İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 89
91
Hüseyin KAÇIN / SEVGİNİN GIDASI: İZHARDIR
« : 11 Ocak 2023, 04:50:47 ös »
SEVGİNİN GIDASI: İZHARDIR

hayat dediğin düştüğün yerden
inadına ayağa kalkmaksa eğer
göklere uçan kanatlarımı kırdım
sana tutunabilmek için
sende dirilmek için

yaşadıkça öldüm
sana sığındıkça öldüm
kinime yenildikçe öldüm

ölüp ölüp sende dirilmek için
seni çok seviyorum

11 Ocak 2023
14:40
Edirne

92
Hüseyin KAÇIN / KUM SAATİ
« : 09 Ocak 2023, 09:26:45 ös »
KUM SAATİ

taşa toprağa
karlı dağlara
and olsun

eksilende çıkanda
ömrüme ömür eklenende
yaralarımı sarıp sarmalayan
sevdiğim sensin

akrebin zehrini yudumluyorum
yaşadıkça yelkovanım
yeşerdikçe takvimler
sararan yapraklar
sevdiğim sensin

09 Ocak 2023
20:50
Edirne

93
Hüseyin KAÇIN / HER AŞK BİR VEDADIR
« : 03 Ocak 2023, 11:46:28 öö »
HER AŞK BİR VEDADIR

her aşk bir vedadır
ben denilen çorak bir ülkeden
sen denilen bereketli topraklara
yeşeren umutlar ekmek biçmektir

her aşk bir kimsesizliktir
yağmur olsam gözlerine yağsam
gül bahçesinde ateşler içinde kalsam
içimi seninle yıkasam
her sabah öptüğüm gözlerinde
denizler ülkesine kavuşsam

03 Ocak 2023
11:25
Edirne

94
Benim Hikayem Farklı değil
Ben Abdullah, Bir Afganistanlı olarak hikayem şöyle başlıyor: Dindar bir ailede doğdum, 7 kardeşiz, 3 ablam 2 abim ve bir erkek kardeşim var ben bir erkek çocuk olarak 6. Çocuğuyum, babam devlet memuru ve annem öğretmendi, Afganistan’ın pis kültüründen ( Baça Bazi) etkilenmiş olmazsam da pek etkisiz de sayılmaz, ilk olarak size Baça Bazının ne olduğunu açıklayım sonra da hikayemi başlayım, Baça kelimesi erkek çocuk anlamında ve Bazı oynama anlamını taşımaktadır, Afganistan’ın güneyinde ve kuzeyinin bazı köylerinde ve bunun gibi batı ve doğunu bazı bölgelerinde bulunan olgun bir erkek ergen bir erkek çocuğa sahip olma ve onunla oynaşma ve partilerde oynatma eylemleri anlamında gelir ve yanında bir ergen erkek çocuğun bulunmasında gurur duyma ve o köylerin zenginleri arasında bir rekabet haline gelmektedir, bu pis kültürün yasak olduğuna rağmen hala devam etmektedir, bundan dolay Afganistanda erkek çocuğun büyütmesi ve iyi yetiştirmesi bir anne ve baba için kız çocuğun yetiştirmesinden daha zordur çünkü aile ne kadar iyi ise yine de komşunun etkisi, çevrenin etkisi, okulda bulunan ahlaksız çocukların etkisi aileden daha ağır basar.
Eşcinselliğe tetikleyen bir çevreyi anlatmış olduk şimdi gelelim benim hikayeme, 6 yaşımdayken bir mağaza sahibi tarafından tacize uğramış oldum, ve evde de bunu annem ve babama anlatamadım çünkü sert yapıları vardı ve suçlu olan ben olup ben dayak yemeyim diye korkmuştum, 12 yaşımda ergenlik çağa girerken kızlardan hoşlanıp ve her bir erkek gibi normal biriydim ilk başlarda ve mastürbasyon yaparken kızları hayal edip ve kızları düşünürdüm, ama o yaşlarda bir komşumuzun erkek çocuğu ile oynaşırken ilk başlarda el şakaları yavaş yavaş dokunmamız gerekmeyen yerlere dokunup ve bir müddet sonra ilişkiye girmiş olduk ve yaklaşık 5 sene devam etti, hep bütün erkeklerin böyle olduğunu düşünürdüm ve evlendikten sonra herkes kendi kendine iyileşeceğini düşünürdüm çünkü söylediğim Afganistanın pis kültüründen ( baça bazıdan ) bir nevi etkilenmiş olmuşumdur, çünkü evli ve olgun erkeklerin hala ergen bir erkeğe meyliyse demek ki bu normal ve herkes böyle, ama artık büyüyüp her şeyin yanlış olduğunu farkında olunca iş işten geçmişti ve arkadaşımla ilişkim bağımlılık halına gelmişti ve o çocuğun ailesini taşınması bu bağımlılığın kesilmesine sebep oldu ve bende okumaya Türkiye’ye geldim burada eğitim alırken artık iyileşmeye araştırırken youtubeden İranlı bir psikoloğa denk geldim ve o bu durumun normal olduğunu ve doğuştan olduğunu iddia edip ve iyileşmesi imkansız olduğunu söylemişti, ben doğuştan bu durumda olmadığımı bildiğim için onun sözleri bana ikna edici gelmezse de yeni de beni benden alıp hatta ta intihar düşüncesini götürmüştü ama dindar biri olduğum için haram ölmeyi göz alamazdım bu olayı unutup hayatıma devam etmeye başladım ta ki 2020de youtubede dolaşırken tesadüf olarak Benim Ailem belgeseline denk geldim ve orada herkesin benim gibi bir hikayesi vardı ve terapi alınca iyileştiğini söylediler, onu izleyince içime bir umut geldi o kadar mutlu oldum ki artık iyileşme yolu var ve herkes gibi normal olabilirim ama hiçbir kişi psikoloğun ismini söylememişti çok araştırdım videoları tekrar tekrar izledim belki benim türkçem zayıftır kaçırmışım diye, yorumlara baktım yine de bulamadım psikoloğun ismini, yorumlarda soranlar vardı ama cevapsızdı, her psikoloğa gitmekten ifşa olmayım diye korkardım çünkü bazı psikologlar yardımcı olmazlar, bu ani mutluluk yine de söndü ve kaldı, 2021de bir erkeği gördüm onunla tanışmadan onu sevdim ve onu bazen hayal etmeye başladım sonra onunla arkadaş oldum ve çok iyi ve çok değerli ve saygılı bir olduğunu anladıktan sonra onu çok sevdim ve ilk olarak duygusal anlamda bir erkeğe aşık oldum onunla çok yakın arkadaş oldum hatta ona kardeş olarak bakmaya başladım ama ona öyle bir bağlamıştım ki her gün onu görmeseydim günüm geçmezdi, gece uyumadan fotoğrafına bakardım, ama baktım ki bu aşk veya tutku kontrolden çıkmaya başladı, onu rahatsız eden her şey beni rahatsız etmeye başladı, onun arkadaşları ona şakadan

