İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Ömer Yılmaz

Sayfa: [1] 2
1
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

28/03/2024
   
Dikkat edecek olursanız uzun zamandır benden size yönelik bir eleştiri gelmiyor. Aslında kavgam sizinle değil de sizin şahsınızda tüm erkeklerleymiş. Hatta kadınlarla, dünyayla ve  maalesef Cenab-ı Hak ileymiş. Kavga eşitler veya birbirine yakınlar arasında olduğu için Cenab-ı Hak ile olan olumsuz ilişkiye “kavga” değil de “isyan” dersek daha doğru olur. Eşcinsel terapi süreciyle birlikte erkeklerle, kadınlarla, dünyayla ve hatta Cenab-ı Hak ile barışınca size yönelik eleştirilerim sona erdi. Yine burada bir şerh düşmek gerekir ki barışmak fiili birbirine denkler veya yakınlar arasında söz konusu olabildiğinden Cenab-ı Hak ile olan olumlu ilişkiye “itaat” demeliyiz. Öğretim üyesi mizaçlı olduğumun farkındayım ve galiba öğretim üyeliği bir miktar obsesiflik gerektiriyor.
   
Sadece ben değil tüm eşcinseller bağ kurma sorunu yaşıyor ve bağın, bağlılığın olmadığı yerde kavga var. Cinselliğin de bir nevi saldırganlık olduğunu düşünecek olursak cinsel ilişki, eşcinsel erkeğin bağ kuramadığı erkek dünyasına ve dolaysıyla tüm dünyaya saldırma şeklidir. Her kavganın eninde sonunda sona ermesi gerektiğinden bu kavgayı bitirmek isteyen eşcinsel soluğu sizin ofisinizde alıyor.
   
Geçen bayramda içimde her tarafa oklar fırlatan, zehirler saçan bir benlik olduğunu fark ettim. Tüm dünyayı kılıçtan geçirmeye ant içmiş bir katil vardı içimde. Tabii bu okların, kılıçların, zehirlerin ilk hedefi bendim. Önce kendime zarar veriyordum hatta başkalarına zarar vermemek için o kötü benliğin saldırılarını çoğunlukla kendime doğru çeviriyordum. Fark etmeden kendime düşman bir ben büyütmüşüm içimde. Böyle bir benliğin doğuştan geldiğini zannetmiyorum ancak sonradan öğrenmeyle oluşabilir böylesine kötü bir yapı. Bayram namazına gitmek için evden çıkmıştım. Camiye birkaç dakika geciktim. İçimdeki o ses birkaç dakika geciktim diye top atışına tuttu beni. Arabanın bagajından aldığım poşeti açtım ki ne göreyim seccade yerine cübbemi getirmişim. İçimdeki ses yine rahat durmadı. Namaz bitti, camiden eve yürürken cübbeyi camide unuttuğum fark ettim. Geri döndüm mecburen. Cübbeyi aldım, bu sefer de yağmur çiselemeye başladı. “Evden çıkarken havanın kapalı olduğunu gördün de neden şemsiye almadın?” diye beni sıkıştırmaya başladı beni o ses. Bütün bu tecrübelerin sonucunda o sesi dikkate almamam gerektiğini fark ettim. O ses benim aslî bir parçam değildi adeta nefsimdeki bir urdu. Ya ondan kurtulmalı veyahut kurtulamıyorsam onu susturmanın bir yolunu bulmalıydım. Yazılarımı okuyan herkesin tahmin edebileceği gibi aslında o ses benim değil, babamın/babannemin sesiydi. Meseleye psikanalitik bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak benim için ölü hükmünde olan babamı içimde yaşatmaya devam etmiştim. Onun eleştirilerine, aşağılamalarına tahammül edemediğim için kendi nezdimde onu daha yaşarken öldürmüş, ölü saymıştım ancak tamamen yok oluşuna da tahammül edemeyeceğim için onu içimde, kendi kontrolümde yaşatmaya devam etmiştim. Otuz yıl maruz kaldığım bu ses nefsime eklemlenmişti. Onu bünyemden söküp atamadım, açıkçası bu yönde bir çabam da olmadı. Ancak artık onun farkındayım. Farkında olmak, mücadele edebilmeyi de beraberinde getiriyor.

05/04/2024
   
Geçenlerde rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun bir videosunu izledim. İnsanın mizacına uygun olan işi yapması gerektiğini söylüyordu. “Baktın ki eline taş alsan altına dönüşüyor, ticaretle ilgileneceksin.” diyordu. Bakıyorum da ne iş yaparsam yapayım yolum yazıya çıkıyor. Üniversite okurken hikaye yazardım, hikayelerim beğenilirdi. Terapi sürecine başladım, terapi yazılarım ilgi gördü. Hukuk alanından pek hazzetmeme rağmen önüme sıra dışı bir olay gelince o olayla ilgili dilekçeyi yazarken kendimden geçiyorum. Yargıtay/Danıştay kararları arasında cirit atmak, o kararlar arasında işime yarayanını bulmaya çalışmak, oradaki metinleri birleştirerek kendime ait bir dilekçe inşa etmek... Hepsi beni büyülüyor. Yazmayı eril bir faaliyet olarak görüyorum, yazmak içimdeki eşcinsel eğilimleri de epeyce azaltıyor. Bana ya öğretim üyeliğinin ya da yazarlığın yolları gözüküyor.

08/04/2024
   
Bekleme odasında oturmayı istememek, eşcinsellikle ilgili konularda konuşmamak, bir iki kişi hariç diğer danışanlarla iletişime geçmekten kaçınmak gibi hâller bende birkaç ay önce ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu hâllerin iyileşme sürecinin sonuna yaklaşmanın belirtisi olduğunu söylemiştiniz. Forumu dahi okuyamaz olmuştum. Ancak benim sadece danışan kimliğim yoktu aynı zamanda psikolog kimliğim de vardı ve ofisinizin bekleme odası ile forumunuz benim için eşi bulunmaz bir laboratuvardı. Ama yine de psikolog kimliğiyle dahi olsa eşcinsellikle ilgili konulara tahammül edemediğimi fark ettim. Psikologluğum dahi bu konuların ağırlığını kaldıramıyordu. Bu yüzden kurmuş olduğunuz “Terapi” grubundan ayrıldım. Danışanların başka danışanlarla görüşmesini istemediğiniz herkesin malumu. Bu isteğinize iki taraftaki psikopatolojilerin birbirini tetikleyip krize yol açmasını gerekçe olarak gösteriyorsunuz haklı olarak. Geçenlerde bu konu hakkında düşünürken bir gerekçe daha aklıma geldi. Başka danışanlarla konuşmak başlangıçta bize büyüleyici geliyor çünkü o güne dek hiç kimseye bahsedemediğimiz konuları bizimle aynı sorunları yaşayan başka birisiyle konuşma imkanı doğmuş oluyor. Ancak danışanlarla fazla hemhâl olmanın şöyle bir tehlikesi var ki kendimiz gibilerle fazla iletişim kurmak bizi konfor alanına hapsedip tembelleştiriyor. Çünkü danışanla konuşurken o güne dek içinde bulunduğumuz davranış kalıplarından çıkmamız gerekmiyor. Halbuki düzcinsel erkeklerle iletişim kurunca kendimizi geliştirmek zorunda kalıyoruz. O dünyanın kurallarını öğreniyor ve o kurallara göre yaşamaya başlıyoruz. Danışanların terapi sürecindeki sağlıklı gelişimi adına danışan-danışan iletişimini oldukça sınırlı tutmak gerekiyor.

12/04/2024
   
Burayı okuduğunu bildiğim bir danışan bana “Allah neden bu derdi bana verdi?” diye sormuştu. Bu soruyu kendimce cevaplamaya çalışacağım.
   
Öncelikle bu soru benim aklıma daha önce hiç gelmemişti. Yaşadığım eşcinsellik sorunu o kadar gerçek ve somuttu ki hep bu sorunun üstesinden nasıl gelirim diye düşündüm. Sorunu soyut bir zemine kaydırıp soyut bir zeminde tartışmak daha önce hiç aklıma gelmemişti.
   
İnsanın kendisine ve çevresine dair sorularının işlevsel olması oldukça önemlidir. Amiyane tabirle soru bir işe yaramalıdır. Elime lacivert kravatı alıp, “Allah neden lacivert kravatı yaratmış?” diye bir soru sormanın bir anlamı yoktur. Önemli olan o kravatın ne zaman, nerede, hangi gömlekle ve hangi takım elbiseyle takılacağını belirlemektir. İnsanoğlu hayatta cereyan eden olayların büyük çoğunluğunun sebebini bilmemekte ve araştırmamaktadır. Mesela kapı zili bozulan birçok insan bu olayın neden kendi başına geldiğini sorgulamak yerine zili yapabilecek kabiliyette bir usta bulmaya çalışmaktadır. Ezcümle, “Allah bu derdi neden Ahmet’e, Mehmet’e değil de bana verdi?” sorusunu sormanın herhangi bir anlamı yoktur.
   
Yukarıda zikrettiğim soruyu soran kimse Allah’a inanmaktadır ancak başına gelen olayın sebeb-i hikmetini merak etmektedir. İnsan zihninin azami faydayı elde etmeye yönelik çalıştığını hesaba katacak olursak bu soruyu soran kişi bu derdin kendisine verilişinin sebeb-i hikmetini keşfettikten sonra iyileşebileceğine inanıyor olabilir. Halbuki farkındalık/iç görü, her zaman için iyileşmeyi beraberinde getirmez. Psikolojik rahatsızlığının sebebini bilen birçok danışan/hasta yapması gerekenleri yapmadığı için iyileşememektedir. Bilgi her zaman şifayı doğurmamaktadır. Kişi derdin sebebini öğrendikten sonra şifaya kavuşacağına inanıyor olabilir ancak belki de şifaya kavuştuktan sonra derdin sebebini öğrenecektir? Bilen bilir ki ders çalışmak için ilham gelmesini beklerseniz ömür boyu ders çalışamazsınız. Ders çalışmak için masaya oturursanız ders çalışma ilhamı gelir. Önemli olan derdin sebebini keşfetmek değil derdin şifası için çaba harcamaktır. İlacın içeriğini öğrenmek eczacılık fakültesinde okumuyorsanız pek de gerekli değildir. Önemli olan ilacı içmektir. Çok merak ediliyorsa ilacın içeriği iyileştikten sonra öğrenilebilir. Yükseklik korkusu olan birinin uçurumun kenarındayken yapması gereken neden yükseklik korkusuna sahip olduğunu sorgulamak değil uçurumdan aşağı bakmayarak kendisini geriye atmaktır. Tehlikeyi atlattıktan sonra korkusunun sebeplerini araştırabilir.

Karanlık bir odaya konulan insanın o odadan çıkmadan karanlık odaya hapsedilişinin sebebini öğrenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Önemli olan o odadan çıkmak için gerekli olan çabayı göstermektir. Odanın dışındayken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimali odanın içindeyken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimalinden oldukça yüksektir. Tüm bu söylediklerimizi göz önüne alacak olursak, “Allah neden bu derdi bana verdi?” sorusu, obsesif bir zihnin iyileşmenin önüne çektiği bir setten daha fazlası değildir. Çünkü iyileşmek, obsesif zihnin dönüştürülmesiyle mümkündür. Obsesif zihinse dönüşmemek/ yok olmamak için tüm gücüyle direnecek, anlamsız sorularla danışanı meşgul edecektir.

15/04/2024
   
Terapilerle birlikte ne oranda iyileştiğimi sorguluyorum. Size gelmeden önce nefsim ağır yatalak bir hasta gibiydi. Yürüyemiyordum, hareket edemiyordum. Sadece ciğerlerime yüzlerce iğne batıyormuşçasına acı çekerek nefes alabiliyordum. Şimdi maraton koşacak kadar sağlıklıyım diyemem ancak yürüyebiliyorum, ihtiyaçlarımı giderebiliyorum, dayanılamayacak kadar büyük acılar çekmiyorum. Üç yüz metre yürüyüp nefes nefese kalıyorum. Bir banka oturup soluklanıyorum. Gücümü topladıktan sonra tekrardan yola devam ediyorum. Size gelmeden önce ağır bunalımlar yaşıyordum. Şimdilerde bunalım duygusu hüzün duygusuna dönüştü. Bunalımın bir tanımı yok. Eni, boyu, derinliği, bir hacmi yok. Geldiği zaman tüm dünyanı ele geçiriyor. Sebebini tespit edemiyorsun. Nasıl giderileceğini bilmiyorsun. Hüznün bir tanımı, bir hacmi var. Sebebini tespit edebiliyorsun, onunla nasıl baş edilebileceğini biliyorsun. En önemlisi de bunalım gibi seni kötürüm bırakmıyor, onunla birlikte yaşayabiliyorsun. Hatta, “Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor ya şair, belli bir sınırı aşmadığı müddetçe hüznün tatlı bir yanı bile var. Freud, “Terapinin amacı nevrotik üzüntüyü gerçek üzüntüye dönüştürmektir.” diyor. Yani amaç bunalımı hüzne dönüştürmek. Bu açıdan bakıldığında terapi benim için amacına ulaşmış sayılabilir. Terapilerden önce ne yapacağımı da nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Şimdi en azından ne yapacağımı biliyorum, nasıl yapacağımı da öğrenmeye çalışıyorum. Mesela daha insan canlısı olmam gerektiğinin farkındayım ancak bunun nasıl olacağı kafamda tam olarak netleşmiş değil veyahut bir kadınla iletişime geçmem gerektiğini biliyorum ancak nasıl iletişime geçeceğim hakkında pek bir fikrim yok.

Bir ara hayal ettiğim mesleği yapamadığım için hüzünleniyordum. Sonra düşündüm ki akranlarım sağlam ayakla koşarken ben aynı maratonu kırık bacakla koşmuştum. Onların içinde eşcinsellik gibi bir karadelik yoktu. Bana, “Canın sıkıldığında neler yaparsın?” diye sorduklarında şaşırırdım çünkü eşcinsellik yüzünden canım hep sıkkın olurdu ve mutlu olduğum anlar nadirdi. Dolayısıyla onlardan daha başarılı sayılmam gerekir. Bir ara evli ve çocuklu olmadığım için üzülüyordum ancak kendi serüvenimi dikkatli bir gözle tekrar inceleyince bu durumun da benim için normal dışı olmadığına karar verdim. Akranlarımın hayat ödevi otuz yaşına dek evlenmek ve çocuk sahibi olmaksa benim de hayat ödevim otuz yaşına dek eşcinsel ilişki yaşamamaktı. Onlar başarmıştı, şükürler olsun ben de başarmıştım.

23/04/2024
   
Geldiğim son noktayı özetleyip onuncu terapi yazısını bitirmek istiyorum.
   
Aylardır iki defa haricinde herhangi bir erkeğe karşı cinsel çekim hissetmedim. Hatta bir defa da diyebiliriz, açıklayayım.
“Terapi” grubunda temiz yüzlü genç erkeklerden hoşlanan bir danışanla atışmıştık. Yaşadığımız gereksiz gerilimden ötürü epeyce rahatsız olmuştum. Birkaç saat sonra teravihe gitmek üzere evden çıktım. Yolda yürürken kılsız tüysüz genç bir arkadaşı görünce zihnimde onun bana pasif olduğu hayali belirdi ve bu hayal yarım saat boyunca zihnimden gitmedi. Fazla endişelenmedim çünkü o danışanla yaşadığımız atışmadan ötürü bu geçici gerilemeyi yaşadığımın farkındaydım ancak oldukça şaşırdım. Danışanların birbirini bu kadar kötü etkileyebileceği aklıma gelmezdi.

İkinci gerilemeyi de hayat düzenimin alt üst olduğu bir dönemde yaşadım. Kendime hiç dikkat etmiyordum. Yemek yapmıyordum, bir aydır evi temizlemiyordum, bulaşıklar lavaboda yığılı hâlde bekliyordu, uyku düzenim alt üst olmuştu... Bir krizin yaşanacağı belliydi. Gece üçte internette dolanırken twitter'da bir eşcinsel pornosuna denk geldim. Sonra yarım saat boyunca kısa pornolar izledim. Ancak bunu neden yaptığımı anlayamıyordum. Yarım saatin ilk on beş dakikasında sertleşmemiştim bile. İzlediklerimden cinsel bir keyif aldığım şüpheliydi. Neyse yarım saat izledikten sonra banyoya girdim ve aklıma erkek değil her zamanki gibi kadın hayali geldi. Banyodan çıktıktan sonra oturup bir süre düşündüm. Elbette endişelenmiştim ancak psikoloji bilgilerimi kullanarak endişemi asgariye indirmeye çalıştım. Bu olay içsel sebeplerden mi kaynaklanmıştı dışsal mı? Genel miydi özel miydi?  Geçici miydi kalıcı mıydı? Eğer bu olayın benden kaynaklandığını, bu olayın bu duruma has değil de her durumda meydana geleceğini, geçici değil de kalıcı olduğunu düşünseydim ertesi gün bilet alıp İstanbul’un yolunu tutardım ama bu şekilde düşünmedim. Yeni taşınmıştım, Ramazan yeni sona ermişti ve sınavlar yeni bitmişti bu yüzden dengemin bozulması normaldi. Her dengem bozulduğunda porno izleyeceğim diye bir şey yoktu nitekim bugüne dek defalarca dengem bozulmuştu ve büyük çoğunluğunda porno izlememiştim. Ve nihayet önceki pasif hayalinde olduğu gibi bu ilgi geçiciydi ve bir güne kalmadan bitecekti. Ertesi gün öğlene dek uyuyup uykumu aldım. Kendimi zorlayarak da olsa hocamın bir sohbetini dinledim. Yapmam gereken zikirleri yaptım -tüm bu fiilleri rutine dönme çabası olarak değerlendirebiliriz. Bulaşıkları yıkadım, evi temizledim, bir haftalık yemeğimi yaptım derken saat akşam dokuzu bulmuştu. Ardından yürüyüşe çıktım. Yürüyüşten sonra telefonla Yavuzla konuştum ve yattım. Çok şükür bugüne dek de bir kriz yaşamadım.

Genel olarak durumumdan bahsedeyim. Mastürbasyonda kadın hayal ediyorum. Günlük hayatta da kadınlar ilgimi çekebiliyor. Sık sık bir eşim olduğu hayalleri kuruyorum. Hatta aşk şarkıları dinlediğimde bir kadına sarıldığım aklıma geliyor. Duygulanıyorum, gözlerim doluyor -hiç alışık olmadığım şeyler. Erkek cinselliği asla yok. Bazen bir erkeğe sarıldığımı hayal edebiliyorum ancak bir kadına sarıldığımı hayal ettiğim anlar daha fazladır. Yolda yürürken erkeklerin dikkatimi çekmesi durumu halen sona ermedi maalesef ancak terapilerden öncesi ile sonrası arasında büyük farklar var. Eskiden birisi dikkatimi çektiğinde aklıma direk cinsellik geliyordu artık cinsellik gelmiyor sadece mahiyetini açıklayamadığım bir ilgi duyuyorum. “Böyle bir durum yaşadığında onunla arkadaş olduğunu, sarıldığını, dizine yattığını hayal et. Duygusal fantezi kur.” tavsiyeniz kısmen işe yarıyor. Terapilerden önce yolda gördüklerimin etkisi birkaç gün devam ederken şimdi genelde birkaç dakika sürüyor. Gergin rumuzlu arkadaşın bir yazısında yer alan bir eski danışanın yorumuna katılıyorum. Özgüven düşünce, başarısızlık artınca, dengeler bozulunca ilgi artıyor. Bu ilgiyi olduğu gibi kabullendim. Bu ilgi var, bu ilgi bir parçam ve kolay kolay da yok olacağa benzemiyor. Allahtan artık hayatımı alt üst edebilecek derecede bir ilgi yok, onu kontrol edebiliyorum. Şu anki halime o kadar şükrediyorum ki... Terapilerden önce akşam cinsellikle yatar, sabah cinsellikle kalkardım. Yaşadığım her anı cinsel gerilimle içinde yaşardım. Çıldırtıcı bir şey değil mi?

İstediğim kadar sosyalleşemiyorum ancak yine de fena sayılmam. Artık erkek sohbetinden daha çok keyif alıyorum. Başka şeyler düşünmeden, aklımın bir köşesinde binlerce değerlendirme yapmadan, sadece anda kalarak arkadaşımın sözlerine odaklanabiliyorum. Sohbetin içinde kendimi kaybedebiliyorum. 

Bir kadınla duygusal bir iletişimim olmadı ancak o günün yaklaştığını ümit ediyorum.

Size beş buçuk ay boyunca on kez terapiye geldim. Önceleri iki haftada bir geliyorken sonraları ayda bir gelmeye başladım. Bugün itibariyle son terapinin üzerinden bir buçuk ay geçti. Yeni bir buhran yaşamadığım veya yeni bir gelişme olmadığı müddetçe tekrar terapiye gelmeyi düşünmüyorum. Temel süreci tamamladığımı düşünüyorum. Bundan sonra terapiye gelirsem de terapi yazılarını “On birinci terapi”, “On ikinci terapi” olarak isimlendirmem çünkü dediğim gibi temel süreç benim için tamamlandı.

Kendimi demir bir kapının önünde bekliyormuş gibi hissediyorum. Kapının önüne dek gelmişim ancak kapı açılmıyor. Israrla bekliyorum, kapının önünden ayrılmıyorum. Bazen kapı aralanıyor. İçeriden göz kamaştırıcı bir ışık süzülüyor, mis gibi kokular sarıyor her yanı. Sonra kapı yine kapanıyor, bir gün tam olarak açılacağı ümidini bende bırakarak...

Bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. İnsan ilişkilerinin önemini, sevginin önemini, duygunun önemini, doğallığı sizden öğrendim. Daha özgüvenli bir insan oldum. Mesleki anlamda geliştim. Sizinle diğer danışanlarla aranızdaki bağ kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzülüyorum. Gerçi mizaçlarımız o kadar farklı ki bu kadarına bile mucize denebilir.

Bir daha terapiye gelir miyim bilmem. Bir daha buraya yazar mıyım bilmem.

“Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”

2
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI)

Özellikle ergen ve genç erkeklere dikkat et, hep sarmaş dolaştırlar. İşte HK’nın "ruhsal döllenme" dediği mesele. Ruhsalını yaşayamayınca cinsel olanını yaşamaya çalışıyoruz ki işte orası korkunç, orası cehennem.

*

Düzcinsel erkeklerle olan bağlılığımı kuvvetlendirmek hususunda en çok derin iletişimin faydasını gördüm. Yani mahremini açmak, korkmadan çekinmeden bana zarar verirler diye düşünmeden erkekçe kendi zayıflıklarından yakın arkadaşlarına bahsedebilmek. Onun zayıflıklarını dinlemek. Konu sınırlamasına pek gitmemek. Onun evlilik sorunlarını da dinlemek. Biraz zorlanarak da olsa ben de evlenince şöyle şöyle yapacağım diyerek kendimi ona denk hale getirmek. Haksızlığa karşı gelmek, reddedilmesi gereken insan ve davranışları reddedebilmek, öfkeni ifade edebilmek...

*

Ben hep dini ortamlarda büyüdüm. Orada da erkekler fiziki olarak yakın olurdu. Kimi birinin dizine yatardı, öbürü diğerinin omzuna elini atardı vs. Türkiye kültüründe de hemcinslerin birbirine fiziken yaklaşması garipsenmiyor. Buna dini bir engel de yok. Bence eşcinsel çocuğun hemcinslerinden uzak durması dışsal değil içsel sebeplerden kaynaklanıyor. Bir kopukluk var orada. Eşcinsel çocuk hemcinsleriyle bağ kuramıyor, kendini onların grubuna ait hissetmiyor. Eşcinsel çocuğun arkadaşlarıyla bağ kuramaması da aslında anne babasıyla bağ kuramamasından kaynaklanıyor. Daha en yakınlarıyla bağ kuramamış ki daha uzaktakilerle bağ kursun... Joseph Nicolosi ilk kitabında eşcinsel erkeğin babasıyla bağ kuramadığı gerçeğine odaklanırken daha sonraki kitabında aslında anneyle de bağ kurulamadığını söylüyor ve meselenin anne tarafına odaklanıyor. Eşcinsel erkeklerin anneleriyle araları fazlasıyla iyi denebilir ancak bu fazla iyilik hâli doğru bağ kurma anlamına gelmiyor. Ona bağ değil bağımlılık demek daha uygun olur. Kendi hikâyemden de şu şekilde örnek verebilirim. 0-5 yaş arasında olduğum dönem, ailemin en kaotik dönemiydi. Sekiz aylıkken ve düşük doğum ağırlığıyla doğuyorum. Beş yaşına dek hastayım, dışarı çıkıp hemcinslerimle oynamam mümkün değil. Beş yılda iki kez taşınıyoruz, üç farklı yerde yaşıyoruz. Babam askere gidiyor, annem hiç sevmediği kaynanasıyla sekiz ay aynı evde yaşamak zorunda kalıyor vs. İstemeden de olsa bir ihmal var ortada, büyük ihtimalle fazla sevgi görmüyorum. Velhasıl eşcinsel çocuğun bağ kurma sorunu, toplum kuralları ve çevre baskısından ziyade aile ihmalinden kaynaklanıyor.

*

Eşcinsel terapi süreci, çocuklukta yaşanılması gerekenleri terapist desteğiyle terapi sürecinde yaşayıp sağlıklı cinsel kimliğe kavuşmaktan ibarettir. Anneye sınır çekilmesi, babayla yakınlaştırma çabaları, hemcinslerle dostluk ilişkisi kurmaya teşvik vs. Hepsi çocuklukta yaşanan ihmali telafi etme çabası.

*
   
İlgi duyduğumuz insanda aradığımız bir şey var. (Erkeksilik, kadınsılık, testosteron vs.) Ondan ona ilgi duyuyoruz. O aradığını cinsellik yoluyla değil de dostluk yoluyla elde etmek insana kendini muhteşem hissettiriyor. Sömürme-sömürülme ilişkisi olmadığı müddetçe, ilgi duyduğumuz sağlıklı insanlarla arkadaş olmalıyız.
   
Düzcinsel erkeğe aşık olmak bunalıma sokmuyor çünkü aradığımız şey onda mevcut. Aradığımızı duygusal yolla elde etmekte hiçbir sakınca yok. Eşcinsele aşık olmak ise bunalıma sokuyor çünkü aradığımız onda da yok. Yok olan varmış gibi davranıyoruz ama bir noktada iş illaki rayından çıkıyor. Hangi oyun sonsuza kadar devam ettirilebilir ki?
   
Sağlıklı düzcinsel bir insanı sevmek rahatsız etmiyor çünkü bizdeki arızaları onun sağlıklı yapısı dengeleyebiliyor. Bizdeki iniş çıkışları, normal dışılıkları hetero erkek kaldırabiliyor. Eşcinsele aşık olunca büyük sorunlar ortaya çıkıyor çünkü iki taraf da sıkıntılı. İki taraftaki sorunlar birbiriyle etkileşerek bambaşka büyük sorunlara yol çıkıyor. Dikenler birbirine sürtünce iki tarafı da kanatıyor.

Velhasıl düzcinsellerle vakit geçirmeli, onlarla arkadaş olmalıyız. İllaki birine aşık olacaksak yine düzcinsele aşık olmalıyız. Zaten tüm bunlar başımıza zamanında hemcinslerimizle kaliteli ilişkiler kuramadığımız için gelmedi mi?

5 yaşından 80 yaşına kadar her yaştan erkek grubunu gözlemliyorum. Hepsi birbiriyle iletişim kuruyor. 5 yaşındakileri görünce 5 yaşındaki, 15 yaşındakileri görünce 15 yaşındaki hallerim aklıma geliyor. Hiç böyle arkadaşlıklar kuramadığım için üzülüyorum. Altı aydır otuz senenin ilişki eksikliğini gidermeye çalışıyorum. Çok zorlanıyorum. Her şeyi zamanında yaşamak en güzeliymiş.

*
   
Gerçek sevgi/aşk nedir?
   
Gerçek sevgi/aşk bence iki tarafın da birbirinin eksiğini tamamladığı değil de birbirini çoğalttığı, birbirinin tamlığına katkı yaptığı sevgidir. Malum iki tane tek kanatlı kuşu birbirine bağlasak bir tane çift kanatlı kuş etmez. Diyelim eşlerden birinde aşırı fedakarlık, öbüründe de ciddi bir sevgi açlığı var. Bir süre idare edebilirler belki ama bir gün elbette tıkanacaklardır. Aralarındaki sevgi, bağımlılık ilişkisine dönüşecektir. O yüzden bence gerçek sevgi, kolu olmayan bir insanın kolunun yerini tutsun diye birini sevmesi değil de kol ihtiyacını protez kol gibi araçlarla karşılayıp, o protez koluyla sevdiği insanın koluna girmesidir. Mesela baskın birisiyle çekinik birisinin beraberliğini anlarım. Ama ilişki gemisini beraber yönetmiyorlarsa, biri kaptan öbürü tayfaysa ortada ciddi bir sorun vardır bence. İlişki köle-efendi ilişkisine dönmüştür. Belli bir ölçüye kadar eksik tamamlama çabası doğal karşılanabilir ve bu çaba her ilişkide mevcuttur. Ama bu çaba belli bir sınırı aştığında sorunlara yol açar. Eşlerden birisinin gemide birinci kaptan, öbürününse ikinci kaptan olmasını anlayabilirim ama birisi kaptan öbürü elleri bağlı esirse burada ciddi bir sorun var demektir.

