76
Eşcinsel Terapi ile ilgili tepkiler / Ynt: RIZASI YOK: PENİS FETİŞİZMİ YAŞAMAK EŞCİNSELLİK MİDİR?
« : 08 Ocak 2024, 12:55:14 ös »
Uzun yıllar arada kaldım yani babasız kaldım, şimdi sanki baba oğul oluyoruz birbirimizi yeni tanıyoruz, onu anlamak gayesin de değilim artık, ama en azından iyi geçinmek güzel ve huzurluymuş. Terapiler sayesinde oldu bu ilerlememiz. Önceden kendime sadece ön yüzümden bakabilirken şimdi kafamın arkasını da görüyor gibiyim.
Üniversite hayatımda büyük sıkıntı yaşadım, çok zorlanarak okudum zaten zor bir bölüm ama beni zorlayan dersler değil içsel stresimdi. İstediğim bölümde yüksek bir ortalamayla okuyordum, yabancı dil işi tamamdı hatta ikinci yabancı dil ile hemhal oluyordum. Lise hayatıma göre oldukça sosyal yaşıyordum.
Kalabalık olan ailem yıpratmıştı. Şehir dışında istediğim üniversitede okuyordum. Bunun asıl sebebi benim evde durmak istemeyişimden kaynaklıydı. Ev beni mutlu ettiği kadar yasa da boğuyor. Geçmişin cenderesinden çıkamıyorum ve hala anne ablukası altındayım.
Bölümde herkes tanır, başka bölümlerden bile arkadaşım vardı.
Farklıydım, diğer eşcinsel arkadaşlar gibi değildim. Hiç belli olmaz dışardan sanki ben ben değilim. Rol yapmak, saklanmak değil, gerçekten benim dış yapımdan hiç anlaşılmaz. Yani ilk anlattığım da en son anlattığım arkadaşımda çok şaşırdılar, inanmakta baya zorluk çektiler.
Haklıydı Nedim, bu konuda uzman sayarım kendimi ama seni bir mekanda görüp bir saat inceleyip gözlemleseydim bile asla anlamazdım. Ki beş dakika yeter anlamam için. Peki, neden gerek duydun arkadaşlarına söylemeyi?
İlk paylaştığım arkadaşım bana en çok dokunan olaydı, bölüme başladığım ilk seneydi çok yakın olduğum bir arkadaşımdı sonra hadi eve çıkalım muhabbeti olunca ben de durumumu bilmelerinin gerektiğini düşündüm ve anlattım. ‘’Destek olurum seni anlıyorum’’ dedi ve eve çıktık ama sonra yardım yerine köstek oldu.
Arkadaşlarıma açıkça kendimi ifşa etmemi ayrıca anlatıyım çünkü bu kısım bence önemli.
Sen nasıl istersen öyle devam et lütfen Nedim…
Kimsenin anlamıyor olması önemsizdi. Ben biliyor ve yaşıyordum. Sarsıcıydı. Beni yıpratan en kötü yanım fantezilerimdi. Genel itibariyle sakin bir iç dünyaya sahibim fakat olurda bir erkeğin penisiyle karşı karşıya geleyim, vicdanım beni orada terk edip benliğimle baş başa bırakabiliyor, kısacası gözüm kararabiliyor. Ona dokunmak istiyor, harekete geçmeyi arzuluyorum. Bazen soruyorum kendime, gerçekten ona ilgi duyuyor muyum yoksa bu his sahici değil mi? Beni cinsel ihtiyacımı görünce yarı yolda bırakıp ömrü boyunca pişmanlık duymamı mı sağlayacak?
Tam anlamıyla herhangi bir erkekle birlikteliğim olmadı çünkü o küçük oral deneyimi bile bana büyük ders oldu. Büyük bulantıydı.
