. Mesela, bazı ergen kızlar,aslında çok zayıf oldukları
halde,kendilerini aşırı kilolu hissettikleri için yemek yemeyi redederler. Yakışıklı
delikanlımız, yüzükdeki birkaç sivilceye öylesine takmıştır ki, kendini çirkin hissetmekte ve
sosyal çevrelerden kaçınmaktadır. Fiziksel görünümünü olduğu gibi kabul eden ve olumlu bir
beden tasarımı oluşturabilen genç bu aşamayı başarı ile tamamlayacaktır.
Aile ne yapmalıdır?
Ergenlik döneminin özelliklerini doğru anlamalıdır. Gencin bedeni ile fazlası ile uğraşmasını
anlayışla karşılayıp, onun duyguların incitmemeye dikkat etmelidir. Görünümü ile alay
etmekten, olumsuz eleştiri yapmaktan kaçınmalıdır.
2.Genç cinsel kimliğini netleştirecektir.
Bir erkek ya da kız çocuğu doğduğu zaman, ailesi onu cinsiyetine uygun şekilde yetiştirmeye
başlar.Sen kızsın ve şöyle davranmalısın;sen erkeksin şöyle olmalısın der. Ergenlikle birlikte
çocuk ailesi ve toplum tarafından kendisine kazandırılan bu cinsel kimliğin hissine varacak
yani kendisini erkek ya da kadın gibi hissedecektir. Bu hissi de karşı cins akranları vasıtasıyla
kazanacaktır. Genç aşık olacak, karşı cins tarafından beğenildiğini,kabul gördüğünü
hissedecek,sosyal ortamlarda kendini cinsel kimliği ile var etme imkanı bulacaktır.
Ergenlikle birlikte cinsel olgunlaşma başlar. Bu olgunlaşma sürecinde ,ergen hormonel bir
saldırıya uğramıştır. Bazen cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorlanmaktadır. Eğer gencin
yetiştiği çevre aşırı baskıcı ise, genç cinsel dürtülerinden dolayı utanç duyacak, kendisini
suçlu hissedecektir.Bu durumda bu arzularını yok sayarak ileride sağlıklı bir yuva kurma
şansını kaybadecektir. Eğer gencin yetişmiş olduğu çevre daha yumuşak ise,genç bu
dürtülerini kabul edecek sadece arzusunu kime karşı ve ne şekilde yönlendirmesi gerektiği
sorunu ile karşılaşacaktır. Ruhsal olarak sağlıklı gelişen bir genç bu arzusunu karşı cinsten bir
akranına,bir film yıldızına vs. yönlendirirken, ruhsal gelişiminde gedikler olan bir genç bu
arzusunu hem cinsine ya da aileden birisine yönlendirebilmektedir.Bu da beraberinde çeşitli
psikolojik rahatsızlıklardan başlayıp, intehara kadar sürüklenen acı tabloları getirmektedir.
Cinsel ilginin yönelim şekli ise gencin yetiştiği kültürel ortam,dini inançları ve değerlerine
göre belirlenecektir. Mesela, Amerikalı bir genç için cinsel ilşikiye girmek cinsel kimliğin

belirleyicisi iken, muhafazakar bir kültür çevresinde yetişen genç için bakışmak,
mektuplaşmak, el ele tutuşmak gibi flört düzeyinde kalan davranışlar cinsel kimliğin
oluşmasında belirleyici olacaktır.
Aile ne yapmalıdır?
Aile gencin cinselliğini kabul etmeli ve doğal karşılamalıdır. Genci utandırmamaya dikkat
etmeli, onun mahremiyetine saygı duymalıdır. Erken yaşlardan itibaren cinsel terbiye
vermelidir. Gencin cinsel kimlik oluşturma yolundaki eylemlerini,el altından desteklerken,
ailenin sahip olduğu değer yargılarına göre gerekli sınırları cinsel terbiye içinde çizmelidir.
3.Genç kimlik bocalamasından kurtulacaktır.
Ergen kimlik oluşturma sürecinde alternatif davranışlar,ilgiler,ideolojiler arasında çeşitli rol
denemelerine girişecektir. Tüm rol denemelerinin altında ise sosyal onay ve beğenilme
ihtiyacı olacaktır.Sosyal onay aldığı roller kalıcı olup kimliğinin bir parçası haline
gelirken,sosyal onay almadığı roller silinecektir. Genç bu süreçte bir süre gitar çalmakla
ilgilenirken, ilgisi spor yapmaya kayacak. Bir süre A partisinin gençlik kollarına takılırken,bir
müddet sonra tam tersi görüşlü bir partinin gençlik kolarına takılmaya başlayacaktır. Hayat
provasında bir sağa, bir sola yalpaladıktan sonra 20’li yaşlarda bu süreci başarı ile
tamamlayarak rol karmaşasından kurtulacak, kendine bir kimlik edinmiş olacaktır. Eğer genç
kimlik bocalamasından kurtulamaz ise hayat arenasında yaşam boyu yalpalamaya devam
edecek, 40’lı 50’li yaşlarda bile bir ergen gibi davranacaktır. Bazı ergenler, kimlik
bocalamasından kurtulmanın yolunu ters kimlik geliştirmede bulacaktır.Ters kimlik sahibi bir
kişi herşeye muhalefet eder.Kendisini girdiği her ortamda muhalefet ederek belli eder.
Aile ne yapmalı?
Aileler zaman zaman çocuklarının yaptığı bu rol denemelerinden rahatsız olmakta ya da
panik yaşamaktadır. Bazen gençe bilgiçlik taslayıp, onu engellemeye çalışmaktadır. Fakat
genç bu denemelerle kendini bulacaktır. Aileden aldığı değerlere aykırı olan roller, eğer genç
sağlıklı geliştiyse ve aile de bu konuda baskı yapmadıysa kalıcı olmayacaktır. Eğer aile aksi
yönde baskı yaparsa, genç işi inata bindirip istenmeyen rolü kalıcı hale getirecek ya da artık
rol denemelerine girişmeyip, pasif,girişimci ruhu olmayan bir birey olarak hayatını
sürdürecektir.

4. Kendine mesleki bir yol çizecektir.
Kimliğin önemli parçalarından biri de meslektir. Genç bu dönemde mesleki rol denemeleri
yapacak kendisine bir yol bulmaya çalışacaktır.
Aile ne yapmalı?
Genç ebevyninin bir uzantısı değildir. Ondan ayrı bir bireydir.Meslek seçerken kendi ilgi ve
yeteneklerine uygun alternatifler araştıracaktır.Aile bu arayışta onun önünü açmalı kendi

başarmak istediği ya da kendince mantıklı sebebleri olan meslekleri seçmesi için gence baskı
yapmamalıdır.
5.Genç kendine bir ideoloji belirleyecektir.
Bu dönemde genç dünyada ve ülkesinde olup bitenlerle yakından alakadar olacak, kendisine
ideolojik bir duruş belirleyecektir.Çünkü etrafında olan bir çok olayı, örneğin savaşları, siyasi
kavgaları,ekonomik krizleri anlamlandırması için bir ideolojiye ihtiyaç duyacaktır.
Aile ne yapmalıdır?
Ailesi ile fazla çatışmalı olan gençler özellikle ailesinin tersi bir ideoloji benimsemekte,bu
yolla adeta ailesinden intikam almaktadır. Genç farklı felsefi görüşler hakkında araştırma
yapabilir,onları benimseyebilir.Aile bu hususta mümkün olduğu kadar gençle çatışmamaya
dikkat etmeli, onun düşüncelerine önem verdiğini hissettirmelidir.Gereksiz tartışmalara
girmek yerine düşünce alış verişi yaparak onun bireyselliğini kabul ettiğini içtenlikle
gösterebilmelidir.

Psikolog Çiğdem Alparslan Karakuş

17
Psikolog Çiğdem Alparslan KARAKUŞ / MEDYA VE CİNSELLİK
« : 11 Aralık 2018, 09:54:34 ös »
MEDYA VE CİNSELLİK*

1960'lardan bu güne medya hayatımızın önemli bir parçası haline gelmiştir.
Özellikle,medyanın en yaygın aracı olan televizyon, insanların sosyal davranışlarını ve
sosyal gerçekliği algılamalarını etkilemekte, çocuk ve gençlerin sosyalleşmelerinde önemli rol
oynamaktadır. Medya, sadece bilgi aktarmakta kalmamakta, tutumların şekillenmesinde
kültürel normların aktarılmasında da etkili olmaktadır. Günümüzde hemen hemen her evde bir
TV seti bulunmaktadır. Amerika'da yapılan istatistikler, bir Amerikalı çocuğun haftada ortalama
23 saatini, bir yetişkinin ise 22 saatini televizyon başında geçirdiğini göstermektedir. Buna video
filmlerini de eklersek bu zaman dilimi 35 ila 55 saati bulmaktadır (Nielsan Media
Research,1993). Böylece 70 yaşına ulaşmış bir kimse ömrünün 7-10 yılını TV başında geçiriyor
(Strasburger,1986). Televizyon karşısına aldığı izleyicisini pasifleştirerek uyarıyor, kimi zaman
eğitiyor ve hiçbir tepkiye veya etkileşime meydan vermiyor. Böylesine sürekli uyarıcı sağlayan
bu aracın, bulunduğu evdeki çocuk ve gençlerin, hatta yetişkinlerin gelişimine elbette etkileri
olacaktır. Özellikle çocukların etraflarındaki her türlü bilgiyi alma eğiliminde olduklarını
düşünürsek, etkileşimin boyutlarını daha iyi anlamış oluruz.1960'lardan günümüze gelen zaman
dilimi içerisinde, medyadaki cinsel temalarda, karakterlerde ve cinsel içerikli yayınlarda büyük
artış gözlenmektedir. Bu makalenin amacı medyada sunulan cinsel malzeme içeren yayınların
çocuk ve ergen gelişimi üzerindeki etkilerini
incelemektedir. Medya araştırmalarında kullanılan en temel yöntem içerik analizleridir. İçerik
analizi, kısaca TV'de gözlenen belirli davranış tiplerinin sayısını hesaplamak demektir. 1986-
1988 TV yayın dönemi içerisinde Amerikan televizyonlarındaki cinsel içerikli davranışlar bu
yöntemle incelenmiş ve başlıca şu sonuçlara ulaşılmıştır. Amerikalı seyirciler her saat dilimi
içerisinde 27'nin üstünde cinsel davranış örneği izlemektedir. Sadece öğleden sonra ve prime-
time zamanları boyunca izlenen cinsel içerikli yayın sayısı yılda 65.000'i bulmaktadır. Bu, bir
Amerikalı ergenin TV seyretme oranına göre hesaplanacak olursa bir ergenin her yıl 14 bin cinsel
içerikli yayına maruz kaldığı sonucunu verir. Bununla beraber, bu 14 bin cinsel referansın sadece
165'i doğum kontrol, cinsel eğitim, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kürtaj gibi konuları
içermektedir. Bu konuların temsil oranı 1/85 kadardır (Harris ve arkadaşları,1988). 1987'den

1988'e kadar doğum kontrol yöntemi ile ilgili hiçbir reklam gösterilmemiştir. Öğleden sonra
gösterilen pembe dizilerdeki cinsel davranış örnekleri prime-time'a göre 2 kat fazladır. Cinsel
birleşmenin %94'ü evli olamayan çiftler arasında gerçekleşmekte, bu çiftler herhangi bir şekilde
korunmadıkları halde, kadının hamile kaldığı pek görülmemektedir. Ayrıca, çiftler, cinsel yolla
bulaşan hiç bir hastalığada yakalanmamaktadır. Pek çok araştırmacı pembe dizilerdeki yetişkin
cinselliğin çok duygusal ve gerçeğe uygun olmayan bir temsile sahip olduğu görüşü üzerinde
hem fikirdir (Strasburger,1989).
İçerik analizleri sadece TV'de nelerin gösterildiğini belirlemektedir, fakat gerçekte çocuk ve
gençlerin bu figürlerden neler öğrendiklerini göstermemektedir. Kaldı ki, istatistikler gençlerin
pek çok cinsel bilgiyi medya kanalı ile edindiklerini göstermektedir. 1987'de 1250 yetişkin ile
yapılan anket, yetişkinlerin %80'inin TV'nin çocukların değer ve davranışları üzerinde etkili
olduğu görüşünü paylaştıklarını ortaya koymaktadır (Harris ve arkadaşları,1987).
Medyanın etkileri üzerine yapılan pek çok çalışmada medyanın en önemli işlevi bilgi aktarımı ve
tutumların şekillendirilmesi olarak belirlenmiştir. Medyanın etkileri üzerine üç temel hipotez
vardır. Bunların en önemlisi, Bandura'nın Sosyal Öğrenme Teorisi'dir. Sosyal Öğrenme Teorisi
kısaca, çocukların davranışları taklit etme yöntemi ile edindikleri hipotezine dayanır. Bu anlayışa
göre, televizyon ve diğer medya araçları çocuklara taklit edebilecekleri pek çok davranış
biçiminin bilgisini sunmaktadır. Freud'un 1975'te yaptığı bir araştırma 25 saatten fazla TV
izleyen çocukların,10 ve 10 saatten daha az TV seyreden çocuklara oranla kalıplaşmış cinsiyet
tutumlarını daha fazla benimsediklerini gösteriyor.1987'de üniversite öğrencileri arasında yapılan
bir başka arştırma (Fabes ve Strouse,1987) ise erkek öğrencilerim medya modellerinin cinsel
davranışlarını daha çok ayırt ettiklerini,medya yadaarkadaş gruplarını birincil davranış modeli
olarak seçen gençlerin cinsel tutum ve davranışlarında daha serbest olduklarını ve daha az
korunma yöntemi kullandıklarını ortaya koymaktadır.
Medyanın etkileri üzerine diğer bir teori ise medyanın gizli kalmış ve henüz uyarılmamış
davranışları uyararak açığa çıkarabileceği hipotezine dayanmaktadır.Buna göre medya ,psikolojik
bir uyaran olarak işlev görebilmektedir.Üç yüz doksan bir ergen üzerine yapılan bir çalışma çok
fazla cinsel içerikli TV program seyreden ergenlerin,daha az seyreden ergenlere göre daha erken
yaşta cinsel ilişkiye girme olasılıklarının olduğunu göstermiştir (Brown ve
Newcomer,1991).Ayrıca 1991'de yapılan bir diğer araştırmada cinsel içerikli TV izleme oranı ile

cinsel aktivitenin başlama yaşı arasında bir korelasyon tespit edilmiştir (Peterson,Moore ve
Furstenberg,1991).
Özellikle pornografi üzerine yapılan araştırmalar (Zilmann,1982) şiddet içeren pornografik
yayınların,kadınlara karşı şiddet içeren davranışları arttırdığını göstermektedir.1988'de bir yıl
içerisindeki pornagrafik dergi satışı ile tecavüz suçu sayısı arasında korelasyon olup olmadığını
incelemiş ve istatistiksel olarak önemli bir ilişki bulunmuştur (Lawrence veJoyner,1991).
'Cultivation ' hipotezi, çok fazla TV izleyen kişilerin,bir süre sonra gerçek dünyayıda
televizyondan gördükleri şekilde algılamaya başladıkları görüşüne dayanmaktadır.Mesela, TV
ekranında evli olmayan çiftler arasındaki cinsel ilişkinin çok yaygın olduğunu ve bu çiftlerin
korunmadıkları halde kadının asla hamile kalmadığını gören gençlerin bir süre sonra, gerçek
hayatda da bunun böyle olduğuna inanmaları olasıdır.Oysa ki medyada cinsellik aşırı
abartılmakta ve gerçek hayata çok uygunluk göstermemektedir.Pek çok genç cinselliğin sadece
genç, seksi, çekici ve güzel insanlar arasında olduğunu düşünebilmektedir.Amerika'da ergenlik
öncesi kızlar sadece 5 milyar doları güzellik ürünlerine harcamaktalar ve Amerika'da güzellik
ürünleri reklamlarında sadece genç ve çekici kadınlar kullanılmaktadır.Erkan gebe olan genç
kızlar arasında yapılan bir araştırma, bu kızların gebeolmayan kızlara oranla TV'deki ilişkileri
gerçek yaşamdaki ilşkiler ile aynı olarak tanımlama eğiliminde olduklarını ortaya koymuştur.(TV
Viewer,1980).
Pek çok araştırma TV deki cinsellik kullanım oranının hızla artığını göstermektedir.Artık
medya cinsel temalara daha çok vurgu yapmaktadır.Yine pek çok çalışma medyanın çocuk ve
gençlerin gelişimi üzerinde ne kadar fazla etkili olduğunu göstermiştir.Kişiliklerini
şekillendirmeye çalışan gençler dikdörtgen bir kutu içerisinde gördükleri yetişkinler dünyasını
gerçek olarak algılayabilmekte ve onların davranış ve tutumlarını edinebilmekteler.Ne yazık ki
ülkemizde yeterli düzeyde içerik analizleri yapılmamaktadır ve buna paralel olarak medyadaki
cinselliğin etkileri üzerinde hiç durulmamaktadır.Halbu ki bu eğitimciler ve ebeveynler açısından
ihmal edilmemesi gereken bir konudur.Dileğimiz bir an önce bu tür çalışmalara başlanmasıdır.

kaynaklar

A.C.Nielsen Company (1988) Report on television Northbrook,Illinols, A.C.Nielsen
Company.
Brown,J.D& Newcomer,S.F.(1991).Television viewing and adolescents sexual
behavior.The Journal of Homosexuality, 21, 77-91.
Fabes,R.A& Stroves,J.(1987).Perception of Responsible and Irresponsible models of
sexuality: A correlational study. The Journalof Sex Research,23, 70-78.
Freud, T.M (1975).Traditional sex role development and amount of time watching
television.Child Development I.
Harris L ve arkadaşları.(1987).Attitudes about television sex and and conraception
advertising.Newyork,Planned Parenthood Federation of America.
Harris ve arkadaşları.(1988). Sexual materialon American Network Television
during the 1987-88 season. Newyork, Planed parenthood Federation of America.
Lawrence, J.S.& Joyner, D.J.(1991). The effects of sexually violent rock music on
males acceptance of violance against women. Psyhlogy of Women Quarterly,15,49-56.
Peterson, J. I., Moore, K.A & Furstenberg, F.F. (1991). Television viewing and early
initation of sexual intercourse: İs there a link? Journal of Homosexuality,
21, 93-111.
Scott, E.J. & Schwalm, L.A.(1988). Rape rates and the circulation rates of adult magazines.
Journal of Sex Research, 22, 241-250.
Strasburger, V.C. (1986). Does television affect learning and school performance.
Pediatrician, 13,141.
Strasburger, V.C. (1989). Adolescent sexuality and the media. Pediatric Clinic of
North America, 36, 747-756.
TV Wiewer. (Feb,1980). Impact of TV on adolescent girls sexuality. Attidudes and
Behavior, 13, 1-2.
Zillman, D. Bryant, J. (1982). Pornographyi sexual callousness and trivialization
of rape. Journal Communication, 32, 10-21.

