İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 273
76
Uzun yıllar arada kaldım yani babasız kaldım, şimdi sanki baba oğul oluyoruz birbirimizi yeni tanıyoruz, onu anlamak gayesin de değilim artık, ama en azından iyi geçinmek güzel ve huzurluymuş. Terapiler sayesinde oldu bu ilerlememiz. Önceden kendime sadece ön yüzümden bakabilirken şimdi kafamın arkasını da görüyor gibiyim.

Üniversite hayatımda büyük sıkıntı yaşadım, çok zorlanarak okudum zaten zor bir bölüm ama beni zorlayan dersler değil içsel stresimdi. İstediğim bölümde yüksek bir ortalamayla okuyordum, yabancı dil işi tamamdı hatta ikinci yabancı dil ile hemhal oluyordum. Lise hayatıma göre oldukça sosyal yaşıyordum.
Kalabalık olan ailem yıpratmıştı. Şehir dışında istediğim üniversitede okuyordum. Bunun asıl sebebi benim evde durmak istemeyişimden kaynaklıydı. Ev beni mutlu ettiği kadar yasa da boğuyor. Geçmişin cenderesinden çıkamıyorum ve hala anne ablukası altındayım.
Bölümde herkes tanır, başka bölümlerden bile arkadaşım vardı.
Farklıydım, diğer eşcinsel arkadaşlar gibi değildim. Hiç belli olmaz dışardan sanki ben ben değilim. Rol yapmak, saklanmak değil, gerçekten benim dış yapımdan hiç anlaşılmaz. Yani ilk anlattığım da en son anlattığım arkadaşımda çok şaşırdılar, inanmakta baya zorluk çektiler.
Haklıydı Nedim, bu konuda uzman sayarım kendimi ama seni bir mekanda görüp bir saat inceleyip gözlemleseydim bile asla anlamazdım. Ki beş dakika yeter anlamam için. Peki, neden gerek duydun arkadaşlarına söylemeyi?
İlk paylaştığım arkadaşım bana en çok dokunan olaydı,  bölüme başladığım ilk seneydi çok yakın olduğum bir arkadaşımdı sonra hadi eve çıkalım muhabbeti olunca ben de durumumu bilmelerinin gerektiğini düşündüm ve anlattım. ‘’Destek olurum seni anlıyorum’’ dedi ve eve çıktık ama sonra yardım yerine köstek oldu.   
Arkadaşlarıma açıkça kendimi ifşa etmemi ayrıca anlatıyım çünkü bu kısım bence önemli.   
Sen nasıl istersen öyle devam et lütfen Nedim…
Kimsenin anlamıyor olması önemsizdi. Ben biliyor ve yaşıyordum. Sarsıcıydı. Beni yıpratan en kötü yanım fantezilerimdi. Genel itibariyle sakin bir iç dünyaya sahibim fakat olurda bir erkeğin penisiyle karşı karşıya geleyim, vicdanım beni orada terk edip benliğimle baş başa bırakabiliyor, kısacası gözüm kararabiliyor. Ona dokunmak istiyor, harekete geçmeyi arzuluyorum. Bazen soruyorum kendime, gerçekten ona ilgi duyuyor muyum yoksa bu his sahici değil mi?  Beni cinsel ihtiyacımı görünce yarı yolda bırakıp ömrü boyunca pişmanlık duymamı mı sağlayacak?
Tam anlamıyla herhangi bir erkekle birlikteliğim olmadı çünkü o küçük oral deneyimi bile bana büyük ders oldu. Büyük bulantıydı.

Bu olaylar devam ettikçe etti ve ben gittikçe kendimi hiçe saymaya başladım. O zamanlarda akılla her şeyi çözebileceğimi düşünür her şeyin bilimsel bir dayanağı olduğunu varsayardım, materyalizm tam anlamıyla beni kendine çekiyordu. İlginçtim doğrusu, arkadaşlara namaz kıldırır sonra gelir onlara evrimden bahseder sonra odama çekilir kendi fantezilerimi gerçekleştirirdim. Ama aklımda bir kıstas vardı, bu işe tam anlamıyla bulaşmak istemiyordum.
Eşcinsellik belki de kafamda çözmem gereken bir olguydu. Bunun bir sorun olduğunu iddia etmiyorum ama bu yanımı düşünüp kafamı yormam ve adeta takıntı haline getirmem büyük bir sorundu. Gündelik hayatıma çok önem veren biri olarak bu tarz bir sorunu kafamdan çıkarmak zorundaydım.  Aslında terapiye bu yüzden başladım.
Bir berberin kendi saçını kesemeyeceği gibi benimde kafamdakileri çözebilmem için bir başka kafaya ihtiyacım vardı. Hele ki bana kişilik çokluğu teşhisinin konulmasından beri kendi kendimi anlamak oldukça zordu, çünkü bir yanımın kabul ettiğini öteki yanım kabul etmiyordu.
Sıradan bir günde bile kişiliklerimin çatışmasını buram buram hissediyordum. Örneğin arkadaşlarımın oluşturduğu bir grupta kendi benliğimle konuşmam çok zor değildi, öz güveni yüksek biriyim. Ama kafam olurda o an eşcinselliğe takılır veya yakışıklı bulduğum bir erkeği görürsem kelimeleri unutmaya başlıyorum, anlatacaklarım kafamdan çok hızlı bir şekilde siliniyor. Hatta bu anlarda kafamdaki bir sesin benimle alay ettiğinden eminim.  Narsist birinin buna tahammülü yoktur. Ortamı derhal terk ediyorum. Böyle devam edilir mi yaşamaya.

Sadece küçüklükte yaşamış olduğum travmalar ve üstüme tüten annem beni ikiye böldü. Ya çok değerliyim ya çok değersiz. Ya dünyanın ihtiyaç duyduğu politikacıyım ya da intihar etmeye meyilli bir delikanlı. Ya çok başarılıyım ya da her şey şanstan.
Veyahut şöyle söyleyebilirim, ya eşcinselim ya da ailesini kurmuş başarılı bir baba. Bunların farkına varmaya başlamak çözüm yolundaki tozları kaldırmak için oldukça önemliydi.

Eşcinselliğin sorun mu yoksa doğuştan gelen bir doğallık olduğu tartışmaları bir yana, bunun kişinin üzerindeki psikolojik etkilerini ele almak bana daha rasyonel, materyalist geliyor doğrusu. Yani demek istediğim benim gibi ister aşırı dinci olun ya da bir başkası gibi aşırı dinsiz, mesele kişinin kendisini gerçekten rahat hissedip hissetmediğidir.
Ben hep huzursuzdum. Gerçek huzur ise topluma uymak değil. Olması gereken, varması gereken yolu bulmaktan geçiyor.

 Literatürde metanet, sabrın ölçüsüdür. Aslında dayanıklılıktır ama ben bu açıklamayı daha uygun gördüm. Bende olmayan bir özellikten bahsediyoruz, en azından eşcinselliği düşünmeme konusunda böyle olduğunu söyleyebilirim.
Çoğu yerde en önde ben gelirim. Ya da bunun tam tersi olur. Arası hiç olmadı hayatımda. Mesela okulda bulunduğum sınıfta gözler önünde olduğum aşikar, beni tanımayan belki de yoktur. Ama kalabalık ailemin içinde ve kaldığım bekâr evinde adeta dışlanıyordum. 4 kişi eve çıktık ve odamı paylaştığım arkadaşım dâhil alenen 3'e 1 maç yaptık. Genelde bensiz dışarı çıkarlar veya günlük konuşmalarda muhabbete dâhil olamam. Oysaki ben çok iyi biriyimdir.

Tamam çok iyi değilim belki  fakat o kadarda kötü olamam! Aslında Hüseyin Beyin de dediği gibi hayatımda sorunların olmasına alışmalıyım, çünkü bugüne kadar sorunsuz büyüyüp ağırbaşlı olarak tanınmışım zaten. Doğrusu bunu sorun olarak görmemek bile gerekir ya, hiç işte. Ama dedim ya, bu konuda bende metanet yok. Denge yok. Hep git gel.

Bunlar hep terapide kendimle yüzleştiğim anlar. İçimde ki çoklu karakterimi analiz ettiğim yani değişimi dibine kadar yaşayıp rahatladığımın göstergesi olsun diye anlatıyorum size. Ve sözümü kesmediğiniz için çok teşekkür ederim bu işimi kolaylaştırıyor.
Kendini tek tek çözümlediğin bu süreçte neden kendini arkadaşlarına ifşa ettin peki Nedim? O kısmı ayrıca anlatacağını söylemiştin istersen orayı tamamla istersen.
Dersteyiz konu her nasıl oraya geldiyse, eşcinselliği konuşmaya başladık. Saygı duyup sevdiğim bir hocam eşcinsel insanların bazı haklarının olması gerektiğinden bahsetti. Bir anda sınıftaki hava değişti, kimisi güldü kimisi sinirlendi kimisi de ciddiyetle hocayı dinleyip katıldı. Ben yine her zamanki heyecanlı tavrımdan ödün vermeyerek ellerimi sımsıkıya kenetlemiş bir vaziyette söze girdim. Söylediğim ve konuyu bitiren tek cümlem şu oldu: 'Kim neden bir evde iki babası olsun ister ki?' demiş bulundum. Aslında eşcinsel bir insana söylenmeyecek tarzda kaba bir söz olduğunun farkındayım fakat bir eşcinsel tarafından sarf edilmesi pekte zor olmadı. Hoca mutsuz bir ifadeyle derse devam etti.

Günün akşamında yurda döndüğümde bunu birine açma zamanının geldiğini düşünerek, Murat’ın samimiyetine de güvenerek anlatmak için bir adım daha atıp konuya bodoslama girdim:
-Kendimi ikiyüzlü hissediyorum, insanlara karşı gülüyorum fakat samimiyetten gülmüyorum.
-Bu bende de oluyor, insanlara karşı gülerim ama çoğunda samimi değilimdir, yani bu normal bir durum.
-Haklısın aslında ama benim demek istediğim bambaşka. Bugün derste yaşadığımızdan bahsedeyim. Hocayla bugün eşcinsellik hakkında tartışmaya başladık. Konuya giren tek kişi bendim.
Murat dikkatle dinliyor sözün nereye varacağını anlamaya çalışıyor gibiydi. Ben ise sözü bağlamadan önce fark edilir biçimde yutkundum.
-Hocaya eşcinselliğin aslında olmaması gerektiğini söyleyen tek bendim ve işin ilginci bunu söylerken istemsizce sesimin kısıldığını hatırlıyorum.
-İşin daha ilginci o sınıfta tek eşcinsel olan belki de benimdir!
Dan diye kurunca ben bu cümleyi;  abi yatar pozisyondayken doğruldu ve gerçeği söyleyip söylemediğimi anlamak için gözlerimin ta içine baktı. Ama abes bir tepki göstermedi,  gayet anlayışlı göründü ve devam etmemi ister gibi bir hali vardı. Soru sordu.
-Böyle bir durum mu var? Yani eşcinsel misin sahiden?
Onayladım. Oldukça samimi bir ortam yarattı ve size anlattıklarımın çoğunu ona da bir çırpıda anlattım.
Sabah ezanını duyduk o gece,  beni dinledi ve bana çok anlayışlı görünmüştü. Açıkçası ben olayı anlatıp içimi dökme beklentisi dışında en küçük bir amaç gütmemiştim.  O ise bana bir söz verdi, ‘’senin yanındayım, bunu birlikte halledeceğiz inşallah.’’  Dedi.
Adeta bir kuş gibi hafiflemiş ve derdimi anlatmış olmanın sevinciyle hiç olmadığı kadar rahat uyumuştum.
Aradan aylar geçmişti.  Murat abi ne beni aramıştı ne de bir nasılsın demeyi layık görmüştü. Adeta yıkıldım ve keşke anlatmamış olsam diye çok pişman oldum.
Güvenebildiğim insanların neden bu kadar vurdumduymaz olduğunu düşünüp durdum. Bana o gün söz verilmeseydi ben bir beklentiye girmeyecek ve yoluma devam edecektim. Fakat işimi daha da zorlaştırdılar, koltuk değneğimi kırdılar.
O kadar takıntılıydım ki başkalarının bir süre sonra unutacağı bu mevzu benim hayatımın sorunu olmuştu. Bu gittikçe rahatsız edici olmaya başladı ve bir şekilde onun benim arkamdan konuştuğunu da öğrendim.
Bunu öğrendiğimde vizeler yaklaşıyordu. Başında belirttiğim gibi akademik başarı benim için olmazsa olmaz yegâne önceliğim. Bu yüzden dişimi sıkıp olağanca güçle çalıştım ve vizelerimi bir şekilde atlatıp derslere yeniden başladık.
Tabii bu stresle sigaraya başladım. Hiç olmayacak kadar çok içiyordum hem de. Ve ben kendi hatalarımdan çok onların neden böyle davrandıklarını ve benden uzaklaştıklarını düşünüyor ve terapiye gitmiş olmama rağmen neden hala bu sürecin düzelmediğine kafa yoruyordum çünkü iki sebebi vardı. Birincisi, bu iki kişi etrafımdaki herkes tarafından parmakla gösterilip övülüyor, ince düşünmeleri ve insanlara yardımcı olmalarıyla biliniyordu. İkincisi ise kendi hatalarımı görmek istemediğimden günah keçisi arıyordum.