Bu olaylar devam ettikçe etti ve ben gittikçe kendimi hiçe saymaya başladım. O zamanlarda akılla her şeyi çözebileceğimi düşünür her şeyin bilimsel bir dayanağı olduğunu varsayardım, materyalizm tam anlamıyla beni kendine çekiyordu. İlginçtim doğrusu, arkadaşlara namaz kıldırır sonra gelir onlara evrimden bahseder sonra odama çekilir kendi fantezilerimi gerçekleştirirdim. Ama aklımda bir kıstas vardı, bu işe tam anlamıyla bulaşmak istemiyordum.
Eşcinsellik belki de kafamda çözmem gereken bir olguydu. Bunun bir sorun olduğunu iddia etmiyorum ama bu yanımı düşünüp kafamı yormam ve adeta takıntı haline getirmem büyük bir sorundu. Gündelik hayatıma çok önem veren biri olarak bu tarz bir sorunu kafamdan çıkarmak zorundaydım. Aslında terapiye bu yüzden başladım.
Bir berberin kendi saçını kesemeyeceği gibi benimde kafamdakileri çözebilmem için bir başka kafaya ihtiyacım vardı. Hele ki bana kişilik çokluğu teşhisinin konulmasından beri kendi kendimi anlamak oldukça zordu, çünkü bir yanımın kabul ettiğini öteki yanım kabul etmiyordu.
Sıradan bir günde bile kişiliklerimin çatışmasını buram buram hissediyordum. Örneğin arkadaşlarımın oluşturduğu bir grupta kendi benliğimle konuşmam çok zor değildi, öz güveni yüksek biriyim. Ama kafam olurda o an eşcinselliğe takılır veya yakışıklı bulduğum bir erkeği görürsem kelimeleri unutmaya başlıyorum, anlatacaklarım kafamdan çok hızlı bir şekilde siliniyor. Hatta bu anlarda kafamdaki bir sesin benimle alay ettiğinden eminim. Narsist birinin buna tahammülü yoktur. Ortamı derhal terk ediyorum. Böyle devam edilir mi yaşamaya.
Sadece küçüklükte yaşamış olduğum travmalar ve üstüme tüten annem beni ikiye böldü. Ya çok değerliyim ya çok değersiz. Ya dünyanın ihtiyaç duyduğu politikacıyım ya da intihar etmeye meyilli bir delikanlı. Ya çok başarılıyım ya da her şey şanstan.
Veyahut şöyle söyleyebilirim, ya eşcinselim ya da ailesini kurmuş başarılı bir baba. Bunların farkına varmaya başlamak çözüm yolundaki tozları kaldırmak için oldukça önemliydi.
Eşcinselliğin sorun mu yoksa doğuştan gelen bir doğallık olduğu tartışmaları bir yana, bunun kişinin üzerindeki psikolojik etkilerini ele almak bana daha rasyonel, materyalist geliyor doğrusu. Yani demek istediğim benim gibi ister aşırı dinci olun ya da bir başkası gibi aşırı dinsiz, mesele kişinin kendisini gerçekten rahat hissedip hissetmediğidir.
Ben hep huzursuzdum. Gerçek huzur ise topluma uymak değil. Olması gereken, varması gereken yolu bulmaktan geçiyor.
Literatürde metanet, sabrın ölçüsüdür. Aslında dayanıklılıktır ama ben bu açıklamayı daha uygun gördüm. Bende olmayan bir özellikten bahsediyoruz, en azından eşcinselliği düşünmeme konusunda böyle olduğunu söyleyebilirim.
Çoğu yerde en önde ben gelirim. Ya da bunun tam tersi olur. Arası hiç olmadı hayatımda. Mesela okulda bulunduğum sınıfta gözler önünde olduğum aşikar, beni tanımayan belki de yoktur. Ama kalabalık ailemin içinde ve kaldığım bekâr evinde adeta dışlanıyordum. 4 kişi eve çıktık ve odamı paylaştığım arkadaşım dâhil alenen 3'e 1 maç yaptık. Genelde bensiz dışarı çıkarlar veya günlük konuşmalarda muhabbete dâhil olamam. Oysaki ben çok iyi biriyimdir.