Eşcinsel ilişkilerde sevgi yok bağımlılık var, şema tetiklemesi var, köle efendi ilişkisi var.

*

Benim en temel sorunum bağ kurma sorunu. Sadece erkeklerle değil kadınlarla, aileyle, dünyaya her şeyle kavgalıyım. Kendimi koruyabilmek için herkesle arama duvarlar örmüşüm. Terapiyle birlikte on duvarın üçü yıkıldı. Diğerlerini de yıkmak için çaba harcıyorum. Terapilerle birlikte daha çok insanla iletişim kurdum ve halihazırda var olan insan ilişkilerim daha doyurucu hale geldi. Mesela yeni taşındığım yerde yaşı bana yakın erkek bir komşum var ve onu çaya davet edeceğim. Eskiden olsa mümkün değil yapamazdım. Arkadaşlığımızın bir iki buluşmadan öte gidemeyeceğini öngörebiliyorum ancak yine de onunla iletişim kurmaya çalışacağım. Velhasıl sosyalleşmek ve duvarlarımı yıkmak için çaba harcıyorum. Etkili de oluyor ama bir günde yıkılmıyor o duvarlar işte, bir günde yapılmadı çünkü. Zaman istiyor iyileşmek.

*

Terapilerden önce tam olarak anlattığınız gibiydi, mükemmel anlatmışsınız. Ancak terapilerden sonra tam bir sağlıklı insan avcısı oldum nerede sağlıklı bir insan görsem hemen iletişim kurmaya çalışıyorum. Bunu şöyle bir örnekle açıklayayım. Şimdiki okuduğum okulda epeyce ilgi duyduğum narsist, yalancı, egoist ve maalesef son derece de çekici bir tip var. Geçen beni telefonla aradı on dakika konuştuk ama gerçekten ona tahammül edemediğimi fark ettim. Ömrümden ömür gitti onunla konuşurken. Gece boyunca onu rüyamda gördüm. O ranzanın üst katında yatıyordu da ben yanağımı okşuyordum. Cinsellik yaşanmadı. Sabah kamyon çarpmış gibi uyandım. Sağlıksız insanlara tahammül edemiyorum artık, sağlıklı insanlarla iletişim kuruyorum. Sağlıksızlar da bana meyletmiyor zaten çok şükür. İlgi duyduğumuz sağlıksızlar yerine başlangıçta fazla ilgi duymadığımız sağlıklılarla iletişim kurmamız gerekiyor. Çekildiğimiz tipler sağlıklılarsa iletişim kurmalıyız, sağlıksız olunca faydalarından çok zararları dokunuyor.

*

Sosyal izolasyon (yalnızlık) ve içedönük olmak hemen hemen tüm psikolojik rahatsızlıklar için risk faktörü. Yalnız veya içedönük insanların hasta olma ihtimali daha yüksek. Tabii psikolojik rahatsızlığa sahip olunca yalnızlaşıyor insan. Yalnız olunca hasta oluyoruz, hasta olunca yalnızlaşıyoruz. Garip bir kısır döngü. Daha çok sosyalleşebilseydim daha ileri bir noktada olurdum eminim. Hele bir de sınav dönemlerinde kimseyle görüşemiyorum, bayağı bunalıyorum. Tek yaşamak da bir ölçüde sıkıntı. Aileden ayrılmak, tek başına ayakta durmak insana ayrı bir özgüven katıyor, ailedeki sorunlu iletişimden kurtulmuş oluyoruz, iyileşme yönünde ilerliyoruz ama onun yerini başka insan ilişkileriyle doldurmak gerekiyor yoksa eve gelince saatlerce soğuk duvarlarla bakışmak hiç hoş değil.

*
   
“Eziklik duygusundan nasıl kurtulurum?” diye soran bir danışana şu cevabı vermiştim:

Eziklik duygusu doğuştan gelmez. Başkaları bize ezik hissettirdiği için ezik hissederiz. O yüzden öncelikle ya bize ezik hissettiren insanlardan uzaklaşmamız gerekir veyahut onları alt edip onları bizi ezemeyecekleri hâle getirmemiz gerekir. Bunun dışında başarılı olduğumuz alanlara yönelebiliriz. Sporla fiziğimizi düzeltebiliriz. Kendi paranı kazanmak apayrı bir özgüven kazandırıyor. Ayrı eve çıkmak, kendi işini kendin görmek, yemeğini yapmak, çamaşırını yıkamak iyi hissettiriyor. Kendimize has bir giyim tarzımız olursa herkes bize değerli insan muamelesi yapacaktır bu da bizim kendimiz hakkındaki fikirlerimizi etkileyecektir. Bulunduğumuz ortamda varlığımızı hissettirmeliyiz. Dinimizi, ideolojimizi, görüşümüzü vs. savunmaktan çekinmemeliyiz. Kim ne der diye düşünmeden öfkemizi muhakkak ifade etmeliyiz. Haksızlık karşında susmamalı, mücadele etmeliyiz. Bizi seven, bize değerli olduğumuzu hissettiren insanlarla iletişim kurmalıyız. Özgüveni ilişki yaşayarak veya porno izleyerek başkasının erkeklik organından veya erkeksi vücudundan elde etmeye çalışmak yerine kendi erkekliğimizi inşa etmeliyiz. Hal, hareket, tavır, tarz vs. her şeyle. Aklıma gelenler şimdilik bunlar.

*

Tüm sorunun kaynağı olduğu için önce babamı psikiyatriste götürmek için çabaladım olmadı. Sonra babama karşı mücadele edebilmesi için annemi psikoloğa götürmeye çalıştım kabul etmedi. En sonunda kendim psikoloğa, HK’ya gittim. Ondan sonra ailemin bana karşı tavırları değişti. Aile dinamikleri kuramı olması lazım bir psikoloji kuramına göre aile bir çarklılar sistemi gibidir ve bir bireyinde meydana gelen değişiklik tüm aileyi etkiler, değiştirir. Kimseyi değiştirme gücümüz yok ama kendimizi değiştirme gücümüz var. Ailemiz değişse biz değişecektik ama olmadı. O zaman biz değişeceğiz ve böylece ailemiz değişecek. Çarkı tersinden döndüreceğiz.

*

Çok fazla müzik dinliyorum ve bundan zarar görüyorum. Durmadan hayal dünyasında yaşamak hiç eril gelmiyor bana. Aslında bulaşık yıkamak bile beni müzikten daha çok rahatlatıyor. En azından bir iş başarmış oluyorum. Ama müzik dinlerken saatlerce hayal dünyasında dönüp duruyorum. Yağmurlu bir günde ellerini cama dayamış halde kulaklığıyla müzik dinlerken hayal kuran bir kızı düşünebiliyorum ama öyle bir erkeği düşünemiyorum. Erkek her zaman bir işin içinde olmalıymış gibime geliyor. Fazla dinleyici olmak, konuşmacı olmamak, fazla müzik dinlemek, fazla hayal kurmak... Bunların hepsi geriletiyor beni. Çünkü hepsi dişil faaliyetler. Kendimizi gerçek hayattan soyutlarsak bu bizi gri bölgeye, bunalım bölgesine götürür ve oradan çıkabilmek için cinsel ilişki veya PMO’ya yöneliriz. Fazla hayal, müzik gibi bizi pasifleştiren tüm faaliyetlerden uzak durmamız lazım. Gerçek hayata daha sıkı tutunursak gri bölgeye girmeyiz, müziğe, hayale, cinsel ilişkiye, PMO’ya yönelmeyiz ve terapi sürecinde gerilemeyiz.

*

Sağlıklı insanlar büyük değişimlere kolayca uyum sağlayabilirken biz sağlayamıyoruz. Maalesef psikolojik olarak hastayız ve psikolojik esnekliğimiz ve dayanıklılığımız bütün psikolojik rahatsızlığı olan insanlar gibi diğer insanlara nazaran daha düşük. Bütün hayat değişikliklerinde darmadağın oluyoruz. Yeni evime taşınalı üç hafta oldu ama hala uyum sağlayamadım, uyum sağlamak için bir hafta yeterli halbuki. Ramazana genellikle Ramazan biterken uyum sağlamış oluyorum. Ama psikolojik esneklik ve dayanıklılığımızı kuvvetlendirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü ne savaş bitecek ne sınav bitecek ne imtihan bitecek. İllaki birinden biriyle imtihan olacağız. Tüm bunlarla mücadele ederken aynı zamanda iyileşmek için ne gerekiyorsa yapmak mecburiyetindeyiz çünkü iyileşmek için suların durulmasını bekleyecek olursak sular hiç durulmayacak. İyileşeceğiz ve o durulmayan sularla mücadele etme gücünü kazanacağız inşallah.

15/03/2024
   
Narsist zihninin kendisini korumak için harcadığı çabaya hayran kalmamak elde değil. Bu sabah babamla telefonda konuşuyordum. Bana, kalacağım evde zaten geçici bir süre vakit geçireceğim için evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söylüyordu ki daha cümlesini tamamlamadan bu fikrine itiraz ettim. Bu itirazın iki sebebi vardı. Birincisi doğduğum günden bu yana otuz yıldır on altı kez taşınmış olduğum için -bir yerde ortalama olarak iki yıl bile yaşamamışım- taşınmanın iması bile beni delirtmeye yetiyor. İkincisi, beni geçen sene aynı gerekçeyle -geçici bir süre kalacağım gerekçesiyle- o iğrenç eve bir yıl boyunca mahkum etti. Bu iki sebepten cümlesi bitmeden ona itiraz ettim. Daha benim itirazım bitmeden bana katıldığını, bir günlük beyliğin dahi beylik olduğunu, yaşanılan evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söyledi! Sırf ona saldırmayayım diye bir anda fikir değiştiriyormuş gibi yapmıştı. Sırf ona saldırmayayım diye beni durdurup kendi kendine saldırmıştı. Bu aralar bu taktiği çok kullanıyor. Hangi taktiği kullanırsa kullansın onu alt etmenin bir yolunu buluyorum. Bulmak zorundayım çünkü o beş yaşındaki bir çocuk, bense onun mürebbisiyim. Baskınlığımı yitirdiğim an tepeme çıkacağını biliyorum. Bir daha aynı taktiği kullanırsa ona, “Tabii bunu bir anlığına değil her zaman savunmak gerekir.” diye cevap vereceğim. Bakalım bu sefer ne yapacak?

23/03/2024
   
Bir hafta önce yeni eve taşındım. Ramazandan ötürü düzenim bozuldu. Uzun zamandır kimseyle oturup konuşamadım. Tüm bu saydıklarım ve başka etkenler bir araya gelince yaklaşık bir hafta önce bunalıma girdim. Hemcinslerime gözümü ayırmazcasına bakıyordum. Cinsellik hissetmiyordum ancak o tatsız hissi saç telimden topuğuma dek yaşıyordum. Her bunalıma girdiğimde yaptıklarımı yaptım. Başa döndüğümü düşündüm, terapinin etkililiğini sorguladım, terapistin yeterliliğini sorguladım, bir daha düzelmeyeceğimi düşündüm... Bunalıma girmiş bir danışanınıza birkaç gün önce, “Sen kuyudan çıkarak büyük bir sorunu halletmişsin. Şimdi ayağın çukura girdi diye karalar bağlama.” diye teselli veren ben onun yaptığının aynısını yapıyordum. Baktım ki olmayacak araştırma görevlisi arkadaşımı aradım. Onunla buluşunca epeyce rahatladım. Eve dönünce o günkü yaşadıklarımı gözden geçirdim. Sadece birilerine gözümü fazla dikmiştim o kadar, niye bu kadar abartmıştım ki? Biz danışanlar terapi sonrası kötü halimizi, terapi sonrası iyi halimizle kıyaslayarak büyük bir hata yapıyoruz. Halbuki terapi öncesi kötü halimizle terapi sonrası kötü halimizi kıyaslamalıyız. Terapilere başlamadan önce bunalıma girince ne yapıyorduk, terapilere başladıktan sonra bunalıma girince ne yapıyoruz? Benim büyük buhranlar yaşadığım zamanlarda pornografi ve mastürbasyon bağımlılığına doğru yaklaştığım oluyordu ancak terapilerden sonra bu hiç olmadı. Kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Yaşadığım buhranı değerlendirmeye devam ediyordum. Aklıma erkek ilgisini öldürücü bir zehir olarak tanımladığım yazım geldi. Erkekle sarılmayı, erkeğe bakmayı, belli sınırlar aşılmadıktan sonra erkeği hayal etmeyi eşcinsellikten saymıyorsunuz ama bu yaşadığım bunalımdan ötürü erkeklerle heteroseksüel erkeklerin yaşadığından daha fazla bir etkileşim yaşamamaya karar verdim. Erkek yerine kadın hayal edecektim. Nasıl ki mastürbasyonda başlarda kendimi zorlayarak kadın hayal etmiştim ve sonrasında erkeğe karşı cinsel ilgim yok olmuştu, bu sefer de duygusal olarak kadın hayal edersem erkeğe karşı duygusal ilgim yok olabilirdi. Kendimi zorlayarak eş olduğumu, baba olduğumu hayal ettim. Bu hayal bana çok iyi geldi. Devamında zihnime akın akın kadın hayalleri hücum etti. Eskiden en fazla birkaç dakikalığına kadın hayali kurabilirdim ancak iki gündür sabah akşam kadın hayaliyle meşgulüm. Kah mutfakta birlikte yemek yaptığımızı kah göl kenarında kamp sandalyelerine yayılıp kahve içtiğimizi kah evde karşılıklı oturup sohbet ettiğimizi hayal ediyorum. Eğer bu hayaller devam edecek olursa bu bunalımdan ilerlemeyle çıkmış olacağım. Eğer bu hayaller devam edecek olursa erkeğe karşı duygusal ilgim de bitmiş olacak. Gerçi siz bana birkaç terapi önce eş olduğumu, baba olduğumu hayal edebileceğimi söylemiştiniz ama bir süre aseksüellikte durmak istediğim için sizi dinlememiştim. (Sizi seviyorum ancak her konuda haklı çıkmanızda beni rahatsız eden bir şey var.) Biz durmak istesek de hayat durmuyor. Fıtri olan, aslolan erkek-kadın ilişkisi olduğu için bünyemiz bizi o noktaya götürmek için olanca gücüyle çalışıyor. Belki de son bunalımın sebebi “kadın”a doğru gitmekte direnmemdi, direnmeseydim bunalıma girmeyecektim. Eninde sonunda fıtri olan gerçekleşti, bunalımdan ancak kadın hayaliyle çıkabildim. Önceleri, “Allah’ım bana saliha bir eş ve hayırlı evlatlar ver!” diye dua edemezdim. Dün akşam teravihten sonra ilk defa içtenlikle bu duayı ettim. Karşıdan bana doğru bir kadın ve bir erkek yürüyorsa ilk olarak kadın dikkatimi çekiyor artık. İnşallah güzel gelişmeler devam eder.

24/03/2024
   
Dün akşam size epeyce benzeyen, deli dolu, çok sevdiğim avukat arkadaşımla telefonda iki saate yakın görüntülü konuştuk. Çok keskin bir görüşü vardır, insanlar hakkında yaptığı yorumlar genelde doğru çıkar. Konuşmamızın sonlarına doğru bana KPSS ile atanıp iş meselesini hallederek çok iyi yaptığımı, terapi sürecinin bana çok iyi geldiğini ancak yaralarımın henüz kabuk bağlamadığını, içimdeki ateşin ufak tefek çıtırtılarını duyduğunu, üç beş ay içerisinde tamamen iyileşeceğimi, evlilik öncesinde terapi sürecinden geçerek çok iyi yaptığımı söyledi. Onun güzel yorumları ve ümit verici tavrı beni mutlu etti.

26/03/2024
   
Epeyce kuytu bir köşemde özgüven eksikliği sorununun mevcut bulunduğunu seziyorum. Sizinle özgüven eksikliği üzerine hemen hiç konuşmadık. Ben de buna ilişkin bir şikayet dile getirmedim. Ancak yine de böyle bir sorun yaşıyorum. Eşcinsellikten mustarip olan herkesin az veya çok özgüven eksikliği yaşadığını düşünüyorum. Bir kadına sahip olabileceğini düşünmek gerçekten kendine güvenmeyi gerektiriyor. Bir kadına sahip olabileceğini düşünen, kendine güvenen erkeklerin aslında pek de büyük meziyetleri yok. Düzcinseller eşcinsellere nazaran çok daha sıradanlar. Ancak eşcinseller, obsesif yapıları ve zekaları yüzünden kendi kusurlarına mikroskopla, meziyetlerine ise buzlu camla bakıyorlar. Yetmiyor; başkalarının kusurlarına buzlu camla, meziyetlerine de mikroskopla bakıyorlar. Kendilerini eksik gördükleri için bir kadını tamamlayabileceklerine ihtimal vermiyorlar aksine bir erkekle tamamlanmaya çalışıyorlar. Karşıdaki erkek de büyük ihtimalle özgüven eksikliğini narsizmi ile gölgelemeye çalışan bir başka yarım adam olunca doyumsuz ilişkiler ortaya çıkıyor. Eşcinsel terapi ile özgüven eksikliği giderilip, obsesif yapılanma asgariye indirilince eşcinsel erkek, erkekten kadına yönelmeye başlıyor.

3
ONUNCU TERAPİ

11/03/2024
   
Bir erkeği görünce heyecanlanabiliyorum ancak devamı gelmiyor, daha ilerisini düşünmüyorum. Bu heyecanlanma hoşuma gidiyor çünkü cinsel isteğe dönüşmüyor, bana zarar vermiyor, o tatsız his oluşmuyor. Beğendiğim erkeğe sahip olmak istemiyorum, onun dış görünüşünü kıskanmıyorum, onu tanrılaştırmıyorum, onu hor görmüyorum. Sadece aradığım erkeksiliği onda görmek beni heyecanlandırıyor o kadar.

12/03/2024
   
Benim terapiye başlama amacım evlenmek veyahut çocuk sahibi olmak değildi. Yaşadığım rahatsız edici cinsel gerilimden ve ağır depresif belirtilerden kurtulmak istiyordum. Terapi benim için için yüzde doksan beş oranında hedefine ulaştı. Hemcinslerime karşı cinsellik hissetmiyorum. Depresif ruh halinden uzak bir şekilde gündelik hayatıma devam edebiliyorum. Gerçi evlenmek ve çocuk sahibi olmak hususunda da bana yardımcı olmaya çalıştınız ancak ben maalesef bu konuda istekli değildim. Gerçi koca ve baba olmanın anahtarlarını da bana verdiniz. Ailemde gerçek bir koca ve baba görmediğim için bu ikisinin hayalini kuramadığımı, sağlıklı erkeklerle vakit geçirdikçe koca ve baba olma hayallerinin zihnimde belireceğini söylediniz.
   
Terapi süreciyle birlikte anladım ki benim eşcinsellik diye bir sorunum yokmuş sadece bağ kurma sorunum varmış. Bağ kurma sorunu kendisini eşcinsellik olarak göstermiş. Okb olarak, sosyal fobi olarak, çoklu kişilik bozukluğu olarak da gösterebilirmiş ancak hem mizacımın hem de çevrenin etkisiyle bağ kurma sorunu eşcinsellik olarak yüzeye çıkmış. Bağ kurma sorunu sebep, eşcinsellik sonuçmuş. Benim yapraklarım soluyormuş ancak asıl sorun köklerimin susuz kalmasıymış. Ben sevgiyle sulanmamışım. Sonraları bu susuzluk haline öyle alışmışım ki bana sunulan sevgi tekliflerini reddetmişim, susuzluğa hapsolmuşum. Sadece erkeklerle değil cinsiyet fark etmeksizin tüm insanlarla bağ kurma sorunu yaşıyorum. Ailemle, arkadaşlarımla, toplumla, terapistle, herkesle... Adanalı eski danışanınızla birkaç gün önce göl kenarında buluştuk. İş aradığını, Türkiye’nin herhangi bir yerine gidebileceğini ancak size yakın bir şehri tercih etmek istediğini söyledi. Kendimi tuhaf hissettim. Süreci tamamlayalı yedi yıl olmuştu, yedi yılda bir kez terapiye gelmişti ancak halen size yakın olmak istiyordu. Sizinle bu kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzüldüm. Evet süreç ilerledikçe sizi daha çok sevdim size daha çok yaklaştım ama maalesef onun kadar size yakın değilim halen. Terapi süreciyle birlikte insanlarla aramdaki on duvarın üçü yıkıldı, geriye kalanını da yıkmak benim çabama bakıyor artık.
   
Terapideyken bana, “İyileştik diyebiliyor muyuz?” diye sordunuz. Büyük engellerden kurtulduğumu söyleyebilirim, şimdi daha küçük engellerle uğraşıyorum. İyileştim diyemesem de hasta değilim diyebilirim.
   
Biliyorum gelene neden geldin, gidene neden gittin diye sormazsınız ancak son birkaç terapide sürecin sonuna yaklaştığımızı ima eden sözleriniz oldu. “İyileştik diyebiliyor muyuz?” sözünüz, terapi sürecinin sonuna geldiğimizi ifade ediyordu. Bir sonraki terapi için bilet almadım, muhtemelen son terapiyi gerçekleştirdik. Büyük bir bunalım yaşamazsam veyahut hayatımda büyük bir değişiklik meydana gelmezse bir süre terapiye gelmeyeceğim gibi görünüyor. Konuşulacak her şeyi konuştuk, açılması gereken tüm sandıkları açtık. Birkaç gün önce ya son perdeyi oynadık veyahut ilk perdenin son sahnesini oynadık. 21 Ekim 2023 tarihinde başladığım terapi sürecini 9 Mart 2024 itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Size beş buçuk aylık bir süre içerisinde on kez terapiye geldim. İyileşmek için olağanüstü bir çaba harcadım. Çok güzel bir mesafe kat ettik, bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. Sizin ofisinize gelmeden önce ben kendi değerimin farkında değildim. Kalemimin kuvvetli olduğundan, değerlendirme yeteneğine sahip olduğumdan dahi haberim yoktu. Siz ve danışan kardeşlerim yazılarımı ve fikirlerimi takdir ederek beni epeyce duygulandırdınız ve cesaretlendirdiniz. Sıradanmışım gibi yaşamak beni çok yoruyordu. Farklı yönlerimi ne ailem ne de çevrem fark ediyordu. “Bir dürr-i yetimem ki görmedi beni umman” dediği gibi Yunus’un, kayıp bir inciydim ve içinde bulunduğum deniz dahi benim farkımda değildi. Farklı yönlerimi gizleyerek yaşamak zorundaydım çünkü kendimi açtığım an kıskanılıyor, garipseniyor ve susturulmaya çalışılıyordum. Siz ve danışan kardeşlerim beni susturmadınız, yeteneklerime haset etmediniz aksine beni teşvik ve takdir ettiniz. Hatta zehirli oklarıma hiç ses çıkarmadan göğüs gerdiniz.  Size ve kardeşlerime minnettarım.

Benim reçetem belli: Hemcinslerimle sosyalleşeceğim, insanlarla bağ kuracağım ve bağ kurdukça iyileşeceğim. Bağ kurmazsam, yalnız kalırsam da maalesef gerileyeceğim. Şu an bulunduğum konum itibariyle erkeklere karşı cinsel ilgi hissetmiyorum, duygusal ilgi hissediyorum. Sadece onlarla konuşmak ve bolca vakit geçirmek istiyorum. Kadınlara karşı ise hem duygusal hem cinsel ilgim var. Eşcinselliğin bir ölçütü olarak evde tek başınayken aklına eşcinsel hayaller gelip gelmemesini söyleyebiliriz belki. Benim aklıma gelmiyor çok şükür. Geçenlerde rüyamda bir kulübe gittiğimi ve orada yüksek bir masanın önünde öylece dikildiğimi gördüm. Masama bir kız geliyor, sevgilim olup olmadığını soruyordu. Ben de olmadığını söylüyordum. Söz ve davranışlarıyla beni kendisine çekmeye çalışıyordu. Onunla birlikte olmak için istek duyuyordum ancak psikolojik olarak sağlıklı bir insan olmadığını düşündüğüm için onu reddediyordum.
   
Terapideyken size babamın ev teklifini reddettiğimi söylediğimde bana başka ihtimallerden bahsettiniz. Hem ev teklifini kabul edip hem de ona ezilmeyeceğim bir yol bulup bulamayacağımı sordunuz. Onun bilinçdışında bana karşı bir nefret var. Bana karşı hissettiği tek duygu nefret dersem haksızlık etmiş olurum ancak bana karşı hissettiği duygulardan birisi de nefret. Üniversite dönemim öncesinde yeterince erkeksi ve saldırgan olmadığım için benden nefret ediyordu, şimdi ise fazla saldırgan olup onun bileğini büktüğüm için benden nefret ediyor. Kendi öz oğlundan nefret etmeyi kendisine yakıştıramayacağı için bu nefretini bastırıyor. Hatta nefretini bastırabilmek için bana bugüne dek hiç olmadığı kadar iyi ve kibar davranıyor. Bastırdığı nefret yok olmuyor, benim hakkımda verdiği kararlarda kendisini gösteriyor. Bilinçdışında benden nefret ettiği için benim hakkımda hep en isabetsiz kararları veriyor. Bu yüzden kendimle ilgili hiçbir meseleye onu dahil etmek istemiyorum. O benim denklemimi bozuyor. Onu denklemden çıkarınca hayatım yoluna girdi. Geçen sene bu vakitlerde benim için uygun gördüğü o berbat evde bir sene boyunca yaşadım. Şimdi benim için satılık ev bulsa yine aynısını yaşayacağız. Ben bu sahneyi otuz yıldır defalarca izledim, bir defa daha izlemeye artık tahammülüm kalmadı. Benden nefret etmesini hiçbir şekilde üzerime alınmıyorum çünkü bana soracak olursanız o herkesten nefret ediyor. Kendinden güçlülerden daha güçlü oldukları için, kendinden güçsüzlerden daha güçsüz oldukları için nefret ediyor. O da benim gibi bağ kurmayı bilmiyor. Psikoterapi kuramları dersinde psikodramanın kurucusu Moreno’nun görüşlerini işliyorduk. Moreno’ya göre sağlıklı olmanın üç şartı mevcut bulunuyor: 1- Spontanelik (kendiliğindenlik) 2- Yaratıcılık 3- Eylem. Bizim gibi nevrotik insanlar spontane değiller, her hareketimizi kendimiz ayarlıyoruz. Otomatik değiliz de manuel'iz adeta. “Mış gibi” yaşıyoruz. Sağlıklıymışız gibi, heteroseksüelmişiz gibi, hiçbir sorunumuz yokmuş gibi... Ancak bu “mış gibi” yaşamak belli bir süre sonra çeşitli sorunlara yol açıyor. O şişmeye, o yapmacıklığa dayanamıyoruz ve kimimiz cinselliğe, kimimiz mastürbasyona yöneliyor. Babamın spontane olmadığını düşünüyorum. Hal ve hareketleri gözümün önüne geliyor da gülümsemesinden adım atışına dek tüm tavırları yapmacıktır. Bağ kurma sorunu ve spontane olmama hali maalesef olduğu gibi ondan bana geçmiş. Annemin babamın dikenlerinden etkilenmemek için kendini donuklaştırıp betona çevirmesi de sorunuma tuz biber olmuş. Buhran dönemlerinde yapaylığı iliklerime dek hissediyorum. Buhran zamanlarında içimden geldiği için değil yürümüş olmak için yürüyor, yazmış olmak için yazıyor, çalışmış olmak için çalışıyorum. “Yapmacık da olsa hareket etmek, hiç hareket etmemekten iyidir.” diye düşündüğüm için zorlanarak da olsa gündelik hayatıma devam ediyorum.

14/03/2024
   
“Terapi” vatsap grubuna yazdığım bazı mesajları bazı ufak değişliklerle buraya aktarmanın uygun olacağını düşündüm. İnşallah faydalı olur.

*
   
Hepimizin farklı farklı hikayeleri var ama ortak birçok nokta var. Biz birilerinin fiziksel veya psikolojik olarak tacizine, tecavüzüne maruz kalmışız. Erkekliğimiz yara almış. Ergenliğe girince zihnimizde şu düşünce beliyor: “İnsan düştüğü yerden kalkar. Ben cinsellikten düştüm, cinsellikten ayağa kalkacağım.” Böyle düşününce porno, mastürbasyon ve cinsel ilişki çukurunun içine düşüyoruz. Halbuki bu düşünce doğru değil. Aslında biz duygudan düştüğümüz için bizim duygudan ayağa kalkmamız gerekiyor. Çünkü tacize uğrayınca, “Ben yeterince erkek olmadığım için tacize uğradım.” diye düşündük. Önce düşünceden kaybettik, cinsellik ardından geldi. O yüzden terapi sürecinde önce duygu ve düşünceden tamir olacağız, davranış (cinsellik) ardından gelecek.

