İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 273
91
-   Senin gözünde kadın değersiz midir?
-   Evet, fazlasıyla.
-   Sömürmesin, kullanmasın seni diye ona böyle davranıyor olamaz mısın?
-   Evet, olabilir.
-   Burada stratejik bir hata yapıyor olamaz mısın?
-   Ne gibi?
-   Kadın karşısında kendini güçsüz görüyorsun ya normalde.
-   Evet.
-   Bu güçsüzlüğünü güçlü erkekle doldurabileceğine inanıyorsun. Ama güçlü bir kadının sana bir şey katabileceğine inanmıyorsun, inanamazsın da.
-   Bu yüzden, kızlardan çıkma tekliflerini hep reddettim onları güzel bulmadığımdan. Güçlü ve güzel kızlara da ben teklif edemedim.
-   Burada kendi içinde bir problemin var. Kadına kapıları sen kapatıyorsun.
-   Doğru yani.
-   Çünkü orada bir güvensizlik var, kaybederim korkusu var. Bir şeyler var nihayetinde.
-   Evet. Acaba bir kızla çıkmayı mı denesem?
-   Olabilir, kadından kaçtığında ne oluyor?
-   Erkeklere yöneliyorum.
-   Mesela sen, bir kadının vajinasını hayal edip mastürbasyon yaptın mı hiç?
-   Hayır, yapmadım.
-   Korkutuyor mu seni vajina peki?
-   Bir kadının memelerinden ve vajinasından nefret ediyorum.
-   Vajina! Bir hayal et! Senin penisin bir vajinaya giriyor.
-   İğrenç bir şey hocam.
-   Bir dene. Kadın mı seni baştan çıkarsın, sen mi kadını?
-   O çıkarsın.
-   Tamam, aşama aşama gidelim. Sen arkana yaslan.
-   Yapmasak bunu olmaz mı?
-   Kadın göğüslerini çıkardı diyelim. Ne hissettiriyor o göğüsler sana? Neyi çağrıştırıyor sana?
-   Hiçbir şey çağrıştırmıyor.
-   Sütü mü çağrıştırıyor, bir hayvanı mı, başka bir şeyi mi ya da geçmişinden bir şey mi çağrıştırıyor?
-   Bilmiyorum vallahi.
-   Düşün.
-   Tek bir şey var. Küçükken kadınlar odadan çıkarırdı beni emzirecekleri zaman falan. Ama kadınlar orada kalıyordu.
-   Kaç yaşındaydın?
-   On falan.
-   Peki, ne hissettiriyordu bu sana? Haksızlığa uğramış gibi mi hissediyordun?
-   Evet.
-   Ya da orada kötü bir şey görecekmişsin gibi. Yasak mı?
-   Evet, yasak.
-   Dışarı çıktığında ne hissediyordun peki?
-   Merak ediyordum aslında. "Ne yapıyorlar içeride?" diye.
-   Orada kendini dışlanmış mı hissediyordun? Sanki kadınlar seni dışlamış gibi. Kadınlar seni istemiyor, beğenmiyor gibi bir algı oluşmuyor mu bilinçaltında?
-   Evet.
-   O aşamaya geldin. Kadın senin elini onun göğsüne dokunduruyor.
-   Hiçbir şey hissetmiyorum.
-   Penisine dokunuyor ya da dudaklarından öpüyor.
-   Yine hiçbir şey yok.
-   Kadınlardan uzak durduğundan mı?
-   Olmadı böyle, başa saralım.
-   Tamam.
-   Ben yaklaşmalıyım ona.
-   Ne yapıyorsun peki?
-   Okşuyorum herhalde.
-   Ayakta mısınız, yatakta falan mı?
-   Ayakta.
-   Peki, çıplak mısınız?
-   Hayır. Kadınları çıplakken sevmiyorum.
-   Giyinikken yap fanteziyi.
-   Sanki erkekle zina haram değil de kadınla harammış gibi düşünüyorum.
-   Kadını sürekli yasaklarsan, uzaklaştırırsan onu şeytani ve günah olarak görürsen erkeğe yönelmiyor musun? Sanki kadın şeytansa erkek melektir gibi. Penisini kadının vajinasına "Günahtır, olmaz." diyerek sokmazsan ne olur? Penis kuyusuna düşersin.
-   Tamam.
-   Kadın düşkünü bir adam, sayısız zinadan sonra kendisini kenara çekip durdurabilir. Ama eşcinsellikte böyle mi? Penis - penis ilişkisinde kurtulma şansın yok, kuyuya düşmüş olursun. Çünkü güçlü kadın-güçlü erkek olayı olmuyor. O beni beğenmez, istemez diyerek ondan kaçıyorsun. Kadınla problemin var, çözemediğin için erkeğe kaçıyorsun. Çünkü kadınları tanımıyorsun. Erkek karşısında korkuya gerek yok. Her şeyini biliyorsun, cinsel organını biliyorsun, nasıl zevk

92
-   Tahminen altı ay, bir yıl cinsellik yok mu işin içinde?
-   Evet, yok. Ama sonra ben daha fazla aşama kaydetmek istiyorum. Onu daha fazla elde etmek istiyorum. Bu yüzden artık sorunsuz insanları seçmemeye çalışıyorum.
-   Sorunlular mı hedefin?
-   Hani sorunlu derken, ailesiyle sorunları olur, okuluyla olur. Her şeyde başarılı değildir.
-   Peki bu güçsüzle gezme sana ne veriyor? Güç veriyor mu?
-   Hiç düşünmedim bunu.
-   Sadece bununla gezsen mesela, ne katacak sana?
-   Şu an benim için dışarıda beklemesi bana pek bir anlam ifade etmiyor mesela.
-   Bu bir değer değil o zaman.
-   Evet, değer değil.
-   Günü tüketmek için geziyorsun onunla yani.
-   Evet, şu son altı aydır özellikle, hiçbir insanla uzun vadeli bir şey düşünerek iletişim başlatmıyorum.
-   Güçlülerden kaçıyorsun sen, çözmüyorsun. Alperen'le takılıp tüketiyorsun yine, bu da sana bir şey katmayacak ki. Yine değersizleştiriyorsun kendini. Bu ilişki seni tedavi etmiyor. Bu da aslında sistemi pekiştiriyor.
-   Ne yapmam lazım peki?
-   Güçlü insanla takılırken kendinle savaşacaksın. Ona tapınmak geliyorsa içinden, yapmayacaksın. Her aramak istediğinde aramayacaksın onu. Savaşarak yenemez misin? Bir tek yolu bu.
-   Savaşarak yenemiyorum.
-   Şimdi İbrahim'le tek başına savaştın. Hiç çabalamadan, kendinle hiç yüzleşmeden. Gene sistemin gereği, problemlere, İbrahim'e yöneldin. Bu sistemi pekiştirir. Şimdi biz diyoruz ki, "Gel, bilinçli bir şekilde savaşa girelim." Senin İbrahim'le yaptığın savaş değildi. Sen uyuşturucu kullanıyor gibiydin. Senin kişiliğine tahribat oluyordu. Alperen'i seçmiş olman da bu şekilde. Sistemi pekiştiriyor. İbrahim ne kadar zararlıysa, Alperen de o kadar zararlı senin için.
-   Savaşırsak.
-   O zaman güçlenme ihtimalin var. Burada senin bir hedefin yok. İlişkilerde bir anlamın yok. Allah sana bir zeka vermiş, sen de onunla baş başa geçiriyorsun hayatını. Asıl yapman gereken, okul birinciliği olmalıydı. Senin hedefin zekanı kullanmak olmalıydı. Değersizlik duygusu olduğu için bu hedefleri koyamıyorsun.
-   Ya olmazsa, hedefler tutmazsa.
-   İşte bunlar değersizlikten dolayı. Kendine saygı duymuyorsun. Kendini değerli hissetsen, kendine güvenin olsa, zaten çevresiyle sorunu olmayan biri olacaksın. Sen hep kestirme yolları seçiyorsun. Daha önce söylemiştik, aslında senin sayısal okuman lazımdı. Yalan de!
-   Doğru, katılıyorum.
-   Bir yerden sonra patlak verecek bu sistem. Bir yere kadar kestirmelerle geliyorsun. Sonra problemler çıkıyor. Tamamen kendine odaklanman lazım. Ama bence kendinle hiç mücadele etmiyorsun.
-   Bilmiyorum ki.
-   Hatta bir ara üniversite okumamayı bile düşünmüştün.
-   O zaman benim memleketimde okumam lazım. İstanbul'a gelmek kolaya kaçmak olmaz mı?
-   Tamam da, oradaki amaç farklı. Babandan uzaklaşacaksın. Problemin kaynağından uzaklaşacaksın yani.

Gördüğünüz gibi yerimde saydım hep bu sürece kadar. HK'nın neredeyse hiçbir tavsiyesini uygulamadım. Bunun üstüne onunla zeka oyunlarına girdim. Dinledim onu ama sallamadım. Kendi çözümlerimi kendim üretmeye çalıştım, çalıştıkça da battım. Üç beş kere terapiye gelmekle kendimi uzman ilan ettim. Beni en iyi çözebileceğin yine ben olduğuna ikna ettim kendimi. Peki ne oldu? Benim süreç uzadı da uzadı. HK konuştu, benim bir kulaktan girdi, diğerinden çıktı. Fayda? O oyunları kazandığı zaman bir iki şey giriyordu kulağımdan beynime. Ama ben HK'yı yendiğimi düşündüğümde zerre kadar fayda alamıyordum. İşte bu günlere gelmem bu yüzden bu kadar uzun sürdü. Kitaba başlayalı yıllar oldu. Bitirmeme de az kaldı. Ama ben bitirmeye yaklaştıkça kendimden kaçar oldum. Kitaptan kaçar oldum. Çünkü biliyorum ki bu kitabı bitirdiğimde farklı bir insan olacağım. Hayatımda ilk defa bir şeyde çaba göstererek tamamlamış olacağım. Kolay ve kestirme yolu değil, zor ama beni geliştirecek yolu seçmiş olacağım. Bugüne kadar birçok işe başladım, doğru ya da yanlış işler olup olmadıklarından bahsetmeyeceğim ama şu var ki sadece başlangıçlarını iyi yaptım. Hiçbirinde sebat göstermedim. En ufak zorlukta işleri bıraktım, kendimi başarısız ilan ettim ve kabuğuma çekildim bir kez daha. Ama yıllar sonra bunun hiçbir şeye yaramadığını gördüm. İşte bu yüzdendir ki artık bir şeylerin değişmesi gerek.

-   Kadını bir güç olarak görmüyorsun sen genel olarak.
-   Evet görmüyorum.
-   Güçlü erkeğe yöneliyorsun ama güçlü kadının kapısından dahi geçmeyebilirsin. Onu bir tehdit olarak görebilirsin. O daha korkutucu olabilir senin için. "Ya erkekliğimi beğenmezse!" gibi korkular oluşabilir içinde. Seçim yapma şansı versek sana ve "güçlü kadın ya da güçlü erkek" desek, hangisini seçersin?
-   Güçlü erkeği seçerim tabii ki.
-   Güçlü kadını niye seçmezsin?
-   Saçma geliyor. Bir kadının güçlü olmasını bir kenara koyarsak, yine de saçma be!
-   Alperen yerine Ayşe'yi koyduk diyelim. Onunla gezerken ne hissedeceksin?
-   Güçlü kadının taleplerini yerine getiremem. Yenilmiş hissederim.
-   Yani güçlü bir erkeğe teslim olmak daha mı kolay?
-   Aynen öyle, o zaman kendimi ezilmiş gibi hissetmem.
-   Güçlü kadının karşısında "Kendimi korumalıyım, ona karşı açık vermemeliyim veya güçlü görünmeliyim" gibi düşüncelere mi dalıyorsun?
-   Güçlü bir kadına sevecen davranamam, kaba davranırım. Ona her daim güçlü görünmeliyim.
-   Tedbir mi olmuş oluyor bu? Yoksa kadını değersizleştiriyor musun?
-   Değersizleştiriyorum galiba.

