Son İletiler

Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10
81
DOKUZUNCU TERAPİ

25/02/2024
   
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz.  O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
   
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
   
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.

“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”

“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”

“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”

“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”

“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
   
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
   
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
   
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.

Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.

“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”

“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
   
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.

“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”

“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”

“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”
83
24. seans devamı

Bu seansa gelirken elimde ''seansta sorulacak sorular''   notum fazla yoktu. HK bunun iyileşme belirtisi olduğunu, en iyi terapi seanslarınında  soracak birşeyin yokken gelindiğinde olduğunu söyledi.

Elif ile şehir dışına kursa gittik hem birazda tatil yapmış olduk. 2 gece kaldık. Aynı yatakta beraber yattığımız için ister istemez yine öpüştük seviştik, zevk aldım. En fazla oral seks düzeyinde oldu. evlilik öncesi hala cinsel ilişkiye girmemekte kararlılıyım. elif de beni bu konuda çok zorlamıyor zaten bekaret endişesinden de dolayı. Bu seferki sevişmemizden sonra diğerlerinden farklı birşey oldu. Bittikten sonra uyudum ve rüyalandım boşaldım. Gördüğüm rüya beni kendime getirdi ve HKnın terapinin başından beri yapmamamı söylediği hatayı  çok daha iyi anladım. Rüyamda ben, tam kriterlerime uyan bir erkeğe oral seks yapıyordum. Daha önce hiç bu kadar detaylı olarak hatırladığım bir erkekle sevişme rüyam olmamıştı. Demekki bana oral seks yapılması anlık olarak zevk verse, erkeksi hissettirse de; bende hala pasif fanteziler bitmediği ve ilişkiyi de genel olarak elif yürüttüğü için böyle bir rüya gördüm. Bu aşamada Elif ile sevişmem eşcinselliğimi arttırıyor çünkü bir yerde tatminsizlik var ve bende hala pasiflik devam ediyor. Bu durumu bekleme salonunda daha önce evlenmiş bir danışanla da konuştuğumda ''Bu durumda sen onu değil, Elif seni s.kiyor çünkü. Bu yüzden öyle bir rüya görmüşssün'' demişti:D   Artık Elif ile bir önce evlenene kadar öpüşmeleri, sevişmeleri bitirmem gerekiyor.
Tekrardan erkeklere yönelme, eve erkek atma mevzusunda ise Hk artık o tılsımın benim için kaçtığını söyledi. Bunca terapilik bilgi birikim deneyim ile, daha onceden iliski gecmisleri olan danışanlarla konuşmalarımdan sonra artik escinsel erkekle  duygusal iliski, aşk vs. olamayacagina kesin inandim. Artik o tılsım kaçtı. Erkekle iliskiye girme istegim olsa bile onun sonuclarını göze almaya cesaretim yok, aklim mantigim da kabul etmiyor. Bunca yıllık emegimi değmeyecek anlık bir gay iliskiyle heba etmek asla istemiyorum.
 
Eliften ayrılmaktan çok korkuyorum. Bu korkumun önemli 2 sebebi var. Birincisi ayrıldığım takdirde bir daha böyle kız bulabilecek miyim? sonrasında tekrardan erkeklere yönelir miyim? artık ailemden ayrı tek yaşıyorum boş evim var, eve erkek atar mıyım? Hk bununla alakalı: ''Elif seni asla bırakmaz 1 sene boyunca, sen ayrılmadığın sürece, buna güvence veriyorum'' dedi. Kafamda yine çok fazla ve saçma kaygılar senaryolar üretiyormuşum. HK: ''İlişki bir süreç , ayrılık buna dahil . Tecrübe olacak, eğer ayrılırsanız Elif asla senin gibi biriyle birlikte olmaması gerektiğini anlayacak. Bu konuda kendini suçlama, kadere bırak. Bu bir serüven. her erkek bunu yaşar. evleneceği kadına karar vermekte zorlanır. Senin en az 1 sene sevişmeden öpüşmeden duygusal ilişki yaşaman lazım Elif ile. Söz nişan olablilir ama şu an evlenmen hata olur. 1 senede anlarsın evleneceğin kadın mı değil mi. Kural koyman lazım bu konuda. Erkeklik  kural koymaktır.''  minvalinde şeyler söyledi.
İkinci sebep: bir erkek cinsel ilişki yaşayamadan duramaz, sıkılır, delirir. Bu fikir gerçi bana arkadaşım Barışın hediyesiydi fakat kendisinin de gizil eşcinsel olduğunu öğrendim. Bu konuyu zaten bir önceki yazıda detaylı anlatmıştım o yüzden bu sebepte pek geçerli değil artık benim için.