*

Erkek düşünmek erkeği sömürüyor. Erkek düşünmek erkeği zenginleştirmiyor. Erkek doğurgan değil, erkek ile erkek ilişkisinin bir sonraki aşaması yok, ilerleme yok, ilerlemenin olmadığı yerde gerileme var. ("Duran devrilir.", "Uçmayı bırakan düşer.", "Yüzmeyi bırakan boğulur." kuralı) Erkekle çatışıyorsun, erkekle savaşıyorsun, kılıçlar çarpışıyor. Erkek kara delik gibi. Kendine doğru çekiyor ama var kılmak için değil yok etmek için çekiyor.
Şunu da eklemek isterim ki; erotik sınıra (penis, oral, anal, öpüşme) ulaşmadan erkekle iletişim kurmak, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak kadar önemli bir besin, gıda ve şifa kaynağıyken erotik sınır geçildiğinde o faydalı ilaç, öldürücü bir zehre dönüşüyor.
Mutasavvıflar, "Nisan yağmuru yılanın ağzına düşerse zehre, istiridyenin içine düşerse inciye dönüşür." der. Erkek iletişiminin neye dönüşeceği de iletişime geçecek erkeğin tavrına bağlı olarak değişiyor.

*
   
Beğendiği düzcinsel bir erkekle arkadaş olmak isteyen ancak eşcinsel olduğunu söyleyip söylememek konusunda kararsız kalan bir arkadaşa şunları yazmıştım:
   
Kendinizi açmanız yine bir ayrışmaya sebep olabilir. Zaten bu sorun çocukluktan itibaren hemcinslerden ayrışmaktan kaynaklanmıyor mu? Kendinizi açarsanız o düzcinsel erkek, siz eşcinsel erkek olarak konuşacaksınız ve bir ayrışma olacak. Halbuki orada iki erkek olarak konuşmalısınız, başka farklılıkları dikkate almadan. Bir de kendinizi açtınız diyelim sizi olumsuz karşılarsa hayal kırıklığına uğrarsınız. Olumlu karşılaşırsa da belki acıyacak belki anlamsız bir sempati gösterecek belki konuşma hep bu konular üzerinden gidecek... İletişimi olumsuz etkileyebilecek türlü türlü ihtimaller... Velhasıl naçizane fikrim iki erkek olarak konuşmak yeterli, başka ayrışmalara gidilmemeli.
   
Bir de kendinizi bir şeyler gizliyormuş gibi de hissetmeyin. Kimse kimseye kendini tamamen açmıyor. Onun da size göstermediği birçok yönü var. Eşcinselliği söylememek, samimiyete engel değil.

*
   
Herkese merhaba, önemli gördüğüm bir husustan bahsetmek istiyorum. Terapi sürecindeki gerileme dönemlerinde yanlış bir kıyas yapıyoruz gibime geliyor. Süreç boyunca belli mesafeler kat ediyoruz, iyileşme belirtileri gösteriyoruz. Ancak bunalıma girip gerileme yaşadığımız an sanki hiç ilerleme göstermemiş, en başa dönmüşüz gibi hissediyoruz. Bence bunun temel sebebi terapi sürecindeki iyi halimizle yine terapi sürecindeki kötü halimizi kıyaslamamızdır. Halbuki terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki bunalım zamanlarında cinsel ilişkiye giren birisinin terapi sürecindeki buhran zamanında porno ve mastürbasyonla yetinmesi aslında büyük bir ilerleme değil midir? Ama bunalım yaşayan kişiye soracak olsak porno ve mastürbasyona tekrar başladığı için en başa döndüğünü söyleyecektir. Velhasıl kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor.

*
   
Eşcinsellerin neden kendi gibi olamadığını, yapmacık davrandığını soran bir arkadaşa şu cevabı vermiştim:

Bence bunun birkaç sebebi var:

1- Sağlıklı insanlar spontanedir, kendiliğindendir, doğaldır. Halbuki nevrotik, psikolojik rahatsızlığı olan insanlar doğal değildir. Her hareketini içinden kendine komut vererek yapar. Bizde de maalesef bu hal var. Otomatik değil de manuel'iz.

2- Özgüven eksikliği diyen arkadaşıma katılıyorum. Heteroseksüel erkekler özgüvenli bir şekilde kendini ifade edebiliyor hatta kendi kendileriyle bile dalga geçebiliyorlar ama eşcinsel erkeklerde tuhaf bir tutukluk var. Eşcinsel erkekler daha çok çekingen davranıyor, aman ne derler diye düşünerek davranıyor. Bu düşünceyi atmak gerekiyor.

3- Eşcinsel erkekler iyi çocuk rolünü oynamayı seviyor. Aynı çocukluklarında yaptıkları gibi. Diğer erkekler üstü başı çamur içinde eve gelip annelerinden azar işitirken eşcinsel çocuklar mutfak penceresi önünde uslu uslu oturup annelerinden aferin alıyorlardı. Bu iyi çocuk hali büyüyünce de devam ediyor, bunu aşmak lazım. Diğer erkekler gibi laf sokmak, kendinle ve diğerleriyle dalga geçmek, kendi sorunlarını çekinmeden açarak yapay olmayan derin iletişime geçmek gerekiyor. Yani doğal olmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor ironik bir şekilde.

Üç maddeyi tekrar okudum, üçü de birbirinin aynısı gibi geldi.

*

Tamamen silinmemek veya insanları tamamen köle etmemek şartıyla düzcinsel erkekler arasında olan hiyerarşiden herkes memnun çünkü o hiyerarşi herkesin mizacına göre şekilleniyor. Çekinik olan baskın olanın liderliğinde rahat ediyor veyahut bir yerde çekinik olan başka yerde baskın, bir yerde baskın olan başka yerde çekinik olabiliyor.

Eşcinsel erkek kendini bu hiyerarşinin dışında konumlandırıyor. Kök olmayı da gövde olmayı da yaprak olmayı da kabul etmiyor. Canlı olmayı kabul etmiyor. Canlı olmayınca taş oluyor, toprak oluyor, cansız oluyor. Gri bölge yani bunalım bölgesi tam olarak cansızlık bölgesi, ölüm bölgesi. O hiyerarşiye katılmayınca canlı olamıyoruz, erkek olamıyoruz. Mutfak penceresi önünde oturup, sokakta futbol oynayan erkek çocuklarını izleyen, anasına bağımlı, uysal çocuk olarak kalmaya mahkum oluyoruz.

HK bana bir erkekle çok yakın bir duygusal ilişkim olması gerektiğini söylediğinde epeyce şaşırmıştım. Nasıl yani, sekiz yıl yurtta kalmıştım ben, yüzlerce arkadaşım olmuştu, bunu bugüne dek başaramamış mıydım? Neyse dedim hocayı dinleyelim bakalım. Mersin’e, bir arkadaşımı ziyarete gittim. Bir kafeye oturup sohbet ettik. Daha önce bahsetmediğim konulardan bahsettim ona, kendimi açtım. O da bana kendini açtı. İkimiz de birbirimizle daha önce kurmadığımız derinlikte bir iletişim kurduk. O günden sonra erkek cinselliği bitti benim için. Sonraki terapide HK, "Yüzde seksen iyileştin." dedi. Velhasıl ne yapıp edip o sistemin içine girmemiz gerekiyor. Sistem dışı kalmak demek ölmek demek.

*
   
Bende üç halde erkeğe karşı çekim meydana geliyor.

1- Sosyalleşemediğimde, yalnız kaldığımda.

2- Başarısızlık yaşadığımda.

3- Düzenim bozulduğunda, yeni bir hayat düzenine geçtiğimde. Ör: Taşınma, ramazan, iş değiştirme vs.

*

Çalıştığım kurumda kadınlar bitmez tükenmez bir iletişim halindedir. Çay içerler, kahve içerler, evlilik konuşurlar, doğum konuşurlar, konuşurlar da konuşurlar... Kadınların birbirine olan ihtiyacı erkeklerin birbirine olan ihtiyacından daha fazla sanki. Hele bir de ölüm, evlilik, doğum gibi büyük bir olay yaşanmayagörsün... Hepsi toplanır, büyük bir toplantı yaparlar ve saatlerce konuşurlar. Çalıştığım odada bugün biri kırk, biri otuz beş, biri yirmi beş yaşında olmak üzere üç kadın konuşuyordu. Konu daha çok evlilik gibiydi ve bekar olan yirmi beş yaşındakini ilgilendiren pek bir şey yoktu ama o kız konuşulanları hipnotize olmuş gibi dinliyordu. Adeta o büyük kadınlardan kadınlık öğreniyordu. Orada eşcinsel bir kadın olsaydı direk kendini soyutlar, hiçbir konuşmaya katılmazdı herhalde. Bir de kurumda iki tane evlenmemiş kadın var. Nedense onların kadınlığı eksik geliyor bana, diğer kadınlarla çok yüzeysel iletişim kuruyorlar, derine inmiyorlar, diğer kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Kadınlıkları eksik kalmış da ondan evlenememişler gibime geliyor. Diğer kadınlara nazaran çok daha cansız ve donuklar. Kendi cinsiyetinin cinsiyet rollerini benimseyememiş insanlar ister eşcinsel olsun, ister düzcinsel daha donuk ve yavan oluyor.

Kendi hikayemden de bahsedeyim. Annesinin başörtüsünü takan, eteğini giyen bir erkek çocuğuydum ben. Ama sonra taşraya taşındık. Daha eril bir ortam vardı orada. Sonra sekiz yıl erkek yurdunda kaldım. Hemcinslerime karşı ne kadar duvar örsem de bana bir şeyler geçmiş olmalı ki bekleme odasındayken diğer danışanlar hal ve hareketlerimin erkeksi olduğunu söylüyorlardı. Şu an hemen hemen tüm erkek konularını konuşabilirim. Para, araba, tamirat, din, siyaset... Halen zorlandığım oluyor ama zorlukların üzerine gitmemiz gerekiyor.
Velhasıl hocam erkeklik erkeklerden, kadınlık kadınlardan öğreniliyor. Kadın gibi olmak istiyorsan zorlansan da canın yansa da saatlerce, günlerce, yıllarca kadın ortamlarında bulunman lazım, büyük bir sabır göstererek... Başka bir çözümü yok gibime geliyor.

*

Bizim kurumdaki evlenememiş kadınlar, başka kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Gözlemci gibiler adeta. Oyunu oynamıyorlar sanki, sadece izliyorlar. Oyuncu değil izleyiciler. İşte o izleyicilikten oyunculuğa geçince çok şey değişiyor. Sahne benim sahnem, ışıklar beni gösteriyor, oyuncu benim demek çok önemli. Yoksa kendini soyutlayınca olmuyor. İzleyicilik gerekli ama yeterli değil. İstediğimiz kadar matkap kullananları izleyelim, kendimiz kullanmadıkça öğrenemeyiz.

4
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

03/03/2024
   
Eski DSM’de kesitsel yaklaşım benimsenmişken yeni DSM’de boyutsal yaklaşım benimsenmiş durumda. Artık hastalık var veya hastalık yok denmiyor, hastalığın hangi boyutta olduğuyla ilgileniliyor. Eskiden bir insan ya depresyondaydı veyahut değildi. Artık kişinin ne derecede depresyonda olduğuyla ilgileniliyor. Kişi 10 üzerinden 2, 3 veya 4 derecede depresyonda olabilir. Bu durumda Freud’un “Nevroz bir derece sorunudur.” sözüne geri dönülmüş oluyor. Freud’a göre yaşamakta olan herkes psikolojik olarak hastadır ve önemli olan bu hastalığın hangi derecede olduğudur.
   
Sizin eşcinsellikteki ölçütünüz öpüşmek ve penis ilgisi. Bir erkek başka bir erkekle öpüşmek istemiyorsa veyahut başka bir erkeğin penisiyle ilgilenmiyorsa o kişi eşcinsel değildir diyorsunuz. Bir erkeği beğenmeyi veyahut bir erkekle temas ederken erekte olmayı eşcinsellikten saymıyorsunuz çünkü duygusal tatmin yaşandığında da erekte olunabildiğini savunuyorsunuz. Sağlıklı bir heteroseksüelin eşcinsellik seviyesi 10 üzerinden 0 ila 1 arasındadır diyelim. Çünkü sadece bakıyor, “yakışıklı adammış” diyor ve bir saniye sonra unutuyor. Öpüşmek ve penis ilgisine 10 üzerinden 5 verelim. 10 üzerinden 0-1 arasındakileri “heteroseksüel”, 1-5 arasındakileri “eşcinsel eğilimli”, 5-10 arasındakileri “eşcinsel” olarak sınıflandırabiliriz. Narsist eğilimleri olan herkesin narsist, borderline eğilimleri olan herkesin borderline olduğunu söyleyemeyeceğimiz gibi eşcinsel eğilimleri olan herkesin de eşcinsel olduğunu iddia edemeyiz.
   
Peki ben bu derecelendirmenin neresinde duruyorum? Bir erkeğin dudaklarıyla veyahut penisiyle en son ne zaman ilgilendiğimi hatırlamıyorum. Bu durumda kesin olarak 10 üzerinden 5’in altında bulunuyorum. Kendimin 10 üzerinden1 ila 2 arasında durduğumu söyleyebilirim. Çünkü sadece sosyalleşemediğim zamanlarda hemcinslerime karşı “tatsız bir his”le doluyorum ki bu hissin cinsellikle bir alakası olduğunu zannetmiyorum. Hem zaten illa birisiyle cinsellik yaşayacaksam bu kişinin kadın olmasını isterim, erkek olmasını asla istemem. Şu sıralar durakladığımı düşünüyorum fakat belki de fark etmeden 10 üzerinden önce 4’e sonra sırasıyla 3’e ve 2’ye inmiş ancak gelişim bir anda olmayıp uzun bir sürece yayıldığı için gelişimi fark edememişimdir.

*
   
Gayriihtiyari bir şekilde bir erkeğin omzuna elini atmak, kolundan tutmak veyahut ayakkabısının ucuna ufak bir tekme atmak gibi olağan düzcinsel davranışlarında bulunduğumu hayretle gözlemliyorum.

*
   
Hayatımdaki durgunluğu belki de bu kadar abartmamalıyım. “Her gün birisiyle buluşmazsam gerilerim.” gibi gerçekdışı düşünceleri zihnimden atmalıyım. İki üç günde bir buluşsam ne olur ki? Evet bir arkadaş grubunun içine girsem veyahut sadece bir kişiyle çok yakın bir iletişimim olsa hızla iyileşeceğimin ben de farkındayım ama elinden ancak bu kadarı geliyor. Kimi spor salonuna, kimi tiyatroya, kimi ney kursuna giderek sosyalleşiyor. Bende hiçbirisi yok. Nasıl sosyalleşileceğini bilmiyorum. Bu durgunluk da fena değil sanki. Bir pazar akşamı bu satırları yazıyorum ve iki gündür kimseyle pek irtibatım olmadı. Bol bol uyudum, biraz kitap okudum, tıraş oldum, spor yaptım, sohbet dinledim, evi temizledim, yemek yaptım, yazı yazdım, yürüyüş yaptım, okulun içindeki gölün karşısında oturup tek başıma kahve içtim... Bazen ardı ardına her gün birileriyle vakit geçiriyorum bazense günlerce kimseyle konuşmuyorum. Galiba Bulgar göçmeni eski danışanınızın “Terapi sürecini akışına bırak!” tavsiyesine uyup gerisine karışmamak en iyisi.

*
   
Terapilerle birlikte mükemmeliyetçilik gibi bazı psikolojik kusurlarım da zayıflamaya başladı. Geçen sene bizim üniversite camisi imamının saçmalamalarına deli olurdum. Halbuki CİMER şikayetinden fazlası elimden gelmezdi ki onu da yapmıştım ve etkili olmuştu. Uzun bir aradan sonra üniversite camiinde cuma namazı kıldım. Herif vaazda ve hutbede saçmalamaya devam ediyordu. Bu sefer o kadar tetiklenmedim. Şikayetimi yapıp gerisine karışmayacağım. Caminin dibinde ilahiyat fakültesi var, o kadar ilahiyat talebesi ne işe yarıyor? Yirmi tanesi vaazda olay çıkartıp, olanları videoya alıp, videoyu sosyal medyada yaysa o herifi derhal açığa alırlar. Fazla abartmadan mücadeleci bir tavırla hayatımı yaşamaya çalışıyorum. Devlet kurumlarında sıkça söylendiği gibi: “Dik dur ama diklenme!” Cuma namazına rahatça yetişebilelim diye cuma günü öğle yemeğinin on dakika erkene alınmasını sağladım. Vekalet ücretlerinin dağılımı konusunda koordinatör avukata usulünce itiraz ettim. Bana hak verdi ve dağılımı değiştirdi. Tüm bu karşı çıkmalar bana iyi geldi, özgüvenimi tazeledi. Ben bazı yanlışlılara itiraz edince çalıştığım kurumda beni hem takdir ediyorlar hem garipsiyorlar. Küfretmeden, hakaret etmeden, devlete isyan etmeden bazı uygulamalardan duyduğum rahatsızlığı belirtmemin ne sakıncası olabilir ki? İnsanları anlamak çok zor. Sadede gelecek olursak mükemmeliyetçilik şemamın zayıflamasından -ki narsizmin iki temel şemasından birisidir- memnunum. Hayat bu şekilde daha güzel. “Felaketleştirme” huyumu aşamadım. Mesela dişim ağrıyınca dişimin çekilmek zorunda olduğunu zannediyorum ve elbette dişim çekilmiyor. Bazı işleri bazı gün ve vakitlerde yapma takıntım vardı, onu kısmen aştım. Evet, tırnakları pazar günü yerine cumartesi günü kesince ölünmüyormuş, bizzat tecrübe ettim. Ancak halen hafta içi yemek yapamıyor ve evi temizleyemiyorum, ikisinin de hafta sonuna ait işler olduğunu düşünüyorum. “Ya hep ya hiççilik” huyundan kurtulduğumu zannediyorum. Mesela o gün kendime dört saat kitap okuma hedefi koymuşsam ancak üç saat elli dakika okuyabilmişsem sinirden küplere biniyor, kendimi başarısız sayardım. Ben neden kendime bu kadar eziyet ediyormuşum ki? Ya kaza yaparsam, ya eşyalarım bozulursa, ya dişim ağrırsa gibi takıntılarım vardı, bunları yaşayarak aştım. İki sene önce bir arabaya 80 km/s hızla çarptım; ikimizin de aracı pert oldu. Birkaç ay önce evimin elektrik devreleri kısa devre yaptı hem bilgisayarımın hem telefonumun şarj aleti yandı. Bu hafta sonumu da diş ağrısıyla geçirdim, insanın bir uzvu ağrıyarak da birçok işi halledebileceğini yaşayarak tecrübe etmiş oldum. İnşallah geriye kalan takıntılarımı yaşamaya gerek kalmadan aşabilirim. Velhasıl eşcinsellik zayıfladıkça başka rahatsızlıklar da çözülüyor, başka rahatsızlıklar çözüldükçe eşcinsellik de zayıflıyor. Ama maalesef bu denklemin tersi de doğru: Eşcinsellik kuvvetlendikçe başka rahatsızlıklar da kökleşiyor, başka rahatsızlıklar kökleştikçe eşcinsellik de kuvvetleniyor.

04/03/2024
   
İki gün önce sabah 7:30’da babam aradı. “Bu saatte hayırdır inşallah!” diye düşünerek telefonu korkuyla açtım. Ses tonunun sakinliğinden ötürü olağanüstü bir durum olmadığını anlayıp rahatladım. Bir buçuk saat sonra duruşmam olduğu için de acele ediyordum. Hal hatır sorduktan sonra ağzındaki baklayı çıkarttı. Kardeşimin oturduğu binada bir ev satılıkmış, onu bana almak istiyormuş. Şimdilik ev sahibi olmayı düşünmediğimi, bir süre eşyalı 1+1 kiralık bir evde yaşayacağımı söyleyip teklifini reddettim. Ben bunu deyince komşumuzun Adana’da 1+1 boş evi olduğunu, istersem ona yerleşebileceğimi söyledi. Bu teklifini de reddettim. Sonra bana Kuveyt Türk’ün ilk evini alanlara kampanya düzenlediğini, ben de Kuveyt Türk müşterisi olduğumdan evi benim üzerime almak istediğini söyledi. Bu teklifini de reddettim. Hiç üstelemeden “Peki” deyip telefonu kapattı. Peki ben gerizekalı mıyım da çoğu kişinin bir ömür boyu peşinde koştuğu bir imkanı tek hamlede elimin tersiyle itiverdim? Gerizekalı olduğumu zannetmiyorum sadece narsistik kişilik bozukluğu olan insanları çok iyi tanıyorum. Onların zihin yapıları çok farklıdır. Erişkin bir insan gibi değil beş yaşındaki bir çocuk gibi düşünürler. İyilik yaptıkları insanları köleleri olarak görürler. 5 yaşındaki bir çocuk eğer oyuncaklarını topladıysa her istediğini yapmaya hakkı olduğunu düşünür değil mi? Narsistler de benzer şekilde düşünür. Geçen sene bu vakitlerde şu an içinde yaşamakta olduğum ve bir sene boyunca birçok sıkıntı çektiğim bu kötü eve beni “geçici bir süre” kalacağım gerekçesiyle yerleştirdi. Elbette ona karşı çıkmasını bilirdim ancak ertesi gün göreve başlamam gerektiğinden ve her şeyi aceleye getirerek tüm algılarımı alt üst ettiğinden karşı çıkamadım. Planı belliydi: Hem onu terk ettiğim için benden intikamını almış olacaktı hem de kötü bir kiracılık tecrübesinin sonunda kendimi onun satın aldığı eve atacak böylece tekrardan onun hükmü altına girmiş olacaktım. Onun plansız hiçbir adımı yoktur, on sene sonrasının dahi hesabını yapar. Ben onun teklifini reddederek onun planını bozmuş oldum. Hem onun satın aldığı eve yerleşmenin terapi sürecini kötü etkileyeceğinin de farkındayım. Bu kadar aşama kat etmişken geriye dönemem.
   
Babama karşı öfkeli değilim. Terapinin bir aşamasında ona karşı öfke doluydum ancak geçti. İlerleyebilmek için öfke bağından da kurtulmak gerekiyor. O şimdi benim için benden fiziki olarak yüz kilometre uzakta yaşayan, kendisine karşı bazı hak ve sorumluluklarımın bulunduğu bir ebeveynden ibaret.

05/03/2024
   
Birkaç gündür farklı olaylar yaşıyorum. Fazla sosyallik yaşamamama rağmen eşcinsel eğilimlerim kuvvetlenmiyor aksine zayıflıyor. Okulda veyahut iş yerinde yaşadığım ufak ama kaliteli sosyallikler benim için yeterli oluyor. Mastürbasyon yaparken hayal ettiğim kadınlara yine hayalen çok sadistçe davranmaya başladım, onları sadece bedenden ibaret görüyorum. Gün içinde canım sıkılırsa aklıma bir kadınla cinsellik yaşadığım hayali geliyor. Canım sıkkın değilken de aklıma kadın cinselliği gelebiliyor ve hafifçe erekte olabiliyorum. Ergenlik öncesi dönemde aklıma erkek hayali geldikçe heyecanlanır, hafifçe erekte olurdum. Aynı süreci tersinden yaşıyorum. Ergenliğe yeni girmiş, kadın cinselliğini yeni keşfeden on iki yaşındaki bir erkek çocuğu gibi hissediyorum kendimi. İnançlı olmasam her gün farklı bir kadınla beraber olma yoluna gidebilirdim. İlgi alanıma girebilecek erkeklere rastladığımda sadece biraz heyecanlanıyorum ama bu heyecandan rahatsız olmuyorum çünkü birkaç saniye sonra geçiyor ve heyecanın cinsel isteğe dönüşmemesinden ötürü mutlu oluyorum. O tatsız hissi de yaşamıyorum. Bazen içimden bazı kadınlara karşı adım atmak geliyor sonra kendimi geri çekiyorum. Eğer bu hislerim bir süre daha devam ederse ve tipik bir eşcinsel davranışı olan iyi çocuk rolüne girme halini yaşamıyorsam durgunluk aşamasından başka bir aşamaya geçmiş olacağım. Terapi süreci engebeli bir koşu parkuruna benziyor, sürecin her aşaması krizlerle dolu ve eğer kriz sağ salim bir şekilde atlatılabilirse kriz hâli gerçek hayatta olduğu gibi ilerlemeyle sonuçlanıyor.
   
Galiba kadın üzerinde tam hakimiyet kuracağıma inanınca bazı değişimler başladı. Erkek üzerinde hiçbir zaman bu kadar yüksek bir hakimiyet duygusu hissetmemiştim. Çünkü iki tarafta da kılıç varsa her zaman için savaş çıkması ve savaşın sonucunda yenilme ihtimali mevcuttur. Benim şimdiki hislerimi bir arkadaşım kendisi yaşıyormuş gibi anlatsa onun ya gizli eşcinsel olduğuna veyahut eşcinsel eğilimleri olan bir düzcinsel olduğuna hükmederdim. Zaten erkeklik dediğimiz kavram kadınla duygusal bağ kurma yeteneğinden ibaret değil mi? Kadınla duygusal bağ kuramayan erkeğin erkekliği eksik geliyor bana. Yine Zahid Efendi’nin: “Bir kadını idare edemeyene ben erkek mi derim!” sözüne geliyoruz. Babama bakacak olursan haşin, sert, öfkeli, dediğim dedik, baskın, güçlü bir erkek. Ama annemle duygusal bağ kuramıyor. Neden? Çünkü erkekliği eksik. Çünkü erkeklik kırıp dökmekten ve cinsellikten ibaret değil. Eğer mesele cinsellik yaşamaksa birçok eşcinsel erkek sırf denemek için bile olsa kadınlarla cinsel ilişki yaşıyor ancak bu yaşantılar onları erkekleştirmiyor çünkü duygusal bağ kurulmuyor. Bana, “Baban seni duygusal olarak hiç beslememiş.” demiştiniz. Kendisinde yokmuş ki beni beslesin.

07/03/2024
   
Erkeklere karşı o tatsız hissi artık nadiren yaşıyorum. Hayatım bir düzen içinde devam ediyor. “Her gün muhakkak biriyle buluşmalıyım!” takıntısını aşmak bana iyi geldi. İşten eve geldikten sonra biraz dinleniyor, ardından akşam yemeğini yiyor, daha sonra da yürüyüşe çıkıyorum. Yürüyüş sona erip eve dönünce bilgisayarın başına oturup yazı yazıyorum. Yazmaktan yorulunca biraz müzik dinleyip ardından uyuyorum. Hafta sonlarını ev işi yaparak ve dinlenerek geçiriyorum. Fazla geç yatıp gündüzleri uykusuz kalmaktan başka bir sorunum yok. Bugün bir kira sözleşmesi imzaladım, inşallah en kısa zamanda başka bir eve taşınacağım. Hayat akışında devam ediyor. “Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”

5
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI)

02/03/2024

“Birisine karşı ilgi duyup o tatsız hissi yaşadığın zaman onunla duygusal olarak yakın olduğunu, onunla arkadaş olduğunu, ona sarıldığını hayal et.” demiştiniz. Uyguluyorum ve işe yarıyor. Duygusal olarak tam tatmin olduğum zaman o tatsız his dahi olmuyor, bakıp geçiyorum, ilgimi çekmiyor. O tatsız hissin aslında bir uyarı işareti olduğunu söyleyebiliriz. “Derhal bir hemcinsinle iletişim kurman lazım!” anlamına gelen bir işaret. Anlık duygusal fantezi kurmak veyahut başını çevirip bakmamak geçici bir çözüm. Bir erkekle oturup samimi bir şekilde sohbet etmedikçe o düğüm çözülmüyor.

*
   
Abi ve kardeş rolünü çok iyi biliyorum ama koca ve baba rolünden epeyce uzağım. Sanki bu iki elbise benim bedenime göre dikilmemiş gibi. Üzerime giyince ya bol gelecek palyaçoya dönecekmişim veyahut dar gelecek boğulacakmışım gibi seziyorum. Yanlış bir sezgiyle karşı karşıya bulunduğumun farkındayım ancak salt farkındalık değişim için yeterli olmuyor.

*
   
Bir kızla ilişki yaşamadığım için vicdan azabı hissetmiyorum. Henüz o aşamaya gelmediğimi düşünüyorum. Terapi sürecini tamamlayan danışanlarınız kadın meselesine çok takılmamam gerektiğini, kadının sebep değil sonuç olduğunu, zamanı geldiğinde o meselenin kendiliğinden hallolacağını söylüyor. Bir kıza açılmak şimdilik irade sınırlarımın dışında kalan bir eylem. İrademin kolları oraya uzanmıyor.