93
-   Ne söylemiştik?
-   Kendini sevmeyen, değer vermeyen adam diğer insanları da sevemez.
-   Problem burada başlamıyor mu?
-   Evet, başlıyor.
-   Kendini sevmeyen, beğenmeyen, değersiz bulan bir kişi, her alanda, sorunlar içinde olacak. Önce bu problemi çözmek lazım. Ne için kendini değersiz buluyorsun, niye kendini sevmiyorsun ya da niye diğer insanlarda ayrıntılara bu kadar takılıyorsun? Önce bunları sorgulamak gerekmez mi? Burada da bakıyoruz aileye, babaya falan. Hayatının kritik noktası. Senin hayatının temeli zaten babana gidiyor mu gitmiyor mu?
-   Gidiyor.
-   Sen aslında onun sorunlarını miras almış olmuyor musun? Sende problem var ama bu problemlerin kökeni babana varmıyor mu?
-   Varıyor.
-   Aslında gerçek iyileşme babanın iyileşmesi ama böyle bir şey şimdilik mümkün görünmüyor ve bu problem senin hayatındaki kritik anlarda problem yaratıyor. Memleketini kabul ettiğin gün, kaybettiğin gündür. Babanla ilgili olumsuz bir şey gördüğünde, annenle araları kötü olduğunda sen de bunlardan etkileniyorsun. Bu yüzden İstanbul'a gelmen daha doğru.
-   Korktuğum nokta şu; İstanbul'da kendi başıma kalırsa kendimi pazarlamaya bile başlayabilirim.
-   Dur oraya geleceğiz, önce babanla olan şu bağı koparmamız lazım. Yani İstanbul sana bunu sağlamaz mı?
-   Sağlar.
-   Akşam İstanbul'dasın bugün. Oturduğunda baban aklına gelir mi?
-   Hayır.
-   Memleketinde olduğunda sürekli karşılaşacaksın. İstanbul'da en kötü ihtimalle arada mesafe olacak.
-   İki gündür buradayım mesela, aklıma memleketimden kimse gelmedi.
-   İlk olarak, memleketinden uzak olma konusunda artıdayız. Buradaki oyunun da kuralları var. Büyüsüne kapılmayacaksın buranın. Lisedeki gibi de olmayacaksın tabii, buradaki tek amacın "öğrenci olmak" olacak. Yani ders saatinde devamsızlığın olmayacak, okul saatinde orada, burada gezmeyeceksin. Anlatabiliyor muyum?
-   Evet.
-   Yani hayatın düzensiz olmayacak. Kendine bir kariyer, bir gelecek hedefleyeceksin. Yaptığın işi önemsemeyi hedef edineceksin. Eğer böyle yapmazsan, okul en iyi ihtimalle 5. seneye uzar. Orada da problemler başlar. İstanbul da senin için memleket zindanı gibi olmayacak mı? Böylece tekrardan eski problemlerine yaklaşmış olmayacak mısın?
-   Evet, olacağım.
-   Bu anlamda hayatında bir düzen olacak, bir istikrar, bir hedef. "Okul öğretmenine kızdım, ben derslere girmiyorum! ÖSYS boş!" gibi mazeretler bitmeli üniversite hayatında. Haklısın ya da haksızsın burayı tartışmıyoruz ama büyükşehire geliyorsan, memleketini hayatından sileceksin. Buranın ayrı kuralları var, bunlara uymak zorundasın. İlla evde kalacaksan da kaliteli insanlar seçeceksin. İnsanların adamlığına bakacaksın.
-   Hocam benim öyle bir önyargım var yahu.
-   İlk başta gözüme hoş gelmediyse bir kişi, sonra istesem de sevemiyorum.
-   Önce şekil olarak bakıyorsun yani.
-   Bence insanın şekli içeriğini yansıtıyor.
-   Ama o şekilde sonra yanılıyor musun, yanılmıyor musun?
-   Eğer kendi kafamdakine güvenmezsem yanılıyorum.
-   Çirkin ya da güzel diyelim, nasıl bakıyorsun bu duruma?
-   O şekilde değerlendirmiyorum hocam.
-   Bakışı, suratının duruşu, kısacası jestler, mimikler. Bir insan yüzüme baktığı zaman onu direkt olarak değerlendiririm. Bunda da genellikle haklı çıkıyorum. Bu yüzden içgüdülerime güveniyorum bu konuda. Bu şekilde tanıştığım bir insanlarla iyi anlaşıyorum. Mesela dışarıda bekleyen bir arkadaş var. Onunla sosyal ortamda tanıştım.
-   Eşcinsel mi?
-   Hayır, değil.
-   Ne iş yapıyor ya da babası ne iş yapıyor?
-   Ticaretle uğraşıyor babası. Kasap dükkanları var, kendisi de babasına muhtaç olmamak için çalışıyor.
-   Ne iş yapıyor?
-   Anketörlük yapıyor şu an. On sekiz yaşında.
-   Öteki?
-   Öbürü kuzenim.
-   Bir kere beraber geldiğiniz mi?
-   Evet, o.
-   Lisede mi okuyordu o?
-   Evet. Son sınıfta şu an.
-   Bu, seviştiğin kuzen değil?
-   Evet, o değil.
-   Şimdi, bu adamı sanal ortamdan niye seçtin?
-   Samimi.
-   Tamam, samimilikten başka?
-   Yüzüne baktım ve seçtim.
-   Sana ne katacak?
-   Bir şey katmasına gerek yok.
-   Ne yapıyorsunuz beraber?
-   Geziyoruz, konuşuyoruz. Çoğu konuda uyuşuyoruz, uyuşmasak dahi konuşması beni rahatsız etmiyor.
-   Sorunları mı var?
-   Hayır, hiç yok.
-   Hiç mi yok?
-   Her insanın sorunları vardır tabii ki.
-   İşte, babasına muhtaç olmamak için çalışması falan. Altında bir problem yok mu?
-   Var.
-   Gördüğün gibi birini rastgele seçmemiş oluyorsun.
-   Babasıyla problemi olduğunu falan sonradan öğrendim gerçi.
-   Bu ilişkiden beklentin ne peki? Ne olacak?
-   Hiçbir beklentim yok.
-   Nereye kadar devam edeceksiniz? Atıyorum seneye üniversiteyi kazandınız, ne olacak?
-   Belki haftada bir akşam buluşuruz.
-   Birinci kural, sorunlu insanlarla çok samimi olmamak lazım. Duygusal yatırım yapmamak lazım.
-   İkinci kural da bence, güçlü ve problemi az olan insanlarla takıldığımda benim dökülmem.
-   Niye dökülüyorsun?
-   Onlardan güç almış oluyorum çünkü.
-   Sen güçsüzleri mi seçiyorsun yani?
-   Güçsüzleri seçiyorum. Güç almamak için. Çünkü güç alırsam bağlanırım.
-   Güçsüze güç mü vereceksin sen?
-   Hayır, sadece bağlantı kurmamaya çalışıyorum.
-   O zaman güçlüyle beraber olduğunda ona ne anlamda bağlı olmuş oluyorsun?
-   Onun gücünü sömürmeye çalışırım yani. En azından o gücü kullanmaya çalışırım.
-   Duygusal olarak?
-   Sorunlarımı falan ona anlatırım.
-   Seni sevmesini, seninle ilgilenmesini mi beklersin?
-   Evet.
-   İlgilenirse "taparcasına" olacak yani.
-   Aynen öyle.
-   İlgi artarsa ne zaman erotikleşecek? İlk başta yoğun bir şekilde duygusal olarak mı olacak?
-   Evet.

94
BÖLÜM 8:

Yalanlarla dolu bir bölüme daha hoş geldiniz. İnternet üzerinden tanışıp İstanbul'da buluştuğum ve ardından fazlasıyla bağlandığım Alperen'le daha çok vakit geçirmek için İstanbul'da çok da iyi olmayan bir üniversiteyi kazanmaya çalışma çabalarımı, bunu gerçekleştirmek için kendime ve HK'ya söylediğim yalanları, ani ve büyük etkilere sahip değişimlerimi görmek için doğru yerdesiniz.

   Bazen bunlardan dolayı kendimden gerçekten utanıyorum. Bir insan hayatındaki keskin dönüşleri hiçbir şey olmamış gibi yapabilir mi? Çok kısa bir süre öncesine kadar hayatımın amacı ticaretken, bir bakıyorum ki tek amacım İstanbul'da okumak olmuş. Öyle ki önceki terapilerde iddia ettiğimin aksine HK'ya ticaretle uğraşmamın ne kadar saçma olacağından bahsetmişim. Peki "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir." ifadesi bu sekilde mi uygulanmalıydı? Hayatımdaki her şeyi bir çırpıda değiştiriverdim çok kısa bir dönem aralığında. Değişmeyen tek şey ise "bendim". Galiba hata yaptığım nokta da bu oldu.

   Ticaret demişken, nereden başlayacağımı tam olarak bilmiyorum ama dayımdan başlasam iyi olur galiba. Dayım kumral, mavi gözlü, orta boyda yakışıklı denebilecek bir görünüşe sahip. Karizmatik bir duruşu vardır pozisyonunun da getirisiyle.  Dayım dağıtım işiyle uğraşıyor -gıda, temizlik vs. hemen hemen her kalemden ürünün dağıtımı. Bazı yaz tatillerinde şirkette çalışma imkanım oldu. Şirkete ilk olarak depodaki ayak işlerini yapmakla başladım. Malları araçlara yüklemeleri için dağıtımcılara yardım ediyordum. Dağıtıma çıktıklarında depoda Kur'an, hadis ve fıkıh dersleri çalışıyordum. Bu dersleri ilişkim olan kuzenimle beraber çalışıyordum. Dayım, oğluna nasıl davranıyorsa bana da öyle davranır, ayrım yapmazdı ama personel, patronun oğluna benden ayrı bir müsamaha ve sevgi gösterirdi. Benim canımı sıkan ve çalışma şevkimi bozup kıskançlığa iten sebepler bunlardı. Lanet işçiler ve pazarlamacılar! Bir de müdür vardı. Şirkette beni kanser edebilecek yegane adamdı. Diğer personelden de beterdi o! Yıldızımız hiç barışmadı onunla. Bana çöp muamelesi yaparken patronun oğluna kibarca davranıyordu.

   Zaman geçti, şirket büyüdü. Şirket büyüyünce daha büyük bir binaya taşındık. Büyük bir mutfağımız, ofislerimiz vardı artık. Sekreter odası, toplantı odası, muhasebe odaları... Şirket biraz daha kurumsallaşmıştı yani. Dağıtımcılık işinde de bulunduktan sonra yarı beyaz yakalılığa terfi etmiştim ve kuzenimin gölgesi altında değildim. Şirkette, mal kontrolü, iskonto ve prim hesaplamaları gibi işlemleri yapıyordum. Üretici şirketlerin oluşturduğu çevrimiçi ulusal bir sistem vardı. Satılan ürünün fatura fatura stoktan düşülmesi, iskonto bilgisinin girilmesi gibi birçok işlemi vardı. Bu işi ilk yapmaya başladığımda önümde binlerce fatura vardı ve bu da yetmezmiş gibi her gün yüzlercesi de üzerine ekleniyordu. Bu işin kolay bir yolu olmalıydı. Kısa bir sürede sadece klavye kullanarak çok hızlı bir şekilde veri girişi yapmaya başladım çünkü bir hafta içinde iki yüze yakın ürünün kodunu ezberlemiştim ve ezberden giriyordum. Böylece birikmiş tüm dokümanları bitirdim.

