İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 87 88 [89]
1321
Psikologlara, Terapistlere ve Psikiyatristlere Mektup

Sieglinde W. Alexander (Çeviren: Üstün Öngel)

Mektubuma/çağrıma duygusal-insani düzlemde deneyimlerimi anlatarak başlamak istiyorum.
Çocuklukta yaşadığım suistimali yazıya döktükten sonra, 1993 yılında, depresyona girmiştim; işin aslı bu çocukluk anılarıyla yüklü acı ve ızdırap içinde yaşamak istemiyor, ölmek istiyordum. Yardıma ihtiyacım olduğunu biliyordum ve bir HMO (Health Management Organization / Sağlık Yönetimi Teşkilatı) terapistiyle görüşmek üzere randevu aldım. O zamanlar, bir terapistle görüşmek için bekleme süresi 12 haftaydı. Depresyonum ileri düzeydeydi ve anksiyetem hareket kabiliyetimi boğmuştu; sistemin işleyişine boyun eğmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. İlave olarak, çaresiz hissetmenin yanı sıra, yardıma ihtiyacım olduğu için kendimi yargılıyor ve suçluyordum. Çocukluğumda olduğu gibi, “yüksek otoriteye”, sözde ne yapıyor olduklarını bilen uzmanlara, kendimi teslim etmiştim.
On iki haftalık bekleme sürecinde, manidar bir dönüşüm yaşanıyordu beynimde: depresif halime rağmen, hayatımda ilk kez beynimde (donmuş) bir şeylerin “çözülüyor/eriyor” olduğunu hissetmiştim (“defrosting”: donmuş bir şeyin buzluktan çıkarılıp normal haline gelmesi). Sanki yaşadığım travmayı yazıya dökmemle birlikte zihinsel olarak rahatlarken depresyon oluşmuştu ve bununla beraber iyileşme süreci de başlamıştı. Dondurulmuş, kilit altına alınmış travmatik anılarımın görüntülerinin bilincimde çözülmeye/erimeye başladığını hissediyordum. Otuz yıl önce yaşadığım travmanın zorla dondurulmaya çalışılmış etkisi çözülüyor ve tamamlanmamış süreç tamamlanıyordu. Nihayet, beynimdeki başıboş uçlar (nöronlar) bağlantı kurmaya çalışıyordu. Çocukluk anılarımla uğraşırken her temas ettiğim olay bir “flashback”le (geçmişten görüntülerle) sonuçlanıyordu. Yavaş yavaş neden tüm hayatım boyunca korku içinde olduğumu anlamaya başlıyordum. Bu “flashback”ler, geçmişte düğümlenmiş travmatik deneyimlerimin çözülme sürecine yardımcı oluyordu. Orijinal kaynağa –hislerime- ve kırk küsür yıllık travmamın ve korkumun kaynağına götürecek bir bilişsel bağlantıyı oluşturmakla işe başladım. Bunun üzerine, bir damga gibi sabitlenmiş korkum artık dehşet verici olmaktan çıkmıştı; gücünü kaybetmişti çünkü o anılarıma yapışmış ızdırap ve korku önce hissedilmiş, ardından da yok olmuştu. Artık kendimi çaresiz, çocuk gibi hisler içinde hissetmiyordum (çocuğun kendini ifade edecek bir “dili” yoktur ya hani). Başıboş uçlar işlevsel sol beyin bölgesiyle şimdi anlamlı bağlantılar kurmaya başlamıştı; ve çocukken açıklayamadığım ve ifade edemediğim duygularımı şimdi bir yetişkin olarak açıklayabiliyor, ifade edebiliyordum. Bu iyileşme sürecini devam ettirmek üzere yardım alma umudum/arzum üst düzeydeydi.
On iki haftalık bekleyişten sonra terapistimle ilk kez buluşmam, bu yaşamsal iyileşme sürecini vahşice kesintiye uğrattı. Bir psikiyatriste yönlendirildim ve sonuç “kognitif terapi” eşliğinde Wellbutrin idi (Türkiye’de “sigara bıraktırma” ilacı olarak da kullanılan “Zyban”. Ü.Ö.).
Terapistime ihtiyacım olan şeyi anlattım, eski anılarımı açığa çıkarmak ve hislerimi konuşmak istediğimi söyledim, ama anlamadı. Yaklaşık 10 seans sonra, onun (bayan psikiyatristin) acıyı bastırma/yönetme teorisine uymadığımdan dolayı çaresizliğini hissettim. İyileşmek istediğimi, yine üzerini örtmek/bastırmak istemediğimi söyledim, ama anlamadı. Yirminci seans sonrası ellerini açarak çaresizlik içinde “sana hangi teori uyar ki?” diye sordu. Teoriye ihtiyacım olmadığını, sadece sahip olduğum ve anlayamadığım duygularımla ilgili sorularımın cevaplarını vermesiyle iyileşmeme yardımcı olmasının yeterli olacağını söyledim. Bunun üzerine, onun düzeyinde bir