*
   
Geçen hafta psikoterapi kuramları dersinde hoca altı dakikalık bir kısa film izletti. Filmde gördüklerimizle terapi süreci aşamalarını kıyaslamamızı istedi. Film, yaşlı bir kadının tramboline tırmanıp oradan havuza atlayışını konu ediniyordu. Filmin bir yerinde kadın öyle bir noktaya geliyordu ki merdivenden tırmanmaya devam ediyordu ancak merdivenin ne başını ne de sonunu görebiliyordu. El kaldırıp bu aşamanın terapideki duraklama aşamasına denk düştüğünü söyledim. Hoca fikrimi doğru buldu ve bu aşamada terapistin danışanı yüreklendirebileceğini, nereden geldiğini ve neleri başardığını hatırlatabileceğini söyledi. Ben tam olarak bu  aşamadayım. Önümü göremiyorum, nereye gittiğimi bilmiyorum. Aynı döngüyü tekrarlayıp duruyorum. Hiçbir şekilde bir erkeğe karşı cinsel arzu duymuyorum. Kaliteli sosyallikler yaşarsam hemcinslerime karşı duygusal ilgi de duymamaya başlıyorum, zihnimde kadın hayalleri belirmeye başlıyor. Sosyallik yaşayamayınca erkeğe karşı duygusal ilgi devam ediyor ve bir erkeğe bakınca içinde cinsellik barındırmayan ama ne olduğunu da tam tanımlayamadığım o tatsız hissi tecrübe ediyorum. Denklem hiç değişmiyor. Sosyalleşince rahatlıyorum, yalnız kalınca bunalıma giriyorum. Bunu bildiğimden ötürü bir ara her gün birisiyle buluşuyordum. İyi de geliyordu ancak çok yoruluyordum. En iyisi bir arkadaş grubunun içinde kaybolmak veyahut bir erkekle çok sıkı bir iletişim kurmaktı. Bunlardan birisini yapmış olsaydım iyileşme sürecim epeyce hızlanırdı ancak yapamadım. Denedim ama olmadı. Araştırma görevlisi olan arkadaşım kafayı yazdığı tezle bozmuş durumda, ayda bir ancak görüşebiliyoruz. Aynı kurumda çalıştığımız arkadaşım otuz yaş bunalımı yaşıyor. evinden çıkmak istemiyor. Üç çocuklu aileymişim gibi tatlımı alıp misafirliğe gidiyorum herife. Sağdan soldan apardığım iletişim parçalarıyla hayatımı idame ettirmeye çalışıyorum.  Sosyalleşmenin benim için bir takıntı haline gelmeye başladığını fark edince her gün birileriyle buluşmayı bıraktım. Evet yalnız kalınca bunalıma giriyorum ama bundan daha fazla ne yapabilirim? Ben nasıl sosyalleşileceğini de pek bilmiyorum. Ne maça giderim ne spora giderim ne de bir hobi kazanmak için kursa giderim. Sosyallik de rızık gibi, ne zaman nereden geleceği belli olmuyor.

(Birkaç gün sonra...)

“Her gün birisiyle buluşmalıyım.” kuralı gerçekdışı bir kuraldı ve beni yoruyordu. Gerçekdışı kuralları gerçekçi kurallarla değiştirmedikçe takıntılardan kurtulamıyoruz. Bu yüzden artık “İki üç günde bir, kaliteli sosyallik yaşasam yeterli.” kuralıyla hayatıma devam ediyorum. İlk terapilerden birinde evde kalınca cinsel hislerimin arttığını bu yüzden çok yorgun olsam dahi işten çıktıktan sonra saatlerce yürüyüş yaptığımı anlatmıştım. Siz bu yaptığımdan pek hoşnut olmamış, “Cinsellik hissetmemeliyim!” takıntısı da dahil olmak üzere her türlü takıntının eşcinselliği kuvvetlendirdiğini söylemiştiniz. “Bu adam da kafayı obsesif kompulsif bozukluk ile bozmuş!” diye düşünmüştüm ancak haklıymışsınız. Eşcinsel zihni en faydalı bir alışkanlığı dahi takıntıya dönüştürebiliyor. Sosyallik hususunda bu kadar ısrarcı olmamalıyım çünkü onun dışında ruh sağlığıma iyi gelen birçok faaliyet var. Mesela hafta sonları genellikle yalnız olmama rağmen bunalıma girmiyorum. Evimi temizliyorum, yemek yapıyorum, bolca uyuyorum, yürüyüş yapıyorum, kitap okuyorum vs. Başarı kazanmak, günlük sorumluluklarımı yerine getirmek, çalışmak, görevimi yapmak beni iyileştiriyor. Gerçi onu da takıntı haline getirmek mümkün ve bu takıntı bende köküyle, budağıyla mevcut. Geçen gün eve geldiğimde planım yemeği yiyip yürüyüşe çıkmaktı. Vatsapta kurmuş olduğunuz “Terapi” grubunda yazışmalar başlayınca o yazışmalara katılmadan edemedim çünkü o gruptaki bir danışana yardım etmem gerekiyormuş gibi hissettim. Tabii birkaç saat yazışmalarla geçti ve programım aksadı. Sonra tivitırda dolaşırken yakışıklı bir adamın profilindeki birkaç normal/erotik olmayan fotoğrafına baktım ve cinsellikle alakası olmayan o tatsız hissi hissettim. Neden birkaç saat önce sokakta yürürken o adamdan daha yakışıklı onlarcasını görmeme rağmen hiçbirisine aklım takılmamıştı veyahut birkaç saat sonra yapacağım yürüyüşte kimse dikkatimi çekmeyecekti de şimdi baş parmağımın kesit alanı kadar bir profil fotoğrafından tetiklenmiştim? Çünkü birkaç saat önce işten çıkmıştım ve görevimi yapmış olmanın özgüveniyle kimseyi gözüm görmemişti. Oysa yazışmalarla oyalanıp planım gecikince özgüvenim düşmüş ve o eksikliği yakışıklı bir erkek fotoğrafıyla gidermeye çalışmıştım. “Duygusal dünyanda kriz çıkınca erkeğe yöneliyorsun.” sözünüz doğru çıkmıştı. Basit bir planın gecikmesinden dahi rahatsız olmam, mükemmeliyetçilik şeması ve ona bağlı bazı gerçekdışı kurallardan, takıntılardan, ve narsistik taleplerden kaynaklanıyordu. “Her zaman istediğim olmalı”, “Her zaman başarılı olmalıyım”, “Asla düşmemeliyim”, “Her zaman en iyisi olmalı” gibi... Bunun gibi takıntılardan kurtulmadıkça ne bana ne de herhangi bir eşcinsele rahat yok.

Son üç haftanın benim için en büyük kazanımı bu sürecin bir günde sona ermeyeceğini kabullenmek oldu. Ümitsizliğe düştüğüm oluyor ancak bu kadar yol kat etmişken bırakmak istemiyorum. Benden daha ağır hikayesi olan birçok kişinin dahi iyileştiği aklıma gelince ümitleniyorum. Umut ve umutsuzluk arasında gelip giden bir sarkaçtayım. Terapideyken yaşayacağım tüm aşamaları biliyormuş gibi bakıyorsunuz. Bildiklerinizi bana da bildirmenize, süreci belirginleştirmenize ihtiyacım var. Merdivenin ucunda beyaz bir bulut parçasından başka bir şey göremiyorum. Nereye doğru gittiğimi bilmek istiyorum. Ne yalan söyleyeyim siz de kolay bir terapist değilsiniz. Zor danışanlarla uğraşa uğraşa zorlaşmak durumunda kalmışsınız.

*
   
Erekte olma meselesini kendi içimde hallettim. Düzcinsel bir erkeğin de yoğun duygusal tatmin yaşadığında erekte olabileceğini söylediniz ancak bu fikrinize katılmıyorum. Duygu ve cinselliği birbirine tamamen karıştıkları için duygusal tatmin yaşayınca erekte olma halini sadece eşcinsellerin yaşadığını düşünüyorum. Ben birkaç sene öncesinde bir kediyi severken dahi erekte olurdum. Elbette bir kediye karşı cinsel arzu beslemezdim ancak duygusal tatmin erekte olmama sebep olurdu. Bir arkadaşımla sarıldığımı hayal edince erekte olursam endişelenmiyorum çünkü bu durumun duygusal tatminden kaynaklandığını biliyorum. Arkadaşım bana cinsel amaçlarla yaklaşmaya kalksa ben onu yere iterim. Yolda yürürken birini beğenince onunla cinsellik yaşamak istemiyorum, onunla saatlerce sohbet etmek istiyorum. Eşcinsellerin duyguyla cinselliği karıştırma konusuna bir örnek vermek isterim. Cinsel isteğinin yüksek olduğunu bildiğim bir arkadaşımla oturuyorduk. Karşılanamayan duygusal ihtiyacın kendisini cinsel istek olarak dışa vurduğunu söyledim. Bunun üzerine bana; altı yıl bir kızla sevgili olduğunu, ilk beş yılda cinsel isteğinin fazla olmadığını ancak kızla sorunlar yaşamaya başlayınca cinsel isteğinin yükseldiğini, kızdan ayrılınca cinsel isteğinin en üst noktaya ulaştığını anlattı. Eşcinsel erkek, bir erkeği önce cinsel olarak olarak arzularken; sağlıklı bir düzcinsel erkek bir kadını önce duygusal olarak arzuluyor, cinsel hisler duyguların ardından geliyordu. Bu bilgiyi bana daha ilk terapide söylemiştiniz ancak zihnimde soyut bir bilgi olarak kalan bu kuramın uygulamadaki yerini düzcinsel bir arkadaşımdan hele de cinsel isteği yüksek bir düzcinsel arkadaşımdan dinlemek, benim için kıymetli bir tecrübe oldu. 

*
   
Terapi sürecinde gerileme yaşamak çok doğal hatta olması gereken bir durum çünkü gerilemenin bir sebebi var ve bu sebep terapi odasında ortaya çıkartılıp gerekli müdahaleler yapılırsa gerileme birdenbire ilerlemeye dönüşüyor. Mesela fazla dinleyici rolünde olmanın beni gerilettiğini size söyleyince bana bu durumu aşabilmem için bazı tavsiyeler verdiniz ve o tavsiyeleri uygulayarak dinleyici rolünden kurtulmak beni ilerletti. Gerileme yaşamak danışanı ilerletiyor da duraklama yaşamak danışana nasıl etki ediyor? İşte bunu bilmiyorum. Şu sıralar bir duraklama yaşıyorum ve bu durumu nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Daha da kötüsü “duraklama aşaması”nın terapi sürecindeki yerini, vazifesini, sebebini ve sonucunu zihnime oturtabilmiş değilim. Hayatımın her aşamasında durgunluk yaşıyorum. Eşcinsellik bunalımlarını atlattıkça otuz yaş bunalımı meydana çıkıyor. Kariyerim konusunda endişeliyim, yeni arkadaş edinemiyorum, aile kurmak gibi bir niyetim yok, artık eşcinsel olmasam da düzcinsel olduğum da söylenemez vs. Zihnimin kepenkleri indirip kendini tadilata aldığını ümit ediyorum yoksa bu kadar durgunluk hayra alamet değil.

*
   
Bazı davranışlarınızı şahsıma yönelik algılamamaya karar verdim. Siz de bizim gibi bir savaşın içindesiniz ve o savaşın gereklerini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Yedi yıl aradan sonra eşcinsellik dışı bir sebeple size terapiye gelen Adanalı danışanınız beni ofisinizin dış kapısına kadar uğurlamıştı. Dış kapının önünde de on dakika kadar sohbet etmiştik, sonrasında beni yaşadığı şehre davet etmişti. Sosyalleşmeye neden bu kadar meraklı olduğunu anlayamamıştım. Bu süreci tecrübe ettikçe anlıyorum. Sosyalleştikçe eşcinsellikten kurtulmuştu ve anlaşılan bu savunma mekanizmasını ömrünün sonuna dek sürdürecekti. Öyle seziyorum ki siz yaşamınızın bir evresinde bir şeyden veyahut bir şeylerden korkmuşsunuz. Eşcinsel olmaktan olabilir, kendini gerçekleştirememekten olabilir, Edirne’ye hapsolup kalmaktan olabilir... Ben sizin ömrünüz boyunca bir erkeğe dahi cinsel çekim duyduğunuzu zannetmiyorum ancak aile hikayeniz ve kişilik yapınız sizi eşcinselliğe sürüklemeye çok müsait. Katil mizaçlı birisinin dedektif olması gibi siz de eşcinsel yapılanmaya müsait kişiliğinizi lehe kullanmışsınız. Sosyal medyada genellikle eşcinsellikle ilgili paylaşımlar yaptığınız için sizi tanımayan birçok insan sizin gizli eşcinsel olduğunuzu düşünüyor. Bir dedektife “gizli katil” denemiyorsa size de gizli eşcinsel denemez. Eşcinsel olabilecekken eşcinsel terapisti olmuşsunuz, burada garipsenecek hiçbir şey yok. Eşcinsellik korkunuza karşı belirli savunma mekanizmaları geliştirmişsiniz. Bu mekanizmalar işe yaramış olacak ki onları halen kullanıyorsunuz. İnsanlara karşı çıkmak olsun, fikirlerinizi ısrarla savunmak ve yaymak olsun hepsi sizin kendi savaşınızda kullandığınız silahlar ve o silahlar biz danışanlarınıza değil sizi bastırmaya çalışan içinizdeki ve dışınızdaki tehditlere yönelmiş durumda. (Terapiste alışma sürecimin hayatla barışma sürecimle atbaşı gitmesi de ilginç elbette.)
   
Terapi dışında sizinle iletişim kurmak bana hayli ilginç geliyordu. Hangi rolünüzle karşı karşıya bulunduğumu ve o rolün karşısında hangi rolü oynayacağımı şaşırıyordum. Karşımdaki terapist HK ise danışan Ömer, baba HK ise oğul Ömer, abi HK ise kardeş Ömer, hoca HK ise öğrenci Ömer olmalıydım. Zaman içerisinde bu kafa karışıklığı dağıldı. Kitapçıya gittiğinizde elinize rastgele aldığınız bir kitabın rastgele açtığınız sayfasında dahi eşcinsellikle ilgili bir mevzuyla karşılaşıyorsanız hayatınızı gerçekten eşcinsel terapi etrafında şekillendirmişsiniz demektir ve terapi dışında danışanlarınızla kurduğunuz her türlü iletişim de terapiye dahildir. Geçenlerde beni görüntülü aradınız ve telefonda bir saat kırk üç dakika konuştuk. Hem beni aramanıza hem de benimle uzun süre konuşmanıza şaşırdım. Bazen sizi aramak istiyorum ama korsan terapi talebinde bulunuyormuşum gibi görünmekten çekiniyorum. Gerçi zaten her gün benimlesiniz. Bana teklif edilen herhangi bir sosyalleşme talebini reddedecek gibi olduğumda görüntünüz gözümün önüne geliyor, sesiniz kulaklarımda çınlıyor ve o talebi reddedemiyorum.

Sizinle konuşurken ben gayri ihtiyari danışan rolüne girdikçe beni o rolden çıkarıyor; kardeş, arkadaş, öğrenci rollerimle iletişime geçiyordunuz. Size ilk terapiye geldiğimde beni lezbiyen bir danışanınızın terapisine almıştınız. Onun karşısında takındığınız tavır ile sadece siz ve ben varken bana karşı takındığınız tavır bambaşkaydı. Galiba çoklu rol ilişkilerinin yol açtığı olumsuzlukları rolleri birbirinden ayırarak önlüyorsunuz. Terapi süreci bittikten sonra iletişimimizin hangi rollerle devam edeceğini merak ediyorum.

6
DOKUZUNCU TERAPİ

25/02/2024
   
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz.  O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
   
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
   
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.

“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”

“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”

“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”

“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”

“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
   
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
   
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
   
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.

Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.

“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”

“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
   
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.

“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”

“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”

“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”

7
SEKİZİNCİ TERAPİ (DEVAMI)

Bu yazının en son kısmını o gerizekalıya ve o gerizekalıya müsaade eden size ayıracağım. Yazı boyunca onun ismini anmayacağım, ondan “gerizekalı” rumuzuyla bahsedeceğim.
   
Bekleme odasında Yavuzla oturmuş konuşuyorduk. Kapıdan içeriye kırk küsur yaşında olan bir adam girdi. Odaya girer girmez odanın en görünmez yerine, duvarın arkasındaki tekli koltuğa oturdu. Yavuz beni şaşırtan bir girişkenlikle daha oturmadan o adamla tanıştı. Meğersem onun geleceğini zaten biliyormuş ve kendini bu duruma hazırlamış.
   
Herif iletişim kurmamaya ant içmiş gibiydi. Tuhaf tuhaf sorular soruyordu, sorulan sorulara soruyla cevap veriyordu. “Oyun oynamayı seviyorsunuz galiba?” diye sordum. Şu an içeriğini hatırlayamadığım saçma sapan bir cevap verdi. Büyük ihtimal cevap da vermemiş, bumerang gibi sorumu bana döndermiştir. Tüm eşcinsel patolojilerini bünyesinde toplamış gibiydi. Dalga geçercesine sorular sorarak muhatabını kendince küçümsüyordu ancak gerçek kişiliğini ortaya çıkarmaktan deli gibi korktuğu açıktı. Muhatabının yarasını bulup o yarayı acıtmaktan keyif alıyor gibiydi ancak muhatabı aynısını onun için yapamıyordu çünkü gerçek kişiliğini -varsa şayet- ortaya koymuyordu. İnsanları rahatsız ederek dikkat çekmeye çalışıyordu. Gerçi başka bir şansı da yoktu, böyle bir insanı hiç kimse sevmezdi. Bağ kurma en temel ihtiyaçlarımızdan olduğundan sevgiyle kuramadığı bağı öfkeyle kuruyordu. Sanki içi tüm insanlığa karşı öfke doluydu ve ne kadar insana zarar verirse o kadar kazançlı çıkacağını düşünüyordu. Öfkesini zamanında asıl yöneltmesi gereken kişilere yöneltebilseydi bu yaşında bu kadar zavallı bir duruma belki düşmezdi. Odanın en görünmez ve korunaklı yerine oturarak, gerçek kişiliğini oyunculuğunun arkasına saklayarak katıksız ve hakiki bir korkak olduğunu ortaya koyuyordu.
   
Aradan on dakika geçmişti ve ben, Yavuz ve gerizekalının konuşması iyice anlamsız bir yere doğru gitmeye başlamıştı. Bir yandan da herifle tanışmak hususunda bu kadar aceleci davrandığı için içimden Yavuz’a kızıyordum. Konuşma anlamsızlığın en uç noktasına ulaşmıştı ki Yavuz yemeğe gitmeyi teklif etti. Zaten bir yemek planı yapmıştık ama planı daha geç gerçekleştireceğimizi düşünüyordum. Planı gerçekleştirme vaktimizi umursamadım bile, o an önceliğim odadan kurtulmaktı. Yavuzla ofisten dışarı çıkarak gerizekalıyı bekleme odasında tek başına bıraktık.
   
Geri döndüğümüzde gerizekalının sizinle kavga edip ofisi terk ettiğini öğrendik ve derin bir oh çektik. Ancak sonra ne olduysa birden ortaya çıktı ve o koltuğa gün boyunca kalkmamak üzere tekrar oturdu. Saatlerce bıkmadan usanmadan cinsel ilişkiye giriyormuş gibi sesler çıkarttı. Kemerini de çözmüştü Biz sohbet ederken ayağıyla yeri gıcırdatıp konuşmamızı engellemeye çalıştı, konuşmaların arasına girip herkesin keyfini kaçırdı. Ben terapiden çıktıktan sonra onunla hiç muhatap olmadım, odada yokmuş gibi davrandım. Bu duruma epeyce bozuldu, bir süre ne yapacağını bilemedi. Sonra tekrardan bana sataşmaya başladı. Güya siz bana onunla muhatap olmamam gerektiğini söylemişsiniz de ben bu yüzden onunla konuşmuyormuşum. Konuşmaya değer bir insan olmadığı ve kişilik bozukluğu hastalarının tedaviye cevap verme ihtimali düşük olduğu için onunla konuşmadığım ihtimali aklına bile gelmiyordu maalesef. Bu cümleyi beni kızdırmak için söylediğini düşünmüştüm çünkü eğer on dört yıldır sizi tanıyorsa sizin böyle bir söz söylemeyeceğinizi bilmesi lazımdı. Ancak ben gittikten sonra da arkamdan aynı sözü söylemiş. On dört yıl boyunca sizin en temel yaklaşımlarınızı dahi anlayamamış olması ondan “gerizekalı” rumuzuyla bahsetmemi haklı kılıyor.
   
Bana sataşmaya başladıktan sonra yaptığım ölümcül hata şu oldu ki ona sözel ve fiziksel şiddet uygulamadım. Bir erkek bir erkekten hoşlanmazsa ya o yokmuş gibi davranır ya da gider ona şiddet uygular. Kırk küsur yaşında olmasına rağmen erkekler dünyasının en temel kurallarından bihaber olan bu gerizekalıya fiziksel şiddet yoluyla haddini bildirmediğim için çok pişmanım. Çünkü iş o raddeye gelmişti ve ben yapmam gerekeni yapmayarak hata etmiş oldum. Ancak yapmış olduğum hata sizin yapmış olduğunuz hatanın onda biri oranında dahi olmadığı için vicdan azabı çekmiyorum. O herifi bekleme odasının eşiğine dahi yaklaştırmamanız gerekiyordu çünkü sizin danışanlarınızın bir kısmı taciz/tecavüz mağdurlarından, bir kısmı tacize/tecavüze uğradığı halde bunun farkında olmayanlardan, bir kısmı da ciddi anlamda baba travması yaşamış olanlardan oluşuyor. O gerizekalı yüzünden birisi o odada kriz geçirebilir veyahut dayanamayıp o herifi yaralamaya kalkabilirdi. O adam danışanlarınızın travmalarını çok iyi bilmesine rağmen kasten o travmaları tetikleyecek davranışlarda bulundu. Saf/katıksız kötülüğün ne olduğunu öğrenmek isteyen ona bakabilir. Peki bu kötü bir insanı sevmeye devam eden size ne demeli? O adamın davranışlarına müsaade ederek “Faydalı olmak ve zarar vermemek” kuralına aykırı davrandınız, meslek etiğini ihlal ettiniz, bir psikologdan çok bir tüccar gibi davrandınız. Cesaretin umursamazlığa dönüştüğü noktada duruyorsunuz. Danışanlarınızın zarar görmesini önemsemediniz. Yaşadığım yoğun öfkeden dolayı ofisinizden çıktıktan sonra gittiğim camide dikkatimi toparlayamadım, aynı namazı üç defa kıldım. Ofisinize dönüp camı pencereyi indirmemek, o herifi yaralamamak için kendimi zor tuttum. Telefonda söylediğiniz, “Haber vermeden gelmiş, bu seferlik idare edelim.” savunması komik dahi değildi ve inandırıcılıktan hayli uzaktı. Sabah erken veya akşam geç saatte terapiye alsaydınız o zaman? Veyahut o odada durmak zorunda mıydı? Başka bir yerde beklemesini isteyemez miydiniz? Çok seviyorsanız evinizde besleseydiniz? Biz beslemek istemiyor ve itlaf edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Siz onu tanıyor olsaydınız ancak o sizi ve ailenizi tanımıyor olsaydı o gerizekalıyla evladınızı bir dakika bile aynı mekanda tutar mıydınız? Peki danışanlarınızın suçu ne? Ben bin kilometre öteden oraya şifa bulmak için geliyorsam sizin de bana karşı bazı sorumluluklarınız bulunmuyor mu? Elbette bulunuyor ancak bu sorumlulukları yerine getirmediniz. Size karşı gösterdiğim dikkat ve özenin onda birini dahi o gün bana ve diğer danışanlarınıza karşı göstermediniz. O gün için harcadığım binlerce lira ile yaklaşık on beş saat boşa gitti. Keşke o gün hiç gelmeseydim. Zararım kârımı geçti. O günün üzerimdeki en büyük etkisi de şu oldu ki sizin ve ofisinizin bendeki büyüsü bozuldu. Çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Çapa’daki o ofis benim güvenli alanlarımdan bir tanesiydi ancak sorumsuzca davranışlarınız bu eşleştirmemi yerle bir etti. Size duyduğum sevgi, saygı ve güven azaldı. Bir hafta boyunca içimden hiçbir dediğinizi yapmak gelmedi. Attığınız yazıyı yarım yamalak okudum, gönderdiğiniz videonun on dakikasını ya izledim ya izlemedim. Danışanlarınızın zarar görmesine nasıl razı gelebildiniz? Biliyorsunuz ben sizi hiçbir zaman tanrılaştırmadım, sizi hiçbir zaman elindeki sihirli değnekle tüm sorunları halleden bir sihirbaz olarak görmedim. Bu yüzden yaptığınız hatalar beni sizden soğutmamıştı hatta hata olarak gördüğüm davranışlarınızı beraber değerlendirmemiz beni size daha da yaklaştırmıştı. Ancak bu son olayda hata yoktu, kasıt veya ağır ihmal vardı. Vicdansızca, gaddarca ve zalimce davranmak vardı. Bir anlığına tüm inceliklerden yoksun olduğunuzu ve tüm bu anlattıklarımı düşünemediğinizi varsayalım. On dört yıldır iyileşememiş ileri derecede patolojik bir vakanın terapi sürecine yeni başlamış danışanlarınız üzerinde meydana getireceği olumsuz etkiyi de mi hesap edemediniz?   

Eşcinsellerde bahaneler bitmediği gibi sizde de bahaneler bitmez. Bu konuya ilişkin savunmalarınızı az çok tahmin edebiliyorum. O gerizekalıyı o odaya soktunuz çünkü danışanlarınıza nevrotik bir “baba” karşısında pasif kalmamaları gerektiğini öğretmeye çalıştınız değil mi? Merak etmeyin danışanlarınızın geçmişinde ve şimdisinde yeteri kadar nevrotik insan mevcut bulunuyor, hiçbirinin bir tane daha nevrotik insana tahammül edecek mecali yok, hele ki şifa bulmak için gittiği yerde... Bildiğiniz üzere danışanı korktuğu nesne ve durumlarla karşı karşıya getirmeye psikolojide “maruz bırakma” adı verilir. Bu yöntem bir  psikolog gözetiminde ve belirli şartlar dahilinde uygulanabilir. Bu tekniği gerizekalılar uygulayamaz çünkü gerizekalılara psikoloji lisansı verilmez. İnsanlara fiziksel olarak zarar veren bir şizofreni hastasına ofisinize alır mısınız? Peki psikolojik olarak zarar veren birisini neden alıyorsunuz? “Ben gelene git demem!” kuralınızdan bahsetmeyi düşünüyor olabilirsiniz. Obsesif eğilimli danışanlarınıza, “Kuralları yık!” diyorsunuz ya belki sizin de bazı kuralları yıkmanızın zamanı gelmiştir? Gelmeyi hak etmeyene git diyememek belki pasifliktir veya fedakarlık şemasının sonucudur veyahut psikolog narsizmine dahildir? “Birbirini sevmeyen her danışanı ayrı almaya kalksaydım on tane ofis tutmam gerekirdi.” diyeceksiniz belki. “Sevmediğim danışanlarla aynı odada bulunmam.” diye bir kuralım yok, herhangi bir danışanın da böyle bir kuralı olduğunu zannetmiyorum. Nitekim tanışmaktan memnun olmadığım bir danışanınız oldu ancak “Onunla aynı mekanda bulunmam!” demeyi hiçbir zaman kendim için bir hak olarak görmedim. Burada sevip sevmemekten ziyade zarar verip vermemeye odaklanıyorum. Danışanlarınıza zarar veremezsiniz veyahut danışanlarınıza kasten zarar veren bir gerizekalıyı o odaya alamazsınız -eğer gerçekten bir psikologsanız. Bazı makam sahiplerinin yaptıkları adaletsizliklerden bahsediyorsunuz ve onları yerden yere vuruyorsunuz. Kendisi iyileşemediği için başkalarının iyileşme sürecini olumsuz yönde etkilemeye çalışan bir mahluku o odaya sokmanız haksızlık ve adaletsizliğin ta kendisi değil midir?
   
O gerizekalıyla bekleme odasında tekrar karşılaşıp olay çıkarmayı, bağırıp çağırmayı, onun ağzını burnunu dağıtmayı o kadar çok istiyorum ki... Ancak bu dediklerimi yapsam dahi ofisinizden öfke küpü olarak çıkacağım için zararda olacağım. Param, emeğim ve zamanım boşa gitmiş olacak. İnşallah, “Yazılarını satır satır okuyorum.” sözünüz doğrudur da şurada yazdıklarımın zekatı kadarını dikkate alırsınız ve o gerizekalıyı bundan sonra benimle veya başka bir danışanınızla karşı karşıya getirmezsiniz.
   
Tabii tüm bu eleştirilerimin üzerinizde zerre miktar etkili olacağını düşünmüyorum. Zaten size göre Freud’dan bu yana ortaya çıkmış tüm terapistler aptaldır ve sadece siz akıllısınız. Terapi müessesesinin tüm anahtarları Cenab-ı Hak tarafından sizin avuçlarınıza bırakılmıştır. Bu yüzden de yüzyılı aşan bir birikimin hiçbir kuralını önemsemenize gerek yoktur. İnşallah bir gün siz de hata yaptığını kabul etmenin, yeri geldiğinde susmanın, bazen orta yolu bulmanın ve her atılan taşa baş uzatmamanın pasiflik ve kadınsılık değil insanlık olduğunu idrak edebilirsiniz.   
   