bile onu vurunca ben rahatsız oluyordum artık sahip çıkma duygusuna geçmiştim, sürekli geceler rüyalarımda( normal rüya) görmeye başladım, artık yaz tatilinde onu görmediğim için depresyona girip ve odamdan çıkamazdım, sonra bunun normal bir arkadaş sevgisi olmayıp ona karşı hislerim olduğu için vicdan azabı aldı, çünkü kardeş dediğim arkadaşıma yanlış yaptığımı düşünüyordum ona kardeş dediğim halde onu arzuladım ve benim olsun istiyordum ve depresyonda olduğum için ikinci kez intihara kalkıştım ama yine de yapmadım, bu sefer iyileşmek bütün cesaretimi toplayıp için bir psikoloğa gittim ama baktım ki seanslar için param yetmiyor ve ailemden destek alamam çünkü hiç kimseye anlatamam bunu, ailemden para istesem tabi nedenin de söylemem gerekiyor, ilk seansı başlayamadım, başka psikologları araştırırken, bir kitaba ve bu konuda uzman bir psikoloğa denk geldim, kitap: eşcinsellikten iyileşmek adıyla Amerikalı bir yazardan, tabi faydası oldu ama baktım ki tek başına bir yere kadar gidebildim, ve psikoloğun ismi Hüseyin kaçın, ilk başta psikoloğu arayınca hemen fiyat sordum yaklaşık aynı fiyat söyledi, bu sefer dedim iyileşmem için bir arkadaşımdan borç alıp gidecem ne olursa olsun en azından ilk seansı gideyim ve kitabin yardımıyla devam edeyim, ama baktım bazı konulardan dolayı gidemedim, ama Hüseyin hocam hep kitaplar ve videolar gönderiyordu sağ olsun, beni ilk seansa gelmeye teşvik etti, ama ben Afganistan’a geri dönmeye zorunda kalmıştım ve hocaya söyledim ki türkiyede değilim, ben ödeme de yapamayacam ve yakından da gelemeyecem, hocam sağolsun ücret almadan online terapi verdi ve normalde online terapi vermezken bana bu iyiliği yaptı, ilk seans çok verimli geçti, bana ailemi ve küçüklükten bugüne dek yaşadığım olayların anlatmamı istedi, olayları bağlaya bağlaya eşcinsel olmam için ilk sebepleri ailemin bana karşı davranışların olmasını söyledi, babamdan ve abimden görmediğim sevgiyi başka bir erkekten beklediğimi söyledi ve tabi ki çocuklukta yaşadığım taciz ve yaşadığım ilişkilinin de payı vardır ama temelde ilk taşları ailemin davranışı koyduğunu söyledi, babamın sert yapısı ve çocuklukta yediğim dayaklar içe kapanık olmama sebep olduğunu söyledi ve özgüven eksikliği ve aşağılık duygum olduğunu söyledi ve onun için her zaman kendimi başkalardan hor ve küçük gördüğümü ve her şey çocukluğumdan başlayıp programlanmış şekilde beni eşcinselliğine tetiklenmiş olduğunu söyledi, şimdi ise Allahın yardımıyla iyileşmek için kaybettiğim umudumu geri kazandım ve Hüseyin KAÇIN hocamdan çok minnettarım

95
Genel Tartışma / Hazreti Muhammed (sav) tek eşlidir!
« : 14 Aralık 2022, 09:24:29 öö »
Hazreti Muhammed (sav) tek eşlidir!

     
Kadın ve Aşk
Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.

Aşk Tek Eşliliktir
Psikolojik açıdan kadın-erkek birlikteliğinde aşk birlikteliği esastır ve aşk tekeşliliktir. Çok eşlilik modern zamanlarda cinsel kimlik bunalımı yada narsist kişilik bozukluğu kapsamında değerlendirilmelidir. Kişilik bozukluğu olan kişiler dini değerleri istismar etmeye yatkın yapıdadırlar. Peygamberler, peygamber olmak bakımından ayrıcalıklı bireylerdir. Peygamberler, sapık ve sapkın toplumları eğiterek öğreterek, bıkmadan usanmadan asla yıpranmadan, haktan ve hakikatten taviz vermeden yeni bir millet oluşturmuşlardır.

Hz. Peygamber yirmi beş yaşındayken Hz. Hatice ile ile evlenmiş ve onun vefatına kadar olan süreçte başka bir evlilik gerçekleştirmemiştir. Hz. Peygamber Hz. Hatice ile tek eşli bir şekilde yirmi beş sene evlilik hayatı yaşamıştır. Hz. Hatice’nin vefatında Hz. Peygamber’in yaşı elliydi. Hz. Hatice’nin vefatından sonra Hz. Peygamber çok fazla üzülmüştü. Bu duruma çare bulmak isteyen Osman b. Maz’un karısı Havle bint Hakim Resullah’a gelerek “ Ey Allah’ın Rasulü! Evlenmeyecek misin?” diye sordu. Hz Peygamber: “ Kimle evleneyim?” diye sorunca Havle: “Dilersen bekar, dilersen dul bir hanımla evlenebilirsin.” dedi. Bunun üzerine Rasullah: “ Bekar kim? Dul kim?” diye sordu. Havle: “Kız olarak, yaratılanlar arasında sana en sevimli olan kişinin kızı Aişe bint Ebu Bekir’dir. Dul olarak ise, sana iman eden ve tabi olan Sevde bint Zem’a’dır.” dedi.


Hz. Sevde Hz. Peygamber ile evlendiği zaman vefat eden eşinden beş veya altı çocuğu da bulunuyordu. Hz. Sevde ve Hz Peygamber evlendiklerinde her ikisi de elli yaşındaydılar ve yaklaşık beş yıllık bir süre tek eşli olarak karı koca hayatı sürdürmüşlerdir. Hz. Peygamber’in çok eşli dönemi elli beş, altmış üç yaş arasını kaplayan sekiz yıllık bir süreçtir.

