Gönderen Konu: EŞCİNSELLİK CİNSEL YÖNELİM BOZUKLUĞU: PSİKOLOJİK SOSYAL SEBEPLER  (Okunma sayısı 6402 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Merhaba hocam… Eski yazılarla birlikte fırsat buldukça parça parça yazdığım bu karmaşık yazıyı görüşmeye kalan bu iki haftalık süre öncesinde size gönderiyorum. Yazıda süreci anlatırken içinde bulunduğum ruh halimi de yansıtmaya çalıştım. Dediğim gibi yazı çok dağınık, konudan konuya atladım belki ama yoğunluktan oldu.
Bazen çok yoruluyorum ya da hayat bazen bazı şeyleri aklıma getiriyor. Kendimi bazen öyle kalabalık, bazen öyle yalnız hissediyorum ki... çok şükür artık bazı şeylerin farkına vardım. Ne kadar çok bazı kullandım. Hayat baştan sona bir imtihan. Herkes bir şekilde imtihan ediliyor. Anladım ki benim imtihanım BEN'mişim, ben BENi kazanmaya çalışıyormuşum. Bu öyle zor ki öyle büyük bir irade gerektiriyor ki... Bazen kendime dertleşecek birilerini ya da birini arıyorum. Ama hakikaten bu durumdan kurtulmayı isteyen birileri... Bakıyorum ki bu insanlar koyuvermişler kendilerini. Bir sihirli değnek ya da ak sakallı bir dede bekliyorlar sanki. Ben şimdi bunları niye yazıyorum bilmiyorum... İçim umut dolu içim umutsuzluk dolu... Ama karar verdiğim bir şey var, ben sonuna kadar savaşacağım. Bu kısa dünya hayatında bana verilmiş bu zor imtihanı atlatıp sonsuz hayatımın mutluluğunu kazanmak için çalışacağım. Çok şükür ki artık İstanbul’da bir umudum bir kurtuluşum var… Hayatıma şöyle bir bakmak gerekirse diye bir şeyler karalayıvermiştim…
Çok acı çektim küçük yaşlarımdan beri. Hiç ben olamadım... Hep kaçtım insanlardan. Hep ağladım, kimseye bir şey anlatamadım. Beni anamdan babamdan soğutan bu yangının ateşi daha ergen olmadan sarmıştı beni... Erkeklerin arasında aşağılanmak mı kızların arasında şaklabanlık mı? Hep sorular, hep sorgulamalarla, hep düşünme ile geçti çocukluğum. Aklım ermeye başlayınca farklı olduğumu anladım ve sustum herhalde... Kimse bağırdığımı, kavga ettiğimi göremedi. Çok heyecanlanırım, titrerim tartışma ya da kavga anlarında. Erkekliğin belki bütünüyle sergilendiği bu kavga anlarının, acaba bizim birer yüz karası olduğumuzu düşünmemizin en fazla yüzümüze vurulduğunu hissettiğimiz anlar olmasından dolayı mı bizi bu kadar yıpratır, incitir. Hep kaçtım. Bana beni gösterecek olanlardan beni görecek olan insanlardan kaçtım. İyice yalnız kaldım. Çok gece sabaha çıkmamak için dua ettim... Yastığım öyle ıslanırdı ki annemin görmesinden korkardım. Beraber aynı odada kardeşlerimle uyuduğumuz zamanlar hıçkırıklarımı duymamaları için yorganın altına gizlerdim başımı. Uyuyamazdım da çoğu zaman. Annem sorardı sabahları, korkardı, neyin var çocuğum deyişlerinde derin endişeleri hissedip anlatamadıkça kahrolurdum. Ah anne, ben sana da doyasıya sarılamadım!. Sen olmayınca evde içimden sadece ağlamak gelirdi. Büyüdüm... eksik gedik bir şekilde büyüdüm. Yarım bırakılmış çocukluğum tamamlanamayacak yetişkinliğimin temelleri oldu ama olsun... Dedim ya ben'i kazanacakmışız biz bu dünyada.
Cinsel oyunlara da çok küçük yaşımda başladım. Mastürbasyon denilen o rezil şeyi ne zaman öğrendiğimi kestiremiyorum. Çünkü çok küçüktüm. Büyüdükçe cinsel oyunlar da büyüdü... Oyunlar büyüdükçe içimdeki savaşım da büyüdü. Kendimden nefret ettiğim zamanlar oldu.
Lise öncesinde artık hayatı sadece zevk için yaşadığımı şimdi anlıyorum. Liseye başladım ve bütün gözler üzerimde idi. Az çok dindar bilinir ağır başlı beyefendi ve de çok çalışkan olarak tarif edilirdim. Kızların tekliflerini geri çevirmek, onlara karşılık verememek öyle ağır gelirdi ki... Ve hiç kimseyi sevmedim. Öyle karamsar olduğum zamanlar oldu ki böyle hep ölümü isteyen, içinde bulunduğum durumu daha da kötü bir hale düşüren yazılar yazmışım. Hepsi ağlaya ağlaya, dünyaya belki Allah'a isyan ederek yazılmış şeyler... Hayat hakikaten zor mesele... Ama koyvermek yok. Onunla bununla saçma sapan ilişkiler ne zaman mutlu etti bizi... Çok zor bir durum ama inanıyorum ki mükafatı da çok büyük olacak. Her an imtihanla burun buruna olan bizler için sabretmekten başka çare yok. Arkadaş diye çevremizde dolaşan bir sürü cinsel çekim unsuruna karşı kendimize sahip olup beni kazanacağız. Bilmiyorum yazı çok dağınık oldu ama ne yaptım şu an ben de bilmiyorum. Hocam birinci görüşmeden sonra çok düşündüm. Artık kesinlikle görüşmeye gelmek için maddi imkanlarımı zorlayacağım. Okul açılsın ilk işim İstanbul olacak. Lisede bu durumla ilgili terapilerin olduğunu öğrenmiştim. Ama benim İstanbul'a o dönem itibarıyla gitmem imkansızdı. Istanbul'a ancak üniversiteyi kazanıp öğrenci olarak gidebilirdim. Ama kendimi hiç bir zaman yeterli göremediğim gibi bu konuda da yeterli göremedim. Istanbul'a yetecek puan almak hayal gibi idi benim için... İte bu yetersizlik duygusu bizim hayatımızı alt üst eden şeyin ta kendisi, çünkü ben hiçbir zaman hiçbir konuda kendime güvenemedim; kendimi yeterli göremedim. Her ne ise üniversite sınav sonuçları açıklandığında başta İstanbul olmak üzere tüm okullara puanımın yettiğini görünce çok şaşırmıştım. O günden sonra kendime olan güvenimin biraz arttığını hissediyorum. Ne olursa olsun üniversite okumak işte buradan itibaren özgüven açısından gereklidir. Ailem tercihlerime karışmıyordu, ilk tercihime nereyi yazsam orada okuyacaktım. Çok korktum... İstanbul'a gidip hislerime engel olamayıp iyice bataklığa sürüneceğim düşüncesi, hayatında yaşadığı bu küçük şehirden hiç bir zaman dışarı çıkmamış olan beni iyice İstanbul'dan soğuttu. Artık uzak bir yere gidersem İstanbul olur, Ankara'ya gitmenin zaten bir anlamı yok diyerek kendi şehrime yakın bir üniversitede okumayı tercih ettim.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Tekrar liseye bakmak gerekirse şu an içinde bulunduğum durumdan çok daha kötü olduğunu söyleyebilirim. Aklımda engel olamadığım cinsel fantezilerle kendime dert ettiğim o gelecek kaygısı, okul ile ev arasında gidiş geliş yapan, evde bir sapık okulda ise bir beyefendi olan  sessiz bir öğrenci haline gelmeme neden oldu. Gezdiğim beş kişilik arkadaş grubu içinde en başarılısı en sessizi en ilginci ama içinde fırtınalar kopanı bendim. Beni seviyorlar hep aralarında görmek istiyorlardı. Ancak ben kendimi fena halde ikiyüzlü hissettiğim için ve ister istemez yanlarında sıkıldığım için hep sorun çıkartıp gitmemeye çalışırdım. Ama çoğu zaman onları kıramazdım. Beraber olduğumuzda muhabbetler kızlardan ve cinsellikten açılmazsa olmazdı. Beni çok temiz, saf salak bir tip olarak gördükleri için cinsel dünyam onların ilgisini çekerdi. Kim bilebilirdi ki aslında onların hepsinin ağızlarını açık bırakacak cinsel bilgilerle ve deneyimlerle dolu olduğumu? Bazen konu