   Bazen, dayım ofisine çağırırdı beni ve benimle sohbet ederdi. Yeni binaya taşındığımız için ona bir tablo hediye etmiştim. Odaya girdiğimde hediyemin karşımda durduğunu görür gururlanırdım. Şirketle ilgili de konuşurduk, başka şeyler hakkında da. İşlerin nasıl yürüdüğünü görmek için işçiler ile sıkı ilişkiler kurardım. Dayım "İleride şirketi yönetirsin." gibi birçok şey söyledi. "Okulunu oku ve gel, sonra istiyorsan şirketin başına geçersin." dedi. Babamın bana bırakabileceği çok maddi şeyi yoktu. İlişkimiz de berbattı. Şirket hayali güzel geliyordu. Öyle ki altı ay boyunca terapiye gelmememin sebebi de şirkette çalışmamdı. HK'ya göre terapiye gelmemek için bahaneydi bu ve şirketi eşcinsel düşüncelerden uzaklaşmak için araç olarak kullanıyordum. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı elbette. İş hayatı iyi giderken tüm olumsuz düşüncelerimden uzaklaşıyordum, bu beni eşcinsellikten alıkoyuyordu. Ama bir şeyleri uzun süre bastırdığım için iş hayatında da benim sebep olduğum problemler çıkmaya başlıyordu. Bu sebeple, eşcinselliği bastırmak için başka şeyleri araç olarak kullanmak dibine kadar eşcinsel olmamı sağlayan şeylerin başında geliyordu. Şirkette çalışmamın uyuşturucu kullanmaktan ya da içki içmekten farkı yoktu.

-   Sen karıştırmış olmuyor musun hayatını?
-   Kendi isteğimle karıştırdım ben. (Bu yalanlar yüzünden öleceğim galiba bir gün.) Öyle ki bu sorunlarla yüzleşirken Çin'den mal getirmeye başladım. İlk partideki mallardan kar ettim ama ikinci parti hala elimde. Battım açıkçası.
-   Bunu niye yapıyor olduğunu konuşmuştuk seninle.
-   Güç.
-   Gücü biraz erken aramak değil mi bunlar?
-   Aslında güçten çok, biraz da uzaklaşmak için bunlar.
-   Neyden?
-   Eşcinsellik meselesinden. Hani kendimi ne kadar meşgul edersem o kadar uzaklaşırım diye düşünüyorum.
-   Atıyorum, bir kıza aşık oldun ve kız da seni terk etti. Onu unutmaya ya da ondan kurtulmaya çalışırsan başaramazsın. Uyutmaya çalışmayacaksın.
-   Yolda yürürken bir yakışıklı erkek geçtiği zaman ona bakıyorum ben mesela. Beni rahatsız ediyor bu durum.
-   Bir sorunu çözmek istiyorsan o soruna odaklanacaksın. Burada bir savaş gerekiyor diyelim, sen bunu bırakıyorsun ve unutarak çözmeye çalışmak adına bütün enerjini iş hayatına veriyorsun. Güç kazandığında kendine özgüven geliyor ama bir sorun çıktığında yine eşcinselliğe dönüyorsun. Kimileri ne yapıyor? Birilerine açılınca "Evlen, geçer." diyorlar. Doğru kadını bulursan ki o da çok düşük bir ihtimal yani yüzde bir, binde bir. Evlendin diyelim. İlk bir ay güzel geçiyor, eşiyle sevişiyor falan. Daha sonra bir çatışma çıktığında tekrar eşcinselliğe yöneliyor. Yani bunu çözmek adına başka bir kapıya gitmeyeceksin! İşte eşcinsellik! Evlen geçer. Hayır, geçmez! Namaza başla, geçer. Hayır, geçmez! İş hayatı... Güçlen, geçer. Hayır, geçmez! Bu eşcinselliğin nedeni, senin kendi kişilik problemin.
-   Evet.
-   Kökeninde ne var? Niye bu kadar güçlü olmaya çalışıyorsun? Kendine değer veriyor musun?
-   Hayır.

95
Bana yol göstermesini falan isterim. Konuşurum onunla, ağlarım bazen de. Özellikle mutfak bana daha kutsal geliyor açıkçası.
- Yani babanın odasından falan daha kutsal buluyorsun mutfağı.
- Çünkü daha yakın oluyorum yani.
- Ötekiler? Onları gözlemliyor musun?
- Gözlemliyorum.
- Ne eksik onlarda? Neden oradalar? Ne arıyorlar?
- Bağlılık sadece.
- Nedir o bağlılık?
- Hepsi güçsüzler ve bağlanacak güçlü bir şey arıyorlar. Geçen bir şey oldu hatta. Herkesin önünde bir tartışmamız oldu, bana bağırdı falan. Sonra benim için "Hepsi bana saygılı davranıyor, önder sayıyorlar beni. Benimleyken bağırıyor bana, bari onların önünde yapmasın böyle." demiş.
- Orada ne hissettin böyle deyince?
- Çok bir şey hissetmedim aslında çünkü benimle konuşarak değil, annem aracılığıyla bana söyledi. Yani bana bu şekilde iletmiş.
- Neden doğrudan seninle konuşmuyor?
- Çekinir benden.
- Neden çekinir?
- Dobra dobra söylerim her şeyi çünkü. Herkesin önünde böyle derse "Benim için mi lider oldun? Bana ne?" bile diyebilirdim belki.

   Düşünün yahu! Karşınızda bir baba var, otorite timsali olması gereken kimse. Fakat benim gözümde ise gerektiğinde azarlanabilecek bir varlıktı. Hatta öyle ki, bence o da kabullenmişti bunu. Benimle yüz yüze konuşma cesaretini neden bulamadığını hala tam olarak anlamış değilim.

   Terapilerde, konuları sürekli saptırmaya çalıştım o günlerde, özellikle de "sevgi ve güven" konuları gündeme geldiğinde. Şimdi baktığımda, başka insanların hayatlarından kendiminkinden fazla bahsettiğimin farkına vardım. Duygularım yokmuş gibi sürekli mantıktan bahsedip durmuşum; başkalarının yanlışları, "Şu olay şöyle, bu olay böyle.", "Efendim, ne olacak bu dünyanın hali?" ve terapi saptırmaya yönelik daha nice konular. Lanet bilinçaltı! Sorunlarıma o kadar çok alışmış ki, sorunları çözmeyi bile kendisine tehdit olarak algılıyor. Güven duygusundan bahsetmişiz terapinin bir kısmında mesela. Bende en ufak bir değişim olmamasına rağmen kendime olan güvenimi artırmak için ne kadar çaba gösterdiğimi ve ne denli büyük kazançlar elde ettiğimi söylemişim. Yalan arkadaş, yalan! Sırf "Bende bir sikim değişiklik olmadı." dersem HK beni değiştirebilecek olumlu çözümler üretecek diye uydurulmuş cümleler bunlar. HK da bir insan neticede, kendine güven konusunda ilerleme katettiğimi düşünmüş ve sevgi konusuna geçmiş. "Nasıl da atlattım HK'yı?" dercesine sessizce bir kahkaha fırlatmışım yeni konuya geçerken. Ne de olsa ikinci konuda da yalan söyleyip bir terapinin daha sonuna gelebilirdim kolayca. Öyle de yapmışım. En iyi kullanılabilecek şeylerden birini, yani dini bir sohbeti kullanarak yırtmaya çalışmışım sevgi konusundan da. Kendimi kandırabiliyorsam, halkı da kandırabilirim. O halde meclise girmeye diğerleri gibi ben de hak kazanabilirim bu gidişle. Onlar kadar iyi olabilir miyim bilmiyorum gerçi ama "Çocukluktan yetişmeye başladım ben de." dersem belki aralarında bir şansım olabilir.

   Terapide, hayatımın çıkar ilişkileri üzerine kurulu olduğunu çok feci bir şekilde anlatmışım. Öyle ki, bir annenin çocuğuna olan sevgisini bile manevi bir çıkara bağlamışım. Dalların yapraklarla, gezegenlerin yıldızlarla, Tanrı'nın insanlarla, annenin evladıyla, kocanın karısıyla, karının kocasıyla, masanın sandalyeyle, şarj aletinin telefonla olan ilişkisini birer çıkar ilişkileri yumağına döndürmek terapi sürecinde değişmeyen birçok yönümden biri. Size soruyorum: Çıkar ilişkileri olmadan yapılan bir şeyler var mı? Birine karşılıksız bir maddi yardım yaptınız diyelim, karşılığında rahatlama hissini alıyorsunuz. Gereksiz şeyleri bu denklemden çıkarırsak,  sonuç olarak parayla rahatlama hissini satın alıyorsunuz. Lanet felsefe ve safsatalar!

   Neden yalan söylüyordum HK'ya? Çünkü ücret ödüyordum terapi başına. Ücret ödediğim birine güvenmek için ne sebebim olabilirdi ki benim? Bildiğim çıkar ilişkisiydi işte. O parasını alıyordu, ben de konuşup içimi döküyordum. Gerçekten bana bir şeyler katma isteği olabilir miydi ki bu adamın? Yahu olsaydı bile, parayı ne için alıyordu o halde? Dolandırıcının tekiydi büyük ihtimalle ama birkaç kez daha terapiye gelmek bana bir şey kaybettirmezdi. Sizce de o zamanlar düşünmüş olduğum bu şeylerde bir yanlışlık yok mu? Gelmişim yedinci terapiye, hala terapiler ve HK hakkında karar verememişim. İşte bu en büyük hata! HK'nın kim olduğu önemli değil ki. Ne söylediği ve söylediklerinin doğru olup olmadığı önemli.


96
BÖLÜM 7:       

Bu terapide nedense aptalca bir mutluluğum vardı. En azından öyle söylüyordum ama daha rahat davrandığım çok bariz. Bence mutluluktan çok, boş vermişlik var artık. Biraz da aşırı özgüven. Tabii bu özgüven genelde olduğu gibi zeka ile alakalı olan şeylerde var sadece. Sınav stresi yaşamadığımdan, sınavda başarılı olacağımdan emin olduğumdan bahsetmişim özetlersek eğer. Boş vermişliğe gelirsek, umutsuzluk kaynaklı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü başarmam gereken her şeyi başarmışım da yaşayacak başka anılar yokmuş gibi davranıyorum.


- Kötü şeyler var mı peki?
- Düşünüyorum da, kötü bir şey yok hocam. Hep iyiydi.
- Kötünün kalkması sana güç mü veriyor ya da güven mi?
- Bir korku var aslında içimde, kötü şeyler olmadan garip hissediyorum.
- Şaşırıyor musun yani buna?
- Yani, şaşırıyorum. Fazla iyi çünkü!
- Eskiden "Bir ayın üç haftası kötüydü, bir haftası iyiydi." diyelim. Şimdi dört hafta da iyi mi?
- Aynen öyle, size en son geldiğimden beri kötü bir şey olmadı.
- Bu sana ne kattı peki? Sorguluyor musun neden oldu bu diye?
- Benim kanaatime göre terapinin faydası bu.
- Faydası ne?
- Ben değişmiş olmalıyım ki insanlarla ilişkilerim daha düzgün yürüyor. İnsan ilişkileri tek taraflı değil neticede. Ben de diğerlerini değiştiriyorum.
- Bu terapi sana bir şeyler kattı ve sen de ailene ya da çevrene olumlu şeyler kattın yani.
- Aynen öyle.