Tamam çok iyi değilim belki fakat o kadarda kötü olamam! Aslında Hüseyin Beyin de dediği gibi hayatımda sorunların olmasına alışmalıyım, çünkü bugüne kadar sorunsuz büyüyüp ağırbaşlı olarak tanınmışım zaten. Doğrusu bunu sorun olarak görmemek bile gerekir ya, hiç işte. Ama dedim ya, bu konuda bende metanet yok. Denge yok. Hep git gel.
Bunlar hep terapide kendimle yüzleştiğim anlar. İçimde ki çoklu karakterimi analiz ettiğim yani değişimi dibine kadar yaşayıp rahatladığımın göstergesi olsun diye anlatıyorum size. Ve sözümü kesmediğiniz için çok teşekkür ederim bu işimi kolaylaştırıyor.
Kendini tek tek çözümlediğin bu süreçte neden kendini arkadaşlarına ifşa ettin peki Nedim? O kısmı ayrıca anlatacağını söylemiştin istersen orayı tamamla istersen.
Dersteyiz konu her nasıl oraya geldiyse, eşcinselliği konuşmaya başladık. Saygı duyup sevdiğim bir hocam eşcinsel insanların bazı haklarının olması gerektiğinden bahsetti. Bir anda sınıftaki hava değişti, kimisi güldü kimisi sinirlendi kimisi de ciddiyetle hocayı dinleyip katıldı. Ben yine her zamanki heyecanlı tavrımdan ödün vermeyerek ellerimi sımsıkıya kenetlemiş bir vaziyette söze girdim. Söylediğim ve konuyu bitiren tek cümlem şu oldu: 'Kim neden bir evde iki babası olsun ister ki?' demiş bulundum. Aslında eşcinsel bir insana söylenmeyecek tarzda kaba bir söz olduğunun farkındayım fakat bir eşcinsel tarafından sarf edilmesi pekte zor olmadı. Hoca mutsuz bir ifadeyle derse devam etti.
Günün akşamında yurda döndüğümde bunu birine açma zamanının geldiğini düşünerek, Murat’ın samimiyetine de güvenerek anlatmak için bir adım daha atıp konuya bodoslama girdim:
-Kendimi ikiyüzlü hissediyorum, insanlara karşı gülüyorum fakat samimiyetten gülmüyorum.
-Bu bende de oluyor, insanlara karşı gülerim ama çoğunda samimi değilimdir, yani bu normal bir durum.
-Haklısın aslında ama benim demek istediğim bambaşka. Bugün derste yaşadığımızdan bahsedeyim. Hocayla bugün eşcinsellik hakkında tartışmaya başladık. Konuya giren tek kişi bendim.
Murat dikkatle dinliyor sözün nereye varacağını anlamaya çalışıyor gibiydi. Ben ise sözü bağlamadan önce fark edilir biçimde yutkundum.
-Hocaya eşcinselliğin aslında olmaması gerektiğini söyleyen tek bendim ve işin ilginci bunu söylerken istemsizce sesimin kısıldığını hatırlıyorum.
-İşin daha ilginci o sınıfta tek eşcinsel olan belki de benimdir!
Dan diye kurunca ben bu cümleyi; abi yatar pozisyondayken doğruldu ve gerçeği söyleyip söylemediğimi anlamak için gözlerimin ta içine baktı. Ama abes bir tepki göstermedi, gayet anlayışlı göründü ve devam etmemi ister gibi bir hali vardı. Soru sordu.
-Böyle bir durum mu var? Yani eşcinsel misin sahiden?
Onayladım. Oldukça samimi bir ortam yarattı ve size anlattıklarımın çoğunu ona da bir çırpıda anlattım.