aşka, aşklara gelirdi. Ben hiç bir zaman o aşk denilen aldatmacaya inanmadığım gibi bana aşk derdini anlatmaya gelenlere de ağır laflar edip gönderiyordum. Belki kıskanıyordum belki de sinirimden böyle yapıyordum. Benim için aşk neydi? Aşık var mıydı ? Aşk bana haram kılınmış deyip dururdum çoğu zaman... Bazen nasihatler verirdim arkadaşlara. Dünya çok kısa, akıllı olun falan gibi... Onlara insan ilişkilerinden bahsederdim evden çıkmamış hiç yakın dostu olmayan halimle... Ben şimdi anlıyorum ki mükemmeli arıyormuşum. Pek konuşmazdım ama konuşunca dilim çok sivriydi. Kimseyi beğenmiyordum ama aslında beğenmediğim şeyin kendim olduğunu da biliyordum. Lisede üç beş tane teklif aldığımı hatırlıyorum kızlardan... Arkadaşların dalga konusu olmuştum reddettiğim her teklifte. Bir tanesine de ben teklif etmiştim ve olmuştu. Bir hafta sürmedi hemen bitirdim. Kıza çok üzüldüm ama bu onun daha sonra daha çok üzülmemesi içindi. Ben yapamıyorum, sana zarar vermekten korkuyorum ve sürekli seni düşünmekten ders çalışamıyorum gibi bahanelerle ondan ayrıldım. Aslında gerçekten düşünüyordum ama bilindik korkularla... Bazılarını reddetmek ise bana çok büyük acı verdi. Çünkü çok yakın arkadaşlarımdı ve belki benim için en olabilir insanlardı. Hep korktum, yapamadım. bana asılan da oldu ama umurumda değildi... Lise boyunca fırsat olursa cinsel oyunlar pek büyük çapta olmasa da devam etti. Ama ruhumda kişiliğimde öyle derin yaralara sebep olmuş ki bunları şimdi daha iyi anlıyorum. Bir de anlayamadığım kendimi hiç bir zaman aktif ya da pasif olarak tanımlama gereği duymadım ve de tanımlamak için bir kesinlik hissetmedim. Zaten benim oyunlarım hep hetero olduğunu bildiğim insanlarla gerçekleşti. Lisede internetle de tanışmıştım. Bir yandan kendimi düzeltmek için çareler arıyordum bir yandan da kendime engel olamayıp hatalar yapıyordum. Aslında iyileşmeyi istiyordum bir yandan ama içinde bulunduğum durum yeri geldiğinde beni zevk mahrumu edecek diye korkup sadece yok olmayı istiyordum. Ve bir çarenin olmayışını bilmek, günahların arasında tövbekar günlere sığınıp yine hatalara meyletmeme, hep bu kısır döngü içinde kalmama sebep oldu. Bu aldanışlarımın ne dünyada ne ahirette tatmin olamayacağını bildiğim için sadece yok olmak istiyordum. Yok olmak… Günah ile zevk arasında kalmanın verdiği acziyetim, yok olmak…
Hep kendi içimde hayallerimle, hayal kırıklıklarımla, üzüntülerimle yaşayan, hep düşünmeyle yaşayan bir insan haline gelmiştim. Pek konuşmuyordum kimse ile. Hele hiç tartışmalara giremezdim. Hemen elim ayağım titrer nefesim kesilirdi başta söylediğim gibi. Aslında her lafa bir cevabım vardı ama yapamazdım heyecandan. Resimde, şiir okumada, şarkıda yeteneğim olduğunu düşünürdüm az çok. İlkokulda çocukluğun verdiği bir saflıkla sınıfta şarkı söyleyebilirdim tüm sınıfa, hatta okula. Ama lisede kendimi tanıdıkça utangaçlığım arttı. Her zaman okulu temsil etmek için şiir okumalara falan gönderildim. Belirli günlerde hep şiir okuyan görevli öğrencilerden biri olarak seçilirdim. Ama lisede bir kaç yarışma dışında hiç bir şeye katılmadım. Hem küsmüştüm dünyaya, hem bu sosyal fobik yapı beni günden güne ele geçiriyordu. Katıldıklarım da benim için işkence oldu. Lisede beni en çok uğraştıran şeylerden biri de obsesif kompülsif bozukluğum oldu. Delireceğimi düşünmeye başlamıştim. Evden çıkamaz hale gelmişim. Kapıları pencereleri ocağı kontrol etmek, banyodan çıkamamak. Ne yaptığımi, yapacağımi bilmiyordum. Kendi kendime yenmeye çalışıyordum. Her gün takıntılarım için yeni bir yöntem geliştiriyordum. Bir kaç gün rahatlattı diyordum, bir bakıyorum ki artık o yöntem de bir takıntı halini almış. Doktora gitmekten korkuyordum. Kendi kendime araştırıp hastalığın ne olduğunu öğrendim. Biliyorum ki aileme söylesem bana cinli ya da ne bileyim hocalık muamelesi yapacaklar. Zaten hemen hocaya götürürler. Gerçi ben de her şeyden medet umar bir hale gelmiştim. Bir gün gizli gizli bir hocaya gittim ve derdimi anlattım. Adama güvenebilseydim eşcinsellik meselesini de anlatacaktim ama olmadı. Öyle çaresiz bir halde idim ki ben de ne yaptığımi bilmiyordum. Artık iyice tükenmiştim. Adam bir bardak suyun içine baktı ve benim küçükken çarpıldığımı bunun üzerine dengemi kaybettiğimi söyledi. Bir kaç kağıda Arapça yazılar yazıp verdi. Şunu şöyle yap bunu böyle yap dedi ama ben hiç birini yapmadım. Eve geldim ve hepsini yaktım. Her ne ise, çaresizliğin büyüklüğü insana her şeyi yaptırıyor ve tabi cehalet… Çok şükür ki okbyi büyük ölçüde atlattım. Üniversitede kullandığım antidepresanlar haftalık terapiler ama en önemlisi benim iradem… Yalnızca gusülde ufak tefek takılmalar oluyor bazen. Bu süreçte anladım ki okb'nin altında yatan ciddi sebepler ciddi sıkıntılar vardır. Biz bu ciddi sıkıntılari çözüme kavuşturmadan ya da rahatlatmadan okb rahatsızlığını da tam olarak atlatamayiz.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Lisenin son yılları benim ne olursa olsun üniversiteyi kazanıp bu okbden ve bu durumdan kurtulmak için uğraşmam gerek diye düşünüyordum. Zaten başarılı bir öğrenciydim ve alanım sözel olunca çok çalışıp zorlanmadan üniversiteyi kazandım. Hep hayal ettim. Üniversitede çok aktif çok mutlu her organizasyona katılan birisi olmayı. Bir kız arkadaşim olmasını(bunu hayal ederken bile hatalar yapmak acı bir çelişki)... Her zaman hayatım çelişki içinde geçti. Muhafazakar miydim yoksa laik, çağdaş, cumhuriyetçi mi, ne olduğumu bilmiyordum. Yeri geldi biz laikiz laik kalacağız dedim, yeri geldi şeriat niye yok biz müslüman değil miyiz dedim. Her siyasi dini sosyal sanatsal konuda iki arada kaldım. Ama şimdi çok şükür bu arada kalmışlığım da üniversite ile beraber çok az bir seviyeye indi. (Daha sonra yazıya devam etsem iyi olacak)
ÜNİVERSİTE
 Biliyorum beni okula uğurluyorsunuz. Keşke ölüme de böyle uğurlasaydınız! O zaman daha kolay olurdu belki dünyadan vazgeçmek, arkama bakmadan gitmek... Çok zor... Hani diyordu ya İncir Reçeli''nde: Herkesin hastalığını yüzüne vurarak yaşayacağın uzun bir ömürdense herkesmiş gibi davranarak yaşanan kısa bir ömür daha iyiydi sevdiğim. Evet aynen öyle işte anne! Herkes sevgiliye yanıyor ben ölüme yanıyorum anne! Kıskanıyorum, çok kıskanıyorum herkesi. Bunları yüzüne söyleyemezdim anne! Dilim düğümlenirdi, gözyaşlarım boğardı beni nefes alamazdım. Söylesem sen kanardın, yanardın ve herkes gibi susardın. Anlar mıydın acaba beni, yine sever miydin? Utanıyorum, kıskanıyorum anne! Ne geçmişime tutunabiliyorum ne de geleceğime umutla bakabiliyorum. Hep gülüyorum belki ama ağlıyorum çoğu zaman. Çok az insan görmüştür ya da görmemiştir benim ağladığımı. Hep yalnız ağladım hep içimden ağladım.