psikoloji eğitiminden geçmemiş olduğum için onun açıklamalarını anlayamayacağımı söyledi bana. Yardım alacağıma, yine hakarete uğramıştım ve düğümlenmiştim. Kısa bir süre sonra, başka bir terapist aradım kendime. Bulduğum bu bayan terapiste de, aynı şekilde nasıl bir yardım beklediğimi anlattım; panik ataklarım ve süreğen korkumla nasıl bir bağ kurmaya çalıştığımı ve bunun için yardım aradığımı söyledim. Rahatsız bir ifadeyle, “analizin nasıl yapılacağını sizin bilmeniz gerekmiyor” diye cevap verdi (“analizin nasıl yapılacağına siz karar veremezsiniz” şeklinde de tercüme edilebilir. Ü.Ö.). Bir kez daha çaresizlik duygusu içinde, onu da bıraktım ve Wellbutrin’le devam ettim.
Yavaş yavaş antidepresanların yan etkilerinin farkına varmaya başlamıştım ve psikiyatristime aldığım aşırı kilolardan ve kabuklu deniz ürünleri (midye vb) ve çikolata alerjisi, uykusuzluk, anfizem (doku ve organlar arasında hava kalması) gibi diğer belirtilerden söz ettim. Şiddetle karşı çıktı ve kilo sorunumun menapozla ilişkili olduğunu söyledi, diğer belirtileri ise hiç önemsemedi. Dört yıllık Wellbutrin kullanımından sonra, daha az yiyor olmama rağmen 30 kilo almıştım.
1998 yılında psikiyatristimi değiştirdim ve yeni psikiyatrist Wellbutrin yerine Effexor verdi.
Yeni bir umut ile 1999 yılında EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing /Göz Hareketi Duyarsızlaştırması ve Yeniden İşlemleme) terapisi hakkında bir şeyler duydum ve bir EMDR uzmanı ile terapilere girdim. Epeyce bir özel seans sonrası HMO içinden EMDR terapisi yapan birini buldum ve parasal nedenlerle ona devam etmeye başladım.
Bir buçuk yıl sonra gördüm ki EMDR korkumu ve panik ataklarımı iyileştirmek adına hiçbir etki yapmamıştı. Sadece geçici baskılayıcı olarak işlev görmüştü. EMDR terapisini bıraktıktan çok kısa bir süre sonra tüm belirtiler yine ortaya çıkmıştı.
İki bin yılında, çok az kalmış gücümü toplayarak tüm “terapileri” bıraktım, antidepresanları attım. Effexor’u bırakmamın sonrası üç ay “ilaç bırakma sonrası etkilerle” yaşadıktan sonra bulanık beynimdeki perdeler kalktı ve ben yavaş yavaş tekrar hissederek yaşamaya başladım. İşin en şoke edici yanı, yaklaşık 7 yıllık antidepresan kullanımının hiçbir şeyi değiştirmediği idi. İlaca başlamadan sahip olduğum semptomlar aynen yerinde duruyordu. Panik ataklar ve çocukluk travmam, 1993’te ilaca başlamadan önce nasılsa aynen öyle canlı bir şekilde oradaydı. Tek fark benim yedi yıl boyunca depresyonla birlikte zombi gibi yaşamamdı.
Antidepresanların bana hediyesi kısa süreli bellek kaybı, 30 kilo ve yeni alerjilerdi. Çocukluk travmamın etkileri hâlâ oradaydı ve yaşamımı eksiye götürüyordu.
İnsanlık adına, psikiyatristlere sordum, niçin bu tehlikeli ilaçları kullanmam gerekmişti? Cevap sessizlikti ve ızdırabımı iyileştirmek için hiçbir önerileri yoktu. Çok geç öğrenmiştim ki, Wellbutrin vücudumdaki her şeyi, tiroidi bile yavaşlatmıştı. Kortisol seviyem 4.8’e düşmüştü. İlacı bıraktıktan sonra yan etkilerden birisi, anfizem kaybolmuştu. Fakat midye ve çikolata alerjim bugün bile hâlâ devam ediyor.
Buzdağının görünen kısmı 60 saat kognitif terapiydi (dört ayrı terapist ile), bu kayıp yıllar boş umutlarla geçmişti, bana sundukları sadece ağrı/acı yönetimiydi ve bunun anlamı bilinçteki zihinsel ızdırabı bastırmaktan başka bir şey değildi. Acımı/ızdırabımı yönetmek istemiyordum, çocuklukta yaşadığım suistimalin yaralarını iyileştirmek istiyordum. Doğal olarak, ne Wellbutrin ne kongitif terapi bunu sağlayamazdı. Her “hasta” gibi boyun eğerek tıp uzmanlarına güvenmeliydim. Aşırı kilo almam ve hâlâ devam eden anksiyetemle ilgili kaygılarım kaale alınmıyordu. Depresyondan, korkudan, anksiyeteden muzdarip biri ona yardımcı olması gereken uzmanlardan başka kime inanabilirdi ki? Effexor’la geçen üç yılın sonunda kısa süreli belleğimin önemli bir kısmını yitirmiştim.