Bu durumda Hz. Peygamber’in cinsel anlamda çok daha güçlü olduğu bir dönemde yıllarca tek eşli olarak hayatını devam ettirdiği, artık orta yaşında üzerine çıktığı ihtiyarlık devresi diyebileceğimiz bir zamanda çok kadınla eşlilik yaptığı gerçeği önümüzde durmaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in çok eşliliği ateist ve oryantalist çevrelerin belirttiği gibi cinsel tatmin ve kadınlara düşkünlük şekilde değerlendirmek onların kendi haset duygularından kaynaklanmaktadır.  (Peygamberimizin Hanımları, Recep Erkocaaslan)

"... Sosyal-karşılaştırma kuramından yola çıkan çalışmalar, hasetin kişilerin kendini ve sahip olduğu şeyleri diğerleriyle ya da onların sahip olduğu şeylerle kıyaslama boyutuna odaklanmıştır. Haset temelde yukarı-doğru sosyal karşılaştırmaya dayanır (Smith 193); fakat yaptığımız bütün kıyaslamalarda ortaya çıkmaz. Hasetin ortaya çıkması için kıyaslama yaptığımız kişinin bizden üstün olması, üstün olduğu alanın bizim benlik-algımızda önemli yere sahip olması ve bu kişinin yaş, cinsiyet, meslek gibi alanlarda bizimle benzer özelliklere sahip olması gerekir (Clanton 425; Habimana ve Masse 16). Bu kişi bizimle ne kadar benzerse, haset duygusu o kadar yoğun hissedilir. Örneğin, Takahashi ve diğerleri (938) katılımcılara haset duygusunu tetikleyici nitelikte senaryolar vererek beyin etkinliklerini incelemiştir. Sonuç olarak, katılımcılar senaryodaki kişi kendilerinden üstün olduğunda ve üstün oldukları alan katılımcıların kendileriyle ilişkili bir alan olduğunda yoğun haset hissetmiştir. Katılımcılar, senaryodaki kişi kendilerinden üstün olmadığında veya kendilerini ilgilendirmeyen bir alanda üstün olduğunda ise haset ortaya çıkmamıştır. Bununla birlikte söz konusu durumla ilgili kontrolümüz düşük olduğunda (Van de Ven, Zeelenberg ve Pieters 202) ve ötekinin, sahip olduğu üstün pozisyonu hak etmediğini, yani durumun adil olmadığını, düşünmemiz durumunda da (Smith 183) haset duygusunun daha güçlü ve yıkıcı bir şekilde açığa çıktığı görülmektedir. "


Hz Peygamber'in çok eşlilik kapsamındaki evliliklerinin en önemli hikmetlerinden bir tanesi de Hz. Peygamber'in tüm eşlerinin sahabilerin eğitimine katkı sunmalarıydı. Rasullah'ın Medine'de Mescid-i Nebevi'nin civarında bulunan okulu iki bölümden oluşuyordu. Birisi, erkek sahabilerden oluşan Ashab-ı Suffa Okulu, diğeriyse Hz. Peygamber'in hanımlarından oluşan Ezvac-ı Tahirat Okulu'ydu. Hz. Peygamber'in hanımları Rasullah ile bayanlar arasında arabulucuk vazifesi de görmüşlerdir. Bayan sahabilerin genelde eşleri ile yaşadıkları sorunları Peygamber'e ileterek sorunların çözümünde önemli görevler üstlenmişlerdir.

Bu bilgiler doğrultusunda Hz Muhammet'in evliliklerini değerlendirdiğimizde peygamber olmadan çok önce içinde yaşadığı toplumunda herkesin çok eşli yaşamı seçtiği şartlarda kendisi bilinçli bir insan olarak tek eşli bir hayat sürmüştür. Ateistlerin ve oryantalistlerin Hz. Muhammet'in evlilikleri hakkındaki değerlendirmeleri kendi haset duygularından öte bir anlam ifade etmemektedir. Bu konuda ateistlerin ve oryantalistlerin ucuz ve bayağı düşünceleri kayda değer bir şey değildir. Fakat Hz. Peygamber'in, peygamber olmak bakımından ayrıcalıklı konumunu kendi heva ve hevesleri için istismar eden ve çok eşliliği ''dinin gereğiymiş gibi'' topluma dayatarak kendileri de çok eşlilik yapan sözde dindarlar; ateistler ve oryantalistlerden bu manada daha da tehlikelidirler.

''Çok eşlilik Hz Peygamber'in sünnetidir'' adı altında kendi cinsel kimlik sapmalarını yani narsist kişilik bozukluklarını ''dinin gereği olarak topluma dayatan kişiler'' özetle sapkın ve sapık kişilerdir. İslam'a kafirlerden daha büyük zararı bu sözde dindarlar vermektedir. Bu kişilerin ruhlarında peygamber sevgisi de bulunmamaktadır. Hz. Peygamber yıllarca tek eşli karı koca hayatını aşkla yaşadıktan sonra eşinin vefatından sonra ikinci evliliğini yapmış yüce bir insandır. İslamiyet mensuplarına sadece kadın ve evlilik öneren bir din değildir. İslamiyet mensuplarına Mekke ve Medine ile yetinmeyip Şam'ı, Bağdat'ı, İstanbul'u ve Roma'yı arzulamalarını öneren bir dindir.



Kanımızca Hz. Hatice vefat etmeseydi, Hz. Muhammet evlilik hayatına tek eşli olarak devam ederdi. Peygamberliğinden önce mümtaz bir insan olarak örnek aldığımızda Hz. Muhammet tek eşlilik yapmış bir insandır. Hz. Peygamber peygamberlik görevi gereği bir takım evlilikler yapmıştır oysaki peygamberlik öncesi hayatında Hz Muhammet, sadece Hz. Hatice ile evlilik yapmıştır. Hz. Muhammet ve Hz. Hatice evliliği biz inananlar için ideal bir evliliktir.


https://www.habervakti.com/hazreti-muhammed-sav-tek-eslidir#:~:text=Sevde%20ve%20Hz%20Peygamber%20evlendiklerinde,olarak%20kar%C4%B1%20koca%20hayat%C4%B1%20s%C3%BCrd%C3%BCrm%C3%BC%C5%9Flerdir.

96
Hüseyin KAÇIN / TAKVİM
« : 13 Aralık 2022, 10:10:04 öö »
TAKVİM

yaprak yaprak içimdesin
ömrümsün bitmeyeceksin

hayatın çekilmez çilesinde
her mevsim gülen yüzümsün

eylülün sarısı nisanın yeşili
yaprak yaprak ellerimdesin

27 Eylül 2018
11:15
Edirne

97
Hüseyin KAÇIN / Peygamber Rüyası
« : 13 Aralık 2022, 10:09:02 öö »
Peygamber Rüyası

Anne
sokaklara vurdum ömrümü
çocuktum kollarımı kırdılar
kuş oldum uçtum uçtum düştüm
başkalarının rüyalarına karıştım
kanatlarımı yoldular hiç acımadılar

Anne
bir milyon insan ölüyor
benim bir adımda Bağdat oluyor
toplar tüfekler tanklar Kabil
bir adımda Habil olunca
göklerden uçup uçup düşüyorum

Anne
benim canımda kanımda
anadolu'nun dört bir yanında
ortadoğu'nun her karış toprağında
avrupa'nın kanlı elleri iz bırakıyor

Anne
benim bir adım Selçuk
bir adım Osman
bir başkentten bir başkente
kan ter içinde koşuyorum
bir adımda Roma oluyor

Anne
beni yeniden kanla doğur
ortadoğu'da doğur
kavgayla doğur bağdat'ta doğur
rüyalarıma koşuyorum
afganistan'da doğuyorum
işkencelerle ölümlerle büyüyorum

Anne
oyun oynamak istemiyorum
büyüdükçe büyümek istiyorum
dalları mekke medine kadar yeşil
gövdesi türkiye kadar yüce dağlar başında
adeletle aşkla sevişmek istiyorum