77
O dönem deli gibi sınava hazırlanmam lazım. Hedefim büyük ama zerre kadar derslere odaklanamıyorum çünkü ben hep iki ayrı uçta yaşıyorum zihnen. Bir gün siyah ertesi gün beyaz, arası asla yok düşüncelerimin duygularımın. Ve bu çok zorluyor çok.
Ketumum, bağlanma sorunum var, sosyalim ama içimde çok yalnızım. İnanın terapiye gitmesem şizofreniye varırdı benim durumum çünkü ben çok kurcalıyor, çok kafa yoruyordum her şeye. Kafamı susturmak için bile ben araştırıyordum. İnternette ciddi ciddi bu konu üzerinde tartışma ya da fikir, bilgi beyan edilen daha çok dini ve tıbbi sitelerde düşündüğüm her şeyi istisnasız yazıyordum, yorum yapana da cevap verirdim, baya tartışmaya girerdim insanlarla.
Ben hep iki uçta yaşadım siyah ya da beyaz dedin lütfen biraz açar mısın senin iç dünyanda nedir bu siyah ve beyazın karşılığı?
Ailece siyasi olarak ya da bir tarikat bağıyla değil ama dini hassasiyeti çok fazla olan bir ailede büyüdüm.
Dini hassasiyetim var evet ama dünyadaki tek önemli hayalim bilim. Çocukluktan beri bitmeyen azalmayan hep çoğalan isteğim, ideale hatta tutkuya dönüştü. Bilimle ilgili büyük hayallerim var bunu gerçekleştirmek istemem beni hep frenledi.
Yani beni eşcinsellik konusunda frene bastıran bu büyük hedeflerimdi.
Babam gibi başarılı olmak istedim. Bu hislerimin bu psikolojik sıkıntılarımın duyulması değil aslında beni frenleyen büyük ideallerimdi. Başarılı olunca ben bile açıklarım herkese hatta daha etkili olur toplum için. Bu sıkıntıyı deneyimlemiş ve başarılı biri olduğumu ilan etmek çok daha iyi ama başarıdan önce bilinmesi beni hayalimden uzaklaştırır ya da engel teşkil eder diye endişelendim.
Duyulması değil ayağıma çelme olması sorundu.
Yani bilimsel eğitimimde başarılı olmak çok hayati bir tutku benim için.
O nedenle ve bu kafa karışıklığıyla yol alamadığımı anladığımda, bir sene daha geçmiş ve lise sona gelmiştim. Artık daha fazla öteleyemezdim. Zaten o deneyimden sonra elimi eteğimi iyice çekmiştim.
Kız günah, kız haram, zinhar kızlardan uzak duracaksın diye büyütüldük, yalan yok bunun tesirinde çok kalmışım. Kafaya çok taktığım bir konuda buydu. Kızlara yaklaşamamalıyım ama gidip erkekle eşcinselliğimi deneyimliyordum. Çünkü bu konuda dinimizce bana deklare edilmiş bir yasak söz konusu değildi. Ama kızlar olmaz. Haram günah! Bunu biliyorsun beş yaşından beri böyle büyütülmüşsün, kızlara hep çekimser kalmışsın.
Kız erkek ayrı okumalı ayrı yerde olmalı fikri yaygındır ailede, çevremizde ama ben şuan bunun ne kadar yanlış olduğunu yaşayarak gördüm.  İslami açıdan da ne kadar yanlış olduğunu anlıyorum.
Hz Ayşeyi örnek almalıyız, sadece kadınlara mı anlatıyordu, herkese anlatıyordu usulünce.
Kadını ötekileştirme eve kapama; bunların İslam’la alakası yok. ‘’Kızlar okumamalı’’ bunu duyunca çok sinirleniyorum şimdilerde. Dedim ya empati gücüm çok yüksek, her şeye kafa yoruyorum anlamak için, ablam okudu atandı memur oldu gurur duyuyorum, bu çok kıymetli bir şey.
Kadınlar acayip iyi planlama yapıyor erkekten daha iyiler birçok konuda takdir ediyorum. Çok eşli bir babanın İslami şuurla büyüttüğü ve belli noktada hala arkasında olduğum biri olarak şunu çok rahat söylüyorum; ilerde kızım olursa kendi gönlü isterse mühendislik okumasını çok isterim, çok heyecan verici. Hacı hoca değil artık İslami camianın bilim insanına, doktora, mühendise ihtiyacı var.
Bunları Nedim den duymak nasıl bir gelecek umudu yeşertti içimde. Evet çok haklı bu ülkenin artık çokça eğitimli idealist bilimle uğraşan gençlere ihtiyacı var.
Nedim sosyal bir çocuksun üniversite dışında bir sürü farklı yere üyesin, orada nasıldı ilişkilerin yaşıtlarınla?
Ben hayatımda sevmemiş sevilmemiş bir insanım. Kendimle ilgili net hissiyatım budur.  Duygularım var çokça içimde bekleyen.
İlk kez bir kıza sevgi hissettim, hiç erotik değildi. Cinsellik asla aklımdan geçmedi. İki yıl boyunca o kızdan hoşlandım ama onu tanımıyorum. Acaba kafamda mı kalsın istedim bilmiyorum ama ben sevmek duygusundan korktum ürktüm. Ben Allah dışında hiç bir şeyden korkmam diye kodlamıştım kendimi ama ben sevgiden korkuyorum, bunu fark ettim o kızla. Sevilmekten irite bile oldum. Kız erkek arkadaş fark etmez aynı duygusal sevgi akışı olunca korkup kaçıyordum.
Bunu arkadaşlarımda söylerdi sen bazen bizden kaçıyorsun çok belli oluyor bu halin derlerdi bak şimdi size anlatırken ilk defa geldi aklıma geldi bu söylemleri.
Ben sevmek ve sevilmekten çok korktum.
Yani diyorum ya işte tüm bunları kendimde ki tüm bu farklılıkları ve eğilimleri psikolojik sorunları o güne kadar yok saydığım her şeyi fark ettiğimde büyük şok yaşadım ve telaş içinde bir çıkış yolu ararken o büyük araştırmalarım okumalarım beni Hüseyin Hocanın varlığından haberdar etti.
Bu süreç çok yıkıcıydı. Bir yandan terapiye başlamanın sarsıntısı öte yandan şükür ki başlamışım bu bana biraz nefes aldırmıştı ve o sayede eskisi gibi planlı programlı olup deli gibi ders çalışmıştım.
Ben üniversite bölümüme çok isteyerek girdim. Tek hedefimdi ve tutturdum. Hoca olmasa halim o sene ne olurdu bilmiyorum.
Hoca demişti; ‘’Biz pasiflikten bir insanı kurtarırsak ki bu özgüven tamamlanmasıdır sonrası gelir.’’ Gerçekten öyle oldu.
Daha temiz daha zararsız bir yerden yaşıyorsun hayatı. Hafifliyorsun.
Ailen biliyor mu bu sorunlarını bu terapi sürecini?
Baba dışında kimseye söylemedim, kimse bilmiyor bu yaşadıklarımı.
Babama ilk birkaç terapiden sonra hem maddi olarak hem de hocamın teşvikiyle söylemem gerekti. Bu ilk değildi daha önce söylemiştim babama.
Nasıl yani baban terapiye başlamadan önce biliyor muydu?
Evet, yıllar evvel çok kötü hissettiğim bir gece babamın da nadiren evde olduğu bir geceydi; sen bize babalık yapmadın diyerek itiraf etmiştim babama eşcinsel eğilimler gösterdiğimi ve bundan dolayı büyük bunalım içinde olduğumu.
Ne tepki verdi baban?
Asıp kesmesini bekledim ama silik bir insan olduğundan asıp kesmedi, kükremedi bile. İmtihan dedi. Beni anladığını sandım ama ilerleyen yıllarda gördüm ki anlamamış,  beni geçiştirmiş.
Bizim babamla aramız hep soğuk ama onun çevresiyle arası hep sıcaktır, sevilir sayılır. Aslında çevresinde sert görünen güçlü biridir. Yedi kardeşin en büyüğü. Zamanında göçmüş büyük şehre, dinini de muhafaza edip güzel bir iş güç kurmuş, kardeşlerine düşkün, hepsini iş güç sahibi yapmış. Çok çalışmış büyümüş, herkes sever çok saygı duyulur, çevresi geniştir, başarılı bir iş adamıdır. Hala onun ekmeğini yiyoruz hepimiz. Çocuklarına evine karşı sıfır ilgi alaka, ee tabi dışarıda o kadar enerji harcarsa eve sıfır enerji kalır.
Fakat babam bu halinin çocuklarını iyi bir konuma getirmediğinin farkında değil. Para ver özel okula gönder mantığıyla yetişen bizler haliyle rahata alışığız ve benim şuanda evlenmesi gereken abilerim hala boş beleş gezer durumda ve bu onları pek de rahatsız ediyormuş gibi değil.
Terapi sırasında hocam babamla daha çok vakit geçirmem gerektiğini ve ona yük olma düşüncemi artık bir kenara bırakmamı önerdi. Aslında çok önemli bir husus daha vardı ki bunu Joseph Nicolasi de 'Onarım Terapisi' kitabında kaleme almış, Babanın soğukluğu yüzünden arası açılan ve eşcinsel eğilim gösteren kimseler babalarına içten içe duydukları kinden ötürü onlara benzememek isterken aslında beğendikleri erkeklerde babalarına çok benzermiş.

Güm! Bu ben de bir aydınlanmaya sebep oldu. Zamanında yurtta ve vakıfta çok samimi olduğum Murat, Mahmut ve ara sıra hoşlandığım Salih hakikaten babam ile gamsızlık yönünde birebir aynı olan kimselerdi. Onlar bana ne denli ilgisiz davranırlarsa ben o denli onlara bağlanıyordum. İçten içe beğendiğim diğer tüm erkeklerde öyleydi.

Çoğu eşcinselin benzer belirtileri göstermesi garip doğrusu. Bu işin zihinde bittiğine ikna edici bir sebep bu bence.

78
Nedim 25 yaşında. Aile Doğu Anadolu kökenli ama o İstanbul da doğmuş büyümüş. Bilinç düzeyi çok yüksek çok fazla kitap okuyan idealist bir genç. Babasının üçüncü eşinden olan çocuğu. Bir sürü abisi ablası ve yine bir sürü de kardeşi var.
Biliyorsunuz artık benzerlikleri; tekrara düşmek istemiyorum. İstisnalar hariç çoğunlukla aynı hikâye; Baba sakin, silik, pasif.  Anne dominant, kontrolcü, aşırı düşkün.
Nedim şöyle özetliyor bu aile durumunu kendince:
‘’Çocuk aklımla çok etkilenmiştim o yüzden aile denince aklımdan hiç çıkmayan yüzlerce örnek içinde size ilk şunu anlatıyım. Babamdan bir gün bisiklet istedim. Yazlıkta kuzenler akrabalar hep birlikteyiz, hepsinin bisikleti var ben de istedim. Anneme daha yeni araba alınmıştı. Maddi durumumuz hep iyiydi, buna rağmen babam: ‘’oğlum annene araba aldım ya, nereye istersen annen seni götürür’’ demişti. Babam o an benim gözümde fezaya konuştu sanki.
Babamla pek bir anım yok, çok görüşmezdik işkolik olduğu için eve çok gelmezdi, zaten çok eşli bir insan olduğu için de az görürdük yüzünü. Bir sevgi bağı kurulamadı aramızda çocukken.
Yaygındır bizim oralarda çokeşlilik, farklı bir kafa yapısı, anlamakta zorlanıyorum ama kendimi bildim bileli her şeyi anlamaya çalışıp empati yapmak zorunda hissediyorum ve bu büyük bir yüktü omzumda. Bu empati olayı bizim gibilerde çoktur, herkesi anlamak isteriz, anlaşılmayı beklediğimizden dolayı. O yüzden çok yorucudur. Toplumda empati yoksunluğu çok ama biz de bunu uçlarda ve yoğun yaşıyoruz.
On yaşına kadar annemle birlikte yattık, kardeşim doğdu ilgi ona kaydı. Allahtan öyle olmuş çünkü annemin ilgisi biraz tehlikeli bizim için. Kendini hırpalar ama bize de zarar vermiş o aşırı sevgisi, bunu hep birlikte şimdilerde anlıyoruz.
Hala aynı kafada şimdide kardeşime aynı şeyi yapıyor. Aynı aşırı korumacılık, üstümüze titreyerek yaşıyor anneliğini. Bize bağımlı bizi de bağımlı yapmış kendine. Pamuklara sarılmak denen şey güzelmiş gibi algılanır dışardan ama sonuçları kişilik gelişimini çok etkiler.
Bizim annemizde babamızda, annemdi. Onunla baş başaydık her konuda onunla muhataptık. A dan z ye her şeyimizi kontrol altına alan, sürekli gözetleyen sürekli yaptırım uygulayan. Beşkardeşiz en büyüğü benden dört yaş büyük ve benden sonrada 3 ve 4 yaş küçük kardeşlerim var.
Babamın tavrı tüm çocuklarına karsı aynıydı ama annemin tavrı öyle değildi.
Baba silik evet ve bu büyük bir faktör ama benim bu sorunu yaşıyor olmamın sebebi annemin aşırı dominant olması. Diğer kardeşlerimde bu farklılık yok ama hiç birinin de ruh sağlığı yerinde değil. Hepsinin psikolojik sorunları var. Terapilerden sonra anladım önceden kardeşlerimin özel olduklarını düşünürdüm ama artık onları da görüyorum, aşamadıkları çok sorunları var.
Artık aşağı yukarı anladınız değil mi benzerliği? Nedim de o çocuklardan işte; sessiz sakin, köşe yastığı gibi oturan, sürekli anne eteğinde, anne ne derse onu yapan, içe kapanık uslu çocuklardan. Annenin her açıdan zapturapt altına aldığı.
13 yaşlarında sezinlemiş kendisindeki farklılığı Nedim.  Ama hiç irdelememiş hiç kafa yormamış.
‘’Ben farklıyım demeden, hiç yadırgamadan karşılamıştım kendimi ve bir çare ya da anlam arayışım yoktu, çok uzun süre bunun normal olduğunu düşündüm. Cinsellik buydu. Başka tanımım yoktu.  Hiç bir hissim yoktu. Kendi cinselliğini keşfetmek düzeyinde olağan dışı bir duyguya kapıldığımı hatırlamıyorum; korku endişe yoktu. Sıradandı yani ben farklı olduğumu hiç düşünmedim öyle algılamadım demek ki.’’ Diyor.
Sonra seni terapiye yani bir nevi arayışa iten ne oldu peki?
Zaten çok az ve öz arkadaşım vardı liseye kadar, onlar tarafından hiç dışlanmadım akran zorbalığı yaşamadım.
Lise zamanında hislerimde dozaj arttı ama o zamanda çok üzerine düşmedim aslında. Lise sona doğru değiştim, yıpranmaya başladım ve bunun biraz zor bir durum olduğunu hissetmeye başladım. 15 yaşındaydım. Erkek arkadaşlarım kız tavlamak için büyük çaba içindeydiler. O çaba ben de yoktu, o zaman sanırım içimden normal bir şey yaşamadığımı anlamıştım.
Dozaj arttı derken neyi kastediyorsun? Neydi seni yıpratan?
Hiç internet yazışması, buluşması yaşamadım, frenledim hep kendimi. Bir defa çok istedim ama yapmadım. Yükledim o uygulamaları bir gün sonrada sildim. Bir daha da hiç yüklemedim. Millet internette gezerken ben hamamlarda gezdim.
Hamam mı?
Evet Hamam gezilerim çok sıklaşmıştı. Hamama gidip orda vakit geçirmek hoşuma gidiyordu. Ufak tefek bir şeyler birkaç kere yaşandı ama anal bir duruma gelmedi hiç. Hamamdaki tanışmaları dışarıda görüşmelere döndürmedim. Tecrübeleniyordum aklımca ve tabi zevk alıyordum. Benim cinsellikten anladığım mastürbasyon şekli buydu. Daha çok izlemek, görmek dokunmak şeklinde ilerliyordu her şey. Hamamın kıyısında kösesinde kaçamak heyecanlar, dakikalık flörtler yaşanıyordu. Bu da yetiyordu.
Hüseyin hocayla konuşun bu hamamlar kısmını ona uzun uzun anlattım. Hamamlar hakkında söyleyecek çok şeyi vardır ama ben şimdi size anlatmakta zorlanıyorum hocaya sorun lütfen.
Ben zaten normal bir eşcinsel değilmişim bunu söylüyor hoca.
Hayatım konusundaki kararsızlıklarım gibi cinsel tecrübe konusunda da kararsızlıklarım başladığında daha hiçbir kadınla deneyim yaşamamışken ya da anal fiziksel bir ilişki denememişken kafam son derece sisliyken bir boşluk anımda ilk defa oral bir ilişki yaşadım.
Bir kere oldu ama sonrasında aylarca çok rahatsız oldum, duygusal süreç benim için çok zordu. Aylarca fiziksel kısmı da beni benden aldı. Çok büyük kabusum olmuştu o deneyim.
Buluşmadan önce merakıma yenildim o kadar romantik o kadar sevgi doluydu ki tam olarak istediğim şeyi sunmuştu, buluşmaya kalktım ama asla evine gitmem diyordum! Evine kadar da gitmiştim! Sürüklendim, resmen akışa teslim oldum. Evde yaşananların bana olan tavrının sevgiyle romantizimle yakından uzaktan alakası yoktu. Evden çıkıp metroya yürürken gerçekten çok büyük ruhsal çöküntü yaşadım ve bunu hiç unutmadım. Tanımadığım biriydi evine gittim deneyimledim ama her şey çok feciydi, korkunçtu. Sadece oral yaşanan bir ilişki bu kadar zul geldiyse tamamını yaşadığımda ne hissedeceğimi düşünmekten bile kaçtım.
Kararsız bir insanım, hayatımın her aşamasına nükseden bir kararsızlık sorunum var. Suçu kimseye atamıyorum belki öyle olsa daha rahatlayacağım. Ben de taciz, tecavüz gibi bir yıkılma yok, olanlar daha çabuk iyileşiyor ama ben de çok derin bir duygusal boşluk var, sevgisizlik var. Hep arafta olma hali benimki.
Anne zaten dramatize etmeyi seven biri ve aşırı ilgi, duygu, sevgi yüklemiş hep bana,  baba ise duygusuz sevgisiz biri. Babadan kaynaklı o boşluk hiç dolmuyor içinizde hem de öte yandan anneden dolayı eş zamanlı narsisizm eviriliyorsun bu denli şımartılma içinde.
Boşluğu dışarıda arıyorsun; dernekte, sosyal etkinlikte, topluluklarda arıyorsun işte. O içimdeki boşluğu böyle doldurdum. İnanın en ufak bir ilgiye kapılıp gidiyoruz biz. En küçük şefkatte yamuluyoruz en küçük bir ihanette bunalıma sürükleniyoruz. Sevildiğimizi düşündüğümüz biri çıkarsa ve sonra o kişi bize şaşırtırsa çok fazla dibi görüyoruz.
Nedim babanın kendi annesi ile arası nasıldı var mı bir fikrin ya da bilgin?
Babaannemi yeni kaybettik çok ilişkimiz yoktu hatta ismimi bilmezdi. Beni simayen torunu olarak bilirdi ama inanın adımı bilmezdi. O kadar çok torunu vardı ki suçlayamayız onu. Tanıdığım kadar şefkatli biriydi, anneme kaynanalık yapmazdı.
Dominat değildi, rahattı. Misal annem her şeyi yapar bizim için, öyle bir verir ki kendini, kendini yok edercesine ama babaannem öyle değildi.
Bir konuda çok eminim, amcalarım içinde en çok babam düşkündü annesine. Babamı bir kere ağlarken gördüm oda cenazede.
Ve işin ilginç yanı dedemden hiç bahsetmezler, ne babam ne amcamlar babalarından hiç bahsetmez. Ben de tanımadım dedemi çünkü erken ölmüş. Dedemin mezarı nerde bilmem, o kadar söyleyeyim, yani bizi dedemin mezarına hiç götürmediler ama babaanneye 2 yıl oldu 5 kere götürdü babam mezarlığa ziyarete.
Amcamlarım babamı babaları sayarlar, onlara babalık yapmış, onlarda baba görürler. Oysa o benim babam ama ben babalık hiç görmedim.
Adamlar kaç yaşına gelmiş babamdan 2 yaş sadece 2 yaş küçük amcam kaç yaşına gelmiş hala her derdinde gelir babama anlatır babam manevi destek olur hatta dünya kadar parayı hiç iplemeden verir onlara ama bana bir bisiklet almamıştı işte.
Annemi de yeni yeni anlamaya çalışıyorum, görseniz yaşını göstermez 50 yaşında Arapça ve Farsça öğrenmeye çalışan bir kadın, en önemlisi de ben teşvik ettim. Eve kapanıktı hep, sadece çocuklarıyla baş başa ama ben terapiden sonra bir şeyleri fark edip yönlendirdim annemi. Artık kendine zaman ayırıyor annem, onun kadar inatçı bir kadın olamaz dünyada inanın ama şuan benim gazımla liseyi bitiriyor dışardan. Sağlıklı sevgiyle düzgün iletişimle çok şey değişiyor, bunu yaşayarak anladım terapilerde.
Çıkış noktam eşcinsel yönelimlerimdi ama bakın ben ne çok şey öğrendim, resmen dönüştüm. Aileme bile dokundum. Annemi bile dönüştürdüm.
İşte bu yüzden heyecanlıyım biz değiştireceğiz çok şeyi, en azından yakın çevremizde, kendi hayatımızda ve dedim ya uzaya bile çıkacak bizim nesil.
Karşıt bir fikrin olması gerek, artık sadece ‘’kabullenin’’ demekle olmuyor, kabullenmiyoruz İklim hanım.
Değişmek değiştirmek istiyoruz!
Arafta kalmak bizimkisi. Hangi tarafı seçeceğimize dair sağlıklı karar verme hakkımız yok mu bizim?  Özgürlükse bu da bir özgürlük değil mi? Bizim niye bu hakkımız elimizden alınıyor?
İşte bu yüzden ben sizinle uzun uzun terapi ile başlayan sürecimi konuşmak, nasıl olumlu yönde yol alışımı anlatmak için görüşmek istedim. Çünkü benim için önemli olan kısım bu. Benim gibi sıkıntılarla sınananlara ve bu kitabın okuyucusuna katkım bu olsun isterim.
Sen nasıl istersen Nedim, çünkü içinizden geldiği gibi anlattıklarınızı dinlemeyi çok önemsiyorum. O yüzden sözünü kesmedim. İlk deneyimin olan o evden çıktın kendini çok kötü hissediyordun. Lise sondaydın kafa iyice karışmıştı orada kaldık oradan devam edelim istersen.
Tabi İklim Hanım sırayı çok bozmayalım beni yönlendirin yoksa ben sabaha kadar anlatırım.
Sabaha kadar dinlerim hiç sıkılmam.