Gerçekten diğer insanlara bir şeyler katmış mıydım veya gerçekten ilişkilerim daha sağlıklı mıydı? Bence hayır. Ama dünyaya daha beklentisiz bakıyordum sanki. İnsanlıktan bir umudum kalmamıştı. Tabii ki yukarıda da anlaşılabileceği gibi müthiş bir korku vardı. Hayatım boyunca bu kadar uzun süre boyunca sıkıntısız bir dönem geçirmemiştim. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm adeta. Bir insan sürekli sıkıntılar yaşamadan nasıl yaşayabilirdi? Bunu bilmiyordum henüz. Ayrıca huzurun ve mutluluğun ne olduğu bilmediğim de aşikar. Çünkü o zaman gerçekten mutlu ya da huzurlu değildim. Sadece mutsuz değildim ve diğer duyguları bilmediğimden dolayı ne hissettiğimi açıklamakta güçlük çekiyordum. Ama ne olursa olsun, mutsuz olmamak da iyi bir şeydi sonuçta. Bunu kaybetmekten korkuyordum fazlasıyla ve bu beni gerçekten huzurlu olmaktan alıkoyan şeylerin başında geliyordu. Düşünsenize, hayatınız boyunca kendinizi iyi hissettiğiniz bir an olmamış ve içinizde cılız bir umut yeşermiş. Ama o kadar yenisiniz ki bu hayata, ne yapacağınızı ya da ne düşüneceğinizi zerre kadar bilmiyorsunuz. Diyeceksiniz ki "Olur mu bu kadar abartı?" diye. Fakat bu bir abartı değil maalesef çünkü iyi hissettiğiniz bir anın ilerisinde kötü bir olayı seziyor ya da biliyorsanız, o iyi hissi yaşayamazsınız. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir psikoloji içerisindeydim o gün.

- Bana göre babamın ailesinin de hepsi sorunlu. Bu yüzden çocukları da sorunlu.
- İlişkileri nasıl peki?
- İlişki yok denecek kadar az. Bayramdan bayrama belki görüşürler.

   Sorun aslında babamda değil yani. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Asıl suçlu dedem de değil ama! Her şey Adem ile Havva'dan başladı. Kesin bir yanlışlık yaptılar çocuk eğitiminde de ondan geliyor başımıza bunlar. Böyle olmadıysa dahi yasak meyve olayı var değil mi?

- Biz toplantı yapmaya başladık, Berk'in babasıyla falan.
- Ne toplantısı?
- Dedemin vefatından sonra çocuklar dinden mahrum kalmasın diye cuma akşamları toplanıyoruz. Her şeyi kendimiz hazırlıyoruz ve büyükler müdahale etmiyor. Çocuklar sıkılmasın diye oyunlar da ekliyoruz.
- Büyükler kimler peki?
- Biri annemin erkek kardeşi, biri de teyzemin eşi.
- Babandan bağımsızlar bunlar ve babanı benimsemiyorlar değil mi?
- Evet.
- Kaynaşma oldu mu peki? Kalıcı olarak devam eder mi sence?
- Kalıcı olur kesinlikle. Gelemeyeceksek haber falan bile veriyoruz artık.
- Herkes de benimsedi. Orada bir benimseme, bir duygusal hava var yani.
- Evet, var.
- Bizimkinden daha faydalı olduğunu düşünüyorum açıkçası.
- Ben de onu soracaktım. Sizinkinde ne eksik o zaman?
- Sadece bir kişi anlatıyor.
- Dinleyen kişilerde ne eksik?
- Anlayamadığım şey şu, haydi ben oğlu olduğum için kendimi gitmek zorunda hissediyorum, canı sıkılmasın diye. Fakat dinleyen kişiler, babamın sürekli aynı şeyleri anlatmasına rağmen, neden sıkılmıyorlar anlamıyorum. Sıkılmamak için orada mutfağa gidiyorum. Allah'la dostça konuşuyorum.
- Ne demek bu yani?

97
sessiz, sakin?" diye ya da anne-baban okula hiç mi gitmedi?
-   Gitmediler. Hem de hiç.
-   Başka ebeveynlerin okula geldiklerini görmedin mi?
-   Gördüm.
-   "Çocuklarıyla ilgilenen anne ve babalar okula geliyor." diye bir şey oluşmadı mı aklında?
-   Oluştu.
-   Çocuk, yalnız ve çaresiz hisseder. Hatta daha derinlerde "Bu anne ve babanın çocuğu değil miyim?" diye bir soru oluşmadı mı?
-   Evet, bunu çok fazla düşünmüştüm, sorgulamıştım.
-   Önce soruyorsun "Ben bunların çocuğu değil miyim?" diye. Sonra diyorsun ki "Eğer çocukları değilsem, ben kimin çocuğuyum?"
-   Aynen böyle oldu.
-   Kendi içinde büyük bir savaş başlamıyor mu?
-   Başlıyor.
-   Neden aktif olur bir insan?
-   Başkası üzerinde baskı kurabilmek için.
-   Neden pasif olmuyorsun? Var mı pasif olma isteğin?
-   Hayır.


Bir terapi daha geçmesin ben yalan söylemeyeyim! Aktif olduğum tek bir nokta vardı belki de hayatımda. O da benden güçsüzleri ezme, hatta öldürme isteğiydi. Çünkü doğanın kanununu bu şekilde öğrenmiştim ben. Sadizm olayından kurtulmamın çok zor olması da işin içinde cinsellik ve şiddetin aynı anda bulunuyor olmasıydı. Freud babamız en temel iki şeyi söylerken hiç de yanılmamış bence. Çünkü hayatım bu iki şey üzerine kuruluydu ve belki de hala kuruludur.


   Tahmin edebileceğiniz üzere okulda boşaltamadığım öfkemin tamamını evde gücümün en baştan beri yettiği kişilere yöneltiyordum. Artık eski mutlu Emre yoktu karşılarında. İşte o zaman evdeki eski erkek ayakkabılarını görünce bir ağabeyim olup olmadığını sormakta ısrar etmeye başladım. Öldü mü? Kaçtı mı? Kayıp mı oldu? Bu soruları aileme sordum ve her seferinde öyle bir şeyin hiç olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığım tavan yaptı. Bir ağabey arıyordum çünkü beni koruyacak biri yoktu hayatımda. Babam? Hayır! Okula bir defa bile uğramadı. Böyle bir insan beni nasıl koruyabilirdi? Kendimi hep başka yerlere ait hissediyor ya da başka ailelere ait hissediyordum.

-   Gelelim babana.
-   Gelelim.
-   Babanı nasıl görüyorsun? Güçsüz değil mi?
-   Evet fazlasıyla güçsüz görüyordum. Tamam eskiden mafya olayları falan varmış ama benim tanıdığım baba korkağın tekiydi.
-   Aslında sen babandan nefret etmiyorsun o halde. Babanın güçsüzlüğünden nefret ediyorsun. Zaten sen ezilmişsin hayatın boyunca, güçsüzsün. Başka bir güçsüzü sevebilir misin?
-   Hayır, sevemem.
-   İnsan psikolojisi ne yapıyor peki? Babandan nefret ettiğine inandırıyor seni. Halbuki senin tek meselen onun güçsüz olması. Mesela baban liderliğini kabul etmedin diye evden kovdu seni, nasıl hissettirdi bu?
-   Öfkelendim.
-   Tamam da diğer açıdan bakarsak...
-   Daha güçlü.
-   İşte mesele bu.
-   Yani daha önce mi kovması lazımdı beni evden?
-   Baban ilk defa büyük bir şey yaptı ve otoritesini gösterdi. Eskiden nasıldı? Arkadaş ilişkisinden farklı değildi aranız. Evde otorite yoktu. Şimdi ne oldu? "Siktir git." dedi sana.
-   Aynen öyle dedi, kelimesi kelimesine.
-   Ne yaptı ayrıca? Bir sürü rakibini alt etti. Pusuya yatmış avcı gibi bekledi ve tüm rakipleri avladı. Sen ne gördün? Yıllarca pısırık görünen adam bir anda aslanlaştı.
-   Aynen öyle.
-   Buradan çıkarımımız şudur ki; bir insanın hayatında, özellikle çocukluk çağlarında, bir otorite olmalıdır. Aksi takdirde güçlü olabilmesi için örnek alacağı kimse kalmaz. Ayrıca güç kazansa bile bunu duygusuz bir şekilde yapar. Gücü sadece tapılası bir şey olarak görmeye başlar. Çünkü gücü kontrol etmeyi bilmiyordur. Bu da sahte bir güçtür aslında. Bu şekilde elde edilen bir güç ancak ve ancak kişinin kendisine zarar verir.

   HK'nın bana en çok baskı yaptığı noktalardan biri de  potansiyelimi tam anlamıyla kullanmayıp, her şeye gerektiği kadar çaba göstermemdi. O zaman haksız buluyordum kendisini bu konuda. Çünkü bir şeyde birinci olmakla ortanca olmak arasındaki farkı idrak edemiyordum. Mesela müzik konusuna gelelim. Müzik benim için çok önemlidir. Özellikle de klasik müzik türü. Çünkü notalardaki harmoninin çok derin olduğunu düşünüyorum. İçinde duyguları ve düşünceleri görebiliyorum. Bu hissiyatın nasıl başladığından bahsedeyim isterseniz öncelikle. Annemin Birleşik Devletler'de yaşayan teyzesi bana küçük bir org getirmişti. Galiba ilk klasik müzik deneyimimi ve hatta ilk müzik deneyimimi bu küçük alet başlatmıştı. Neredeyse gece gündüz çalıyor ve müzik yeteneğimi geliştiriyordum. Hani bir de bu küçük orgların içinde olan hazır müzikler vardır ya. Hah! İşte onların hepsi klasik müzikti, lakin büyüyene kadar hangi türde müzik olduklarını pek idrak edemememiştim. Sonuç olarak bunca senedir müzikle iç içe olmama rağmen kendimi bir türlü ilerletemedim. Yani potansiyelimi kullanmadım. Bu matematikte de pek farklı değildi. Yine çeşitli bahanelerle başarılı olabileceğim bir alandan uzaklaşma eğilimi gösteriyordum. Çarpım tablosu ve ezbere işlemler, saçma sapan şeyler... Bu yüzden çarpım tablosunu sözlülerden önce ezberliyordum ama sözlülerden sonra tekrar unutuyordum. Bu alışkanlık hayatım boyunca devam etti. Bu alışkanlığın belki de tek bir olumlu noktası var. O da gerçekten işe yarayacağını düşündüğüm ya da ilgimi çeken alanları unutmamamı sağladı. Kullanacağım ana kadar lazım olan bilgiler vardır, daima lazım olabilecek bilgiler vardır. Her neyse, asıl konuya dönelim. Benim saçma bulduğum ama sistemin saçma bulmadığı o dandik matematik soruları vardı ya hani. İşte bunlar sonradan zorlamaya başladı beni. Çünkü hiçbir mantıki temelleri yoktu bana göre. Neden olsun ki zaten? Bir şirketin muhasebesini tutabilirim ama bunları aklımdan hesaplamam gerekmez. Bununla zihnimi meşgul etmek istemem. Bunun yerine yazılım sistemini hazırlarım ve tek bir veri girişiyle birçok işlemi aynı anda yapmış olurum. Robert A. Heinlein ağabeyimizin de dediği gibi "İlerleme erken kalkanlar sayesinde yapılmadı. İlerleme, bir şeyleri yapmak için daha kolay yollar arayan tembeller tarafından yapıldı." Bu düşüncelerimden dolayı elbette pişman değilim. Yaptığım hiçbir şeyden de pişmanlık duymuyorum çok uzunca bir süredir. Hatta kuzenimle seviştikten sonra pişman olduğumu söylediğim zamanlarda bile pişman olmadığımı fark ettim. Sadece kuzenimi tekrar yatağa atabilmek adına pişmanmış numarası yapıyordum. Sanki "Ben de irademe hakim olamıyorum senin gibi, yoksa çok pişman oluyorum." diyordum. Şu an incelediğimde o zamanki söylemlerimin birer pişmanlık değil, strateji göstergesi olduğuna karar verdim. Çünkü kuzenimin bu kadar net durduğu bir noktada ona karşıt bir fikri sunsaydım bana olan yakınlığını kaybedebilirdi ve buna ek olarak, fazlasıyla ruhsuz ve gaddar görünürdüm. Ben de kendimi acındırmayı daha uygun buldum.