Psikolog Çiğdem Alparslan Karakuş
*Katarsis 2 sayısında yayınlanmıştır

18
SÖZEL DERSLERİ UNUTMADAN ÖĞRENMEK MÜMKÜN

Sözel dersleri,sayısal derslerden ayıran 2 önemli fark vardır.Birincisi sözel dersler daha kolay
öğrenilmelerine rağmen daha çabuk unutulurlar.İkincisi,sözel dersler işlem içermezler fakat
çalışırken okuma,not tutma ve hatırlama tekniklerinin iyi kullanılması gerekir.Sosyal derslere
çalışmak,tarihleri,isimleri,kuramları veya yerleri basitçe ezberlemekten öte bir şeydir. Mesela
tarih, olayların birbirleriyle nasıl örtüştüğünü ve ne anlama geldiklerini anlamayı ,coğrafya
dersi ise kavramları çok iyi bilmeyi ve bu kavramları kullanarak gündelik olaylar hakkında
yorum yapabilmeyi gerektirir.
Sosyal derslere nasıl çalışmalı ?
Sosyal dersleri anlamak için okumak tek başına yeterli
değildir.Okurken,düşünebilmeyi,sorular üretebilmeyi,yazmayı ve anlatabilmeyi içerir.
Öğrenmeniz gereken materyali kuru kuru okumak yerine şu metodu kullanın:
1 ARAŞTIR: Ders çalışmaya başlamadan önce konunun ana hatlarını görmek için konun
ayrıntılarına girmeden 10-15 dakika ön okuma yapın.
 Başlıkları, alt başlıkları, ilk paragrafı ve sonraki paragrafların ilk cümlelerini okuyun.
 Resim, harita ve grafikleri inceleyin,altlarındaki yazıları okuyun.
 İtalik veya koyu yazılmış kelimeler varsa onları not edin.
 Bazı kitaplarda,her ünitenin sonunda konu özeti vardır.Bu özeti muhakkak okuyun.
2.SOR: Konuyu veya üniteyi gözden geçirdikten sonra 1-2 dakika düşünün.Konunun ana
düşüncesi ne olabilir? Bu konuyla ilgili bilmeniz gereken en önemli bilgi nedir? Konunun ana

teması nedir? Eğer konuyu yeterince gözden geçirdiyseniz,bu sorulara verecek cevabınız
olacaktır.
 Konuyla ilgili cevaplamanız gereken sorular varsa bu soruları ve konunun sonundaki
soruları okuyun.
3 OKU: İyi bir okuma aktif olarak yapılır.Konuyu okurken bir yandan sorular oluşturup bu
soruların cevaplarını bulmaya çalışın.
 Başlıkları soruya dönüştürün.
 Kim?ne zaman?nerede?nasıl?niçin? sorularının cevaplarını arayın.Bulduğunuz
cevapları renkli bir kalemle çizin.
 Özellikle öğrenmeniz gereken isimler,tarihler veya kavramlar varsa onları yine renkli
bir kalemle daire içine alın.
 Sayfa kenarlarındaki boşluklara sonuçları,farkları,benzerlikleri ve tanımları not
alabilirsiniz.
4.ANLAT: Soruları sesli bir şekilde okuyup,sesli olarak cevaplandırın. Sesli olarak yapılan
soru-cevap esnasında gördüğünüz materyalleri aynı zamanda işittiğiniz için daha rahat
öğrenirsiniz ve hatırlamanız daha kolay olur.
 Konuyu okurken zaman zaman ara verip,konunun başlığını ve ana temasını
hatırlamaya çalışın.
 Durakladığınız yere kadar okuduğunuz bilgileri kendi cümlelerinizle özetleyin.
 Her konunun özetini kendi cümlelerinizle yazın.
 Önemli terimleri,isimleri,antlaşmaların isimlerini,olayları avuç içi büyüklüğündeki
kartların bir yüzüne yazın.Kartın diğer yüzüne bunların karşılıklarınız yazın.Mesela ön
yüzüne “Lozan Antlaşmasının maddeleri”diye yazarken,arka yüzüne bu maddelerin
açıklamalarını yazın.Zaman zaman bu kartları açarak,arka yüzdeki açıklamaları bilip
bilmediğinizi kontrol edin.Bilmiyorsanız kartın arkasını çevirip bakın.

5.TEKRAR ET: Konu bitiminde, yani aynı gün içerisinde çıkardığınız özetlerden
faydalanarak konuyu 10 dakika kadar tekrar edin. Konuyu tekrar etmek için sınav gününden
bir gün öncesini beklemeyin.Tekrarlarınızı sistematik olarak ,1 gün sonra,2 gün sonra,1 hafta
sonra,1 ay sonra gb,sürdürün.
Konuları öğrendiğimi nasıl anlarım?
Eğer çalıştığınız konuyu deftere ve kitaba bakmadan anlatabiliyorsanız,o konuyla ilgili
soruları cevaplandırabiliyorsanız,bilgilerinizi farklı problemlerin çözümünde
kullanabiliyorsanız öğrenme gerçekleşmiş demektir.
Öğrenme tek başına yeterli değildir,ihtiyaç duyduğumuzda öğrendiğimiz bilgileri
hatırlamamız da gerekir
Sınavlarda öğrencilerin yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri,çok çalıştığı ve konuyu iyi
öğrendiği halde,sınav esnasında sorulan bilgiyi hatırlayamamaktır.Çoğu kişi,cevabı bildiğinin
farkındadır hatta cevap dilinin ucundadır ama bir türlü hatırlayamaz. Yani bilgi zihnimizde
mevcuttur fakat bilgiye ulaşmakta bir sorun vardır. Öğrenme,ileride hatırlanmak için
yapılmalı ve hafızada canlı bir şekilde tutulmalıdır.
Neden hatırlamada güçlük çekeriz
Her hangi bir konuyu çalışırken,konu üzerinde yeterince dikkatimizi toplayamadıysak ya da
bilgileri zihnimizde yer edecek şekilde çalışmadıysak konuları hatırlamakta güçlük çekeriz.
Öğrenilen bilgiler zihne doğru şekilde yerleştirilirse yani metotlu ders çalışılırsa unutma en az
seviyeye inecektir. Ders çalışırken konsantrasyonu bozabilecek her türlü engelden uzak
durmak gerekir.Mesela,televizyon açıkken,ya da müzik dinlerken aynı zamanda derse
konsantre olmak mümkün değildir. Dikkati yoğunlaştırmanın bir yolu,kendinize zaman
sınırları çizilmiş bir hedef koymaktır. Mesela 50 dakika içinde 1.Dünya Savaşı ve sonuçlarını
öğrenmiş olacağım gibi.Bu hedefi gerçekleştirdiğiniz de kendinize bir ödül verin.
Hatırlamayı kolaylaştırmak için neler yapmalıyız?

 Konuları özetlerken kavram haritalarından faydalanın.Mesela; çalıştığınız konu
Marmara Bölgesi olsun.Sayfanın ortasına “Marmara Bölgesi” yazın ve renkli bir
kalemle daire için alın.Bu dairenin etrafına daha küçük daireler çizin ve bunları
merkezle birleştirin.Her bir daireye konunun alt başlıklarını
özetleyin.Örneğin;iklimi,ekonomik etkinlikleri,nüfus ve yerleşimi,fiziksel özellikleri
gibi.
 Konuları mümkün olduğu kadar farklı biçimlerde çalışın.Mesela;bir gün klasik tarzda
soru çözdüyseniz,ertesi gün test çözün.Bir gün yalnız çalıştıysanız ertesi gün grupla
çalışın.Bildiklerinizi yazın,anlatın ve açıklayın.
 Coğrafya ve tarih derslerine çalışırken harita kullanın. Bazı konularda haritayı siz
çizin.Mesela Türkiye’nin dağlarını çalışıyorsanız,kendi çizdiğiniz harita üzerinde bu
dağları gösterin.
 Özellikle coğrafya dersinde dünyanın şekli,harita bilgisi gibi konuları çizerek çalışın.
 Çalışılan dersle ilgili temel kavramlar ve terimler çok iyi bilinmelidir.Mesela,tarih
dersi çalışıyorsanız;monarşi,merkezi otorite,Rönesans,himaye gibi kavramlar ya da
coğrafya dersi için meridyen,eksen,iklim özellikleri gibi kavramların anlamlarını
bilmelisiniz.
 Tarihi olayların kronolojik sırasını öğrenin.Konular arasında tarihsel ilişki kurmaya
çalışın.Mesela Rönesans’ı çalışırken,o tarihlerde Osmanlı Devletin de hangi
gelişmelerin olduğunu da ayrıca inceleyin.
 Öğrendiğiniz konuları gündelik yaşamınızda mümkün olduğunca kullanın. Mesela
tarihte geçekleşen olayların benzerleri günümüzde de gerçekleşiyor mu? Ya da
Çanakkale savaşı kaybedilmiş olsaydı şimdi dünyanın ve Türkiye’nin durumunda
neler değişirdi?

Psikolog Çiğdem Alparslan Karakuş

19
ÇOCUĞUNUZUN ÜSTÜN ZEKALI VE YETENEKLİ OLDUĞUNU BİLMEK NEDEN
ÖNEMLİDİR?
Psikolog Çiğdem KARAKUŞ
Çocukların dünyanın en büyük filozofları olduğu söylenir.Çünkü onların zihinleri henüz
şartlanmamıştır.Dünyayı ve olayları bir yetişkinden farklı algılayabilirler.Çoğu yetişkinin
fark etmediği ya da önemsemediği ayrıntılar onlar için bir merak ve araştırma konusudur.Çok
soru sorar ve tuhaf yorumlarda bulunurlar.Her çocuğun içinde potansiyel bir sanatçı,bilim
adamı,siyasetçi ya da sporcu olabilir. Ebeveyn olmanın en büyük sorumluluklarından biri bu
potansiyeli keşfetmek ve gelişimesine imkan sağlamaktır.
Tarihten pek çok insan gelip geçer ama bazılarının isimleri asırlarca insanlığın hafızasında
kalır.Yüzyıllar önce yaşamış olmasına rağmen Sokrates ya da Öklid hala kitaplarda yerini
korur.Hiç bir felsefeci Aristotales’e dipnot düşmeden geçemez,Edirne’ye gidenler hayranlıkla
Selimiye Cami’ne bakar ve Mimar Sinan’ın sırrına vakıf olmaya
çalışır.Mozart,Farabi,Shakespeare,Goethe tüm bu insanları diğer insanlarından farklı kılan şey
onların üstün zeka ve yetenekleridir.Üstün zekalı ve yetenekli çocuklar dünyaya armağanlı
gönderilmiş ve toplumda az sayıda bulunan çocuklardır.Topluma yön veren, liderlik
yapan,icatlarıyla,sanat eserleriyle yeni çığırlar açan kişiler birer armağanlı insandır.

Üstün zekalı ve yetenekli çocuk kimdir?
Üstün zekalı ve yetenekli çocuk fen,sosyal,matematik,edebiyat gibi akademik bir alanda veya
sanat,yaratıcılık,önderlik vasıfları yönünden yaşıtlarından ileri düzeyde performans sergileyen
çocuktur.Çoğu zaman ileri gelişmişlikleri ebeveynleri,çevredeki insanlar ya da öğretmenleri
tarafından kolayca fark edilir.
Yusuf Talha 8 yaşında ve Beyazıt İlköğretim Okulunda üstün yetenekli çocuklar projesi
kapsamında eğitim görüyor.Annesi Nigar Hanım bebeklikten itibaren Talha’nın eğitimiyle
çok ilgilendiklerini ama ilk kez 6 yaşındayken üstün bir zekaya sahip olduğunu fark ettiklerini
söylüyor. “Komşumuzun İlkokul 4.sınıfa giden çocuğuna, bir matematik sorusu çözmesinde
yardımcı oluyordum.Soru 70’in içinde kaç tane 14 vardır,şeklindeydi.Biz hesaplama yaparken
Talha hemen atıldı tabi ki 5 tane 14 var dedi”.Rehberlik ve araştırma merkezinde yapılan
değerlendirme neticesinde Talha’nın 12 yaşındaki bir çocuğun soyut düşünme yeteneğine ve
üstün bir matematik zekasına sahip olduğu tespit edilmiş.
Armağanlı çocuklar bebeklikten itibaren yaşıtlarına göre daha farklı gelişirler.Mesela normal
çocuklara göre daha erken yürür,konuşur,el ve parmaklarını rahatça kullanabilirler.Normal bir
çocuk ilk kelimesini yaklaşık 8.ayında söylerken armağanlı bir çocuk ilk kelimesini ortalama
5.5 aylıkken söyleyebilmekte , 1.5 yaşına gelmeden önce de basit cümlelerle kendisini ifade
edebilmektedir.Nigar Hanım oğlunun 1 yaşındayken kullandığı kelimeleri çok net bir şekilde
telafuz edebildiğini ve kendisini rahatça ifade edebildiğini söylüyor. “küçükken Talha’ya çok
kitap okurdum.Bazen kitabın resimlerine bakarak hikayeyi kendisinin anlatmasını
isterdim.Çoğu zaman hikayeyi kitapta yazdığı gibi kelimesi kelimesine anlatırdı.Bir ara
okumayı öğrendi mi acaba diye düşündüm.” Üstün zekalı çocukların hafızaları çok
kuvvetlidir. Pek çoğu okula başlamadan önce kendi kendisine okumayı öğrenir.Bazı çocuklar
ebeveynlerinin desteği ile okul öncesi dönemde okuma öğrenebilir ama armağanlı çocukların

özelliği bunu kendi başlarına yapabiliyor olmalarıdır.Mesela,Talha’nın bir sınıf arkadaşı 3.5
yaşındayken kendi kendisine televizyonda geçen alt yazıları okumaya başlamış.
Yaratıcılık soru sormakla başlar
Üstün zekalı ve yetenekli çocukların en büyük özelliklerinden biri oldukça meraklı
olmalarıdır.Çok iyi gözlem yapar,ayrıntıları iyi yakalar ve sık sık soru sorarlar.Düşünceleri
bazen sıra dışıdır.Onlar minik bir bilim adamı edasıyla dolaşır,neden,nasıl ve niçinleri
sorgularlar.Yusuf Talha’nın babası Mehmet Bey, şu sıralar oğlunun “kuşların kanatları
olmasa ne olur?Anne kuş ,baba kuş ve yavruları birbirine benziyor,onları nasıl ayırt
edebiliriz” gibi sorular sorduğunu söylüyor
Doğuştan gelen zeka ve yeteneğin işlenmesi gerekir.
Bir toprak ne kadar verimli olursa olsun,işlemediğiniz takdirde bir ürün alamazsınız ya da
aldığınız ürün hak ettiği kalitelide olmaz. Aynı şekilde daha az verimli bir toprağı da
maksimum seviyede beslerseniz kapasitesine uygun en iyi ürünü alabilirsiniz.Zeka da
beslenerek geliştirilebilir ya da atıl bırakarak fakirleştirilebilir.Günümüzde her tür zekaya
hitap eden araç,gereç,oyuncak yanın da zeka geliştirici aktivitelerle ilgili pek çok kitap
mevcuttur.Ebeveynler çevrelerindeki imkanları araştırarak,kendilerini bu konuda
yetiştirmelidir.
Nigar ve Mehmet Önder çifti,okula başlayana kadar çocuklarıyla yakından ilgilenmişler ve
gereken eğitimi mümkün olduğunca iyi bir şekilde vermeye çalışmışlar. Nigar Hanım
çocuklarına eğitsel oyuncaklar aldığını,birlikte yap boz yaptıklarını,iki resim arasındaki
farkları bulmaya çalıştıklarını ve bunlara benzer eğitsel oyunlar oynadıklarını söylüyor. Şu
anda 4 yaşındaki ortanca oğluyla boyama çalışmalarına başlamışlar.
Armağanlı çocuklar ve aileleri ne tür sıkıntılar yaşıyor?
Önder ailesi, en büyük zorluğu Talha’yı nerede okutacağımıza karar verirken yaşadık
diyor.Çünkü O üstün zekalı bir çocuktu ve çoğu şeyi zaten öğrenmişti.Normal bir sınıfa

devam etmesi,çocuğun kapasitesi ve bilgisinin çok altında bir eğitim alması anlamına
geliyordu.Ne yazık ki ülkemizde üstün zekalı çocuklara yönelik eğitim veren özel okulların ve
devlet okullarının sayısı yok denecek kadar azdır.Aile daha sonra Beyazıt İlköğretim
Okulu’nu öğrenmiş.Çeşitli testler ve değerlendirmeler neticesinde, Talha burada üstün
yetenekli çocuklar projesi kapsamında eğitim almayı hak kazanmış.Fakat ebeveyni ya bu
proje durdurulursa ne yaparız demekten de kendini alamıyor.Burada normal derslerin yanında
resim,satranç,drama,İngilizce gibi yeteneklerini geliştirici dersler de görüyorlar.Talha
satrançta oldukça iddalı.Okul birinciliği yanında Cemal Kamacı Spor tesislerinde de
birinciliği var.Annesi Cemal Kamacı’da satranç oynamaya başladığında ,daha ilk oyunda
öğretmenini mat ettiğini anlatıyor.
Çocuğunuzun üstün yetenekli olduğunu tespit etmek neden önemli?
Üstün yetenekli çocuklar bilgiye açtır.Aynı anda pek çok alanda yetenekleri vardır.Hem bilgi
açlıklarının doyurulmasına hem de kabiliyetlerinin geliştirilmesine ihtiyaç duyarlar.Armağanlı
insanlar aynı zamanda bir milletin en önemli kaynaklarından biridir.Bu kaynağın heba
edilmemesi,millete ve insanlığa faydalı birer fert olmaları için fırsat yaratılması bir
borçtur.Özel yetenekli çocuklar 3-8 yaşları arasında teşhis edilmelidir.Aksi takdirde
yönlendirme yapmak için geç kalınmış olur.
Nigar Hanım bir arkadaşının üstün yetenekli çocuğundan bahsederken şunları anlatıyor:
“çocuğu normal bir okula verdiler.Sınıftaki bütün çocuklar fişleri hecelerken,bu çocuk bir ay
boyunca en arka sırada oturdu çünkü zaten okuma-yazmayı biliyordu.Çocuk bir müddet
sonra içine kapandı.”
Üstün yetenekliler kapasitelerine uygun eğitim almadıkları takdirde bunalıma
girebilirler.Ayrıca pek çoğu hiç ders çalışmadan, normal bir sınıfta okutulan konuları rahatça
anlayabildikleri için ders çalışma alışkanlığı edinemezler.Bu da ileride ki akademik
başarılarını olumsuz etkiler.Bazı armağanlı çocuklar fark edilmedikleri ya da yeterince destek

görmedikleri zaman olumsuz davranışlarıyla dikkat çekmeye çalışırlar.Bu çocuklar toplum
için büyük bir risk grubu oluşturmaktadır. Üstün yetenekli çocuklar meydan okuyucu
ortamlarda öğrenirler.Öğretmen çocuğun zihnini ve yeteneğini harekete geçirici bir sorun
ortaya atar ve üstün yetenekli çocuk neticeye ulaşıncaya kadar bu sorunla uğraşır.Riskli ve
meydan okuyucu bir eğitim ortamının sağlanmaması çocuğu atıllığa itebilir. Armağanlı bir
çocuk tespit edildiği takdirde öğretmeni daha zengin bir öğretim imkanı sunabilir.Ayrıca
ebeveyn,çocuğun diğer yeteneklerini ortaya çıkarıcı faaliyetlerde, spor,resim,müzik,tiyatro
gibi, bulunması için zemin hazırlamalıdır.
Ailelere tavsiyeler
-Doğumdan itibaren çocuğunuzun gelişimini kaydedin.Mesela,ilk yürüdüğü ve oturduğu
zaman,ilk iki kelimeli cümle kurduğu zaman,ilk bir kitabın sayfasını çevirdiği
zaman,nesneleri isimlendirdiği zaman gibi.Bu kaydı normal gelişim zamanlarıyla
karşılaştırarak, çocuğunuzun gelişiminin ileri mi yoksa geri mi olduğu hakkında fikir sahibi
olabilirsiniz.
-Çocuğunuza zengin bir çevre yaratın.Eğitici oyuncaklar,spor yapma imkanı,müze,tiyatro
veya botanik gezileri gibi.
-Çocuğunuza kitap okuyun.Zaman zaman okuduğunuz hikayeyi bir yerinde keserek , ondan
tamamlamasını isteyin.
-Çocuğunuza düşündürücü sorular sorun.Mesela,eğer insanlar uçabilse ne olurdu?Eğer bütün
arkadaşlarına küssen ne yapardın?Eğer yağmur yağmasa ne olurdu?gibi.
-Ondan gördüğü ya da seçtiği bir hayvanın resmini yapmasını isteyin.Daha sonra bu resme
yeni parçalar ekleyerek hayali bir hayvan çizip çizemeyeceğini sorun.
-Çocuğunuzdan çevresindeki olaylar hakkında tahminde bulunmasını isteyin.Örneğin;bu
çocuk neden kızgın olabilir?Sence filmde bundan sonra ne olacak?