Bütün bir yaz nasıl olacak diye düşündüğüm üniversite hayatının içine giriyorum artık. Koskoca sülalede üniversite okuyan bir kaç kişiden biri hatta lisans eğitimi alacak olan ilk kişi bendim. Bu durum benden beklenilenlerin büyüklüğünü yüzüme vurmak için yeterli geliyor. Kimsenin maddi bir beklentisinin olmadığını biliyorum ama yine de ağır geliyor. Özel bir yurda yerleştim. Okulum memleketime yakın olduğu için annem babam abim ablam hep beraber arabamızla geldik ve benle yurdun önünde vedalaşıp gittiler. O vedalaşma anını hatırlıyorum şimdi. Annem de babam da ağlıyorlar ben de tek tek hepsinin elini öpüyorum ve güle güle diyorum. Öyle zordu ki... Anneme sarılmak, sımsıkı sarılmak istiyorum ama neden çekiniyorum ki ufak bir sarılma ile bırakıyorum. Sıra babama geliyor. Onunla sadece tokalaşıp öpüştükten sonra abime ve ablama veda ediyorum. Babam... Anlamıyorum ki niye ağlıyorsun be adam? Madem bu kadar seviyordun niye bir gün yanında iken belli etmedin? Şimdi mi aklına düştü? Seviyor muyum ben seni? Ya da kızgın mıyım ben sana? Yoksa ben çok mu özlemişim seni? Bir gün seninle oturup güzel güzel konuşabilir miyiz utanıp sıkılmadan? Bir gün benim ne dediğim ya da istediğim senin için önemli olur mu? Niye bu kadar uzağız ki?
Artık tek başıma kaldım. Bir odada, az önce bizimkilerin yanında akıtamadığım yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımın arasında düşünmeye başladım. Geçmişimi, geleceğimi... Ailem ile aram iyi mi kötü mü bilmiyorum yoksa aram yok mu benim ailemle? Lise boyunca benim uzaklaşmam lazım ailemden deyip durdum. Bunu onları sevmediğim ya da az sevdiğim ya da kızgın olduğum ya da değişmek için onlardan uzakta olmam gerektiği için mi istiyordum. Evde tartışmalar falan olurdu. Hiç katlanamazdım. En çok babama kızardım onu görmek bile istemezdim. Bir gün kurtulacağım belki ben ama annem ne olacak diye düşünürdüm. Neyse artık... Ayrı kalmak değişik bir duyguymuş. Ailem cismen uzak ruhen yakın sanki bana şimdi...
Okulun ilk günleri hep tanışmalarla geçiyor. Sınıfın üçte ikisi kız... Ama neye yarar? Çok yalnızım. Okuldan yurda geldiğim zamanlar yurdun yakınındaki bir parkta oturuyorum. Ne gariptir ki kendime hep şunu söylüyorum: Keşke memleketimde bu bölüm olsaydı da orada okusaydım. Niye söylüyorum bilmiyorum ama çok sıkılmışım belli ki. Maddi imkansızlıklar da düşündürüyor tabi.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Artık yavaş yavaş dersler başlıyor, sınıfla kaynaşıyordum. Aslında biraz ana kuzusu olduğum için alışma sürecim biraz uzun oluyor galiba. Yemekler ayrı bir dert elbise ayrı bir dert temizlik ayrı bir dert insanlar ayrı bir dert... Sınıftan tanıştığım insanlar ile ufak tefek muhabbetlere giriyorum. Yeni tanıştığım bir arkadaş var pek hoş gelmiyor bana ama iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Biraz konustuktan sonra anlıyorum ki huylarımız pek benziyor. Ama o gayet arkadaş canlısı insanlara değer verebilen bir tip... kızlara karşı mesafeli, dindar bir çevrede yetişmiş, ibadetlerine özen gösteren bir insan... Hep ilgimi çeken dindar insanlardan biri anladığım kadarıyla. Ben de hep bastırdığım vicdanımın sesini dinliyorum onunla tanışınca. Bunca yıl bir çok hata yaptım. Hiç bir zaman ibadetlerime gereken özeni göstermedim. Hep çevremin bozukluğundan yakındim hep bahaneler uydurdum kendi kendime... ya da o yaşantıya yani yeterli veya yetersiz de olsa bir Islam yaşantısına kendimi layık göremedim. Hatalarım yüzünden oldu biliyorum bu layık hissedememe ama engel oldu işte bir şekilde. dünyada mutlu olamadım belki ahirette mutlu olurum diye düşündüm. Hani adam olacaktim bundan sonra, hani düzeltecektim kendimi? Tamam, işte adam gibi bir çocuk bu! Bu çocuk da zaten tebliğ vazifesine az çok kendini inandırmış olduğundan benimle ilgileniyordu. Ona sorular soruyordum. Okulda sürekli birlikteyiz, çıkışta da bir yerlere gidiyoruz, işimiz varsa beraber hallediyoruz. Allah rızası için seviyorum onu... Çünkü biliyorum ki benim doğru yolu bulmak için İslam’dan, İslam yaşantısından başka çarem yok. Bunun için de böyle insanlarla vakit geçirmek en iyisi... Çok takılmak istemiyorum aslında onunla. Iyi birisi ama o kadar... Günler geçiyor, arkadaşlığımız, kardeşligimiz büyüdükçe büyüyor. Bize sınıftan diğer arkadaşlardan da katılanlar oluyor ama bizim samimiyetimiz gibi bir samimiyet oluşmuyor. Onu iyice sevmeye başlıyorum. Onun da beni sevdiğini az çok değer verdiğini biliyorum. Samimiyetimiz hep artıyor. Geziyoruz eğleniyoruz beraber namaz kılıyoruz... Birbirimize maddi manevi her konuda yardım etmeye çalışıyoruz. Her şeyi konuşur bir hale geliyoruz. Onun her derdine sıkıntısına kendi derdim sıkıntım gibi üzülüyorum, ağlıyorum. Onunla zaman geçirmek çok hoşuma gidiyor. Okulun birinci dönemi bitiyor. Yarıyıl tatilinde onu evimize çağrıyorum. Evimize bu zamana kadar yalnızca bir arkadaşımı çağırmışımdır. Madem benim arkadaşım, kardeşim, sırdaşım, dostum; tabi ki evime de gelmeli. Çok güzel çok hoş vakit geçirdik. Tabi onun babamla tanışmasi beni çok fena halde kasıyor ama onun için katlanıyorum. Niye böyle bilmiyorum.