   Gerçek yüzümü hala neredeyse kimseye göstermediğimi düşünüyorum. Gardımı düşürmemek önemli bir şey benim için. İnsanlara planlı yaklaşmak daha güvenli geliyor. Bu da demek oluyor ki; insanlardan hala korkuyorum. Yani, küçükken yaşadığım travmaları atlatabilmiş değilim henüz. Korkak olduğumu kabul ediyorum artık. Peki bu benim cesur olduğumu gösterir mi?

98
-   2-3 gün sonra.
-   Seni kovduktan sonra, babana karşı bir öfke, bir nefret oluşmadı mı?
-   Oluştu.
-   Baban seni ezmiş gibi hissetmiyor musun?
-   Hissediyorum.
-   Yenilmiş olmanın acısını kuzeninden çıkarmış oluyorsun böylece. Babanla yapman gereken ikinci raundu kuzeninle yapmış oluyorsun.
-   Bu arada kalbimde sorun var. Kalbimin ritmi çok yüksek. Normali altmış doksan arası ama benimki sakin zamanlarda yüz otuz yüz elli arası, heyecanlandığımda streslendiğimde ise yüz seksene kadar çıkıyor.
-   Aşarsa ne olur yüz sekseni?
-   Büyük sıkıntılar olabilir, kalp krizi riski çok yüksek.
-   Bugüne kadar aşmış mıdır?
-   Aşmıştır mutlaka. Şöyle diyelim, üzerimde bir gün boyunca Holter Cihazı takılı kaldı. Kalp ritmimin en yüksek olduğu an uyandığım zaman oluyor. Hani alarm falan çalıyor ben ürküyorum bir şekilde ve yüz yetmiş çıktı mesela ölçümlere göre. Küçücük bir şeyde bile yüz seksen olabiliyor. Doktor "Kalbinde sorun yok, stresten kaynaklı olması yüksek ihtimal." dedi. Mantıklı geldi, çünkü uyanık olduğumda nabzım yüz yirminin aşağısına inmezken, uyurken de altmışın üzerine nadiren çıkıyor.
-   Ama yani, bunun bir tedavisi yok, stres temelli olduğu mu söyleniyor?
-   Evet öyle.
-   Ne zamandan beri var bu?
-   Küçüklüğümden beri.
-   Kaç yaşındayken tahminen?
-   Herhalde on yaşından beri var,çünkü bisiklete bindiğimde hemen morarırdım.
-   Ama fiziksel bir sıkıntı yok kalpte değil mi?
-   Evet, doktorun dediğine göre öyle.
-   Evdeki yaşam nasıldı o zaman?
-   Hatırlamıyorum, liseden önceki hayatımdan neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum.
-   Konuşulanlar falan, hiçbir şey gelmiyor mu aklına? Kavga, patırtı olmamış mıdır?
-   Hiçbir şey hatırlamıyorum gerçekten.
-   İnsan neden hatıra tutmaz?
-   Unutması gerekilen bir şeyi unutur. Unutmak istemişimdir ve başarılı olmuşumdur.
-   Ne olabilir en kötü? Tahmin yürüt en azından.
-   Okul olabilir.
-   Okulda ne var? Dışlanmak mı?
-   Evet.
-   Ne kadar dışlanıyordun mesela?
-   Sınıfın en ezilen kişisi...
-   Nasıl eziyorlardı?
-   Dövme, vurma gibi şeyler...
-   Kum torbası gibi miymişsin yani?
-   Evet.
-   Neden öyleydin peki?
-   Hatırlamıyorum.

Neyini hatırlamıyorsun seni gidi yalancı! Ekleyelim buraya hemen neden olduğunu. Eski Emre'nin "Hatırlamıyorum" dediği şeyleri yazmaya başlayalım. İlk teneffüs olunca kantine koşmaya başlardı herkes. İlk başlarda ben de öyle yaptım ama bir işe yaramıyordu çünkü çocuklar "öküzler" gibi birbirlerini ittirerek bir şeyler satın almaya çalışıyorlardı. Oysa ben düzgün bir sıra olması gerektiği kanaatindeydim. Neyse, her şey bu zamanlardan sonra başladı ya zaten. Kimseye vuramazdım, kavga edemezdim ve şu an düşündüğüm gibi "bir insanın yüzünün kutsal olduğu" düşüncesine sahiptim o zamanlarda da. Yaşıtlarım “küçük Ronaldolar” gibi top peşinde koşarken ben bir türlü beceremezdim futbolu. Zerre kadar da bir şey bilmiyordum zaten futbol hakkında çünkü evimizde futbolla ilgili bir muhabbet geçmemişti hiç. Bu beni "sınıfın ezikleri" kulübüne itti ister istemez. Artık ön sırada başka bir ezikle beraber oturuyordum. Hatta diğer sınıflardaki sokak çocuğu kılıklı öğrencilerden korunmak için sınıftaki birine harçlığımın yarısını beni koruması karşılığında ödüyordum.
-   Bu olay eve ulaşmadı mı öğretmen vs. aracılığıyla? Bunu hep sen yalnız mı yaşadın? Bir öğretmene hiç söylemedin mi?
-   Hep yalnız yaşadım bunu ve hiç kimseye söylemedim.
-   Peki neye yol açtı bu?
-   İnsanlardan sürekli bir ürkme, uzaklaşma ve sosyal olan şeylerin çabuk bitmesini isteme gibi şeylere yol açtı.
-   Asosyalleşiyor musun?
-   Evet.
-   Hiç arkadaşın olmadı mı o dönemde?
-   Olmuştur ama yüzeysel.
-   Kaça kadar devam ediyor bu, beşinci sınıfın bitimine kadar mı?
-   Hayır, lisenin başına kadar.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!


-   Söylemedin kimseye, sonuç olarak bu yaşadığın acıları kendi kendine mal etmez misin? Kendinden de nefret etmeye başlamaz mısın?
-   Evet, ettim.
-   Sence babanla inatlaşman da bundan kaynaklı olamaz mı? Hani, "Bu durumu hiç kimse farketmedi, sorumlusu da sizsiniz." gibi. Kimse de seni kurtarmadı. İnsan bu durumda bir kurtarıcı beklemez mi?
-   Evet, bekler.
-   Kendine kızdın ve öfkelendin. Sonra babana kızdın ve öfkelendin "Niye beni kurtarmıyorsun?" diye. Atıyorum, okulda üç beş kişi seni dövdükten sonra eve gidince yüzün gülebiliyor muydu?
-   Hayır.
-   Sessiz, sakin gidiyorsun böyle. Burada anne-babanın uyanması lazım "Bu çocuk neden

99
BÖLÜM 6:

Her zamanki gibi "Nereden başlasak yine?" faslından sonra evden bir hafta kovulmamı anlatmaya başladım. Hayatımda ilk kez oluyordu ve o zamanki anlatış tarzıma ve tonlamalarıma baktığımda, bu durumla gurur duyduğumu fark ettim. Galiba "asi çocuk" olmak sevindirmişti beni

-   Evden uzaklaştırıldığın bir hafta ne kattı ve ne götürdü?
-   Bir şey götürdüğü söylenemez bence. Kuzenlerim falan da kaldı benimle birkaç gün, satranç  oynadık. Böyle devam ettik ve sonra eve döndüm. Farkına vardım ki babamı çok yanlış değerlendirmişim.
-   Enteresan! Babaya bir yöneliş mi var o halde bu durumda?
-   Yani...
-   Sana güç mü katıyor ya da duygusal bağ mı oluştu?
-   Duygusal bağ diyebiliriz.
-   Daha önce olmayan bir bağ yeni yeni mi oluşuyor?
-   Evet.
-   Tarif et bağı.
-   Mesela Merkez'e gittiğimde kimsenin benden istememesine rağmen çay falan yapıyorum. Hizmet ediyorum kısacası.
-   Eskiden olsa peki?
-   Yapmazdım.
-   Neden?
-   Gereksiz gelirdi herhalde.
-   Babandan mı kaynaklanıyor bu?
-   Olabilir, düşünceleri ve yaptıkları çok saçma geliyordu bana. Şu an öyle bakmıyorum pek.
-   Nasıldı bu düşünceler ve eylemler?
-   İnsanlardan uzak durması, insanlara farklı bakması gibi.
-   Ne gibi? Küçümseme mi?
-   Küçümseme değil de, yanlışlıklar... Ne bileyim yahu. Kendimi niye iyi ifade edemiyorum bugün? Ona hak veriyorum bu konuda. Ben onun sosyal olmamasından dolayı falan zannederken, bilinçli bir şekilde böyle davrandığını fark ettim.
-   Ruhu kirlenmesin diye mi yapmış böyle yani?
-   Yani, böyle diyebiliriz.
-   Bu kovulma işinden sonra anlayış sahibi mi oldun ona karşı?
-   Evet ben ona, o da bana. En azından itiraz etmeden dinliyorum onu.
-   Nasıl bir şeymiş itiraz etmeden dinlemek?
-   Yaptıkları biraz daha doğru gelmeye başladı onu biraz dinleyince.
-   Babana bir şans mı vermiş oluyorsun?

Terapi kayıtlarını dinledikçe görüyorum ki, aptalca kendinden emin, mesleki yaşamına karar vermiş biri gibi konuşuyorum, siyasetçiler gibi yani. Gerçekten de çok aptalmışım, o zaman söylediğim ve hedeflediğim şeyler şu an aklımın en ücra köşesinde bile yer almıyorlar. Demek ki neymiş? HK'nın da dediği gibi "Kendinle inatlaşmayacaksın ve kesin konuşmayacaksın. Çünkü yanılma ihtimalin çok yüksek."