Artık aradığım yardımı alamayacağımı bilerek, semptomları kendim ele almaya başladım. Bilhassa bilinçli olarak geçmişe, BÇT’ye (bastırılmış çocukluk travması) odaklanmıştım, kendi kendime gerçekleştirdiğim terapimde. Bastırılmış anıların su yüzüne çıkmasına izin verdim ve iki kez doğduğum/büyüdüğüm kasabaya gittim gerçekle yüzleşmek için. Acıyı hissettim ve boşalttım, böylece travmayla ilgili tamamlanmamış süreç tamamlanmış oldu. Bu adım adım gerçekleşen doğal süreç ve beni etiketlemeyen, teorileriyle veya kendi sınırlılıklarını bana yansıtarak beni düğümleyenler gibi hareket etmeyen, empatik dostların desteği ile doğal bir iyileşme oluşmaya başladı. Şimdi üç yıl sonra, kendime zihinsel olarak güçlü biriyim diyebiliyorum ve çocukluktaki travmadan kendimi özgür kıldığımı söyleyebiliyorum.
Şimdi Welbutrin ve Effexor’un, yavaş çalışan bir metabolizma ve kısmi kısa süreli bellek kaybı gibi kalıntı etkileriyle uğraşıyorum.
Son olarak Çocukluklarında Suistimale Uğramış Yetişkinler’in benimle iletişim kurduğunu ve sadece çocuklukta başlarından geçen kötü hadiseleri (travmaları) değil, psikiyatristler, psikologlar ve terapistlerle yaşadıkları utanç verici deneyimleri de bana ilettiklerini söylemek isterim (Adults Abused as Children Worldwide/ Çocukken Suistimale Uğramış Yetişkinler adlı web sitesine göz atabilirsiniz: www.aaacworld.org ). Çaresizlik içinde çeşitli kurumlara, hatta kiliselere bile yardım için başvurmuşlardı. Bazıları on yıldan uzun bir süre hiçbir sonuç vermeyen terapideydiler. Çoğu antidepresanlar kullanıyordu ve/veya çeşitli terapilerle travmalarını bastırmaya programlanmışlardı. Bazıları ise din öğretisine kapılmış ve bir tanrıya körlemesine itaat etmenin yaşamlarını değiştireceğine ve iyileştireceğine inanmışlardı.
Erken çocuklukta yaşanan travmanın, anksiyetenin, depresyonun etkileri, travma ellenmemiş/işlemden geçirilmemiş olarak bırakıldığı müddetçe canlı kalacaktır. Diğer rahatsızlıklar ve yan etkiler iyileşme fırsatı tanınmamış herkesin hayatına hakim olmaya devam edecektir.
Zihinsel iyileşmenin, ancak yargılamadan, etiketlemeden ve yardım arayanları teorilerle sınırlamadan, sürece empatiyle destek olarak gerçekleşebileceği konusunda benimle aynı fikirde olan birkaç terapistle tanıştım sadece. Maalesef, psikolojiyle ilgili profesyonellerin çok azı böyle bir şeyi gerçekleştirebilecek durumda. Çoğu zaman, terapist böyle bir empatik destek sunma becerisine sahip değil, çünkü kendi yüzleşmedikleri çocukluk travmaları, yardım etmeye soyundukları kişilerin iyileşme sürecine eşlik etmelerine engel oluyor.
Bu alanda çalışan tüm profesyonellere seslenmek istiyorum:
İnsana saygı duyun. Danışanlarınızı, kendilerinin (iç dünyalarının) daha çok farkına varmaları için destekleyin ve sordukları her soruyu üstün olduğunuzu varsaymadan cevaplayın (ya da "üstünlük taslamadan" da denebilir. Ü.Ö.)
Eğitiminizi akıllı bir şekilde ve sadece o kişiyi özgür kılmak üzere uygulamaya yansıtın, teorilerinizle veya doktrinlerinizle yeni bağımlılıklar ve çaresizlikler oluşturmak üzere değil.
Genç psikologlara en yaşamsal şeyi öğretin (zorunlu ders programlarınızın yanı sıra): her insanın tam bütünlüğe sahip sağ beyinle dünyaya geldiğini ve yaşamı boyunca duygularıyla varolan bir yaratık olduğunu.
Hepsinden önemlisi, psikolojiyi veya psikiyatriyi kişisel sebeplerle seçenlerin, sol beyin bölgesi bilgilerini insanların acılarına çare diye sunmadan önce, kendi travmalarını hissetmelerini ve iyileştirmelerini tavsiye ederim. Unutmayalım ki, zihinsel/duygusal acının iyileştirilmesi tek başına sol beyin bölgesiyle oluşturulmuş bilgiyle sağlanamaz, çünkü hepimiz mükemmel bir şekilde çalışan sağ beyin bölgesiyle, duygularımızla, dünyaya geliyoruz; suistimal ve travmayla zarara/hasara uğramış olan da bu duygularımız.