28 Eylül 2022
16:15
Edirne

98
Hüseyin KAÇIN / Vel Asr
« : 13 Aralık 2022, 09:38:29 öö »
Vel Asr

Çarşı pazar
kan revan içinde orta doğu
iman tazelemeden din satıyoruz
Allah'a inat

her cuma fuhuş dünyası
melekler haraç mezat
kucaktan kucağa
cennet rüyası
yalandan dolandan kim ölmüş

adımız özde değil
sözde bile
müslüman değil



bir elimizde hüsrandır kalan
yemin olsun ki
derme çatma ruhumuz
hesapsız kitapsız zarar ziyan
cennet köşkleri virane

cehennemden kovulduk
yersiz yurtsuz kaldık
sürgün ülkemizde

yalandan kim ölmüş

vel asr

05 Ekim 2022
08:40
Edirne

99
Hüseyin KAÇIN / SENSİZLİK
« : 13 Aralık 2022, 09:35:28 öö »
SENSİZLİK

sen olmasaydın
içim dışım kan kusar
ceketimin yakası sararır solar
ruhumunda bir rüzgar eser
üşürdüm içim daralır
karabasanlar basardı uykularımı
ölürdüm

10 Ekim 2022
00:30
İstanbul

100
Hüseyin KAÇIN / MELANKOLİ
« : 12 Aralık 2022, 02:38:45 ös »
MELANKOLİ

saçlarını savuruyorsun
biliyorum bahar gelecek
sen kokacaksın

bir bakışınla çarpılsam da
ışık saçıyorsun solgun yanlarıma
elemlerime bir elem daha eklesen de
yalnızlığınla bin kere bölünsem
yine sen yine de hep sen çıkıyorsun

12 Aralık 2022
12:15
Edirne

101
Genel Tartışma / Üniversitede "özgürlük şoku"na dikkat
« : 12 Aralık 2022, 09:37:59 öö »
Üniversitede "özgürlük şoku"na dikkat

     
Üniversiteyi yeni kazanan öğrenciler, hayatlarını ‘özgürlüğe ilk adım' olarak tanımlayabiliyor. Okuyacağı bölümden ziyade ‘özgürleşince' ne yapacağını düşünüyor. Bu anlayış disipline edilmezse ciddi sıkıntılara neden olabiliyor.

Üniversitelerde yeni eğitim döneminin başlamasına az bir zaman kaldı. Yükseköğretime ilk adımı atacak yüz binlerce genç için bunun bir anlamı daha var: Ailelerinin yanından ilk kez ayrılıp kendi ayakları üzerinde durmak. Biz böyle tanımlasak da onlar üniversite hayatına ‘özgürlüğe ilk adım' demeyi daha çok seviyor. Hayaller, okuyacağı bölümden ziyade ‘özgürleşince' yapacakları üzerine kuruluyor. Ancak bir sorun var; özgürlük planlarının içinde kaybolan üniversite gençliği mezuniyet gelip çattığında hâlâ ne yapmak istediğini bilmiyor. Son sınıfta üniversitenin kariyer planlama merkezine koşan öğrenciler, burada da sihirli bir değnek olmadığını anlayınca ‘diplomalı işsiz' bunalımına henüz mezun olmadan giriyor.

Psikolog Hüseyin Kaçın, gençlerin bu halini ‘özgürlük şoku' olarak tanımlıyor. Yani üniversite çağına kadar birey olmayı başaramamış ve kimlik arayışını sürdüren gençlerin bir anda kendi başına kalması. Özellikle şehir dışında tercih yapanlar için özgürlüğün başladığını anlatan Kaçın, gençlerle ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyor: “Özgürlük başlıyor ama okuyacağı şehre gittiğinde ne yapacağını bilmiyor. Bir süre sonra hiçbir şey yapmak istemiyor. Yatınca kalkmak, kalkınca yorgun hissetmek gibi bir şey. Çünkü hedeflerinden sapmışsın, sahiplendiğin bir kimliğin ve buna yönelik planların yok.” Üniversitede neredeyse bütün öğrencilerin bu boşluğu yaşadığına değinen Hüseyin Kaçın'a göre bunun önüne geçmenin yolu çocuklukta kimlik arayışının sağlıklı ilerlemesi. Başka bir deyişle iki yaşından itibaren birey olma çabası veren çocuğa ailenin bu ortamı sağlaması. Aksi takdirde gençlerin kafasındaki özgürlük temasının altında onları başarıya ulaştıramayacak, yanlışa sürükleyecek hevesler varlığını sürdürecek.

Üniversite özgür bir ortam sağlarken, bu dönemin gençlik çağı açısından kimlik arayışına denk geldiğini anlatıyor Kaçın: “İşte bu süreç özgürlük şokunu getiriyor. Disipline edilmediği takdirde ise öğrenciler yeteneklerinin gelişimine yönelik sağlıklı hedefler koymakta zorlanıyor.” Ailenin denetiminden uzak olduğu için istediği her şeyi yapabileceğini düşünen gençler özgürlük şokunun etkisiyle aşırılıklara bile kaçabiliyor. Fransız yazar Rousseau'nun “Özgürlük insanın istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda kalmamasıdır.” sözünü hatırlatan Kaçın, “Gençlerimizin bunu idrak etmesi gerekiyor ama bir anda olacak bir şey değil, küçük yaşlardan itibaren ailenin yardımıyla bu bilinci kazanmalı.” diyor.

Şüphe ve kaygıları varsa...

Öğrencinin kimlik arayışı sürerken gittiği üniversitede zihninde sürekli bölümüyle ilgili şüpheler olur. Kendisini seçtiği mesleğe ait hissedememe, kendisini ortaya koyamama, hatta dünya içindeki varlığından utanma gibi.

Küçük düşme ve rezil olma kaygıları vardır, yargılanmaktan korkar. Yargıladıklarının çoğu aslında kendinin de kabul edemediği yönleridir.

Alkol, uyuştururcu, farklı dini inançlar, yetiştiği toplumun tüm değer yargılarını reddetmek özgürlük kapsamında değerlendirilmemeli. Bu belirtiler gencin ‘özgürlük şoku' yaşadığının göstergesidir. Şiddet ve terör eylemlerine katılan gençler topluma meydan okuyarak kimlik sorunlarını aşmaya çalışır. Gençlerin kimlik karmaşaları bazı örgütlerce yönlendirildiği takdirde sorunlu kimlikler pekiştirilmiş olur.

Kimlik bunalımı yaşayan kişi içselleştirdiği her ne ise ona tutunmak zorundadır. Bu durum ise gençleri üniversite çağlarında radikal gruplara iten en büyük etkenlerden sayılıyor.

Kimlik bunalımı neden uzun sürer?

Ergenlikte kendiliğinden sona ermesi beklenen kimlik arayışının ilerleyen yaşa rağmen devam etmesinin temelinde bebeklikte anneyle güvenli bağlanma duygusu kazanamama yatıyor.