80
düşünceler patladı tabii. Ne kadar bencilmişim. "Babamla annem boşansa, babam o kadınla evlense, bir erkek çocukları olsa ya da varsa bile olur." diye hayallere dalmıştım. Sonunda erkek kardeşim olacaktı! Ama ne kötü ki yine boşanamadılar. Her neyse Alperen diyorduk. Terapiye bir hafta vardı. O arada "Alperen'le buluşayım bari." dedim. Derken onun için Ataşehir'den kalktım ve Büyükçekmece'ye geçtim. Bana "İyi ki tanışmışız seninle!" dedi. "Niye ulan?" dedim. "Ben olmadan da hayatında eksik olmaz." dedim. "Eğleniyoruz işte oğlum." dedi (Yoksa bu çocukta gizli eşcinsellik mi var? En azından bir kardeş özlemi...). Bana da bayağı benziyordu kişilik olarak hani. Hem de beraber gezmekten hoşlanıyorduk. Öyle ki denize girerken sırtını güneş kremiyle ovdum ama tahrik olmadım. Gerçekten iyi arkadaş olabilirdik bu çocukla. Hem zaten HK memleketimde yaşamamam gerektiğini, üniversiteye mutlaka İstanbul'a gelmem gerektiğini söyledi. Burada iyi arkadaş da olabilirdik. Hayatım düzene oturuyor galiba en sonunda. Neyse bugünkü terapiye geri dönelim, yani en başa. Alperen'e döndü konu bir ara, HK dedi ki "O çocuk gizli eşcinsel." bunu bil. Dedim "Ne oluyor lan? Adam yüzde yüz heteroseksüel. Nasıl çıkardın bunu? "Lacivert uzman bu konuda, bilir." dedi. "Nereden çıkardın?" dedim. "Bak!" dedi. "Çocuğa sordum terapide hatırlıyorsun, adamın biri kendisine pasif ilişki teklif etmiş. Yani adam pasif olacak, Alperen aktif. Alperen reddetmiş bunu da." "Eee" dedim "HK, yani?". "Yanisi şu, bu çocuk da batakta. Bu da kız düşkünü. Bir gün kızlardan bıkacak ama bu şekilde devam ederse. Hem de alkolik zaten. Bütün alkoliklerde gizli eşcinsellik vardır. (Mantıklı düşününce doğru aslında). Yani bu çocukla aynı evde kaldığını düşün. İkiniz de sarhoşsunuz. o zaman olacaklara hiçbir şey engel olamaz." Dedim "Vay arkadaş! Hayatta çok ince ayrıntılar var da ben göremiyorum henüz." Ama haklısın HK. Alperen'i de terapiye gelmeye ikna etmem lazım bir ara. Gelsin, o çocukla arkadaş olmak istiyorum ama psikolojisi düzelsin önce -sanki benimki normal ya!

Zapping: Birgün ağladım böyle hüngür hüngür. Yalvarıyorum Allah'a "Beni kurtar bu illetten, yardım et, işaret göster." diye. Açtım Kur'an'ı Lut suresi çıktı. Dedim ki "Dalga mı geçiyorsun benimle? Burada çözüm yok, sonuç var." dedim. Kapattım, açtım. Yine aynı ayetler. Kapattım, açtım. Yine aynı ayetler. "Okuyayım, bakayım." dedim, okudum ama anlam yoktu be arkadaş. En azından ben anlayamıyordum henüz. O günden sonra namazı, orucu bıraktım. Ha! Bunu niye anlattım? Çünkü sonradan, yani bugünkü kafamla bakınca o ayetlere, oradaki mesaja yanlış baktığımı anladım. Mesaj aslında beni kurtuluşa yönlendirmek istiyordu. Oradaki "Kızlarımı alın." dediği kısım aklıma takıldı sonra. Tamamını okuyan görmüştür zaten vişne suyu-göğüs ilişkisini. Ben kızların beni beğenmeyeceği korkusuyla eşcinsel olmuştum zaten. Tabii bu sebeplerden sadece biri. Diğerlerini yazdım zaten yukarıda. Evet, o ayetlerin karşıma çıkmasının sebebi buydu aslında. Benim kızlara karşı korkumu yenmem lazımdı bir yandan da. Ama daha zaman var buna, hissediyorum.

Her neyse atlayalım yine başka konuya.

   HK'yla kitap mağazasına girdik. Psikoloji bölümüne girince heyecanlandım. "Ben de mi başlasam psikolojiye?" dedim hemen. "Dur ulan! Önce kendini düzelt." dedim haliyle. "Neyse, belki birgün tam anlamıyla düzelirsem, o zaman düşünebilirim." diyordum ki dışarıda yapılan terapi işe yaradı ve zihnim açılmıştı resmen. Kendimi gülümsemekten alıkoyamıyordum. Kendimin özüne inmiştim en sonunda. Bütün sorunun dayımı "baba" olarak görmek olduğunu anlamıştım. En azından büyük bir kısmının... "Her kim ki nefsini bilir rabbini bulur." anlayışıyla hareket etmeye karar verdim. Hemen hemen çözmüştüm zihnimdeki perdeleri. Artık psikoloji kitapları okuyabilirdim. Başladım da okumaya zaten bugün. Her neyse, kaç saattir yazıyorum HK'ya söz verdim diye. Gerçi bir-iki sayfa diye söz verdim ona ama roman oldu resmen. Gerçek anlamda birgün roman yazmayı düşünüyorum bu hikayeyi kullanarak. Ben psikoloji kitabıma devam edeyim en iyisi. HK. Sözümü tuttum en sonunda, yazmayı başardım. Her ne kadar hepsi birbiriyle bağlantılı ama bir o kadar da kopuk yazılmış olsalar da.

81
bir parçası olabilmek için kuzenime sahip olmalıydım. Hem de tamamen. Defalarca belki de... Sahip oldum da zaten defalarca. Ama yine de yeterince ait değildim ailelerine. Hala "baba" diyemiyordum dayıma. Ama ben hak ediyordum baba demeyi ona çünkü ben onun istediği gibi bir evlat olmuştum. Kuzenim olamamıştı, pısırığın tekiydi bir kere, ben ise girişkendim. Şirketle de ilgileniyordum, işi de sahiplenmiştim. Bu velet iki günde batırırdı işyerini. Ben hayatım pahasına korurdum oysaki. Çünkü babamın emanetiydi bu işyeri. Daha doğrusu dayımın. Bir zaman sonra canınıza tak ediyor; hele ki dayınız "Bu işyerine bağlanma." dedikten sonra. Acaba aynı şeyi kardeşime de demiş mi? Neden bana diyordu? Şerefsizlik lan bu! Her neyse konu değiştirelim. Yine bağlarız bir ara buraya.

   Lisedeyken İbrahim adında biriyle tanıştım. Aman Allah'ım! bu benim hayalimdeki ağabeyimdi resmen. Hatta hayalimdekinden de iyiydi. Onunla tanışmamız tesadüf olamazdı. Mutlaka o beni koruyup kollamalıydı. Ama ona "Sen benim ağabeyimsin." diyemezsin. Elinde kanıt yok. Önce ailesiyle de tanışmalıydım. Hatta DNA testi bile yaptırmalıydım. Hayatına o kadar hızlı girmiştim ki virüslerden daha hızlı yayılma rekorunu Guinness bana vermeliydi bence. Altı yedi ayda kardeş gibi olmuştuk. Haftanın altı günü, günde altı-yedi saat beraberdik. Daha fazla ne isteyebilir ki bir insan? Hem cinsel ihtiyacımı da kardeşimi becererek gideriyordum. Beni sahiplenecek bir ağabey de bulmuştum. Hatta evi terkeden ağabeyim olduğuna emindim. Bu kadar zamandır saklamayı başarmışlardı şerefsizler benden! Ama bulmuştum sonuçta. Benden kaçar mı böyle şeyler? Ama dur bir dakika! Ağabeyim bana en iyi arkadaşı olmadığımı söyledi sanki. Ben mi öyle hatırlıyorum yoksa? Evet, evet. Söyledi şerefsiz. Ah işte! Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Ağabeydir, bağrımıza  basalım bari. İki seçenek var o zaman önümde ya en yakın arkadaşını öldürüp geriye bir tek ben kalacağım ya da daha fazla çaba sarfedeceğim. İkinci seçenek daha mantıklı. Hem ne kaybedebilirim ki? Hemen çaba sarf etmeliyim o zaman. Acaba ne yapsam daha fazla sever ki beni? Bilmiyorum ki, her şeyi düşündüm ama bir tek bunu düşünmedim. Şu ibneye bak! Bir de kız arkadaş edinmiş. Yakışır mı lan erkek adama biriyle kardeşinden daha fazla ilgilenmek? Siktir et kızı, onun yaptıklarını da yaparım ben ona. Ama olmaz, o kabul etmez bunu. Eder mi ki yoksa? Kucağına falan uzandığımda cinsel organını falan da hissetmiştim. Hoşuma da gitmişti hani. Ama olmaz be! O senin ağabeyin. Olsun ulan! Kardeşini beceriyorsun zaten ağabeyinle de yap. Ama dur! Olmaz çünkü buna tamamen karşı olduğunu bir sohbette belirtmişti. Kesin uzaklaşır benden. Lakin böyle de gitmez bu, dürüst olmam lazım ona karşı. Ne de olsa ağabeyim o benim. Eminim anlayışla karşılar hatta yardım etmeye çalışır bundan kurtulmam için belki de. Bir ihtimalle duygularıma karşılık da verir. Ama olmaz, mümkün değil. Suçluluk hissederim o zaman. Ağabeyim beni kurtarmalı bundan, bana yardım etmeli. Evet, evet. Kesin eder. Buraya kadarki hayatım yaptıklarıma rağmen çok masumdu galiba.