Hk bana ''Eğer Elif ile sevişmeye kural koyamazsam, eşcinsel olduğumu ona söylememi, buna rağmen beni terk etmezse demekki doğru kadın olduğunu, o zaman sevişmemde sakınca olmadığını, buna izin verdiğini'' söylemişti. Ona eşcinsel olduğumu söylemekten vazgeçtim çünkü zaten  dini olarak evlilik öncesi sevişmeyi doğru bulmuyorum ki bu benim de fikrim değildi, önceki terapistimin fikriydi. Hem de Elif ile aynı meslekteniz olur da bir gün ayrılırsak yayar mı duyulur mu ifşa olur muyum ? diye de endişe, stres oluyorum. Ayrıca zaten terapilere geliyorum epey yol katettim ve benim geçmişte herhangi bir eşcinsel ilişkim de olmadı yani vicdanen de rahat hissediyorum. O yüzden söylemekten vazgeçtim.

HKya: ''İlişki geçmişim yok ama beynimde 13 senelik gay porn arşivi var bu beni endişelendiriyor'' dedim. ''Korkma üzülme çok bilinçli olacaksın. Yanlışı hiç bilmeyen doğruyu nasıl idrak edebilir? Artık adın gibi doğruyu bilmiyor musun? dedi.

Bundan sonra hetero kimliğimi güçlendirmem lazım. Hem kaybedecek neyim varki bu saatten sonra. İşime odaklanmam lazım gerçek sorunum aslında orada, asıl tembelliğim. Bundan kaçmak için sürekli kaygılar üretiyorum.
HK'ya  ''Mesleğimde kazanmamı tavsiye ettiğiniz uzmanlık dalını yapan bir danışanınız var,  bu kariyeri onu eşcinsellikten kurtarmamış, demekki bu kadar çabalamaya gerek yok dedim. (Cevabını aslıda bildiğim bir soruydu:DD) Sonrasında EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK TERAPİ ALMADAN MÜMKÜN MÜ? sorusunu konuştuk :)
Az veya çok kimse çözemez. Neden en zor imtihan işte bu yüzden. Diğer herşey savaş,açlık vs. sabır ile aşılıyor fakat eşcinsellik sabır ile aşılmıyor. İstemek lazım ama yetmez, iradeyi de koymak lazım.

Allah beni bir şekilde korumuş. İlgisiz sevgisizken... s.kilmek üzereyken bir zeka vermiş kurtarmış. Ben de gerçi çok irade gösterdim ilişkiye girmemek için bu yaşıma kadar. Peki niye korumuş? Kimsesizlerin kimsesi olduğu için, mağduriyetime kalkan olmuş. Masumiyetim için... O ateşin içerisinde yanmadım, ilişkiye girmedim. Demekki sevişenlerde bi masumiyet yok. Sevişenler her gün sevişiyor...  Buradan bir ego yaratabilirim. Allahın karşısında en azından sevişmedim erkeklerle diyebilirim..
84
Fikir alış verişi oluşturmak açısından eleştiri ve görüşlerinizi talep ediyorum
85
Vicdan Merhamet Ve Sevgi Ekseninden Bakış