Sabah ezanını duyduk o gece, beni dinledi ve bana çok anlayışlı görünmüştü. Açıkçası ben olayı anlatıp içimi dökme beklentisi dışında en küçük bir amaç gütmemiştim. O ise bana bir söz verdi, ‘’senin yanındayım, bunu birlikte halledeceğiz inşallah.’’ Dedi.
Adeta bir kuş gibi hafiflemiş ve derdimi anlatmış olmanın sevinciyle hiç olmadığı kadar rahat uyumuştum.
Aradan aylar geçmişti. Murat abi ne beni aramıştı ne de bir nasılsın demeyi layık görmüştü. Adeta yıkıldım ve keşke anlatmamış olsam diye çok pişman oldum.
Güvenebildiğim insanların neden bu kadar vurdumduymaz olduğunu düşünüp durdum. Bana o gün söz verilmeseydi ben bir beklentiye girmeyecek ve yoluma devam edecektim. Fakat işimi daha da zorlaştırdılar, koltuk değneğimi kırdılar.
O kadar takıntılıydım ki başkalarının bir süre sonra unutacağı bu mevzu benim hayatımın sorunu olmuştu. Bu gittikçe rahatsız edici olmaya başladı ve bir şekilde onun benim arkamdan konuştuğunu da öğrendim.
Bunu öğrendiğimde vizeler yaklaşıyordu. Başında belirttiğim gibi akademik başarı benim için olmazsa olmaz yegâne önceliğim. Bu yüzden dişimi sıkıp olağanca güçle çalıştım ve vizelerimi bir şekilde atlatıp derslere yeniden başladık.
Tabii bu stresle sigaraya başladım. Hiç olmayacak kadar çok içiyordum hem de. Ve ben kendi hatalarımdan çok onların neden böyle davrandıklarını ve benden uzaklaştıklarını düşünüyor ve terapiye gitmiş olmama rağmen neden hala bu sürecin düzelmediğine kafa yoruyordum çünkü iki sebebi vardı. Birincisi, bu iki kişi etrafımdaki herkes tarafından parmakla gösterilip övülüyor, ince düşünmeleri ve insanlara yardımcı olmalarıyla biliniyordu. İkincisi ise kendi hatalarımı görmek istemediğimden günah keçisi arıyordum.
Üniversite hayatımda büyük sıkıntı yaşadım, çok zorlanarak okudum zaten zor bir bölüm ama beni zorlayan dersler değil içsel stresimdi. İstediğim bölümde yüksek bir ortalamayla okuyordum, yabancı dil işi tamamdı hatta ikinci yabancı dil ile hemhal oluyordum. Lise hayatıma göre oldukça sosyal yaşıyordum.
Kalabalık olan ailem yıpratmıştı. Şehir dışında istediğim üniversitede okuyordum. Bunun asıl sebebi benim evde durmak istemeyişimden kaynaklıydı. Ev beni mutlu ettiği kadar yasa da boğuyor. Geçmişin cenderesinden çıkamıyorum ve hala anne ablukası altındayım.
Bölümde herkes tanır, başka bölümlerden bile arkadaşım vardı.
Farklıydım, diğer eşcinsel arkadaşlar gibi değildim. Hiç belli olmaz dışardan sanki ben ben değilim. Rol yapmak, saklanmak değil, gerçekten benim dış yapımdan hiç anlaşılmaz. Yani ilk anlattığım da en son anlattığım arkadaşımda çok şaşırdılar, inanmakta baya zorluk çektiler.
Haklıydı Nedim, bu konuda uzman sayarım kendimi ama seni bir mekanda görüp bir saat inceleyip gözlemleseydim bile asla anlamazdım. Ki beş dakika yeter anlamam için. Peki, neden gerek duydun arkadaşlarına söylemeyi?