Emre: İbrahim (Ağabeyciğim) ben senden hoşlanıyorum biliyorum bu saçma bir şey ama bana yardım etmen lazım. Sensiz bir dakika bile düşünemiyorum galiba bir erkeğe aşık oldum.
İbrahim (Şerefsiz): Bir daha bu konuyu benimle açma! Hayatımdan çık! Uzaklaş benden!

Lanet olsun! Bunu beklemiyordum! Olayın böyle gitmemesi gerekiyordu. Her neyse, neredeydi bu en yakın tekel büfesi? Bir paket sigara almalıyım. Bu gece içmeliyim ki hepsini, üzüntülü olduğumu hatırlayayım biraz daha. Bu imkansız bir olay çünkü. Hayal görüyorum, yaşanmadı bu. Hatta iki paket sigara almalıyım ancak ayılırım uykumdan. İçkisiz olur mu peki? İçki haram! Olmaz ulan! Kullanamam ben! Belki de o da ne diyeceğini bilemedi. Yarın sakin kafayla konuşuruz. Bu sırada iki paket sigara bitmiş. Çok kısa üretiyorlar ağabey, yoksa ben çok içmedim. Bir çekişte bitiyor zaten. O değil de bir ay peşinden koştum bu olaydan sonra yahu. Herkes "Aranız niye bu kadar bozuldu?" falan diye soru da soruyor. Ne diyeceğim ulan onlara. Hatta bi muhabbet içime oturmuştu.

Üçüncü Şahıs: Ağabey ne oldu? Aranız çok iyiydi, kardeş gibiydiniz. Neden küstünüz?
Emre: Ağabey öyle işte yahu. Özel mesele.
Üçüncü Şahıs: Ne özel meseleymiş, bir aydır çözemediniz.
Emre: Özel olmasa anlatırdım, bilirsin seni ne kadar sevdiğimi.
Üçüncü Şahıs: Ağabey becerdiniz mi birbirinizi? Bu yüzden mi? Söyle!
Emre: Daha kötüsü! (O beni becerdi daha çok, şerefsiz insan evladı!)


Derken bu üçüncü şahısa anlattım. Sonuçta yakın arkadaşımdı. Ama harbi yakınmış be! Bırakmadı beni. Hala da görüşürüz. Bana her zaman destek verdi. Yalnız buna aynı hatayı yapmam. Dilim yandı bir kere. Neyse üçüncü şahıs, dördüncü şahıs derken, yakındı uzaktı derken, yaklaşık yirmi-otuz kişiye söylemişim -ne zaman söyledim ki ulan? Şans eseri, birgün Facebook'taki (Ah facebook senin yüzünden her şey, ben masumum yoksa!) mesajı ablam okumuş. Ardından benimle konuştu ve akşam yemeğe davet etti. Çok olgun karşıladı yahu. Helal olsun! Tek evli ablam buydu. Benden sonra en küçük olan; kendini kurtarmış olan cehennemden. Akşam uzun uzun konuştuk ama ben eve gitmeliydim, hayatın sonu gelmişti, intihar etmeliydim. Ama bu ne ısrar arkadaş? Bırakın da adam gibi intiharımı edeyim. Yüzlerine karşı da söyleyemiyorsun insanların "Bırakın iki dakika intihar edip geleyim." diye. Her neyse "Enişten anlayışlıdır, bu konularda onunla konuş." falan dedi. Dedim ki "Ben konuşmam, gitmem lazım zaten. Sen konuş! Tamam, sen otur burada. Beraber konuşuruz." dedi. Ne kadar da ısrarcı ama yahu. "Tamam, hadi gelsin." dedik biz de. Geldi, konuştuk falan. Derken internetten HK'yı buldu. "Babamdan para istemem ben, param da yok. Gidemem buradan ta İstanbul'a" dedim. Hem de bunun çözümü yok ki kardeşim. İntihar edeceğiz işte, iki dakika bırakın. "Yahu tamam. Bana borcun olsun hem de bir gezmiş olursun." dedi. Ben de "Eh, bir deneyeyim bari, hem İstanbul'u gezmeden öldü demesinler." dedim. Ayıptır sonuçta. Yahu o değil de farkettim ki hikayeye sondan başladım ve başa doğru geldim. Neyse, bence güzel oldu ama okuyan pek anlamayacak. Sorun değil, ben de anlayamıyorum zaten. Dayım mı babam? Babam mı dayım? Kardeşim erkek mi? Kuzenim kim? Belli değil. Hala da emin değilim zaten. Neyse konu değiştirelim.

   Derken eniştemle atladık uçağa, geldik İstanbullara. O kadar yol planı yapmıştık "Yok, şuradan metroya, metrodan şuraya." diye.  Uyguladık da planı ama zevki çıkmadı yolun. Neyse Mecidiyeköy'e geldik. HK'yla tanıştık falan. Sonra, hayatımda en nefret ettiğim ikinci şey gündeme geldi. İlk terapi korkusu! Ne konuşacaktım ulan ben bu adamla? Hem de çok kaba bu adam. Terapi çıkışında yer beni herhalde. Ama neyse, pazartesilerden daha korkunç değildi. Sonuçta ikinci en nefret ettiğim şeydi. Ya da dur! İbrahim de var. Üçüncü en nefret ettiğim şey. Gerçi ben hayattan da nefret ediyorum. Kendimden, Allah'tan, babamdan, annemden... Hem zaten duygularımı öldürmüştüm ben bu kadar acıdan sonra. Ama bu HK yok mu? Benim duygularımın ölmediğini iddia ediyordu. Sen kimsin ulan, benim duygularımın ölmediğini iddia ediyorsun? Dur bir saniye yahu. Duygularımla hareket ettim yine. Nefret de bir duyguydu değil mi? Neyse ilk terapileri sevmem bu konuyu da atlayalım. Ama korkmayın. Yemiyor terapi çıkışında.

Daha sonraki terapilere tek başıma da gelebilirdim. Böylece belki kendime güven kazanırdım. Ama dur! İntihar mı etsem önce? Söz verdik HK'ya ikinci terapiye geleceğiz diye ama. Hele bir ikinciye de girelim, sonra intihar ederiz. Sözümüzün eri olalım. Terapinin tek olumsuz yanı sabah uçakla geldiğim İstanbul'dan akşam uçakla geri dönmekti. Buna da bir çare buluruz elbet ama sonra artık. Tüh ulan! Üçüncüye de söz verdik adama. Yine kandırdı HK beni. O da oynamaya başladı sinirlerimle, yenmeliyim onu. Hem paramızla geliyoruz hem de yeniliyoruz adama. Şu işe bak yahu! Belki de sözünü dinlemeliyim. Lüzumlu bir şey söylemeye çalışıyordur. Ama hemen her şeyi de söylemeyeyim, önce güvenmeliyim. Her neyse, "her şeyi söylemez" şekilde dört-beş ay geldim terapiye. Ama yeterdi be! Hem iyi de hissettim kendimi. Artık kendi başıma çözebilirim. Evime döneyim en iyisi. Altı ay zar-zor idare ettikten sonra intihar etmek üzereyken yine geldim İstanbullara. Yanımda internetten tanıştığım İstanbullu bir arkadaşı da getirdim terapiye. İlk defa yüz yüze görüştüğün adamı niye terapiye getirirsin ki? Hem de niye hemen güvendin buna? Neyse geldi bir kere. Zaten dışarıda bilgisayarla uğraşıyor, ben de terapimi yapar çıkarım sonra içmeye falan gideriz. İnanılmaz! HK'yla iki saattir terapideyiz, normalde 40 dakika zor dayanıyordum. Hem de artık HK danışanlarıyla önümde telefonla görüşmeye başlamıştı. Güvenmeye başladım bu adama galiba, artık bir şeyleri anlatabilirim. Ama dur! O da ne? internetten tanıştığım arkadaşı da odaya çağırdı. Ne oluyor ulan? Neyse, girsin hadi. Zararı dokunmaz. Hem bu çocuk eşcinsel olmadığını iddia ediyor ama gerçekten öyle mi? Hadi onu bıraktım, psikolojisi normal mi acaba? Bir test etsin HK, bakalım. Yorum yapmadı çocuğa yahu. Neyse artık bir dahaki terapide söyler nasıl biri olduğunu herhalde, zaten içmeye gitmemiz lazım bizim. Taksim'de içelim, en yakın yer orası. Hem para basıyoruz zaten, burada cebime batıyor. Ah keşke demez olaydım bunu! Bir kadeh viski, bir kadeh votkaya 37 lira ödedim çıktım. Ulan ertesi gün 70'lik votkayı 37 liraya aldım. Hem de iki saatte hepsini içtim. Alkol komasından zor kurtardılar beni. Sen kim, 70'lik votkayı fondip yapmak kim? Niye içersin ki zaten bu içkiyi? Haram zaten. Alperen'le niye dolaşıyorsun ki? Daha yeni tanıştın. Hem  içkisini de ısmarladın. Hani maksat ben zenginim ayağına yatacaksın yine değil mi? Ah sen yok musun bilinçaltı?

   Ertesi gün Alperen'le buluşma isteğim doğdu yine. Hem anne-babası boşanmıştı. Demek bu yüzden seviyordum bu çocuğu. Hep sevmişimdir annesi babası boşananları. Ah bir bizimkiler boşanamadı! Evlilik doktorları ben oldum. Her kavga ettiklerinde ben ayırıyorum. Annem, babamı bana kötülüyor. Babam, annemi bana. Bana ne ulan? "Boşanın işte!" diyorum. Dinletemiyorum da. Uzun süre kurtarmaya çalıştım ilişkilerini ama olmuyor işte cinsellik olmadığı zaman.

   Derken "zapping" yapalım. Ben on yaşındayken, babamın bürosuna bir hafta boyunca bir kadın her gün gelmeye başladı. Elini falan tuttuğunu gördüm ama anlam veremedim. Ama bu işte bir iş vardı. "Hemen anneme söylemeliyim bunu." diye düşündüm herhalde. Eve gider gitmez söyledim. Derken olaylar patladı. Benim de

82
gördüğü şeyi ben hala göremiyorum bugün. Kitabımın sonuna gelmiş bulunuyoruz fakat son bir eksiği tamamlamak lazım. Bu kitabın bir sonraki bölümünde de o eksiği tamamlayalım o halde. Nice kitaplarda görüşmek üzere!















BÖLÜM 17: Vişne Suyu (03.07.2012)

Geldik kitabımızın adına ilham veren yazımıza. Dokunzuncu bölümde geçen terapiden sonra ilk yazdım bu yazıyı. Ufak tefek şeyleri düzelttiysem de yazı içeriğiyle oynamamaya özen gösterdim. Terapilerde sürekli dediğimiz gibi "Kitabı özetleyelim." deyip size Vişne Suyu'nu takdim edeyim.

"Vişne suyuyla ne alakası var eşcinselliğin?" dediğinizi duyar gibiyim. Çok alakalı aslında. Mesela şekli itibarı ile çok alakalı. Yazının devamını okumadan önce bir kağıda vişne resmi çizin. En basitinden olsun. Size neyi çağrıştırdığını düşünün. Şahsen bana erkek cinsel organını çağrıştırdı HK ilk çizdiğinde ama ikinci bakışımda da kadın göğüslerini çağrıştırdı. Kendime "Neden vişne suyunu normal sudan daha fazla içiyorum?" sorusunu sormaya başladım o andan itibaren -her gün rahatlıkla dört beş bardak vişne suyu içtiğim olur. Kadınlara ilgiden dolayı mı yoksa erkeklere ilgiden dolayı mı vişne suyunu seviyordum bu kadar? Tadı güzeldir falan ama bunları bir kenara bıraktığımda olayın aslında bilinçaltından kaynaklanan bir durum olduğunun farkına vardım. Daha doğrusu vardık HK'yla beraber. Sonra gözlerimi kapattım ve düşündüm. Bu kesinlikle istediğim ama yasak olmasından dolayı bilinçaltıma yerleşmiş bir durumdan kaynaklanıyordu. Sonra geçmişe derin bir yolculuk başladı. Eğer dördüncü çocuksanız, üç ablanız varsa, en küçüğüyle aranızdaki yaş farkı dokuz ise, küçükken kadın gezmelerine gittiyseniz ve çocuğunu emziren bayandan dolayı dışarı çıkarıldıysanız bu çok normal bir durum.

   Konudan konuya atlamakta gayet iyiyim sanırım. İlk yedi sekiz terapide babayı suçlarken son iki terapide suçlunun anne olduğunu ve bütün aileyi psikolojik olarak sarstığını, bunların üstüne son terapide, suçladığım babamın aslında babam olmadığını düşündüğümü öğrendiğimde şok oldum ve uzun süredir ertelediğim bu yazıyı yazmaya karar verdim. Çok uzun cümle kurdum yahu. Ben de anlamadım ne yazdığımı fakat nasılsa anlayan biri çıkar ve tercüme eder bize. Neyse, konumuza dönelim. HK aradı beni ve "Bugün terapiyi dışarda yapalım." dedi. "Yapalım HK'cığım, seni mi kıracağız?" dedim. Neyse İstanbul Forum'da benim alkol komasından kurtulmuş olmamın şerefine bir güzel yemek yedim. O sırada HK çöpçatanlık yapıyordu. Ben de kulak misafiri oldum. Neyse konumuz değil bu -ama bana da şöyle parlak birini ayarlasa fena olmazdı. Bu yazıyı yazmayı hiç düşünmüyordum ama bu terapide HK'ya beynimin en derinine inmesine izin verdim,  yani en derin yeri olmasa da bir üst kısıma. Çocukluğuma indik, babamla annemin cinsel hayatına girdik(Olmayan cinsel hayatına). Doğduğumdan beri hiç beraber yattıklarını görmedim. Haliyle çocuk aklıyla nereden olduğunuzu tahmin bile edemiyorsunuz. Şahsen şu an bile sorsalar "Leyleklerin beni getirmiş olması daha mantıklı." derim. Sonuçta aynı odada yatmıyorlar ve ben de geceleri yatmıyorum. "Hangi ara yaptılar?" falan uzun hikaye. Yapmamışlar işte. Neyse en azından bilinçaltım böyle diyor. Annem babamı kötüler hep "Böyle koca mı olur? Falan, fistan." diye. Bugüne kadar babamı(!) suçlayan ben, aslında annemi suçlamam gerektiğini anladım işte. Niye "babam" kelimesinin yanında ünlem var açıklayacağım birazdan onu da. Eğer bir anneyle baba aynı odada yatmıyorsa, babanıza benzemiyorsanız, anneniz babanızı değil dayınızı örnek almanızı istiyorsa ve dayınız size benziyorsa o zaman dayınız babanızdır aslında. En azından bilinçaltım böyle düşünüyor. Bana da mantıklı geldi hayatım boyunca ve babamı "babam" olarak görmedim. O yabancıydı bana göre, dayım daha çok babamdı. Hatta şöyle ki babam bana para verdiğinde "Sen kimsin ki bana para veriyorsun?" durumuna geçiyordum. Sanki üvey babamdı hatta yabancı bir adam. Ama dayım öyle mi? O babamdı benim yahu. Her şeyde o ön ayak olmuştu. İlk bilgisayarımı o almıştı. Çocukluğumda hep onun yanında çalışmıştım. İyi okullara onun sayesinde gitmiştim. Dur bir dakika! Yoksa gerçekten ensest bir ilişki mi var ortada? Ama soramıyorsun da "Dayı sen benim babam mısın?" diye. Bilinçaltı işte, atsan atılmaz satsan satılmaz, evlattır, seveceksin. Derken konu cinsel hayatıma girince, dayımın oğluyla cinsel ilişkiye giriyordum ben hep. Hep derken, gerçekten hep. Yani sizin yaptığınız mastürbasyon kadar ben de onunla ilişkiye girmişimdir herhalde. Tabi anal ilişkiye karşıyım ben. Anal harici her ilişki diyelim. İşte bu da bilinçaltının oyunu. Eğer dayınız babanızsa aynı zamanda, o zaman kuzeniniz de kardeşinizdir. Bunu duyunca ben de şaşırdım ama yapboz parçaları oturmaya başladı kafamda yavaş yavaş.