Dünyadaki yaşam alanımızda insanın kendisi, çevresi ve diğer pek çok canlı üzerinde söz sahibi olan bir varlık olduğunu gözlemlememiz oldukça güç değildir. Yeryüzü üzerinde iyiyi yaşattığı gibi, kötüyü de kendi yapıp ettikleri ile doğuran insanoğlunun davranışsal alt yapısını incelememiz için içerisindeki gömülü programlara bakmamız gerekmektedir. Bu doğrultudaki ana kodlamalarımızı incelediğimizde ise karşımıza Vicdan Merhamet Ve Sevgi ilkeleri çıkacaktır. Peki bunlar nelerdir?

Vicdan, merhamet ve sevgi ilkelerini anlamak için, bu kavramların etimolojik kökenlerine odaklanmak temel bir gerekliliktir. Bugün, merhamet ve vicdan gibi kelimeler, İngilizce gibi dünya dillerine çevrildiğinde tam anlamını bulmasa da, Farsça ve Arapça gibi zengin dillerde kapsamlı anlamlarını korumaktadır. “Vicdan” kelimesi, Arapça kökenli olup en eski anlamı “var olan” daha sonraki anlamlarında ise  “kalp” veya “iç” anlamına gelirken, “merhamet” kelimesi Arapça kökenli “rahmet” kelimesinden türetilmiştir ve lütuf, şefkat ve yardım anlamlarını içerir. Türkçe'de ise merhamet, başkalarına karşı şefkat ve anlayış gösterme duygusunu ifade eder. “Sevgi” kelimesi ise evrensel bir kavram olup “saygı” ve “gönül vermek” gibi geniş anlam bütünlüğü içerir. Ancak, bu kelimelerin tanımsal açıklamalarıyla yetinmek, yaşamın karmaşıklığını tam anlamıyla yansıtmaz. Bu kavramları gerçek yaşam bağlamında anlamak, basit bir tanımın ötesinde bir anlayış ve deneyim gerektirir.

Vicdan, kelime kökeni itibariyle “var olan” anlamına geldiği gibi, bütünlük açısından değerlendirdiğimizde, insanın özünde sahip olduğu yegane unsur olarak öne çıkar. Vicdan insanı diğer canlılardan ayırt etmek için önemli bir kriterdir. Bu akıllara “diğer canlılarda vicdan diye bir şey yok mudur” sorusunu getirebilir haliyle. Elbette, diğer canlılarda hayranlık uyandıran bir biçimde bir tür vicdan benzeri etkinlik bulunabilir; ancak bu, genellikle bağlanma düzeyine ve hormonal etkileşimlere dayanır. Biyologlara göre, bu durum hormonal bir etkinin yansımasıdır; evrimsel bilimcilere göre ise beyindeki bir oluşumun tezahürüdür. Peki vicdan her insanda varsa nasıl oluyor da insanlar katil, tecavüz, hırsızlık gibi davranışları sergileyebiliyor? Önce, bu davranışı sergileyen bireylere aynı eylemi sana da uygulayalım denilirse karşılık olarak “hayır olmaz” cevabını muhtemelen alacağız. Bu onların içerisindeki vicdani kırıntının alt yapısını göstermektedir. Yani doğru ve yanlışın vicdan da kayıtlı olduğunu gözlemleyebiliriz. İnsanın iç gözetim ve denetim mekanizmasıdır aslında. Geçmişte ve günümüzde ise bazı teoloji düşünürleri bu durumu Tanrının insanla konuşması olarak ifade etmektedir.