-Nesnelerin birbiriyle ortak ve farklı yönlerini bulması için teşvik edin.Mesela,en sevdiği
oyuncaklar,aynı şekilli oyuncaklar,aynı renkteki oyuncaklar.
-Çok değişik bir yemek pişirmek için ondan fikir isteyin.
-Çocuğunuzun düşüncelerini dinlemek için ona zaman ayırın.
-Fikirlerini asla eleştirmeyin.Çok saçma,çok mantıksız,bu yanlış gibi yaratıcılığını
öldürebilecek ifadeler kullanmayın.
-Örnek alabileceği yetişkinlerle görüşmesi için ortam sağlayın.
-İlgilerini pekiştirin,önüne yeni ilgi alanları açın.
-Çocuğunuzun yaparak,yaşayarak öğrenmesini sağlayın.Mesela,onu hayvanat bahçesine
götürüp,hayvanlar ve özellikleri hakkında bilgi verebilirsiniz.
-Yaşına uygun sorumluluklar verin.
-Zihinsel başarılarını aşırı derecede vurgulamayın.
-Ürettiği şeyleri sergileme imkanı verin.
-Eğer çocuğunuz üstün yetenekli ise yardım alabileceğiniz kişiler ve kurumlarla bağlantıya
geçin.

20
İNGİLİZCE DERSİNİ,BİR KABUS OLMAKTAN ÇIKARIN

Yabancı dil öğrenmek,Kurtuluş Savaşı’nın nasıl başladığını öğrenmek gibi bir şey değildir.Ya
da bir takım dilbilgisi kurallarını ezberleyip,yüzlerce kelimeyi akılda tutmak da
değildir.Yabancı dil öğrenmek,o dili kullanabilmek için gerekli olan, dilbilgisi,okuma,yazma
ve konuşma becerileri edinebilmektir.Yani dil öğrenmek,bisiklet sürmek ya da yüzmek gibi,
beceri isteyen bir süreçtir.
Okullarımızda, yabancı dil olarak, İngilizce eğitimi ilköğretim 4.sınıfta başlar. 4.,5. ve 6.sınıf
öğrencileri İngilizce dersine karşı oldukça hevesli görünmelerine rağmen,7.sınıfa gelinince,
yabancı dil öğrenmeye karşı hevesin söndüğü dolayısıyla başarının oldukça düştüğü,pek çok
öğretmen tarafından ifade edilmektedir.Bunda yabancı dilin, başlangıçta kolayca ve zevkle
öğrenilirken,zamanla zorlaşması ve daha sistemli çalışmayı gerektirmesi etkili olabilmektedir.
Okullarda yabancı dil (İngilizce) hangi seviyede öğretiliyor?
Milli Eğitimin hedeflediği ve bu hedef doğrultusunda hazırladığı müfredatta göre,liseyi bitiren
bir öğrencinin ileri düzeyde yabancı dili okuyor,anlıyor,yazıyor ve konuşuyor olması
gerekir.Fakat pratikte ne yazık ki bu hedefi tutturmak pek mümkün olmamaktadır.Yine de
ilköğretim boyunca düzenli yabancı dil dersi gören ve sistematik çalışan bir öğrenci
1.seviyede(başlangıç seviyesi) dili öğrenebilir.Yani;kendisini ve etrafındakileri
tanıtabilir,alışveriş yapabilir, kibarlık cümleleri kurabilir, isim, zaman gibi çok aşina olduğu
konularda soru sorabilir ya da cevap verebilir,basit hikayeleri okuyabilir,geçmiş,şimdiki ve

gelecek zamanlarda basit cümleler kurabilir. Yine de telaffuz konusunda biraz problemleri
olur.
İngilizce dersinde yaşanılan güçlükler nelerdir?
1.Dil nankördür.Yani ara verildiğinde,çabucak unutulur.6.sınıfta hedeflenen düzeye erişmiş
çocuklar bile,yaz tatilinden döndüklerinde dili unutmuş oluyorlar.Çünkü 3 ay dili unutmak
için yeterli bir süredir.
2.Öğrenciler edindikleri becerileri pratik etmiyorlar ya da bazen edemiyorlar. Mesela,pek çok
öğrenci dili gerçek hayatta kullanamıyor.İngilizce kitaplara,gazetelere,görsel yayınlara uzak
duruyorlar.İngilizce eğitimi aldığı halde,bir yabancı ile tek kelime konuşma imkanı
bulamamış çocuklar var.
3.Okullarda ağırlıklı olarak dilbilgisi öğrenimi üzerinde durulması,öğrencileri dili kurallar
yığını olarak görmesini sağlıyor.Bir müddet sonra İngilizce sıkıcı bir ders haline geliyor.
4.Bazı öğrenciler dil öğrenmeye çok hevesliyken,pek çok öğrenci ilgisiz
kalabiliyor.Öğrenciler sık sık “neden yabancı dil öğreniyoruz” sorusunu soruyorlar.
5.Öğrenciler İngilizce dersine nasıl çalışacaklarını bilmiyorlar.
6.Dil öğrenmeye karşı yanlış tavır takınıyoruz.Yabancı dil öğrenmeye yeni başlayan kişiler ya
çok iyimser oluyorlar ya da çok kötümser.İyimser olan kişiler,dili hemen ve kolayca
öğrenebileceklerini zannediyorlar.Başlangıçta kolay ve zevkli geçen dersler bir müddet sonra
zorlaşınca,bu kişilerin hevesi kırılıyor ve çalışmaktan tamamiyle vazgeçiyorlar.Karamsar olan
grup ise en baştan “ben bunu öğrenemem” diyor.
Bu güçlükleri aşmak mümkün mü?
Dil öğrenmek de,İngilizce dersinde başarılı olmakta kişinin bireysel çabasıyla yakından
ilgilidir.Yabancı dil öğrenen bir çok kişi,dışarıda, kendi çabalarıyla öğrendiklerinin sınıfta
öğrendiklerinden çok daha fazla olduğunu belirtiyorlar.
-Çocuğunuzla yabancı dil öğrenmenin faydalarını tartışın.

-Çevrenizde yabancı dil bilen kişiler varsa,çocuğunuzu onlarla konuşturun.
-Yabancı dili günlük hayatınıza taşımaya çalışın.Mesela,yabancı TV’leri izlemeniz ya da
radyoları dinlemeniz,dili anlamasanız bile,ses ve telafuzlara aşina olmanızı sağlayacaktır.
-Çocuğunuzun dil seviyesine uygun basitleştirilmiş hikaye kitapları (graded readers) alın ve
okumasını sağlayın.Bu hikaye kitaplarını piyasada bol miktarda bulmanız mümkündür.Bu
kitapları seçerken,çocuğunuzun dil seviyesine uygun olanları seçmelisiniz.Aynı seviyede
yeterince fazla kitap okuduktan sonra bu seviye basit geliyorsa bir üst seviyeden kitaplar
almaya başlayabilirsiniz.Çocuğunuzun dil seviyesini,öğretmeninden öğrenmeniz mümkündür.
-Basitleştirilmiş hikaye kitaplarını seçerken,kasetli olanlarını tercih edebilirsiniz.Kasetli
hikaye kitapları,öğrencinin hem okuduğunu hem de dinlediğini anlamasını sağlayacak ayrıca
telafuzunu da düzeltecektir.Hikaye kitabını okuduktan sonra kaseti dinleyebilirsiniz.
-Çevrenizde imkanınız varsa,çocuğunuzu o dili konuşan bir yabancıyla temasa geçirin.
-Yabancı dildeki metinleri yüksek sesle okumak,sessiz okumaktan daha
faydalıdır.Çocuğunuzdan, size, kitabındaki bir metni okumasını isteyebilirsiniz.
-Yabancı dildeki şarkı kasetleri alın.Mesela,çocuklar için,İngilizce çocuk şarkıları
gibi.Çocuğunuzu şarkının sözlerini öğrenmesi için yüreklendirin.
-Çocuğunuza bir “kelime torbası” hediye edin.Yeni öğrendiği kelimeleri küçük kare kağıtlara
yazıp,kağıdın arkasına da kelimenin anlamını verecek bir resim çizebilir ya da kelimeyi bir
cümle de kullanabilir.Mümkün mertebe,kelimenin direk Türkçe’sini yazmaktan
kaçınılmalıdır.Sık sık bu torbadan kelime çekip,anlamını sorun.Bazen söylediği kelimeyi
yazmasını isteyin.
-Tatillerde kitap okuyarak,turistlerle konuşarak İngilizce bilgileri taze tutulmaya
çalışılmalıdır.
İngilizce’yi başarmak için nasıl çalışmalıyız?
1.Her gün en az 1-2 saat düzenli ders çalışın.

2.Okuldan dönünce,o gün öğrendiğiniz tüm yeni kelimeleri ayrı bir kelime defterine not
edin.Bu kelimelerin anlamlarını o gün içerisinde öğrenin.Kelimeleri muhakkak bir cümle
içinde kullanın.Öğrendiğiniz kelimeler otomotikleşinceye kadar tekrar etmeye devam edin.
3.Yeni öğrendiğiniz kelimeleri renkli kalemlerle kağıtlara yazıp,eşyaların üzerine ve odanızın
duvarlarına asın.
4.Yine gün içerisinde öğrendiğiniz dil bilgisi konularını tekrar edin.Bu yapılarda kendiniz
cümleler yazmaya çalışın.
5.Bir metin okurken,ifadelerin dil bilgisel yapılarına dikkat edin.Mesela,bu cümle hangi
zamanla(tense) kurulmuş gibi.
6.Bir arkadaşınızdan size, anlayabileceğiniz bir metni okumasını isteyin.Duyduğunuz şeyleri
yazın.Daha sonra yazdıklarınızın doğruluğunu kontrol edin.Bunu teypten dinlediğiniz bir
metinle de yapabilirsiniz.
7.Bol bol seviyenize uygun hikayeler okuyun. Mümkün olduğunca az sözlük kullanın.Çünkü
bir şey okurken sürekli sözlüğe bakmak sıkıcı olabilir.Bunun yerine hikayede geçen
bilmediğiniz kelimelerin anlamlarını cümlenin içerisinde tahmin etmeye çalışın.
8.Kendinize mektup arkadaşı edinin.Ya da yabancı biriyle elektronik posta aracılığıyla
yazışabilirsiniz.
9.Bir metni okumadan önce,verilmişse bilinmeyen kelimelerini öğrenin.Başlığına,varsa
resimlere ve giriş cümlesine bakarak,metnin konusunu tahmin etmeye çalışın.Daha sonra
metni en az 2-3 kez okuyun.Parçayı kelime kelime tercüme etmeye çalışmayın.Bütünden
anlamı çıkarmaya çalışın.
10.Bir metin okurken bilmediğiniz kelimelerin anlamlarını,altlarına yazmayın.Kelimeleri ayrı
bir yere yazın.
11.Derste sık sık söz alın.İngilizce konuşmaya çalışın.Yanlış yapmaktan ve gülünç olmaktan
korkmayın.

12.Öğretmenin verdiği komutları ve sorduğu soruları tekrar edin.Eğer size sorulan bir soruyu
anlamadıysanız,soruyu yüksek sesle tekrar etmeye çalışın.Bunu yaparken,öğretmen size
yardımcı olacaktır ve bu süre zarfında soruyu anlamanız kolaylaşacaktır.

Psikolog Çiğdem Alparslan Karakuş

21
Şiir / Ynt: Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:51:22 ös »
“ eğer öğrenirsen insan sevmeyi
sevenin halinden sevenler bilir “

Beni benden aldığını gördüğüm ilk insan Ali Babayiğit oldu. Onu nasıl anlatsam? Anlatsam anlatmış olamayacağım için sadece adından bahsedebiliyorum. Yine de bir gün anlatacağımı ümit ediyorum.
“ Kem gözle bakanlara inat kalbinin en köşesinde Arş’ı Rahman gizleyen, zevki elemlerde ve kederlerde tadan, meyhanesinde çiğ aransa bulunmayan, ne edip candan bir dost bulmak adına candan arkadaşını bulamaz olup eziyetle sabırla erip pişenlerden ve arayanların bulup kimsesiz kalmayacağını bilenlerden, her canın eremediği erenler sırrına bir kilimi tek kadehe verenlerden, “
özüyle, sözüyle ve sazıyla bir hayatı
“ harabat aleminde pişiren ademlerden” olan Ali Babayiğit.

Hakkını almak adına vereceği hiçbir şey olmayan, yalanlarından haberi olmayıp, hayatını sayıklayarak yaşayan, gerçek oğul olmaktan kaçıp bilge yusuf olacağını sananlara alice ve babayiğitçe “ yalancı yapamadığını söyler sayıklar” diyesim geliyor. Gül var sandığım gönlünde taştan kayalıklar gördüm.

Kitabımız der ki:

“ Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb’ine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın “ 84/06
“ Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunaya olmuş aya yemin ederim ki, halden hale geçersiniz. “ 84/16-1

06/10

Peygamberler müstesna
İnsanların içinde en insan
Hazreti Mevlana

Nereye yönelsem Hz Mevlana’nın büyüklüğüne tanık oluyorum. Siz O’na gönül verdikten sonra, O hep sizi eğiten bir misyon

Mekke’deyim. Mekke’nin her yeri bomboş. Kalabalık bir şehir beklerken kimsenin olmamasına hayret ediyorum. İbadet eden yok. Her halde Medine’de ibadet eden insanlar vardır diyorum. Medine’de ışıklarla aydınlatılmış bir mekanda ibadet edenler göreceğimi umuyorum.

07/10

Bir rüyadan başka bir rüyaya geçiyorum. Tarihi bir geminin yanında bulunuyorum ve başka biri daha var. Aniden büyük okyanus dalgaları iskeleye vuruyor. Halatlara tutunuyorum fakat kurtulmak imkansız. Arkadan gelen ikinci dalga ile birlikte tamamen denizdeyim. Kurtulmamın imkansız olduğunu düşünüyorum ve ayrıca kurtulmakta istemiyorum. Çünkü denizin maviliği o kadar berrak ki adeta kalbimden büyüleniyorum. Mavi o kadar mavi ki büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Hayatta her zaman yaşanmayacak bir durumu yaşıyorum. O an yüksek sesle kelime-i şehadet getiriyorum. Bir daha, bir daha sürekli olarak tekrar ediyorum. “ Eş hedü en la ilahe illallah…” Kendimi huzurlu hissediyorum.

Ve uyanıyorum.

İhtiyar bir kadının genç kızlığında gökyüzünde ayı göründüğü gecelerde ettiği dua:

- Allah’ım bana bir eş nasip eder misin? Ay gibi temiz olsun. Kimsesizlikten yüreği yanmış olsun. Kıymetimi bilir olsun.

10/10

Ayrıntıları da önemlidir fakat rüyanın ana teması yine dalgalar. Genç bir erkekle genç bir kız birbirlerine sarılıyorlar. Başlangıç olarak şehvetin bir gereği olarak başlayan bu sarılma bir acının paylaşımı olarak devam ediyor. Kız ve erkek çakıl taşlarının üzerinde sevişiyor görüntüsündeler. Genç kız ölmüş de olabilir. Erkek ona sarılmaya devam ediyor. Eğer onlara bakmaya devam edersem bu bakışım şehvetli bir bakış mıdır? Kızın sarı saçlarındaki parıltıya rağmen yüzünde ölü soğukluğu var. Erkek sarılmakla sevişmek arası bir durumda hareketlerini sürdürüyor. Onlara bakmaya devam etmem şehvetimden dolayı mıdır?
Bir telefon konuşması fakat herhangi bir görüntü yok. Telefonda konuştuğum kişinin sesi huzur verici bir ses. Uyanıyorum.

Yine bir telefon konuşması. Asker kökenli amirim hangi günler işe geleceğimi soruyor. Deniz kenarındaki ahşap bir evde pencereden dışarı bakıyorum. Dalgalar eve doğru yükseliyor ve birden denizin içinde bir uçurum oluşuyor. Dalgalar kabarmaya devam ediyor. Bütün dikkatimi dalgalara yöneltiyorum. Böyle giderse işe gitmem mümkün değil. Bu dalgaların içinde kaybolup giderim. Benden geriye sadece deniz kalır. Denizde her şey denizdir. Deniz hiçliğin sembolüdür.
11/10

Konuştuğunuz kişi hasta olmasının ona Allah’a hatırlattığını söylüyorsa ne düşünürsünüz?

-Allah’a şükretmek gerek çünkü daha da büyük bir hastalığı yaşıyor olabilirdim ve Allah sevdiği kuluna dert-sıkıntı verirmiş

İnsan hayatta ne için yaşar ki? Her şey bir yana dostunuzla bir şeyleri paylaşarak yaşamak bir yana. Dostların ibadetlerinde birlik, dualarında paylaşmak esas olmalıdır. Bir perşembe günü birlikte oruç tutmayı kabul etmek hayata dair bir güzellik değil midir? Yalnız olarak değil birlikte bilerek bir şeyleri beraber yapmak. Bu düşünceler hayatın içinde belki de anlamsız olarak nitelendirilebilir. Peki anlam verilerek yapılan hareketler insana ne vermektedir? İnsan, psikolojisi bir yana esas varlığı olması gereken ruhu için ne yapmaktadır? Ruhundan haberdar mıdır? İnsan her şeyin bilgisini elde edebilir. Yeryüzünde ve gökyüzünde bilmek adına eylemlerde bulunabilir. Fakat ruhunun bilgisini elde edebilecek midir? Elde edecekse nasıl elde edecektir? Yeryüzünü ve gökyüzünü bilen insan ruhunu bilmekte midir? Ruhunu bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmeyen Allah’ı bilir mi? Kendini bilmeyen bir hiç olduğunu bilir mi? Bir hiç olduğunu bilmeyen bir hep olduğunu bilir mi?

12/10

Hz. Ebu Bekir, şair Lebid’in:

“Bir kardeşim vardır; ne istersem verir,
Ne kadar suç işlersem bağışlar!”
şiirini terennüm etti, sonra şöyle dedi: “Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de işte böyle idi.”

Ne isterseniz verecek, ne kadar suç işleseniz de bağışlayacak, bir kardeşiniz var mı? Olmalı mı? Ne istese verseniz, ne kadar suç işlese de bağışlasanız bir kardeşiniz olmaz mı?
Gönüller Sultanının sözlerine gönül ver ve “ Bir heykeltraşın yaptığı gibi, kendine taştan bir dost yont, meydana çıkar…”

14/10/

Gönlümü gönlümden başka herkese ve her şeye verdim. Her şeyin pas payeliğinden ve herkesin fahişeliğinden kurtulmak istiyorum. Gönlümü sadece ve ancak gönlüme vermek istiyorum. Allah’ın kudretinden gelen ilhamlara olan idrakimi ve dikkatimi ziyadeleştirmek istiyorum. Allah’ın bilmek ve sevilmek adına yarattığı her cana olan sevgisi her an, an be an tecelli etmektedir. Bu sevgi kederle ve elemlerle de tecelli eder, lütuflarla ve saadetlerle de tecelli eder. Kalp kadehi, aşk meyhanesinde ilkin keder ve elem şarabı ile doldurulur. Keder ve elem şarabı ile sarhoş olan gönüllerin gözleri lüftun ve saadetin tutkunu olur. Aşk meyhanesinde an be an kendini bulanlar, kendini bilmek adına yeryüzüne ve gökyüzüne yönelirler. Kendini bilenler ise kainatın varoluşunu gönülden idrak edip, hayatlarında kendilerini hiç olarak, Allah’ı hep olarak yaşarlar. Derler ki:
-Ben hem hepim hem de hiç. Allah’ın bilinmek ve sevilmek adına ” Ol!”durmasından ve ruhundan üflemesinden sebeple hem hepim. Allah’ı bilebilmek ve sevebilmek adına hem de hiçim.

Gönlünü gönlüne vermek adına gönlüne yoldaş olacak bir gönül gerek. Sevmek için sevgili gerek. Aşk için sevmek gerek. Kederle ve elemlerle gönül şarabı sunmak adına kalbin bir mahzen olsa gerek. Sözlerini demlendire demlendire gönül şarabını elde edeceksin. Sana yoldaş olan gönül’e sözlerini vereceksin. Alır mı almaz mı? Gönül bilir. Sen verdikçe senin boşalan kadehini dolduran bir başkaları da seni bulacak yada sen onları bulacaksındır. Sen hem yeryüzü ve hem de gökyüzü olmak bakımından hem hepsin, ezelin ve ebedin içinde sonlu olmak bakımından hem hiçsin.

Hiçin hiçi bir hiç.

Gönüller Sultanı Hz Mevlana sabah namazını kıldıktan sonra kalbinden dudaklarına yansıyan sözlerle, bir ney sesinin sükunetli musikisinde der ki:

“ Allah’ım!