   Konu değiştirelim, bir de küçükken ayakkabı dolabında olan erkek ayakkabıları ölmüş olan ağabeyimin olduğuna yorumlardım. Öyle bir şey olmadığını defalarca söylediler ama ben emindim. Benim bir koruyucu meleğim vardı, ağabeyim vardı ve öldü. Ya da evi terketti, belki geri dönecekti bir gün. Üç yaşında mıydım o zaman? Öyle olması lazım. Bir yaşında konuşmaya başladığımı hesaba katarsak üç yaş çok normal bunun için. Uzun bir süre bekledim ağabeyimin gelmesini. Gerçekten uzun ama, on sene kadar. Beklerken de boş durmadım, kafamda hayal kurdum "Görüntüsü şöyleydi, kişiliği böyleydi." diye. Bizzat aradım da onu. Aynı zamanda kuzenimle de seviştim boş durmadım bu arada çünkü biz kardeştik. Ensest ilişki normal bir şeydir abartmayın bu kadar. Ah anne! Niye babamı kötüleyip dayıma yönelttin ki beni? O benim babam mı? En azından bir süre böyle düşündüm. Kuzenimle, yani kardeşimle aynı anda dayımın karşısındayken kıskanıyordum kardeşimi. Çünkü o haketmiyordu dayımın oğlu olmayı, ben hakediyordum. Hem şirketinde çalıştığımız zamanlarda da her gelen beni ona benzetiyordu. Oğlun mu diye soruyorlardı dayıma? O da "Hayır, yeğenim." dediğinde bir taş daha  düşüyordu içime. Kuzenimi öldürmem lazımdı belki de ya da onların

83
Annemin dayıma fazla ilgi göstermesi. "Babanı değil de dayını örnek al!" demesi mesela.
- Abla-kardeş sık sık görüşürler mi?
- Evet.
- Baban, annenin dayına çok ilgi göstermesinin farkında mıdır? Rahatsız olur mu?
- Farkındadır ama babam da dayımı çok sever.
- Rahatsız olmaz mı peki hiç?
- Ne bileyim haftada bir gelir zaten ancak annemle dayımın arasındaki yakınlıktan rahatsız olur.
- Peki dayının oğluysan... Ne düşündün sonra?
- Kendimi dayımın işyerine ait hissetmeye başladım.
- Sen kimsin ama? Kim olduğun belli değil.
- Aslında öyle değil de...
- Şu anki mantığınla değil, çocukluktaki mantığınla bak.
- Bilmiyorum.
- Babamla annemin oğlu değilsem de annem ile dayımın oğluysam aynı zamanda... Ne oluyor?
- Tam bir "orospu çocuğu" oluyorum.
- Kendini günahkar gördün mü böyle? "Ben doğuştan günahkarım." diye düşündündün mü?
- Kendimi suçlamadım.
- Ama sonuçta bir günahın eseri olmuş oluyorsun.
- Evet.
- Kötü değil de "piç" gibi hissettiğin oldu mu hiç?
- Okulda.
- Tarif et.
- Okulda kavga edecek olsam kendimi çok yalnız hissederim. Fazlasıyla sevenim olmasına rağmen çağıracak kimseyi bulamam.
- Neden?
- Hiçbir yere ait değilim çünkü.
- Babamın oğlu değilim, babamı çağıramam. Dayımın oğlu olsam bile kimse bilmiyor.
- Onu da çağıramam yani.
- "Kimse benim kim olduğumu bilmiyor."
- İlişkimin olduğu dayımın oğlu bundan mı çıktı acaba?
- Güzel nokta. Çak!
- Bunu daha önce hiç düşünmemiştim.
- Şimdi düşün.
- Dayının oğluysa senin neyin oluyor? Yaşıt mıydınız?
- Üç yaş küçük benden.
- Sen ona ağabeylik yapıyorsun yani.
- Evet.
- Kardeşine neyi öğretiyorsun? Cinselliği.
- Sevgiyi ağabeyinle yaşıyorsun, cinselliği ise kardeşinle. Uydu mu şimdi?
- Taşlar yerine oturdu.
- Bunları terapi odasında konuşamazdık Emreciğim.
- Yaptığım şeyler yapmak istediğim şeyler değil de bilinçaltımın oyunu yani.
- Sen, sen değilsin.
- Ben kendimi oynamıyorum aslında. Sizi bulmadan önce intihar etme aşamasındaydım.
- Nasıl?
- Ablamlar yemeğe kalmaya ısrar etti bana. Ben de mecburen yemeğe kaldım onlarda. Eve gitseydim intihar edecektim. İlaçları bile hazırlamıştım, ne kadar içmem gerektiğini planlıyordum. Kurtaramayacakları bir şekilde ölmeliydim.
- Ne itti seni bu intihar düşüncesine?
- İbrahim'e anlattığım şeylerden dolayı İbrahim beni bırakmıştı.
- Yani İbrahim sana ağabeylik yapmadı. Aslında gerçek anlamda ağabeyin olsaydı...
- Beni bırakmaması lazımdı.
- Öyle değil mi? Ağabey ne yapar? "Bu bir sorun, bunu beraber çözmeliyiz." der. Gerçekten güçlü olsaydı, ağabeyin olsaydı, senin bu sorunu çözmen için destek olurdu sana.
- Şahsen kendimi düşünüyorum. Biri bana bu şekilde gelseydi ben yardım ederdim ona.
- Onu sen yarattın Emre. O bir ağabey değil. Kardeşin?
- Dayı oğlu mu?
- Evet.
- Onun benim olmasını İbrahim'den fazla istiyorum.
- Niçin?
- Onu hiç bilmiyorum şu an.
- Şimdi sen dayının oğlusun. Peki o öz oğlu mu?
- Evet.
- Bir nevi dayını cezalandırmak değil mi?


Çok uzun bir süre sessizlik... Hem de çok uzun bir süre... Kafam allak bullak olmuştu bu terapide. Bütün taşlar yerine oturuyordu belki de ama çok sert oturduklarından kendimi sarsılmış hissediyordum. Kimin kim olduğu konusunda benim bile kafam karışmıştı. Bahçıvan aşçıyı, aşçı uşağı, uşak bahçıvanı... "Ne oluyor ulan?" diye düşündüm uzunca bir süre. Kimi istiyorum, neden istiyorum? Ne oluyor? Ben kimim? Karışık meseleler bunlar.

- Babandan para alamıyordun ya hani.
- Evet.
- Çünkü baban değil de ondan. Baban olan kişi dayın, ondan para alabilmek için de "eşek" gibi çalışıyordun işyerinde. Dayın sana para verince ne hissediyordun? Keyif alıyor muydun? Mutlu oluyor muydun?
- Fazlasıyla.
- Nasıl bir mutluluk?
- Tarif edilemeyecek şekilde...
- Şuradaki garson da maaşını alıp mutlu oluyor ama senin gibi bir mutluluk hissetmiyor. Çünkü sen patronundan değil babandan para alıyorsun. Ait oluyorsun. O parayı sana verdiğinde seni kabullendiğini hissediyorsun. Sahiplendiğini hissediyorsun. Babandan para isteyeceksin Emre!
- Bir ara borcumu ödedi zaten. Ben sinirlenmiştim. Hani "Sen kimsin ki? Niye ödüyorsun?" dercesine.
- Niye sinirleniyorsun? Çünkü ödediğinde baban oluyor. Baban parayı öderse dayının gerçek baban olma teorisi yıkılır. İşte gerçek Emre'yi bulmak istiyorsan babandan para alacaksın.
- Ben bunu yapamam.
- Bunu yaparsan dayının oğlu olduğun teorisi yıkılacak. Bütün problem oradan çıkmıyor mu? Ağabeyler, kardeşler, babalar... Kimin eli kimin cebinde belli değil.
- Hiç sormayın!
- Oyun bitti Emre. Çöz artık bunu. Babanla bazı gerçekleri konuş. Erkek erkeğe konuş artık.
- Babam benimle konuşmak istese bile ben uzaklaşıyorum ondan.
- Sen teorini yıkmak istemiyorsun çünkü. Gerçeği mi istiyorsun yoksa teorini mi? Teorin senin çocukluk fantezin. Cinsel problemleri olsa bile annenle baban aynı yatakta yatsalardı belki de bu fantezi olmayacaktı.
- Vişne suyu içmem lazım.
- Niye?
- Vişne suyu krizim tuttu!

Bu kadar şeyi bir terapide çözmek beni yormuştu gerçekten. HK, terapinin sonlarına doğru bana bunları yazmamın iyi olacağını söyledi. İlk yazımı yazmış oldum böylece: Vişne Suyu! Birçok yazı yazdım ondan sonra ama hiçbiri "Vişne Suyu" gibi olmadı. Bu kitap da bir "Vişne Suyu" etmez bence. Vişne Suyu'nu yazdıktan sonra birçok okurla karşı karşıya geldim. Vişne Suyu yazım için tebrik e-postaları aldım hatta. Fakat onların Vişne Suyu'nda

84
Bunu biliyorum zaten. Dillendiremiyordum uzunca bir süredir. Ağabey takıntımın İbrahim'e yönlendirdiğini, daha sonrasında eşcinselliğe dönüştüğünü en başında biliyordum zaten.
- Tamam. Sadece şimdi açığa çıktı.
- Şimdi söyledim sadece.
- Sen erkeklerde bir ağabeylik mi arıyorsun? Seni koruyacak, sahiplenecek gibi.
- Kesinlikle öyle.
- Ama aşırı duygu olacak, baba gibi bir ağabey. Daha da ileri gidersek "Allah" gibi bir ağabey.
- Aynen öyle. Tam olarak öyle hatta.
- "Bana vakit ayıracak, benimle ilgilenecek."
- Beni koruyacak.
- Neyden koruyacak?
- Herhangi bir kimseden. Ben bir sebebini daha buldum yahu.
- Nedir?
-   İlköğretim yahu. Bayağı ezilirdim. Karşılık veremezdim onlara.

Bu kısma 2008 yılının yaz aylarında yaşadığımız "yeni aile arayışı" hikayemi eklersek daha iyi oturmuş olur. Haziran ayıydı, birçok çocuk, babalarının gönderdiği yerlerde çıraklık yapıyordu. Ne de olsa çalışacak sınav kalmamıştı, zamanım çoktu. Ben de babamın yanına gittim ve ona herhangi bir yerde çalışmak istediğimi söyledim. O "Hayır, çalışamazsın. Ne kadar para istiyorsan vereyim." dedi. Olayın mantığını kavrayamamıştı. Para istemiyordum ben, sadece bir şeyler yapmak istiyordum, diğerleri gibi olmak istiyordum. Benim başarılı olmamı, kendi ayakları üstünde durabilecek bir insan olmamı istemiyordu bence. Başka da bir açıklaması olamazdı bu durumun. Uzun ısrarlarımın sonunda güç bela izin verdi ve ayakkabı satan bir arkadaşının yanında işe başladım. Hüseyin amcanın Ufuk(18) ve Tolga(20) adlarında iki erkek çocuğu da dükkanda çalışıyordu. Hüseyin amca babamı çok sevdiği için bana da oğlu gibi davranırdı. Hatta oğullarına davrandığından çok daha iyi davranırdı. Dükkanda genellikle Ufuk kalırdı çünkü Tolga üniversiteye başlayacaktı. Ufuk derslerle pek alakası olmayan, karı-kız peşinde koşan ve hayatını bu şekilde idame ettirmek isteyen biriydi. Ufuk'la daha fazla zaman geçirdiğimizden dolayı onu ağabeyim gibi görürdüm ve Ufuk'tan önce hayatımda hiç kimseye yanına ismini koymadan "ağabey" diye seslenmemiştim ve Ufuk'a sadece "ağabey" diyordum. Bir süre sonra onu öz ağabeyim gibi görmeye başlamıştım . Bir gün, kız kardeşi Ayşe'nin doğum gününde hediye aldı ona ve kız kardeşini ne kadar çok sevdiğinden bahsetti. Ne kadar hayal kırıklığına uğradığımı unutamam. O hediye bana alınmalıydı! Bana asla öz kardeşi gibi olamayacağım gerçeğini hatırlattı acı bir şekilde. Ben de "ağabey" demeyi bıraktım o andan sonra. Hayatımda sahip olduğum en güzel anlar beynimin içinde cehennem alevlerine dönüşmüştü resmen. Bu da yetmezmiş gibi bu olaydan kısa bir süre sonra Ufuk ve iki arkadaşı dükkanın arkasındaki bir yere götürdü beni. İkisi beni havaya kaldırdı ve biri de fermuarımı açmaya çalışıyordu. Penisime bakmaya çalışıyorlardı ve "Büyüdün mü ulan, kamışa su geliyor mu?" gibi laflar söylediler bana. Havadayken tekmeler savurarak direndim ve fermuarımı açmalarına engel oldum. Ufuk "Ağabeylerine böyle mi yapılır?" diyerek bana bayağı kızdı. Yaşanan bu olay için defalarca özür dilediğimi hatırlıyorum.  Ağabey arayışım yıllardır vardı ve bence Ufuk'la yaşadığımız o olay bu arayışımı farklı bir şekilde boyuta ilerlemesine neden oldu. Çünkü Ufuk'a karşı hissettiğim suçluluk duygusunu bugün hala hissediyorum. Haliyle "ağabey" olarak gördüğüm kişilere en başlangıçta suçluluk duygusuyla yaklaşıyorum ve karşımdaki kişi kesin bir hata yapmışsa bile hatayı kendimde arıyorum. Kendimi affettirmek için de cinselliği aracı olarak kullanıyorum.