Peki bir insan vicdanını nasıl olur da susturur. Bu meseleyi anlamlandırabilmek için bir köşeye çekilip gözlem yapmamız bize sonuç sağlayacaktır. Örneğin, günümüzde İsrail'in Filistine uyguladığı katliam veya Çin'in Doğu Türkistana uyguladığı katliamlara tanıklık ediyoruz. Bu tarz meseleler karşısındaki tutumumuz genellikle insani değerimizi göstermektedir. Peki nasıl oluyor da masum insanlar bir tarafta ölürken diğer insanlar ses çıkartmayabiliyor? Cevap olarakta çok ilginçtir “Bize daha büyükleri yapıldı”. Bunu bir yahudi de İsrail'i savunmak için kullanabilir. Veya “ben neden savunuyorum, gücüm neye yetecek ki” benzeri cevaplarlada karşılaşabiliyoruz. Başka bir cevap türü ise “bunlar bizden değil, ne aynı din ne aynı ırk” şeklinde olabiliyor. Vicdansız olmak ilkesizliktir. İlkeli düşünüp ilkeli hareket etmeliyiz. Pısırık, korkak bir şekilde durup yanlışa yanlış diyemiyorsak orada sorun vardır. El alem ne der kaygısı güdüp zulme ses çıkmıyorsa sorun vardır. O yüzden doğruya doğru, yanlışa yanlış demeliyiz. Yanlışa yanlış demeyen kişinin doğruya doğru demesinin de bir hükmü yoktur!

Merhamet ve vicdan birbirinden bağımsız olmayan duygusal ve ahlaki bağlamda önemli kavramlardır. Merhamet daha çok başkalarına yönelik şefkat ve anlayış hissiyatını içerirken, vicdan bireyin içsel ahlaki değerlerine dayanan doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneğini ifade eder. Merhamet vicdanı cezbeder ve insanı harekete geçirir. İnsan ilk olarak merhamete anne ile başlar. Diğer canlı yavrularından çok daha farklı olarak yeni doğmuş olan bir bebek o kadar acizdir ki ağzına memeyi vermezsen kendisi memeye bile erişemez. Hal böyle iken insanoğlunun merhamete aç kalması oldukça olağandır. Bu da onun en büyük zaaflarından birini doğurur aslında. Fakat vicdan gibi bunu da baskılamak insanın elindedir. Merhameti susturup vicdansız bir insan haline gelebiliriz. Hatta bu hareket kitlesel bir etkileşim ile savunuyorsa insanlığımızı ayaklar altına alabiliriz. Özellikle günümüz din tüccarlarının desteğiyle söylenen “acırsak acınırız” sözünü, “merhamet etmeyene merhamet edilmez” diyen bir peygamberin ümmetinin söylediğini düşünürsek kitleleri etkilemenin kolaylığını anlayabiliriz.

Sevgi ise çoğu insan tarafından daha kolay kavranabilen bir kavramdır. Çünkü kolaylıkla fiziksel olarak karşı tarafa aktarabildiğin bir duygu biçimidir. Sevmenin en temel fiziksel yansıması tebessüm etmektir hatta. Benim de içinde bulunduğum fikir yapısına göre aşkı tasniflerken  platonik, erotik ve sevgi olarak ayırmak mantıksal bir çıkarımdır. Maalesef günümüzde bu kavramlar iç içe geçtiği için sevginin manasını anlamlı bir şekilde açıklamak pek mümkün olmuyor. Ama içerisinde bulunduğumuz sevgi hissiyatı ve sevgi açlığı bize farklı yaşantılara sürükleyebilmektedir. Sevgiye aç olan bir insan kolay bir şekilde birisine bağlanabilir. Oldukça tehlikeli olan durum günümüzde acı tabloları gözler önüne sermektedir. Baba sevgisinden yoksun büyüyen bir kişinin, yetişkinlik döneminde tarikat liderine bağlanması, bağımlılık yapan maddelere yönelmesi veya eşcinselliğe sahip olması kaçınılmaz hale gelebilmektedir.