http://www.boxbook.com/Writing_table/letters/psychologist.htm

metnin orijinali:
Letter to Psychologists, Therapists and Psychiatrists
Sieglinde W. Alexander


1322
Merhaba,

Sizinle ilk konuşmamızda bana kendimi çözmem gerektiği ile ilgili bir şeyler söylemiştiniz. Bu tespit, öneri hiç hoşuma gitmemişti çünkü oldukça uzun bir süredir kendimle tanışmaktan zaten kaçıyorum. Şu an kaçacak yerim kalmadı ve yüzyüzeyim her şeyle. Görmek, tanımak, anlamak için cesarete ihtiyacım var. Son bir aydır bir psikologa gitme derdindeyim ama daha binanın önünden öteye geçemedim. Sonuç olarak bana bu tavsiyeyi ilk verene geldim işte…

 

Uzun uzadıya olay örgüleri anlatmak istemiyorum zaten ailemi tanıyorsunuz, kafanızda yaptığınız saptamalarda var eminim.

Yaşadığım şeylerin farkındayım neden yaşadığımı biliyorum ama çözemiyorum. Şu andaki en büyük e temel problemim şu ki, ailem ve arkadaşlarım sorunsuz, mükemmel bir hayatım olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bugüne kadar kimseye güvenip bir derdimi açmış değilim. Bu yüzden yıllardır dert dinleyenim. Artık sadece birilerini çözüm bulmaya çalıştığım, dinlediğim için ailem ve arkadaşlarım olduğuna inandığımı fark ettim. Yalnız kaldığımda sürekli ağlıyorum ama insanlara problemsizi oynuyorum. Bu yüzdende hayatımı sahte hissediyorum. Beynime kazınmış olan “kimse birbirini sevmez, anlamaz” inancından kurtulmak ve var olmak istiyorum.

 

Ben neden kimseye güvenemiyorum biliyorum ama nasıl güvenebileceğimi bilmiyorum…

 


1323
Adım Yusuf ŞAHİN.
İstanbul Pertevniyal Lisesinde okuyorum. Bu yaz tatil yapmak mı yoksa can sıkıntısından mı bilmiyorum köye geldim. Hayatımı gözden geçirmek istiyordum. Kendime ,hayatıma yön vermek , hayattan zevk alarak yaşamak , gülmek , güldürmek , ağlamak istiyorum. İstiyorum ki beni seven insanlar, arkadaşlarım , dostlarım , ailem olsun. Bir güçlü yürek istiyorum. Öyle güçlü ki her işin üstesinden gelecek. Yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymayacak , herkes tarafından takdir edilecek ve sevilecek. Tamam da bugüne kadar neyim ? Ne oldum yaptıklarımla ?...

Ortalama zekanın üstünde bir zekam mevcut . Bazen tam kapasite ile kullandığımda büyük işler yaptığıma şahit olmuşluğum var. Boyum oldukça uzun. Kilom desem yerinde Mutsuz eden bunlar değil demek beni. Bunları kullanamayışım galiba ? Ya da bunları başka amaçlar için kullanmamam olabilir belki de.. Bilmiyorum…

Aslında neyin olmadığımı biliyorum bazen. Bir dost…

Benim bir dostum , sırdaşım yok. Bugüne kadar hiç olmadı. Benim onunla dertleşeceğim , onunla benle dertleşeceği gerçek bir dost . Çok şey istediğimin farkındayım ama neden olmasın ? Bunları geçiyim doğru düzgün arkadaşlık bağlarım bile yok .Konuşmak istedim , konuşamadım , konuşturtmadılar da diyebilirim. Mahalle dediğimiz sokakta  yani mahalle arkadaşlarım bile yok diyebilirm. Okul da mı ? Lise yılına kadar sıra arkadaşım dışında başka kimseyle konuştuğum söylenemez . Hep kaçtım annemin tabiriyle pis sokak çocuklarından.Ya da tembel çalışmayan çocuklardan. Ne zaman Yusuf gel top oynayalım deseler anneme cevabı belli olan soruyu sorardım ve başım eğik bir şekilde hayır cevabını verirdim. Yaz akşamları çekirdek çıtlatmak, muhabbet etmek için  gittiklerinde de gidemezdim. Neden gitmediğimi de tam anlamıyordum. Gidersem derslerimde başarısız olurmuşum güya. Pek sanmıyorum olabilir ama bu benim mutsuz olmamdan daha mı önemli bilmiyorum ? Tam tersi oluyordu. Ben onları kıskanıyordum. Ne başardığım dersler, yazılılar hiç biri bana mutluluk vermiyordu. OKS’  yi kazandığıma bile sevinemedim. Babamın 414 puan aldığımı duyunca aniden işten eve gelip bana bağırması ve sonrada Pertevniyali kazanınca beni köye götürmesi çok dokunaklıydı. Demek bu kadar ince bir çizgideydi mükafatlı mutluluk. Ya da bu kadar yakındı başarısızlığın vereceği cezalar.

Sonradan ani hareketlerin ardından yumuşamamlar. Olsun oğlum şuraya giresin ben sana demedim mi girersin demeler.Ok yaydan bir kere çıkar.İlk söz benim için önemlidir.Sonrası kuru sözlerdir.Hani sokakta bir satıcı olur ya sesinin duyurmaya çalışan sokaktan avazı geldiği kadar bağırır.Ama  PVC camlarımızdan sesi ne kadar geçer ki ? İşte benim kafamdan da o kadar sesi yükselir. Önemsiz kuru sözlerdir bunlar. Ancak satıcı ile işi olan kişiler kulak kabartır bunlara  . Ben patates almayacam ki !