Onu öyle yakından tanımaya başlıyorum ki artık yüzünün her ifadesi bir anlam ifade etmeye başlıyor. Onu üzgün görmeye dayanamıyorum. Canının yanması canımı öyle yakıyor ki hiç bir kelime ile anlatamıyorum. Suratı asık olsa sormadan edemiyorum.
Onu çok seviyorum. Okuldan akşam eve gittiğimde ertesi güne kadar onu özlediğimi hissediyorum. Olmamalı böyle bir şey o benim dostum sadece ama nasıl oluyor o zaman?... Bir gün onu çok mutsuz gördüm. Neyi olduğunu sorduğumda utandığını çok fena halde kıvrandığını anladım. Nasıl olur? Konuşuyoruz... Onun sınıftan bir kızı sevdiğini öğreniyorum. Çok şaşırıyorum, çok üzülüyorum, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Kızlarla konuşmayan, hatta tokalaşmayan bir insan nasıl bir kıza müptela olabilir? Hani sen farklıydın? Günler geçiyor, onun içindeki aşkının da büyüdüğünü acısının da büyüdüğünü anlıyorum, her gün kahroluyorum... Karşılıksız bir şekilde kendi kendine bu hale nasıl gelir tahammül edemiyorum. Kimsenin aşkına sevgisine inanmamıştım bunca yıl ama ona inanıyorum. Öyle temiz öyle içten seviyor ki... Hiç konuşmadan o kızla, sevdiğini söyleyemeden, ismini duyduğunda kendinden geçecek kadar... Ben onunla konuşuyorum, hepsinin geçici olduğunu anlatıyorum ama hiç biri bir fayda vermiyor... Kızın nişanlı olduğunu öğreniyor bir gün. O yıkılıyor o an, okuldan aniden çıkıp gidiyor. Ben kahroluyorum arkasindan. Kıskanıyorum, nasıl başka birini benden bu kadar fazla sever diye mi yoksa onun erkekliğini, sevgisinin yönünü mü bilmiyorum. Ama tek istediğim bir şey var, onun acı çekmemesi... Onun ağladığını görmek beni yiyip bitiriyor... Onun bu yüzden moralinin bozuk olduğunu hissettiğim an yanımda olmasa bile ben kendimden geçiyorum, gözyaşlarıma engel olamıyorum. Onun bu durumdan kurtulması için çareler arıyorum. Aşkla ilgili aşk acısı ile ilgili ne varsa okuyup araştırmalar yapıyorum kendimce. Belki onu rahatlatmak umudu ile sürekli mesajlar atıyorum, dil döküyorum. Bir yandan onun böyle acılı halini görüp kahrolurken bir yandan da o çok sevdiğim şahsiyetin nasıl bu hallere düştüğünü anlamaya çalışıyorum. O çok akıllı çok zeki, dürüst, muhafazakar, iyi niyetli insan nasıl böyle bir hale düşer? Evet çok kıskanıyorum. O sınıftaki kızı her gördüğümde onunla birlikte ben de fena oluyorum. Hiç bir muhabbetim yok bu kızla ama nedense galiba ondan nefret ediyorum. İçimde çok büyük bir kızgınlık var o kıza karşı. Bağıra çağıra söylemek istiyorum sanki her şeyi o kıza! Senin yüzünden arkadaşım ne hale düştü bak görüyor musun? Düşünmeden de edemiyorum, acaba arkadaşım bu çok sevdiği kızla olabilse; ne hissederdim, ne yapardım diye? (bu parantez içindeki kısmı üçüncü terapiden sonra yazdım: (Aslında bunun benim için büyük bir imtihan olduğunu bu günlerde arkadaşımın bir kız arkadaşı olduğunu öğrendiğimde anladım. Sanki onu başkasıyla paylaşıyor muşum gibi, sanki beni unutacak gibi hissettim. Ama bunlar hep ona olan aşırı bağlılıktan oluyor deyip oturdum yerime ve aklımla düşündüm, hislerimin peşinden gitmedim ve dostluğun gerektirdiği davranışları sergilemeye çalıştım).) O çok mutlu olsun benim için yeterli, onu mutlu göreyim yeterli. Hem ne olacak başka. Arkadaşız tabi birbirimizin her zaman iyiliği mutluluğu için çalışacağız. Artık çok seviyorum, çok da seviliyorum belki… Ama öyle anlamsızlaşıyor ki hepsi bir yerden sonra tıkanıp kalıyorum. Yine kabuğuma çekilip düşünceye dalıyorum.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Birinci sınıf iyi kötü, bir şekilde bitiyor. Kurtuluşum için çareler aramaya devam ediyorum herkesten habersiz. Arkadaşıma karşı kendimi öyle büyük bir ikiyüzlü hissediyorum ki. Aslında bu kadar zaman ona yalan söylediğimi düşünüyorum. Birbirimize verdiğimiz güvene karşılık yapmam gereken bu muydu? Bu zamana kadar tanıdığın kişi aslında ben değildim, ben bambaşka bir insanım, sen beni hiç tanımadın ki! Nasıl bu kadar büyük bir vicdan azabı duyuyorum ona karşı? Sevgimin büyüklüğü mü beni bu hale getiriyor? Yoksa onun bu büyük diye adlandırdığımız samimiyetinin gerçek büyüklüğünü anlamak arzusu mu benim böyle düşünmeme sebep oluyor? Madem beni seviyor değer veriyor kardeşi gibi görüyor o zaman beni her halimle sevebilmeli! Beni anlamalı. Bırakıp gidiyorsa zaten sevgisinin sahte olduğu belli olur ben de bu vicdan azabından kurtulurum. Durumumu öğrenip beni terk etse ya da benden uzaklaşsa bile başka insanlara anlatacak kadar karaktersiz olmadığını biliyorum. Her gün, ona bu durumu anlatamadığım için ahirette yaşayacağımız yüzleşme gibi bir şey geliyor aklıma. Onun gözyaşları arasında bana niye, niye ha niye söylemedin, hiç mi utanmadın deyişleri... Bu kadar zaman bunca samimiyete rağmen ona karşı hiçbir zaman cinsel bir beklenti içine girmedim. Zaten en başta hiç ilgimi de çekmiyordu. Hiç bir zaman onu cinsel fantazilerim arasına almadım. Hiç düşünmedim. Belki de insanlardan kaçışımın sebeblerinden biri de budur: insanların beni tam olarak tanıdıklarında benden vazgeçecekleri düşüncesi.
     Bir zaman farkediyorum ki cinsel duygularım diğer insanlara karşı iyice azalıyor arkadaşıma karşı artıyor. Ya da diğer insanlara karşı olanların hepsi birleşmiş, arkadaşımda toplanmış gibi hissediyorum. Bu nasıl olur? Allah'ım bu nasıl bir imtihandır? Ben onu çok seviyorum, biz arkadaşız, dostuz, kardeşiz... Hissettiklerinden utanmak, Allah'im ne zor! Bu ihanet midir? Onun yüzüne nasıl bakıyorum hiç utanmadan? Böyle bir şey hissettiğimi anlasa ne yapar? Yine sever mi beni? Bırakır gider mi yoksa? Çok düşünüyorum, düşünmekten başım ağrıyor çoğu zaman...