Kalbimi nurlandır,
kulağımı nurlandır,
gözümü nurlandır,
saçımı nurlandır,
derimi nurlandır,
etimi nurlandır,
kanımı nurlandır,
önümü nurlandır,
ardımı nurlandır,
altımı nurlandır,
üstümü nurlandır,
sağımı nurlandır,
solumu nurlandır,
Allah’ım!
Nurumu artır,
bana nur ver.
Ey nurun nuru;
Ey merhametlilerin merhametlisi
Allah’ım!
Merhametinle
beni nur et…”




21/10

Kaç gündür seni yazmaya mecbur edecek duygulardan uzaksın. Kaç gündür bu duygulardan uzak olduğunun da farkında değilsin. Ama bugün duyguların seni öyle bir yoklar gibi oldu. Gönüllere ışıyarak ruhları terbiye eden Mesnevi’den sana nasip olan beyit:

“ sana manasız gelen, seni usandıran, üzen bu susuş, hakikatte ötelerden gelen aşk naralarıdır.
Sen; “ Acaba neden sessiz duruyor? “ dersin. Halbuki o; “ Beni dinleyecek kulak kimdedir, nerede var? “ demektedir.
“ Ben nara atmaktan, haykırmaktan sağır oldum; halbuki onun haberi bile yok! Zaten kulağı çok iyi duyan kişiler bile, aşk naralarına karşı sağır olurlar!”

Beklemediğiniz bir vakitte beklediğiniz kişinin sesini duydunuz. Bu sese itibar edilerek hayata başkaca bir anlam verilebilir mi? Bu sesle söyleşerek ne elde edeceksiniz? Çölden aldığınız bir kum tanesi ile bayram sevinci yaşanır mı? Çöl kuşatılmaz bir sonsuzluksa bir kum tanesi ne anlam ifade etmektedir?

Her yol her bilgi her söz her olabilecek her şey “ alemlere rahmet olarak gönderilen “ peygambere yönelmeyecekse, varolan her şey kaybedilecek bir şeydir.

Sadece siyah zeytinle ve bir de suyla……

28/10

Yine deniz ve yine dalgalar… Kırcasalih’de dayımın evinin arkasında küçük bir toprağa diktiğim tohumlar yeşermiş. Kazdığım bir çukura ağaç dikmek istiyorum. Ağaç fidesini bayağı bir derine dikerken bir dalını kırıyorum. Kendisini görmediğim bir halde kırdığım dalı babama gösteriyorum. Denizin kenarındayım ve içimde bir soğukluk hissediyorum. Dalgalar köpürerek kumsala vuruyor. Korkuyorum. Kumsalda gezersem dalgaların beni denize doğru çekeceğinden endişeleniyorum. Yukarı doğru yürüyorum. Kar yağmış.


01/11

Yine deniz. Kirami Ekmekçi. “Hayat yeni başlıyor.” Kumsal ve denizde yüzen kadınlar.. Denizde yüzmekten utanıyorum. Kadınlar gidince koşarak denize girmek istiyorum. Acaba su soğuk mudur? “Hayat yeni başlıyor.”[/i]

Hüseyin Kaçın

22
Şiir / Ynt: Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:51:03 ös »
*

İlim ve irfan sizden güleryüz bizden.
Gözyaşlarını yüreğinden gözlerinden süzenler yılmayacaklar, sükunetle çağlaya çağlaya akan gözyaşları kader kadehinde birikecek ve yalnızlığın sırlarını yırtacaksın. Damarlarından yüreğinden hücrelerine değin tüm bedenin yırtılacak. Her insanın yüreğinde bir yerlerinde gizli olan aşk tohumu canlanacak. Doğan bebeklere meleklerin metafizik hediyesi olan aşk tohumu annelerin babaların ellerinden başlayarak tüm toplumca kirletilerek kararmaktadır. Bebeklerin gülen yüzlerinde ne aşk kalmaktadır ne de gökler tılsımı. Hırsın, kibrin, gururun daha binbir başlı karanlık ejderhaları yürekleri tarumar etmektedir.

Allah’ım!

Dostluğum kırılmaktansa benliğim kırılsın.

“ Ey, yüce Allah! Bendeki bu cezir ve med’i sen meydana getirdin, yoksa benim denizim sakindi.
Bana bu tereddüdü verdin; kereminle beni huzura kavuştur.
Medet, ey Allah’ım! beni, dertlere müptela etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlar gibi zayıf olur. Bana bir yol göster, on yol değil.” Mesnevi

01/09

Altı defadır kırılarak, kovularak, yıkılarak ayrılmıştım. Yedinci ayrılışımda yüreğimi sarıp sarmalayan bir huzur var. Dostumla birlikteyiz. Sigara içmek istiyor fakat çakmak yok. Sigara içmeyi de bırakacak. Yıllar önce her şeyi sırayla bırakacağına dair söz vermişti. Bir bayram günü kovulduğum
geceyi anımsatıyor. O gece beni gönderirken arabası bozulmuştu. Oysa o gece bayram ziyareti için akrabalarına gideceklerdi. Bütün bu olanlar için “vardır bir hikmeti” diyor. Yalınlığını sevdiğim dostuma olan sevgim daha da berraklaşıyor. Gecenin karanlığında ve bir yarısında yine ayrılacağız. İkimiz hakkında kim ne derse desin umursamayacağını söylüyor.
-Herkes ikimizin arasındaki ilişkiye bir anlam veremiyor. Ben de herhangi bir açıklamada bulunmuyorum. Senin hediye ettiğin oturma grubunu görünce belki de kıskanıyorlar. Bundan sonra kesinlikle başkalarının söylediklerini dikkate almayacağım. Arada yıpranan hep sen oldun.


“ Gerçek akılların birleşmesi

Sen ve ben, evin sofasında oturduğumuz an ne mutlu bir andır,
İki nakış, iki suret; fakat bir can, sen ve ben.
Birlikte bahçeye çıktığımız zamanlarda bağın rengi, kuşların sesi ab-ı hayat verir.
Göğün yıldızları bizi seyretmeye gelir. O zaman onlara ay ve güneşi gösteririz.
Sen ve ben, senlikten, benlikten kurtularak vecd halinde manen birleşiriz. Aptalca hurafelerden kurtulup neşeleniriz, sen ve ben.
Göğün dudu kuşlarını hepsi, birlikte güldüğümüz makamda haset ile içlerini kemirirler.
Bu ne şaşılacak şeydir ki, sen ve ben, burada bir köşede oturup dururken, aynı anda
hem Irak’ta, hem Horasan’dayız, sen ve ben. “ Divan-ı Kebir

Birlikte geçirdiğimiz dört gün hatıralarımız arasında ışıyacak. Nasıl başlamıştı? Korkularımı yanımda bulundurarak gelmiştim. Karşılamaya gelecekti, beklemeden gitmiş. Umursanmadığımı düşündüm. Her şey ya bitmeliydi ya da gözden geçirilmeliydi. Belki de hala bana dair şüpheleri vardı.

İçeriye girdim. Kırmızı bir tişört ve siyah kadife pantolon giymiş. Sadece elimi uzattım. İşi ile meşgul olmaktan vazgeçmiyor. Beni karşısında görmekten dolayı yüzünde herhangi bir sevinç belirtisi gözükmüyor. Dişimi çektirmek için gelmiştim.


&







30/09

Allah’ım!

Sen bilinmeyi ve sevilmeyi murad ettin. Ben ise bilmedim ve sevmedim. Huzur mu buldum? Saadet mi buldum? Neşe mi? Sevinç mi? Bula bula elimde ve yüreğimde bulduğum büyük bir günah ve irili ufaklı biriken yığınla günahlarımla Sana geldim. Allah’ım! Yalnızlığımla burkula burkula, bahtımla vurula vurula, kalbimle kırıla kırala aşkın kıyısına tutunmak istiyorum. Fakat Allah’a yönelenlerin yollarına dair bilgim yok. Büyüğüm, yaşıtım ya da küçüğüm bir insan olsa idi yanımda ama hala yalnızım. Bu da benim bahtımdır. Bahtıma küsmek isyan değil midir? Kısmetimde her ne var ise kabullenmek sevap değil midir? Kaderimde yazılıp çizilen hep insansızlık olageldi. Yalnızlık! Yalnızlık karanlıklara bürünen bir aydınlık imiş. Peki yalnız olan nasıl sevebilir? Artık bir insanı yüreğimden ve gönlümden sevemiyorum. Herkese yüreğimi sundum ve herkes yüreğimle birlikte bir serap olarak kayıp gitti. Biliyorum ki herhangi bir insana uzatacağım elimde, gönlümün bin yarasını bulacağım. Herkes benden her şeyimi çekip aldı. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra bitkinim ve bitkinliğimle sadece ve ancak “Allah” diyorum. “Allah” deyişimin beni terkedip gitmemesini diliyorum. Herkes terk ederse etsin umrumda bile değil fakat dudaklarımda ve kalbimde “Allah” diyen bir sıcaklık(?) hep benim yanımda kalsın.
Kalbimde “Allah” diyen bir ses duydukça susmak istiyorum. Söz benim neyime? Sözün yalan olduğunu, gurur olduğunu, kibir olduğunu hala anlamadım mı? Sözlerimiz ve bakışlarımızla aslında neyi anlatmak istemekteyiz?Sözlerimiz ve bakışlarımız benliğimizdir ve her benlik tanrılık sevdasındadır. Benim benliğimde düşüncelerime, bedenime, iyiliklerime, güzelliklerime başkalarının tapınmasını dileyen bir yanım vardır. Benliğime tapınacak ne kadar köle bulursam o kadar güçlü olduğuma hükmeden o yanım bana ne vermektedir? Güç görünümlü azapların alevinde kıvranmayı sürdürmek kazanç mıdır? Haykırmak istiyorum:

-Ben tanrı değilim. Tanrı olmadığını kabullenenler peygamber olduklarını iddia edebilirler. Ben peygamber de değilim. Bir daha haykırmak istiyorum:
-Allah’tan başka Allah yoktur.

Elimle yazıp, dilimle haykırabiliyorum. Bir de gönlüm var benim. Keşke gönlümden yazıp, gönlümden haykırabilseydim. Fakat gönlümden yazacak ve gönlümden haykıracak bir gönül hayatım yok. Ki benliğimden, gururumdan, kibrimden temizlenmedikçe gönlüm gönül müdür? Yine de bana anlatılan Allah’a değil benim hayatımdan anlaya bilebildiğim Allah’ıma belki isyandır amma kısık sesle mırıldanmak istiyorum:
-Vuruldum, kırıldım ve kovuldum. Allah’ım! Senden başka sığınacak bir yer olarak insanların kalblerine yöneldim. Allah’tan başka sığınılacak her şey bir serap imiş.
Allah’ım! Beni vuran, kıran, kovan bir hayatım var. Kalbim burkuluyor. Hayat beni yıkmaya ayarlanmış diyorum. Kinimden, öfkemden, kızgınlığımdan çatlayarak patlayasım geliyor. Tam patlayacakken, Allah var diyorum ve birden yüreğime Sen geliyorsun. Anlayabildiğim kadarıyla kalbimde gizli olanların açığa çıkması için hayatım beni vurarak, kırarak ve kovarak terbiye ediyor. Allah’ım! Sana gelen yollar vardır. O yolları bilmiyorum. Allah’ım! Sen ettirmedikçe isyan etmeyeceğim. Benliğimden, gururumdan, kibrimden yırtık pırtık halimle bir avare gibi de olsa bilmediğim yollarda sana sığınmak adına, Sana doğru yöneleceğim. Tıpkı Kabe’ye yönelen karınca gibi. Allah’ım! Beni af ve kabul eder misin? Bilinmen ve sevilmen adına beni de bilenlerin ve sevenlerin meclislerinde bulundurur musun? Ben mi aramalıyım yoksa onlar mı bulmalı? Arayabildiğim kadarıyla aradım; bilen ve seven olarak bulduğum alice babayiğitçe Sana geldi ve bedenen kayboldu.
Allah’ım! Sen büyüksün diyemiyorum. Çünkü benim büyük deyişimden de büyüksün.
Hayatımın en son akşamında beni terbiye eden Sen’din. Akşam namazını kılmak için yaptıklarımın ya da bütünüyle o gün yaşadıklarımın bir karşılığı olarak bana sunduğun lutfun ne hoştu. İslam dünyasının bir ülkesinden gelmiş ve o akşam arkasında namaza durduğum yanık yüzlü o gencin yanık sesinde sükunetle yankılanan:

“ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. “

Allah’ım! Kainatın sonsuzdur. Hakiki sonsuzluğun ise kainatın sonsuzluğundan da sonsuzdur. O halde benim bilmek adına bildiğim bir hiçtir. Görünenler bir serap görünenlerin ötesi bir sırdır. Allah’ım! Seraplara değil sırlara gönül vermeyi lütfeder misin?

“ Ne yapalım
Küsemeyiz bahtımıza biz
Çünkü
Sevmeyi de kısmet biliriz
Bu kadarına da namütenahi şükürler olsun.
(Ahmet ÖZHAN-Şarkılar Seni Söyler)

02/10

Allah’ın vermeyeceğini sandıklarımıza nasıl verdiğine tanık oldum. Bu tanıklığımdan hareketle hayatını sayıklayarak yaşayan birisine “ Allah adına birlikte olmaya var mısın?” demek istedim. Bu demek isteyişim söylenmeden öylece kala kaldı.

05/10

Bedenlerin sevişmesinden öte ruhların sevişmesi mümkün müdür? Bir ruhun başka bir ruha sarılması ve yalınlaşarak sevişmesi nasıl mümkün olabilir? Bir bedenin bir bedene sonlu vereceğinden bir ruhun bir ruha sonsuz vereceğine yönelmek nasıl mümkün olur?

Rüyalarımda kızlara sarılanlara inat bacayı kırmızıya boyayan, beyaz bir kitabın yeşil çizgilerine güvenen bendim.

Bir de benim gülüşü güzel bir dostum var. Sağ gözünden öptüğüm, can yolumda candan yoldaşım olan bir dost. Dostluğumuzun başladığı o şehirden ayrılırken, havaalanında söylediği “ biz ayrılmak için ayrılmıyoruz, birleşmek için ayrılıyoruz “ sözünden hareketle “ birleşmekten “ başka, ona dair hiçbir beklentim yok. O ve ben. “ iki ayrı bedende bir ruh “ Bedenlerimizin yakın ruhlarımızın bir olmasından başka bir beklentim olamaz. Birlikte yaşadıklarımız, ona anlatmaktan çekinmediğim sözlerim, onunla birlikteyken hayatın başkaca bir anlamı var. Velev ki ona dair düşüncelerim de yanılmış olsam bile ah etmem; eğer doğru ise canım, varım, yoğum alıp ister iki kuruşa satsın ister yok etsin. Yeter ki o satsın, yeter ki o yok etsin. Ondan önce yakınlaştıklarımda yanılgının aslıyla yanıldığımı kabul ediyorum ve ah ettiğim günlerim de oldu. Bir başkasına “ Herkese yalan söylerim fakat ona asla yalan söylemem “ diyen birisine inanmak yanılmak mıdır? Dışarıdan bir gözle bakınca beni hiçbir şekilde umursamayan bir yanının olduğunu da inkar etmiyorum. Fakat bunun böyle olmasını benden yana bir sır olarak idrak ediyorum. Onunla “birleştikçe” ve “söyleştikçe” kendimi güçlü hissediyorum.

Bugünlerde hayatın kahpeliği ile daha da yakından karşılaşıyorum. Kahpece aldatıldım. Bu kahpeliğin içinde sakallarında beyaz, yüzlerinde nur, dudaklarında dua olanların ihaneti gizlenmiş. Anlıyorum ki hayat benim hayatım. Bir başkasından hiçbir beklentim olmamalı. Çünkü hayat konuştukça değil sustukça güzelmiş. Anladım ki Allah’ı konuşanların kalbinde “Allah” yok. Peygamberi konuşanların peygambere gönülleri yok. O halde aranacaksa sükut edenlerin kalplerindeki “Allah” ı aramalıyım. Sükut ederek gönüller çalanların peygambere vurgun gönüllerini bulmalıyım. Hayatın bana buldurup sonradan kara toprağa aldığı bir gönülden kalanlara sığınmalıyım. Güldürecekse o güldürsün, ağlatacaksa o ağlatsın. Alice yaşayıp, babayiğitçe ölen o gönlün aşkına Hz. Mevlana’nın kapısında tanık oldum. Gözyaşlarındaki gülümseyişleri bana gösterip; öyle yada böyle bir anlamda beni terbiye eden o idi.

Bugün ağladığım gündü. “ Yürümesi güçtür bu dikenli yolda/Ne ağlarsın, Mevla yine güldürür. “ dedi. Gözümdeki yaşlarla gülesim geldi. “ Hangi can nazar kıldı bu kalender Adem’e/Beğenmediğin mekandır işte orda güldürür “

“ yarın geleceğim belli değildir “

23
Şiir / Ynt: Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:50:49 ös »
Allah.

Ne şenlik ne de matem. Yangın. Her yanımı kasıp kavuran alevler. Yanıyorum. Tohum hala çatlamamak da direniyor ve beklenen filiz yeşeremiyor. Bebek hala doğmamak da direniyor ve heyecan kalbe vuruyor. Bu ilk yangınım değil ki dayanacak cesaretimi kaybetmemeliyim. Saniyelerin ilerleyişi duruyor ve her saniye bir ok gibi bedenime saplanıp kalıyor. Alev ve ok yaraları arasında ölüme direnmek adına kıvranıyorum. Ne fayda ki ölmem gerek daha fazla direnmenin anlamı kalmadı. Hayatın bin bir düğümünden bir düğümü çözebilmek adına ölmem gerek. Her düğümün çözülüşünde bizi bekleyen ölmektir. Bin bir düğümün çözülüşü ve bin bir ölümün dirilişi. Kainatı kuşatan sabrın benliğimi de kuşatmasına direnemiyorum ve sabır korku ile kuşatıyor. Korkuyorum. Kaybetmekten her şeyin bir anda yitip gitmesinden korkuyorum. Ayrılık saatinin yelkovanı hala yüreğime batıyor ve akrebi ise kırılmak bilmiyor. Allah’ım! Bu akrep de yelkovan da kırılsın ve ayrılık saati parçalansın. Gönlünden gönlüme “evet” diyen bir ses yankılansa. Ah! Bütün hayatımı bir hayal böceğinin zaman kozasından hakikat kelebeği olarak kanatlanmasına adadığımı nasıl anlatsam? Kainatı damıta damıta billurdan damlalar olarak benliğime sığdırmaya çalışmanın sancılarını nasıl dile getirebilsem? Kainatın güneşini istikbal, ayını mazi ve dünyasını hal olarak bir ben’e sığdırmak ve istikbal tutulmalarında yakarak mazi tutulmalarında yanarak hali olgunlaştırmak adına kıvranmak. Kaderim! Ah! Kaderim! Hal’den anlayan bir gönle sarılmaya ve kan kan içinde kavuşmaya imkan vermedin. Ciğerlerime yapışan ah!larımdan başka sermayem kalmadı elimde. Gurur, kibir, şehvet gelebilmek kaydıyla çekip giderken yalınlığımla baş başa kalıyorum. Yalınlığım ve ben yalnızım. Kaygan bir zemin üzerinde durmak gibi değil yürümek gibi de değil başka bir hal içinde bulunduğumu hissediyorum. Kaderime yalvarmak gibi bir şey. Hala anlayabilmiş değilim. Aklım yok oldu. Aklım yok oldu. Aşkım ise yeşermedi hala. Kurumuş bir ceset gibi hayata tutunmaya çalışıyorum. Artık insanları sevmek melekemi de yitiriyorum. Nasıl sevebilirim ki? Can yok gönül de yok. Cansız gönülsüz sevgi nedir ki? Ne verebiliyoruz ne de alabiliyoruz. Birbirimize olan ikramsızlığımız bizi vahşileştiriyor. Dişlerimiz bileniyor. Birbirimize diş geçirebilmek adına saldırganlıklarımızda dişlerimizin arasından akan salyalarla yaşıyoruz. Vahşetimiz ele avuca sığmayarak her yerde sergileniyor. Sevgi yoksa yalan ve yağma vardır. Yalan yüreklerimizle birbirimizin en bakir yerlerini bile yağmalıyoruz. Bekareti olmayan benliklerin kurtuluşu da olmayacaktır. Sevgi aşılaması yapılmayan yüreklerde taze yürekler yeşermeyecek. Yağmalar arasında şehvet artıklarından boğulacağız. Her yanımızı kasıp kavuran şehvet son nefesimizi de alacak ve hayatımız anlamsızlaşarak sıradanlığın mezarlıklarında yok olup gidecektir.
Hayatımıza mezarlık kitabeleri dikme hakkımız var mıdır? Gurur, kibir, hırs, haset, şehvet kitabeleri arasında insan yalanla ne kadar yaşayabilir?