İlk paylaştığım arkadaşım bana en çok dokunan olaydı, bölüme başladığım ilk seneydi çok yakın olduğum bir arkadaşımdı sonra hadi eve çıkalım muhabbeti olunca ben de durumumu bilmelerinin gerektiğini düşündüm ve anlattım. ‘’Destek olurum seni anlıyorum’’ dedi ve eve çıktık ama sonra yardım yerine köstek oldu.
Arkadaşlarıma açıkça kendimi ifşa etmemi ayrıca anlatıyım çünkü bu kısım bence önemli.
Sen nasıl istersen öyle devam et lütfen Nedim…
Kimsenin anlamıyor olması önemsizdi. Ben biliyor ve yaşıyordum. Sarsıcıydı. Beni yıpratan en kötü yanım fantezilerimdi. Genel itibariyle sakin bir iç dünyaya sahibim fakat olurda bir erkeğin penisiyle karşı karşıya geleyim, vicdanım beni orada terk edip benliğimle baş başa bırakabiliyor, kısacası gözüm kararabiliyor. Ona dokunmak istiyor, harekete geçmeyi arzuluyorum. Bazen soruyorum kendime, gerçekten ona ilgi duyuyor muyum yoksa bu his sahici değil mi? Beni cinsel ihtiyacımı görünce yarı yolda bırakıp ömrü boyunca pişmanlık duymamı mı sağlayacak?
Tam anlamıyla herhangi bir erkekle birlikteliğim olmadı çünkü o küçük oral deneyimi bile bana büyük ders oldu. Büyük bulantıydı.
Bu olaylar devam ettikçe etti ve ben gittikçe kendimi hiçe saymaya başladım. O zamanlarda akılla her şeyi çözebileceğimi düşünür her şeyin bilimsel bir dayanağı olduğunu varsayardım, materyalizm tam anlamıyla beni kendine çekiyordu. İlginçtim doğrusu, arkadaşlara namaz kıldırır sonra gelir onlara evrimden bahseder sonra odama çekilir kendi fantezilerimi gerçekleştirirdim. Ama aklımda bir kıstas vardı, bu işe tam anlamıyla bulaşmak istemiyordum.
Eşcinsellik belki de kafamda çözmem gereken bir olguydu. Bunun bir sorun olduğunu iddia etmiyorum ama bu yanımı düşünüp kafamı yormam ve adeta takıntı haline getirmem büyük bir sorundu. Gündelik hayatıma çok önem veren biri olarak bu tarz bir sorunu kafamdan çıkarmak zorundaydım. Aslında terapiye bu yüzden başladım.
Bir berberin kendi saçını kesemeyeceği gibi benimde kafamdakileri çözebilmem için bir başka kafaya ihtiyacım vardı. Hele ki bana kişilik çokluğu teşhisinin konulmasından beri kendi kendimi anlamak oldukça zordu, çünkü bir yanımın kabul ettiğini öteki yanım kabul etmiyordu.
Sıradan bir günde bile kişiliklerimin çatışmasını buram buram hissediyordum. Örneğin arkadaşlarımın oluşturduğu bir grupta kendi benliğimle konuşmam çok zor değildi, öz güveni yüksek biriyim. Ama kafam olurda o an eşcinselliğe takılır veya yakışıklı bulduğum bir erkeği görürsem kelimeleri unutmaya başlıyorum, anlatacaklarım kafamdan çok hızlı bir şekilde siliniyor. Hatta bu anlarda kafamdaki bir sesin benimle alay ettiğinden eminim. Narsist birinin buna tahammülü yoktur. Ortamı derhal terk ediyorum. Böyle devam edilir mi yaşamaya.
Sadece küçüklükte yaşamış olduğum travmalar ve üstüme tüten annem beni ikiye böldü. Ya çok değerliyim ya çok değersiz. Ya dünyanın ihtiyaç duyduğu politikacıyım ya da intihar etmeye meyilli bir delikanlı. Ya çok başarılıyım ya da her şey şanstan.