Günler geçiyor. Yaz tatilinde onu öyle çok özlüyorum ki... Neredeyse her gün telefonda konuşuyoruz, bazen çok hoş sohbetler oluyor, bazen hüzünleniyoruz. Arkadaşım çok zor zamanlar geçiriyor, bunu hissediyorum yaz tatilinde. Ben onu bu halde görmeye dayanamıyorum. Bir yandan çok kızıyorum ona, bir yandan da çok üzülüyorum. Bazen yüzüne söylüyorum, bazen kendi kendime konuşuyorum: Yeter artık kendini yiyip bitirdiğin! Ne diye kendini harab ediyorsun. Onun senden haberi bile yok. Ne diye içinde büyütüp duruyorsun? Sen içinde bu hisleri öldürmeye çalışmıyorsun ki! Kendi kendine hala acı çekmek için uğraşıyorsun gibi şeyler... Ama maalesef, hiç biri bir şeye yaramıyor. Öyle sinir oluyorum ki yeri geliyor ağzımı tutamıyorum. Günden güne onun daha kötü olduğunu görmek canımı çok yakıyor. Yaz boyunca onunla iletişim halinde oluyorum. Sadece ben isteğim için değil o da istiyor ve beni arayıp soruyor. Telefona cevap vermediği zaman öyle kaygılanıyorum ki. Başına bir iş mi geldi hasta mı oldu yoksa beni unuttu mu? Yok ya cevap verir müsait olunca... Çok korkuyorum ona ulaşamadığım zamanlar. Ya iyi değilse, ya saçmalayip kendine zarar verirse gibi şeyler geliyor aklıma. Ben kendime yetmezken, canım kanarken; cana kanıyorum…
İkinci sınıfa başlıyoruz, benim vicdan azabım günden güne artıyor beni yiyip bitiriyor. Ama yapacak bir şey yok. Ya onu kaybedersem? E madem seviyor bilsin bakalım yine sever mi? Yok yok, ya kaybedersem? Bir gün okul çıkışı yine onu teselliye (Ama şu da bir gerçek ki arkadaşım hiçbir zaman “ben onsuz yapamıyorum, çok seviyorum” gibi klasik aşık laflarıyla bana hiçbir zaman dert yanmadı; ben anladım ne var ne yoksa, ben zorla onun ağzından laf alıp ortaya çıkardım. Çünkü o çok utangaçtı ve konuşmaya dahi gücü yoktu bu meselesini…) çalışıyorum: Haline şükür et. Hayat zaten çok kısa, bir kul için kendini bu kadar hırpalamanin ne anlamı var? Şu an senin yerinde olmak isteyen o kadar çok insan var ki! Bak ne güzel aşık olabiliyorsun. Birini sevip o sevgiyi yaşatabiliyorsun. Bunları yapabiliyorsun. Aşka, sevgiye hakkın var bak! Ya ben ne yapayım? Aşk haram kılınmış bana? Gözyaşlarım süzülüyor ilk defa onun yanında... Yıllarca hiç bir insanın yanında ağlamamış olan ben, engel olamıyorum bu sefer. Başım önümde, ardı ardına sıralıyorum cümleleri... Titremeye başlıyorum. Onun yüzüne bakamıyorum. Daha fazla kalamam burda, gitmeliyim. Neden izin vermiyorsun bırak gideyim? Tamam seni teselli etmeye çalışıyordum kötü oldum bir anda. Iyiyim şimdi, bırak beni, daha sonra konuşuruz. Durak çok kalabalık, herkes bize bakıyor. Bırak ellerimi yanlış anlıyor herkes, bırak gideyim! Anlatacak bir şey yok, sonra konuşuruz. Tamam sana her şeyi anlatmam gerekirdi biliyorum. Sonra konuşalım ne olur bırak beni gideyim. Tamam namazı kılıp gidelim hemen. Sen de saçmalama sakın kendine iyi bak,üzülme, bırak artık boş yere üzülmeyi... diyorum. Arkadaşım hiç bir şey anlamıyor tabii...

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
O gün orada ne var ne yok anlatıyordum neredeyse. Ama öyle heyecanlı öyle üzgün öyle güvensizdim ki yapamadım... Kaçtım... Arkadaşım çok üzüldü, çok kırıldı, belli ki çok da şaşkındı. Hiç bir şeyden habersiz o evine, ben evime...
Hala onu seviyor, acı çekiyor... O acı çektikçe ben daha kötü oluyorum. En çok zoruma giden şeyse canının sıkkın olduğu zamanlarda yanında olmama izin vermemesi galiba. Yanında olmalıyım, ağlamamalı, ağlıyorsa gözyaşlarını ben silmeyim...
Bir akşam üzeri kaldığım evde oturuyorum. Yemekten sonra namaz, çay falan derken vakit epey oluyor. Telefonumu yatağımın üzerinde bırakmıştım. Bakiyorum ne var ne yok diye bir tane mesaj görüyorum, yaklaşık yarım saat önce atılmış. Arkadaşımdan gelen bir mesaj: "Boğularak ölenler şehit olurlarmış. Şimdi öyle bir haldeyim ki cehennem bile korkutmuyor beni. Eğer annemle tanışırsan bir gün, ona, onu çok sevdiğimi söyle, üzülmesin. Bana her şey için helal et hakkını. Elveda..." Başıma, kalbime, karnıma, sırtıma saplanan ağrılar arasında gözyaşlarım hayatımda hiç olmadığı kadar çok akıyor şimdi. Konuşamıyorum... binbir türlü düşünce sarıyor ruhumu, ele geçiriyor beni… hıçkırıklara boğuluyorum. Hemen onu arıyorum,telefon çalıyor, defalarca arıyorum,açılmıyor... şimdi biri açar belki telefonu, onun başına gelenleri bana anlatır ya da bu şiddetli yağmur birazdan telefonu sulara gömer ve çalmaz olur...Allah'im sen ona yardım et! Yarım saat olmuş demek ki çoktan bir kanala ya da nehire atladı! Rabbim ne olur ona biri yardım etsin! Tutsun ellerinden, hastaneye yetiştirsinler! Saçları ıpıslak olmuş, göz kapakları açılmıyor, bir kaldırımın üzerinde, elbiseleri üzerine yapışmış... Dursun artık şu yağmur, belki üşüyor o şimdi! Gök gürültüsü bastırıyor sesimi...çevresinde insanlar toplanmış... öldü mü acaba? Annen ne yapar şimdi? Nasıl yaparsın sen bunu? Allah'im ben ne yapayım şimdi? Şüpheler şüpheler.... Allah'im ne olur gerçek olmasın, ne olur şaka olsun! Değil değil, şaka değil, gitti artık! Bir kız için nasıl yaptın ki sen bunu? Telefonu bir köşeye fırlattın demek ki! Ne yaparım ben şimdi evdekilere bir şey uydurup çıkmam lazım. Polisi aramalıyım, belki şu an hiç kimse yardım edemedi ona, belki yardıma ihtiyacı var!. Evet polis... Arkadaşımın intihar ettiğini düşünüyorum, şu an ona ulaşamıyorum! Hayır bana mesaj attı, nerde olduğunu bilmiyorum. Ne olur telefon sinyalinden falan bulamıyor musunuz? Ne olur acele edin ne olur!
Evdekiler benim halimi görüyorlar, hiç bir şey anlatamıyorum. Ağlayarak telefonumdaki mesajı gösteriyorum. Çok şaşırıyorlar. Yalvarıyorum, titremekten konuşamıyorum: Gidelim ne olur gidelim, onun oturduğu mahalleye gidelim, soralım belki görenler vardır, duyanlar! Bir şeyler yapalım, ne yapalım?... Bekleyelim, sakin ol, bir şey yoktur, sana şaka yapmıştır, seslerini duyuyorum... ne olur Allah'ım şaka olsun... Babasının numarası vardı, onu arayayim! Ne diyeceğim ben şimdi o insanlara, nasıl soracağım! Ben ona ulaşamadım da bir şey soracaktım, evde mi acaba? ‘Bugün eve gelmedi, annesine geç geleceğim demiş’ cevabı beni tekrar hıçkırıklara boğmaya yetti. Zorla konuşmayı bitiriyorum hiç bir şey çaktırmadan... Allah'im yalvarıyorum alma onu benden! Tamam benden uzak olacaksa olsun ama ne olur bu şekilde olmasın! O yaşasın, mutlu olsun, ne olur bu anlar gerçek olmasın...
Telefonum çalıyor, ekranda onun ismi... açıyorum ve onun sesi... Rabbim! Kalbim öyle acıyor ki Rabbim! Iyisin yaşıyorsun! Ama nasıl oldu? Ne önemi var sen hayattasın ya? Demek kıyısından döndün sonsuz cehennemin, demek yapamadın?