Eski halimi özlemiştim aslında . 2. sınıfın sonuna kadar halimi. Derslerimin kötü olduğu yıllar. Okumayı geç sökmüşlerden olmuşum  önemli değil.O kadar iyi hatırlıyorum o yılları sadece haylazlık yapıyordum. Okula gittiğimin bir manası yoktu. Okul sanki haylaz çocukların oyun oynama için toplandığı bir yuvaydı. 3. sınıfa girince ne oldu bilmiyorum. Ders çalışmaya başladım. Ama neden  olduğunu hala anlamış değilim . Şimdi yazarken geldi aklıma. 2. sınıfın sonunda derslerim kötüydü. Annem okula gelmişti ve karnemi alıp eve gitmiştik. Babamdan ilk önce kızmasın diye karneyi saklamıştı annem. Sonra bayağı bir kızdı babam diye hatırlıyorum.3.Sınıfa başladığımda yeni bir öğretmenimiz vardı. Öğretmenin çocuğu olmuş 7 aylığına Selvi hoca diye biri görevlendirilmişti. Yeni bir Yusuf oldum adeta. Anlamadım derslerimin hepsi 5 olmuştu birden. Hoşuma gitmişti ilk başta ama bir süre sonra bu başarının ardından sokaklar yasaklanmaya başlamıştı bana. Çalışkan Yusuf un daha fazla çalışması gerekiyordu galiba?

Ders çalışma saatleri denen bir uygulaması vardır bizim evde. Her evin değişik bir uygulaması olduğu gibi. Babam belli saatleri astırır odaya ve bu saatlerde masanın başında ders çalışacaksınız diye sinirli gözlerle bakar bizlere bizlerde korkarak Tamam Baba deriz. Hiç uyduğumu hatırlamıyorum.Günde 3 saat ders çalışmak mı ? 45 dk yı bulsa çok zor ! Bazen eve ani baskınlar gelirdi. Tabi ben televizyon başından ustaca kalkarak ders  çalışmama başlardım. Yalandan o saatlerde masamda ders çalışıyormuş gibi görünür sonra tekrar çıkardım ortalığa .  Babam eve geldiği zaman evde bir sessizlik oluyordu. Sanki işinin bütün sorununu eve getirmiş gibiydi. Kendisinden çok biz husursuz oluyorduk.Kaşları çatık bir adam salonda yemek yiyor , televizyon izliyor. Ya odada kalacaksın ya da salona televizyon izlemeye gideceksin. Ben odada kalırdım genelde. Salona çıkıp gergin havayı tatmayı istemiyordum. Eğlence hayatım sadece hafta sonu top oynamaktan ibaretti. Hafta sonu dışında oynamam kesinlikle yasaktı. Cezalar alabilirdim bunun için. Bir de  babam senede 2 kere sinemaya götürürdü beni. Biraz da ben götürtürdüm kendimi. Ama ne bilim hep suçlu bulmak istiyorum babamı. Yaptığı her kötü şey gözüme çarpıyor ancak iyilikleri yok gibi geliyordu. Anlamıyorum. seviyor muyum, sevmiyor muyum bilmiyorum. Saygılı davranıyorum , bağırdığı zaman susuyorum başımı eğiyorum o kadar.

Yaşım artık 17. Hayat bilgim sıfır diyebilirim.Ne köy işlerini öğrendim , ne elektirik işlerini az çok anladığım bir bilgisayar var bir de musluk montajhanesinde öğrendiklerim. Elime bir çivi alıp mobilyayı tamir etmek ne kadar hoşuma giderdi bide. Hiçbir şey yapmasam bile bir vida sıkıştırmak bile yetiyordu bazen bana mutlu olmak için. Bunlar geçip gidiyordu. Sonrada artık bunları yapmaktan hoşlanmamaya başladım.

Biriyle tanıştığım zaman  ya da karşımdakininde yalan söylediğini anlayınca ben de onu etkilemek için ya  da yalan söyleyenin farkına varması için küçük beyaz yalanlar söylerdim.
En çok söylediğim  yalan ise benim olmayan bir hikayeyi benimmiş gibi anlatmak olurdu. O başkası ben olurdum o an.

Şimdi bakıyorum da okul sanki hayata bağlayan tek şey gibi gözüküyor bana. O biterse her şey bitecek gibi geliyor. Çalışma , iş hayatı derken yaşlılık ve ölüm.Herkes o yıları arıyor. Benim ise bu yıllarım sanki boş geçiyor. Üzüldüğüm şeyde bu. Geçen sene hayatımda hiçbir şey ifade etmiyor. Ne yaptım hiçbir şey. Öyle geldi geçti  . Seneye de Öss macerası başlayacak. Yani hayatımda ne yapmam gerekiyorsa liseden ne hatırlamak istiyorsam sanki hepsini bu yıla sığdırmam gerekiyormuş gibi geliyor bana. Evet bu yıl ne yapacaksan yapacaksın Yusuf. Okulda kavga et, başkan ol , gez , dolaş , şunu yap , bunu yap , organizasyonlara katıl . Dik dur ve asla başını eğme . Bunları yapmak istiyorum galiba ? Yapabiliri miyim bu kadar şeyi sığdırabilir miyim bir yıla bilmiyorm. Ya başaramazsam. Ya lise yıllarımın öylece boş geçip gittiğini hatırlarsam ? .Olsun üniversiteye kalsın diyemem gibi geliyor. Bir şeyler yapmalı …