Sonuç olarak o herife hakkımı helal etmiyor, o herifin Cenab-ı Hak’tan bir an önce belasını bulmasını diliyor ve sizin o gün o odada bulunan danışanlarınıza bir özür borçlu olduğunuzu düşünüyorum.

*
   
Hep sizi suçladım ama acaba o gerizekalının o odada olmasından neden en çok ben etkilendim? Öfkemin o heriften çok size yönelik olduğunu fark etmişsinizdir. Çünkü babamın kendine has özelliklerini herhangi birinde yüksek seviyede gördüğümde tetikleniyorum. Babamın özelliklerinden bir tanesi de hem merhametli hem acımasız olmasıdır. İkinci üniversiteyi okumama karşı olmasına rağmen yüz kilometrelik yolu minibüsle gitmeyeyim diye bana araba almıştı. Ne kadar merhametli bir insan değil mi? Ama ben KPSS’ye çalışırken her akşam alttan alta laf sokarak beni hançerleyen, “Kartların parasını ben ödüyorum!” diyerek verdiği üç kuruşu yüzüme vuran, sınav sonucu açıklandığı gün bana bağıran, evden ayrılacağım akşam bağırarak üzerime yürüyen, beni kendisine bağımlı kılabilmek için yeteneklerimi tırpanlayan da kendisiydi. Zaten bir iyi bir kötü davranarak muhatabını deliye çevirmeye bayılır. Çelişkili davranışlar sergilemek sizin de en temel özelliklerinizden mi? Hocamın vefat yıldönümünde bana hocamın videosunu gönderen Hüseyin Kaçın mı gerçek yoksa danışanlarına zarar vereceğini bile bile o gerizekalıyı bekleme odasına sokan Hüseyin Kaçın mı? İyiliğiniz mi kötülüğünüzü çevreliyor yoksa kötülüğünüz mü iyiliğinizi çevreliyor? Sizi ikiye ayırıp yarınızı baş tacı edip yarınızı ayağımızın altına alamayacağımıza göre hangi Hüseyin Kaçın’a inanalım?

8
SEKİZİNCİ TERAPİ

30/01/2024
   
Geçirdiğim iki haftalık zorlu süreç ve onu izleyen iki günlük rahatlama dönemiyle birlikte şunu net olarak anladım ki; bir erkekten kesinlikle duygusal eksiklikten ötürü etkileniyorum. Duygusal yönden mutmain olduğum zaman eşcinsel hisler de söz konusu olmuyor. Bu yüzden bir erkekten etkilenme hâlini artık fazla önemsemiyorum çünkü etkilenmenin sebebini biliyorum ve sebep (duygusal ihtiyaç) ortadan kalkınca sonucun (eşcinsellik) da kendiliğinden ortadan kalkacağının farkındayım.

“Duygusal açıdan tatmin olmazsak fantezi dünyasına kayıyoruz.”

“Duygusal dünyanda kriz çıkınca erkeğe yöneliyorsun.”
   
Size dinleyici rolünü bırakıp konuşmacı rolünü kazanmaya başladığımı söyledim. Böylece hem kendimi ifade etmiş hem de karşı tarafı bir duvarla konuşuyormuş hissinden kurtarmış oluyordum. Geçen yazımdaki, “Okumak kadınsıdır, yazmak erkeksidir.” tespitime bir ekleme yaptınız. Dinlemenin kadınsı, konuşmanın erkeksi olduğunu söylediniz. Yavuz tespitime bir şerh düştü. Fiillerin değil tavırların erkeksi veyahut kadınsı olduğunu söyledi. Yani erkeksi bir tavırla yemek yapma ile kadınsı bir tavırla yemek yapmanın farklı olduğu gibi erkeksi bir dinleme ile kadınsı bir dinlemenin farklı olduğunu ifade etti.

“Dinlemek yardım veren rolünde olmak ve pasif kalmakken konuşmak kendini, varlığını ispat etmektir.”

“Dinlemek kadınsı bir rol. Ben eksiğim, güçsüzüm, çaresizim, bilgiye açım demek. Konuşunca kral benim diyorsun. Kurala aykırı olmasına rağmen biz neden terapide çok konuşuyoruz? Erkeksiliği örnekliyoruz.”

“Sadece dinlersen erkek erkeğe iletişimin bir faydasını göremezsin.”

“Sosyal ortamlarda asla geriye çekilmeyeceksin. Amacın sahneye çıkmak olacak. Konuşan erkeklere dikkat et çok da önemli konular konuşmuyorlar. Konuşarak varlıklarını ispat ediyorlar.”

Yavuz bekleme odasındayken, “Narsistler herkesin hikayesini dinler ama kendi hikayelerini anlatmaz.” diyerek bana güzelce bir laf soktu. Ne yalan söyleyeyim gizli narsistlikten aleni narsistliğe geçmiş olmak beni fazla rahatsız etmiyor çünkü tebellür etmiş, su yüzüne çıkmış bir sorunu çözmek daha kolaymış gibime geliyor. Pamuklara sarmalanmış, duygusallığın ve kırılganlığın ardına gizlenmiş narsizmi çözmek daha zor değil midir? Pasif = gizli narsist + aleni borderline iken aktif = aleni narsist + gizli borderline diyebilir miyiz acaba?

“Nofap yapıyorsan yap senin için bir sakıncası yok. Otuz yaşından sonra mastürbasyon yapmak gereksiz bir iş.”

Ofisinize iki haftada bir geldiğimi söyleyip bundan sonra ne kadarda bir gelmem gerektiğini sordum. İstediğim zaman gelebileceğimi, kimsenin ne zaman gelip gittiğine karışmadığınızı söylediniz.

“Yavaş yavaş kadınları etkilemeye geç artık. Sevgili yap demiyoruz, etki yarat. Bir kadınla bir saat konuşma ortamı yarat.”

“Yazılarını satır satır okuyorum. En son yazdığın yazın itibarıyla hiçbir kusurun yok. Bence harekete geçmeye hazırsın. Bir yıl bir kadını tanıyıp ardından onunla evlenebilirsin. Beğendiğin kadına yürü, hesap kitap yapma. Sen enerjiyi vermezsen kadınlar adım atmaz. Enerji senden geçecek.”

“Daha önceki yazılarında katıldığım ve katılmadığım noktalar vardı. Son yazının, yedinci terapi yazısının tamamının altına imzamı atıyorum. Hiçbir şeyi eleştirmiyorum.”

“İyileştirdiğimiz adamlara terapiler bitmeden dört beş seans önce ne diyoruz? ‘Mükemmel adam var mı? Yok! Ben mükemmel adamı karşımda görüyorum!’ Mükemmeli, kusursuzu görüyorum. Ben şu an seni iyileşmiş görüyorum. Gerçek anlamda iyileşmen için bir kadını etkilemen lazım, hayatına zorlamadan bir kadının girmesi lazım, olmayacağına inanmaman lazım, olacağına inanman lazım, inandığında bence iyileşmiş bir adamsın.” Ses kaydını dinlerken fark ettim ki siz bana iltifat ederken epeyce donuk kalmışım, pek tepki vermemişim. Sizin yerinizde olsaydım: “İltifat ettim, teşekkür edebilirsin?” diyerek iğnelerdim, siz yine iyi sabretmişsiniz.

“Sen istediğinde başaramayacağın şey yok. Sadece neyi başarman gerektiğini seçmen gerekiyor.” Övgü ve uyarının beraberce yer aldığı bu cümlenin tamamen doğru olduğunu söyleyebilirim. Bir hedefe odaklanınca hayatım sadece o hedeften ibaret oluyor, tüm dünyayı unutuyorum. Bir hedefimin olmadığı zamanlarda ise savruluyorum, boşuna yaşıyormuşum gibi geliyor. Hâlen net bir hedef seçmiş değilim. Hukukta gelebileceğim son noktaya gelmiş durumdayım, daha fazlasını istemiyorum. Psikolojide ise profesör olmayı dahi istiyorum ancak bu konuda ciddi bir çaba göstermiyorum. Derslere girmek, sınavları geçmek ve birkaç psikoloji kitabı okumakla yetiniyorum. Kadın sadece çocuk doğurmuyor; hayal, hedef, ufuk da doğuruyor. Kadınsız bir hayat kısır bir hayat demek.

“Bize öfkelenebilirsin, kavga da edebiliriz ama pes etmezsen, vazgeçmezsen iyileşmemek diye bir şey mümkün değil.”

“Kendinde kusur arama, sen bana güven, kusur yok.” cümlesiyle terapiyi bitirdiniz. Bir terapinin sonunda: “Türkiye’de kaç şehir var? İki şehir var: Ankara ve Adana. En çok bu iki şehirde başarılıyız.” demiş, başka bir terapi sonunda ise, “Unutma, yüzde seksen iyileştin!” demiştiniz. Terapilerde en vurucu cümleyi en sona saklamanız dikkatimizden kaçmadı.

Bu terapide sizin katılmadığım fikirlerinize karşı çıkmak bana iyi geldi. Ben size karşı çıktım, siz bana karşı çıktınız ve bir şekilde orta noktada buluşmaya çalıştık. Babaya geri adım attırmak hayatın bir parçasıysa terapiste geri adım attırmak da eşcinsel terapinin bir parçası olabilir.

Terapiden iki gün sonra bir kızla tanıştım ve çay içtik demek isterdim ama öyle olmadı. Çalıştığım kurumdaki oda arkadaşım bana bir kız bulduğunu söylediğinde ödüm koptu. Konuyu hemen değiştirdim. Evlilik hakkında zorlanmadan konuşabiliyorum, mizah yapabiliyorum ama iş ciddiye binince tökezliyorum. Kadından korkuyorum. Otuz yaşını doldurdum ama halen bir kadınla ömür boyu birlikte yaşama ve çocuk sahibi olma hayalleri kurmuyorum –bu durumun normaldışı olduğunun farkındayım.  Eşcinselken de bir erkekle birlikte ölene dek birlikte yaşamayı hayal etmezdim. (“Ben eşcinselken” ifadesi ile başlayan bir cümle kurmak, “eşcinsel” kelimesini geçmiş zaman sigası ile kullanmak ne kadar güzel bir hismiş!) En fazla şu hayal gelirdi aklıma: beş on tane hem cinsellik hem arkadaşlık yaşadığım kişi var ve onlarla yıllardır birlikteyim. Bu kadar, daha ötesi yok. “Allah’ım! Bana saliha bir eş ve hayırlı evlatlar nasip eyle!” duasını ederken zorlanıyorum, kelimeler ağzımdan cımbızla çıkıyor sanki. Kadından, çocuktan ve aile olmaktan çok uzağım. Aslında bendeki kadın korkusu değil; bağ kurma korkusu, insan korkusu. Erkekle bağ kurmaktan çekinmiyorum çünkü o bağın bir yerde duracağını, en derinlerime inmeyeceğini biliyorum. Oysa kadın söz konusu olduğunda meselenin başka bir boyuta evrileceğinin, surlarımda bir gedik açılacağının, -ki bence açılması gerekiyor- narsistik bünyemin bu durumdan rahatsız olacağının farkındayım. Bu yüzden bir süre daha kadından uzak kalacağımı kabullendim, bir süre daha bu limanda kalacağım. Çünkü kadın konusunda dediklerinizi yapmıyorum, birisini etkilemeye çalışmıyorum, bana adım atan olursa geri adım atıyorum, birisini benimle buluşturmak istediklerinde bu isteği olur olmadık bahanelerle reddediyorum. Dediklerinizi yapmadığım sürece nasıl ilerleyebilirim ki? Bu yüzden bundan sonra terapiye daha seyrek gelmeyi düşünüyorum. Çünkü elinizde sihirli değnek yok, ben istemedikten sonra beni nasıl iyileştirebilirsiniz? Bir süre erkeklerle iletişime geçmezsem gözüm farklı bakmaya, zihnim farklı düşünmeye başlıyor. Birkaç günlük bunalımdan sonra sevdiğim bir hemcinsimle ettiğim güzel bir sohbet tüm arzumu sıfırlıyor, bebek gibi oluyorum. Sohbet esnasında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum, anın içinde kayboluyorum, zerrelerime ayrılıp tüm dünyaya dağılıyor ve kendimi tüm dünyayla bütünleşik hissediyorum. Aynı döngü tekrar ediyor. İnsanlara bu denli ihtiyacımın olması sinirlerimi bozsa da bu ihtiyacımı kabullenmiş durumdayım. İnat edersem bedelini ruh sağlığımla ödüyorum.

Dikey yükselmem durmuş olsa da yatay genişlemem devam ediyor. Kendimi farklı yaş gruplarındaki hemcinslerimle farklı sohbetlerin içinde buluyorum. Veyahut kendim konu açıyorum, beğenmediğim konuyu değiştiriyorum. Bugün kurumdan bir arkadaşla bir saat boyunca sohbet ettik. Tespih çeşitlerinden, akademik kariyerden, birkaç yıl sonra kurum avukatlığının bizi tatmin etmemeye başlayacağından söz ettik. Eskiden onunla konuşmaktan fazla haz etmezdim ancak her insanın farklı katmanları var ve o katmanlara ulaşmak için çaba harcamak gerekiyor.

Hastalıklı, narsist erkekler artık dikkatimi çekmiyor. Ben de onların ilgi alanına girmiyorum. Onlarla konuşurken artık onlardan fazla konuştuğumu, öyle bir çabam olmamasına rağmen onlara baskın geldiğimi ve onların bu durumdan pek de hoşnut olmadıklarını hatta şaşırdıklarını gözlemledim. Annem, babam ve kız kardeşim gezmek için Adana’ya gelmişlerdi. Yemek için bir lokantaya oturduk. Yemek süresince babamın konuştuğunun beş katı kadar konuşmuşumdur. Onun karşımda bu kadar çekinik kalması beni ürküttü.

*

Yavuz, eşcinsel terapinin daha çok yeni olduğunu, kavramlarının daha yeni oturduğunu, ekolleşmek hususunda sizin üzerinize fazla gelmemek gerektiğini söyledi.

*

On sekiz yaşındayken üniversite sınavını kazanamamış ve ertesi sene sınava tekrardan çalışmaya başlamıştım. İlk sınava nisanda girmiş ve iyi bir sonuç elde etmiştim. Hazirandaki sınava iki ay kala ise tüm gücüm tükenmiş ve ikinci sınavım çok kötü geçmişti. Devlet okulunda tıp okuma şansını ufak bir farkla kaybetmiştim. Özel okulda tıp okumaktan ise babamın birdenbire ortaya çıkan hukuk sevgisi yüzünden vazgeçmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse tıpı kendi irademle istemiyordum. Tüm arkadaşlarım oraya gittiği için istiyordum, en üst nokta orası olduğu için istiyordum. Yoksa ne şifa dağıtmakta gözüm vardı ne de yüksek maaşta. Hem zaten doğuştan sosyal bilimci olduğumun da farkındaydım. Yine de tıp içimde hep bir ukde olarak kaldı. Önce hukukun tıp kadar yüksek bir bölüm olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım ama görünen köy kılavuz istemezdi, puanlar ve sıralamalar ortadaydı. Sonra tıp öğrencilerinden ve hekimlerden nefret etmeye başladım ancak mantık temelli olmayan bir öfke bana uygun olmadığı için öfke halinden çabuk kurtuldum. Tıp konusunda epeyce bir savunma mekanizması kullandım ancak yine de o ukdeyi içimden atamadım. Birkaç yıl önce bir gün yine tıp ukdem ortaya çıkmışken o günkü hâlimle on sekiz yaşımdaki hâlimi ziyarete gittiğimi hayal ettim. On sekiz yaşındaki Ömer ile yirmi sekiz yaşındaki Ömer karşı karşıya oturuyordu. On yıl önceki Ömer’e karşı hiçbir kızgınlığım yoktu. “Sen elinden geleni yaptın, üzülme!” dedim ona. Sarıldım, bağrıma bastım, gözyaşlarını sildim. Bu hayalden sonra tıp ukdem tahammül edilebilir bir seviyeye geriledi. Hâlen bir hekim gördüğümde içim hafifçe sızlar ancak bu durumu fazla önemsemiyorum, kabuk tutmuş yaranın kaşınması gibi düşünüyorum. Başarılı oldukça hemcinslerime olan ilgimin azaldığını fark ettim. Başarı takıntımın bir sebebi de budur belki.

*
   
Tüm engellerimi kaldırarak bir insanı sevmek, onun sevgisinde kaybolmak, kendi benliğimi onun benliğinde eritmek istiyorum. Bazen böyle bir sevgiye adım atıyorum, koşuyorum, koşuyorum... Sonra birden kafamı görünmez bir duvara çarpıp yere düşüyorum.

9
YEDİNCİ TERAPİ (DEVAMI)

Bu hafta yaşadığım yüksek duygusal tatminsizliğin de etkisiyle kafam Çarşamba pazarına döndü. Birinin dizine yattığımı hayal ettiğim de oluyor, birine arkadan sarılarak baskın konumda olduğumu hayal ettiğim de... Bazen bir kadına sarıldığımı hayal edip rahatlıyorum, bazense o kişi erkek oluyor. Yakışıklı bir hemcinsimi görüp o berbat, tatsız hissi tecrübe ettiğim de oluyor, hiçbir şey hissetmediğim de... O berbat, tatsız histen uzaklaşmak istediğim için birkaç defa o ilgimi çeken kişiyle cinsel ilişkiye girdiğimi hayal etmeye çalıştım ama nafile, olmadı. İnşallah o kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır.
   
Tekrar etmekte fayda var: Hayatın dışına çıktığımda eşcinselliğin içine düşüyorum. İnsandan uzaklaştıkça eşcinselliğe yaklaşıyorum.
   
Lise ikinin ikinci yarısından lise dördün sonuna dek eşcinsellik beni pek etkilememişti çünkü hemcinslerimle hep iletişim halindeydim. İki yıllık üniversite sınavı süreci beni epeyce ağırlaştırdı. O süreçten sonra kitaplarla haşır neşir olmuş, insanlardan uzaklaşmıştım. İnsanlardan uzaklaştıkça eşcinsellik içimde büyüyen bir kara delik halini almıştı. Kendimi kendimde yok ediyordum. Kuyruğunu ısıran yılan gibi kendimi öğütüyordum. Boyun da bendim, boyna geçirilen urgan da.

*

Baş döndüren derinlik, taşın dibe düşmediği kuyu.

23/01/2024
   
Birkaç gün önce can sıkıcı hayat olaylarının ardı ardına gelmesi sonucunda epeyce daralmıştım. Canım önüme gelen herkese sarılmak istiyordu. Terapilerden önce duygusal ihtiyaç dışa bunalım olarak yansırken şimdi duygusal istek olarak yansıyor.

25/01/2024
   
Son iki haftam pek iyi geçmedi. Yedi tane finale girdim, sınavların hepsine son günün akşamında çalıştım, dedem ameliyat olup yoğun bakıma kaldırıldı, çok sayıda eşyam bozuldu, hasta oldum... Yolda yürürken gözlerimin yine birilerine kayması hoş değildi. Terapi sürecinin doğal akışında bir gerileme zamanının geleceğini elbette biliyordum. Gerilemeyi aştıktan sonra yola daha güçlü bir şekilde devam edeceğimi bilsem de gerilemiş olmanın hüznünü yaşadım. Halbuki anlamsız kuralcılığın gereği yoktu, hiçbir şey mükemmel olmayacaktı, insan doğrusal (lineer) ilerleyen bir canlı değil zikzaklar çizerek düşe kalka ilerleyen bir canlıydı ve bu durumu kabullenmek gerekiyordu.

*
   
Dün akşam evin dışarısında bir yerde son finalime çalışıyordum. On yıldır tanıdığım, çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Açmayıp “Sınavım var dua et.” diye mesaj attım. Çalışmamı bitirip eve geçtikten sonra bir süre mesajlaştık. Sonra beni görüntülü aradı ve iki saat boyunca konuştuk, dertleştik. O bana çocuğundan ve boşandığı eşinden bahsetti ben ona terapi sürecimden bahsettim. Daha doğrusu konuşmanın başında onun sıkıntılarını, sonunda benim sıkıntılarımı konuştuk. Tek taraflı konuşmalar iki tarafı da memnun etmediğinden konuşmanın bir yerinde, “Sana terapiye gittiğimi söylemiştim. Nasıl bir süreçten geçtiğimi merak etmiyor musun?” diye sordum. Bu sorumla birlikte konuşmamız başka bir boyut kazandı. On yıl önce, daha yeni tanıştığımız zamanlarda beni Cebeci’nin bilinen bir dondurmacısının önünde görmüş. “Bu adamda bir tuhaflık var. Sanki kasnağına çomak girmiş de kasnak dönmüyor.” diye düşünmüş. “Seni canlandırmak için elimden geleni yapardım, karı-kız muhabbeti bile açardım, sende hiçbir değişiklik olmazdı.” dedi. Duygu kazanmaya ve insan ilişkilerini ilerletmeye çalıştığımdan bahsettim. Önceleri hiç konuşmadığım konuları şimdi konuşuyor olmamdan memnun kaldı.   
   
Sabah uyandığımda yeniden doğmuş gibiydim. Sanki güneş başka parlıyor, hava başka türlü esiyordu. Gün boyunca kimse dikkatimi çekmedi. Okulda en çok çekildiğim kişiye sarılmaktan bile etkilenmedim. Daha önceleri maalesef biraz kaba davrandığım bir kıza iki gün önce sınavının nasıl geçtiğini sormuştum. Önce şaşırmış sonra cevaplamıştı. Üç arkadaş sohbet ediyorken bugün kendisi yanımıza geldi. Havadan sudan konuştuk. Sınav çıkışında yine sohbet ettik. Çok samimi bir kız, bana abi diye hitap ediyor ben de onu kardeşim gibi görüyorum. Onunla tekrar iletişime geçtim çünkü hem ona kaba davranmış olduğum için vicdan azabı çekiyordum hem de bugüne kadar yok saydığım kadın varlığını kendi nezdimde var kılmaya uğraşıyordum. Anlıyorum ve kabulleniyorum ki kadın varlığından mahrum olan bir erkeğin çöl gibi kurak kalması mukadderdir.

*
   
Bla bla’dan tanıştığım, iyi anlaştığımız ve bir süre iletişime devam ettiğimiz arkadaşa bu hafta içinde telefon ettim. Niyetim Osmaniye’de buluşmaktı ancak kendisi Adana’daymış, birkaç saat önce görüştük. Sohbet sırasında kendimi pek iyi hissetmesem de sohbet sonrasında kendimi çok iyi hissettim. Eşcinsel erkek için düzcinsel erkek sohbeti ilaç hükmünde olabilir; tadı acı ancak şifa veriyor. Sırada hem aynı okulda okuduğum, hem meslektaşım olan bir arkadaş var. Altı aydır tanışıyoruz da kendisiyle neden hiç iletişime geçmedim acaba? Kendimi bir sürahi gibi görüyorum, erkek varlığıyla dolunca kadına doğru taşacakmışım gibi hissediyorum.

10
YEDİNCİ TERAPİ

10/01/2024
   
Terapi yazıları yazmaya bu kadar istekli olmamın bir sebebini daha keşfettim. Yazı yazınca bütün sorumluluğu terapistin omuzlarına yıkmadığımı düşünüyor, iyileşme sürecine bizzat dahil olduğumu hissediyorum. Atımın dizginlerini kendi ellerimle tuttuğumu tecrübe ediyorum. Bir sorunu ortadan kaldırmak için çaba harcamak bana iyi geliyor. Uzun yıllar boyunca hayatımın gidişatı hususunda hiçbir irade göstermediğim için irademin devreye girmesinden, onun yaptığım işlerde somutlaşmasından keyif alıyorum.
   
Yazmak okumaktan daha eril bir eylemmiş gibime geliyor. Kitap okuyan kadın portreleri meşhurdur ancak yazı yazan bir kadın resmi var mıdır acaba? Şiir yazan kişi erkek, şiir yazılan kişi kadın oluyor genellikle. Okurken edilgen/pasif konumda kalıyorsun; yazarken daha faalsin, hayatın seyrini değiştirmeye çalışıyorsun. Belki de eril bir eylem olduğu için yazmak bana iyi geliyor.

12/01/2024
   
Bir haftadır sıkıntılar ardı ardına geldi. Gece ikide ses yaptıkları için komşumun kapısını yumrukladım, komşuyla kavga edecek gibi olduk, kulaklığım bozuldu, şofbenim bozuldu, su faturam her zamankinin dört katı geldi, evdeki elektrik kabloları kısa devre yapınca telefonumun ve bilgisayarımın şarj aleti yandı... Haftaya hem finallerim hem de memuriyet sınavım var. Bütün bunlar kaygı düzeyimi epeyce artırdı ama iyileşme sürecinde fazla geriye gitmediğimi düşünüyorum. Hayalen sarılarak uyuma noktasına geriledim ki birkaç terapi önce bunun sorun olmadığını söylemiştiniz. İki kere cinsel ilişki düşünecek gibi oldum ama düşünemedim. O anda bir soğuma ve uzaklaşma hissi duydum. İnşallah cinsel ilişki hayal etme noktasına hiçbir zaman geri dönmem.

16/01/2024
   
Bir hemcinsime ilgi duyacak gibi olduğumda onunla ilgili duygusal fantezi kurmam gerektiğine yönelik tavsiyeniz çok işime yaradı. Çünkü o kişiyle arkadaş olduğumu hayal ettiğimde o kişi artık benim için ulaşılabilir bir noktaya geliyor. Hükmetme-hükmedilme, sadizm-mazoşizm, tanrılaştırma-hor görme gibi eşcinsel ilişkinin temel unsurları ortadan kalkınca eşcinsellik de ortadan kalkmış oluyor.

*

Başarılı bir terapist olduğunuzu kimse inkar edemez ancak yaptığınız terapi çeşidi kişilik özelliklerinizle epeyce bağlantılı olduğundan bu terapi çeşidinin bir okul/ekol haline gelmesi zor görünüyor. [Şeyh Galip’in diliyle söyleyecek olursak: “Tarz-ı selefe tekaddüm etdim / Bir başka lügat tekellüm ettim” = Benden öncekilerin tarzında ileri gittim, başka bir lügat oluşturdum] Çok etkili teknikleriniz var ancak bilişsel davranışçı terapistler gibi teknik üzerinden değil de varoluşçu terapistler gibi danışanla bağ kurma ve yaratıcılık üzerinden ilerliyorsunuz. Bu durumda yaptığınız terapiyi kuram haline getirmek zorlaşıyor. Günün sonunda, “O kapıyı ben açtım, ben kapattım!” deme ihtimaliniz mevcut bulunuyor. [Yine Şeyh Galip’in diliyle söylersek: “Gencînede resm-i nev gözetdim / Ben açdım o genci ben tüketdim” = (O) hazinede yeni bir yol aradım; o hazineyi ben açtım, ben tükettim] Elbette birçok terapist sizden feyz alarak kendi kuramlarını meydana getirebilir. Bu duruma Necip Fazıl ve Nurettin Topçu ikiliğini örnek olarak verebiliriz. Bugün birçok şair, yazar ve fikir adamı kendini Necip Fazıl’a nispet etmektedir çünkü Necip Fazıl’ın fikirleri ve üslubu kendisinden sonraki nesillerce devam ettirilmeye müsaittir. Ancak günümüzde hemen hiçbir kelam ve kalem üstadı kendisini Nurettin Topçu’ya nispet etmemektedir. Her ne kadar Dergah Yayınları bünyesinde faaliyet gösteren Mustafa Kutlu ve İsmail Kara gibi yazarlar Nurettin Topçu’dan etkilenmiş olsalar da onun devamı sayılmazlar. Sizin mizacınız Nurettin Topçu’ya daha çok benziyor. Nurettin Topçu’nun halefi sayılabilecek kimse yok belki ama ondan etkilenen herkes kısmi olarak onun halefi sayılabilir.

*
   
Bir danışanınızın rol modelinden ve benim de bir rol modele ihtiyaç duyduğumdan bahsettiniz. Rol modelimin hocam olduğunu söyledim ancak “Yaşayan birinin olması gerek!” dediniz. “Onu nasıl bulacağım?” diye sordum. Kendimi zorlamamamı, akışa bırakmam gerektiğini, onun zaten karşıma çıkacağını, onun akranım veya yaşça benden büyük olacağını söylediniz.
   
Terapideyken “ikame baba” kavramından bahsettiniz. Gerçek babadan mahrum kalanların ikame (yerine geçen) baba bulması gerektiğini söylediniz. “Siz ikame babayı bulabildiniz mi?” diye sorduğumdaysa gözlerinizi kaçırdınız ve sorumu geçiştirdiniz. Naçizane fikrim ikame babayı hâlen bulamadınız. Tasavufta “fenafil ihvan”, “fenafişşeyh”, “fenafirrasul” ve “fenafillah” makamları vardır. Siz kardeşliğe/arkadaşlığa büyük kıymet vererek “fenafil ihvan” aşamasını çok nitelikli bir şekilde aşmışsınız ancak “fenafişşeyh” aşamasında kalmışsınız. Yılmaz Özakpınar ve başkaları baba/şeyh boşluğunu bir yere kadar doldurabilmiş. Bu yüzden padişah/baba otoritesinden mahrum kalan Tanzimat dönemi roman kahramanları gibi uzunca bir süre savrulmuşsunuz. Eyüp Sultan mezarlığını karış karış gezmişsiniz, Hz. Mevlana’nın kabrine ile Şems’in makamına defalarca gidip gelmişsiniz. Diri babayı bulamayınca şifayı ölü babalarda aramışsınız.
   