Allah’ım!

Hayatımın miracında dem be dem dualaşarak yaşamak istiyorum.
Yalnız olmayacağım gönlümün azıklarını paylaşarak yürüyeceğim bir dost diliyorum.
Mümkün mü? Yarın olabileceğine olan ümidimi koruyarak bugün için mümkün değil demek mecburiyetindeyim. İnsanın vahşiliği, nankörlüğü ve daha buna benzer birçok olumsuz sıfatları varoldukça iyi olan her bir şey silinip gidecektir. Dilin duygu ve düşünceler karşısındaki kısırlığından sebeple anlatmak istediklerimde kısırlaşıyor.
Gülüş güzel yüreği karartılmış bir dostun anlayışına güvenerek evet demesini beklerken hayır diyen sesini işittik. Rüyalarımızın ve bedenimizi kasıp kavuran sıkıntıların çağrışımlarından hareketle beklediğimiz gerçek oldu.

-Hayır! Mümkün değil. Yapamam.

Sol böğrüme bıçak yarası gibi dost yarası saplanıp kaldı. Bugüne değin olup bitenlerden sonra böyle bir karar mı almalıydın? Gülüşü güzel adam en azından yanıldığını kabul ve itiraf eder misin? Tutunduğum tek dal olarak bir sen kaldın demiştim. Oysa sen kalkıp o dalı da kırdın. Neden kırdın?

“ Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah’ın yanındadır. “ Ayetlerden Sahneler
“ Rivayet edildiğine göre, Mekke’den hicret arzusunda bulunan bazı müslümanların eş ve çocukları, kendilerinin perişan duruma düşeceklerini öne sürerek, babalarını hicretten alıkoymak istediler. Fakat hicretle kazanılan yüksek mertebeleri öğrenen müslümanlar, eş ve evlatlarını, kendilerine engel olmaya kalktıkları için
cezalandırmak isteyince bu ayet indi; onların affedilmesini emretti. Bunun yanında, mal ve çocukların beklenmedik yer durumlarda kişiyi günaha sokup, ahiret hazırlığından alıkoyabileceğine de işaret edilmiştir.”
Her şeyi bir kenara bırakıp daha fazla mal kazanmak adına eşin adına ve çocuğun adına hayır dedin. Böylece büyüklüğünü bir anda küçültmüş oldun. Bilinen ve haber verilen imtihanı kolaylıkla kaybetmiş oldun. Eş, çocuk ve mal adına sonsuzluğu, gökleri, nurları yani ruhunu kaybetmiş oldun. Ruhsuzluğunla sıradan bir hayatın içinde bocalayıp çırpınmaktan başka ne kalacak? Bugünün sıkıntılarını, perişanlıkları kesip atmak adına yarının güzelliklerini ağlatmış oldun. Bugün kaygılardan uzak olmak adına yarının azaplarını çağırdın. En büyük azabın kollarında büyüteceğin Mina olacak. Elif lam mim ile sırlanmamış ve korunmamış Mina, senin gönlüne azap taşır olacak. Elif lam mim adını da kızına koymanı istemiştim. Eşinin gülüşünü dost bir yüreğin sırrına tercih ettin. Oysaki elif lam mim Allah’ındır. Eşinin dudaklarındaki gülüşler ise şeytanın kışkırtmalarıdır. Anlayamadın ve bilmedin. Göklere gidelim dedikçe sen hep eşine sığındın. Eşin kadınındı. Ben bir kadın elinden kırıldım, kovuldum ve yıkıldım. Hayallerimi tırnaklarımla yeşertip harmanlayacakken hasat mevsiminde gül bahçem bir kadın eliyle yakıldı. Gül bahçemde alevler var. Yangı var yüreğim yanıyor. Şeytanın girmedik kapısı kalmadı fakat bir tek kapıya giremez. O kapının ümidiyle yüreğimin yangınlarına gülümsüyorum. Beni yakıp kavuran eşin olmuştur fakat ben hep eşinin saadeti adına seni bataklıklardan çekip çıkarmışımdır. Ben kurtarırken eşin yakıp yıkmıştır. Yakıp yakını da bekleyen yanıp yıkılmaktır.
Eşin psikolojik açıdan bir yanında gelişmemiş, çocuksu yönleriyle kendine odaklı, narsisistik, ben-merkezcildir. Diğerlerinden ilgi ve sevgi bekler. İlgi ve sevgiyi alabilmek için dolaylı ve baştan çıkarıcı yollar kullanır. Sosyal açıdan katılımcı, dost canlısı, konuşkan, gayretli ve ataktır. Kişilerarası ilişkilerinde yüzeysel ve çocuksudur. İnsanlarla kendi çıkarları için ilgilenir. Zaman zaman önemsemediği ve anlamaya çalışmadığı cinsel açıdan eyleme vuruk davranışlar sergiler. Kendi davranışını sebeplerine ilişkin içgörü kazanması yavaştır. Başarısız olacağına dair endişe taşır. Evlilikle ilgili mutsuz yaşantıları olabilir. Sosyal grup tarafından kabul görmediği hissini duyar. Otorite figürleriyle sorunu vardır. Aile öyküsünde reddedici baba figürü bulunur.
Bir yanında ise, sosyal açıdan içe çekilmiş. Yalnızdır ya da çok az arkadaşla rahattır. Ürkek, çekingen, temkinli ve utangaçtır. Karşı cinsten kişilerin olduğu ortamlarda rahat değildir. Kendini küçük görür. Anlaşılmaz zor biridir. Diğer insanlarla ilişkiye giremediği için üzülür. Diğerlerinin düşüncelerine duyarlıdır. Aşırı kontrollüdür, duygularını açıkça dile getirmekten hoşlanmaz. Ciddidir, kişisel temposu yavaştır. İtaatkar, uysal ve boyun eğicidir. Güvenli, bağımlıdır. Temkinlidir, sorunlara yaklaşımı sıradandır. Tutumlarında ve düşüncelerinde katı ve tutucudur. Küçük fikirler üretmede bile güçlüğü vardır. Çalışmayı sever. Endişeye eğilimlidir. Sinirli ve kaygılıdır. Karamsardır. Suçluluk duyguları ve depresyon dönemleri yaşar.

Bir yanda başka diğer yanda başka birbirine uymayan psikolojik bir dünyanın sıkışmışlığında yaşayan eşinin yararına yapıp edilenler kayıp gitti. Kovularak, aşağılanarak, hor görülerek kalbi kırılan bana kalan ağıt yakmaktır. Yakacağım ağıtlardan ahım tütecek. Yangın yangını doğurur.

Gülüşü güzel adamın eşi!

Kıskanmasaydın olmaz mıydı? Anlam vermekte güçlük çekebilirdin. Fakat silinip atılmasına inat etmeyip kabul edemez miydin? İki insanın birbirine dostça bağlanmasına engel olmasaydın. En büyük zalim sen oldun. Bilmiyorsun ki iki insan arasında sırlar var. Sırlar ki yürekleri büyüleyen. O diyarda hep güzellik vardı. Vefa vardı. Birliğin ve sadakatin gücü vardı. İki yüreğin engellere aldırmazlığı vardı. Sana anlatmakta zorlanacağım iyilikler vardı.

O diyardan kopup gelen eşine hasretle sarıldın ve yüreğini kuşattın. Hala kuşatılmış bir yüreğe olan ümidimle sana sesleniyorum. Sırları olan iki adama yol ver.
Bütün bu olanlar ve anlatılamayacak daha başka şeylerden sonra böyle mi olmalıydı?
Kovmalı mıydın? Yıkmalı mıydın? Kırmalı mıydı? Yakmalı mıydın?
Kovuldum, yıkıldım, kırıldım, yakıldım.

Gül bahçesindeki yangının alevleri yakanın da eline sıçrar ve yakan da yanar. Bu hep böyle olmuştur. İyilikleri kötülükle karşılayanlar enin de sonunda kaybetmişlerdir. Sırlar açığa çıkınca ne büyük hata ettiğini anlayacaksın. Hala sırları açığa çıkarmamak için çırpınıp duran benim. Elif lam mim adını küçümseyerek gülen sensin. Elif lam mim Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını küçümseyenin sırrı gün olur açığa çıkar.

Elif lam mim

Hayatın bir bedeli vardır ve hayatın sıradanlığa tahammülü yoktur. Her sabah uyandığınızda şehir aynı şehir, sokaklar aynı sokak, insanlar aynı insan yani görünen her şey göründüğü gibidir. Acaba öyle mi? İnsanların yüzlerinden okunabilen sıradanlıklarda ilkelliğin çırpınışları sürüp gidiyor. Kaygılı insanlar ne yapabilir?
Ruhsal rahatsızlıklarının kıskacında eriyip gidecekler mi? Müsekkinler ve psikolojik terapiler tek çareleri midir? Birbirlerini gözetip kollamayan insanların vahşiliklerine kim dur diyecek? Nasıl durdurulacak? Sokakta, otobüste, işyerlerinde, alış veriş merkezlerinde gördüğünüz insanlar mutlu mudur? Hayatlarından ve birbirlerinden memnun mudurlar? Vefakar mıdırlar? Vefa.

Vefa arıyorum.

Bir çocukluk hayaline bağlanıp kalmışım. Ant hikayesinin zihnime hayalleşerek yerleştiğini bugünlere değin bilmezdim. Çocukların konuşmalarına, haykırışlarına, kızgınlıklarına, üzüntülerine, sorunlarına kulak verince kendi kişiliğimin derinliklerine ulaşmış oldum. Ant hikayesindeki gibi can pahasına yaşanan bir dostluk için çırpınmışım. Bir hayal için bin bir bedel ödemek mecburiyetinde kaldım. Kalbimdeki kanları son damlasına kadar dostluk adına vererek bir damla kan ile kendi hayatımı sürdürmüşüm.
Mesnevi’nin yol göstericiliğine sığınalım. Kesif rüzgarlarla
kaygı denizlerinde sallanan benliğimizi aşk limanında dinlendirelim.

“ Bütün dertlerini bir dert yapanı,
Cenab-ı Hakk başka dertlerden kurtarır.
Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeyleri kendine dert
edinen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa
Hakk, onu kayırmaz”
hadis-i şerifinin açıklanması.

Sen aklını, fikrini çeşitli yerlere dağıtıyorsun, çeşitli şeyler üzerinde, kafa yoruyorsun. Halbuki o saçma sapan uğraşmalar, o boş yere konuşmalar, bir tere yaprağına bile değmez.

Senin akıl suyunu, dünya sevgisi ve nefsani arzular dikenlerinin kökleri emer, durur. Artık o, yani ömrünün ağacı, nasıl olur da kemal ve fazilet meyveleri verebilir?

Aklını başına al da, varlık bahçesinde sürmüş olan o kötü dalları kes, buda. Yani nefsani ve şehvani düşüncelerden, emellerden kurtul. Hoş ve faydalı sürgünlere, yani ruhani, Rabbani duygulara su ver. Onları besle, yeşert.

O kötü dallar da, faydalı sürgünler de şimdi yeşildir. Ama sen sonuna bak, kötü dallar yok olur, gider. Sürgünlerden ise fazilet ve kemal meyveleri biter.

Bahçenin suyu, faydalı sürgüne helaldir, ötekine haram. Aradaki ayrılığı sen sonra görürsün, vesselam.

Adalet nedir? Meyve ağaçlarına su vermektir. Zulüm nedir? Diken sulamaktır.

Adalet bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Müstahak olmayana vermek ise zulümdür.

Zulüm nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu hal belaya kaynak olur.

Hakkın nimetini cana, akla ver.

24
Şiir / Ynt: Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:50:36 ös »
Mahşer.

Bütün bu olup bitecek olanlara rağmen hala yalnızlığınızla barınarak yürümemeyi mi düşünüyorsunuz? Gönlünüzü avuçlayarak, sarsılarak gönüller aramayacak mısınız?
Peygamberlerden, erenlerden gelen çağrılara uymayacak mısınız? Yeryüzünün bunaltıcılığından göklerin ferahlıklarına kavuşmayacak mısınız? Gurura adanarak söylenmiş sözlerle, aldatıcı bakışlarla, ayak kaydıran sevgilerle yalnız olduğunuzu ve daima yalnız kalacağınızı anlamayacak mısınız?

Allah’ım!

Benliğimdeki putların varlığına rağmen, Senden gönlümün İbrahim’ini diliyorum.
Yalnızlığımla olmuyor.

Dilenciler hayat adına para dilense de
Yalnızlığın vehminden sıyrılmak adına
Göklere yönelerek ötelere sığınmak adına
Bir elimde yüreğimle dost dilenerek.
Allah’ın rızası adına
Bir dost diliyorum.

Allah’ım!

Sır içinde sırlanmış sırlarla perde gerisinde eşyanın ötesinde her şey başkaca anlamlar kazanıyor. İsyan edemiyorum. Bütün iç kuvvetlerim beni isyana kışkırtsa da teslimiyete çeken benim dışımda başka bir kudretin gerilim yaratan huzuruna çaresizliğimin sunduğu bir çare olarak sığınıyorum. Bütün kapıların sana açıldığını idrak ediyorum. Sen dilemedikçe dileklerimin anlamları kayıp gidiyor. Seni idrak edebilmemdeki bütün kısırlığımla bağlantılı olarak anlayabildiğim kadarıyla her şey bir tohum içinde gizlenmiştir. Devasa canlıların başlangıcı bir tohumdan ibarettir. Asırlara meydan okuyan bir çınarın heybeti başlangıç olarak bir tohum içinde çaresizlikle gizlenmiştir. Bütün dilemelere rağmen günü gelmeyen sırlar gün yüzüne çıkmayarak teslimiyetlerini sürdürmektedirler.

İstedim. Duygularımı ve düşüncelerimi bütünüyle bu isteğin ışımasına adadım. Karanlık gecelerin karanlıklarına acıyan yüreğimle isyan edesim geldi. İsyan! İsyan! Hep isyan. Yine de teslimiyetin galibiyetleri aydınlıklar sundu yüreğime. Yine o aydınlığa sığınmak istiyorum. Bir annenin bebeğini bir an evvel doğurmak adına olan sabırsızlığını af eden Allah’ım! Benim benliğimi doğurmak adına katlandığım sancılarıma şifa lütufları sunar mısın?
Duygu ve düşüncelerimden sızarak benliğime ve bedenime yapışan yalnızlığımla baş başa kalmaktan kurtarır mısın? Yalnızım! Yalnızım! Allah’ım!
Yalnızlık Allah’a aittir. İnsanın yalnızlığında vehimleri, korkuları, çaresizlikleri bir arslan kesilir. Bu duyguların saldırgan yanlarına karşı yalnızlık savunmasızlıktır. Bir ses, bir ışık, bir his de olsa bir şeylerin yanında olduğunu bilmek insana güven vermektedir. Allah’ın kutsal ve kutlu yollarında peygamberler de yalnızlıklarından Allah’a sığınmışlardır. Hz Musa’nın yanında Hz Harun ne anlam ifade etmektedir? Çöl yalnızlığı affetmediği gibi hayat da yalnızlığı af etmemektedir. Hz Peygamberimizin yanında Hz Ebubekir gibi bir dostun bulunması Allah’ın güzelliği değil midir. Hz. Peygamberimizin fizik ve metafizik hicretinde yanında bir dostun bulunması bizlerin dikkatlerine ve idraklerine öğretici bir ders değil midir? Dostun uyuması adına yılan ısırmasına dayanmak kainatın alınyazısında sırlanarak samanyolunda kayıp giden bir yıldız değil midir? En kutlu dostlukların şifalarıyla yalnızlığın yaralarına aldırmadan hayatta varolabilmek birincil görevimiz değil midir?
“Benim için birbirlerini sevenlere, birbirleri ile alakalananlara, ziyaretleşenlere ve yardımlaşanlara muhabbetim, rahmet ve mağfiretim vacip oldu. " Hadis-i Kudsi
Hz Şems ve Hz Mevlana dikkatlerini ve idraklerini aydınlatma becerilerini hangi kutlu dostlukların şifalarından kana kana yudumlayarak elde etmişlerdir? Birbirimizden ayrılarak varolmaya çabalamak hayatımızı karanlıklara esir etmektedir. Bir yanda hidrojen atomu bir yanda oksijen atomunun ayrılığı yanmakta ve yakmaktadır. Birbirlerine kavuşmalarının ardından berrak sular çağlamaktadır. Birbirlerinden ayrı duran iki canın kavuşmasından
dereler, nehirler, denizler ve deryalar varoldu. Kainatta her varoluş birbirinden ayrı duranların kavuşmasının eseri değil midir? Fiziki olan birleşmeleri yerine getiren insanın metafizik birleşmelerin uzağında durması ve hatta haberdar bile olmaması yanıcı ve yakıcı ızdıraplarla onu kıvrandırmaz mı? Özeliyle insan ve geneliyle insanlık yanarak ve yakarak kıvranmaktadır; ızdırapların esaretinde yalnızlıklarıyla, gözyaşlarıyla, bunalımlarıyla çaresizliklerin içinde bocalamaktadırlar. Bilmemenin ve görmemenin suçunu kendi benlikleriyle kaderlerine kazımaktadırlar. Benliklerindeki körlük kaderlerini de karartmaktadır. Elbette ki çaresizliğin içinde çareler bulunmaktadır. Karanlığın körlüğünde yarasalaşan benlikler çarelerin ışığından kaçmaktadırlar. Bu sebeple çaresizliklerin çareleri çaresiz kalmaktadır. Metafizik dünyada insan ve fizik dünyada insanlık yıkıma doğru sürüklenmektedir.
Yer sarsıntılarından yürekler sarsılacak. Yerin altından göğü aydınlatan ışıltılar yüreklere korku salacak. Korku ile sarsılan yürekler çaresizlikle secdelere yönelecekler. Secdelerde yürekler sarsıldıkça rahmetin ve mağfiretin limanlarına sığınılacak. Yüreklerimiz yeryüzünün anlamsızlıklarından ayrılarak gökyüzünde anlam arayışlarına yönelecektir. Umulan daima bu olmalıdır. Ümidimiz kavi olmalıdır. Fakat bütün bu yerden ve yürekten sarsıntılara rağmen hala eskide ayak diretenler kaybedeceklerdir. İlkelliğin yıkıntılarında vahşiliğin yakıcılığında eriyerek kül olup gideceklerdir. Yeryüzünün albenilerine aldananlar hırslarıyla kahrolacaklardır. Her şey benim olsun, her şeyi ben bilirim diyenlerin saraylarda şehvetleriyle, benlikleriyle, yalancı cennetleriyle yaşayanların kırk yıllık saltanatları kırk saniyede sarsılacak ve yıkılacaktır. Her şey eninde sonunda öyle ya da böyle Allah’a dönecektir. Öyleyse yüreklerimizdeki yalnızlıkları yıkmak adına her ben bir sen bularak birbirlerine sarılsınlar. Birbirleriyle kavuşan benlikler yanıcılıklarından ve yakıcılıklarından arınarak ab-ı hayatlaşacaklardır. İnsanlığın metafizik dünyasındaki servet abideleri birbirlerine kavuşan benlikler değil midir? Kavuşan benliklerden çağlayan derelerden denizlere denizlerden deryalara sükunet tutulmalarında sırlar hakikat perdelerini aralayacaklardır.

Allah’ım!

Bu gece ışımak ve kavuşmak adına merhametinle tecelli eder misin? Gecemin karanlıklarına meleklerin bir kıvılcım çakar mı? Ben ve sen dostluğunun kıvılcımında yana yakıla yanmamayı ve yakmamayı öğrenmeyi lütfeder misin?Yanmayan ve yakmayan birbirine kavuşmuş iki benliğin birliğindeki yürümelerimizde yar ve yardımcımız olu musun Allah’ım!