Sevgi, merhamet ve vicdan paylaştıkça çoğalan sermayelerdir. Pek çok büyük düşünür “nasıl daha iyi bir dünyada yaşarız” veya “nasıl daha kaliteli hayat süreriz” sorularına cevap vermeye çalışırken, bu temel değerlere odaklanmaktan kaçınamamıştır.  Bu dünyada, bir yetimi sevindirmek, küçük bir çocuğun başını okşamak veya yolda kalmış ve parası bitmiş birine destek olmak gibi küçük eylemlerin, en büyük mutluluk kaynaklarından biri olduğuna inanıyorum. Ancak, bu konuda da dengeli olmamız gerektiğini her zaman hatırlamamız önemlidir. Eğer dengeyi kaybedersek, her şey alt üst olabilir. Orantısız sevgi de enerjimizi çoğu zaman tüketebilmektedir. O yüzden bir insana iyilik yapacağımız zaman, ilgi göstereceğimiz zaman irade çerçevesindeki mantıksal faktörleri de devreye sokmak zorundayız.

Maalesef bu üç  kavram üzerine çok düşünülmemektedir. Aynı zamanda günümüzde anlam ve önemini yitiren kavramlardır. Özellikle modern ateistlerin öne sürdüğü “her şey çıkar ilişkisidir” argümanı, bu kavramlar ile rahatlıkla cevaplanabilmektedir. Fakat üzerine derinlemesine düşünmediysek o zaman hayatın anlamını anlama yolundaki pek çok şeyi ıskalamış oluruz.
89
Terapi alan bir obsesif arkadaşla mesajlastik(kendisinin de forumda yazısı var, terapi hayatımı kararttı tarzı bir başlığı vardı). Kendisi o kadar cinselliği imkansizlaştırmış ve kendisini soyutlamisti ki sinirime dokundu, öfkelendim. Cinselliği bu kadar imkansizlaştırması bende, onunla sevişme isteği yarattı. Hatta kafamda; "yanına oturup bacağını okşasam, öpsem kalçalarını ellesem bu kadar imkansız olmadığını kanıtlardım" diye düşündüm ve fantezi kurdum. 1 haftadır düşünmedigim şeyi orda düşündüm ve gecesinde rüyamda erkek gördüm. Obsesif danışanın bu kadar inatçı olması ve her şeye karamsar yaklaşması ilk korku tohumunu ekmisti bende. Sonuçta böyle duygular bulaşıcıdır. Terapiye olan inancım sarsıldı. Sabahına da vücudum bunu kanıtlar gibi davranınca iyice korku sardı vücudumu. Bir haftadır hissetmedigim eziklik duygusu etrafımda dolaşıp zayıf anımı kolluyormuş gibi hissettim. Günün devamında arkadaşlarımla vakit geçirdim mutluydum, zevkliydi. Korku da gitmiş gibiydi. Ta ki arkadaşlarımdan ayrılıp yalnız kalana kadar. https://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=2298.0
90
01.03.2024