Veyahut şöyle söyleyebilirim, ya eşcinselim ya da ailesini kurmuş başarılı bir baba. Bunların farkına varmaya başlamak çözüm yolundaki tozları kaldırmak için oldukça önemliydi.
Eşcinselliğin sorun mu yoksa doğuştan gelen bir doğallık olduğu tartışmaları bir yana, bunun kişinin üzerindeki psikolojik etkilerini ele almak bana daha rasyonel, materyalist geliyor doğrusu. Yani demek istediğim benim gibi ister aşırı dinci olun ya da bir başkası gibi aşırı dinsiz, mesele kişinin kendisini gerçekten rahat hissedip hissetmediğidir.
Ben hep huzursuzdum. Gerçek huzur ise topluma uymak değil. Olması gereken, varması gereken yolu bulmaktan geçiyor.
Literatürde metanet, sabrın ölçüsüdür. Aslında dayanıklılıktır ama ben bu açıklamayı daha uygun gördüm. Bende olmayan bir özellikten bahsediyoruz, en azından eşcinselliği düşünmeme konusunda böyle olduğunu söyleyebilirim.
Çoğu yerde en önde ben gelirim. Ya da bunun tam tersi olur. Arası hiç olmadı hayatımda. Mesela okulda bulunduğum sınıfta gözler önünde olduğum aşikar, beni tanımayan belki de yoktur. Ama kalabalık ailemin içinde ve kaldığım bekâr evinde adeta dışlanıyordum. 4 kişi eve çıktık ve odamı paylaştığım arkadaşım dâhil alenen 3'e 1 maç yaptık. Genelde bensiz dışarı çıkarlar veya günlük konuşmalarda muhabbete dâhil olamam. Oysaki ben çok iyi biriyimdir.
Tamam çok iyi değilim belki fakat o kadarda kötü olamam! Aslında Hüseyin Beyin de dediği gibi hayatımda sorunların olmasına alışmalıyım, çünkü bugüne kadar sorunsuz büyüyüp ağırbaşlı olarak tanınmışım zaten. Doğrusu bunu sorun olarak görmemek bile gerekir ya, hiç işte. Ama dedim ya, bu konuda bende metanet yok. Denge yok. Hep git gel.
Bunlar hep terapide kendimle yüzleştiğim anlar. İçimde ki çoklu karakterimi analiz ettiğim yani değişimi dibine kadar yaşayıp rahatladığımın göstergesi olsun diye anlatıyorum size. Ve sözümü kesmediğiniz için çok teşekkür ederim bu işimi kolaylaştırıyor.
Kendini tek tek çözümlediğin bu süreçte neden kendini arkadaşlarına ifşa ettin peki Nedim? O kısmı ayrıca anlatacağını söylemiştin istersen orayı tamamla istersen.
Dersteyiz konu her nasıl oraya geldiyse, eşcinselliği konuşmaya başladık. Saygı duyup sevdiğim bir hocam eşcinsel insanların bazı haklarının olması gerektiğinden bahsetti. Bir anda sınıftaki hava değişti, kimisi güldü kimisi sinirlendi kimisi de ciddiyetle hocayı dinleyip katıldı. Ben yine her zamanki heyecanlı tavrımdan ödün vermeyerek ellerimi sımsıkıya kenetlemiş bir vaziyette söze girdim. Söylediğim ve konuyu bitiren tek cümlem şu oldu: 'Kim neden bir evde iki babası olsun ister ki?' demiş bulundum. Aslında eşcinsel bir insana söylenmeyecek tarzda kaba bir söz olduğunun farkındayım fakat bir eşcinsel tarafından sarf edilmesi pekte zor olmadı. Hoca mutsuz bir ifadeyle derse devam etti.