- Bu mantıkla gidersek, o halde seni sahiplenen, sana destek veren herkes ağabey olabilir mi?
- Evet ama kafamdaki görünüşe de uyması lazım. İbrahim uyuyordu her anlamıyla.
- Tamam da İbrahim yok artık. Başka şekilde bakarsak mesela, Alperen olabilir mi?
- Olabilir herhalde.
- Beden olarak kafandaki resme uyuyor mu? Yoksa sadece ilgisi ve alakası mı?
- Beden olarak kafamdaki resme çok uzak değil ve ilgisi, alakası cezbediyor beni.
- Sonuçta, amaç ağabeyi bulmak. Sen de hemen yenisini buluyorsun. Sonra ağabeyden emin olduktan sonra ödül olarak cinselliği vermen gerekmiyor mu?
- Çıktığı kızlar falan... Kıskanınca...
- Amaç ne burada? Ağabeyi elde etmek. Senin asıl amacın cinsellik mi yoksa ağabeyi elde etmek mi?
- Ağabeyi elde etmek.
- Sen cinselliği neden kullanıyorsun?
- Daha fazla elde etmek için, tamamen benim olsun diye.
- Senin ağabeyin olsun diye. İlişki cinselliğe yöneliyor çünkü karşındaki ağabey karakterine  karşı bir hata yaptığını düşündüğünde Ufuk olayındaki suçluluk açığa çıkıyor. Erkek erkek ilişkide bir koca aramıyorsun öyle değil mi? Sen aslında ağabeyi kaybetmemek için cinsellik katıyorsun ilişkine.
- Evet.
- Kuzenle olan ilişkide kuzenin ağabey gibi oluyor muydu?
- Hayır.
- Cinselliği bir kişiyle, duygusallığı da başka bir kişiyle yaşıyorsun o halde.
-   Aynen öyle.


Lanet çok kişilikli bilinçaltım! Niye berbat planlar yapıp duruyorsun? Kardeş kardeş geçinirken neden cinselliği soktun ki aramıza? Ne oldu? Daha fazla elde edebildin mi onları? HK'nın yanına gelip duruyorum senin yüzünden. İbrahim de yine senin yüzünden gitti. Bana nankörlük yapıyorsun sürekli. "Ağabey arayışı" diye ayak yaparak beni eşcinselliğe de sürükledin zaten. Lanet olsun sana!

- Bağ kuramamışsın ne annenle ne de babanla. Aitlik hissin yok. "Ben bu ailenin çocuğuyum." diyebilir misin?
- Hayır.
- Hatta şunu bile sorgulamış olabilirsin: Bunlar ayrı yatıyorsa ben nereden geldim?
- Bu değil de, buna benzeri oldu.
- Nedir?
- Ben dayıma çok benzerim. Babamla annemin değil de, dayımla annemin çocuğuyum diye düşünmüştüm. Ensest ilişki yani.
- Oh ne güzel, ne güzel. Ama niçin soruyorsun bunu? "Annemle babam ayrı yatıyorsa ben dünyaya nasıl geldim?" diye değil mi?
- Evet ve babam bana benzemiyor.
- Dayına baba gibi baktığın oldu mu hiç?
- Kesinlikle.
- Hatırlarsanız buraya gelmeden önceki dört ay boyunca da dayımın yanında çalışıyordum.
- Neden? İş falan hikaye o zaman.
- Onlar hikaye tabii ki. İş adamı olup ne yapacağım yoksa.

85
-   Bilmiyorum, kurmamam gerekiyormuş.
-   Sadece bir talimat mıydı yani? "Kızlarla gezme!"
-   Evet.
-   Peki sen ne hissediyordun böyle denilince? Kızlarla gezilince kötü mü olurmuş?
-   Evet.
-   Peki sen mi yapacaktın o kötülüğü, kızlar mı?
-   Bir fikrim yok.

Beni eşcinsel yapan şey annemin lanet olası baskıları! Annem de toplumdan bağımsız değil elbette. Toplumdakiler herkese baskı yapar. Kimse görmezken her haltı işlerler ama insan içinde melek takılırlar. Hepiniz kötülüğün ta kendisisiniz! Küçükken kızlarla iyi iletişim de kurabiliyordum oysa. Beni severlerdi ama annemin baskıları yüzünden hepsine ters davrandım ve beklediğim gibi benden uzaklaştılar. Ne oldu peki? İbnenin teki oldum. Eserinle gurur duy anne!

-   Hep şizofren olmak istemişimdir. Olmayan birinin halüsinasyonunu görmek istemişimdir.
-   Zaten siz sınır kişilik bozukluğu olanlarda hep yok mu bu? Mistik olana ilgi duyma, uhrevi olana ilgi duyma? Gerçek hayatta başarısız olunduğu için olmayan şeylere yöneliyorsunuz. Savaşamıyorsunuz. Senin de savaşacak gücün yok. Nerede güçlü olacaksın? Cinler, periler, görünmez varlıklar. Onlarla ilişki kuracaksın. Bu zavallı insanlardan üstün olacaksın. Oraya gitmiyor mu?
-   Gidiyor, doğru.
-   Sen gerçek hayattaki problemlerini çözmezsen, şizofrenliğe doğru gidiyorsun. Zeki olduğunu biliyorsun, başarabileceğini biliyorsun, üstün olduğunu biliyorsun ama yapamıyorsun. Bunlar da sende derin üzüntüler, kaygılar oluşturacak. Alkole, kumara yöneliyorsun. Ne bileyim işte eşcinselliğe gidiyorsun, eşcinsel olmazsan kadına gidiyorsun. Sapkın davranışlar gösteriyorsun. Tekkelerde falan böyle adamlar yok mudur dibine kadar alkole batan? Sonra tövbe eden ve uhrevi olana yönelen adamlar...
-   Vardır.
-   Değersiz, sapkın davranışlara yönelmiş. Başarı elde edememiş. Sonra mistik olana yöneliyor, şeyhin onayını bekliyor. En iyi müridi olmak istiyor, şeyh öldükten sonra şeyh olmak istiyor.
-   Orada da işler böyle yürüyor.
-   Kendini kontrol etme becerin yok. Sebebi, kendini erkek olarak görememen. Yetersiz görmen. Bir kadını istiyorsan onun senin hakkında ne düşündüğünü önemsemeyeceksin. Onu etkilemek önemli. Kadın kendisini sahiplenen erkeği ister. Kısacası psikolojisi sağlam adamı arar. Yakışıklılık başta bir kriter. Ama neye göre, kime göre?


HK'nın da dediği gibi, bir kadın erkekte önce yakışıklılığa bakıyor olabilir belki. Ama sonra karşıdaki erkeğin adam olup olmadığına bakıyor. Psikolojisi sağlamsa, ona destek olabilecekse, erkeği seçiyor. Yani bizim gibi insanların da kızlar karşısında şansı olabilir. Burada önemli olan şey bizim kızları isteyip istemediğimiz.

- Cinsel hayatı olmayan insan sağlıklı düşünemez. Babanla aranda gerçek algısında farklılık yok mu?
- Var.
- Kim daha sağlıklı?
- Bence ben.
- Evet. Niye böyle diyoruz peki? Senin eşcinsellik bile olsa cinsel bir hayatın var. Onun var mı?
- Hayır.
- Bir de varken yok, bu daha da kötü. Karısı ölmüş ya da ayrılmış olsa, haydi bir nebze. Ama karın var ve beraber yatmıyorsun. Sebebi ne?
- Benim bildiğim bir sebep yok.
- Hiç kafana takılmadı mı?
- Takıldı ve bu yüzden boşanmış ebeveynlerin çocuklarını daha çok seviyorum.
- Ne anlamda? Aç bunu işte.
- Çünkü benimkilerin hep boşanmış olmasını istemişimdir.
- İstemiştin ama neden ne?
- Çünkü boşanmamaları daha kötüydü. Varken yokluğu yaşıyorlar. Boşanırlarsa bari normal görünür.
- Belki ebeveynin boşansaydı ikisinden biri evlenebilirdi. Ama şimdi ortada bir evlilik yok.
- Senin bu düğümü çözmen lazım. Babana sor "Neden annemle yatmıyorsun?" diye.
- Sordum "Sana ne!" dedi.
- Öyle diyecek tabii ki, başka bir yerden gireceksin mevzuya. Peygamberden gireceksin, damardan gireceksin.

Annem ve babamın yıllardır aynı yatakta bile yatmıyor oluşu bende derin etkiler bıraktı anlaşılan. On beş seneden fazla bir süredir beraber yatmıyorlar. Bu yüzden biri evlenince ne olacağını uzun süre anlayamadım. Anne-baba ev arkadaşlarından farklı olmadı gözümde. Herkes kardeşçe yaşıyordu aynı evde. Kim anne yahut kim baba pek önemli olur mu bir zaman sonra?

- Kafanda kurduğun ağabeyi hayalinde yaşattın mı uzun süre?
- Çok uzun süre yaşattım, yıllarca.
- Kime benziyordu ve içinde yarattığı duygu neydi senin?
- İbrahim.
- Eşcinselliğin altında bu mu var?

86
BÖLÜM 9:

Bunca yıllık terapi hayatımda bu kadar önemli bir terapi yapmamışımdır herhalde. Bu terapi evrenin var oluşunu keşfetmekten farksızdı. Kendimi, hayatı, bilinçaltı oyunlarını keşfettim. Tanrı'yı keşfetme serüvenim bile bu terapide başladı. Bu terapinin diğerlerinden farklı olan bir diğer noktası da terapiyi dışarıda yapmamızdı. Terapiyi bir AVM'nin kafesinde yaptık. Dışarıda terapi yapıldığını duymamıştım daha önce. Ne yalan söyleyeyim? Biraz tedirgin oldum başlarda. HK standart psikologlardan çok farklıydı. Hem bir dost gibi yaklaşıyordu, hem de profesyonelliğini bozmuyordu.

-   Evet, söz sende Emre.

Hep böyle başlamıyor muyuz zaten terapilere? Söz bende olunca çok zorlanıyorum yahu. Ben sussam da o konuşsa olmaz mı hep? Ben gelir giderim yine. Ama o ne yapıyor? Ben konuşmaya başlamadığım sürece sadece "Söz sende." diyor basitçe. Lanet HK! Konuşunca benliğim yıkılıyor! Açıklarımı görüyorum ve mükemmel bir şekilde planlanmış olduğunu düşündüğüm hayatım adeta çöplük haline geliyor. "Bütün insanlar kötü." diyemiyorum. Tıpkı diğerleri gibi "Ben de kusurlu bir insanım" demek zorunda kalıyorum. Tanrı olma şansım azalıyor. Özetle, terapilere bu açıdan bakınca onlardan nefret ediyorum.

-   Konuşalım tamam.
-   Tamam.
-   Ben başlayamıyorum ama.
-   Sen başla!
-   Üç gündür başka bir yerde kalıyorum. Karaköy'deki halamın oğlunun yanında. Ama anladım ki  halamın oğlunun yanında kalmamam lazım.
-   Niye?
-   Teyzemin oğlunun evi çok baskıcıydı ama bu da çok serbest. Deli gibi içtim burada.
-   Ha! Öteki evde olsan içki içemez miydin?
-   İçemezdim.
-   Burada?
-   Komaya giriyordum. Alkol komasına giriyordum.
-   Şimdi ne var? Suçluluk mu, pişmanlık mı?
-   Artık yok.
-   Orada kalırken mi vardı?
-   Evet, orada utanç içindeydim.
-   Nasıl bir suçluluk?
-   Kendi yaptığım bir hatadan dolayı ortalığı mahvettim.
-   Hangi hata?
-   Fazla içmek. Fazla içmenin ardından zaten...
-   Onlar içmedi mi?
-   Hayır, içmediler.
-   Votkayı sen mi aldın?
-   Evet, ben aldım.
-   Bir şey demediler ama?
-   Hayır, demediler.
-   İçme nedenin neydi peki?
-   Bilmiyorum.
-   Sıkıntı gidermek mi?
-   İnsan mutlu oluyor içince, o yüzden.
-   Ne anlamda?
-   Hiçbir şeyi umursamıyorsunuz içtiğinizde. Dünya umurunuzda olmuyor.
-   Kafanın içi çok dolu, ondan mı?
-   Herhalde.
-   Kafanın içi git gide karışıyor. Öyle mi?
-   Evet.
-   Neden karışıyor?
-   "Acaba yapabilir miyim?" diyorum kızlarla.
-   Bu kafanın karışması ve içmen için yeterli değil mi?
-   Yeterli herhalde. Başarabilirim artık ama kızlardan korkuyorum.
-   Nasıl bir korku?
-   Bilmediğim türde bir korku. Bilsem zaten korkmam.
-   Üstünü aç biraz ama. Onlara karşı güçsüz mü olursun?
-   "Beğenmezler" falan diye. Geçen konuştuğumuz konu.
-   Beğenmezlerse "erkekliğimi yetersiz görürüm." diye. Peki "ben yetersiz gelecek miyim?"
-   Evet.
-   Yetersiz bir erkek olduğunu nereden fark ettin?
-   Hiçbir kızla çıkmadığımdan dolayı.
-   Neden çıkmadın?
-   Hiçbir fikrim yok.
-   Kendini beğenmediğin için mi?
-   Yani, kendini beğenmemekle beraber o zamanki aile baskısı.
-   Nasıl bir baskı?
-   Hani "Kızlarla arkadaşlık kurma, bizim ailemize yakışmaz." gibi bir baskı.
-   Kim yapıyordu o baskıyı özellikle?
-   Annem.
-   Ne diyordu?
-   "Kızlarla yakın olma, arkadaşlık kurma." diyordu.
-   Kaç yaşındayken?
-   On on bir yaşlarındayken.
-   Kızlarla arkadaşlık kurarsan ne olurmuş?