Sabah uyanırken ereksiyonla uyandım. Gördüğüm rüya ise erkeklerle ilgiliydi. Tam olarak ne gördüğümü şu an hatırlamıyorum ama uyandıktan bir süre sonrasına kadar da hatırlıyordum ve bir süre bu şekilde yüksek bir zevkle kaldım. Güne bu şekilde başlamak canımı sıktı. Bu hafta daha az erkek arzuladığımı sanmıştım, rüyama girmesi canımı sıktı. Herhalde böyle rüyalar görmediğimde, iyileştiğimden emin olacağım. Genel olarak tüm hafta boyunca kendimi iyi kontrol etmiştim. İkinci seanstaki etiketleme olayını nerdeyse hiç yapmadım. Erkeklere baksam bile kendimi ezik hissetmiyordum ve onları da o kadar yüceltmeyip baksam bile kendimi nazikçe uyarıp bakmamaya çalışıyordum. Kendime çok yüklenmedim. Bugüne kadar. Bugün bu şekilde ereksiyon yaşadıktan sonra sabah bir hayal kırıklığı yaşadım. Yani kendimi uyanıkken denetlesem bile bu şekilde kontrolün elimde olmadığı vakitlerde vücudum aslında kim olduğumu bana tekrar hatırlatıyor. Bu yüzden sabah içime bir korku tohumu ekilmiş oldu. Aslında dün geceden ekildi bu tohum. Terapi alan bir obsesif arkadaşla mesajlastik(kendisinin de forumda yazısı var, terapi hayatımı kararttı tarzı bir başlığı vardı). Kendisi o kadar cinselliği imkansizlaştırmış ve kendisini soyutlamisti ki sinirime dokundu, öfkelendim. Cinselliği bu kadar imkansizlaştırması bende, onunla sevişme isteği yarattı. Hatta kafamda; "yanına oturup bacağını okşasam, öpsem kalçalarını ellesem bu kadar imkansız olmadığını kanıtlardım" diye düşündüm ve fantezi kurdum. 1 haftadır düşünmedigim şeyi orda düşündüm ve gecesinde rüyamda erkek gördüm. Obsesif danışanın bu kadar inatçı olması ve her şeye karamsar yaklaşması ilk korku tohumunu ekmisti bende. Sonuçta böyle duygular bulaşıcıdır. Terapiye olan inancım sarsıldı. Sabahına da vücudum bunu kanıtlar gibi davranınca iyice korku sardı vücudumu. Bir haftadır hissetmedigim eziklik duygusu etrafımda dolaşıp zayıf anımı kolluyormuş gibi hissettim. Günün devamında arkadaşlarımla vakit geçirdim mutluydum, zevkliydi. Korku da gitmiş gibiydi. Ta ki arkadaşlarımdan ayrılıp yalnız kalana kadar. Zaten vaktimin çoğunu yalnız geçirdiğim için genelde kafamın içini hep cinsellik, hatta eşcinsellik meşgul eder. Yani sırf fantezi olarak değil, bu konular üzerine düşünmek açısından meşgul ediyor(iyileşmek, başka insanların ilişkileri, terapi, benim gibi olanlar, hayatım nereye gidiyor, böyle bir hayat yaşayabilir miyim, terapi işe yaramazsa planım ne, bazı insanlar yalnız olmak için mi doğar, din ve kendim arasında seçim yapmak zorunda kalırsam neyi seçecem vs gibi bir sürü konu dolaşıyor). Eğer dışarda toplum içinde yalnız isem muhtemelen dısardaki erkeklerin kalçalarına veya penislerine bakıyorum. Erkeklere daha sık olmak üzere kadınların da genital bölgelerine, kalçalarına ve göğüslerine bakıyorum. Burda konu bazında olmaktan ziyade direkt cinsellik olmuş oluyor. Aslında bu bakma eylemi otomatiğe bağlamiş gibi. Gerçekten istemiyorum bakmayı, hatta çoğu zaman ikinci kez bakmamaya çalışıyorum. (bazen başarıyorum bazen başaramıyorum). Toplum içinde yalnızken bu şekilde kafamı cinsellik meşgul ediyor. Ama yalnız ve yalnızken genelde yukarda parantez içinde saydığım konular bazında kafamı meşgul ediyor. Neyse. Arkadaşlarımdan ayrılirken en son bir arkadasimla kaldık ve konu holywood yıldızlarının filmlerde para alıyorlar diye sex yapıyor olmalarına geldi. Kadın oyuncular üzerinden konuşuyorduk. Sonra arkadaşım Jake gyenhall ın bir filminden bahsetti. Adama çok saygı