Bir kız arkadaşım bile yok diyorum. Olması mı lazım onu da bilmiyorum. Bu konular küçüklüğümden beri uzak dur denilen konular ve bu zamana kadar da hep uzak durdum. Hoşlandığım kızlar oldu tabi ki. Ama yanına yaklaşıp söyleyemedikten sonra ….  En son Melis diye bir kızdan çok hoşlandım.Aylarca gözlerimi ondan ayıramadım.En sonunda konuşmaya karar verdim.. Her şey aniden oldu . ne oldu bilemedim oldu ve bitti. Sonuç yok. Onunda hoşlandığı biri varmış öyle söyledi. Tabi ben konuyu kapatmış gibi oldum ama aslında kapatmamışım bunu sonradan anladım. Şansımı okul başlayınca tekrar denemeyi düşünüyorum. Onu görünce gözlerimi ayıramıyor farkı bir alemde oluyorum sanki. Kalp atışlarımın hızı yavaşlar gibi oluyor attığı her bir adım bir ritim gibi kalbimde atıyor diyebilirim. Onun gülüşü ve güzel kızıl saçları beni büyülemişti. Ama bilemem gerçekten dışardan göründüğü gibi saf ve temiz bir kız mı? Yoksa çok ses çıkaran cadı bir kız mı ?   Annesini görmüştüm bir kere. Tabi bunu size söyleyince belki hatırlarsınız ne yapcan kızımı alcan demiştiniz. Aslında doğru. Kızımı alıcam şansımı denicem bir kere daha . Araba plakasını bile ezberledim. Bu biraz fazla oldu galiba ama  olsun . Belki de bu hissettiklerim bir hiçten ibaret. Boş hayalimi doldurmak isteyişim ve benim istediğim bir tipte ve o gördüğüm saflıkta karşıma çıkan o kız. Bunların hepsi gerçek mi yalan mı ? Bilmiyorum....

Sonrada arkadaşlarıma bakıyorum onları farklı şekillerde görüyorum . Yüzlerce kızla tanışmış , çıkmış , dolaşmış çocuklar.Ya ben sıfıra sıfır elde var sıfır. Aslında bu sıfırlarım çoğalııyor.Bir gün bunlarım ilerisine 0  dan başka bir rakam atarsam çok büyük değer kazanacak gibi.

Şimdi Ağustos ayına girmek üzereyim .24 temmuz Perşembe günlerden. Adım Yusuf. Ne olacağımı bilmiyorum.Günlük yaşıyorum.Gelecek için bir hazırlık yaptığım söylenemez. Ancak okuyorum işte.  Film izliyorum , müzik dinliyorum. Namaz kılmayı da bıraktım bu aralar. Aslında kıldığım zaman kendimi daha huzurlu hissediyorum. Daha enerjik , daha güçlü bir Yusuf. Şimdilik yok bu çocuk ortalarda. Ara sıra kitapta okurum. Bunların sayısı senede 7 yi geçmez. Bazen 10 olabilir. Ama ortalama 7 diyelim. Cengiz AYTMATOV  un beyaz gemisini okuyorum bu aralar. Kitaplarla yetiştirmek istiyorum kendimi. Bazen bir gitar kursuna gidip , gitar çalmak ama aileden nerden izin alacan? Çok uğraşsan anca. O da bir aksilik çıkınca ya da dersler bozulursa  gittiğine pişman ettirirler seni

Bazen bir şeyler buluyorum elimle yakalayacak gibi oluyorum. Her şey doruğuna çıkıyor ve işte bu sefer yakaladım , yakalıcam diyorum.Elimi uzatıyorum ve orda olmadığını gittiğini görüyorum. Sanki rüyalarımda ki gibi. Çoğu güzel rüyamda uçmayı öğrenirim.İstediğim gibi uçarım evin çatılarında. Sabah kalktığımda ise bunun  etkisi kalkmaz üzerimden ve yataktan uçmaya çalışrım ve kendimi yerde bulurum. Ama rüyamı düşündüğüm zaman yine bir tebessüm belirir suratımda.

TM ye geçtim. Neden mi ? Bende tam bilmiyorum. Herkese bu konuyu düşündüğümü aslında istediklerimin TM  de olduğunu söyledim. Doğru mu bilmiyorum .Belki de tek düze giden bir lise hayatını değiştirmeyi istiyordum.Ama hiç sanmıyorum .Çünkü eski sınıfımda kalsam kesinlikle daha uçuk işler yapabilirdim.Ortam daha uygun her şey için. Peki  niye geçtim. İçimde ki ses dedi derler ya. Öyle oldu galiba. Her şey aniden gelişti ve o kadar güzel gelişti ki TM ye geç diyordu her şey. Yolda yürüyen insanlar , duran lamba, geçtiğim kapılar… Ve geçtim. Dönülmez mi ? İstesem hemen dönerim ama bunu istemiyorum. Yoksa istiyormuyum ? Bir insan zırhını giydikten sonra savaş yapmadan çıkarmaz kanunu işlettim kafamda . yani tm de kalmalıyım artık.Aslında TM yi istiyorum ama neyse bunları sonra anlatırım….