87
HK: Soralım şimdi, Berk ve Alperen merak ediyordur. Memleketinden kalkıp ne işin var da buraya geliyorsun?
EFS: Ben de soruyorum bu soruyu kendime.
Herkes: Gülücükler.
HK: Kimin şarkısıydı o? "Yıllardır soruyorum, saçın neden beyazlamış arkadaş?", buna benzer bir şeydi. Adnan Şenses söyler, Hüseyin Altın söyler.
Herkes: ...
EFS: Sorun hep bu ikilemlerde.
HK: Sorun şu; dindarlar, dindar değil.
EFS: Mantıklı.
HK: Çünkü dindarların çoğu ruh hastası, sapık.  Camilerdeki herkes Müslüman mı? Hadis de var hatta bununla ilgili. "Camiye bin kişi gelecek, bir kişinin namazı kabul olacak." diye. İşte 999 tane kişiliksiz, yavşak adam var orada. "Allah! Allah!" diye namaz kılıyor.
EFS: Doğru diyorsunuz.
Berk: Emre de öyle yapmamak için kılmıyor.
HK: Şimdi Emre'nin buraya neden geldiği önemli. Türkiye'de dine bakış yanlış. Neyi konuştuk? Dindeki Hz. Adem ile Hz. Havva hikayesine gidelim. Havva nasıl biri? Camilerde anlatılır ya hikaye. Adem ile Havva cennetteymiş, nasıl biri?
Herkes: ...
HK: İyi olan kim?
Berk: Adem!
HK: Havva?
Herkes: Kötü
HK: Adem'i ayartmış, şeytanla işbirliği yapmış. Şeytan Adem'i kandıramadığından Havva'nın kanına giriyor. Sonra Havva da Adem'i kandırıyor. Havva löp löp yutuyor. Adem'in de boğazında kalmış. Sonra hata yaptığını anlamış. Yani Adem dört dörtlük, Havva? Orospunun teki.
EFS: Şeytandan daha beter.
HK: Böyle bakıldığında ortada dindarlık yok demektir. Başka bir açıdan bakalım. Çılgınlaştıralım biraz ama diyeceksin şimdi, bu adam dinsiz, imansız, kafir. Allah'ı padişah olarak düşünelim. Şeytan onun neyi? Veziri. Meleklere de komutan, asker falan diyebiliriz. Sonra Allah ne olduysa insanı yaratma kararını vermiş. Dikkat edelim buraya, melekler itiraz etmiş hep. Şeytan itiraz etmiş mi? Şeytanda "tık" yok. Melekler itiraz ediyor "Efendim, niye yaratıyorsun da, onlardan iş çıkmaz da." diye ama şeytan karışmıyor. Sonra insan yaratılmış. Melekler secde etmiş, şeytan ise "Ben etmiyorum." demiş. Şimdi başka bir açıdan bakalım. Şeytanın Allah'a aşkla bağlı olduğunu düşünelim. Tamamen kendini ona adadığını düşünelim.
EFS: Sınır kişilik bozukluğudur o.
HK: Şeytanda sınır kişilik bozukluğu olduğunu düşünelim. Aşık olduğun, en sevdiğin insanı bir başkasıyla paylaşmak ister misin?
EFS: Hayır.
HK: İnsan en sevdiği insana isyan etmez mi? Şeytan erkeklik taslıyor, isyan ediyor. "Ben senin o kullarını ayartacağım." diyor, yani kafa tutuyor. Allah da diyor ki: Bazılarını ayartırsın ama iyi kullarımı ayartamazsın! Fatih'e bakalım, adam, İstanbul'un fethi fikrine karşı geldi diye Çandarlı'nın kafasını alıyor. Şeytan zaman istiyor ve o da "Tamam, veririm." diyor. Burada Allah'ın şeytana öfkesi falan var mı? Yok. Burada bir anlaşma var. Şeytan olmazsa bir insan "iyi" insan olabilir mi? Yani, şeytan filmdeki kötü adam rolünü üstlenmiş. Şeytan sende kötülük varsa seni o yöne yönlendiriyor. Şeytan bir nevi akıl hocalığı yapıyor. Sen istiyorsun da gösteriyor yolu. Zaten anlaşmışlar, Allah iyiliği temsil ediyor, şeytan da kötülüğü, rol gereği. Bundan önceki insanlar biraz angutmuş herhalde. Ne söylenilirse inanmışlar. Kur'an ne diyor? "Düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz?" diyor çok kez. Yani sana anlatılan hikayeyi dinlemeyeceksin sadece. Sonra üzerine düşüneceksin. Sadece dinlersen ne oluyor? Havva kötü kadın. Dindar olmanın temel kuralı, beş vakit namaz kılarsın ya da kılmazsın o seni alakadar eder, ama beş vakit namaz kılan adamlardan korkacaksın. Nasıl bir formül?
BK: Derler ya hani "Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma." diye.
HK: Biz daha ileri gidiyoruz. Camideki imamı dinle, sonra unut gitsin. Aç kendin öğren, kendi sorularını sor. Dindar çevre kadını kötülüyor. Kadını kötülersek elimize ne geçecek?
EFS: "Biz daha güçlüyüz!" geçecek.
HK: Bir erkek ya da bir din kadını kötülediğinde kendi kaybeder. Sorduğumuz soru dağıldı. Neden kalkıp uzaklardan buraya geliyorsun? Kaç oldu sekiz mi oldu?
EFS: Param çok.
HK: Neden buradasın? Hikayeni biraz özetle.
EFS: Ortada iki yol var, ya iş çığrından çıkar, Allah, kitap, atarım hepsini çöpe ve eşcinsellik yoluna saparım ya da kurtulurum ve Allah'ın dilediği gibi iyi bir kul olacağım.
HK: Sen buraya eşcinsellik için geldin. Konu sadece eşcinsellik miymiş? Ya da ilk terapiye geldin ,ikinciye neden devam ettin?
EFS: Şöyle diyeyim o halde. Otuz sorun var diyelim, eşcinsellik sadece bir sonuç. Bizim asıl amacımız var olan otuz sorunu çözmek.

Terapinin geri kalan bir buçuk saatlik kısmı da bize kalsın. Dünya insanı henüz orada konuşulanlara hazır değil bence. Bu yüzden, bir süre daha bizde kalsınlar. Olur da bir gün başka kitaplar yazarsak, o zaman paylaşırız belki.

Son olarak HK'nın özlü sözlerini de ekleyelim bu bölüme:

1. Ben tek eşlilikten yanayım. Dört kadın falan filan, geç onları. İslamiyet "sik" dini değil, "vajina" dini de değil. Yani sikimizin keyfine dindar olmamız gerekmiyor. İslamiyetin hiçbir problemi yokmuş gibi, dini konular konuşulunca konu "lak" diye buraya geliyor. Biraz küfürbazım ama "ebenin amı" yani, İslamiyet "sik" dini mi? Bizim sikimizin keyfine mi indi bu din? Dört tane kadın... Siktir lan, ne dört kadını, ki Kuran-ı Kerim'de bir kadın öneriliyor mu önerilmiyor mu? O dönemin sosyolojik şartları falan filan. Şimdi o sosyolojik şartlar da yok yani. Kadına öncelikle duygu olarak yaklaşacaksın, cinsel olarak değil.

2. Erkek fahişeyi becerir, sevgilisini becerir ama karısını becermez. Onunla sevişir.

3. Yok mu muhafazakar çevrede böyle bir düşünce; erkek kızın eline dokunursa pezevenk olur, kız erkeğe dokunursa orospu olur.

4. Sekiz yıl boyunca hiç küfretmediğim oldu ama bu toplumda küfretmeden olmaz.

5. İki tür din var. Biri devletin dini, diğeri de Allah'ın dini. Kimse anasının karnından Allah'ın dinine doğmaz. Devletin dinine doğuyorsun önce. Devletin dini ne demek? Diyanet işleri, devletin dinidir. İlahiyat fakültesi, devletin dinidir. İmam-hatip lisesi, devletin dinidir. Cami, devletin dinidir. Eğer camide devletin atadığı bir imam varsa, orada devletin dini vardır. Allah'ın dini yoktur! Devlet iktidar mücadelesi verir. Her şeyi ele geçirmeye çalışır, haliyle Allah'ın dinini de iradesi altına sokmaya çalışır.


88
psikolojimin tamamen bozulduğunu hissettim. Resmen depresyona girdim. Ertesi gün okulda onu buldum ve konuşmaya çalıştım. Beni nerede görse kaçmaya çalışıyordu ve ben onunla aramı düzeltmek istiyordum. Eskisi gibi olamasa da onunla olmak için çabalıyordum ama bütün çabalarım boşa gitti. Düşünmeden edemiyorum, acaba ona açılmamın sebebi sadece acı çekmem miydi yoksa onun duygularıma karşılık verebileceği düşüncesi de var mıydı içimde? Bunu asla bilemeyeceğim galiba.

   İbrahim olayından sonra depresyonda olduğumu görenler sürekli neler olup bittiğini soruyordu. Kimileri de "İbrahim'le aranız çok iyiydi, neden bozuldu?" diye sorar olmuştu. Hiçbir cevap veremiyordum. İbrahim de kimseye söylememişti. Ama artık dayanamıyordum, birilerine anlatmalıydım bunları. İlk defa birine anlatmak çok zordu, ikinci ve üçüncü de zordu. Fakat artık açılmıştı düğümlerim, herkese eşcinsel olduğumu söylemek istiyordum. Tüm yakın arkadaşlarıma anlattım neredeyse. İbrahim de "Neden söyleyip benim adımı karalıyorsun?" dercesine tanıdık tanımadık herkese benim eşcinsel olduğumu anlatmaya başladı. Neymiş efendim? Kendisinin eşcinsel olduğunu sanarlarmış. Yahu arkadaş! Sen eşcinsel duygular taşımıyorsan neden korkuyorsun ki? Benim seni kötülemeyeceğimi de bilirken üstelik. En yakın arkadaşlarımdan bir çoğu uzaklaştı benden. "İbrahim'e böyle hisleri nasıl beslersin?" diyerek sorguladılar beni. Aşağılayıcı gözlerle baktılar hatta. Hepsinin canı cehenneme! Gerçi, sonradan bir kısmı durumu kabullendiler ve beni suçlamayı bıraktılar. Neden biliyor musunuz? Çünkü İbrahim onları da başka mevzularda küçük duruma düşürdü ve kullandı. Böyle beni daha iyi anlamaya başladılar.

İlişkilerimi poker oynar gibi yürütüyordum ve pokerde masadaki her şeyi almadan ya da her şeyimi kaybetmeden masadan kalkamıyordum. İlişkilerde de karşıdakinin her şeyini istiyordum. Gereksiz yere birçok kez rest çekiyordum. Oysa elimde güçlü kartlar da yoktu. Bu nedenle her zaman kaybeden taraf olarak ayrıldım ilişki oyunlarından. Bencildim ve karşıdakinin kanını emmeye çalışıyordum. Peki bu ne kattı bana? Izdıraplar, aptalca yaşanmış anılar ve sonu bilindiği halde başlanmış yolculuklar...


-  Bence pokerde kazanan insan hayatta da başarılı olur.
- Evet, çünkü masadan kalkması gerektiği zamanı bilir. İradesini kullanabilir. Sen kumarbazsın değil mi?
- Evet.
- Kumar oynayanların çoğu kişilik bozukluğuna sahip değil mi?
- Bu yüzden her zaman oynatan kazanır.
- Kişiliğinde bozukluk varsa ya kadına gideceksin, ya kumara gideceksin, ya alkole gideceksin, ya uyuşturucuya gideceksin ya da eşcinsellik işte. Başka sapkınlık ne olabilir?

(Ah, ah! Dilim tutulsaydı da söylemeseydim.)
- Vişne suyu içmek.
- Ne?
- Vişne suyu içmek!
- Bol bol mu?
- Bir marketin aldığı kadar vişne suyu satın almak. Benim yaptığım gibi.
- Sen bol bol vişne suyu mu içiyorsun?
- Fazlasıyla.
- Neyi çağrıştırıyor?
- Bilmiyorum, tadı çok güzel geliyor. Aslında olay şu; birçok insan vişne suyunu aşırı sevmez. Farklı olmak biraz da olay. İçtiğim sigara markası da aynı şekilde, kimse sevmez neredeyse ama ben iki buçuk yıldır bu sigarayı içiyorum.
- Gene güçlü görünmeye çalışmak olmuyor mu? "Ben farklıyım, güçlüyüm." diyorsun kendi kendine.
- Kendimi güçlü kılıyorum bir anlamda yani.
- Vişneyi bir de bilinçaltı olarak düşünelim. Çok derin anlamı olacak.
(Basitçe bir çizim yapmasının ardından kağıdı bana gösterdi.)
- Neyi çağrıştırır?
- Yani çağrıştırıyor da...
- Neyi?
- Cinsel organı çağrıştırıyor. Erkek cinsel organını.
- Başka?
- Göğüsleri çağrıştırdı.
- Erkek ve kadın cinselliğini çağrıştırdı yani.
- Öncelikle erkeği çağrıştırdı ama.
- Tamam, o da senin eşcinsel yönün. Eşcinsel yönünle baktığınla erkek cinsel organı, biseksüel açından baktığında da göğüs. Enteresan değil mi? Neden bol bol vişne içiyorsun acaba? "Tadıdır." diyelim, "Kimse sevmediği için farklıdır." diyelim. Ama özellikle vişne sevenler de var yani. Ama esas nedeni vişnenin cinsel çağrışımlar yaptırması.
- Vişne içmemin ne alakası var bunlarla yahu!
- Var. (Duyduğum garip ses tonunu buraya aktaramamak ne acı.)
- Nasıl yani?
- Var. Vişne çağrıştırır. Birkaç kişide denemiştik. Kadın göğsüdür erkek kimliği için. İçecek misin bir daha vişne suyu?
- Vişneyi bırakamam.
- İçerken bir de böyle düşün.
- Elma suyu içmeye karar verdim.
- Yazmaya başlarsan buradan başla.
- Armut suyu mu içsem yoksa?
- Diyorum ki; yazmaya buradan başla eğer başlarsan.

Uzunca bir sessizlik oluştu terapide. Dört saat sürecek olan terapinin belki de en sessiz anlarıydı. En anlamlı anları da bunlardı bence. Meşhur "Vişne Suyu" yazımın temelini de bu terapide atmış bulunduk. Fakat "Vişne Suyu" yazısını tamamlamak için bir terapiye daha ihtiyacım vardı. Bunu da ileride göreceksiniz zaten. Daha ileriki zamanlarda ne mi oldu? Vişne suyu bağımlılığım bitti.


Bu kısımdan sonra Alperen'i ve Berk'i de terapiye dahil ediyoruz. Her şey HK'nın "15 dakika onlar da gelsin." demesiyle başladı. Bu kısımda her telden sohbet ettik. Terapi içeriği yok denecek kadar azdı ama zihin açıcıydı. Bu yüzden yazılmayı hak ediyor.

HK: O dindar kitle, kadına şeytandır, cinsel objedir gözüyle yaklaşıyor. Öyle değil mi?
EFS: Yani.
HK: Yani kadınla ne yapılır? Sevişilir.
EFS: Başka da bir şey yapılmaz.
HK: Burada ayırıyoruz; duygusallık. Ne yani bir kıza aşık olmayacak mıyız? Sen sevdiğin bir kıza yakın ol, iradeni koy ve cinsel olarak yaklaşma. Ne sakıncası var? Ama öteki adam ne diyor? "Aman!" diyor, "Kadın şeytandır, atarsın yatağa." Ne yapıyor? Bu duygusal yönelimi öldürmüyor mu?
EFS: Fazlasıyla öldürüyor.
HK: Çocukluğundan beri "O yasak, bu yasak." Kadına yönelmenin bütün yollarını kapatmıyor musun?
EFS: Doğru.

89
bilmiyorum. Her şeyi geçtim. Benden ne bekleyeceklerini bilmiyorum. Kadınlar konusunda sürekli çıkmazdayım. Birinden çıkıp öteki çıkmaza bodoslama dalıyorum. Kendimi hala eksik görüyorum.  Kadınlara ulaşamayışımdaki bir etken olabilir . Lanet olası korkaklıklar ve benden yakışıklı olanlar!

   Savaş vermek nedir yahu? Nasıl savaşacağım kendi kendimle. Her açığımı biliyorum. Tüm güçlü yönlerimi biliyorum. Bilinçaltımı yenmeye çalışmalıyım en başta. Bilinçaltı kara delik gibidir ve beni içine çekmeden onunla nasıl başa çıkabilirim ? İkilemler, kararsızlıklar, sahtekarlıklar, iradesizlikler, adilikler ve her şey neredeyse... Hepsi var bu kara delikte. Uzunca bir süredir kendini koruma moduna geçmiş bekliyor. Bu yüzden değiştirmeye çalıştığım şeylerin hepsini sert bir dille eleştiriyor ve önüme engeller koyuyor. Bu engelleri daha önce de oluşturmuştu, engellerde birkaç kez tökezledim, birkaçını da aşmayı başardım. Ama iki durumda da ondan bir şey eksilmedi ve hala da eksilmiyor. Bu yüzden ara ara ümitsizliğe kapılıp kendimi boş veriyorum. Hatalar da yapıyorum tabii ki bu sırada ama yaptıklarımdan ve bana yapılanlardan dolayı üzüntü duymuyorum. Beni ben yapan şeyler bunlar oldu nihayetinde. Şu aşamada iyi ya da kötü oldukları pek de bir şey fark ettirmiyor benim için.