Sen’i Sen’den dilemek adına yalnızlığım yetmiyor. Paylaşılmayan her şey kayıp gidiyor. Paylaşılmayan saadetler kahır olarak yüreğe batmaktadır. Benliklerimizin hiçliğinden sonra her şey hepleşecektir. Allah’ım! Sana hakikat olarak bütünüyle varamasak da varabildiğimiz yerdeki mesut gönüllerimizde daha da ötesi adına ümit etmekteyiz. Seni idrak etmeyenlerin cazibesi yitip gitmektedir. Yol yine de tehlikelidir. Vehimlerimizden sıyrılamadığımız müddetçe benliğimizin putları dimdik ayaktadır. Ey benliğimin İbrahim’i neredesin?

Hz Peygamber’in Hz. Ebubekir’i ve onların nurlu yollarının gönülden adanmışları Hz. Mevlana’nın Hz. Şems’i.Karanlık gecelerimizin mehtapları ve yıldızları adına. Allah’ım! Dostluğun yetimliğinde esir olarak yaşatmayıp hayatın içinde pervaneliği dileyen bana mum olacak başka bir ben lütfeder misin?

Allah’ım!

Bu gece ışımak ve kavuşmak adına ben ve başka bir benle beraber sığınmak istiyorum. Senin merhametini ve rahmetini diliyorum. Yalnızlığımdan kurtulmak istiyorum. Bedenimi ve benliğimi kıvrandıran acılarıma inat ümitlerimin galip gelmesini diliyorum.

Allah’ım!

Benim yüreğimi ona vererek ve onun yüreğini bana alarak gecemin ışımasını diliyorum.
Bu gece.
Ya ayrılık ya kavuşmak.
Ya ayrılığın elemlerinde esir olarak yeryüzünde kıvranan ben ve sen ya da kavuşmanın saadetlerine hür olarak göğe yönelen ben ve sen.
Her şey senden gelecek kabul etmeye yada red etmeye düğümlendi.
Sabır.
Sükut.
Bu gece ya şenlik
ya da matem.

“ Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder.
Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir.
Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi,onu deve yavrusu ile doyurur. “
Hz Mevlana

25
Şiir / Rüya
« : 18 Kasım 2017, 01:50:25 ös »
(Hüseyin Kaçın)

Rüyalar hakikat deryasının damlaları belki de dalgalarıdır. Rüyalar hakikatin kırk da bir nispetinde gizlendiği metafizik mağaralardır. Tarihin alınyazısında hakikat peygamberlere mağaralarda tecelli ede gelmiştir. Rüyalarda oluşlar durağan değil daima bir oluştan başka bir oluşa hareket eden canlı bir hayal sahnesi görünümündedir. Aslında hayatın özünde rüyadan başka bir anlam bulunmamaktadır. Bu anlam, hayatı rüya bilinci içinde idrak ederek sürdürmek yükümlülüğünü vazgeçilmez bir gereklilik haline getirmektedir. Bu yükümlülüğü bulmak adına aramak ve bulamayabileceğimizi de göz önünde bulundurarak sürekli aramak ödevi. Rüyanın hakikat adına kuşatıcı bir yapısı bulunmaktadır. Eşyaları, canlıları, hadiseleri, her şeyi yani kainatı kuşatan rüyalar, insana sunulan armağanların güzellerindendir de diyebiliriz. İnsanın varoluşunda duygular da rüyadır, düşünceler de rüyadır.

Aslında her şey bir rüya ile başlar. Hayatımda hangi rüyamda, en son gördüğüm belki de yaşadığım rüyada sevindiğim kadar sevindim? Çocukluluğumun sürekli bir isteği olarak hep bir ata binmeyi dilemişimdir. Rüyamda parlak kahverengi, siyah kuyruklu, yağız bir atın üstünde bulunuyorum. Çocukluğumda yaşayamadığım bir isteğin yaşanıyor olması, beni ziyadesiyle memnun ediyor. Atın üstünde, o andan çocukluğuma değin uzanan büyük bir mutluluk içindeyim. Kırcasalih’nin bildik köy evinin bahçesinde bulunuyorum. Daha başkaca görüntüler arasında gidip geliyorum.
Atın üstünden inmiş olarak gezerken, bir el hareketimle, at kavisler çizerek, bana itaatkar alımlı bir güzellikle yanıma geliyor. Bu rüyanın içinden başkaca rüyalara
geçerek güzel sahneler sergileniyor. Mutluluk sadece böylesi bir mutluluk olarak da yaşanabilir. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırına, kırk tanrı misafiri konuk etmenin huzuru da mutluluk sunabilir. Gönül dervişlerinin gül yüzlerinde asıl servetleri ağlamak olan saadetler de hayatın içinde gizlenmiştir. Aramak da nasiptir, bulmak da nasiptir. Gök armağanı gönül aşkından söyleşelim. Hayatın uykusunda, ölmeden önce ölüp dirilerek uyanan, servet abidesi şahsiyetlere yakınlıkla, hakikate yakınlaşmak adına birbirimizle gönülden gönüle bilişerek söyleşelim. Hakikat sözü ile söylersek, gönülden gönüle sevişelim. Kadın tenindeki şehvetin esaretinden başkaca güzelliklere nasıl yönelişlerde bulunabiliriz ki?

Allah’ım!

Rüyadan rüyalara salınarak kader deryasının dalgalarında savruldum, kırıldım, vuruldum ve kovuldum. Hayatın doğan her gününde “ bir dost bulamadan bugün de akşam oldu “ diyerek yüreğimden ağladım. İsyana savrulan, günaha sarılan, nefretle kavrulan belki de yalnız bendim. Yüreğimden sevmiş olmama rağmen sevdiklerimce yüreğime tecavüz edildi. Yüreğimde, sevdiklerimin vicdansızca, vefasızca akıtılan döllerinden ne bekleyebilirim ki? Elem de benim keder de benim.

Yüreğime tecavüz edildiğine dair silinmez duyguyu düşüncelerimde yeşerterek, vefasızlığın saldırganlığını sorgulayarak, kırılgan yönelişlerimde ne gam ve ne de keder. Böylesi de gelir gider ve hep bize güler.

Gururluyum, kibirliyim ve gözlerimde kin, yüreğimde isyan var. Şehvetim kadar günahım da var. Bütün bu varolanlara rağmen benliğimi bir değirmen taşının sabır dergahında ezerek, sükunetle yaşamak istiyorum.
Sevdiklerim de sevmediklerim de müsade etmeyecekler ve beni sürekli olarak benliğimle alkışlayacaklar. Ama yine de alkışların her türlü çekiciliğine rağmen yenilmeyeceğim ve de aldanmayacağım.
Bugün olduğu gibi sadece benliğimle değil varlığımla idam sephasında sallandırılmaya götürülen bir mahkumun çaresizliğini sadece iliklerime değin değil hücrelerime değin hissedeceğim. Çaresizliğin aslında ve ardında çareler bulunduğunu kim bilebilecek?

Benliklerini putlaştıranların ikbal sofralarının karşısında, ezilerek, büzülerek, secdelere kapanarak kutsayıcı ayinlerde bulunmadığım için kınanacağım. Aşağılanarak lanetleneceğim. Aforoz vesikam damgalanarak elime uzatılacak. Tapınaktan kovulmuş bir müntesip olarak hürriyetin anlamını ve yanlızlığımı yanıma alarak hayata yöneleceğim. Putlardan hür olarak Allah’ın teslimiyet sığınaklarında barınacağım. Yanılmadan, yılmadan, yüreğinden sükunetle ağlayarak hayatı anlamlandırmaya çalışacağım. Yarına dair, büyük ihtiras dalgalarında savrularak küçülmektense, yalnızlığın elemli saadetlerinde, başarılı olmak mecburiyetinden, gösteriş budalalıklarından, servet düşkünlüğünden, küçük dağları yaratan benim ve bana bakacak olanlar başlarını kaldırarak baksınlar diyen tepeden bakışlardan arınarak, soyunarak ve gerekirse kafa derisinin kafadan yırtılmasının benzeri bir ızdırap ile yaşamak.

Sevmek yine de sevmek. Seni sevmeyenleri de sevebilmek. Yine de sevmek. Sevmeyenlerine İngiliz şairinin deyişiyle “ ben sizi seviyorsam bundan size ne? “ diyebilmek.

Kutlu bir sözün ışığına sığınalım. O der ki:

“ Birbirinize selam veriniz! Birbirinize yiyecek ikram ediniz! Akrabanızın hakkını gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak, selametle Cennete giriniz! “

Birbirimize olan selamlarımızla, birbirimize olan ikramlarımızla, birbirimize olan tanrı misafirliğimizle hayatımızı anlamlandıralım. Birbirimize olan tanrı misafirliğini sadece evlerimizle sınırlı tutmayalım ve yüreğimizin sonsuzluğuna değin konuk olalım. Ki böylesi bir misafirliğin güzelliği sırların en güzel sırlarını doğurarak büyütecek ve yetiştirecektir.
***
“ Kıyamet günü bir kul gelir, hesabı görülür. İyilikleri ve kötülükleri eşit çıkar da hasımlarını razı edecek bir iyiliğe muhtaç kalır. Allah Teala şöyle der; “ Ey kulum senin için bir iyilik kaldı eğer o da olursa seni cennete sokarım. Bak, insanlardan iste belki birisi sana bir iyilik hibe eder.” O kul da gelir ve saflar arasına girer. Anasından, babasından sonra da arkadaşlarından ister. Hepsine kendi kapılarında konuşur da kimse ona icabet etmez. Herkes der ki; “ Ben de bugün bir iyiliğe muhtacım. “ Ve böylece o kul yerine geri döner. Hak Teala ona sorar ve der ki; “Ne getirdin.” O da şöyle cevap veririr. “ Ey Rabbim! Hiç kimse bana iyiliklerinden bir tanesini vermedi.” Allah Teala der ki; “ Senin hiç vefakar bir dostun yok muydu?” O kul da böyle bir dostunu hatırlayarak, ona gider ve iyilik ister. Dostu da verir. O kul yerine geri gelerek bunu Rabb’ine haber verir. Allah Teala der ki ; “ Ben ondan bu iyiliği kabul ettim ve onun hakkından da hiçbir şey eksiltmedim. Seni ve O’nu affettim. “ ( Hadis)
***
“ Bizim için şefaatçiler de yok, sıcak bir dost da yoktur. “ (Ayet)

***
“ Gün akşam oldu bugün de bir dost bulamadım “ (Türkü)

Her akşam yüreğimde yeni yetme bir derviş ağlamaya devam etmektedir. Yarının ümit ışığında sadece son bir defaya mahsus olmak kaydıyla yine de bekleyeceğim. Beklediğim elbette ki sensin. Sen hangi sen olduğunu bütün senler arasında da olsan bilmektesin. Sen.

Konya’da bir gül bulmak adına

Sendin.

“ Uzuvları kesip atmak dostluğu kesip atmaktan kolaydır.” Hz Ömer

Her şeyi bir ölçü ile yaratan Allah! Dünkü sevinç verici bir rüyanın ardından bugün de gerilim-korkunun içine sarmalanmış soğukkanlı ve huzur verici bir rüyanın ardından sabaha merhaba demekteyim. Ümit titreşimlerini salık verip heyecanlara sevk eden bu rüya da beni ziyadesiyle etkiliyor.

Edirne’den hareket ederek yine Edirne’ye giden trenin vagonlarında gezerken birden kendimi Ali Babayiğit’in karşısında buluyorum. Bu beklemediğim karşılaşma sebebiyle sarsılıyorum. Sakalları düzgün bir şekilde traş edilmiş,bembeyaz sakallarından sebeple yüzündeki güzelliğe hayretle bakıyorum. İçki içmeyi bıraktığını söylüyor. Daha öncede bırakmış olduğunu bildiğimi söylüyorum. Terzi arkadaşı Mustafa’dan öğrendiğimi anlıyor. Başını arkaya doğru yaslayarak gülümsüyor. Ali Babyiğit’in ölmediğini görmek ve o an için trende beraber seyahat etmekten dolayı hem hayret, hem de yeşil renkli heyecan ve sevinçle karışık duygular yaşıyorum.
Uzaklarda Mevlana’nın türbesi mavi ve yeşil karışımı renklerle beliriyor. Türbenin avlusunda beyaz alçıdan bir minare bulunuyor. İnsan kalabalıklarının arasında mermer basamaklarda ayakkabımı bağlıyorum. Yanıma bir adam geliyor ve soruyor:
- Soğanlı’nın nüfusu ne kadar?
- Vallahi bilmiyorum. Bende bu şehre ziyarete geldim. Yerlisi değilim.
- Sizin adınız Hüseyin mi?
Bu soru ile birlikte heyecanla karışık tüm benliğimi sarsan duygularca kuşatılıyorum.
- Bu yolda bir adamı almaya iki kişi gönderirler fakat nadir olur. Kişinin kendisi bedel ödemelidir. Çok acı çekmelidir. Hayatında hiç kurban kestin mi?
Birden gözümde yaşlar beliriyor. Bu soruya cevap vermek istemiyorum. Adımın Hüseyin olduğunu bilen bu adamın bu sorunun cevabını bileceğini sanıyorum.
- Kapıdan da girilir bacadan da girilir.
O an için kendimi bir evin bacasından içeri girdiğimi hayal ediyorum. Bacanın içinde kaldığımı ve nefes almak da an be an zorlandığımı hissediyorum.
Uyandığımda gördüklerimin sadece bir rüya olduğunu değil de bizzat yaşanmış,yaşanan zamanın içinde yaşandığı için hatırası kalacak olan herhangi bir günün zaman dilimi olduğunu düşünüyorum.
&
-Selamünaleyküm sarhoşlar
Rüyanın sisi pusu arasında kitap arayan bir adam (ben) kitabın yazarının yukarıdaki sözleri. Aşk ile ilgili bir şiir.
- Artık şiir eskisi gibi gelmiyor.
&
“ De ki; yeryüzünü gezip dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün! “ En’am-11 “ Yerküre sarsıntıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarıya çıkardığı, insan, “Buna da ne oluyor?” dediği vakit. İşte o gün yer, Rabb’inin ona vahiy etmesiyle bütün haberlerini anlatır. O gün insanlar amellerini görmek için darmadağınık bir halde geri dönerler. Kim zerre miktarı bir hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse,onu görür. “ “ İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım! Kaldı ki bu, yalnızca senin bir imtihanındır; sen onunla dilediğini saptırır dilediğini doğru yola ulaştırırsın; sensin bizim velimiz, bizi bağışla bize merhamet et. Zira sen bağışlayanların en hayırlısısın.” Ayetlerden Sahneler.

Borderline kişiliğin rüyalarında dostluğun esintileri esiyor. Meltem rüzgarlarının tatlılığını hatırlatan bir hal içindesiniz. Uykudasınız ve bir bilinç açıklığındasınız. Olsa olsa yine bugünde her gün olduğu gibi sabah olacak. Uyanacak ve kalkacaksınız. Acaba öyle mi? Uyku ile uyanıklık arasında aniden irkiliyorsunuz. Karanlık yüzünüze yapışır gibi oluyor. Bir uğultu ve sallantı arasında şaşkınlık yaşıyorsunuz. Daha önce böylesine bir yaşantı hafızanızda yer etmediğinden olanlara bir anlam veremiyorsunuz. Evinizin bütün duvarları bir beşik gibi, ondan da ötesi okyanusta fırtınada sallanan bir gemi gibi sallanıyor. Kardeşimin “ Abi! Abi! “ sesini işitiyorum. O sesi herhangi bir korkunun değil candan kopup gelen bir uyarının sesi olarak algılıyorsunuz. Çaresizsiniz. Yine de içinizde şefkatli bir ümidin varlığının yüreğinize bitiştiğini kararsızlıkla; olan biten her şey ama her şey arasında duyguların ağırlığını, duyguların düşüncelere yapıştığını ve evin içindeki bütün şakırtılara ve sarsıntılara rağmen zihninizde, sükutun içinde süratli bir akışı yaşıyorsunuz. Kardeşimin uysal ve candan sesinden sonra annemi ve babamı uyandırmak istiyorum. Her şey sallanmaya devam ediyor. Bütün bu olup da bitmeyenler gerçek mi? Yoksa bir rüya içinde başka bir dünya da yaşanan esrarengiz bir hayatın içinde misiniz? Sükutun içindeki süratli akış ile birlikte düşüneceğiniz tek şey olarak Allah’ın varlığını hissediyorsunuz. Allah’ın varlığı tarafından sizin yokluğunuz kuşatılıyor. Size var gibi gelen bedeniniz, yaşantılarınız, duygularınız, düşünceleriniz bir anda anlam veremediğiniz bir şekilde bir boşluk da kayıp gidiyor. Çaresizsiniz ve bu çaresizliğinizle ne yapabilirsiniz ki? Her hangi bir zamanda bir namaz sonrası el açıp yaptığınız dualar gibi olmayan, sadece ve sadece yüreğinize yapışan bir kudretin iradesi ile ve bu kudretle gelen sükunetin içinde bir yerlerde çaresizlikle, küçülmüşlüğünüzle yani hiçliğinizle sessiz ve kelimesiz olarak duaya teslim oluyorsunuz. Hayatınızda bütün unutulup hatırlanmayacak kırk saniyelerin dışında unutulması bir yana an be an kırk yılın sarsıntısına eş değerde sarsan kırk saniyelik bir hayat. Ölüp de yeniden dirilmediğinizi kim iddia edebilir? Artık eskisi gibi anlam arayışlarından uzaklarda bir hayatı sürdürebilir misiniz? Artık eskisi gibi hayatımızı kayıtsızlıklarla mı sürdürebilir miyiz? Eğer öyle olacaksa yazıklar olsun bize. Hayatımızda metafizik yönelişler olmayacak mı? Bu yönelişlerin sürükleyeceği canlılıklar ve bu canlılıkların içinde yaşanacak şenlikler, bayramlar ve bu bayramların içinde sadece ve sadece sükunetler göğünün altında bir hayatımız olmayacak mı? Fiziki olanın kaygan zeminlerinde kazandığımızı sandıklarımız bize yarar sağlayabilir mi? Var görünenlerin yokluğunda kim ki “varım” diye haykırabilir, seslenebilir ve hatta mırıldanabilir? Kırk saniyede Allah’ın kırk gazap meleği de gelir ve gidermiş. Arkalarında bıraktıkları yıkıntılarda, ölümlerde, çaresizliklerde, kan ve göz yaşlarında metafizik anlamlar gizleyerek giderlermiş. Göklerden gelip yerin üstündeki anlamsızlıklara, kayıtsızlıklara bakarak yerin yirmi beş bin metre altındaki kırılmalarla birlikte bir kar topunun çığ olması gibi kırk yıl alevler yalayarak ve o alevlerden azgın alevler kaynatarak kırk saniyede her şey oluyor. Kırılmalar, yarılmalar ve yıkıntılar. Fakat olup da bitmeyecek olan ve artık eskisi gibi olmayacak olan bir hayat beliriyor. Yeryüzünün altından kopup gelen uyarılara kayıtsız kalmak mümkün mü? İsyan mümkün mü? Daha ne beklenebilir ki? İnsan bundan öte ancak ölümle uyarılacaktır.

Yüreğimizin önünde bir yol açılmıştır. Bu yol yalnız yürünür mü? Bu yolda bir akrebin kıskacı gibi yalnızlığın kıskacı insanı zehirlemez mi? Yalnızlık sadece akrep olarak gelmeyecektir. Yeri geldiğinde yılanlaşacak, ciyanlaşacak ve çocukluk masallarının canavarları, ejderhaları
hayal olmaktan kurtularak yalnızlaşacaklardır. Hayatın metafizik yollarında Hz Adem’den başlayarak kim yarsız ve dostsuz olarak, yalnızlığına güvenerek yürüyebilmiştir? Hayat bir uykudan ibaretse nöbetleşe birbirimizi uyandıracağımız yarimiz ve dostumuz var mı? Bizim yarimiz ve dostumuz kimdir? Biz kimin yari ve dostuyuz?

“ Uyarıcı insanın başını kaldırır, geleceği sembolik bir dilin içinden gösterir, bir rengin içinden, bir takım biçim hatırlatmalarından. Uyarıcı geçmiş zamanı da yüklenir gelir, tüy tüy. Uyarıcıyı gören, uyarıcının sesini duyan, bir geleceğe gider, bir geçmişe, sonra yerine döndüğünde şimdiki zamanın da değiştiğini görür. Şimdiki zaman kendinden boşanmış ve yeni bir özle dolmuş. İnsanların arasındaki ilgi yeni bir anlama ayarlanmış. Dostun varlığı, insan varlığının birinci şartı olmuştur. “ Sezai KARAKOÇ

Dost! Dost!
Bu akış içerisinde bir dost sesi duymak istiyorsunuz. Sizin hayatınızı soracak bir sesi işitmek istiyorsunuz. Sizden bir el uzansa bir ses duyacaksınız elbette fakat karşıdan uzanacak bir elin sesini bekliyorsunuz. Kayıtsızlık ve anlamsızlık dost bildiklerinizin tortusunu zihninize bırakıyor. Yüreğinizde yine yalnızsınız.