Telefondan sonra bütün vücudumun ağrıdığını hissediyorum. Boğulacak gibiyim... gözyaşlarım hala durmuyor. Kaybetme korkusundan mı yoksa ömür yaralarımın tekrar kanamaya başlamasından mı? Olmuyor, durmuyor gözyaşlarım... Ben niye bu haldeyim, niye böyle bir hayat yaşıyorum?! Tek başıma kalıyorum odamda, defterime bir şeyler karalamak istiyorum: "Hiç bir insanı bu kadar çok sevmedim. Sevmeyi bilmiyordum önceden belki de... Sevilmeyi de onda öğrendim sanki... Az olsun, hiç farketmez, gönlümü avutur. Beni her gün yiyen bitiren, kavuran; isyan, ihanet, ikiyüzlülük duygularıyla sızlanıp dururken söylenmemiş sözlerimin ardından ölüm haberi ile yıkılmaktı bugün yaşadığım. Hayatı yeniden anlamsızlaştırdığım, (yazıklar olsun bana Allah'ı unutup isyan ediyorsam) umudumu kaybettiğim, yorulup düştüğüm bir gündü. Acizim, çaresizim... Yalnızlığın farz olduğu bir dünyada yaşıyorum sanki. Farzımı terk ettim, acı çekiyorum, yanıyorum şimdiden! Şimdi durduramıyorum gözyaşlarımı. Kimsem yok kimsem yok yok yok yok..."

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Üniversite hayatım inişleri ile çıkışları ile devam ederken arkadaşıma karşı duyduğum vicdan azabı da günden güne artıyordu. Ah hayat, layık olmadık sevgiler verdin bana; sevdiklerime ise yasak ettin beni! Arkadaşımı kaybetme korkusu ile yaşadığım o kabus dolu gecenin ardından artık ne olursa olsun her şeyi ona anlatıp vicdan azabından kurtulmayı düşünüyordum. Ertesi gün cuma namazında bir camide buluşmayı kararlaştırıyoruz. Onu görür görmez gözyaşlarım süzülüyor yanaklarımdan. Bana dün gece için özür diliyor. Hava çok soğuk... Kendimi biraz toparladıktan sonra camiye giriyoruz. O gün o kıldığım cuma namazı belki hayatımda kıldığım en samimi namazlardan biri oldu. Cemaatin arasında ayrı saflarda ona görünmeden, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Birazdan başıma nelerin geleceğini bilmeden, bütün acziyetimle boynumu bükmüş bir halde titreme nöbetleri geçiriyorum... Hutbedeki kelimeler, cümleler, harfler bana beni anlatıyor. Düşündükçe ağlıyorum. Namaz bitiyor. Camide kalıyoruz. Öyle soğuk ki hava... Bir yandan dün akşam yaşadığım çile zihnimde tekrarlanıp duruyor bir yandan kendimi bütünüyle anlattığım zaman başıma gelecekler gözümde canlanıyor. Yavaş yavaş anlatıyorum, o hiç bir şey anlamıyor çünkü ben anlatamıyorum. Tıkanıyorum nereden başlayacağımı bilmiyorum. Ona dün gece yaşananlardan dolayı öğüt veriyorum. Sonra çok soğuk olduğu için bir kafeye gitmeye karar veriyoruz. Yağmurlu bir günde pek kimsenin olmadığı bir kafede bir masada karşı karşıya oturuyoruz. Ya yüzüme tükürüp giderse, ya bunca yaşanan güzelliği hiçe sayıp giderse... Sana her şeyi anlatacağım. Artık ne olursa olsun... Bu vicdan azabından kurtulmam lazım, beni görmen lazım. O çok sevdiğin kardeşim dediğin insanı görmen lazım. Gözyaşlarımın arasında, konuşmaya mecalimin kalmadığı bir anda ufak ufak başlıyorum nereden başlayacağımı bilmeden. Öyle zor öyle kötü bir haldeyim ki. Hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu olamadım... Yıllarca ağladım. Ben böyle olmasını istemedim... Niye bu haldeyim bilmiyorum. Keşke Allah bana büyük bir hastalık verseydi bütün sevdiklerimin gözüne baka baka ölseydim... Hep dışlandım. Yavaş yavaş içime kendime çekildim. Hiç kimse ile bir samimiyet kuramadım. Utancımdan her baktığım insanın yüzünde gerçek beni aradım. Ben istemedim böyle olmayı. Çift cinsiyetli değilim. Her şey normal, hepsi yerinde, hormonlar iyi... Ama hislerim ters. Bu kızlar ilgimi çekmiyor... Nasıl anlattm ne söyledim hatırlamıyorum tam olarak. Ben sözlerimi bitirdikten sonra yerinden kalkıp yanıma geliyor. Gözleri yaşlı bir halde ellerimden tutuyor. Ben seni bundan dolayı bırakacak kadar şerefsiz miyim? Ellerimi tutuyor iki eliyle. Bırak diyorum, utanmıyor musun, tiksin miyor musun benden? Çekiyorum ellerimi. Israrla tekrar tutuyor. Ben senin kardeşinim nasıl böyle bir şey düşünürüm, diyor. Bana onun hayatında nasıl bir yere sahip olduğumu anlatıyor. Hatta Mevlana ile Şems benzetmesini yapıyor. Artık gözyaşlarımın arasında büyük bir sevinçle büyük bir ızdırapla ona sımsıkı sarılmak geçiyor içimden, tutuyorum kendimi. Bir ara kendi ısırdığı poğaçayı hayatında hiç bir zaman bir insanın elinden bir şey yememiş olan benim ağzıma verirken ortamı da neşelendirmek istediğini görüyorum. Ya bana karşı bakış açın değişirse ya zamanla benden uzaklaşırsan ya eskisi gibi olamazsak? Aklımda binbir türlü şüphe ve düşünce ile bütün bedenimin, ruhumun büyük bir hafiflemesini hissederken korkularımın karşısında yalnızlığa boyun büküyordum. Artık onun sorgulamaları başlıyordu. E peki niye kızları konuşurken hoşuna gittiğini söylüyordun? Ben seni azgın bir erkek sanıyordum. Hiç mi bir şey hissetmiyorsun? Tedavisi yok mu? Belki de sen abartıyorsundur, bak şu kızın göğüsleri hiç ilgini çekmiyor mu? Kimler biliyor başka, kimseye anlattın mı? Vardır belki bir tedavisi iyice araştıralım? Bu arayışlar sorgulamalar bir müddet devam ettikten sonra artık bir çaresinin olmadığını anlamış, bundan sonra benim üzülmemem için durumun büyük bir imtihan olduğunun kabul edilip günaha girmeden bununla yaşamanin öğrenilmesi üzerine yoğunlaşmıştı: Takma kafana yaşa gitsin. Çok olsa şurda altmış yıl daha yaşayacağız. Sonrasında sonsuz bir hayat varken bu hayatı böyle berbat etmenin ne anlamı var? Gül geç hayatta... 