Okulda bir sınıf arkadaşlarım nedendir bilmiyorum bana yakın davranıyorlar çoğu zaman. Aslında davranmalarının sebebi onlara her zaman doğruyu söylemem ve verdiğim her sözü tutmamdı .Okulda ise farklı şekilde tanınıyordum. Ben İslami görüşü savunan , kimi zaman AKP ci , kimi zaman Feytullahçı bir insandım onların gözünde. Onlar mı ?
Onlar solcu , sosyalist, fikrini açıklamayanlar,özenti kişiler. Aslında burada anlatmak istediğim bu değil. Tabi ki ben bir partici olamam . Benim ne haddime bu görüşleri savunarak herkesin  karşısına çıkmak. Onlar kendi fikirlerini ortaya atınca benimde onlara tepki olarak bunları sunmam lazım geliyor. Ve benide bu yüzden AKP ci , Feytullahçı , İslamcı olarak nitelendiriyorlar.Bende bu sıfatlarla bir süre anıldıktan sonra özümseye başlıyorum.Özümsedim de diyebilirim artık. Ve onların hepsinin birleşip mutlu bir tablo çizmesi sinirlerimi bozuyor. Aslında bende mutluyum. Ama ne bilim kendi sıkıntılarım artık buna müsaade etmiyordu. Onlara karşı mutluluk oyununu oynayabileceğim gücüm kalmadı diyebilirim. Aman ne hali varsa görsünler .Ama ne bilim benim başörtülü ablama laf atmaları beni sinirlendiriyor.


Bana ne mi lazım hocam. Sanki çoğu zaman bir dost istiyorum.Benim kafadan olacak.Bana kanki olacak.Arkamdan gelecek, dertleşeceğim bir dost lazım galiba. Hayatta ideali olan iyi bir dost. Bunu bulmam lazım hocam… Ama nerede ?

Yazının sonuna doğru geldiğimde  kendimi bayağı bir rahatlamış hissediyorum. Biraz sonra gitmezse çok güzel olacak. Ama bu yazı şimdi aklıma geldi sanki ben yazmadım.Siz bana fark ettirmeden yazdırdınız gibi geldi.Olanca yazıyı gösterince etkilendik tabi ki biraz.  Akif ‘ in yazısı da etkilemişti biraz beni.  Belki de bunları yüzünüze karşı söylemekten korktuğum için ya da söyleyemeyeceğim için kağıda yazdım. 


1324
Bazı meyveler vardır ki dışı ne kadar temiz pürüzsüz ve iştah açıcı gözükse de aslında içi çürük, kurtlar tarafından yenmiş ve kararmıştır …

Çok temiz ve hali vakti yerinde bir ailenin de bir meyvesi varmış. Aile ne kadar temiz ve sağlam kurulsa da, temelleri sağlam değilse sonunda ya ağaç çürür ya da meyvesi düzgün olmaz…

Çocuk çocukluğunun verdiği enerji, heyecan ve saflık içinde büyüyormuş. Daha küçükken bile kendine o kadar güveniyormuş ve güçlü görüyormuş ki sırf bu kendine güven ile her şeyin üstesinden gelebiliyormuş. Annesi, babası ve kardeşleri ile yaşamaktan o kadar memnun muş ki arkadaşları imrenirmiş onun gibi bir aileye sahip olmaya.

Her ailede anne baba kavga eder sonra barışırlar ama bundan çocukların haberi olmaz. Yine bir kavga anında çocuk uyanmış bağrışma sesleriyle. Sesler anne ve babasının odasından geliyormuş. Çocuk kalkmış ve yüzünü yıkamış, anne ve babasının odasının önünden geçerken istemeden de olsa kulak misafiri olmuş ve “hangi or.....la gezdin de yedin paraları yine” diye bağıran annesinin sesini duyunca kalbi duracak gibi olmuş. Çocuk kalbi saftır ya babasını dünyanın en iyi adamı olarak bilen çocuğun içine istemeyerek bir şüphe düşmüş. Kimi zaman korkusuzca ve hiç kaygısız yanında soyunan annesinden az da olsa ürken ve uzak duran çocuk daha da kaygılı gözlerle bakar olmuş annesine. Onun hiç cennetlik olan babasına ise şüphe ile bakar olmuş gözleri... Rüyalarına girer olmuş babasının kötü kadınlarla yakalanma sahneleri.. Annesiyle babasının boşandığını hayal edermiş hep çocuk. Kendi kafasında senaryo kurmaya başlamış boşanırlarsa ben babamda kalırım hafta sonları ise anneme giderim diye düşünmeye başlamış. Kardeşlerinin hiç haberleri olmazken bunlardan o hep kavgaları duymuş ve görmüş. Kimi zaman annesi gelip baban mı haklı ben mi diye sorduğunda ise hep sen demiş çünkü korkuyormuş annem benimle de kavga eder beni sevmez diye. Annesi istemeden ve bilmeden de olsa hep zarar veriyormuş çocuğun iç dünyasına.