“ Yalnızız “

Yalnız yürünmüyor. Hayallerinizin derinliklerinde vehimlerinizle sarsılıyorsunuz. Uçurumların kenarlarında yürüyorsunuz. Ateş çukurları, kayalıklar arasında yalnızsınız. Allah’ım isyan adına değil fakat haykırmak istiyorum. Rahmetin sayesinde kalplerimizin birbirimize ısınacağı kardeşlerimiz nerede? Allah’ım bize vaad edileni diliyorum. Benliğinden kurtulamamış bir kulun olarak diliyorum. Teslimiyet adına yalnızlıklardan kurtulmak istiyorum. Sunulan her şeyi paylaşmadan olmuyor ve olmayacaktır.

Hayallerinizin derinliklerinde bir kelebeksiniz. Öyle bir kelebeksiniz ki görünmeyen bir yerlerinizden yapıştırılarak karanlıkların derinlikli boşluklarında asılı olarak duruyorsunuz. Sonsuzluklar üstünüze değin geliyor. Hayatın içinde hayallerle, hayallerin içinde karanlık boşluklarla bocalıyorsunuz. Fakat hayat sizin gördüğünüz ve bildiğiniz karanlıklardan ibaret değildir. Okyanusların derinliklerinde bir hayat varsa sonsuzlukların içinde bir hayatın varlılığı var değil midir? İnsanın iç yapısında hareket halindeki milyarlar ne anlam ifade ediyor? Her şey bir hiç midir? Her şey bir hep midir?

İnsanın içeriden ve dışarıdan fiziki dünyasındaki canlılığa rağmen metafizik dünyasındaki durağanlık ne anlam ifade etmektedir? Gezmeyen, görmeyen, bakmayan bir hayat engin düşüncelerle soluklanabilir mi? Kayıp giden bir zeminde kayıtsızlıklarımızla sürdürdüğümüz bir hayatın ötesini sorgulamak elden gelmez mi? Fiziki olarak biriktirdiklerimiz, var sandıklarımız yani servetler, eşler, evlatlar ne yarar sağlayacak? Bir ümit yok mudur?

Yürümek. Yalnızlığı aşarak, dost ellerde, aydınlanmış gönüllerin izinde, peygamberlerin can veren hayatlarındaki emanetlerinde, erenlerin gül bahçelerindeki dikenlere tutuna tutuna, gül kokularını koklaya koklaya yürümek. Mallarını, canlarını Allah’ın satın aldığı gönüllere tutunarak yürümek. Ölmeden önce ölüp de dirilenlerin ölümsüzlüklerini arayarak hayatımıza anlamlar katarak yürümek. Bir adım attığımızda bin adım atarak geleceğini vadeden Allah’a doğru yürümek. İnsanlar fizik olarak yaşarlar, yalnız ve yalnız metafizik olarak yürürler. Yöneldikleri her yönün hem hepliğinde hem de hiçliğinde Allah’a varacaklardır. Yokluklarını öyle ya da böyle Allah’ın sonsuzluğuna sunacaklar. “ Yerler yarılacak ve gökler sarsılacak, dişi develer vaktinden evvel doğuracak.” Yıkılışların ve yıkıntıların ötesinde yeni bir hayatın adı kıyamet olacak, mahşer olacak. Kıyamet.

26
sesiz gemi

niçin buradayım
1) müşterimden yeni işler almaya üşeniyorum. eski işlerime bakıp bir gururlanıp bir eleştiriyorum. eskide takılıp kalmaktan yeni kazançlar edinemiyorum
2) ruh hastası bir dostumla iletişimime kurallar koyduktan sonra benimle muhatap olmayı kesti. geçen birkaç ayda ise hastalıklı tek taraaflı bağımlı tavizlerle dolu bir dostluk yerine sakin kafayla başka arkadaşlıklar edindim. bunun değerlendirmesi yapılmalı

terapi
1) dem bu demdir. an bu andır dünün işi dünde kalmıştır. elimizde yalnızca ve sadece bugün vardır. elimizdeki günü değerlendirdiğimiz sürece iyi gidiyoruzdur. nasıl ki kendini kanıtlamış ünlüler bile yeni çıktıkları konserler için her yeni performans yeni heyecan diyorlarsa, nasıl ki vazgeçilmez olmadıklarını biliyorlar ve aynı iddialı duruşlarını ve emeklerini her yeni konserlerinde ortaya koyuyorlarsa benim de geçmişteki işlerimle değil bugünkü görevlerimle, yeniden yeniden biriken işlerimle ilgilenmem gerekiyor. namaz gibi, kıl kıl bitmiyor duygusu geldiyse bile her gün nizami ve kurallı olarak tekrar tekrar bitmeyen bir yoldur iş hayatı
2) çocukluk arkadaşım ruh hastası beni kendine bağlayan beni öylesine bir arkadaş gibi gören benim dost dediğim insan benimle iletişiminde sürekli beni duygusal olarak yıpratarak beslendi. sadizm mi, kendi nevrozunu bana bulaştırmak mı ne denirse beni çok yordu. yani, yıl olmuş 2015, yaş kemale erecek bu adam yüz yıl geriden hayatı takip etmeye çalışıyor ve kendi ruhsal acılarını bana bulaştırıyor. ben ona bağımlıydım çünkü beni bu dünyada bir tek o anlıyor sanıyorum. benim anlaşılmakla ilgili derdim ve inadım var tamam ama arkadaşlığın altındaki ortak payda anlayış ve bağlardan ziyade çocukluktan itibaren yaşanmış benzer travmalar. aynı travmaları, aynı sıkıntıları yaşayarak büyüyen iki adam birbirinin dilinden anlar normaldir. ben bağımlılığımdan vazgeçtim çünkü hayatta hedeflerim var. yaşamayı seviyorum. danışıklı dövüş yapıp kendimi oyalamak bir sinirlenip bir neşelenip gün geçirip yaşlanmak istemiyorum. ömrüm sağlığım olursa amaçlarım var. kendi hayatımı yaşamak varken bir ruh hastasıyla uğraşamam.
geçen hafta ikinci bir arkadaşla kısa zamanda biraz fazla zaman geçirdim. yeni arkadaşlar ediniyorum hani ya birbirimize neler katabiliriz diye düşündüm. iyi gidiyor gibiydi ama dejavu gibi sanki önceden yaşanmış bir anı yaşar gibi yeni iletişimimde aynı formatta ruhsal acılarla yoktan sorunlarla uğraşmaya başladım. eski dostumun yerini yeni arkadaşım doldurmuştu. çok mutlu *gibiydim* acısıyla tatlısıyla bu hastalıklı ilişkide de aynı tadı aldım. aslında birkaç ay çok eğlenceli hareketli geçerdi, mutluluğun heyecanın zirvesine çıkıp arada sırada da dibe vururduk. bırakırdım hayatımı işgal ederdi. hep yaşadığım şeyler. ama neyse ki bu arkadaşın gizlisi saklısı yok yalanlarıyla zorluklarıyla ben böyleyim diyor. e bu kitabı daha önce okumuştum sonunu da biliyorum. bu iletişim de tam başlamıştı ki hemen sonlandı. benim hayat amaçlarım var.

alınan kararlar
1) yeni işlerin devamı gelirin sürekli olması ile ilgili kararlar alındı. hedefler kondu, nedeleri ile birlikte düzenli bir program uygulandı
2) Zihnen sağlıklı arkadaşlarımla görüşeceğim. Vakit kaybına gerek yok. Kendi maceramı kendi heyecanımı bulurum ben kendi hayatımda. kimsenin ruhsal dertlerine ortak olamam.

sonuç
1) 5 gündür umulmadık bir performansla iş başındayım (kaçış duygusu devamlı gelmesine rağmen)
2) bir arkadaşımdan vazgeçtiğim için biraz yalnız hissettim diğer sağlıklı arkadaşlarımla görüşme yazışmaya fırsat ve zaman kalıyor. kendi hayatımı yaşamaya da.

27
sessiz gemi 22.06.2015

NEDEN BURADAYIM
İçimde susturamadığım bir ses var. Bu ses çalışma verimimi düşürüyor. Son yıllarda bunun her insanda olan bir özellik olmadığını anladım. İnsanlar olayların üzerinde durmuyor, işlerinin detayına takılmıyor. Sonuç odaklı çalışıyor. Sorun bende, benim detayda aşırılığa kaçmamdaymış.
Bu obsesif alışkanlığımın bir geçmişi var. Eskiden kontrol edemeyeceğim derecede takıntılarım vardı. Canımı acıtıyordu. Dengemi bozuyordu. Sosyal hayatımı etkiliyordu. Ben buna kötü huylu obsesyon diye isim koydum. Derdimi dinleyen arkadaşım "takma ya" diyor ama benim elimde değil ki. Canım yana yana gece gündüz düşünüyordum. Ta ki beş sene kadar önce kurtulmaya karar verene kadar. Neticede net bir kararla ani bir iyileşme yaşadım. Kötü kuylu obsesyon diye adlandırdığım şey bitti. Artık insan gibi yaşayabiliyordum. Hayattan zevk alabiliyordum. Başarılarım katlandı. Kendimi geliştirebilmeye başladım. Sosyal olarak kabul gören şeylere mesela statüye, paraya ve sevgiliye sahip oldum. Yine de, iyi huylu obsesyon diye adlandırdığım şey devam etti. Canım yanmıyor. Sosyalliğim etkilenmiyor. Tek sıkıntı detaylara takıldığım için işimde yavaş ilerleme göstermek. Yavaş dediysem, Hüseyin Bey'in tabiri olan "karınca hızı" uygun bir benzetme olacaktır. bir saatlik iş 10 saatte bitiyor.

TERAPİ
Mantıksal hesaplara dayalı obsesyonum aile içi duygusal tatminsizlik değersizlikten kaynaklanıyor. Küçüklükten gelen alışkanlığım, babam ve abim bana baskı yapar. Ben de içimde bir sürü proje yaratır, onları çözer ve kendimce mutlu olurum. Bu, kendini tatmin etmekti. Kargaşadan kaçıştı. İçimde huzur bulmaktı. Kendimi oyalamak için atari ve bilgisayar oyunlarını seçtim. Saçma sapan asosyal bir çocukluk ve bir sürü oyun bağımlılığı geliştirmiş oldum. Babam tarafından sürekli ezilmeme ve abimin istirmarı neticesinde içime kapanmak yerine karşılık verseydimcevap verseydim gerçekleri söyleseydim, kapıyı çarpıp çıksaydım, iki kere ikinin dört olduğunu suratlarına çarpsaydım, zorbalıklarına elimden geldiğince karşılık verseydim bir yerde illaki başaracaktım. Akıllı ve cesur bir çocuktum ama sosyal hayatım yoktu hayatı hiç tanımıyordum oradan kaybettim.
Gelelim şimdiye. Abim ve babam şimdiki iş ortaklarıma dönüştü. Müşterilerim, patronlarım oldu. Demek istediğim şey beni ezecek adamlar buldum iş hayatımda. Ya da bulduğum adamları beni ezecek duruma getirdim. Kafamda ampul yandı. Ben küçüklükten beri hayatı bu zannettim. Hayat oyununda sen hep "küçük" kardeşsindir. "Daha bilmiyor"sundur. İletişimde bulunduğun adamın her istediğini yapacaksındır, sen onun geyşasısındır. Onu eğlemek için varsındır. Kendime biçtiğim rol modeli bu oldu: Efendimin soytarısı. ne kadar yeteneğim varsa hepsi efendimin. ne kadar zekam varsa hepsi onun mutluluğuna adanmalı. BEN yokum. BEN hiçbir zaman olmadı. peki BENin tatmine ihtiyacı yok mu. var. İşte tatmini hep zihnimde projeler yaratıp çözmekte yani mental mastürbasyonda buldum. Olması gereken şey ise iki kişilik paylaşım yani sevişmek. ister gerçek bir ilişkide, ister iş hayatındaki iletişiminde, ister aile hayatında. Yani BEN de varım, karşımdaki de var. Haklı olduğum yerde konuşmalıyım. Saldırmam gereken yerde salırmalıyım. Haklıysam diyorum. Haktan hukuktan bahsediyorum. Zulüm görmekten bahsediyorum. Siktiri çekmem gerken yerde canını acıtmam gerekiyor. Bunun nasıl yapılacağını Hüseyin Bey güzelce anlattı. Aktif olarak da uyguluyorum. Zor, heyacanlı, riskli yerlerde dolaşıyorum. Olması gerektiği gibi oluyor her şey. Başım ağrıyor bazen ama şimdi kendi sorunlarım yüzünden değil. Karşımdaki adamın sorunu yüzünden. Gerçek sorun karşımda ve ve o sorunu öldürmem gerekiyor. Eskiden sorun bendim kendim öldürüyordum. Şimdi asıl acı çekmesi gereken kişi. Bu tarz, BENin de yüksek sesle konuştuğu iletişimler, ilişkilere sevişme dedik. İki kişi de var. İki kişi de konuşuyor.

Obsesifliğe gelirsek. Bundan kurtulmak istiyoruz tamam. Ama içimizdeki düşünceleri, savaşları, ikilemleri susturmak, tamamen söndürmek lüzumlu değil. Bunu bunalımlı denen orta seviyeden sağlıklı seviyeye çekmek istiyoruz. Tersi yanı sağlıklısızına da bozuk dedik. İşimiz gereği içimizdeki savaşlar bizim heyecanımızdır. İşimizi besler. Olması lazımdır. Ancak bu iç çatışmaların bizi yönetmesine izin vermeden işin içinden çıkmak.

Fazladan bir konu daha insan yönetmeyi öğrenmem lazım. Etrafımda yönetebileceğim insanlar var. Bu insanlara hem mesleki hem arkadaşlık ilişkisinde yönlendirme yapmam lazım. En azından onların beni yönetmesine izin vermemem lazım.
 
SONUÇ
Babamın zulmüyle, abimin istismarıyla yüzleşeceğim. Ağırlığımı koyacağım. Kavgalarımı edeceğim. En zoru bu iki insan. Zaten gerisi geliyor.

İçimdeki obsesif düşünceleri işe yaradığı kadarıyla kullanacağım. Yararlı yanlarından faydalanacağım. Bana gereksiz ağırlık yapan bölümleri ise traşlayacağım. Olumlu örnek: Son teslim tarihlerine bağımlı olmak. Geç kalırsam mükemmel olmayacak düşüncesi gelirimi garantili olarak yükseltiyor. Buna karşın olumsuz olanları, mesela mesai bitiminde "yeteri kadar çalışmadığım" düşüncesini gözardı edeceğim. Bunun yanında mükemmel bir iş yapmaya çalışarak soyut ve zihinsel tatmin yerine müşteri taleplerine cevap vererek üzerine somut sonuçlar, para, memnuniyet üzerine odaklanacağım. İşin kendisini değil sonuçları yöneteceğim.

Beni yönetmeye çalışan insanları gözlemleyeceğim. Birkaç kişiye de ricada bulunurum.
 

UYGULANAN KARARLAR

28
sessiz_gemi 30.05.2015

Neden Buradayım?
En yakın arkadaşım iletişim içinde hep baskın kişi. Düzeyli bir arkadaşlık kurmak istiyorum.
İşime odaklanamıyorum. Odaklanmaktan korkuyorum.

Terapi
Terapistim küçükken uğradığım cinsel saldırının bende "zarar veren penis" şeklinde kodlandığını söyledi. En yakın arkadaşım ise iflah olmaz bir çapkın. Onu, bana hiçbir şekilde zarar vermeyen, temiz bir "penis" olarak görüp ilişkinin düzgünlüğü olarak yorumluyormuşum. Arkadaşlığı yüceltiyor ve bağımlı hale geliyormuşum. yüzeyde beni tutan bağlayan bir şey de yok halbuki.iki ayrı dünyanın insanıyız. Arkadaşımın beni -bazı konularda- iyi anlamasının dışında iletişimimizin güzel bir tarafı yok. anlamsız maceralar, anlamsız eğlenceler.. içki içmek gibi sadece mutlusun diye mutlu olduğun anlar. hayat hedeflerimiz, yaşamak istediklerimiz deneyimlerimiz; diğer bir deyişle benim istediklerimin hiçbiri bu iletişimde yok. dışarından yüzeysel bakınca gerçekten aşağıda psikolojik temeli var bunun. hani sokakta sorsalar fast food zararlı dersin ama son 24 saat içinde bir dürüm bir de pizza yemişsindir ya. zararlıdır, ama yedirmişlerdir sana. büyülemişlerdir seni. farkında olmadan çökertirler seni. işte böyle hissediyorum bu arkadaşlıkta. arkadaşım. dostum. kankam. yaa.

İşe odaklanma konusunda hep bir kaçışım var. bunun sebebi de şuymuş. kendimi içeride sevmiyorum. kendimle barışık değilim. kendimi kabul etmiyorum. Önce kendimizle barışacağız içimizde kendimizi bulacağız. sonra yeniden dünyaya dönüp sosyallik ve içimizdeki dengeyi kuracağız.

kendimi sevmeyen benim ama elbet bunun sebebi babam, abim.

Uygulanan Kararlar
arkadaşımla buluşamadık bile. daha telefonda ezmeye çalışıyor beni. ben de buluşmaktan vazgeçip onu aramıyorum. arayınca yine ezmeye çalışıyor. yine aramıyorum. o beni arayıp bir yere çağırıyor. buluşma kesinleşmeden yine canımı sıkıyor. vazgeçip gitmiyorum.

mantıksız da olsa ailemi görmekten, arkadaşlarımla sosyalleşmekten, alanımla ilgili olmadıkça şehir dışına seminerlere katılmaktan, spor ve müziği abartmaktanb kaçınmaya karar verdim. bir tuhaf hissediyorum evet. özlem, açlık, heves, heyecan hepsi var. hepsini bir kenara bıraktım. kendi içimde ne var diye bakınıyoyurm. o kadar ki içime dönmeye zorladıkça zihnim öyle bahaneler üretiyor ki. ama onlara kanmıyorum. bir kenara yazıyorum, sonra bakacağım. düşünmeye başlasam içime dönmemi önleyecekler belli.

Sonuç
Uzun ince bir yola girdim. Nereye varacak bilmiyorum. garip hissediyorum. iyi geliyor sanki. arkadaşlarımdan ailemden kopmanın elbet eksileri var. içeride kendimi bulup bir başarıyla yukarı çıkacağımı zannediyorum. en nihayetinde insan derinlerde, en derinlerde yakalıyor başarıyı, anlamı, zevki. buna inanıyorum.

29
sessiz_gemi

23 Mayıs 2015

Neden Buradayım
Babamla aramdaki anlaşmazlığını çözmek.
Çalışırken odaklanma sorununu aşmak.