Bebek, dünyadaki ilk yılından itibaren annesiyle bağını azaltıp kendi başına bir şeyler yapabileceğini fark eder. O dönemde engellenmesi yaşamın geri kalanında birtakım kısır döngüye girer.

Çocuğun 1-3 yaş arasında seçimlerini yapma ve tercihlerini ortaya koyma denemelerinin engellenmesi, 3-5 yaş döneminde kendi başına girişimlerini gerçekleştirememesi şekline dönüşür.

Yaşı büyüdükçe seçim yapması gereken yerlerde takılan çocuk bütün kararlarında aileye bağımlı olur.

Birey olmayı öğrenemeyen genç, kimlik arayışında da sürekli baskı altında hisseder. İsteklerini ya da ideallerini belirlemede çevrenin onayı birinci etkendir.


https://www.habervakti.com/universitede-ozgurluk-sokuna-dikkat?fbclid=IwAR231FZnIeqd5j_gw3HpHa8RPsrXS6MU29BgiUUQ1-XS-EcG3vjPRGrfT7w

102
Bizi Biz Yapan En Karizma Hocamız: Bilim Işığı Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar

     
1997’de askerden izne geldiğimizde önce Edirne'de anne babamızı ziyarete değil, İstanbul Üniversitesi'nde Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar'ın odasında aldık soluğumuzu. Mümtaz Turhan ve Batılılaşma Meselesi kitabı yeni çıkmıştı.

Öğrenci iken derslerinde soru sormak ne mümkün kendisine, heyecandan titrerdik öncelikle; bayılsak yeriydi... Sadece kendi adıma değil söylediklerim, bu heyecanı paylaşırdık hocayı sevenler olarak kendi aramızda...


İki dersinden birinden özellikle sınıfta kalmayı seçmiştim... Üçüncü sınıftaki seçmeli Zihin Teorisi dersini alan 10-15 kişinin neredeyse hepsinin alttan bir dersi vardı hocadan... İki dersinden de geçen ezberci arkadaşlarsa, zihin teorisi dersini almamışlardı. Her dersine ayrı heyecanla girerdik kısacası… Bu da yetmez, dördüncü sınıfta bize dersi yoktu ama boş durmazdık, koşa koşa birinci sınıflara verdiği derse yetişirdik; en ön sırada dinlerdik dersi... Sonradan anlıyorum ki hoca, daha sonra yazmayı tasarladığı kitapları ders olarak anlatmaya başlamış derslerinde...

Kalem yazsa kitap olur gibi; yakışır da ama kısa keselim sanki...

Mümtaz Turhan ve Batılılaşma Meselesi kitabı ile girdik hocanın odasına. Ne hikmetse bu sefer çok özgür bir şekilde konuşuyordum, o da dinliyordu sıkılmadan… Daha sonraları fırsat buldukça odasına çok koştuk; hoca ile konuşmak nefes aldırıyordu, güç katıyordu hayata yeni yeni tutunmaya çalışırken...

Yeni kitabını imzalarken “Düşünmekten zevk alan eski öğrencim, yeni meslektaşım Hüseyin Kaçın’a” diye not düşmüştü ve okur okumaz çarpılmıştım... Daha sonraki kitaplarını imzalarken ise bir seferinde “Hüseyin Kaçın’a” yazmıştı sadece... Eksik kaldı sanki diyecektik utanmasak ama hoca sözünü esirgemedi:


“Samimiyetin ifadesidir böyle yazmam” dedi. Mevlana’nın Divan-ı Kebir kitabını kendisine takdim ederken, biz de kitap sayfasına “Sonsuza değin öğrenciniz...” diye yazmıştık...

Düğün davetiyemizi göndermiştik kendisine, kendi öğrencimiz Ender Kıyak aracılığıyla... Edirne’ye gelmesini ummaya gerek kalmadan.

Düğün esnasında telgrafın tellerine kuşların artık konmadığı 2009 Eylülünde; Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar’ın ömür boyu saadet dilekleri mikrofonda okunduğunda, herkes için sıradan olan bu okunuş asla sıradan olamazdı benim için... Bilimin ışığı hocamız şimdi daha iyi anlıyorum ki, evliliğimin sağlam bir temelini atmıştı o telgraftaki öz cümlesiyle...

Bu kalem yazıyorsa Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar sayesinde yazıyormuş; bir de daha sonra yazacağımızı umduğumuz öğrenciliğimiz zamanlarında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü hocası Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Sarıoğlu sayesinde yazıyormuş. Seçmeli tüm derslerini aldığımız üç arkadaş, kendi aramızda onunla ilgili konuşurken “Bu hoca ilerde büyük adam olacak kesinlikle” diyorduk. Kendisi dini nikahımızı kıyarak evliliğimizin de dini temelini sağlam atmış, şimdi şimdi anlıyorum...


Psikoloji ve felsefe kardeşliğinde, ilahiyatçı eşimiz Aysun Altuncu ile sağlam temellerde evlenmiş olduk.

Psikolog Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar demişti ki, “Medeniyetin ve bilimin kurucusu peygamberlerdir. İnsan zihni ilahi bilgi olmadan asla faydalıyı zararlıdan; iyiyi kötüden ayırt etme yeteneğine sahip değildir.” Derste bu sözü duyan öğrenciler, yani psikolog adayları olarak bir kere daha çarpmıştı hocamız bizi.

Eşimiz dostumuz bunu da bilsin istedik...

Kızım Ayşe Nisan’a anlatmam gereken ne çok şey birikmiş...

Bu arada yine unutmadan söylemiş olayım; iyi ki tiroid kanseri olmuşum.

“Ameliyat masasında yine ve yeni bir tılsımlı ses işitiyorum. Prof. Dr. Beyhan Karamanlıoğlu’nun sesi… Ve sonra Doç. Dr. Atakan Sezer’in güven verici bir bakışı... Ve sonrası kayboluyor… Bu kayboluş dört saat sürmüş... Zor bir ameliyat başarı ile sonlanmış...

Tiroid Kanseri hastalığından ne öğrendin denirse cevabım hazır:

Hastalık insan ruhunu güçlü bir şekilde iyileştirirmiş...

İnsan insanın duasıdır.

İnsan dostlarının duaları ve sevgisi ile iyileşirmiş…

Hastalığıma da teşekkür borçluyum

Ve en sonunda da beni iyileştiren

Sevgili Allah’ıma da şükrüm bol olsun..."

Bilim varsa hayat var demektir... Bilim varsa umut var demektir.

Bilim ve medeniyet ışığı

Peygamberler umuttur insanlığa...

05 Ayşe Nisan 2016

15:10

Edirne

Aziz kardeşim Hüseyin,

Rahatsızlığını ve ameliyat olduğunu bilmiyordum. Geçmiş olsun. Çok şükür iyi bir ekip elinde başarılı bir ameliyat geçirmişsin. Bundan sonraki hayatında muhterem eşin ve sevgili kızınız Ayşe Nisan’la birlikte huzur, sağlık ve mutluluk içinde yaşamanızı diliyorum.