-   Gelelim tiklerine.
-   Düşündüm geçen haftadan sonra. Şimdi diğerini geçirdim ama yenisi başladı.
-   Neyden kaynaklanıyor sence?
-   Stresli bir dönem geçiriyorum. Evde su tesisatı falan değişiyor, bu yüzden huzursuz oluyorum büyük ihtimalle.
-   Evdeki düzensizlik sende ne etki bırakıyor? Sende neyi çağrıştırıyor? Dağınıklık gözüne nasıl görünüyor?
-   Evde açık olan bir musluk oluyor mesela, duş almak falan işkence haline geliyor. Stabil olsun istiyorum her şey.
-   Bu da seni germiş mi oluyor?
-   Evet, eninde sonunda her şeyin yoluna gireceğini biliyorum ama yine de bu sürede gerginlik oluyor.
-   Bu yakın zamanda biriyle yakınlaşma oldu mu?
-   Evet oldu.
-   Dayı oğlu muydu?
-   Evet, yine o.
-   Kim başlattı?
-   Ben başlattım.
-   Neden ihtiyaç duyuyorsun?
-   Bilmiyorum.
-   Baş başasınız ve aklına cinsellik mi geliyor?
-   Evet.
-   Sonrasında ne oluyor? Pişmanlık mı?
-   Evet, hatta en son kendimizi cezalandırmak için birbirimize kemerle vurduk. Bir daha aklımıza geldiğinde bu acıyı hatırlayalım diye.
-   İradeyi baştan koymanız gerekmez mi? Sonradan cezalandırmak yerine anlaşsanız ve "Hangimiz başlatırsa diğeri onu durdursun." diye. Birisinin durdurması gerekmez mi kemerle vurmak yerine?
-   Mantıklı ama bence kemerle vurmak daha iyi oldu.
-   Tamam bekleyelim ve görelim. Ama cezalandırma ters de tepebilir. Bence anlaşmalısınız dediğim şekilde.
-   Onu denedik zaten. Hep konuşuyoruz bu iş bittikten sonra. "Şöyle yapalım, böyle yapmayalım." muhabbetleri geçip duruyor hep.
-   Birisinin durdurması lazım, tek çözüm bu. Seni orada tetikleyen şey babanın evden kovması olabilir belki. Gerginken stresini yöneltmiş olmuyor musun ona?
-   Evet.
-   Elinin altında hazır, hükmedebileceğin biri, gel dediğinde sana teslim olabilecek biri... Cinsellik ne demek? Ona sahip olmak, hükmetmek değil mi?
-   Evet.
-   Evden kovulmandan kaç gün sonra oldu bu olay?

100
- Tik sence cinsel içerikli değil mi? Sevişme sırasında anal ilişki yaşamadığınıza göre dudakları kullanmadın mı?
- Evet kullandım.
- Sence dudak tikinin bununla bir alakası olabilir mi?
- Olabilir.
- Olay sonrasında utanç, pişmanlık gibi duygular oluyor.
- Utanç, tiksinme, pişmanlık ve daha birçoğu. Ağzımla ilgili olduğu için bir iğrenme var.
- Tamam işte, bu tikin sebebi o olay olamaz mı? Sanki dudaklar işin sorumlusuymuş gibi sadece onlardan çıkarıyorsun hıncını bu şekilde. Daha önce olmuş muydu bu tik?
- Hayır.
- Bir yıldır irade vardı, sonra o kırıldı. Bundan olabilir mi?
- Hayır, benim iradem hiç yok bu konuda. O benden uzak kaldı bir yıl boyunca. Ben ise sürekli zayıf anını kolladım onun. Ben yapmak istediğimde o "Hayır!" diyordu ve ben mutlu oluyordum. Çünkü ondan uzaklaştığımı hissediyordum içten içe.
- O cinsellik için yapıyordu sadece. Peki senin ona karşı cinsellik haricinde duyguların var mıydı?
- Yoktu.

Yine koca bir yalan! Vardı arkadaş, hatta hala var. Birçok şey paylaştık onunla. Nasıl olmaz başka duygular. En kötü ihtimalle nefret vardır yani.

-   Dine yaklaşıyorum, sonra bu hataları yapıyorum sürekli. Bu yüzden kuzenimle sevişmek istemiyorum bir daha.
-   Dinin içeriği ne peki?
-   Beş vakit namaza falan başlıyorum.
-   Tövbe anlamında mı yani?
-   Evet.
-   Peki, kendini günahkar görme oranın ne kadar?
-   Şimdi affettirmeye başlasam, herhalde cennete girecek en son kişi ben olurum.
-   Kurtulmak istiyorsan birinci kural; kendini suçlamayacaksın, pişmanlık çatışmalarına girmeyeceksin. Geçmişte olan şeyleri düşünmeye başladığın an, kısır döngüye giriyorsun. Bizi cezalandıracak olan kim? Allah'ın kendisi. Ya cezalandırır, ya cezalandırmaz. Burada kimsenin bilgisi yok. Ama insanlar ne yapıyor? Kendi kendilerini peşinen cezalandırıyorlar. Burada kendine ceza kesmemen gerekir. Bu işle alakalı yaptığın şeyler yüzünden pişmanlık duyma. Bu bir günahsa, "Ben bu günahla karşısına çıkarım, affeder ya da etmez." diyerek bir irade ortaya koyman lazım.

HK'nın söylediklerini şu an daha iyi anlıyorum. Gerçekten çok mantıklı şeyler söylemiş o zaman. "Tanrı'ya güvenmek" diye bir şey yok pişman olma takıntısında. "Tanrı affeder mi, affetmez mi?" diye bir döngüye girdiğinizde bunun sonunu getiremezsiniz. Umut etmek , inanmak zorundasınız bu noktada, çünkü siz "Tanrı" değilsiniz!




101
Bu bir başarı mı yoksa "yavşaklık" mı bilemedim. Bunu istemli bir şekilde yapmadığımı biliyorum ama biriyle aramda geçen konuşmadan sonra kendi kendime "Ne kadar da çok taviz verdin!" deyip suçlu hissediyorum.

-   Ankara daha monoton bir kent değil mi zaten? İstanbul'da okuldan çıkarsın Kadıköy, Eminönü vs. gezersin. Ankara bir süre sonra rutine bağlamaz mı? Bence senin tempoyu artırman lazım biraz.
-   Haklı olabilirsiniz.
-   Sorunlar olarak bunları mı düşünüyorsun sadece?
-   Genel olarak bunlar. Özellikle aile içinde olan şeyler uyku problemi oluşturuyor bende.
-   Stresten mi kaynaklanıyor sence?
-   Kesinlikle stres. Bu sorunlarla başa çıkabilmek için ders çalışma ve evdeki ortamın yanında başka aktiviteler de yapıyorum. Gitar çalıyorum ve satranç oynuyorum boş zamanlarımda
-   Tamam, peki kuzenle olan olay bu stresli dönemin ardından mı oldu?
-   Evet.
-   Babana bir nevi kızmış mı oldun böyle yaparak?
-   Babama her zaman kızgınım zaten.
-   Tamam da hani sen bir şeyler yaptın, çaba sarf ettin ama ondan beklediğin karşılığı alamadın.
-   Bu arada babam terapiye gelmeyecek büyük ihtimalle, terapiye onsuz devam edelim.
-   Gelmesi çok bir şeyi değiştirmeyecekti belki ama senin için bir şey yapmayı göze almış olacaktı.
-   Gelmesini de asla istemiyorum bu saatten sonra zaten. "Arabayla gidelim." diyorum, "zamanım yok, benim derdim başımdan aşkın vs." diyor. "Uçakla gidelim." diyorum, "Ben uçağa binmem." diyor. Kısacası sürekli ertelemeye çalışıyor. Ben de içimden "Gelmezsen gelme!" dedim.
-   Babanın bu tavrı yalnız hissetmene mi sebep oldu?
-   Yalnız kaldığımı düşünmüyorum.
-   Ne peki?
-   Okulda birçok kişi benim eşcinsel olduğumu biliyor.
-   Nasıl öğrendiler? Sen mi söyledin?
-   Ben söyledim.
-   Erkeklere mi söyledin, kızlara mı?
-   İki cinse de söyledim.
-   Öğretmenler?
-   Öğretmenler bilmiyorlar.
-   Neden söyleme gereği hissettin?
-   Beraber çözebiliriz diye.

Yahu arkadaş! Bu kadar da yalan söylenmez ki. O sırada söylediğimin yalan olduğunu çok iyi biliyordum. Herkese söyledim çünkü acındırmaya çalışıyordum kendimi. Babamın bu tepkisinin oluşturduğu yalnızlığı başka bir şekilde kapatabilmek gelmemişti aklıma. Nitekim isteğimi bir nebze de olsa elde etmiştim. Hem eskisi kadar yalnız hissetmiyordum hem de babamdan intikam aldığımı hissediyordum.

- Kuzene nasıl döndün peki?
- O konuyu atlayalım. Gereksiz bence.
- Atlamayalım, içinde kaldığı zaman bir kısır döngü oluşuyor ve içini kemiriyor. Gelelim konuya, planlı mı oldu? Uzun aradan sonra mı oldu?
- Bir yıl sonra oldu ve bildiğiniz üzere bir şeyleri planlamadan yaşayamıyorum. Kısacası evet, planladım.
- Nasıl planladın?
- Anneannemin evinde kalacaktık o gün. Evde bizden başka kimse yoktu. Sonra faaliyete geçtim.
- Peki sonrasında bir değerlendirme oluyor mu? Sende veya onda bir suçluluk duygusu oluyor mu?
- Evet, suçluluk oluyor her seferinde.
- Ne konuşuyorsunuz?
- "Bir daha yapmayalım", hatta "Görüşmeyelim." falan diyoruz hep.
- Buraya geldiğini biliyor mu?
- Evet, biliyor.
- Peki tepkisi nasıl?
- Onun anlayabileceğini sanmıyorum. Çünkü kabullenmiyor o. Olayı şehvete bağlıyor sadece. "Her insan cinsel arzular duyar." diyor. Ben de "Erkeklere karşı böyle şeyler hissedilmez durduk yere." diyorum. Bu yüzden anlaşamıyoruz bu konuda.
- Hissedilmez zaten normal şartlarda. Arkada başka bir problem vardır ki böyle bir olay yaşıyorsunuz. Onun yaşı kaçtı?
- Benden üç yaş küçük, şu an lise birinci sınıfta. İleride yanınıza gelmeye başlar bence.
- O henüz arayış safhasında. "Ben eşcinsel miyim, değil miyim? diye sorma aşamasında. Peki şu anki tikin bu olaydan sonra mı gerçekleşti?
- Tiklerimin gerçekleşme zamanları farklı olabiliyor. Tiklerim bir şeyle meşgul olmadığım zaman ortaya çıkıyor.

Saçmalığın daniskası! Çok basit bir cevap gerekiyordu. Evet ya da hayır. Ama ben, ben ki büyük, kutlu insan, konuyu uzattım, başka yönlere çektim. Cevap ise basit bir "Evet." idi.

- Kaygı var mı peki ders konusunda falan?
- Hayır, öyle şeylerle işim olmaz benim, kazanamazsam "Hayırlısı buymuş." deyip geçerim.

102
BÖLÜM 5:

   Önceki terapiden bu yana bir aydan fazla süre geçmişti. Anlatacak çok şey vardı haliyle. Bence en önemli olan kısım terapinin düzenini bozmam. Terapinin düzenini bir kez bozduğunuzda, bir daha düzeltemiyorsunuz kolay kolay. Terapinin içeriğine geçmeden önce size daha önce bahsetmediğim ufak bir ayrıntıdan bahsetmem gerek. Çocukken minderlerle falan ev yapıp evcilik falan oynarsınız. Hah! İşte biz de onu oynuyorduk kuzenimle. Sonra minderleri kullanmamıza kızınca annem, biz de çarşafı aldık ve balkonun üstünü kaplayıp çadır gibi yaptık. Biraz oynadıktan sonra oyun oynamaktan yorulmuştuk ve biraz uzanmaya karar verdik. Sonra nasıl olduysa konu cinselliğe geldi. O günü hayal meyal hatırlıyorum. Birbirimizin penisini elledik ve üstümüzü çıkarıp sarıldık. Lakin henüz mastürbasyon yapmayı bile bilmiyordum, onun benden üç yaş küçük olmasını da göz önüne alırsak, o hiç bilmiyordu. Bu yüzden ilişkimiz birbirimize sürtünmeden öteye uzun süre geçemedi. Eşcinsellikte cinsellik günlerimin başlangıcı bu olmuştu ama psikolojik olarak çok daha önce eşcinsel olmuştum galiba.