Terapi
Babam cimri bir insan olduğu için çocuklarına harcadığı para da onu rahatsız ediyor. Bunu zaman zaman bizlere sözleri ile yansıtıyor. bizlere yaptığı harcamaların maddi manevi karşılığını istediğini ve düzenli para kazanmamız gerektiğini söylüyor. Sadece parayı düşünen babamla düzeyli ve tatmin edici bir baba-oğul iletişimi kurmak istiyorum. Neler yapabilirim? "Baba, tamam deneyimlisi, başarılırın ama hayatta kuruşların hesabı yapılmaz. Maddi olarak kazanmışsın ama hayatta bazı temel şeyleri ıskalamışsın" diye başlayabilirim. Burada babama karşı büyük bir kozum var. Babamın bilmediği bir şeyleri yakaladım. Bildiğim doğruları inatla söylersem hayat bir noktada haklı olduğumu gösterecektir. Bu bir hayat kuralıdır. Babam illaki önceleri anlamayacak.beni adam yerine koymayacak. İkinci olarak, babamın statü, tanınmışlığı ve bağlantıları babamı milletvekili olabilecek şartları sağlıyor. Ancak paranın sürekli yükseldğini görmek istediği için riskler almıyor. Milletvekilliğine soyunmak demek nereden baksak 100 bin lira gibi bir tanıtım maliyeti demektir. babam kaybeymeti göze alsa, yenilmeyi kaldırabilecek olsa, başarısızlıkları ve hayal kırıklıklarını öğrenme ve ders alma fırsatı olarak görse elbet birçok başarısı olurdu. Birçok insan risk almaz kabul. Ben babamın bana zararı dokunan huylarına karşı söyleyebileceklerim üzerine odaklanmalıyım. Yapıcı olmak lazım. Örneğin babama "halen abimle çatışıyorsun çocuk gibi kavga ediyorsunuz" diyebilirim. babama "çalışkanlığı, çevresi ve bağlantıları"nı başarı olarak gördüğümü beğendiğimi söyleyebilirim. ancak risk almadığı için eski bir rüyası olan girit mutfağı restoranı işletmeciliği de yapamadı potansiyeli olduğu halde milletvekilliği gibi bir pozisyona de geçemedi. Başhekim yardımcısı görevini uzun yıllar devam ettirdi. Babamın iç huzuru var mı bilmiyorum ancak ailesi olan bizlere sözlü olarak kırıcı ve yıkıcı derecede zararı var. Babamın en zalim olduğunu hatırlayarak savaşmam gerekiyor. Acırsam, kaybederim.
İşlerime odaklanmaya çalıştığımda bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi bir his geliyor. Odaklanamıyorum bu yüden. kabuğuma çekilip çalışırsam, projelerime odaklanırsam bir şeyleri kaybedecekmişim gibi hissediyoru. bunun çaresi olarak da kendimce ya internetten haber videosu izleyerek gündemi yakalamaya çalışıyorum ya da sürekli akşam programları yapıp arkadaşlarımla buluşuyorum. sürekli dikkatimi dağıtıp sözde tatmin sağladığım için hiçbir şeye odaklanamayarak hiçbir büyük başarı elde edemiyorum. gerçi madden manen somut başarılarım oldu. ama iki sene üç sene kadar oldu. devamının gelmesi lazım.
herkese yapışık olmaya gerek yok. muhtaç gibi yaşamaya gerek yok. şimdi çalışmalarıma odaklanarak kendimi bulacağım. kendi başarımı bulacağım. bir şeyleri kaçırma endişesiyle boğulacaksam boğulmaya bırakmam lazım kendimi. en nihayetinde ölmem ya. bir kere durumu kabul edelim. zaten yalnız bir adamım. tercih ettiğim yoldan giden olmadığı için insanlara derdimi anlatmam zor. yani bir kafeye oturup da bir kızla ya da adamla karşılıklı aynı frekansta hedeflerden ya da haftalık gelişmelerden konuşmak zor. artık bireysel başarımı elde edip belki profesyonel ilişkiler kuracağım. bu bağlamda kimsesizim. piç gibi ortadayım. 30-31 yaşlarında kendinle baş başa kalmak iyi gelebilir. ekmeğim suyum kendim olmalı. zekam, projelerim ile neler üretebilirim bakalım.

Uygulanan Kararlar
En yakın arkadaşımla zorla buluşma ayarlayıp işlerimi aksatmıyorum. Biraz aramız bile açıldı ancak gerçekten istediğim başarılara ulaşmak için taviz vermemeye karar verdim.
Bu hafta her akşam dışarı çıkabilirdim ama çıkmadım. bir çalşıma programı yazdım ve bunu uygulamak uğruna vazgeçtim bazı gecelerden. bugün hatta boğazda tekne turu ve doğum günü partisine davet edilmiştim. güzel kızların arasında bir tanesi potansiyel kız arkadaşım. bugün hepsine hayır dedim. içimdeki çalışma, kendimi gerçekleştirme hissi ağır bastı. günlük tatminler yerine manalı hedefler ve ödüllerin peşinden koşmaya karar verdim. alelade günlerde ihtiyacım yokken sosal etkinlik yapmama gerek yok. biraz asosyal belki muhafazakar bir görüş gibi ama gerçekten ihtiyacım olan sosyal altyapım artık var. sokaktaki insanlar bana bir şey katmıyor. bir de hayatımı ve gerçek arzularım var bir yanda. bunlardan neden vazgeçeyim. ben gerçekten ne istediğimi biliyorum.

Sonuç
bu özgürlük hissi süper. kendinden güç almak, özgüveninin başarılarını başarılarının özgüvenini beslediği bir döngüye girip her gün yukarı çıkmak, olman gereken yerde olmak çok güzel bir his. hayatta ne istediğimi bile bulmuşum. ne diye ıvır zıvırla uğraşayım

30
sessiz_gemi

1. ve 2. terapi: nisan 2015
3. terapi: mayıs 2015

1.terapi
--------
Neden Buradayım
obsesif düşüncelerim çalışmalarımı yavaşlatıyor. basit bir iş bile çok uzun sürüyor. önlemler almaktan işin kendisini yapamıyorum. bilgisayar programı yaptığım müşterimin taleplerini okuyorum. sonra kendi kendime yeni talepler üretiyorum. müşteri şunu da istedi bunu da istemiştir diye fazla fazla çalışıp müşteriyi memnun etmeye çalışıyorum. sonra programı teslim ediyorum. müşteri biz bunları istememiştik deyip çoğunluk zamanımı harcadığım talepleri iptal ettiriyor. boşa harcanan bir sürü zamanı müşterinin gerekli başka isteklerini yerine getirmek için kullansaydım hem ben daha fazla para kazanırdım hem müşteri daha mutlu olursdu.

ikinci bir konu mekan olarak yararlandığım ofisten kovuldum. sebep olarak ofise giriş çıkış saatlerimin düzensiz olması. oysa ofise kendi evimmiş gibi kullanabileceğim söylenmişti. sonradan fikir değişikliklerinin sebebi ne oldu? bu olaydan almam gereken ders ne?

Terapi
Badana yapılacak duvar için renk seçilecekse basit düşünülmeli. Ten rengi olur mu, olur. Obsesif düşünüp bu rengin hikmeti nedir, bu renk insan psikolojisini nasıl etkiler, bu rengin iki açık tonu insanın içini açar mı gibi ayrıntılar zaman harcatır. İşlerin bitmemesine sebep olur. İşlerin karınca hızı ile ilerlemesine sebep olur. Bir başka örnek de strateji türünde bir bilgisayar oyununda düşmanın binalarını yıkmak amaç iken kendi binalarının düzenini ve simetriğini hesaplamakla vakit kaybeden oyuncular var. O kadar ki oyunda üstünlüğü sağlamış olsan bile oyunu bitiremiyorsun çünkü amaç oyunu kazanmak değil simetrik dizilmiş binalar inşa etmek ve bunları izlemek. Yani hedeftir. Bunu ben de görmüş ve benden bile takıntılı olanlar varmış diye düşünmüştüm. Demek ki takıntılı olmak dışarıdan böyle görünüyormuş. Buradan çıkaracağımız sonuç obsesifler yanlış yapıyor. Sürece odaklanıyorlar. Önemli olan ise sonuçtur.

Ofisten kovulmak konusunda ise yaptığım hata iş hayatında insanlarla bir abi-kardeş ilişkisi kurmaya çalışmam. Abimle olan iletişimim çarpık ve iki taraf için de zararlı olduğu için içimdeki boşluğu dışarıdaki insanlarla gereğinden fazla samimileşerek gerçekleştiriyorum. Oysa profesyonel hayatta yapılması gereken şey iş ilişkilerinde baştan kurallar koyup bu kurallar üzerinden iletişim gerçekleştirmek olmalı.

Uygulanan Kararlar
Eğer yol ikiye ayrılıyor ve aynı yere vardığını biliyorsam en kısa olan yolu seçiyorum. Uzun yoldan gitmek istesem bile sonucun aynı olduğunu çetrefilli olan yoldan vazgeçiyorum.

İş ilişkilerimde özel sorular sorulduğunda "bu sizi ilgilendirmez, niçin sordunuz, neyi bilmek istiyorsunuz" şeklinde çizgiler çiziyorum.

Sonuç
Bu hafta birkaç uzun işi çok hızlı halledebildim. Sırf canım istediği diye işi karmaşıklaştırmıyorum. Hızlı olan yolu seçip işi bitirmenin keyfine bakıyorum.

2.terapi
--------
Neden Buradayım
En yakın arkadaşımın bana zarar verdiğini farkettim. Daha az görüşme kararı aldım. Kendi hayatıma devam etmeliydim. Ancak bir kabus gördüm. en yakın arkadaşım onunla iletişimimi kestiğim için çok kızıyordu ve beni hem sokakta hem evime girip evimde rahatsız ediyordu. gece uyutmuyordu. cezalandırıyordu beni. rüyamda benim koruyucum ise babamdı. traşlı, takım elbiseli. benim yüzüme benzer bir yüzü. benimkine benzer bir gülümseme. benim takım elbisem. babam sonunda istediğim gibi bir baba olmuş.

Terapi
arkadaşımla ilişkimi kesmeme gerek yok. sadece bazı kurallar uygulayacağım ve iletişime ara vereceğim. ona bağımlılığımı aşacağım ve bu aşma sürecinde onun evinde kalmayacağım. aksi halde onunla bir abi-kardeş ilişkisi başlatıyorum. gerçek abimle ilşkim ise hep felaket sonuçlar getirdi. her iletişimin sonunda ezildim. hep ben küçük olan kaldım. hep ben bir adım geriden takip ediyordum. bu ilişkiyi kopyala yapıştır yapıp en yakın arkadaşımda yaşıyordum. sorun buydu ve bu şartlarda arkadaşlığım yapıcı olamazdı. bir sene sonra arkadaşımla kaldığım yerden devam edebilirdim. ancak iletişim içinde net kurallarım ve keskin çizgilerim olmalıydı. uzun lafın kısası ilişkiyi bitirmem değil mola vermem gerekliydi.

Uygulanan Kararlar
En yakın arkadaşımla haftada bir en fazla kere görüşmeye başladım. Görüştüğümde ise evinde kalmıyorum.

Sonuç
Kendi hayatıma devam ederek istediğim şekilde yaşıyorum. Biraz özlüyorum elbet ama zararlı bağımlılığı yapıcı bir keyife dönüştürmek istiyorum.

3. terapi
---------
Neden Buradayım
Güzel bir ofis kiralamam ve işlerimi oradan yürütmem lazım. Babamdan para isteyemiyorum. Babam para vermesine veriyor ancak verdiği her kuruşun hesabını soruyor. Her ortamda imalar yapıyor iğneleyici laflarla sataşıyor. Abim ve bana harcadığı bebek bezinin parasını dahi yapmış. Oğluna dahi para harcamayı sevmiyor. Cimri.

Terapi
Babamın beni anlamasını beklememem gerekiyor. İnsanların birbirini anladığı bir dünya yok. Herkesin mutlu mesut anlayış gösterdiği bir dünya yok. Babama kısa net laflar sokmam lazım. Mesela "senin ofisine 200.000 lira para verdik" dediğinde karşılık olarak "yedik mi paranı. korkma vereceğiz geri. borç olarak aldık" diyeceğim. Zira fazlasıyla öderim. Bir sıkıntı yok. Babamın parasal yanı ön plana çıktığı zaman ona laf sokacağım. Laf sokmak karşıdakini yenmek için değil, benim kendi içimdeki hastalığı iyileştirmek için yapılmalı. Babamın PARA yönü açığa çıktığında

Uygulanan Kararlar
Babamdan önce etrafımdaki insanlara laf sokuyorum. Beni anlamasına çalışmadan doğrudan söylüyorum. İroniyi anlamayan adama açıklama yapmak yerine "amma dar görüşlüsün sen" diyorum. Acemi taksi şoförüyle iki saat doğru şoförlüğün nasıl olması gerektiğini tartışmak yerine "senin ehliyetin var mı" diyorum. Nasıl olsa anlaşma olmayacak. Anlayış hiç olmayacak. Ben kendi kendime sinir mi olacağım. Adamın anlayacağı dilden konuşuyorum. Sinirlenen o oluyor. Kendini savunması gereken o oluyor. Utanan kızaran o oluyor.
Babamla olan telefon konuşması (sıcağı sıcağına)
+ ne kadar kaldı emekliliğine baba?
- bir ay sonra doğum günümde verecekler emekliliğimi. ama yasal düzenleme ile emeklilik uzatılabiliyor o zaman ben devam ederim çalışmaya iyi para kazanırım emekli maaşıyla nereye kadar
+ ama baba sen emekli olup yöneticilikten ayrılmak istiyordun sen hasta bakmayı seviyordun bir süredir hasta bakamadığın için üzülüyordun. hem Girit mutfağı restoranı açma hayalin vardı. emekliliğin senin için bir fırsat değil mi
- restoranla uğraşamayız artık bu yaştan sonra. aslında yarım gün öğleye kadar hasta baksam 2000 lira çıkartırım ayda ben. ama en çok hastanade devam etmek gelir getirir
+ *baba artık yeter para para para para nereye kadar* (varan 1) sevdiğin işi yap hasta bak kaç para geliyorsa o kadar gelsin
- yahu oğlum para için değil hastane bana meşgale olsun diye istiyorum
...
...
+ sana yolladığımız yoğurtları bitirdin mi
- yiyorum baba yavaş yavaş
+ ama ye onları bitir bir an önce bak onlar ev yoğurdu ne kadar lezzetli değil mi başka yoğurtlar gibi değil hem bak süt alıyorsun mayaladın kilosu 3 liradan 10 kilo yoğurt yapsan daha ucuza geliyor
- *aa baba başladın ama maliyet hesabına yine* (varan 2)
+ neden böyle diyorsun oğlum sen? SEN NEDEN BÖYLE OLDUN? (babamın tatlı-tehditkar tepkisi. ee babamın damarına basıyorum babam için kolay olmayacak)
- babacığım ev yoğurdu sağlıklı lezzetli diye anlatmaya başlıyorsun ondan sonra *hemen parasını hesaplıyorsun* (varan 3) ben rahatsız oluyorum
+ ben kendim için düşünüyorum parasını sen ne yapacaksın
- düşünme o kadar. muhasebeyi çok kafaya takınca yoğurdun tadını alamıyorsun *para yiyormuş gibi hissediyorsun* (varan 4) boğazından geçmiyor. hem sizin yolladığınız yemekleri sağlıklı lezzetli diye yiyorum yemeklerin maliyetini hesaplamıyorum. annem ben sağlıklı besleneyim diye internetten makaleler araştırıyor protein alın iyotlu tuz yeyin diye tavsiyeleri bana söylüyor ama akabinde *proteinin kilosu 20 para iyotun litresi 10 lira diye eklemeler yapmıyor* (varan 5)
+ yapmaz annen yapmaz (anlatmaya çalıştığım şeyi anlamadığında babam böyle savuşturur. ama kötü bir şeylerin cereyan ettiğini anlar. uzatmak istemez)

ben lafımı söyledim. iyi de geldi. ileride kavga çıkacak muhtemelen. kriz çıkacak. ama herhalde susup dertleri içime atmaktansa sesli tartışıp iyi kötü bir sonuç almak daha iyi gelir. sonunda ya babam sürekli paradan bahsetmekten vazgeçecek ya da öz oğlumla bile paramı paylaşmam deyip beni reddedecek. ne olacaksa olsun.

ikinci hamleye gelelim. anneannem aksidir. lafını dosdoğru söyler. dobralığı kabalıkla karışmıştır ve insanları en beklemedikleri anda kırar. örneğin uzun zaman olmuştur, özlemişsindir. tam sevgi ve özlemle sarılırsın iki çift laf edersin en boşlukta olduğun bu anda sen hayırsızsın baban eşşek abin bencil diye. kendimi mi abimi mi babamı mı savunayım dersin çünkü alınırsın ama akrabadır büyüğündür diye ses çıkarmazsın. daha çok onu seviyorsun ve özlemişsin ya, iki güzel çift laf etmek istersin o gece. sinirlensen de "ilahi anneanenne heh heh heh" der sıkıntıyı içine atarsın
bugün telefonla konuşurken anneannem bana ellinci defa "istanbul'da yaşanmaz, ne zaman geliyorsun buralara" diye çemkirdi. bir yandan kendisi özlüyor, diğer yandan annemin özlemesine üzülüyor. sonra gelip telefonda bana istanbul'u aşağılayıp duruyor. normalde "eh işte işler istanbul'da hareketli biliyorsun anneanneciğim. bir süre daha kalacağım burada" derdim geçiştirirdim. ama bu sefer şöyle dedim:
-anneanne sende de başka bir laf yok ha. buralara ne zaman geliyorsun, ne zaman geliyorsun
+ sesini duyamıyorum oğlum
- diyorum ki sende de başka bir laf yok. buralara ne zaman geliyorsun, ne zaman geliyorsun
+ anlamadım oğlum.
duymamış olabilir, anlamamak istememiş olabilir. nasıl duyuracaktım. özetlesem mi, değiştirsem mi diye düşündüm ancak gerek yoktu. mesaj yerine aynen iletilmeliydi.
- sende de başka bir laf yok. buralara ne zaman geliyorsun, ne zaman geliyorsun
bu sefer anladı.
+ eh gelmeni istiyorum buraya da onun için öyle söylüyorum.
kendisi için değil kızının özlemi sebebiyle istiyor. devam.
- kaç kere cevap verdim işte. bir süre daha buradayım diyorum her seferinde. bunu bir süre daha sorma
+ gelmeyecek misin daha
 (!?!?)mesajlar net gitmiyor. aynen tekrarladım telefonda
- bir süre daha buradayım. yani bir süre daha bana gelecek misin diye sorma.
+ eh iyi.

böyle bitti. anneannem babam gibi dişlidir. bu yüzden verdiğim bu cevap ileride illaki bana geri dönecek. illaki sorun yaratacak. bunu bilmeme rağmen cesaretimi toplayıp karşısına geçip konuştum. madem savaşa başladık, risk alacağız, çarpık sistemi yıkmak için kaybı göze alacağız.

Güzel bir kız arkadaşımı bir şeyler içmeye çağırmıştım ki ertesi gün uygun olacağını söyledi. Tamam dedim. Ertesi gün gündüz bir mesajla akşam da arayarak hatırlatmada bulundum. Ne mesajıma cevap verdi ne telefonu açtı. Bu kızla arkadaş olarak  güzel zamanlar geçirdik güzel sohbetler yaptık. Ama hep bir tutarsızdı arada bi beni ekiyordu. Ve buluşma saatinden bir saat önce toplantısı dolayısıyla telefonu açamadığını söyledi  çıkış saati belli değil iptal edelim dedi. Her zamanki tepkimi verdim yani tamam dedim. Bu keyfi fikir değişiklikleri, kendi paşa gönlüne göre karşısındakine saygısız davranmasını artik hazmetmek zorunda değildim. Neticede bu ilk değildi. Neticede karşımdaki değerliydi ama bir şekilde bana değersiz hissettiriyordu. Bir hastalık işareti olabilirdi. Hastalığa hemen gerekli dozajı uyguladım. Güzel bir mesaj gönderdim

"gelemeyeceğin belli olduğunda bir haber vermeliydin. Gündüz hatırlattım hem. Güvenilmez bir insansın ya da bana karşı öylesin. Kızmadım çünkü seni tanıyorum yedek program yapmıştım kendime. Yine haklı çıktım"
Kibar bir mesaj da olsa hep tatlı sözlerle hep şen şeker tatlı konuştuğum kıza güvenilmezsin dedim. Bu, şüphesiz onun için ağır bir laf oldu.

Çok iyi geliyor bunları söylemek...

Babama da tekrar benim evime gelmemesini, meşgul olduğumu söyledim. İstemediğinin farkında ve canı yanıyor. Ama onun canı yanmasın diye şirinlik muskası olamayacağım. Kendimi heba etmeyeceğim. Mağduru oynamayacağım. Herkes yerini bilsin


Sonuç
Haklı olduğumda insanları mat edebildiğimi gördüm. Çok da zevkli. Hem insanlar haksız da olsalar ümitsiz bir şekilde kendilerini savunmaya devam ediyorlar. Etrafta izleyici de varsa kimin haksızca saçma sapan konuştuğunu farkedebiliyor. Önemli olan hemen vurucu darbeyi yapmak. Laf sokmak. Babama da para konusunu açtığında laf sokmaya başladım. Seni ilgilendirmez noktasına

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 7