Rabiatül Adeviyye bir gün Bağdat çarşısında yürürken aniden cezbeye gelir, kendi etrafında dönmeye başlar. Görünmemesi gereken, tesettür kapsamındaki bazı uzuvları dönerken açılmaktadır. “Ne yapıyorsun Rabia? Etrafta erkekler var, kendine gel!” derler. Rabia, “Hani nerede erkek? Ben göremiyorum!” der. Halbuki gündüz vaktidir ve Bağdat çarşısı epeyce kalabalıktır. Rabia bir süre bu şekilde döndükten sonra uzaktan Hasan Basri hazretleri görünür. Rabia onu görünce kendisine çeki düzen verir ve “İşte erkek orada!” der.

Tasavvufta erkeğin nefsinin kadın, kadının nefsinin erkek olduğu söylenir. Nefsin öldürülmesi istenmez, nefsin terbiye edilmesi emredilmiştir. Demek ki erkeğin içinde “dizginlenmiş bir kadın”, kadının içindeyse “dizginlenmiş bir erkek” olması ayıp değildir. Peki bu dizginleme işlemini kim gerçekleştirecektir? Mürid, en üst düzey erkek olan mürşid-i kamilin tornasından geçecektir. Özetleyecek olursak: Benim terapiste ihtiyacım var, sizinse mürşid-i kamile ihtiyacınız var. Terapistliğin en kötü yanı, danışanı değerlendirirken aynı zamanda danışan tarafından değerlendirilmek olmalı.

*
   
Terapideyken “geçiş nesnesi” kavramından bahsettiniz. Geçiş nesnesi çocuğun annesini bırakıp dış dünyaya açılabilmek için annesinin yerine koyduğu nesneye deniyor. Çocuk bu nesneye OKB seviyesinde ciddi bir değer atfediyor ve  o nesne olmadan uyuyamıyor, o nesne kaybolduğunda kıyameti koparıyor. Bu nesne bir oyuncak veya evdeki herhangi bir nesne olabiliyor. Eşcinsellerin heteroseksüelliğe geçebilmek adına başka erkekleri geçiş nesnesi olarak kullandığını söylediniz.

*
   
Hemcinslerime dokunmak hususunda bazen kararsız kaldığımı söyledim. “İstediğine git dokun. Samimiyetin ve sevgin arttıkça şehvet olmaz.” diye karşılık verdiniz.

*
   
Kurumdaki bazı kimselerin şikayetçi üsluplarından rahatsız olduğumu ve onlarla fazla konuşmadığımı söylediğimde, “Pasif davranma! Kimseye tahammül etmek zorunda değilsin. Sohbetten rahatsız oluyorsan dalga geç, laf sok, bir şeyler yap!” cevabını verdiniz.

*

“Mütedeyyin camianın ilk ruh sağlığı merkezini Yusufpaşa’daki Gülşen apartmanında Mahmud Es’ad Coşan açmıştır. İsmini de kendisi verdi: Ruhsa. Ruh sağlığı anlamında.”

*
   
Bir kadına sarıldığımı, onunla duygusal bağ kurduğumu hayal ettiğimde rahatladığımı söyledim. “Kadına ihtiyacın var, bunu fark etmişsin. Eşcinsel olman bu ihtiyacı yok etmiyor. Kadınla duygusal bağ kurman lazım. Otuz yaş bunalımı bir erkekle değil bir kadınla aşılabilir. Eşcinseller de yalandan bile olsa karı koca hayatı yaşıyorlar, evleniyorlar. O duygu eksikliğini kaldıramazsın.” dediniz. Evlenen çok sayıda eşcinsel arkadaşım oldu. Onları çok yadırgardım. “Başkalarının hayatlarını mahvetmeye ne hakları var?” diye düşünürdüm. Yanlış düşünüyormuşum. Herkesin eşcinsellik seviyesi aynı değil ki! Bir eşcinsel erkek, kadına ihtiyacı olduğunu fark etmişse ve eşcinsel dürtülerini zararsız bir noktada tutabiliyorsa neden evlenmesin?

*
   
“Eşcinsel erkek, düzcinsel erkeklerin her gördükleri kadına erekte olduklarını zannediyor. Kendisi iyileşme sürecindeyken kadına karşı duygusal ilgi duyup cinsel ilgi duymayınca endişeleniyor. Endişelenmesine gerek yok. Sağlıklı bir düzcinsel erkek, yabancı bir kadını güzel bulabilir, ancak hissi orada kalır daha ileri gitmez.”
   
Bir arkadaşımla Ankara Kalesinin civarındaki Pilavoğlu Handa oturuyorduk. Arkadaşım oradaki bir hanımefendiyi güzel bulduğunu ve onunla çay içmek istediğini söyledi. Ben de asıl isteğinin cinsellik olduğunu, çay içmeyi sadece bahane olarak kullandığını söyledim. Belki bir saat boyunca bu konuyla ilgili olarak şiddetli bir şekilde tartışsak da yenişemedik, kimse kimseyi ikna edemedi. Eşcinsel erkekle düzcinsel erkeğin insan ilişkilerini algılamaktaki farklılıklarını görmek adına örnek verilebilecek bir olay yaşamıştım.

*

“Düzcinsel erkek canı sıkıldığında arkadaşını arıyor. Eşcinsel erkek ise sosyal olmadığı için, üzüntü yaşadığında porno izliyor, mastürbasyon yapıyor hızını alamazsa cinsel ilişkiye giriyor. Sen bunları da yapamadığın için bunalıma giriyorsun, içine çöküyorsun. Hukuk diplomasını alıyorsun da beş yıl avukatlık yapmıyorsun. Bunalımdasın çünkü tatmin olamıyorsun. Daraldığında birini bulmak zorundasın. Birini seç, onunla dertleş! İçe kapanma ergenlik döneminde olur. Senin artık kişiliğin oturmuş. Kırk yaşından sonra kendi isteğinle yalnızlığı tercih edebilirsin ancak yirmi beş ila otuz beş yaş arası en faal, en sosyal olman gereken dönemdir. Sevmekten, sevilmekten korkmayacağız!”

*

“Erkekten duygusal olarak beslenirsen kadınla ilişkin daha güçlü oluyor. Narsistler neden karılarını aldatıyor? Erkekten hiç beslenmemişler. Başka bir erkeği ya köle ya da efendi gibi görmüşler, duygusal bir bağ kurmamışlar. Erkek erkeği besliyor. Erkekten beslenmemiş erkek kadını tatmin edemez.”

*
   
Terapiden sonra iki danışanla birlikte bekleme odasında oturuyorduk. Terapi odasından Selim ile birlikte çıktınız ve o güzel müjdeyi verdiniz. Selim dört aylık terapi sürecinin sonuna gelmiş ve bir kızla ciddi bir ilişki başlatmayı başarmıştı. Çok sevindik. Siz Veli ile birlikte terapi odasına geçerken Selim bizimle kaldı ve bize düşüncelerini anlattı. Bu süreci tamamlamanın çok zor olmadığını, sizin söylediklerini yapmanın yeterli olduğunu söyledi. Terapi sürecinde hiç gerileme (regresyon) yaşayıp yaşamadığını sordum. Bazen yaşadığını, bunun normal olduğunu, endişelenmemek gerektiğini söyledi.

17/01/2024
   
Birkaç gün önce bizim okuldan ilgi alanıma giren, kaşı gözü ayrı oynayan arkadaşı rüyamda gördüm. Dokunmaktan daha ötesi yaşanmadı. Terapilerden önce olsa o rüya cinsellik yaşanmadan sona ermezdi. Bu durumu bir gelişme olarak görüyorum. İngilizce rüya görmenin İngilizce öğrenme süreci için önemli bir eşik olduğunu söylerler. Hemcinslerimle duygusal bağ kurmayı öğrenme sürecinde böyle bir rüya görmenin güzel bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Tabii her zaman ilerlemiyoruz, gerileme de yaşıyoruz. Uzun zaman sonra bugün ilk defa bir erkeğin twitter sayfasındaki fotoğraflarını uzun süre inceledim ve kendimi kötü hissettim. Birkaç saat sonra bir yakımı hastanede ziyaret ettim. Odaya giren, yirmi yaşındaymış gibi gösteren yakışıklı hekime uzun uzun bakmak ve onun karşısında heyecanlanmak da hiç hoş değildi. Ama şükürler olsun ki bu kötü hisler bende uzun süre yer etmedi ve derin hasarlar bırakmadı. Terapi sürecinden önce aynı olayları yaşamış olsaydım saatlerce kendime gelemezdim. Aynı kurumda çalıştığım ve ilgimi çeken arkadaşı düşündüğümde veya onunla konuştuğumda erekte olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Cinsellik istemiyorum ancak erekte oluyorum. Bu çok ilginç değil mi? Terapi sürecini tamamlayıp evlenen bazı danışanlarınızın bir erkeğe sarılıp erekte olunca soluğu hemen ofisinizde aldığından bahsetmiştiniz. Bu durumun anormal olmadığını, bir erkeğin yüksek duygusal tatmin yaşayınca erekte olabileceğini söylemiştiniz. Ben de size, birkaç sene önce bir kediyi sevdiğimde dahi erekte olduğumu söylemiştim. İnşallah duygusal tatmin yaşadığım için onunla konuşunca erekte oluyorumdur, bunu size terapide sormak istiyorum.

*
   
Bu sabah sınava gireceğim için endişeliydim. Eskiden sıkıntılı hallerde aklıma bir erkekle cinsel ilişki yaşadığım gelirken bu sabah bir kadınla cinsel ilişki yaşadığım geldi ve bu durum birkaç defa tekrar etti.

*
   
Terapilerden önce kaygı seviyem çok yüksekti. Kaygıyı azaltmanın yolunun kaygı kaynaklarını sona erdirmek olduğunu biliyordum ancak bunu yapacak gücüm yoktu. Temiz kıyafetim kalmayınca kaygılanıyordum. Kıyafetlerimi yıkayınca kaygımın dineceğini biliyordum ancak bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Çünkü insanlarla samimi ilişkiler yaşamamak, bağ kurmamak, tüm dünyayı cinsellikle algılamak beni bunalıma sokuyor, bunalım da gücümü kara delik gibi içine çekip yok ediyordu. Terapilerle birlikte insan ilişkilerine önem vermeye başladım böylelikle bunalıma daha az girer oldum. Bunalım azalınca gücüm arttı, gücüm arttıkça kaygı kaynaklarıyla mücadele etmeye başladım. Artık evimi temizleyebiliyor, bozuk eşyalarımı yaptırabiliyor ve bilumum sorumluluklarımı yerine getirebiliyordum. Kaygı kaynakları kuruyunca kaygım da azaldı. Kaygının azalmasıyla birlikte eşcinselliğin de zayıfladığını birçok danışanınız gibi ben de tecrübe ettim.

*
   
Terapiler bana duygu katıyor. Terapilerden önce ameliyat videoları da dahil olmak üzere sağlıklı bir insanın izleyemeyeceği birçok videoyu izleyebilirken birkaç gün önce kedilere işkence edilen bir videoyu açamadım. Eskiden taciz/tecavüz haberlerini büyük bir dikkatle okur, google  veya youtube yoluyla başka tecavüz haberlerine de erişirdim. Sadist özelliklerim mevcutmuş demek ki. Ofisinizin bekleme odasında bugüne dek birçok eşcinselle tanıştım. Şunu gördüm ki o kapıdan içeri giren herkes aynı sorunları yaşıyor. Herkeste takıntılar, gerçek dışı kurallar, sosyal fobi, kişilik bozukluğu belirtileri ve sadizm/mazoşizm gözlemlenebiliyor. Sadece sorun düzeyi farklı oluyor, kimi yüksek düzeyde kimiyse düşük düzeyde yaşıyor. Bu yüzden sadist eğilimlerimin var olmasına fazla şaşırmadım.

21/01/2024
   
Bu hafta gerileme yaşadım. Uzun zaman sonra ilk defa birilerinin twitter sayfalarında dolaşıp fotoğraflarına baktım. Kimsenin öpüşmesini, cinsel ilişkisini izlememiş olsam da; kimsenin cinsel organını görmesem de, yani belli sınırları aşmamış olsam da gerilemek insanın içinde hoş bir duygu uyandırmıyor. Bu hafta hem sınav haftam olduğundan hem de birçok sorunu çözmeye çalıştığımdan hemcinslerimle fazla vakit geçiremedim. Telefonla görüştüğüm arkadaşlarım oldu ama yüz yüze görüşmek gibi olmuyor maalesef. Duygusal ihtiyaç kendisini cinsel istek olarak gösteriyor. Okuldaki arkadaşı bu hafta iki kere rüyamda gördüm. İkisinde de cinsellik yaşanmadı. Duygusal tatmine bu derece ihtiyaç duymam beni ürkütüyor.

*
   
Dün sabah namazını müteakip derneğe gittim. Evrad-ı şerif okuduktan sonra kahvaltı yaptık. Bu sefer sohbetlerine ben de katıldım, kenarda durmadım. Şunu fark ettim ki on yaşında olsun seksen yaşında olsun bütün erkekler hemcinsleriyle iletişim kurmaya can atıyor.

*
   
İki gün önce Seyhan Nehri kenarında yürüyüş yaparken üç aylık terapi sürecinin muhasebesini yaptım. Ofisinize esas olarak iki sebeple gelmiştim: Birincisi yaşadığım cinsel gerilim artık dayanılmayacak bir boyuta ulaşmıştı, ikincisi ise ağır depresif belirtilerden ötürü işlevselliğim bozulmuş, günlük basit işleri dahi yapamaz hale gelmiştim. Şükürler olsun iki sebep de büyük oranda ortadan kalktı. Bunun için size minnettarım. Aseksüelleşme yaşayarak cinsel gerilimden kurtuldum. Erkeğe olan cinsel ilgi eskisinin onda birine indi. Kadına karşı duygusal ve cinsel ilgi başladı. Takıntılardan arındım, gerçekdışı kuralları gerçekçi kurallarla değiştirdim, hayat olayları karşısında daha esnek bir tavır takınmayı öğrendim. Gerek yüzeysel gerekse derin olsun tüm insan ilişkilerim daha iyi bir noktaya evrildi. Bir noktada eksik kaldım, bir kadınla duygusal ilişki başlatamadım. Bir kadına ihtiyaç duyduğumu fark ettim, ancak bu fark ediş eyleme dönüşmedi, sadece “farkındalık” olarak kaldı. Kadının devreye girmemesinden ötürü birkaç haftadır duraksama yaşıyorum. Eğer bir duygusal ilişkim olsaydı bu ilişkiyle ilgili korku, kaygı ve sorunlarımı terapi odasına getirirdim ve ilişki sürecini beraber tahlil ederdik ancak bu mümkün olmadı. Hayatıma bir kadını almıyorum çünkü bunu pek istemiyorum. Yanımdan evli bir çift geçince içim cız etmiyor, bir çocuk görünce içim ona doğru akmıyor. Gerçekten isteseydim acı çeke çeke bile olsa yapardım. Sizi ilk defa aradığım günü hatırlıyorum. Sanki mideme şişler sokuluyordu. Terapi sürecini tamamlayan Adanalı danışanınızla iletişim kurmaya çalışırken de aynı zorlukları yaşadım ama gerçekten istediğim için yaptım. Şimdi ise gerçekten istemiyorum. İstemiyorum çünkü belki de henüz o aşamaya gelmedim. Belki de önce tüm insan ilişkilerini kuvvetlendirip ondan sonra duygusal ilişki aşamasına geçmem gerekiyor. Yani önce ilişki temelini atmalıyım ondan sonra temelin üzerine evlilik binasını oturtmalıyım. Belki de öyle bir an gelecek ki kurduğum tüm insan ilişkilerinin beni tam olarak tatmin edemediğini anlayıp kendiliğinden duygusal ilişkiye yöneleceğim. Hem zaten biz eşcinseller zamanında yaşayamadığımız süreçleri terapist kontrolünde tekrar yaşayarak iyileşmeye çalışmıyor muyuz? Bir erkek öncelikle evlatlık, arkadaşlık, komşuluk gibi insan ilişkilerini öğrenip ergenliğe girdikten sonra duygusal ilişkiyle tanışıyor. Belki de duygusal ilişkiyle tanışma zamanının gelmesini beklemem gerekiyordur. Bu düşüncelerimi Yavuz’a anlattım. “Senin kadınla değil hayatla sorunun var. Kadın sebep değil sonuç. Hayatla ilgili sorunlarını çözdüğün zaman kadın kendiliğinden sana gelecek veya sen kendiliğinden ona gideceksin.” dedi. O halde artık terapiye gelme amacını güncellemem gerekiyor. Artık terapiye yoğun cinsel gerilim ve ağır depresif belirtiler için değil de insanlarla, hayatla olan sorunlarımı çözmek ve duygularıma yeniden kavuşmak için geleceğim.

*
   
Dinleyici ve izleyici rolünü oynamaktan sıkılmıştım ancak bu rolü kendi isteğimle üstlendiğimin de farkındaydım. Açık vermekten ve yenilmekten korktuğum için kendimi geride tutuyor, sahneye çıkanları izlemekle yetiniyordum. Arkadaşlarım konuşur ben dinlerdim, onlar futbol oynar ben izlerdim. Bunu değiştirmeye çalışıyorum. Dün akşam Yavuzla telefonla konuştuk. Konuşma biterken tüm cesaretimi toplayıp yukarıda yazdığım terapi muhasebemi anlattım. Yavuz da konuyla ilgili kendi fikirlerini söyledi. Kendimi açarak sohbet etmek bana daha fazla keyif verdi, Yavuz’un da daha yüksek bir tatmin duygusu yaşadığını sezinledim. Zaten “kendini açmak” sizin de terapi sürecini ilerletmekte sıkça uyguladığınız, etkili bir terapi ve sohbet tekniği değil midir?
   
Kendimi açmayışımın narsistik bir sebebe dayandığını düşünüyorum. Karşı taraftan hiçbir teklif gelmeksizin karşı tarafa kendini açmayı düşüklük olarak görüyordum. Muhatabım ısrar ettiği takdirde kendimi açabilirdim yoksa açmamalıydım. Zavallıca bir düşünceymiş.

11
ALTINCI TERAPİ (DEVAMI 2)

06/01/2024
   
Hemcinslerime karşı cinsel ilgim sona erdi, duygusal ilgimse devam ediyor.

*
   
İngilizce kursu alsam da işten geldikten sonra İngilizceye mi çalışsam diye düşünüyorum. Yüksek lisans yapabilmek ve akademisyen olabilmek için İngilizceye ihtiyacım var. Yoksa ben boşluğumu yine ölülerle mi doldurmaya çalışıyorum? Halbuki benim hayata ihtiyacım var.

*
   
Hangi konulara yatırım yapmam gerektiği az çok belli oldu: 1- İnsan ilişkileri 2- Duygu 3- Hayatın içinde olmak.
   
Narsistler nokta atışı eleştiriler yapabiliyorlar. Kusur görmeyi iyi biliyorlar.Yukarıda saydığım üç konuda eksik olduğumu babam bana daha önce söylemişti hatta kitapların beni hayattan uzaklaştırdığını bile söylemişti. Onların eleştirelliklerinden faydalanabiliriz. Kusurları araştırmak ve bilmek zorundalar çünkü bu şekilde kendilerini güçlü hissediyorlar. İçsel bir tatmin kaynakları yok, güçlerini dışarıdan sömürmeliler. Ve bu güç rahmani kaynaklardan değil şeytani kaynaklardan gelmeli. Mesela dürüst olmak bir güç ancak orantılı ve sağlıklı bir güç. Oysa onların orantısız ve sağlıksız güçlere ihtiyaçları var. Başkalarının kusurlarını öğrenip yeri ve zamanı gelince kullanmak üzere zihinlerinin gerekli yerlerine istifliyorlar. Narsist insan, beynini eleştiri çöplüğüne çeviriyor. Tüm zamanını o çöplükte eşelenip işine yarayaracak açıklar bulmakla geçiriyor.

*
Eşcinsel erkek, sağlıksız güçsüzlüğünü ancak sağlıksız bir güçlülükle doldurabiliyor.

*
   
Etrafı kızlarla ve yancı erkeklerle dolu yakışıklı bir erkek gördüğümde artık onu kıskanmıyorum. Hakiki özgüvene sahip insanlar başkalarıyla ilgilenmiyor. Başkalarının karıları, arabaları, kıyafetleri, meslekleri, paraları onları ilgilendirmiyor. Onlar hayat kaynaklarını içten alıyorlar, dıştan sömürmüyorlar. Kişinin kendi erkekliğinden şüphesi yoksa başkasının erkeksi özelliklerinden rahatsız olmuyor.

*
   
Başarısızlıkla geçen üç erkek buluşmasından söz etmek istiyorum.
   
İlkini dün yaşadım. Aynı kurumda çalıştığımız iki kişiyle birlikte cuma namazını kılmak üzere Merkez Camii’ne gittik. Ben genellikle okuldan koşturarak gelip, alelacele yemek yiyip, ondan sonra kurumun en yakınındaki camiye gittiğimden kimse bana bu konuda bir teklifle gelmiyordu ancak bu sefer kuruma erken döndüğümden ötürü namaza birlikte gitmeyi teklif ettiler. Mecburen kabul ettim. Caminin uzakta olması, müezzinin ezanı yavaş okuması, imamın namazı ve hutbeyi fazla uzatması gibi hususlardan ötürü kuruma geciktik. Gecikince işlerimi tamamlayamadım. Yolda konuştukları konular beni canımdan bezdirdi. Memur sohbetlerini bilirsiniz. Her şeyden şikayet edilir ama şikayet edilen konuları değiştirmek için hiçbir şey yapılmaz, maaş her zaman için sorundur, hiçbir zaman yetmez ancak günde birkaç saat çalışılarak bu kadar kazanmanın bile büyük bir nimet olduğunu kimse idrak edemez veya etmek istemez, gözler hep başkasının parasındadır ancak o başkası kadar çalışılmak da istenmez... Artık benim yanımda olumsuz konuşmalarını yasaklayacağım. İkinci üniversiteyi okuyorum, para kazanabilmek için sabah akşam icra takibi yapyorum, iki haftada bir terapi için İstanbul’a geliyorum... Benim şikayet etmeye vaktim kalmıyor, şikayet edebilmek için boş vaktinizin olması gerekiyor. Dertleşmeyi seviyorum ama şikayet dinlemeyi sevmiyorum. Çünkü dertleşmede bir çözüm arayışı var. Oysa şikayette sorunları sadece anlatmak var, çözmeye çalışmak yok. Dertleşmek her iki tarafı da ruhen daha yüksek bir noktaya taşırken şikayet etmek iki tarafı da bataklığa çekiyor. 

Memuriyet insanı yavaş yavaş öldüren bir zehire benziyor. Bu zehirden etkilenmemek için elimden geleni yapıyorum ama nafile, kurumun kapısına yaklaşınca dahi o ataleti, o kokuşmuşluğu hissediyorsunuz. İnsanlar başarılı olmanın tek yolunun köpek gibi çalışmak olduğunu bilmiyor mu yoksa bilmezden mi geliyor? Benim babam kendimi bileli iki işte birden çalışıyor. En sonunda istediklerini elde etti ancak bunun karşılığında vaktini, beden sağlığını ve ruh sağlığını verdi. Kendisi ileri bir yaşta değil ancak dizleri tutmuyor. Parasız kalmış evli ablasına bayramlık alacak kadar -ki halam bu olayı hep gözleri dolu dolıu anlatır- ince düşünceli ve kibar olan yirmi yaşındaki o delikanlı artık öfkeye boğulmuş bir halde yaşayan elli küsur yaşında kaskatı bir adam.
   
İkinci başarısız buluşmayı dün akşam yaşadım. İş çıkışında okuldan iki arkadaşı –biri bana “seninle ailecek görüşmek isterim”diyen arkadaştı- aldım ve birlikte bir kafeye oturduk. Başlangıçta sohbet güzel gidiyordu ancak beni sonraları şikayetleriyle boğdular. Onlar konuştukça ben kabuğuma çekildim –yanlış ve pasif bir tutum. Ben hayat içerisinde izleyici ve gözlemci rolünü o kadar benimsemişim ki insanlar da beni o role layık görüyor. Bazen, “Hayır! Ben izleyici değil oyuncuyum!” diye bağırasım geliyor. Hayatın dışında kaldığım her dakikayı acı çekerek yaşıyorum. Bu olumsuz tecrübe sonrasında anladım ki derin konuları konuşacağım hemcinslerim başka, yüzeysel konuları konuşacağım hemcinslerim başka.
   
Üçüncü başarısız buluşmayı bu sabah yaşadım. Yalnız bu sefer başarısızlık buluşma gerçeklemeden meydana geldi. Dernekte sabah namazından sonra evrad-ı şerif okunacak ve kahvaltı edilecekti. Uyandığımda vakit vardı, derneğe yetişebilirdim ancak hem dünkü başarısız buluşmalardan hem de dernektekilerin yaşça benden epey büyük olmalarından ötürü derneğe gitmedim. Halbuki gitsem iyi olurdu. En azından çıkışta çarşıyı gezer sonra da nehir kenarında yürüyüş yapardım.

Yaşadığım bu olumsuz insan ilişkilerinden ötürü sinir küpüne dönmüş bir halde yatakta oturuyordum. Öfkeliydim. Başıma ne geliyorsa kadına değil de erkeğe kök saldığım için geliyordu. Kendimi kökleri havaya kalkmış, gövdesiyle dalları da yere gömülmüş ters bir ağaca benzetiyordum. Evet, bir erkek olarak erkeğe kök salınca böyle bir hilkat garibesine dönüşmüştüm. Büyüsem, gelişsem ne olacaktı ki? Tüm yapraklarımı, meyvelerimi, güzelliklerimi yer yutacaktı. Daha sağlam, daha kuvvetli köklere sahip olunca ne değişecekti? Havadaki boşluğu daha mı iyi saracaktım? Boşluğu daha güçlü kavrayınca boşluk yok olacak mıydı peki? Ne olursa olsun bu ağaç kurumamalıydı. Yapılması gereken tek şey, ağacın köklerini toprağa oturtup dallarını da göğe kavuşturmaktı. Öfkemin geçmesi için hemcinslerimi düşünerek duygusal fantezi kurmayı denedim. Daha çok geriliyordum. Bir erkeğe dokunmak, bir erkeğe yaslanmak iyi gelmiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Derken nereden aklıma geldiyse bir kadınla duygusal fantezi kurmayı denedim. Radyo dinlerken araya bazen başka kanallardan cızırtılı bir sesin girmesi gibi gözümün önüne yer yer narsist tiplerin görüntüsü gelse de o görüntüleri def etmek zor olmadı. Aynı sınıfta okuduğumuz, benim ilgimi çeken ve onun ilgisini çektiğim kızı düşündüm. Ona dokunduğumu, onun saçlarını okşadığımı hayal ettim. Bir anda gerginliğim sona erdi. Pamuk gibi olmuştum. Çok şaşırdım. Madem rahatladım bari bir yürüyüşe çıkayım dedim. Yolda yürürken yaşı benden küçük olan hemcinslerimi kardeşim gibi görüyor ve onları cinsellikten tamamen bağımsız bir şekilde sevimli buluyorken, yakın yaşta olduklarımdan ve benden büyüklerden ise tiksiniyordum. Erkeksi özellikleri baskın olanlardan daha çok tiksiniyordum. Erkekten tiksinmek benim için çok yeni bir duyguydu, şaşkın ve mutluydum. Yaşadığım hayal kırıklığının etkisi geçince hislerimin olağan seviyesine geri döneceğinin farkındaydım ancak hemcinslerimden sadece cinsel olarak değil duygusal olarak da uzak olmak benim için güzel bir adımdı. Yürüyüş boyunca kadınların konuşmaları, ses tonları, hal ve hareketleri dikkatimi çekti. Gözlerim aynıydı ancak bakış değişmişti. Yürüyüşün sonlarına doğru erkek tiksintisi sona erdi ancak gün boyunca o kızın içinde olduğu duygusal hayaller kurmaya ve bu hayaller vasıtasıyla rahatlamaya devam ettim. Daha önce hiç görmediğim bir kapının eşiğinde hissediyordum kendimi. Erkeklerin içinde olduğu duygusal hayaller kurmayı canım çekmiyordu. Testosteron sahibi bir mahluk, testosteron sahibi bir mahlukla fıtrat dışı bir ilişki yaşarsa veya yaşadığını düşünürse çarpan etkisiyle birlikte öfke ve gerginlik had safhaya ulaşıyordu. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe’ye, (radıyallahu anha) “Ey Aişe! Konuş da ferahlayayım!” hitabı ile sizin, “Bir kadının bir erkeğe verdğini bir erkek asla veremez.”, “Şu an tüm sorun hayatında bir kadının olmaması” ve “Eşcinselliğin en kötü yanı bir kadının sana verebileceklerinen mahrum kalıyorsun.” sözleriniz zihnime daha net bir şekilde oturdu. Eskiden bir erkek beni hayal kırıklığına uğrattığında hayali olarak narsist erkeğe koşuyordum. (Erkekten zarar görüp de sözde süper-erkeğe sığınmanın nasıl bir mantığı vardı acaba?) Evlenmiş olan yirmi bir danışanınızdan hiç boşanan olmamasının ve hepsinin de iyi eşler olmasının sebebini çok iyi anlıyorum. Kadınsızlığın ne büyük bir eksiklik ve ne bela bir şey olduğunu bilen eski-eşcinsel erkek eşinin kıymetini çok iyi biliyor. Böylece eşine ilgi göstermek ve kocalık sorumluluklarını yerine getirmek hususunda dikkatli davranıyor ve büyük kavgalar ile boşanmalar meydana gelmiyor.