- Çok şey geçti başımdan hocam.
- Ne oldu? Anlat.
- Geçmişte ilişki yaşadığım kuzenim vardı ya. İşte yeniden yaşamaya başladık.
- Sen mi başlattın yoksa o mu başlattı?
- Ben başlattım.
- Peki nasıl oldu?
- Bilmiyorum işte, oldu.
- Tamam da, hani buna sen mi gerek duydun?
- Evet.
- Bir can sıkıntısı mı veya bir arayış mı?
- Can sıkıntısı.

Daha terapinin ilk dakikalarındayken yalanlar havada uçuşmaya başladı. Bilinçaltım kendisini korumak için savunma mekanizmalarını acımasız bir şekilde kullanıyor. Hayır, neyin can sıkıntısı? İnsanlar can sıkıntısı yüzünden yanındaki kişiyle sevişmeye mi başlıyor hemen? Can sıkıntısı başka bir şeyler yaparak geçmiyor mu? Geçiyor elbette, fakat kolay cevabı vermek adına "can sıkıntısı" diyorum kısaca çünkü diğerini söyleseydim HK bana çok daha fazla soru soracaktı. Terapi sürecimin uzun olacağı buradan bile belli oluyor.

- Bu arada bayağı sorun çıktı.

Savunma mekanizmasının ikinci aşaması olan konu değiştirmeye şahit oluyorsunuz. Kuzenimle yaşadıklarımı örtbas etmek için daha büyük sorunların olduğu izlenimini verdim ve ebeveynim arasında geçen klasik kavgadan bahsettim. Ne kadar da olağandışı bir konu bulmuşum. Helal olsun bana!
-   "Siz kavganıza devam edin, ben gidiyorum" dedim. Onlar da "Otur önce. Konuşalım biraz." dediler. Ben de "Yahu siz başlı başına problemsiniz, neden boşanmıyorsunuz hala? Zaten en büyük hatanız da yıllar önce boşanmamış olmanız. Eğer boşanmıyorsanız huzurlu bir ortam sağlayın, yoksa ben gidiyorum." dedim.

-   Bunları daha çok babana mı söyledin, annene mi?
- Babama.
- Peki bugüne kadar boşanmak istemiş de boşanamamış mı?
- Boşanmak istememiş de boşanmamış. Bence işine geliyor böyle olması. Evi silen, süpüren var, yemeğini yapan var, çamaşırını yıkayan var. Bu yüzden boşanmıyorlar.
- Kendisi söylüyor mu bunu? Yoksa senin yorumun mu?
- Benim yorumum.
- Bu olay seni ne kadar gerdi peki?
- O günün içerisinde sinirlendim fakat ondan sonra geçti.

Gördüğünüz üzere kuzen muhabbetini sıradan bir olay için değiştirmiş oldum. Amacımın konuları saptırmak olduğu çok açık bence. Çünkü kendim hakkında neredeyse hiçbir şeyden bahsetmiyorum. Sürekli başkaları üzerinden konuşuyorum, başka olayları anlatıyorum.


-   Galiba üniversiteyi şehir dışında okusam iyi olacak. Yeni yeni tikler üreyip duruyor bende. Yaşadığım ortam beni harap ediyor.
-   Hazırlık yapıyor musun peki sınava?
-   Bir şeylere çok hazırlık yaptığım söylenemez pek. Rutinimi bozmuyorum.
-   Tamam da çalışman gerekmiyor mu?
-   Bizim bölüm pek ağır değil bence. Yapacağımı düşünüyorum
-   Şehir dışı olarak İstanbul'u düşünür müsün?
-   İstanbul'da okumayı düşünmüyorum hocam.
-   Neden?
-   Kalacak yer falan her şey hazır burada ama çok karışık geliyor İstanbul.
-   Karışıklık altı ay sürer maksimum, sonra buranın doğasına alışırsın. İstanbul'u yaz bir kenara.
-   Zaten düşünüyorum İstanbul'a gelmeyi. Eskiden Ankara'da okumak istiyordum, şu an sadece memleketimi ya da İstanbul'u tercih etmeyi düşünüyorum.

Bir insan yalan söyleyebilir ya da bir insanın fikri değişebilir. Ama bu kadar da değişken olunmaz ki! İstanbul'a gelmeyi düşünmediğimi söyleyeli daha bir dakika bile olmamışken fikrim nasıl da değişmiş hemencecik. Karşıdaki insana uyumlu ve iyi biri gibi gözükebilmek için bukalemun gibi değişebiliyorum.

103
Yukarıda bahsettiğimiz kişi kim biliyor musunuz? Karşılıklı duygusal bağ kurduğum ilk kişi. Gariptir ki şu an kullandığım isim onun ismiydi. "İlkler unutulmaz." derler ya hani. Bu yüzdendir ki ayrı bir anlam ifade ediyor benim için.

Ne var biliyor musunuz? Bütün eşcinsellerde ortak olan çok nokta var. Bu yüzden eşcinselliğin doğuştan değil de psikolojik olması çok daha muhtemel diye düşünüp devam ettim bu terapilere. Çoğunda baba faktörü ortak mesela. Bir yandan terapiyi dinleyip bir yandan da yazı yazmak zor bir şey yahu!


104
alacağını aldın. Bu yüzden bir doyumsuzluk var ve ''Bunu yapayım, şunu yapayım.'' demeye başlıyorsun.
-   Olabilir.
-   Neden satış yapmak çok önemli?
-   Çünkü insanlarla iletişim kurabildiğim tek alan satış yapmak.
-   Bu ilişki birebir olsaydı?
-   Kuramazdım, çünkü o zaman kabullenilmeyi istemek gibi şeyler oluşurdu. Ne bileyim bağlanırdım belki biraz.
-   Satış senin için bir savunma mekanizması o zaman. İki tane ''ben'' karşı karşıya geldiğinde sen zayıfsın. Eksiksin, yetersizsin ve savunmasız kalıyorsun.
-   Herkese karşı değil.
-   Kriter ne peki?
-   Kişilik olarak bakıyorum.
-   Yani ne tam olarak?
-   Karşıdaki insan samimi olunca yetersiz hissediyorum kendimi. Çünkü bana yakın davranıyor, dürüst oluyor. Öyle bir baskı altına giriyorum ki anlatamam. Yanlış yapmak istemiyorum böyle birine karşı.
-   Kendini sevdirme ihtiyacın mı var yani? Biri beni sevsin gibi.
-   Olabilir.
-   Bu sevilme ihtiyacı nereden ortaya çıkıyor peki?
-   Bilmiyorum hocam.
-   Birisi seni severse ne olacak peki?
-   Kendime güvenim artacak.
-   Sevgili Emre.
-   En başa dönelim o halde.
-   Ne kadar başa?
-   Konuşmamızın başında da güven kelimesi geçmişti babandan bahsederken.
-   Hocam ne gereği var? Ne güzel konuşuyorduk işte başka şeylerden.
-   Babayla ilgili bahsetmiştik hani, duygusal bir iletişim kopukluğu var diye.
-   O değil de, siz de sermaye verin, şirketi daha büyük yapalım.
-   Önce senin işini halledelim de.
-   Yahu öyle değil işte. Amaç herkesten bağımsız olmak. O kadar sağlam basacağım ki kendi ayaklarımın üstüne, kimse bir şeye ihtiyacım olabileceğini düşünmeyecek.
-   Neden böyle bir şeye gereksinim duyuyorsun peki? Zayıf görünmemek, hep güçlü olmak için mi?
-   Şöyle izah edeyim. Babama güvenmiyorum bu konuda. Bu yüzden kendi ayaklarımın üzerinde durmak zorundayım.
-   Okulda işler umduğun gibi gitmedi. Ne bileyim deneyler filan yoktu. Sen de ticarete yöneldin. Eğer popüler olabilseydin bu anlamda, birileri seni keşfetseydi okul hayatında, ilerleyecektin.
-   Yani.
-   Okul bittiği zaman sen işi güven duygusu olarak algılayacaksın o halde. Ama paran oldu diyelim, artık duygu boşluğunu parayla doldurmaya başlayacaksın. Para için etrafında olacak birileri, onlarla duygularını dindirmeye çalışacaksın belki de. Yani işi bir savunma olarak kullanıyor olacaksın. Sen işi kullanarak benlikle iletişim kurmaktan kaçıyorsun. Biz ne diyoruz? İnsanlarda sevgi, güven ve güç üstüne bir denklem vardır. Sevgi ve güven olmayınca arayı güç ile kapatmaya çalışıyorsun. Bu da sağlıklı değil tabii ki. İnsan bilinçaltı savunma mekanizmaları üretiyor. Bunlar bir çözümdür ama kötünün iyisidir ve bedelleri vardır. Bu sana neye patlıyor? Duygularını köreltiyor. İşte ödediğin bedel bu. Bugüne kadar bu yol seni götürüyordu. Ama bundan sonra bir strateji oluşturman lazım. Duygu, sevgi gibi şeyleri de katman lazım bu stratejiye. Kendi kurduğun bu yolla gidersen başarıya ulaşabilirsin ama ne olur? Duygusal hayatında, aile hayatında veya ilişkilerinde sapmalar olabilir. Alkol olabilir, yanlış kadınla evlenebilirsin. Güçlü insanların zaaflarını kullanmak isteyenler olur nihayetinde. Yalnız başımıza projeler üretirsek onda biri doğru çıkar. İnsanlara danışarak oluşturursan bir şeyler onda dokuzu doğru olur. Ne yapmak lazım? Birinin karşısına geçtiğinde onu yüceltmemek lazım. Ne yapabiliriz sence bu konuda?
-   Bilmiyorum. Babayla iletişim kurmak çözer mi bunu?
-   Kesinlikle çözer. Çocuklukta ve lisede iyi olmamış olabilir ilişkin. Ama son devreyi iyi değerlendirirsen bu sorunlar da çözülür. Yani baban kendin için gerekli. Babalarımızı yıktığımızda kendimizi de yıkmış oluruz. Babayı kendimiz için affedeceğiz yani.
-   Her şey babayla yani.