Günün akşamında yurda döndüğümde bunu birine açma zamanının geldiğini düşünerek, Murat’ın samimiyetine de güvenerek anlatmak için bir adım daha atıp konuya bodoslama girdim:
-Kendimi ikiyüzlü hissediyorum, insanlara karşı gülüyorum fakat samimiyetten gülmüyorum.
-Bu bende de oluyor, insanlara karşı gülerim ama çoğunda samimi değilimdir, yani bu normal bir durum.
-Haklısın aslında ama benim demek istediğim bambaşka. Bugün derste yaşadığımızdan bahsedeyim. Hocayla bugün eşcinsellik hakkında tartışmaya başladık. Konuya giren tek kişi bendim.
Murat dikkatle dinliyor sözün nereye varacağını anlamaya çalışıyor gibiydi. Ben ise sözü bağlamadan önce fark edilir biçimde yutkundum.
-Hocaya eşcinselliğin aslında olmaması gerektiğini söyleyen tek bendim ve işin ilginci bunu söylerken istemsizce sesimin kısıldığını hatırlıyorum.
-İşin daha ilginci o sınıfta tek eşcinsel olan belki de benimdir!
Dan diye kurunca ben bu cümleyi; abi yatar pozisyondayken doğruldu ve gerçeği söyleyip söylemediğimi anlamak için gözlerimin ta içine baktı. Ama abes bir tepki göstermedi, gayet anlayışlı göründü ve devam etmemi ister gibi bir hali vardı. Soru sordu.
-Böyle bir durum mu var? Yani eşcinsel misin sahiden?
Onayladım. Oldukça samimi bir ortam yarattı ve size anlattıklarımın çoğunu ona da bir çırpıda anlattım.
Sabah ezanını duyduk o gece, beni dinledi ve bana çok anlayışlı görünmüştü. Açıkçası ben olayı anlatıp içimi dökme beklentisi dışında en küçük bir amaç gütmemiştim. O ise bana bir söz verdi, ‘’senin yanındayım, bunu birlikte halledeceğiz inşallah.’’ Dedi.
Adeta bir kuş gibi hafiflemiş ve derdimi anlatmış olmanın sevinciyle hiç olmadığı kadar rahat uyumuştum.
Aradan aylar geçmişti. Murat abi ne beni aramıştı ne de bir nasılsın demeyi layık görmüştü. Adeta yıkıldım ve keşke anlatmamış olsam diye çok pişman oldum.
Güvenebildiğim insanların neden bu kadar vurdumduymaz olduğunu düşünüp durdum. Bana o gün söz verilmeseydi ben bir beklentiye girmeyecek ve yoluma devam edecektim. Fakat işimi daha da zorlaştırdılar, koltuk değneğimi kırdılar.
O kadar takıntılıydım ki başkalarının bir süre sonra unutacağı bu mevzu benim hayatımın sorunu olmuştu. Bu gittikçe rahatsız edici olmaya başladı ve bir şekilde onun benim arkamdan konuştuğunu da öğrendim.
Bunu öğrendiğimde vizeler yaklaşıyordu. Başında belirttiğim gibi akademik başarı benim için olmazsa olmaz yegâne önceliğim. Bu yüzden dişimi sıkıp olağanca güçle çalıştım ve vizelerimi bir şekilde atlatıp derslere yeniden başladık.
Tabii bu stresle sigaraya başladım. Hiç olmayacak kadar çok içiyordum hem de. Ve ben kendi hatalarımdan çok onların neden böyle davrandıklarını ve benden uzaklaştıklarını düşünüyor ve terapiye gitmiş olmama rağmen neden hala bu sürecin düzelmediğine kafa yoruyordum çünkü iki sebebi vardı. Birincisi, bu iki kişi etrafımdaki herkes tarafından parmakla gösterilip övülüyor, ince düşünmeleri ve insanlara yardımcı olmalarıyla biliniyordu. İkincisi ise kendi hatalarımı görmek istemediğimden günah keçisi arıyordum.