Yılmaz Özakpınar

08.04.2016

İnsanlığın Geleceği ve İslam Medeniyeti

Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR

İnsan, biyolojik yapısının özellikleri gereği toplumsal bir varlıktır. İnsan yavrusu, bakıma ve gelişmeye muhtaç durumda doğar. Fakat gelişme süreci sonunda eriştiği sembolik düşünme yetisi, onu, sadece çevre uyaranlarına tepki yapan bir varlık olmaktan çıkarır. Sembolik düşünme yetisiyle insan, biyolojik yapı üzerinde bir temsil ve tasavvur dünyası kurar. Bu niteliğiyle insan, yaşamakla yetinmez. Bilincinde olduğunun bilincinde olan bir canlı olarak, yaşamını sorgular; yaşamının amacını belirlemek ister. Eylemlerinin sonucunu önceden hesaplama yeteneği olan bir varlık olarak insan, başka bir eylemi yapmayı da seçebilecekken o eylemi yapmayı tercih ettiğini bilir. Bu yeti, insanı ahlâk sorumluluğu olan bir canlı haline getirir. Refleks, içgüdü ve genetik olarak programlanmış bir öğrenme ile davranışlar, hayvanlarda olduğu gibi, belli koşullarda zorunlu olarak ortaya çıksaydı ve insan bilincinde olduğunun bilincinde olmasaydı insanın ahlâk problemi olmazdı. Sembolik düşünme yetisi, insanda başka birtakım kabiliyetleri ortaya çıkarır. Konuşma (dil), kavramlaştırma, içebakış yapabilme ve kendi düşüncelerini dışarıdaki bir cismi inceler gibi inceleyebilme, varsayımsal düşünme ve iradî davranışta bulunma bu kabiliyetler arasındadır. Bu kabiliyetlerle birlikte sembolik düşünme yetisi, insanın karmaşık bir sosyal organizasyon ve iletişim ağı içinde yaşamasına ve bir kültür birikimi oluşmasına yol açar.

Toplum halinde birlikte yaşamak ve dağılıp gitmemek için toplum üyelerini bir arada tutan belli bir inanç ve ahlâk nizamının varlığı şarttır. Her toplumun bir kültürü vardır. Fakat ancak kendi sembolik yetisinin bilincinde olarak inanç ve ahlâk nizamını rasyonel esaslara bağlamış toplumlarda medeniyet görülür. Bu anlamda medeniyet, kendisine bağlı kültürün, yani insan yaşamının bütün tezahürlerinin, değişen koşullara ve yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara göre değişmesine yalnızca izin vermekle kalmaz, bu değişime müsait bir zemin hazırlar. Bunu yaparken gözettiği tek ölçüt, değişimin, inanç ve ahlâk nizamının temel değerleriyle ahenkli olmasıdır. Bu nedenle, medeniyete bağlı kültürler değişir, çeşitlenir. Medeniyet, rasyonel bir inanç ve ahlâk nizamı olarak, kendisine bağlı kültürde bir ruh yükselişi sağlar ve büyük kültür eserleri yaratmanın azmini ve coşkusunu verir. Bir medeniyete bağlı kültürde, herkesi etkileyen ve yaşamın niteliğini yükselten bilim, sanat, mimarlık eserleri ve davranış biçimleri bu ruhla ortaya çıkar. Türlü sebeplerle medeniyet bilinci kaybolduğu, o inanç ve ahlâk nizamının sağladığı azim ve coşku yok olduğu zaman kültür de bütünlüğünü kaybeder; kültürün, toplum üyelerinin davranışlarını düzenleyici etkisi kalmaz; insanlar biyolojik düzeyde bencil bir yaşam mücadelesinin girdabına kapılır. Toplumların birbirinden izole yaşamasının artık mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bir toplumun, kendi problemlerini başkalarının sırtından çözme politikası, çıkar sağlarken uluslararası ilişkileri de bataklığa sürüklemiştir. Sömürülenler kadar, sömürenlerin yaşamında da huzur kalmamıştır. Huzur ancak paylaşılırsa vardır. Dünyaya hâkim siyasî güçlerin değer sistemlerinin ikiyüzlü olduğu meydana çıkmıştır. İnsanlar artık ümitle değil yılgınlıkla bekliyor. İnsan hakları gibi başlıklar altında tumturaklı ifadelerle geometrik mükemmellikte ortaya konan soğuk ilkeler, insanları kalpten bağlayan inanç temelinden yoksundur. Bu ilkelerin savunulması da çiğnenmesi de bir anlam taşımıyor. Ortada sadece olayların acı gerçekliği var.


Batı medeniyeti toplumlarının politik, ekonomik ve askerî gücü, büyük ölçüde bilim ve teknolojiye dayandığı için yanlış bir medeniyet kavramı, bir izlenim halinde, insanların düşüncesine yerleşti. Oysa medeniyet, kültürü yöneten, besleyen, çeşitlendiren ve geliştiren bir kaynak olarak rasyonel bir inanç ve ona bağlı bir ahlâk nizamıdır. Batı medeniyetini tarihsel gelişimi içinde anlamaya çalıştığım ve analiz ettiğim zaman bir inanç ve ahlâk nizamı olarak onda üç öğe tespit ediyorum: Birinci olarak Hıristiyanlık, ikinci olarak eski Yunan ve Roma medeniyetinin güce ve başarıya tapan ruhu, üçüncü olarak hümanizm ve onun uzantısı olan bireycilik. Bu üç öğe Avrupa tarihinin olayları içinde bir alaşım halinde Batı medeniyetini oluşturdu. Batı medeniyetinin Hıristiyanlık öğesi, ruhlardaki duygusal yerini korumakla birlikte yaşamın gerisine çekilerek yaşamın dekoru konumuna girmiştir. Batı medeniyetine bağlı kültürlerde bilim ve teknoloji, yaşamın türlü tezahürlerini yansıtan daha binlerce öğe arasında bir kültür öğesidir. Bugün insanlığın meselelerine çare bulunamaması bilgi azlığından değil, değer sistemlerinin çarpıklığındandır. İnsanlığın bugünkü tarihsel aşamasında başa çıkmaya çalıştığı meseleler karşısında medeniyetin değeri, onun bütün insanlığı kucaklayacak bir inanç ve ahlâk nizamı olmasındadır. Batı medeniyeti, rasyonel düşünceye dayandığı için kültürü besleyen ve çeşitlendiren bir kaynak olmuş, fakat yaşama ışık tutacak insanlık değerleriyle ahenkli bir bütünlük oluşturamamıştır. Bugün dünyada insan kitleleri açlıkla boğuşuyor; türlü hastalıkların pençesinde kıvranıyor; bütün gün bedenini törpüleyerek sağlıksız koşullarda bir dilim ekmek için çalışıyor; zulüm altında inliyor; sömürüden belini doğrultamıyor; kıyıma uğruyor; haksız savaşların içinde telef oluyor; teröre kurban gidiyor. Politik kararlar, diplomatik müzakereler sefalet içindeki insan kitlelerinin yaşamını değiştiremiyor. İnsanlığın bu feci manzarası göz önünde dururken politikacılar ve bilim adamları, Batı medeniyetini kastederek, medeniyetin sürekli ilerlediğini söylüyor. İslâm toplumları, kendi medeniyetini nasıl yaşadığına bakmıyor; Batı medeniyetinden şikâyet ediyor. Batı medeniyetini eleştirel bir gözle görmekte bir yanlışlık yoktur. Fakat ona bağlı kültürlerde insanlık için yararlı olumlu gelişmeleri gözden kaçırmamak gerekir. İslâm toplumları, kendi medeniyetini özü bakımından yeniden kavrama çabası içine girmeli, kendi medeniyetinin dayandığı değerleri yeniden benimsemelidir. Bugün İslâm toplumlarında İslâmiyet ibadet şekillerine indirgenmiş görünüyor. İbadet önemli olmakla birlikte, ibadetin amacı unutulunca İslâmiyet’in insan ilişkilerini güzelleştirici, toplum yaşamının niteliğini yükseltici, düşünce derinliği verici, insan yaşamına felsefî bir boyut getirici manevî özü kayboluyor. İbadet, âdeta bencilce paçasını kurtarma gayretine dönüşüyor.