Oturduğu mahallede bazı arkadaşları birbirlerini elliyorlar, erkek erkeğe sevişip organlarını birbirlerine değdiriyorlarmış. Bir gün bunu gören çocuk şaşkınlıkla öylece kalmış, bunu yapanlar teklif ettiğinde ise kabul etmemiş ve küçük olmasına rağmen ciddi bir meseleden dolayı ilk kavgasını etmiş. Ne misket içine ne bisküvi için ne de biri ona salak dediği için kavga etmiş. Sadece dürüstlüğü namusu ve şerefi için kavga etmiş. Ama bunların hepsini sadece ve sadece kendisi bilmiş ve hepsi teker teker yerleşmiş kalbine ve beynindeki siyah örtünün arkasına…

Çocuğun iki arkadaşı varmış ki çok temiz ve iyilermiş. En çok o ikisiyle takılır ve her şeyini paylaşırmış. Hiç kötü bir şeyi kıskanmamış hep iyi şeyleri kıskanırmış çocuk. Okulda da dersleri çok iyiymiş çocuğun o kendi dünyasını kurmuş artık zaman geçerken. Arkadaşları arasında sohbetler edermiş arkadaşları onu lider bilirmiş. Liderliğe çok alıştığından kendine sığınan ve sevdiği herkesi korumaya alışmış çocuk.
Yaşadıkları duydukları ve gördükleri bilinçaltına yerleşmiş ve üstü kapanmış artık. Sonraları kendine şaşırarak ve kendinden nefret ederek kızlara çok ilgi duymuş. Arkadaşlarıyla paylaşmış ama o yaştaki hiçbir arkadaşı bunu anlamamış ve dolayısıyla yardımcı olamamış. O yaşta onun gibi düşünen sadece sokaktaki serseri çocuklar varmış onlara da yanaşmayan çocuk kendi içinde yapayalnız kalmış ve bu duygusunu bastırmaya adeta yemin etmiş ve bunu başarmış. Bu duygusunun sebebi iste küçükken annesini gördüğü durumlar ve dışarıda ki birkaç hayasız kızın ona yaklaşımıymış belki de …

Çocuk 8. sınıfa geldiğinde artık her şeyi içine gömmüş ve hatırlamak istemezcesine üzerini örtmüş ve unutmuş yaşadıklarını.. Lise sınavlarına hazırlanma bahaneside buna bir sebep olmuş.. Ailesiyle güzel vakit geçirmeye devam etmiş özellikle de babasıyla.. Ama bunun sebebi her şeyi unutmasıymış. Eğer unutmasa ne annesine ne babasına yaklaşabilir ne de rahat uyku uyuyabilirmiş..

Lise sınavını kazandığı yaz taşınmışlar oturdukları semtten. Tabi en güzel anıları, çocukluğu ve arkadaşları orda kalmış. Okulu da değiştiği için adeta hayatı sıfırlanmış çocuğun. Yeni bir hayata başlamış gibi hissetmiş kendini. Ne ilkokul çağlarını hatırlıyormuş ne de küçüklüğünü. Sadece resimlerdeki anları hatırlayabiliyormuş. İlk bulduğu kötü yola ve arkadaşlıklara meyil verip kendini bir batağa atmış çocuk. Ne ailesiyle arası iyiymiş ne de dersleri, artık takmıyormuş da zaten. Eskiden 5 vakit namazdan bir tane kaçırmayan çocuk şimdi ise namaz kılmayı zor bir iş ve gereksiz olarak görüyormuş. Allah’ı kendine dost bilen çocuk Allah’a hadsizce isyanlara başlamış. Üzerinden iki sene geçmiş ve çocuk sınıfta kalmış aynı zamanda da sanki küçücük bir odaya hapsedilmiş gibi yalnızmış. Öyle düşüncelere dalmış ki beyni patlayacak gibi olurmuş bazı geceler ağlayarak rahatlarmış. Birde gereksizce hak etmeyen bir kıza gönül verip kendi kanını kendi emdirmiş ama neyse ki durumun farkına varıp ipleri ele almış. Geçmişini hatırlamak için öyle zorluyormuş ki kendini bazen ölmek istiyormuş ama ölemiyormuş. Sonunda bir gece aniden aklına birden o sesler o gördükleri ve duydukları bir anda gelivermiş. Çocuk bunları hatırlayınca şok olmuş ancak soğuk kanlılığını elinden bırakmamış ve iki gün hiç durmadan düşünmüş durmuş acaba geçmişimdekiler beni bugün kontrol edebilir mi diye. Annesini öyle görüp küçüklükten itibaren kızlara ilgi duyması, anne ve babasının kavgalarını duyup ve görüp ikisinden de soğuması, o ettiği kavgalar ve bugün çok sinirli ve kavgacı olması.. Hiçbiri tesadüf olamaz diye düşünmüş çocuk.. O anda kendi içindeki düğümü çözüp iplerini eline almış ve kendini yönlendirmenin tadına varmış çocuk. Artık içinde öyle bir güç varmış ki herkesin zor dediği şeyleri yapmak için can atmaya başlamış.

Çocuğun gözünden iki damla yaş akmış, abdest alıp namaz kılmış ve Allah’a yalvarmış, onun dostu olması ve arkasında olması için.. Ve buna inanarak kendine söz vermiş büyük adam olup kendi yaşadıklarını yaşayan çocuklara yardım etmeye…


KİMSENİN HAYATI DIŞARDAN BAKILDIĞI GİBİ DEĞİLDİR VE HERKES KENDİ İÇİNDEKİ DÜĞÜMÜ TAM OLARAK KENDİSİ ÇÖZER !!!!!


Sayfa: 1 ... 87 88 [89]