Arkadaşımın durumu öğrenmesi beni çok rahatlatıyor ama bu sefer de büyük alınganlık krizlerim başlıyor. Farkedilmeden söylenmiş bir çok sözün arkasında gizli alınganlığıma engel olabilseydim keşke… her biri bembeyaz bir kağıda düşen kara lekeler gibi gözyaşlarımla yıkanıyor, benlik sorgulamalarımla yerini tutulamayacak sözlere bırakıyor. Her tutulamamış sözün gerisinde ise derin hırslarla çırpınmak en acısı… Hepsinden sonra aklıma gelen şey; alaylar, aşağılamalar arasında tamamlanamamış, uysal, sessiz, kimsesiz, daima düşünen çocukluğum oluyor. Ne söylese kendi durumumla ilişkilendiriyorum, çok kötü olup onu da kendimi de iyice geriyorum. Ondan olumsuz bir cevap duymaya tahammül edemiyorum. Zamanla ona olan bağlılığımın büyüklüğünü de itiraf ediyorum. Ben dost ateşiyle çıkmıştım bu yola, kabuk bağlamış yaralarıma soyundu ateşim. Benim için bir baba bir anne bir arkadaş bir dost bir sevgili, kısaca içinde her şeyi barındıran büyük bir sevgi. Bütün bunları ona söyledim. Çünkü bir insan birini severse; bütün utancı, gururu, çekingenliği o insanın karşısında yok olur sandım. Öyle değilmiş. Bir insana olan ihtiyacını o insana hissettirdiğinde geri çevrilmenin verdiği ızdırap, ruhunun en derinliklerindeki yaraları birer yüz karası gibi yüzüne çarpar. Ama çok şükür Rabbim karşıma öyle anlayışlı bir insan çıkarmış ki şimdi onunla birlikte bu bağlılığı normal olan bir dostluk seviyesine indirgemek için uğraşıyorum. Bu ikinci terapiden itibaren onunla aramda sınırların olması gerektiğini, benim çok fazla abarttığımı ona hiç fırsat vermeyip boğduğumu anladım. Bazen bu bağlılık yine bana kendi varlığımı sorgulatıyor ve umudum kırılıyor; hikayemi inançla yazmak mı yoksa kalemi kırıp kağıdı yırtmak şimdi canımın istediği diyorum. Ama en azından eskisi gibi günler süren ağlamalar ve yalnızlıklarla değil, birkaç saat belki dakikalar içinde son bulan bir durum bu. Duygularından arınmanın mümkün olmadığı bir dünyada en önemli imtihan duygularını dizginlemekmiş. Bazen öyle yoğun duygulanımlar ile karşı karşıya kalırız ki bu pek mümkün olmayabilir. İşte asıl mesele bu noktada duygularımızı aklımızın önüne geçirmemek. Aksi halde ilişkilerdeki çıkmazlar, kırgınlıklar; tek taraflılıktan çıkıp iki tarafı da tüketir bir hale dönüşebiliyor. Artık bunların farkındayım. Kendimin farkında olmak, duygularımı çözümlemek bana sosyal hayatta daha pozitif, daha yapıcı bir konum kazandırıyor.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle
Biliyorum yazı çok dağınık, çok kopuk oldu. Çünkü fırsat bulup yazamıyorum. Ben Hüseyin Kaçın ismini çok daha önceden biliyordum. Taa liseden itibaren biliyordum ancak şüphelerimden kurtulup peşine düşme cesaretim yoktu. Ya bu bir kandırmaca, düzmece ise, ya bir para tuzağı ise, ya bu durumdaki insanları tuzağa düşürüp faydalanmak için bir tezgahsa gibi bir sürü anlamsız şüphe… Bunun dışında deşifre olurum ileriki hayatımda bana sıkıntı olur düşüncesi de vardı tabii… Arkadaşım beni bu konuda biraz daha araştırma yapmak için harekete geçirdi. Diğer arkadaşımla beraber üçümüz maddi manevi irtibat halinde istanbul'a gidebilmem için uğraştık. Sonunda İstanbul yolundayım... Yol yarım gün sürüyor hemen hemen… Hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum. Annem babam kardeşlerim... Hiç kimsenin haberi yok. Başıma neler gelir, ne ile karşılarim, bunca çekilen çile biraz olsun hafifler mi acaba? Umut ile korku arasında, güvenle güvensizlik arasında, o uzun yolların çekilmez düşünceleri arasında, yorgunluğuma hiç aldırmadan gidiyorum. Her ne ise... sonunda Mecidiyeköy meydanda, ofisin bulunduğu apartmanın önünde, beni neyin beklediğini bilmeden,  karşımda duran kalabalığın, o hiç durmadan akan trafiğin ben de oluşturduğu o yalnızlık hissiyle bütün hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken; bu aciz çaresiz bene, hayatın bütün akışına ters; bütün düzenine isyankar olduğunu  haykırıyordum sanki... tek başıma hiç bilmediğim bu koca istanbul'da hiç bilmediğim bir apartmandayim. Içeri girdiğimde yine bütün şüpheler peşimden gelse de artık ne olursa olsun umurumda değil havasına bürünüp korkularımla bir şekilde başediyorum. Hüseyin bey karşılaşmanın ilk anında biraz sert görünse de konuşma ilerdekçe onun çok hoş sohbet bir insan olduğuna kanaat getiriyorum ve terapiye gülerek devam ediyorum. Hayatım bütünüyle orada konuşuluyor. Bir çok şeyin aslında sebepsiz olmadığını bu işin tamamıyla bir yönelim bozukluğu olduğunu ancak bu yönelimin altında psikolojik ve sosyal bir çok sebebin bulunduğunu anlıyorum. İşte bu noktada asıl mesele, tedavi dediğimiz bu sürecin, aslında yalnızca cinsellik olmadığı; bu yanlış yönelimin altında yatan psikolojik ve sosyal sebeplerin tek tek irdelenip çözülmesi gerektiğidir. Bu iş bir onarım terapisi. Geliştirdiğim sahte kimlik beni oradan oraya sürüklemiş. Hep geri planda hep sessiz sakin bir halde kendi içime düşüp kalmışım. Sosyal fobi beni tamamıyla ele geçirmiş. Bu halim kendine güveni olmayan pasif bir insan yapmış beni. Şimdi toplum içinde daha aktif bir rol alıp bu çekingenliğimi atarak kişiliğime katkılar yaptıkça yavaş yavaş cinsel manada da her şey yoluna girmiş olacak inşallah. Geçen bu üç terapide ben çok büyük mesafeler katettiğimi düşünüyorum. Ancak terapilere düzenli ve sık gidememek sanki bu değişim sürecinde beni daha çok zorluyor ve kararsız bırakıyor. Bu arada bu süreçte hayatımda ilk defa heteroseksüel bir rüya ile boşaldım. Çok şaşırdım ve çok mutlu oldum. Gördüğüm kişi sınıftan bir kızdı. Daha önce de rüyamda kız veya erkek olsun organ görüntüleri oluyordu ama bu rüya birebir bir ilişki tarzında ve şiddetli bir boşalma şeklinde geçti. O gün kendime çok güveniyordum.