*
   
Ömer Yılmaz kurgusal bir karakter. Anlattıklarımın kökü her ne kadar gerçekliğe uzansa da ben yazarken o gerçekliği kısmen değiştiriyorum. Gerçekliği değiştirmesem bile ona daha işime yarar bir açıdan bakınca gerçekliğin bazı kısımları gölgede kalıyor, en güzel şekilde çıktığımız fotoğraf açısını bilip de tüm fotoğrafları o açıdan çekinmeye çalışmamız gibi. Ömer Yılmaz kusurunu anlattığında bile onu bir güçlülük çerçevesinde anlatıyor. O kusuru nasıl aştığından veya aşma azminde olduğundan bahsediyor. Dili kılıç gibi kullanıyor, kelimelerin altından girip üstünden çıkıyor. “Helal sihir” denilen edebiyatı etkili bir şekilde kullanarak, aralara bol bol psikoloji bilgileri serpiştirerek okuyanı etkileyebiliyor. Ünlü insanların içinde çok sayıda narsist bulunması gibi, tanınmış yazarların arasında da çok sayıda gizli narsist bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü narsist kişilerin insanlar üzerinde büyüleyici bir etkisi var. Bu etki geçici olabilir, ruhen sağlıklı insanlar üzerinde fazla geçerli olmayabilir ancak bu etkinin kitleleri peşinden sürüklediği aşikar. Ömer Yılmaz benim hem narsistik yönüm hem de ideal benliğim. Gerçek benliğim ile ideal benliğim arasında maalesef belirli bir fark var. Bu fark belli bir düzeyi aştığında çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açabildiğinden ötürü gerçek benliğimi idaeal benliğime yaklaştırmaya çalışıyor, ideal benliğime ise asla sahip olamayacağım özellikler atfetmemeye çalışıyorum. İyileşme sürecim sorunsuz ilerlemiyor, birçok sorunla karşılaşıyorum ancak bu sayfaya sorunlardan çok çözümleri yazmayı kendim için daha doğru buluyorum.
 
*
   
Malumdur ki bir yazarın kitabını okumak onunla konuşmak gibidir. Bu yüzden eski devirlerde, bir mürşid-i kamil bulamayan ancak tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlere Kûtü’l-Kulûb gibi tasavvuf klasiklerinden günde belirli bir miktar okumaları tavsiye edilirmiş. Üniversitedeyken klasik eserleri okumaya özen gösterir ve şöyle düşünürdüm: İmam Gazali gibi muhteşem bir zekanın kitabını okuyup onunla sohbet etmek etmek varken neden hayatını iki yüz kelimeyle idame ettiren bozuk Türkçeli oda arkadaşım Ahmet’in saçma sapan dertlerini dinleyerek vakit kaybedeyim ki? Ahmet’i neden İmam Gazali’ye tercih edeyim? Çok yanlış düşünüyormuşum. Bir kere bu düşüncede aşağılama var. İkincisi duygusuzluk ve umursamazlık var. Üçüncüsü Ahmet’i sadece belirli özelliklerinden ibaret görüp birçok özeliğini yok saymak var. Ahmet’ten belki zikrin faziletlerini öğrenemezdim ancak esnafla nasıl konuşulması ve sanayiye gidince kazık yememek için neler yapılması gerektiğini öğrenebilirdim. Veya onun, üzerine kalın kitaplar konularak bastırılmamış doğallığından istifade edebilirdim. Ahmet’le evlilik hakkında konuşsaydım evlilik meselesi daha erken gündemime girebilirdi veyahut bu konudaki eksikliğimin farkına varıp terapilere daha erken başlayabilirdim. Onun sokaktan öğrendiği erilliği bana güç katabilirdi. Bana gülerek tüm samimiyetiyle “kanka” diye hitap edişi bütün kasvetimi dağıtabilir ve benimle kurduğu bağ eşcinselliğimi geriletebilirdi.

Kadın meselesi mütedeyyin genç yetişkinler arasında genellikle “evlilik” başlığı altında konuşulur. Konuşmaya metroyu su basmasından bile başlansa konu muhakkak evliliğe gelir. Arkadaşlarımı bu yüzden çok yüzeysel bulurdum. Onları okuldan ve evlilikten başka bir şey düşünmeyen zavallılar olarak görürdüm. Halbuki yirmi yaşındaki bir gencin birinci hedefinin okulu bitirmek, ikinci hedefininse evlenmek olması çok normal değil midir? İşin aslı şuydu ki; bölümümü sevmediğim için okul hakkında, eşcinsel olduğum içinse evlilik hakkında konuşmak istemiyordum. İsteksizliğimin farkındaydım ancak bu isteksizlik sebeplerinin farkında değildim. Onlar yüzeysel değildi, ben sorunlarımla yüzleşmekten kaçınıyordum. Çünkü sorunlarımla yüzleşseydim bölümümü değiştirmek ve terapilere başlamak zorunda kalacaktım ki bu tüm düzenimin bozulması ve sözde yüceliğime zarar gelmesi demekti. Öyle ya ben o kadar yüksekteydim ki ne bir mesleğe ne de bir eşe ihtiyacım vardı!

Rivayet odur ki “ev” kelimesinin aslı “dev” kelimesiymiş de insanlar evlenmekten korkmasın diye “dev”e “ev” demişler. Onlar sürekli evlilikten bahsederek bu büyük olaya kendilerini hazırlıyorlar ve kendi gelişim evrelerine uygun davranıyorlarmış. Kaderde arkadaşlarımın yirmi yaşındaki haklılıklarını otuz yaşında tasdik etmek de varmış. Artık ortalama erkek davranışlarını yadırgamıyor ve kendim de o davranışları uymaya çalışıyorum. Tüm bunları pişman olduğum için anlatmıyorum. Tüm hatalarımı tren rayları olarak görüyorum. Bu raylar beni ilerletip belirli bir noktaya getirdi ve nihayet iyileşme sürecim başladı.

08/01/2024
   
İki gün önce yaşadığım erkek tiksintisi şu an devam etmiyor olsa da hayatımda ilk defa bir kadınla ilgili olarak duygusal fantezi kurmak benim adıma önemliydi. Zor durumda kaldığımda ilk kez erkeğe değil de kadına sığındım. Duygusal yönden bağlılığımın kuvvetli olduğu bir kız olsaydı sığınma hâli ve erkek tiksintisi daha uzun sürebilirdi ancak o kıza karşı kuvvetli bir ilgi hissetmiyordum.
   
Erkek ve kadın görüntüleri zihnimde gelip gidiyor. Erkek görüntüleri hâlen baskın olsa da kadın görüntüleri de silik bir şekilde beliriyor. Şu sıralar galiba her iki cinse de duygusal ilgim mevcut bulunuyor.

*
   
Üç gün önce, cuma namazından sonraki yetersiz erkek sohbetinden son derece rahatsız oldum çünkü beni hayatından dışına iten her şeyden kötü etkileniyorum. Yaşamaya hasret kalmış birine ölüler fayda etmiyor. Ölüden kastım beden olarak değil ruhen ölü olanlar. Hz. Mevlana (kaddesalahu sırrıhu) bedenen ölü ama ruhen diri. Toprağın altındaki ölülere rahmet dilemeli, toprağın üstündeki ölülerdense uzak durmalıyım. Ölüler beni gri bölgeye sokuyor. Gri bölgenin ne bela bir şey olduğunu her eşcinsel bilir. Bir danışanınız gri bölgeyi kabir azabına benzetmişti. Gri bölgede acı çekerken bedeninden çıkmak istiyorsun ama çıkamıyorsun. Küçükken babam beni azarladığında gri bölgeye girerdim. Dediklerini kabul eder, susardım. Oysa kardeşim kabul etmez, muhakkak cevap verirdi. Hatta bir keresinde tahta dolabı yumruklayarak dolabın kapağını parçalamıştı. Bense azarlamalardan etkilenmemek için kendimi hissizleştirir, gri bölgeye girerdim. Taciz/tecavüz mağdurları da aynısını yapıyor. Yıllar boyunca o kadar hissizleşmiştim ki yirmi yedi yaşındayken dahi bir gelecek planım yoktu. Ben on sekiz yaşına kadar dünyanın en kötü evladı olduğuma inanıyordum çünkü beni buna ikna etmişti. Babamın tipik huylarından birini başka bir insanda gördüğümde, hoca saatlerce slayt okuyarak ders anlattığında, biri karşıma geçip hayattaki her şeyden şikayet ettiğinde, pasif ve çekingen kaldığımda, kısacası bir şekilde hayatın dışına itildiğimde gri bölgeye giriyorum. Beni hayatın dışına iten her şey doğrudan eşcinselliğin içine düşürüyor. Gri bölgeden çıkma yöntemlerini terapide size sormalıyım. Babam beni duygusal olarak hadım etmeye çalışmış, bir ölçüde başarılı olmuş ancak şükürler olsun ki tamamen başaramamış. Benim çekingen olmamdan rahatsız olurdu ama bu duruma kendisi sebep oluyordu. Yani bana hem yemek vermiyordu hem de beni zayıfım diye eleştiriyordu. Bir kişide bir soruna sebep olup sonra da o sorundan dolayı kişiyi eleştirmek narsistlerin temel huylarındandır. Eleştirecek bir şey muhakkak bulur, bulamazlarsa kendileri meydana getirirler.

*
   
Jung’un kuramına göre toplumun onayını almak için, insanın dış dünyaya karşı takındığı maskeye “persona” denir. Persona, çevremizdekilerin bizi görüp tanıdıkları yanımızdır. Mesela okulda öğrenci rolünü, işyerinde çalışan rolünü oynarız. Sabah uyandığımızda canımız hiçbir şey yapmak istemiyor olsa bile yataktan kalkıp öğrenci, çalışan veya herhangi bir rolün gereklerini yerine getiririz çünkü rol yapmak demek içimizden geldiği gibi değil nasıl davranmamız gerekiyorsa öyle davranmak demektir. Persona gereğinden fazla güçlenirse yani insan sadece oynadığı rollerden ibaret hâle gelirse kişiliğin diğer yanları güdükleşir ve şişme (inflation) meydana gelir.

“Gölge” ise saklı kişiliğimizdir, en temel arzularımızdır. Gölge, insanın kendi cinsiyetini temsil eder ve kendi cinsinden kişilerle ilişkisini etkiler. Örnek verecek olursak kişinin gölgesi bir insanı öldürmek isteyebilir ancak “kurallara uygun yaşayan iyi vatandaş” personası bu kanun dışı isteğe engel olur.

Eşcinsellerde “persona”nın kuvvetli, “gölge”nin zayıf olduğunu düşünüyorum. Eşcinsel erkeğin gölgesi zayıf olduğundan eşcinsel erkek bu açığı bolca rol yaparak kapatmaya çalışıyor. İyi çocuk rolü, iyi vatandaş rolü, iyi çalışan rolü, iyi danışan rolü gibi roller eşcinsellerde sıkça görülüyor. Bu çok ciddi bir şişmeye (inflation) sebep oluyor. Şişmenin olumsuz etkileri sık partner değiştirerek, çok sayıda cinsel ilişki yaşanarak giderilmeye çalışılıyor.

İdealist rumuzlu kardeşimin beğendiğim bir ses kaydını size gönderdim. Kaydı dinlemenizin üzerinden beş dakika bile geçmemişti ki ses kaydındaki fikirleri esas alarak bir tivit attınız. Bir tane tivit atmak için benim gibi günlerce düşünme ihtiyacı duymadınız. Doğal bir kişiliğiniz var. Gölgeniz kuvvetli, personanız zayıf. Rol yapmyorsunuz. Bu kişilik yapınız gölgesi zayıf personası kuvvetli tipik eşcinsel yapısına iyi geliyor. Kişilik yapınız terapinin olumlu yönde ilerlemesine katkıda bulunuyor. Ancak gerçek hayatta ve sosyal medyada kuvvetli gölge dokuz köyden kovuluyor. İnsanlar kuvvetli gölgeden ürküyor. Bu durum sistemin dışına itilmenize sebep oluyor. Bu fikirlerimi eleştiri değil de tespit bağlamında dile getirdiğimi özellikle belirtmek isterim.

https://x.com/psikologkacin13/status/1743003654087417951?s=46&t=4KpnTtqaqHiWdUHSB6AfwQ

09/01/2024
   
Bu sabah gergin bir şekilde uyandım. Gerginlikten kurtulmak için bir erkekle duygusal ilişki kurduğumu hayal ettim ancak fayda etmedi. Bir süre sonra kopma noktasına geldim. Başım öyle ağrıyordu ki alnıma oklar saplandığını zannediyordum. Sınıftaki ufak tefek, sevimli bir kızla duygusal ilişki kurduğumu hayal edince gerginliğim sona erdi. Benzer olayları gün boyunca yaşadım. Artık bir erkeğe ilgi duyar gibi olduğumda aklıma erkekle değil de kadınla duygusal ilişki yaşadığımı getiriyorum. Erkek beni geriyor, kadınsa rahatlatıyor. Çalıştığım kurumdaki ilgimi çeken arkadaş bugün yanıma geldi. Elini omzuma koyup dakikalarca çekmedi. Birkaç hafta önce olsa bu durum bütün dengemi bozardı, bugünse fazla etkilenmedim. Artık erkeklerden duygusal olarak da fazla etkilenmiyorum. Erkek etkisi beni geriyor. Bir erkekten etkilenecek olsam bile bir kadınla duygusal bağ kurduğumu hayal ettiğimde (dokunmak, sarılmak vs.) o etki üzerimden siliniyor ve rahatlıyorum.

12
ALTINCI TERAPİ (DEVAMI)

İyileşme sürecinde duygusal olarak, aktiflerin pasifleştiğini, pasiflerin aktifleştiğini, ap’lerin ise aseksüelleştiğini söylediniz. Bu gerçekliği Jung’un anima ve animus kavramlarına dayanarak açıkladınız. Kabaca anlatmak gerekirse Jung’a göre her erkeğin bilinçdışında bir kadın (anima), her kadının bilinçdışında bir erkek (animus) vardır. Bu zıtlık gereklidir çünkü anima (erkeğin içindeki kadın) olmazsa erkek kadını anlayamaz ve şefkat, merhamet gibi bazı olumlu kadınsı özelliklerden mahrum kalır; animus (kadının içindeki erkek) olmazsa da kadın erkeği anlayamaz ve girişkenlik, dayanıklılık bazı olumlu erkeksi özelliklerden mahrum kalır. Pasif eşcinselde animus çok zayıf kalmış olduğu için iyileşme sürecinde animus kuvvetleniyor, erkeksi özellikler öne çıkmaya başlıyor ve pasif eşcinsel aktifleşiyor. Aktif eşcinselde ise anima çok zayıf kalmış olduğu için iyileşme sürecinde anima kuvvetleniyor, şefkat, merhamet gibi kadınsı özellikler öne çıkmaya başlıyor ve aktif eşcinsel duygusal olarak pasifleşiyor. Ap eşcinselde ise anima, animus, kadınlık, erkeklik hepsi bir arada ve yaklaşık eşit düzeyde bulunduğu için bu karmaşayı sona erdirmek adına ap eşcinsel iyileşme sürecinde aseksüelleşiyor.

*
   
Hastalıklarla boğuşarak geçen çocukluğumda sokağa çıkmam yasaktı. Çocuklarla oynayamadığım için legolarla oynardım. Lego oynarken kendimden geçer, saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdım. Lise dönemimde legonun yerini müzik aldı. Erkek yurdunda ranzanın bir köşesine siner, saatlerce müzik dinlerdim. Üniversite dönemimde ise kitaplarla yakın oldum. Bir günde dört yüz sayfa kitap okuduğum olurdu. Bünyesinde yer edinemediğim dış dünyaya karşı içime dönerek isyan ediyordum. Hemcinslerimle hep iletişim hâlindeydim ancak hep belli bir mesafede duruyor, daha fazla yaklaşmıyordum. Onlara iyi ilişkilerinden ötürü imreniyor ancak yüzeysel olduklarını düşündüğüm için de onları içimden aşağılıyordum. Hem tanrısallaştırıyor hem de hor görüyordum.
   
Jung’un kişilik tiplerinden ikisi ölüsever ve yaşamsever tiplerdir. Yaşamsever insan insanlarla iyi geçinir, onlardan güç alır, hayvanları sever, canlı olan her nesneyle iletişim halindedir. Ölüsever insan ise mekanları, binaları, kitapları ve bunlar gibi cansız varlıkları önemser. Yanında hiç kimse olmaksızın bir mekanı ziyaret edebilir. Eşyalara ayrı bir önem verir. Sevdiği bir eşyayı kaybetmek onun için ölüm gibidir. Ölüseverliği biraz daha geniş yorumlamak kaydıyla çoğu eşcinselin ölüsever olduğunu düşünüyorum. Evindeki adını bile bilmediğin adam yarım saat önce yoktu, yarım saat sonra yine yok olacak. İki yok arası bir var olur mu? Eskiler eşyalarına bile isim verirlerdi, isim vermek var kılmaktır çünkü. İsmini öğrenmediğin, öğrenmek de istemediğin adama var olma şansı tanımıyorsun demektir. Devasa bir yoklukla sevişiyorsun. Onun gözünde sen de bir yokluksun. İşin ilginç tarafı, her iki taraf da gri bölgeden çıkmak, hissizlikten kurtulmak yani var olmak için sevişiyor ancak iki yokluktan  bir varlık çıkmıyor.

Ölüseverlik beni escinselliğe sürükledi. Yaşamseverliğin ise beni düzcinselliğe ulaştıracağını ümit ediyorum.

*
   
Narsistle ilişki halinde olmak insanın içini kurutuyor. Babamla aynı evde geçirdiğim dört yılın hasarını henüz tam olarak atlatabilmiş değilim. Rahmetli anneannem babamın ailesini sevmediği ve babam Ankaralı olduğu için başlangıçta annemin babamla evlenmesine izin vermemiş. Annem de güya doğu görevi için almış başını tek başına Erzurum’a gitmiş. Anneannem annemle baş edemeyince evlenmelerine mecburen izin vermiş. Aslında bu kadar dişli olan bir kadının bugünkü sinikliğine çok üzülüyorum. Aynı kurumda çalıştığımız Melda Hanım, bir narsistle on bir yıl evli kalıp geçen sene boşanmış. Kadının bakışlarında anlam yok, kurumda ruh gibi dolaşıyor. Narsistlere ruh katilleri diyebiliriz, insanların ruhunu öldürüyorlar. Ruh vampirleri de diyebiliriz, insanların duygularını, hayallerini, umutlarını sömürerek hayatta kalabiliyorlar. Onların ağına bir kere takıldıktan sonra onların zehrinden etkilenmemek çok zor. Ya çok saldırganlaşıyorsunuz, ya fazla itaatkar oluyorsunuz veya tüm şalterleri indirip donuklaşıyorsunuz.

13
ALTINCI TERAPİ

01/01/2024
   
Katharsis, duygusal boşalma anlamına geliyor. Bazı psikoloji ekolleri katharsis yaşamanın insanı iyileştirdiğini söylüyor. Bundan pek emin değilim. İki insanla ilgili konuşmak beni öfkelendiriyor ve bana iyi gelmiyor. Birincisi babam, ikincisi ise bir zamanlar haddinden fazla değer vermiş olduğum savcı.
   
Babamla olan hesaplaşmamı daha terapilere başlamadan önce yaşamıştım. Beni eleştiremez ve bana erkeklik taslayamaz hâle gelmişti. Bu konuda yapacağım başka hiçbir şey kalmadı.

“Babanın bizi eleştirmesine izin vermememiz gerekiyor. Baban sana erkeklik taslayamamalı.”
   
Savcıyla henüz hesaplaşmadım. Hesaplaşma denemesini terapide gerçekleştirdik. Yaklaşık olarak şöyleydi: “En zor zamanlarımda yanımda olmadın. Seni yine ben aramıştım, telefonda bir saat konuşmuştuk. Konuşmanın sonunda: ‘Seni aramazsam kusura bakma, ben annemi babamı bile aramıyorum.’ demiştin. Bir daha da seni aramadım. Benimle iletişime geçmeyi denediğinde ise soğuk cevaplar vererek seni reddettim. Zor zamanlarımda yanımda olmadığın gibi güzel zamanlarımda da yanımda değildin. Seni ziyarete geldiğimde utanmadan mesleğimi aşağıladın. Sen burnunun dibindeki Adana’ya beni ziyaret etmek için gelmezken beni yeni tayin olduğun beş yüz kilometre ötedeki ilçede gösterilecek bilmem ne filminin galasına davet ettin. Sana gösterdiğim vefanın onda birini bile görmedim senden. Yüzlerce tanıdığın olabilir ama yanında ağlayabilecek kadar yakın olduğun bir kimsen bile yok şu hayatta. Oysa deden vefat ettiğinde benim yanımda ağlamıştın. Bütün bunları bilmen için anlatıyorum. Hakkında zihnimde olan bu düşünceleri senin de bilmen gerekiyor. Yoksa özür de dahil olmak üzere hiçbir beklentim yok senden.”

*
   
Sizinle sürekli iletişim halindeyiz. Hemen her gün mesajlaşıyoruz. Bu benim için muazzam bir nimet. Psikolojide bu duruma “çoklu rol ilişkileri” deniyor. Terapistle terapi dışında görüşülür mü, terapistle arkadaş olunur mu, terapistle sevgili olunur mu  gibi sorular tartışılıyor ve bu sorulara genellikle olumsuz cevap veriliyor. Çoklu rol hoş karşılanmıyor. Eşcinsel terapi söz konusu olduğunda ise tüm kuramların tersine dönmesi gerektiğinin farkındayım. “Eşcinselliği hiçbir kuramla tedavi edemezsin. Kendi yöntemlerini geliştirmen gerekiyor.” demiştiniz. Bütün bu kuramların hiçbirinin eşcinselliği tedavi etmek gibi bir amacı yoktur ki biz bu kuramların kurallarını harfiyen uygulayalım. Terapist etik ikilem yaşadığında ilk olarak “Yararlı olmak ve zarar vermemek” kuralına bakar. Danışanınızla terapi odası dışında da yakın olmanızın yararlı olduğunu bizzat tecrübe ediyoruz, zararını da görmedik.  Bu yüzden sizinle terapi dışında görüşmeyi birkaç hafta önce yadırgadığım kadar yadırgamıyorum. Bu sınır belirleme takıntısı benim mizacımdan da kaynaklanıyor. Çalıştığım kuruma atandığımda ilk dört ay kurumda çalışanlardan kimseyle dışarıda görüşmemiştim. Çünkü “mesai arkadaşlığı” kavramı benim için çok yeniydi ve bu arkadaşlığın sınırlarını zihnimde belirleyemiyordum. Hayatı matematiksel formüllerle yaşamaya çalışıyorum ama hayat formüllere sığmıyor. Hayatı değiştiremeyeceğime göre katı kurallarımı değiştirmeliyim.

*

Okuldan sevdiğim bir arkadaşla geçen hafta ders arasında yarım saat sohbet ettik. Birçok meseleden bahsettik hatta duygusal bir ilişkisinin olup olmadığını bile sordum. Orada o anda sadece o sohbetin içinde olmak, muhatabımın koluna bacağına bakmamak, “Acaba eşcinselliğimi anlayacak mı?” diye düşünmemek, “Bu kadar yakışıklı ama niye bana ait değil?” diye üzülmemek, “Bu adama olan hislerimi nasıl bastıracağım?” diye hafakanlar geçirmemek, kız arkadaşına öfkelenmemek, sadece iletişime odaklanmak muhteşem bir tecrübeydi. Derse girme vaktini genellikle ben hatırlatırdım ama sohbete o kadar odaklanmışım ki bu sefer arkadaşım hatırlattı ve “Dışarıda da görüşelim.” dedi. Bir erkeğin sadece gözlerine odaklanmak insanı zenginleştiren bir eylemmiş.

*

Aynı sınıfta okuduğumuz kırk yaşlarında evli ve çocuklu bir abi beni ve çok sevdiğim bir arkadaşı evine yemeğe davet etti –iki buçuk yıldır ilk defa. Evde güzel vakit geçirdik. Arkadaşı yurda bıraktım. Yolda bana, “Seninle ileride aile olarak da görüşmek isterim abi.” “Sohbetin sarıyor, seninle uzun yola çıkılır.” “Başka bir zaman dışarıda çay kahve içelim muhakkak.” dedi. Terapide bunları size anlattığımda, “Seninle ileride aile olarak da görüşmek isterim abi.” sözünün “Seni seviyorum.” anlamına geldiğini söylediniz. Bana sevdiği kızdan bahsetti. Onu dinledim, ona kendi tecrübelerim çerçevesinde tavsiyeler verdim. Bana evlenmeyi düşünüp düşünmediğimi sordu. Evlenmek istediğimi ancak kadınlardan korktuğumu, bugüne dek hep düşünceye yatırım yaptığım için duygu yönünden zayıf kaldığımı söyledim. Ben terapi odasında konuştuklarımızı yeri geldikçe başkalarına anlatmaktan çekinmiyorum sadece eşcinsellik kısmını anlatmıyorum.

Artık insanlara samimi davrandığım için insanlar da bana samimi davranıyor. Ben duvar örmeyince onlar da duvar örmüyor. Erkeksi enerjimin arttığını hissediyorum. Erkeksi enerji düzcinsel erkekleri bile çekiyor. Varoluşçu kuram psikolojik olarak sağlıklı olmayı iki koşula bağlıyor: 1- Spontane (doğal) olmak 2- Yaratıcı olmak. Ben doğallaştıkça insanlar bana daha çok yaklaşıyor. Uçakta giderken birbiriyle şakalaşan üç erkek arkadaş gördüm. Birbirlerine rahatça dokunuyor, gülüp eğleniyorlardı. İletişimlerine o kadar odaklanmışlardı ki dış dünyadan kopmuş gibilerdi. Zorlama olmaksızın gerçekleşen bu doğal bir iletişimi bir gün tecrübe edebilmek istiyorum. Şehvet hissettiğim insana şehvet hissettiğim için, şehvet hissetmediğim insana şehvet hissetmediğim için dokunmuyorum. Bu delilik değil mi?

*
   
Terapiye başladığımdan bu yana birçok şey değişmişti de depresif belirtiler olduğu gibi kalmıştı. Siz bu belirtileri iki sebebe bağlıyordunuz: 1- Otuz yaş bunalımı 2- Evli olmamak. Otuz yaş bunalımının ne olduğunu henüz çözemedim ancak evli olmamak kısmına katılıyorum. Her insanın hayatı boyunca yerine getirmesi gereken belli ödevler var ve o ödevler yapılmadığında insan vücudu belli tepkiler veriyor. Ericson’a göre yirmi ila otuz yaş arası “yalnızlığa karşı yakınlık” dönemi ve insanın bu dönemde hayat arkadaşını bulması gerekiyor. Hayat arkadaşını bulamamış düzcinsel erkekler de depresif belirtiler yaşıyor. Vücudun verdiği tepkiler, insanı o ödevi yapmaya zorluyor. Zaten olumsuz duygular olumlu duygulardan daha büyük önem arz ediyor. Bir insan kuş sesinden keyif almaksızın da yaşayabilir ancak yolda karşıdan karşıya geçerken korna sesini duymazsa hayatını kaybedebilir. Fiziksel acı bedenimizdeki bir hasara işaret ediyorsa, ruhsal acı da psikolojimizdeki bir hasara işaret ediyor olabilir. Mesleğe başlamadan önce tüm günümü bunalım halinde yaşıyordum ancak atandıktan sonra gün içinde bunalım yaşamaz oldum. Saat beş olduğunda ise tüm acılar gerisin geri zihnime hücum ediyordu. Sebebi basitti, iş sahibi olma ödevini yerine getirmiş ancak eş sahibi olma ödevini yerine getirmemiştim. Vücudum beni bu yola sokmak için çaba harcıyordu. Bu çaba canımı acıtıyordu ve ben bu acıya dayanamaz hale gelince terapiye başladım. Demek ki acıdan kaçmamalı, acıyı çözümlemeye çalışmalıydım. Terapi günündün önceki akşamında bir kitap-kafeye gitmiş, saatlerce çalışmıştım. Bu bana çok iyi gelmişti. Terapide bunu size anlattım. “Acı çekmedin çünkü hayatın içindeydin.” dediniz. İşte benim için anahtar cümle buydu. İnsanlarla bağ kurmaya ileri derecede ihtiyaç duyan benim için hayatın dışında kalmak gizli intihar gibiydi. Aslında kütüphane, kitap-kahve gibi yerlerde ders çalışmaya, kitap okumaya, vakit geçirmeye ihtiyaç duyduğumun farkındaydım ancak bu farkındalığı görmezden geliyordum. Bir de burada vakit geçiren arkadaşlardan ortalama on yaş büyük olunca yadırganmaktan korkuyordum. Artık umurumda değil; ruh sağlığımı korumak, yadırganmamaktan daha önemli. Artık kitap-kahvelere gidiyorum ancak kendimi meşgul etmek, cinsellik düşünmemek, zihnimi durdurmak gibi takıntılı tutumlardan ötürü değil hayatın içinde olmak için gidiyorum.