duyduğunu ama o filmden sonra saygı duymadığını söyledi. Adam film için eşcinsellik yapmış. Filmin adı da brokeback mountain. Daha sonra o arkadaşımdan da ayrılıp yalnız kalınca nasıl bir sahne olduğunu merak edip izlemek istedim. Normalde hetero olan bir ünlünün böyle bir filmde oynaması da benim, hetero olup filmde gey olması fantezimi körükledi. Normalde uzun bir süredir gay pornosu izlemiyordum. Hatta bir ara izledigimde hareketlilik olmamiştı bende. Ama bu film sahnesini açtığım gibi içim bı hoş oldu ve kan akışı olmaya başladı. Dediğim şu fanteziye uyması yüzünden muhtemelen. Bı de zaten sabah rüyamda erkek görerek ereksiyon yaşamıştım. Sonra zaten mastürbasyon yapmak istedim. Ama gay porno açmadım solo kadın izleyip tam ereksiyona gelip mastürbasyon yaptım. Aslında bunları yazmak istemezdim ama objektif bir günlük olsun istiyorum. Belki okuyan varsa kendinden parçalar bulabilsin diye. Yani optimistik bir şekilde sadece iyi şeyleri yazıp hiç kötü şey olmuyormuş gibi yazmak istemiyorum. Bundan 1 saat sonra da spora gittim. Spor salonu tam bir sınav yeri. Spor yapan insanın eli yüzü düzgün oluyor zaten, bı de üstüne herkesin kaslı çekici bir vücudu oluyor. Bı de soyunma odasında herkes baksırlı oluyor, hatları iyice belli oluyor. Normal günlerde o kadar umursamıyorum. O ortamda olmak beni erekte de etmiyor, kaç kişi soyunuk olursa olsun. Sporu bitirip soyunma odasındayken önümde iyi fizikli, yaşca benden büyük ama genç olan biri vardı. Soyunmaya başladı, tanrı bazılarını kalemle çiziyor gibi. Neyse adam sadece baksırıyla kaldı ve önü bana dönüktü. Genelde erkeklerin penisi baksırda iki şekilde durur; ya aşağı sarkıktır ve başı baksırda belli olmaz ya da başı baksırda belli olacak şekilde çadır kurar gibi ileri doğru durur. İşte benim ilk şekildeki gibi duruyor ve adaminki de ikinci şekildeki gibi duruyor (yani başı da belli oluyor ve çadır yani). Bunu niye anlattım? Şu yüzden: penisim küçük olmamasına rağmen baksırda o şekilde duruyor olması beni rahatsız ediyor. Aktif olmama rağmen penisi o şekilde duran erkeklerin penislerine dokunmak istiyorum ve biraz kiskanıyorum sanırım. HK bununla ilgili fallus kavramindan vs bahsetmişti, tam hatırlamıyorum tekrar sorarım. Bu penisleri erkeğin kuşandiğı kılıç şeklinde duşünürsek baksırda öyle durmasını istemem ya da öyle duranların penisine ilgi duymam aslında kılıcı ilerde durduğu için onun daha iyi bir erkek olduğunu düşünmem ve onun erkekliğini istememden kaynaklanıyor olabilir. Ama çözümünü bilmiyorum tabi. Olaya geri dönecek olursak adamın penisini o şekilde görünce hafiften bir kan akışı başladı, çok ufak erekte olmaya başladım. Bu günün nasıl bir kerameti varsa bu bir ilkti. Ne kadar ilişki vs yaşamış olsam da hetero bir erkeği sadece çıplak gördüğüm için, hiç temas olmadan erekte olmamıştım daha önce. İlk defa bir erkeği sadece görerek erekte olmaya başladım. Normalde de hergün görüyorum yani soyunma odasında önümde, yanımda bu şekilde soyunanları. Bir şey olmuyordu. Terapi ters mi tepti noldu anlamadım. Aslında orda kabaran duygularla 2. Masturbasyonu yapacaktım ama neyseki kendimi kontrol edebildim. Duş alıp ayrıldım sonra da bu yazıyı yazmaya başladım. Bugün çok tuhaftı yani. Çok suçluluk hissetmemeye çalışıyorum, ikinci terapiden çıkardığımız derslerden dolayı. Çünkü kendimden nefret edersem kaybederim, etmemeliyim. Ama genel olarak her an modum çakılabilir gibi geliyor.
Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10