Kızlar konusunda da ataklar yapmam gerektiğini biliyorum artık. Ancak benim kızlarla aram zaten iyi ama mesele bu değilmiş ki. Kızların yanında erkeklerden bir erkek olduğumu hissetmem, kadınların dünyasının farklılığını algılamam gerekiyor. Birini bulmaya çalışıyordum kendime. Ama bir türlü birinin peşinden gidemiyordum. Bazıları ile mesajlar falan seviyeli bir şekilde devam ediyordu. Pek anlaşamayacağımi düşündüğüm biri vardı. Sonra artık mesajlari kesmeye karar verdim. Zannediyorum kız bazı beklentiler içine girmiş. Ben bu sefer başka biri ile de mesajlarıma devam ediyordum. Biraz ona da yoğunlaştım ama direk bir şey söylemiyorum. Sadece güzel sözler şiirler falan... Bu durum beni çok zorladı çünkü hangisi olsun karar veremiyorum ya da devam ettirememekten korkuyordum. O zaman üç kişi aklımdan geçiyordu. Siz de bana görüşme esnasında o zaman şimdilik hepsi ile bir şeyler yaşa, konuş, gez, tanı demiştiniz. Çünkü hepsinden ayrı ayrı öğreneceğim şeyler vardı. Ama olmuyor ki bu sefer kızlara yazık oluyor. En ufak bir ilgi onlarda büyük bir beklenti halini alıyor. Yani sonuçta yine onlardan bir şeyler öğrenmiş oldum. Her ne ise birinci anlattığım kızın arkadaşları ikinci anlattığım kıza gidip aramızda bir şey olup olmadığını sormuş. Ona benim hakkımda dikkatli olması gerektiğini söylemişler. Çünkü bizim arkadaşımızla da bir dönem görüştü şimdi hiç konuşmuyor falan demişler. Ama inanın ciddi bir şey olmadı. Sadece biraz ailesini sormuştum. Biraz da hal hatır işleri. Ben de kimseyi üzmek istemezdim. Çok canım sıkıldı. Bundan korktuğumu söylemiştim zaten. Çünkü kimseden emin olamıyorum. Bir kız bir ara iyi güzel geliyor sonra ona karşı bütün umudum kırılıyor. Her ne ise bu ikinci kız da bana geldi bu durumu söyledi. Ben çok şaşırdım. Yüz yüzeydik, tıkandım kaldım. Dedim: ben mesaj falan attım ama ben herkes ile mesajlaşirim. Yani çok normal bir seydi o falan... O da ben zaten seni yargılamıyorum dedi. Ben senin kimseyi yarı yolda bırakmaz bir insan olduğunu biliyorum dedi. Onlar da iyi niyetli bir şekilde uyarmış güya onu. Benle konuşurken arada bir sessizlik oluyordu. O sessizlik anlarında benden bir itiraf bekler gibiydi. Onunla konuşurken başıma ağaçtan bir kuş pisledi. Neyse yanından ayrıldıktan sonra bana mesaj geldi bu ikinci kızdan. Bana samimi bir şekilde cevap vermem kaydıyla bir soru sormak istediğini yazmış. Ben de sor dedim. Bana karşı bir şeyler hissediyorsun galiba dedi. Ben de seni kırmak incitmek istemiyorum seni tanımak istiyorum dedim. Durdu biraz ne diyeceğimi bilemiyorum dedi. Kabul ediyorum dedi. Sanırım ben bir ilişkiye başladım. Çok korkuyorum çok tedirginim. ne yaptığımı bilmiyorum kestiremiyorum. Bu insan kesinlikle sonu evlilige gidecek bir insan. ben de öyle istiyorum ama ya olmazsa... onu kırmak istemiyorum. Pat diye nasıl olaylar böyle gelişti anlamadım. Kızlar çok ilgincler... ben kendim çok zorlanırdim belki çok uzun zaman bir şey söylemezdim ama o gün mecbur kaldım... Her işte bir hayır vardır tabi.  Allah'im niyetim saf temiz... Sen yardım et, dua etmekten başka bir şey yapamıyorum. Kafam darmadağın... Öteki kıza karşı da büyük vicdan azabı duyuyordum ama ben hiçbir şey yapmadım ki...
Sonuç olarak bir kızla yanyana yürürken bile kaskatı kesilen ben bir ilişkiye başladım. Biraz heyecanlansam da bu benim hayalini bile kurmakta irkildiğim bir durumken şimdi onu yaşıyorum. Bu arada kız benim sandığımdan daha dindar bir insanmış. Bir kaç defa yüzyüze konuştuk. Bunun günah olmasından dolayı duyduğu vicdan azabından dolayı günlerce ağlamış. Ve bana ondan çok bir şey istemememi söyledi. Haram olduğunu eğer onu gerçekten hayırlı bir insan olarak görüyorsam okulun bitmesini beklememi söyledi. Ne yapacağımı şaşırdım. Ancak daha yeni olmasından alışmadığından dolayı bu kadar çok dert ettiğini düşündüm. İleriki diyaloglarda yavaşça tanıyacağımıza dair birbirimize söz verdik. Harama ne kadar az bulaşırsak diyerek devam etmeye karar verdik. Bilmiyorum durum nasıl oldu. Korkuyorum devamını getiremezsem diye. Bazen tamam bu kız çok iyi tam benlik diyorum hoşuma da gidiyor ama korkuyorum. Ya doya doya derin bir sevgi gelişmezse içimde ona karşı. Bilmiyorum. Aradan geçen bu kısa zamanda az önce saydığım korkuların da büyük oranla kaybolduğunu gördüm. Kız arkadaşımla çok iyi anlaşıyoruz. Buluştuğumuz zamanlar ki bu haftada birkaç defa da olsa üç dört saati aşıyor. Ve eskisi gibi kaskatı kesilmiyorum, çok güzel sohbet ediyoruz. Geleceğe dair planlar kuruyoruz, ailelerimizi tanıtıyoruz. Başta hiç görüşmeyelim diyor demiştim size ama şimdi alıştı sanıyorum. Onun dışında her gün çok olmasa da mesajlar atıyoruz. Bir ara beni sorguladığını hissediyorum. Çok kıskanmadığımı söylemeye çalıştı bir defa. Niye bilmiyorum ama benim onu sadece mantıklı davranıp yani sadece mantığım evet dediği için seçmiş olduğumu ima etti. Ama şimdi onun bu düşünceleri de büyük oranda geçti ve çok güzel bir şekilde devam ediyor. Ama ben yine düşünüyorum, korkuyorum. Yani kısacası beni bu aralar en çok rahatsız eden şey vicdanımın sesi. Bu insan bana güvenip sevmiş ve aşk bekliyor benden. Ben onu kandırdığımı düşünüp kahroluyorum, kendimi yalancı gibi hissediyorum. O benim onu çok sevdiğimi zannediyor ama malesef ben o kadar...  Tamam artık onu seviyorum ama onunki kadar değil ki. hatta bazen şiirler yolluyorum ama o şiirde bile hissetmediğim bir şeyi atmak ağır geliyor. Çoğu zaman şiirlerden vazgeçiyorum. Ya da kendim daha sıradan hafif sevgi kelimeleri ile bir şeyler karalayip gönderiyorum. Ve korkuyorum günün birinde onu çok sevemezsem diye. Öyle işte. Bu vicdan azabı benim yolumu tıkıyor sanki, bilmiyorum ne yapmam gerek. Onun dışında bu ilişki benim hem arkadaş çevremde hem kendi içimde hem de aile içinde kendime olan güvenimi arttırdı ve daha gözönünde bir pozisyon verdi. Bu hoşuma gidiyor. Diğer konularda az çok çalışmalar yaptım. Özgüven anlamında: sınıfta daha çok söz hakkı almaya çalışıyorum. Arkadaş gruplarında da kendimi ortaya koymaya başladım. Farklı aktiviteler için harekete geçtim. Şimdi hem sunucu hem şiir okuma görevi ile bazı çalışmalara başlıyorum inşallah. İlişkilerim konusunda o çok sevdiğim arkadaş için  dediğim gibi artık daha az üzülüyorum. Karşılıklı konuşup sorunları halledip eskisi gibi büyük beklentiler ve kıskançlık krizlerine girmiyorum. Hatta o kişi kız arkadaşımla olan ilişkimde bazen fikirleri ile destek oluyor. Ailemden kopukken mecburi bir samimiyet olarak düşünürken şimdi onlara daha çok değer veriyorum. Kardeşler ve annem özellikle. Babamla yine uzağım ama onunla da diyaloglarımi ve telefon görüşmelerimi artırıyorum. Erkekler arasındaki durumum için de uğraşıyorum. Bu senenin başına kadar bir çok erkekle beraber bulunduğum ortamda sessiz kalmayı ya da az konuşmayı tercih ederken şimdi daha çok konuşup sohbetlerin odağı olmaya çalışıyorum. İnsanları boşvermiş, kendi içine düşmüş bir halde iken artık çevremdeki insanlarla ilgileniyorum. Hal hatır sorup onlarla da belli etkinlikler yapıyorum. Bu sene derslerimin de çok yoğun olmasından dolayı sıkılmaya fırsat kalmıyor. Sabah çıkıyor akşam gelip işimi halledip direk yatıyorum. hiç boş vaktim olmuyor. Hayat güzel, artık büyük bir inancım var… yavaş yavaş değiştiğimi hissediyorum ve mutluyum daha çok. Terapileri sıklaştırmam lazım biliyorum. İki hafta sonra ben dördüncü terapi için geliyorum inşallah… Rabbim bu büyük imtihanda hepimize güç, kuvvet ve irade versin… En çok buna ihtiyacımız var.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4102
    • Profili Görüntüle