*
   
Geçenlerde kitap-kafeden çıktıktan sonra içimde bir boşluk hissettim. Eskiden olsa ya müzik dinlerdim ya yürüyüşe çıkardım ancak artık insan ilişkisi aradığımın farkındaydım. Eve gittikten sonra kardeşimi aradım. Uzun zamandır konuşmadığımız için telefonda bir saate yakın konuştuk, dertleştik. Bana babamla yaşadığı sıkıntıları anlattı. Benim geçtiğim sürecin bir benzerinden geçiyor. Babamla birlikte çalışıyor, kendini esir gibi hissediyor. Babama karşı özgürlüğünü kazanmak istiyor. Babamın kendine yoldaş değil de yancı aradığının ikimiz de farkındayız. Kardeşim babamı kafesteki bir aslana benzetiyor, “Onu uzaktan seveceksin, yanına fazla yaklaşmayacaksın.” diyor. Kardeşim özgürleşme sürecini benden daha kolay atlatacaktır. O bunu daha on beş yaşındayken bile başardı, şimdi hayli hayli başarır. Bakıyorum da bizim ailenin geçmişi kaçışlarla dolu. Rauf dedem karısından kaçıp İstanbul’a gitmişti. Babam annesinden kaçıp Osmaniye’ye geldi. Kardeşimle bense babamdan kaçıp Adana’ya geldik.   
   
Kardeşimle olan konuşmamızdan ikimiz de keyif aldık. Onda babamı görüyor ve ondan uzak duruyordum. O da az huysuz değildi hani. Ona iyi abilik yapamadım. Bundan sonra geçmişi telafi edecek derecede iyi bir abi olacağım inşallah.
   
Kardeşimle konuştuktan sonra uyumak için yatağa yattım. Hayatımda ilk defa bir kadına sarılarak uyuduğumu hayal ettim. Düzcinsel dünya ile kurduğum her yeni bağ, beni eşcinsel dünyadan bir adım daha uzaklaştırıyor.

*
   
Kadın meselesinde halen duraksıyorum. Kimseye kahve içme teklifinde bulunmadım. Zamanında bana teklif edenleri kaba bir şekilde reddettiğimden ötürü beddualarına uğramış olmalıyım ki kimse bana teklif etmiyor. Mastürbasyonda artık sadece kadın düşündüğümü ama kadına sadistçe davrandığımı yazmıştım. Sadist hayaller kalmadı ancak sert bir şekilde ilişkiye girdiğimi düşünmeden erekte olamıyorum. Kadına karşı sadistçe davranma fantezimin temelinde babamın anneme olan davranışlarının yattığını söylediniz. Babamın duygusal olarak yaptığını ben cinsel olarak yapıyordum. Katılıyor ve ekliyorum: Bana ilgi gösteren kadınlara çok kaba davranmamın temelinde de babamın kadın algısının yattığına inanıyorum.

*
   
“Gerçek erkek kimdir?” diye sorguluyorum. Cesur olan dersek epeyce cesur kadınlar da mevcut. Girişken olan dersek bazı kadınlar girişkenlikte erkeklere takla attırır. Bir kadını sahiplenebilince erkeklik başlıyor gibime geliyor. Zahid Efendi’nin (kaddesallahu sırrıhu) o meşhur sözünü tekrar zikredeyim: “Bir kadını idare edemeyen erkeğe ben erkek mi derim!”

*
   
Zamanında yaşayamadığımız her şeyi şimdi yaşamaya çalışıyoruz. Terapistle/babayla sevgi-öfke karışımı bir bağ kuruyoruz, hemcinslerimizle bol bol sohbet ediyoruz, gözler karşı cinse açılıyor ve bir kızla buluşabilme hayalleri kuruyoruz. “Ne yazık ki hayat,  geriye doğtu yaşanmıyor.” diyor bir oyuncu. Terapi, mucizevi bir şekilde hayatı yeniden yaşama imkanı sunuyor. Beğenmediğimiz satırların üstünü çiziyoruz. Yeni cümleler ekliyoruz. Defter aynı kalsa da defterin içeriği tamamen değişiyor. Siz bu durumu merhum Necip Fazıl gibi “Bir adam yaratmak” olarak adlandırıyorsunuz. “Tanrım beni baştan yarat!” diye popüler bir söylem var. Tanrı isteyeni baştan yaratıyor. Kafir sahabeye dönüşebiliyor ancak Mekkeli müşrikler gibi “Biz rüzgarda savrulan yapraklar gibiyiz. Allah bizi kafir yaratmışsa bizim ne suçumuz var?” şeklinde düşünenler tekrar yaratımı tecrübe edemiyor.

*
   
Geçen hafta bir gece ilk defa birine sarılarak değil de birinin dizine yatarak uyuduğumu hayal ettim. Güzel bir hismiş. Her zaman baskın olmak, birilerini kapsamak, birilerine hükmetmek zorunda değilmişim. Başımı birinin omzuna yaslayabilirmişim. O an aklıma hüzünlü bir anı gelebilirmiş. Gözümden süzülen bir damla yaş, onun kazağının ipliklerine sinebilirmiş.

*
   
Terapiye gelmeden önce istediğim her şeye sahiptim. İstediğim mesleği yapıyordum. İstediğim şehirde yaşıyordum. Sağlığım yerindeydi. Ailemle aram düzelmişti. İş arkadaşlarımdan memnundum. Sevdiğim bölümü ikinci üniversite olarak okuyordum. Her sabah erkenden kalkıp namaz kılıyor, Kur’an okuyor, belli zikirleri yapıyor, spor yapıyor ve kitap okuyordum. Arabam vardı ve yakın zamanda evimin olması da uzak bir ihtimal değildi. Tüm bu düzenliliğe rağmen hayatım durmuştu, ilerlemiyordu. Köpük köpük çağlamak isteyen akarsuyun önüne set çekmişlerdi. Ne yaparsam yapayım o köklü sorunu çözemiyordum. Tüm bu güzellikler ciladan ibaretti, tahta çürüktü oysa. Köklü sorunun ancak köklü bir müdahaleyle çözülebileceğini idrak ettiğimde hayatım tekrardan akmaya başladı.

*

Gerçek hayatta yaşadığımız tüm ilişki sorunlarını terapistle olan ilişkimizde de yaşıyoruz. Terapistle olan ilişki sorununu çözdüğümüzde gerçek hayattaki ilişki sorunları da çözülüyor. Terapistle bağ kurabildiğimizde diğer insanlarla da bağ kurabileceğimiz ümidi doğuyor. Terapi odası gerçek hayatın tiyatro sahnesi, terapide ne varsa hayatta da o var.

*

Geçen hafta iki adama karşı tetiklenme yaşamaya devam ediyordum. Onlardan uzak mı dursam yoksa eskisi gibi iletişim kurnaya karar mı versem kararsız kalmıştım. Yağmurun kuru toprağa çekildiği gibi çekildiğim narsist tiplerden uzak mı durmalıydım? Bu soruyu size sordum. Ezilme, sömürülme, baskılanma olmadığı müddetçe onlarla iletişim hâlinde olmamın bir sorun teşkil etmediğini söylediniz. Terapiden sonra ikisine karşı da tetiklenmedim.

*
   
Yolda yürürken, kafede otururken veya bir iş yaparken birilerine karşı çekim hissettiğim oluyor. Ama bu çekim cinsel bir çekim değil, onu tanımlayamıyorum, çok tatsız bir his. Siz bunun duygusal tatmin arayışı olduğunu, böyle bir durum yaşadığımda duygusal fantezi kurmam gerektiğini söylediniz. Yani çekildiğim kişiyle arkadaş olduğumu, onunla sohbet ettiğimi, onun dizime yattığını veya omzuma yaslandığını hayal etmeliydim. Dediğinizi uyguluyor, faydasını görüyorum.

“Bizim tezimizde eşcinsellik öpüşmekle başlar. Öpüşme, oral ilişki, anal ilişki hayal etmediğin müddetçe bir erkeğe sarıldığını, onun dizine yattığını, onun omzuna yaslandığını hayal etmenin bir sakıncası yok.”

“Yakışıklı, kaslı bir erkeğe sarıldığını hayal eden erkeğe eşcinsel demeyebiliriz. Eşcinsellik öpüşmekle başlar.”

“Dudak dudağa öpüşmedikten ve penisle ilgili fantezi kurmadıktan sonra erkek erkeğe her türlü temas serbesttir.”

“Artık kafandan ben eşcinselim düşüncesini atabilirsin. Bir erkeğe çekim hissettiğinde onunla duygusal fantezi kuracaksın. Erotik fantezi kurmadığında sen nasıl eşcinsel olabilirsin? Duyguya, duygusal rol modele ihtiyacın var. Yıllarca duygusal olarak otistik hayatı yaşamışsın, hayatında duygu olmamış, duygu neredeyse sıfır. Duygudan zevk almayınca acıdan zevk almaya çalışıyorsun. Kendine acıdan zevkler yaratıyorsun.” Lise hayatım boyunca hiçbir somut derdim olmamasına rağmen o dönemi karamsar müzikler dinleyerek geçirmem, acıdan zevk almaya çalışmanın bir sonucu muydu acaba?

*
   
“Sana ilgi gösteren kadını reddetmen demek, erkekliğini reddetmen demek.” sözünüzden etkilenmiş ancak bu sözünüzle neyi kast ettiğinizi anlayamamıştım. Bu sözünüz üzerine biraz düşündüm.
   
Bekar, sağlıklı bir düzcinsel erkek; bir kadını beğendiğinde veya bir kadın tarafından beğenildiğinde öncelikle o kadınla tanışıyor. Onunla ortak bir yaşam kurabileceğine inanırsa iletişimi devam ettiriyor, inanmazsa ettirmiyor. Oysa eşcinsel erkek bir kadını beğense bile kadına açılmıyor hatta bir kadın tarafından beğenildiğinde kadına hiçbir fırsat tanımadan doğrudan kadını reddediyor. Böyle bir durumda kadını reddetmek erkekliği reddetmek anlamına geliyor çünkü bir kadını sahiplenebilme yeteneği erkekliğin temel çekirdeğini oluşturuyor. Çünkü cesaret, girişkenlik, dayanıklılık gibi özellikler erkekliğin bir parçası olsa bile erkekliğin kendisi değildir. Nitekim bu tür özellikler bazı kadınlarda erkeklerden daha yüksek derecede mevcut bulunuyor. Sahiplenme olmadan erkeklik olmuyor. Bu yüzden günübirlik ilişkiler kuran düzcinsel erkeklerin eksik bir erkekliğe sahip olduklarını düşünüyorum. Çünkü kadını sahiplenemiyor, kadından korkuyorlar.

*
   
Kurumdaki odamızda ben, biri koordinatör avukat olan iki kadın avukat, koordinatör avukatın oğlu öbür kadın avukatın kızı olmak üzere beş kişi oturuyorduk. On yaşındaki kız çocuğu, “Neden koordinatör avukatın masası büyük?” diye sordu. Ben de, “Çünkü o kraliçe!” diye cevap verdim. Koordinatör avukatın sekiz yaşındaki oğlu, “Annem benim kralım değil!” diyerek benim sözümü reddetti. Hem annesinin otoritesini reddediyor hem de “kral” kelimesini kullanarak kadın olmasından ötürü annesinin kendisine hükmedemeyeceğini ifade ediyordu. Çoğu eşcinselin henüz ulaşamadığı noktayı daha sekiz yaşındayken geride bırakmıştı.

*
   
Çapa’daki ofisinize girmeden önce dairenin önünde durdum ve içimden şunu söyledim: “Terapist de dahil olmak üzere eşiğinden içeri giren hiç kimsenin normal/sıradan/olağan bir hikayeye sahip olmadığı o kapının önündeyim.”

*
   
Ben okulda beş yıl boyunca her kuralın bir istisnası olduğunu öğrendim. Hoca cümleye “kural olarak” diye başlarsa bilirdik ki söyleyeceği cümlenin muhakkak bir istisnası vardır. Bazen istisnanın istisnası olur ve kurala geri döneriz, eksi ile eksinin çarpımının artı olması gibi. Tereddütlü düşünmeye bu kadar alışmış bir zihnin karşısında, “Tüm ilahiyatçılar ...dır!” dediğiniz zaman o zihnin nasıl dehşete düştüğünü tahmin edebiliyorsunuz değil mi? Bunu elbette bilerek, erkeksiliği örneklemek için yapıyorsunuz ve bizim bu duruma hiçbir itirazımız yok. Terapi süresince size yönelik eleştirilerimi cevapladınız. Terapi bitiminde eleştirilere cevap vermiş olduğunuzu özellikle belirttiniz. Bu vurgulayışınızdan cevaplarınızı yazıya eklememi istediğinizi sezdim.
   
Bu hafta beni birçok terapiye dahil ettiniz. “Galiba beni yetiştirmek istiyorsunuz.” dediğimdeyse “İtirazın mı var?” diye cevap verdiniz. Geçenki yazımda size bugüne dek kimseyi yetiştirip yetiştirmediğinizi sormuştum. Bir zamanlar öğrenciniz olan şimdi doktorasını almış bir psikologu eşcinsel terapi yapmak üzere yetiştirdiğinizi, kendisi doçent olunca eşcinsel terapi yapmaya başlayacağını söylediniz. Diğer danışanlarla konuşmadığınız psikoloji konularını benimle konuştuğunuzu çünkü bir psikolog adayı olan bana yatırım yaptığınızı ifade ettiniz. Dediğiniz gibi, psikolog adayı olmasaydım eleştirilerimi yazamayacaktım. Okulda gördüğüm ve kitaplarda okuduğum tüm terapi kurallarının tersine işlediğini gördüğümde ne kadar hayret ettiğimi tahmin edersiniz. Akıntının tersine yüzme eyleminize hak verdiğimi belirtmek isterim.
   
Bürokrasiden, resmi kurumlardan çok çektiğinizi, onlarla muhatap olmak istemediğinizi, onlardan mümkün olduğunca uzak durduğunuzu bu yüzden klinik psikoloji yüksek lisans diploması ve terapi sertifikaları peşinde koşmadığınızı söylediniz. Sistemi reddetmenin bedelini sistemin de sizi reddetmesi olarak ödüyorsunuz. Sistem içinden kimse sizi övmeyince siz kendinizi övmek zorunda kalıyorsunuz.
   
“Ben her türlü bürokratik oluşuma karşıyım. Ben her türlü resmi ilişkiden uzak dururum. Bürokrasi büyük bir tuzaktır. Ben sistemden kaçabildiğim kadar kaçarım.”
   
Yukarıdaki iki cevabınızdan bağımsız olarak size şunu söylemek isterim ki: Size ne Kemalistler ne komünistler ne de ülkücüler sahip çıkar. Tahminim o ki bugüne dek en çok İslamcı kesime hitap ettiniz, bundan sonra da böyle olacak.

*

“Eşcinsellerin en büyük açmazlarından biri babalarından ne kadar nefret etseler de yine onlara benzemeleridir.”

14
CEVABA CEVAPLARIM

23/12/2023
   
Yazma ishaline tutulmuş gibi sürekli yazmaktan rahatsız olmaya başlasam da eleştirilerime karşı gelen tepkilere cevap verme mecburiyeti doğduğundan ötürü yazmaya devam ediyorum.
   
1- Ben sporla ve spor yapanlarla ilgili fikirlerimizi bilmiyorum dolayısıyla eleştirim sporla ilgili değildi.
   
Gogol’a kadar Rus edebiyatında hep yüksek insanların hikayesi anlatılmıştır. Gogol “Palto” hikayesiyle ilk defa halktan olan bir insanın hikayesini anlatır. Bu kırılma noktasından sonra Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi Rus edebiyatının büyük dâhileri eserlerini verirler. Rus Edebiyatı görüp görebileceği en yüksek zirveye ulaşır. Gogol’un yaptığı devrimin bilincinde olan Dosteyevski: “Hepimiz Gogol’un Palto'sundan çıktık!” der.
   
Dünyadaki tüm eşcinsel terapistlerinin Nicolosi’nin “Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” kitabından çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bütün eşcinsel terapistlerinin Nicolosi’yi eleştirme hakkı vardır ancak hiçbir eşcinsel terapistinin Nicolosi’yi aşağılama hakkı yoktur. Ben Nicolosi’yi katılmadığınız bir tavsiyesinden ötürü aşağılamanıza öfkelendim. Sonra ben size Nicolosi’nin önemini hatırlatınca bana, “Onun arkasında kilise var!” dediniz. Arkasında kilisenin olması Nicolosi’ye değer kaybettirir mi? Sizin arkanızda Diyanet olsaydı sizin başarılarınızı yok mu sayacaktık?

Özetleyecek olursak başka terapistler hakkındaki fikirlerinizde mevcut bulunan iki hususu eleştirdim:
a-   Kendinizden başka eşcinsel terapistini beğenmemeniz
b-   Nicolosi’yi aşağılamanız
   
2- Ben babamın sürekli kendini övmesinden rahatsız olduğum için siz kendinizi övünce aktarım (transferans) yaşıyorum. Siz de birçok terapist gibi aktarımı bilerek kullanıyor ve böylece danışanın ebeveyniyle olan sorunlarını çözüme ulaştırıyorsunuz. Aktarım da dahil olmak üzere birçok tekniğinizi daha ilk terapide en uç haliyle üzerimde uyguladınız ve benim hiçbir itirazım olmadı çünkü zaten tekniklerinizi bilerek ve kabullenerek o koltuğa oturmuştum. Ne küfretmenize ne benimle tartışmanıza ne de kendinizi övmenize itiraz ettim. Ben bazı zamanlarda terapist koltuğunda oturmanın şehvetine kapılarak kendi tekniklerinizin sınırlarını aşmanızdan şikayetçiyim. Ben babam gibi davranan sizi görünce aktarım yaşıyorsam siz de “klasik İslamcı” olan beni görünce karşı-aktarım (kontr-transferans) yaşıyorsunuz. Ben aktarım yaşadığımı fark ediyorum ancak siz karşı-aktarım yaşadığınızı fark etmiyor ve bu durumla başa çıkmak için çaba harcamıyorsunuz. Ayrıca doğuştan şiddet uygulamaya meyilli bir insanın katil olmak yerine boksör olmayı tercih ederek “yüceltme” savunma mekanizmasıyla kendini kurtarması gibi “klasik İslamcı”larla olan hesaplaşmanızı terapist unvanını kullanarak yaşıyor olabilir misiniz?
   
Özetleyecek olursam; tekniklerinizi eleştirmiyorum, zaman zaman tekniklerinizin sınırlarını aştığınızı düşünüyorum.
   
3- Ben eleştirilerimi danışanınız olarak değil meslektaşınız olarak yazdım. Bu eleştirileri forumda yayınlamam hataydı çünkü eleştiri yazısında psikoloji alanı dışından insanları ilgilendiren ve onların faydasına olabilecek hiçbir husus yoktu. Nitekim gelen cevaplardan anladığım kadarıyla eleştirilerim anlaşılamamış, aynı noktalar etrafında dönülüp durulmuş. Zaten gelen tepkiler eleştiriye cevaptan çok hakaret niteliğindeydi.
   
4- Karen Horney’a göre ilişkide olunan insanla yaşanan sağlıklı sürtüşmeler, kendini gerçekleştirme süreci için gerekli bir tecübedir. Yaşadığımız bu gerilimin sizinle aramızdaki terapötik bağı ve terapötik ittifakı kuvvetlendirdiğini düşünüyorum. “Her gün biraz daha yakın.”

15
BEŞİNCİ TERAPİ (DEVAMI)
   
On üç yıllık eşcinsel terapistliği tecrübenizi iki aylık danışanlık tecrübemle eleştirmeye çekinsem de iki aydır ilk defa siz ve sizin yöntemlerinizle ilgili olarak nisbeten kapsamlı bir eleştiri yazısı yazacağım.
   
1- Kendinizden başka hiçbir eşcinsel terapistini beğenmiyorsunuz. Çoğu eleştirinize hak veriyordum ancak Joseph Nicolosi’yi, “Spor yap diyor.” diye aşağılayınca eleştirilerinizin aşırılık içerdiğini fark ettim. Nicolosi’nin tavsiyesi büyük ihtimalle birkaç danışanına yönelikti ve tüm danışanları için geçerli değildi. Ayrıca spor tavsiyesi bir Türk eşcinsel terapistine anlamsız gelse de sporun Amerikan kültüründeki önemini düşündüğümüzde o kültür için anlamsız bir tavsiye değil. “Spor yapmak pasifliği yarı yarıya azaltıyor.” cümlesini ben bu sitede sizin danışanlarınızdan birinin kaleminden okumuştum. Demek ki işe yarayan bir tavsiyeymiş. Hem sizin kuşağınız için spor önemli bir faaliyet değildi ancak doksanlar ve ikibinlerde doğanlar için sporun önemi tartışılmaz bile.
   
Mesele Nicolosi meselesi değil, mesele hiç kimseyi beğenmiyor oluşunuz. O zaman bize de on üç yılda kaç kişiyi yetiştirdiğinizi sorma hakkı doğar. Ben bu sayınıın sıfır olduğundan emin gibiyim. Peki kendi keşfettiğiniz teknikleri bir kitapta toplamayı düşündünüz mü? Tek olmak hoşunuza mı gidiyor? Her ne olursa olsun ilminizin zekatını vermek ve insan yetiştirmek mecburiyetinde değil misiniz?
   
2- Geçenki terapinin sonlarına doğru bazı kişi ve kurumlara olan öfkenizi dile getirmiştiniz. Bu konuşmanızın terapinin üzerimdeki etkisini azalttığını hissettim çünkü benimle danışanınız olarak değil meslektaşınız olarak konuşmaya başlamıştınız. Oysa ben henüz danışan koltuğundan kalkmamıştım. Bir işe odaklanmışken dışarıdan gelen seslerin dikkatimizi dağıtması gibi terapi esnasında da terapi sınırlarının aşılıp başka konulara geçilmesi terapiyi seyreltilmiş ilaca dönüştürüyor ve terapinin etkisi azalıyor.
   
3- Bazen terapiyi şahsi şovunuza çevirdiğinizi düşünüyorum. “Klasik bir İslamcı” olan bana neden terapi esnasında “klasik İslamcılık” eleştirisinde bulundunuz? Mensup olduğum camiayı neden “derin devlet projesi” olmakla itham ettiniz? Dedikleriniz doğru olsa bile bu doğruların terapiye katkısı nedir? Bu eleştiri ve ithamlarınıza cevap vermeye kalksam terapinin yarısı dini ve siyasi tartışmalarla geçerdi. Bu tartışmalara kapı açacak bir cümle kurduğunuz zaman, terapi “sizin sayenizde” değil “size rağmen” ilerlemiş oluyor.
   
4- Ben de dahil olmak üzere danışanlarınız terapi deneyimlerini sitenizde paylaşıyor. Ofisinizin bekleme odasında birbirimizle dertleşiyoruz. Terapiye başlamak için size ulaşan birisine terapi sürecini tamamlamış bir danışanınızın numarasını verebiliyorsunuz. Tüm bunları biraz sakıncalı bulsam da mevzu “eşcinsel terapi” olduğunda başka türlüsü  aklıma gelmiyor çünkü bir insanın cinsel yönelimin değişebileceğine inanması kolay değil. Onu inandırabilmek için binbir yöntem kullanmak gerekiyor.
   
5- Başarılı olmanıza rağmen kimsenin sizi kaale almadığını, sempozyumlara çağrılmadığınızı söylüyorsunuz. Size karşı takınılan bu tavırda sizin de payınız var.

a- Birkaç sene önce işletme mezunlarına dahi verilen, peynir ekmek gibi dağıtılan klinik psikoloji yüksek lisansı diplomasına sahip olmak sizin için zor değildi ancak büyük ihtimalle bunun için çaba harcamadınız. Birçok terapi eğitimi alabilir ve o eğitimleri özgeçmişinize ekleyebilirdiniz. Dört yıllık psikoloji lisansının “psikolojiye giriş” niteliğinde bir eğitim olduğu, bu eğitimin üzerine başka eğitimler ekleyerek bir noktaya varılabileceği psikoloji camiasında herkesin malumudur. Klinik psikoloji yüksek lisansının çoğu üniversitede lisansın kötü bir tekrarı olduğunu, eğitmenlerin eğitimlerde kendi matbu kitaplarını tekrar etmekten başka bir iş yapmadıklarını, klinik tecrübenin yüksek lisans diploması ve eğitimlerden daha kıymetli olduğunu söyleyebilirsiniz ve bu sözlerinizin altına ben de dahil olmak üzere imzasını atacak birçok psikolog veya psikolog adayı bulabilirsiniz. Ancak ne yazık ki yetkin olmanız yetmiyor, yetkinliğinizi ispatlamanız da gerekli.

b- Her doğruyu her yerde söylemeyi, kitabın ortasından konuşmayı şiar edinmiş bir insansınız. Bir saatli bombayı yanında taşımayı kim kabul eder? Muhteşem bir akademik kariyere sahip, son derece donanımlı, Arapça ve İngilizceyi anadili gibi bilen bir hocam var. Ancak o da sizin gibi doğruları söylemekten çekinmediği için çok izleyicili büyük kanallara çıkarılmıyor ve yüksek makamlara getirilmiyor. Ama yine de yetkinliğini ispat etmiş olduğu için başka mecralarda kendine yer bulabiliyor.

c- İki lisans okumak bana kendi alanım dışında konuşmamayı öğretti. Çünkü hukukçu olmayanların hukuk ile ilgili konuşurken, psikolog olmayanların da psikoloji hakkında konuşurken çok büyük hatalar -fahiş hata- yaptığını fark ettim. Hatta anayasa hukukçusu iş hukuku hakkında konuşurken hata yapıyor, sosyal psikolog klinik psikoloji hakkında konuşurken hata yapıyor. Sizse hiç çekinmeden ilahiyat, siyaset, tarih gibi birçok alanda kalem oynatıyorsunuz. Bir alanda yeni fikirler üretebilmek o alanın temellerini çok iyi bilmekle mümkün oluyor. Yani keşf-i kadim (eskiyi keşfetmek) olmadan vâz-ı cedit (yeni şeyler söylemek) olmuyor. Çok sevdiğim bir fıkıh profesörü geçenlerde psikolojik sorunların iman eksikliğinden kaynaklandığını söyledi. Hem de bunu o kadar yanlış bir şekilde mantık yürüterek iddia etti ki sebep sonuç ilişkilerini kurmakta üstad olan bu hocamın aklını yitirdiğinden şüphe ettim. Tek bir psikoloji kitabı bile okumamış birisinin yaptığı psikolojik çıkarımın büyük ihtimalle yanlış olması gibi bir ilmihali başından sonuna kadar okumamış birisinin yaptığı dini çıkarım da büyük ihtimalle yanlıştır.

22/12/2023
   
Bazen bu sitede 15-20 yaş aralığındaki kardeşlerimin yazdığı yazılara denk geliyorum. Bir erkeği çok beğendiklerini, onun çok yüksekte olduğunu, kendilerinin çok alçakta olduğunu, o tanrısal erkeğe hiçbir zaman ulaşamayacaklarını söylüyorlar. Düzcinsel erkek beğendiği bir kadına baktığı zaman ona ulaşamadığı için acı çekebilir. Eşcinsel erkekse bir erkeğe bakıp ulaşamadığında hem o erkeğe ulaşamadığı için hem de o erkek gibi olamadığı için acı çekiyor. Bu acının/acıların insana kendini nasıl hissettirdiğini biliyorum. Kendine yatırım yaptıkça, kendini ileri taşıdıkça, o erkeğe sahip olmak için değil de o erkeğin ta kendisi olmak için çabaladıkça işler yoluna girmeye başlıyor. Sekiz yıl erkek yurtlarında yaşadığım için sözde tanrısal erkeklerle çokça vakit geçirdim. Onlara bakınca şaşalı bir kapı görüyorsun. O kapı ilgini çekiyor, kapıyı açıp hazineye ulaşmak için inanılmaz bir istek duyuyorsun. Kapıyı açıyorsun. Hayalindeki muhteşem sarayla değil de adi bir mezbelelikle karşılaşıyordun. Her taraf pislik içinde. Burnunu tuta tuta uzaklaşıyorsun. Halbuki sağlıklı hemcinslerimiz böyle değiller. Onların kapısından girince kavrulmuş soğan kokulu, içinde çocukların koşuştuğu, balkonunda çamaşır asılı huzur dolu bir evle karşılaşıyoruz. Onlarla arkadaş olmamız lazım, kendini tanrı zanneden Firavunlarla değil.

Sayfa: [1] 2