Babasız olmuyormuş yani meselenin çözümü. Çok şey konuştuk ve konuşacağız ileride de. Ama ne var biliyor musunuz? Konuşacak şey bitmiyor bir türlü. Hep bu şımartılmam yok mu? Ondan dolayı geldi başıma bunlar. İnsanın kendini affetmesi gerekirmiş. Bunu yapabilmek için de önce babayı affetmek lazımmış ama sülaledeki tüm babaları! Çünkü bizim sülalede aileler hep sıkıntılı. Dedem ölmüştü ben sekiz yaşındayken. Ailede kronik kalp ve akciğer yetmezliği var. Bundan dolayı zaten çok hastaydı. Bir gün sabah uyandırdılar "Dedenin hastalığı artmış yanına gitmemiz lazım." diye ama hepsinin gözü yaşlıydı tabii. Aklıma iki ihtimal gelmişti. Ya hastalığı çok ağırlaşmıştı ya da ölmüştü. Ben birinci ihtimali daha yüksek tuttuğumdan çok da üzülmeden gittim dedemlerin evine. Annem zaten çoktan oradaydı. Dedemin vefat ettiğini ve korkmamam gerektiğini söylediler bana. Korkmadım zaten çünkü dedemdi o. Ama herkesin gözü yaşlıydı, özellikle kadınlar hüngür hüngür ağlıyorlardı. Ben de uzun süre onu göremeyeceğim için ağladım. Sonrasında teyzemin eşi kartopuyla oynamanın bizim üzüntümüzü azaltacağını düşündüğü için karlı dağlara çıkardı bizi. Çocuk aklı, azaldı da zaten. Bir burukluk vardı ama hala içimde çünkü babamın babası benimle hiç ilgilenmezdi. Yalnızca bu dedem benimle ilgilenir, çok sevdiği motoruyla beni gezmeye götürür, elektrikle ilgili bilgilerini öğretir ve pratik zekamı geliştirmeye yardımcı olurdu. İdeal bir dedeydi yani. Ama öbür dedem! Ne yapmış biliyor musunuz? Hakkını yememek lazım, ben iki yaşındayken benim için ''Bu çocukta yedi yaşındaki çocuğun zekası var.'' demiş. Ama aynı yıl bana bir soru sormuş. ''Babanı mı daha çok seviyorsun, beni mi?'' diye. Ben de "Babamı." diye cevaplamışım. O da bu cevabımdan dolayı ömrü boyunca bir daha yüzüme bakmadı. Yok arkadaş, sorunlu bizim sülale! Lanet sülalem ve ölen insanlar!



-   Tikler vardı ya geçen hafta bahsettiğimiz. Bir şey dememiştik değil mi üstüne?
-   Evet konuşmamıştık.
-   Tikler insanın anlatmak istediği ama anlatamadığı şeylerdir genelde. Hani kendi iç çatışmana dönüşüyor bunlar. Mesela "İnsanlar beni sevsin." düşüncesi etki ediyor bu tiklere. Bir yerde otururken de "İnsanlar ne düşünür?" diye merak ediyor musun hiç?
-   Evet. Mesela oturuş şeklim, kıyafetim gibi şeylere çok dikkat ederim otururken bir yerde. Takıntı gibidir hani. Düzenli olmalı.
-   Neyi çağrıştıracak sana düzensiz olsa?
-   Düzensiz işte. Rahatsız eder beni.
-   Neyi çağrıştırıyor peki bunun haricinde.
-   Bilmiyorum inanın ki.
-   Seni düzenli görecek, alçak göremeyecek kendisinden. Onların seviyesinden aşağı görünmeyeceksin, bu mudur?
-   Evet, galiba.

Ah şu takıntılar! Dünyadaki en sorunlu, en garip insanmışım gibi hissediyorum bazen. Kimsede sorun yok da bir tek bende var sanki. Ama benimkiler en büyüklerinden galiba. Sorunluyum kardeşim ben, sizin gibi güllük gülistanlık hayatım yok(!). Oyunlar, takıntılar, sevgi, güven, saygı derken ömürden tat alamadan gideceğiz öbür tarafa.

-   Terapiler bende değişiklikler yapmaya başladı. Artık insanlar için değil, biraz da kendim için yaşamaya başladım. Kendime güvenim arttı.
-   Normalde ne oluyordu insanlarla?
-   Kırmamak, kaybetmemek için insanların hatalarını göz ardı ediyordum hep. Şimdi beklentilerimi dile getirmeye başladım.
-   Böyle de olması gerekmiyor mu? Yoksa Tanrı-kul ilişkisi gibi olmaktan öteye geçemez birebir ilişki de. Tanrılaştırdığın kişilere karşı erotikleşme oluyordu. Peki diğer insanlarla ilişkilerinde oluyor mu?
-   Hayır.
-   Karşısında güçsüz hissettiğin kişiyi erotikleştirmiş oluyorsun işte.
-   Mesela telefon camı kirli olsa bile rahatsız hissediyorum.
-   Ne ifade ediyor telefon senin için?
-   İnternet sayesinde dünyaya açılan kapı.
-   Sanal bir ilişkin var mı?
-   Arkadaşlık olarak evet. İstanbul'da vardı hatta duygusal olarak bağlandığım birisi.
-   Sadece duygusal mı?
-   Fantezi olarak da tabii. Ama sonra ayrıldık belli sebeplerden.


105
BÖLÜM 4:

Babam bürosunda bir kadınla görüşüyordu ve kadının elini tutarken görmüştüm bir keresinde. Kadın geldiğinde babam beni bürodan çıkarıyordu. En sonunda "Babam bir kadınla görüşüyor." diyerek bunu anneme söyledim. Babam eve geldiğinde annem ona bu durumu sordu. Bunun üzerine hayatında ilk ve son kez bana vurma girişiminde bulundu. Karnıma doğru bir tekme attı fakat ıskaladı beni. 10 yaşındaydım, yanlış bir şey yapıp yapmadığımı dahi bilmiyordum halbuki. Şimdi tekrar düşündüğümde keşke hiç söylemeseymişim diyorum. Çünkü hem bir erkek kardeşim olabilirdi hem de anne-babam boşanmış olurdu ve belki de daha iyi bir hayatımız olurdu. Kafamdaki bir diğer olay da şuydu; annem ile babamın bu kadar yakın olduklarını hiç görmemiştim. Babamla başka bir kadının yakınlaştığını görmek bende tarif edemeyeceğim bir his oluşturmuştu. Çünkü ebeveynim yıllardır aynı yatakta bile yatmamışlardı. Bir hafta daha geçmesin ki ben yine bir terapiye gitmeyeyim. Bu sefer HK'nın verdiği ödevlerin bir kısmını yapmıştım. Bu yüzden içim daha rahat gittim.

-   Neden ayrı yattıklarını sordum hocam.
-   Eee nedenmiş peki?
-   Annemin bir rahatsızlığı varmış.
-   Sen buna inandın mı peki? Psikolojik miymiş cinsel miymiş?
-   Açıklamadı neden olduğunu. Çok inandırıcı gelmedi tabii.
-   Sonra?
-   Sonrası malum, konuyu saptırmak için din konusuna girdi yine. Zaten tartıştık sabahlara kadar.
-   Tartıştıktan sonra ne oldu? Aranız bozuldu mu? Küstünüz mü?
-   Hayır, tam tersi daha da yakınlaştık. Ertesi gün balığa gittik zaten beraber.
-   Gerekli miymiş yani? Sana bir şey katmış mı?
-   Gerekliymiş ve iletişim sorununa olumlu yönde etki etti.
-   O zaten uzak duruyordu, sen de uzak durmaya başlamıştın. Şimdi mesafeyi sen mi kapatmaya çalışmış oldun?
-   Evet.
-   Aramız iyi dedin, yani duygusal bir şeyler mi var?
-   Bilmiyorum.
-   Yani yakınlaştınız sonuçta, bu ne hissettirdi?
-   Güvende hissettirdi galiba.
-   Yani sorun babanla iletişim kopukluğuymuş. Çevreye karşı yalnız hisseden çocuktun sen. Bu sorun da babayla iletişim kopukluğu yüzünden olmuyor mu? Güvensiz hisseden kişinin insanlarla iletişimi sağlıklı olmaz. Umutsuzluk, karamsarlık kapsar içini.
-   Zor yolu tercih etmek nasıl bir şey?
-   Bir anlamda iyi bir şey ve daha net çözümleri de beraberinde getiriyor.
-   Zoru aştığını nereden anladın? İyi olduğunuzu nasıl anlıyorsun?
-   Kurallar koydu evde mesela. Otorite kurdu biraz en azından. Arkadaşımdan bir farkı yoktu önceden. Şu an baba-oğul olduk biraz da olsa. Otoriter olması daha hoş geliyor açıkçası. Dışarıda da otoritermiş onu gördüm.
-   Eskiden öyle değil miymiş?
-   Öyleymiş de ben hiç bakmıyordum ki.
-   Nasıl bir otoriteymiş mesela?
-   Ne bileyim insanlar sayıp seviyor. Saygı gösteriyorlar. Mafya babaları bile tanıyor onu. Mafya hikayesi gibi bir şeyleri varmış yaşadıkları hatta.
-   Neymiş? Anlat bakalım.
-   80'lerde Kürt ve Türk polis arkadaşlarıyla bir oluşum kurmuşlar. Hani devletin muallakta olduğu dönemde. "Robin Hood" çetesi gibi bir şey bunlar ama. Hani uyuşturucu kaçakçılığına savaş açıyorlar, mafyaları dize getiriyorlar. Hatta küçük bir hikaye de var bununla ilgili.
-   Onu da anlat.
-   Birgün bir adam dolandırılıyor. Bu çetecikten yardım istiyor. Bunlar da gidip dolandıran adamı bagaja tıkıyorlar. Adama, dolandırdığı miktar kadar senet imzalatıyorlar başına silah dayalı halde. Ne bir kuruş eksik ne de fazla.
-   Ne kadar sürdürmüş? Ne zaman bırakmış?
-   O kadar ayrıntılı bilmiyorum vallahi.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Ne oluyormuş demek ki? İletişim kurmak için geç de olsa, biraz patırtı ve gürültüden sonra iletişim kurulabiliyormuş. Hem de ilişki olumlu yönde  ilerleyebiliyormuş. Bu bana ne öğretti? Babam aslında çok otoriter bir insanmış ama bana karşı hiç uygulamamış bu otoriteyi. Çocukluğumda da bu otoriteyi sezseydim bu kadar korkak olmayabilirdim belki. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!

-   İş hayatım konusunda bile konuştuk.
-   Düşünceleri mi vardı geleceğinle ilgili?
-   Hayır, benim hayallerimi destekledi. Şirket kurma hayalimi.
-   Üniversite düşündün mü?
-   Evet, kendi şehrimde okumayı düşünüyorum.
-   Neden peki?
-   Okurken çalışmak istiyorum, ileriye yatırım yapmak istiyorum. İngilizce öğretmeni olmak gibi bir hayalim yok. Okul konusunda çok lakaytımdır ama iş konusunda çok prensipliyimdir. Girişimciyimdir, ticari konularda uzmanlaşmak için fazla çaba sarfediyorum. İhracat-ithalat işiyle uğraşmak istiyorum hatta.
-   Böyle hayali olan insanlar okulda da başarılı olmaya çalışır genelde.
-   Belki ama şansım yaver gitmedi. Lise beklediğim gibi değildi. Ben de ticarete yöneldim. Dayımın şirketinin yanında fabrika vardı. İşimi erken bitirdiğimde meyve suyu ve su tezgahı kurardım. Soğuturdum hepsini önce, sonra da satardım. Daha önce de böyle şeyler yapmışımdır. Babam Suriye'ye gider gelirdi. Gelirken getirdiği şeyleri Kur'an kursundaki çocuklara satardım.
-   Peki ne katıyor bunlar sana?
-   Zevk alıyorum satmaktan. İyi hissettiriyor, güçlü hissettiriyor.
-   Peki ya satamazsan ilerideki bir işte?
-   Satarım.
-   Ya satamazsan?
-   Satarım.
-   Velev ki?
-   Başka bir şeyle denerdim. Ama moral bozukluğu olmazdı.(Palavra)
-   Daha fazlasını istemenin sebebi fazlasıyla şımartılman olabilir mi sence? Herkesten

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 273