81
Eşcinsellik - Hayatlardan parçalar, hayata mektuplar (ziyaretçi karalama defteri) / Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
« Son İleti Gönderen: Ömer Yılmaz 07 Mart 2024, 11:31:42 ös »DOKUZUNCU TERAPİ
25/02/2024
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz. O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.
“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”
“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”
“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”
“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”
“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.
Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.
“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”
“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.
“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”
“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”
“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”
25/02/2024
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz. O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.
“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”
“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”
“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”
“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”
“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.
Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.
“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”
“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.
“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”
“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”
“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”