Felsefeciler, İslâm inancına ve öğretisine felsefî boyutta bir yorum getirmekle ilgilenmiyor. Oysa benim gözümde “hakikat” kavramı bile ancak Allah’a inanmakla insan düşüncesinde korunabilir. Bir bilen yoksa hakikat de yoktur. İnsanın kendi aklı ve deneyimleriyle eriştiği bilgiler yaşamı sürdürmek için önemlidir. Fakat insan aklının sınırlılığı ve insan deneyimlerinin yanılmalara açık oluşu, prensip olarak ancak gözlenebilir dünyaya ilişkin ihtimalî bilgiler doğurabilir. İman eden için Allah her şeyi bilendir. Onun için ben, aslını tam olarak ancak Allah’ın bildiği hakikatleri kendi aklımın ve deneyimlerimin elverdiği ölçüde bilebilirim. Fakat eğer hakikat diye bir şey yoksa benim bilimle, felsefeyle, sanatla hakikati arama çabalarımın da bir anlamı ve amacı olamaz. Aynı şekilde, Allah’ın her şeyi bilen, gören ve her şeye kadir olan sınırsız yetkinliğine inanmasam, adalet duygum da en büyük dayanağından yoksun kalır. Adaletsizlikle mücadele etmek gerekir. Fakat bu dünyadaki mücadelenin sonucu ne olursa olsun ölümden sonraki yaşamda her yapılanın hesabının görüleceğini, mizanın tam olarak sağlanacağını bilmenin verdiği güven, adaletsizlikle mücadele azmini güçlendirir, dayanma gücünü artırır. İslâmiyet bir yönetim biçimi değildir. İktidara gelen ve makamlara oturan İslâmiyet değil, hepimiz gibi meziyet ve zaafları olan somut insanlardır. Bu nedenle, İslâm adına icraat yapmak İslâmiyet’i insanların yapabileceği hataların gölgesinde bırakmaktan başka bir sonuç sağlamaz. İslâmiyet’in yapabileceği şey, iktidara gelen ve makamlara oturan insanların ruhlarını yüceltmek ve onları düz yoldan ayrılmaktan alıkoyacak olan iç murakabesi yapmaya teşvik etmektir. Onun için, yapılan icraatın sorumluluğu yapana aittir ve hesap da bu dünyada o icraattan etkilenen halka verilir.

İslâmiyet’in evrensel özünü belirginleştirecek düşünce eserlerine ihtiyaç vardır. Kalbinin derinliklerinde bir yerde hemen herkes Allah’a inanmakla birlikte ve birçokları ibadete de önem verdiği halde İslâmiyet’in evrensel özünün yaşama yansıtıldığı söylenemez. Ülkemizde insan ilişkilerinde, kamu vicdanında, vatandaşlık bilincinde aksaklıklar olduğunu açık yüreklilikle kabul etmek gerekiyor. Kural tanımazlığın yayılması, gittikçe artan sayıda kişilerin bencil çıkarlarını kamuya zarar verme pahasına ön planda tutma eğiliminde olması, nezaket ve başkalarının hakkına saygı gösterme anlayışından uzak bir toplumsal ilişkiler görüntüsünün yaşam estetiğini bozan boyutlara ulaşması, bir medeniyet sarsıntısının belirtileridir. Müslüman olduğu için elhamdülillah diyen kişinin bu tablo içindeki yerini eleştirel bir gözle incelemesi ve bu tabloyu iyileştirmek için ne yapabileceğini düşünmesi gerekiyor. Adalet, iyilik, hoşgörü, merhamet, insaf, şefkat, ahde vefa, fedakârlık, yardımlaşma gibi değerler, sadece bir toplumda insan ilişkilerinde değil toplumların ve politik anlamda ülkelerin ilişkilerinde de belirleyici değerler olmalıdır. Bu bir hayal olabilir. Fakat insan eylemleriyle başarılan her gerçek, daima, bir zamanlar arkasında azim olan bir hayaldi. Bu hayalin gerçekleşmesi amacına yönelik büyük katkılar yapabilecek olan İslâm medeniyetinin evrensel özü, kendi ülkemizde bile algılanmıyor. İslâmiyet, düşünürlere, filozoflara, sanatçılara ilham verecek yerde rutin şekillere, ibadet kurallarına indirgenerek dar kafalıların ve gündelik politikanın çekişme malzemesi yapılıyor.