   Gelelim Alperen meselesine. Alperen'e bağlanmadım derken nasıl da yalanlar söylemişim. Tanrım! Onun her şeyine sahip olmak istiyordum adeta. HK'dan da onay bekliyordum onunla görüşmem için. Beni kızlara yaklaştırdığını bile söylüyordum. Tabii ki HK uyanığın teki, değil onay vermek, tam tersi beni ondan alıkoymak için her şeyi yaptı. "Değersiz birey" diyordum Alperen'e, "Güçlü değil." diyordum. Diyordum demesine ama açıkçası bu saçma lafların gözümde bir değeri de olmuyordu . Ona içten içe aşık olduğumu biliyordum. Bugüne kadar da itiraf etmiş değildim bunu. Şu an bu satırları yazarak kendime itiraf ediyorum öncelikle. Kayıp parçamdı adeta ama bugünkü aklımla düşündüğümde bana ne kadar zarar verdiğini çok net görüyorum. Ben bunları kendime bile henüz itiraf ederken, HK çoğu zaman "budala" rolüne bürünüp yalan söylediğimi anlamasına rağmen kanmış gibi görünmeyi tercih ediyordu. Bunu bilinçli bir şekilde yaptığının farkındayım. Ben bir şeyi anlatmaya hazır değilsem, o da bu şekilde saygı gösteriyor. Garip insan şu HK!

İbrahim'e de hala aşıktım bu arada ve aynı zamanda ondan nefret ediyordum. Bana çok büyük  bir yamuk yapmıştı ama hayatımda ona hala bir şans verebilirdim . Onu düşününce Pollyanna tarafım kabarıyordu ve mantığım sıfırlanıyordu çoğu kez. HK terapilerde bas bas bağırıyordu ve bana olabilecek zararlardan, hatalı ilişkilerden ve daha birçok işime yarayacak şeyden bahsediyordu. HK'nın söylediklerine katılsam da ne yazık ki  vücudumun bazı organları farklı düşünüyordu. Kalbim mesela... Gerçi Alperen vardı hayatımda artık, biricik kardeşim(!). O varken İbrahim'ı düşünmek saçmalıktı zaten. Lanet olası İbrahim ve muadilleri!

Gelelim uzun süredir bahsettiğimiz ama ilişkimize dair detayları vermediğimiz İbrahim'e. Aslında onunla ilgili olan detayları bilerek vermedim size. Çünkü İbrahim ile aramızdaki meseleyi duyanlar her zaman onu haklı gördü. İbrahim'i haklı görmelerinin sebebinin yüzeysel olarak bakmalarından kaynaklandığını düşündüm. Önce iç dünyamı okusaydınız beni haklı bulabilirdiniz İbrahim meselesinde. Siz de beni haksız bulabilesiniz diye İbrahim'i sonlara sakladım. Kendimi suçlama durumumun yansıması olarak da algılanabilir belki bu çünkü İbrahim konusunda içim hala rahat değil.

   Furkan'la aramızın bozulmasından sonra çıkan bu kahraman aynı zamanda en büyük düşmanım olacaktı lakin onunla yakınlaştığımızda bunu henüz bilmiyordum. Teneffüslerde beraber takıldık, çıkışta evine kadar beraber yürüyüp sohbet ettik bir çok kez. Öyle ki kendisi olmasa bile ailesiyle oturup sohbet edebiliyordum. Ailesi beni çok severdi. Beraber çok şey paylaştık ama  eşcinsel olduğuma dair bir fikrim yoktu henüz. Kendime cinsel bir kimlik belirlememiştim ve  İbrahim'i uzun süredir peşinde olduğum erkek kardeş figüründen başka bir kategoriye almamıştım. Günlerle aylar birbirini kovaladı ve İbrahim'i ilk defa bir başkasından kıskanmaya başladım. İbrahim'in dostum dediği, benden daha yakın olduğunu söylediği biri vardı. Bu durum benim "Lanet olsun! Benden daha yakın biri nasıl olur hayatında? Sen benim ağabeyimsin, en yakın kişi ben olmalıyım sana Kimse seni benden fazla sevemez bu dünyada. Öl desen ölürüm be ağabey! Daha ne istiyorsun en yakınındaki kişi olmam için?" düşünceleri içinde de debelenmeme neden oldu. Kıskanmak insanı gerçekten derinden etkileyen bir şey ve ben İbrahim'i ölesiye kıskanıyordum. Onsuz nasıl yaşayabileceğimi bile hayal etmem mümkün değildi. Aşıktım ona. Ama zerre kadar cinsellik yoktu aklımda onunla ilgili. Bilgisayarına bakım yapardım, ailesi evde yokken beraber sigara içerdik , yemek yerdik, hastaneye giderdik. Her şeyi beraber yapardık, ayrılmaz ikiliydik biz. Bir gün uykusu geldi ve uzanmak istediğini söyledi. "Ben gideyim o zaman." dedim. O da ''Hayır, sen de kal. Bir şey olmaz.'' dedi. Yatakta baş-ayak pozisyonunu almak istediğini söyledi. Ben ise ''İkimiz de aynı tarafa yatsak ne olur ki?'' dedim. ''Bir erkekle aynı yönde yatamam.'' diye cevap verdi. ''Peki'' dedim ve istediği şekilde yattım. Uykum yoktu, bu yüzden sadece uzanıyordum ama onun uyuduğumu düşünmesini istedim. Uyuduğumu düşünürse onun bakımlı ve kaslı vücuduna dokunabilirdim. Amacımda hiçbir cinsel içerik yoktu, sadece dokunmak istiyordum ona. Bir ara elimi onun bacağının üzerine koydum. Onun uyuduğunu düşünüyordum. Nasıl olduysa -istemli bir şekilde yavaş yavaş elimi bacağından yukarıya doğru ilerlettim- elim penisine değdi. Penisi sertleşmişti fakat tepki göstermedi, ben yine de elimi çektim. Sonradan öğrendim ki aslında uyumuyormuş. Hala vücuduna ve penisine neden dokunmama izin verdiğini bilmiyorum? Bu meseleyle alakalı başka bir anıya daha bakalım. Bir arkadaşımızın evinde otururken ben onun kucağına uzandım ve bir süre sonra penisinin sertleştiğini hissettim. Herhangi bir tepki vermedim ve uzanmaya devam ettim. Bunlar ve bunun gibi olan birçok olaydan sonra İbrahim'i cinsel olarak da tanımak istedim. Çünkü bana bu şekilde sinyaller gönderiyordu.

   İbrahim beni, benim onu sevdiğim gibi sevmiyordu. Bu durum bir süre sonra bana acı vermeye başladı. Bu acıya daha fazla dayanamayıp anneannemin evinde onunla otururken ondan hoşlandığımı ve eşcinsel olduğumu söyledim. Afalladı ve "Nasıl yardım edebilirim?" dedi. "Bana yardım edemezsin ama beni bırakmanı istemiyorum." dedim. Ne mi oldu? Ortamı terk etti ve gitti. Bu olayın gecesinde "Nasıl söylerim ve İbrahim'den ayrı kalırım?" diye kendimi suçladım durdum ve iki paket sigara içtim. O geceden sonra

90
vereceğini biliyorsun. En başta beğenme olduysa bir kere gerisi önemsiz olmuyor mu?
-   Oluyor. Çok kolay ilişki kuruluyor erkekle.
-   Hatta bir kitapta yazılmıştı erkeklerin bir kadınla ilk cinsel deneyimlerini. Genelde vajinayı bir kuyu olarak görürler. Sanki penisi yutacakmış da geri vermeyecekmiş gibi.


Lanet olası kadın korkum ve kendini bulunmaz hint kumaşı sanan kadınlar! Zor bir ülkede yaşıyorum, zor bir ailede yaşıyorum, zor bir dine mensubum ya da mensup bile değilim belki de. Sonuçta her şey zor geldi zaten bana. Bir de üstüne kadınları katarsam hayatıma çok zor olacaktı. Ben de uzun bir süre daha katmamaya karar verdim. Kadınlar sıkıntılı varlıklardı benim için. Ayrıca bana söyledikleri şey iyi olsa bile ben onu kötüye yorumlamayı gayet iyi beceriyordum. Bana "Çok iyisin." dese arkasında başka sebepler arıyordum. Mesela saf olduğumu düşünmüştür ya da "Ona uygun biri olmadığımı söylemek için kibar bir yol olarak bunu seçmiştir." diye düşünüyordum. Bunun sebebi küçüklükte yatıyor. Yaşadığım ortamın, okuduğum okulun, kısacası her bokun etkisi var üzerimde. Sanki dünyadaki her şey beni becermek üzere kurulu. Zavallı ben! İşin kötü tarafı ise artık suçlayabilecek hiç kimsenin olmaması. Tanrı beraat etti. Babam beraat etti. Herkes ve her şey beraat etti. Başıma gelen her şeyin intikamını aldığıma göre artık sorunlarımı çözmek zorundayım.  Çok şey yaşadım, bazıları tekerrür etti. Anılarımın bazıları tek seferlik oldu. Bu yüzden karmaşık üslubumdan dolayı affınıza sığınıyorum. Çünkü emin olun! Siz okurken ne kadar karmaşık hissediyorsanız, ben de o kadar karmaşık hissederken yazıyorum. Sayfalar, düşüncelerim, kısacası bu kitabın içindeki her şey birbiriyle çelişebilir. Eğer gerçekten bunu yansıtabildiysem, işte o zaman kendimi anlatabilmişimdir ve beni anlayan insanların olduğunu bilerek huzur içinde ölebilirim.

- Size geldikten sonra biseksüel gibi bir şey oldum.
- Bize gelmeden önce neydin?
- Tamamen eşcinseldim.
- Aktiftin, pasif yanların yoktu.
- Evet, yoktu.
- Mesela bir sanatçıya benzet, kadın.
- Sanatçılar hakkında bir bilgim yok.
- Benim tanıyabilmem, anlayabilmem açısından birini söyle.
- (Uzun süre düşündükten sonra)Asuman Krause.
- Esmer, uzun boylu.
- Yok onlardan dolayı değil, mesela 90-60-90 ölçüsünü hiç sevmem.
- Ne olacak?
- İnce olacak. Onun vücudu bayağı orantılı.
- Yüz olarak peki?
- Yüzünü bir kenara atalım, o değil mesele.
- Niye peki yüzü atıyorsun? Yüz önemli değil mi?
- Vücut olarak Asuman Krause diyelim kısacası.
- Tamam, vücut olarak bakalım.
- Göğüsler küçük olacak.
-  Küçük olacak, başka?
- Kilo olmayacak.
- Kilo asla olmayacak.
- Sonra yüze gelelim.
- Yüz için başkasını bulmamız lazım. Ama tanıdığım sanatçılar yaşça büyük olduğu için bulmakta zorlanıyorum.
- Sen genç olarak hayal et. Kafanda bir yüz resmi oluşsun. Asuman Krause'den bir şey oluştu.
- Gençliğinde de Hülya Avşar olabilir mesela.
- Orada kriterin ne?
- Bilmiyorum.
- Biraz erkeksi bir karakteri mi var?
- Yani, mesela etek giyen kızlar falan pek hoşuma gitmez.
- Rahat bir giyimi mi olacak?
- Rahat bir giyimden çok, askeri kıyafet giymiş gibi olacak. Lost dizisinde Kate Austen vardı mesela, giyimiyle falan bayağı iyiydi.
- Güçlü bir kadın mı olsun yani?
- Evet, güçlü olsun. Kendini ezdirmesin. Ağlayan kadınlardan falan nefret ederim.
- "Size geldikten sonra biseksüel oldum." diyorsun. Kadına ne kadar yaklaştın peki?
- Sadece uzaktan bakacak kadar.
- Şimdi sıra o kadına gitmeye gelmedi mi?
- Geldi.
- Kriterimiz şu, sen güçlü kadının senin hakkında ne düşündüğüne bakmayacaksın. Sen onu "istiyor musun , istemiyor musun?", buna karar vereceksin. Odaklanırsan kaybedersin, öyle değil mi?
- Evet.
- "Beni beğenmez." diye düşündüğünde baştan kaybetmiş oluyorsun. Normal kadın-erkek ilişkisinde bir çatışma vardır zaten. Sen bunu sadece sende oluyormuş gibi algılarsan eşcinsellik tuzağına düşmeyecek misin tekrardan? Kendini değersizliğe kaptırmış olmayacak mısın yine?
- Olabilir.
- Çatıştınız diyelim kadınla. Ne düşüneceksin?
- Eğer bağlanmışsam o kişiye, büyük ihtimalle ben peşinden koşarım.
- Seni hak ediyor ya da etmiyor... Kendi erkekliğini yargılayacak mısın?
- Yargılarım.
- Eğer ben hata yaptıysam, hatamı düzeltmek için peşinden koşarım.
- Çatıştığınızda başarısız görecek misin kendini?
- Hayır, çünkü asıl mesele en başta benim sevgilim olmayı kabul etmesi. Ondan sonrası hikaye.
- Peki engel ne? Beğendiğin bir kadına gidip teklif edebilecek misin?
- Hayır.
- Neden peki?
- Çünkü denedim ve olmadı.
- Ne zaman?
- Lisede iki kişiye teklif etmiştim. İkisi de reddetti.
- Peki reddedilince ne hissettin? Değersizlik? Beğenilmeme?
- Hem bahsettiğiniz şeyler hem de "Ben olsam, ben de kabul etmezdim." düşüncesi.
- Bunlar adamı çıkmaza götürmez mi?
- Götürür.
- Burada yine kendini yargıladığından kaybetmiyor musun?
- Belki.
- Esas sorun ne? Reddedilmeyi göze alamıyorsun. Kadınla yine bir güç dengesi kuruyorsun. Reddedilince erkekliğinin beş para etmediğini düşünmeye başlıyorsun. Erkekliğinde, kusuru kendin buluyorsun. Kadınlar reddedebilirler. Çok kararlı bir erkeği sonunda kabul eden kadınlar çıkmaz mı?
- Çıkar.
- Savaş vermen gerekiyor. Sen hamle yapıyorsun bir iki tane. Sonrasında olmayınca da bırakıyorsun çaba göstermeden.

Kadınlar ayrı yaratıklar bence. Erkekler ile aynı galaksiden olabileceklerini düşünmek bile garip geliyor açıkçası. Onlara nasıl ulaşılacağı ise kimse tarafından tam anlamıyla keşfedilemedi. Belki de sebebi ulaşılmaya çalışmanın gereksiz oluşudur. Fakat bunu anlatıp insanları ikna edebilmek bir hayli zor olur. Sonuç olarak ulaşamadığım kadına "mundar" diyorum. Ne bekliyorlar erkeklerden

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 273