İslâm’ın sükûnetinden, olgunluğundan, vakarından, düşünce derinliğinden ve duygu inceliğinden yoksun birtakım insanlar, İslâmiyet’i ideoloji haline getirerek çıkardıkları gürültüyle kendilerine İslâmiyet’in temsilcisi ve savunucusu rolünü veriyorlar. Bu gibi kişiler, İslâm’ı, nefes alır gibi doğal ve sade bir üslûpla yaşayan Müslümanları bile ürkütüyor. İslâm’ın ne savunulmaya ne yüceltilmeye ihtiyacı vardır. Müslüman’a düşen, İslâmiyet’i yaşamaktır; İslâmiyet’i yaşayan kendi yücelir ve İslâmiyet ile ilgili olumsuz söze meydan vermez. Hazreti Peygamber’e bile düşen ancak tebliğ ise bir Müslüman için tebliğin en güzel ve etkili yolu, İslâm’ın evrensel değerlerini her günkü yaşamında göstermektir. İslâmiyet’in özü, imandan sonra iyiliktir. İbadet, başka insanlara iyi davranmayana bir yarar getirmez. Günümüzde bütün dünyadaki insanlar bunalmış kurtuluş yolu arıyor; iyi bir dünya özlüyor. Türkiye’nin önünde kendi ile birlikte bütün dünyanın selâmeti için çok güzel bir imkân ve çok önemli bir görev var. Türkiye yüzyıllarca İslâm medeniyetinin en parlak temsilcisi olmaktan gelen engin tarih tecrübesini ve Batı ile yakın temastan gelen kazanımlarını birleştirmelidir. Kimseye akıl öğretmeye çalışmak ve kimseye bir şey zorlamak gerekmiyor. İslâmiyet’i insanlık değerleriyle ve asıl manevî özüyle her günkü yaşamımıza yansıtarak somut bir insanlık modeli oluşturmak gerekiyor. İslâm medeniyetini bütün insanlık değerleriyle ruhumuzda duymanın coşkusuyla Batı medeniyeti kültürlerinde gelişmiş yeni düşünce tekniklerini özümlemeliyiz. Böylece kültürümüzde evrensel eserler yaratacak bir zihinsel uyanışı sağlamalıyız. Dünyanın bir tarafındaki büyük teknolojik ilerlemelere rağmen, bütün insanlığın içine düştüğü çaresizliklerin, sosyal dengesizliklerin kaynağında bu terkipten yoksunluk vardır. Türkiye bu terkibi başarmaya en büyük adaydır. Türkiye bunu başararak ya bütün insanlığın kurtuluş ümidi olacak ya da modern görüntüye bürünmüş bir ilkellik içinde bütün insanlıkla birlikte belirsiz bir geleceğe doğru yürüyecektir.

MEDENİYET VE DEĞERLER AÇIK MEDENİYET — İSTANBUL YAKLAŞIMI

İnsan İnanan Bir Varlık

Yılmaz Özakpınar'ın bu eseri, insanın iki hayatı olduğunu gösteriyor. Biyolojik süreçler tabakasında hayat doğa kanunlarına tabi olduğu halde, kendi zihninde oluşturduğu sembolik temsil ve tasavvur dünyasında insan kendini hür hisseder. Yazar, insandaki temsil ve tasavvur dünyasının, hem insanın önüne bir îmkânlar alanı açtığına hem de insanı belirsizlik içinde bıraktığına işaret ediyor. Belirsizliği gideren bilgidir; fakat, insan aklının ve deneyimlerinin ürünü olan bütün bilgiler, kesinlikten uzak, olasılıklı ve değişkendir. İnsan, bu dramatik durumuna nasıl bir çözüm bulacaktır? Bu eser, insanın kendini içinde bulduğu belirsizliğe çözüm arama çabalarının mantığını tahlil ediyor.

https://www.otuken.com.tr/YazarDetay/yilmaz-ozakpinar



https://www.habervakti.com/bizi-biz-yapan-en-karizma-hocamiz-bilim-isigi-prof-dr-yilmaz-ozakpinar?fbclid=IwAR1abSAND3m9GhcrcvP4SBfbjflQ4LJLqUTM4ZUC7linmK3jmDmKxa8i0tM

103
Bugün de dünyada sürekliliği olan her sosyal yapı, açıkça ya da üstü kapalı olarak toplumca benimsenmiş bir inanç ve ahlak nizamına dayanır. Bu inanç ve ahlak nizamının insan ya da vahiy kaynaklı olması şu anda konu dışıdır. Burada vurgulamakta olduğum nokta, biyolojik yapısından gelen psikolojik ve sosyal konumunun gereği olarak insanın başlangıçtan beri gittiği yolun mantığıdır. Birkaç yüzyıldır devam eden fikri, sosyal ve iktisadi değişmeler, sonucunda birçok toplumların inanç ve ahlak nizamı sarsılmış ve insanların ruhuna bir sürü belirsizlik tohumları ekilmiştir. İnsanlar içine düştükleri durumları yorumlayamıyor, eylemlerini ne yaptıklarını bilerek kararlaştıramıyor. Şüphe, tereddüt, iç çatışması, pişmanlık ve tatminsizlik içinde kıvranan  birçok bireyler, akıllı oldukları halde, psikologlara ve psikiyatrlara koşuyorlar. İnsanın bu bölümde tahlil ettiğim biyolojik, sosyal ve psikolojik yapısından doğan konumu göz önünde tutulursa, bu insanların derdine bulunacak çarenin, psikoloğun ve psikiyatrın imkanlarını aşan boyutları olduğu açıkça görülür. İnsan ruhu bir kere bozulduktan sonra tam bir düzelme olabileceği de eldeki verilere göre kolayca ileri sürülecek bir görüş değildir. İnsan ruhunun bozulmaması için terbiye süreci içinde birtakım önlemler alınabilir. Bu önlemlerin niteliği, psikoloğun ve psikiyatrın uğraştığı sorunların çözümünden başka bir düzlemdedir.

Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar, İnsan İnanan Bir Varlık

https://www.habervakti.com/bizi-biz-yapan-en-karizma-hocamiz-bilim-isigi-prof-dr-yilmaz-ozakpinar?fbclid=IwAR1abSAND3m9GhcrcvP4SBfbjflQ4LJLqUTM4ZUC7linmK3jmDmKxa8i0tM

104
Hüseyin KAÇIN / DEĞİLİM
« : 11 Aralık 2022, 03:36:50 ös »
DEĞİLİM

hayatın kahpe yüzüne selam durmadığım
asla boyun eğmediğim içindir ki
şeref yoksunu değilim

işçi bir adamın köylü mü köylü
çilesi bitmez bir kadının
ecel saatinin akrebinden zehir emmiş ama
kan kusmuş
haysiyet yoksunu değilim

içi aşk kokan derme çatma bir evde
gaz lambasının alevinde
hayalllerime tutunarak büyüdüm
asalet yoksunu değilim

suskunluklarımdan isyanlar ektim biçtim
düşlerimden ele avuca sığmaz
sevdalar ördüm durdum
kimim kimsem yoktu ama
kimsenin de kölesi olmuş değilim

dosta düşmana karşı tutunacak dallarımı kırdım
kurumuş yaprak gibi
diplere en diplere savruldum
şaha kalkmış bir kısrak gibi
göklere en yüceliklere sığındım
meleklerin koynunda uyudum ama
el pençe divan durmuş değilim

9 Aralık 2022
22:20
İstanbul

105
Hüseyin KAÇIN / KİMSESİZ
« : 08 Aralık 2022, 11:09:05 öö »
KİMSESİZ

küskün çocuklar köşe bucak saklandıksa
sokaklar bizim kinimize dar gelir
kollarımızı değil yüreklerimizi kırdılar
annemizin sütünü değil öfkemizi emdik
sağır bırakıldık kulak verenimiz olmadı
dilsizdik sesimizi hiç duyan olmadı

denize düşer gibi hayatın içine düştük
korkularımızın alevlerinde büyüdük
düşe kalka cennete yürüyen çocuklar
kahrolası dünyada hep kimsesiz kalır

8 Aralık 2022
10:20
Edirne

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 89