İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: [1] 2 3 ... 89
1
Hüseyin KAÇIN / DOST ÇAYI
« : 19 Mayıs 2024, 09:45:54 ös »
DOST ÇAYI

dualarım vardı hep sana dair
bekledim
durdum

müsaitsen eğer
derdimizi kederimizi
tavşan kanı demleyip
gecenin en siyahında
yudum yudum birlikte içelim mi?

düştüğümde günahım
yürüdüğümde en büyük sevabım
sensin



19 Mayıs 2024
21:45
İstanbul


2
LGBT diye yazılır…




Siz değerli okurların huzuruna çıkarken konu seçiminde inanılmaz titizleniyorum. Zira gün kısıtlı, yer sınırlı, kelimeler sayılı.

Bu nedenle seçtiğim konuların amaca hizmet eden konular olmasına çok dikkat ediyorum.

Bu mantıkla yaptığım çalışmalarımda yakın gelecekte olacakları öngörerek LGBT konusunu acilen kaleme alma gereği duydum.

Çünkü bu konuda çok ciddi bir tehdit var ve bu tehdit sadece ülkemiz için geçerli değil tüm dünya için de geçerli.

Perşembe Yazım...

Konuyla ilgili bir önceki yazımda meseleye bir giriş yapmış ve şu an milyonların tepki gösterdiği bu tehdidin esasen yaklaşık yarım asırdır süregelen bir oyunun devamı olduğunu örnekleriyle anlatmıştım.

Bu yazımda önemli vurgulardan biri de eskiden toplumumuzda en büyük tepkiyi gören bir kelimenin harf oyunlarıyla nasıl normalleştirildiği, toplumun nasıl uyutulduğu ile ilgili yazdıklarımdı.

Bu yöntem en bildik, en ince ve en eski psikolojik harp yöntemlerinden biriydi.

Tepkileri kelime oyunlarıyla yumuşatmak.

Bu oyunu bozmak için ricam yazıyı okurken LGBT yerine benim yazmaktan haya ettiğim o kelimeyi, yani İ..E kelimesini yerine koyarak okumanız.

Çünkü böyle okuduğumuz takdirde nereden nereye savrulduğumuzu çok daha iyi görebileceğiz.

Tepkisiz kalamayız...

Önceki yazım tahmin ettiğimden çok daha fazla kişi tarafından okundu ve tahmin ettiğimden çok daha fazla kişi tarafından da olumlu tepki aldı.

Meğer tehdidi tek gören biz değilmişiz.

Meğer meseleye tek tepki veren de biz değilmişiz.

Bu öylesine gurur verici, öylesine bir umut ki ülkem adına. Anlatamam.

Zira bu tür meselelerle tek başına baş etmek neredeyse imkânsız.

Bu işte bir olmamalı birlik olmalıyız.

Çünkü bu iş ekip işi.

Çünkü bu işte karşınıza çok iyi organize olmuş bir ekip çıkarılmış.

Hatta bu ekip bir değil, birden fazla.

Gelin bu ekipleri inceleyelim.

Kripto Ekip...

Bu ekibin içinde koca koca siyasiler, kelli felli akademisyenler, anlı şanlı gazeteciler ve bir o kadar da proje uyduruk sanatçılar var.

Bugünler için yetiştirilmiş bu ekibin görevi her fırsatta konuyu gündeme taşımak, LGBT'yi normalleştirmek, LGBT'yi sevdirmek ve LGBT'yi toplumda yaymak.

Ali Poyrazoğlu denen kişinin yönetmenliğini yaptığı oyun bu konuya iyi bir örnek, bu konuda kapıyı aralayan bir çıkıştı.

Son zamanlarda her yerde bu konunun patlak vermesinin nedenini, bu konuda yaşananları bu tespitle örtüştürün.

Gelin yaşadıklarımızı bir hatırlayalım...

İstanbul'un göbeğinde, en ünlü semti Şişli'de, Kanyon AVM'nde LGBT yalanıyla üçüncü tuvaletin açılmasını tesadüf mü zannediyorsunuz?

Tepkiler sonucu kapatılan bu tuvalette geri adım atıldı mı zannediyorsunuz?

Hiç şüpheniz olmasın ilk fırsatta o kilit kırılacak ve o tuvalet tekrar açılacaktır.

Alt yapı oluşturuldu, zihinlere kar suyu kaçırıldı. Esasen operasyon amacına ulaştı.

Siz tuvaleti zincirleseniz de zihinlerde kırılan zinciri asla kapatamazsınız.

Destekçi Ekip...

En önemli ekiplerden biridir. Kimi görevi, kimi cinsel tercihi gereği bu işe bir şekilde müdahil olurlar.

Sanatçı(!) Ali Sunal giydiği tişörtteki gökkuşağı renklerini işaret ederek verdiği pozla çok tartışıldı.

CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu aylık belediye dergisinin kapağına bastırdığı gökkuşağı renkleri taşıyan gençle çok eleştirildi.

CHP'li İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer her fırsatta LGBT'liler ile kameralar karşısına geçip gökkuşağı bayraklarıyla poz verdi, yetmedi belediye binasının duvarlarını gökkuşağına renklerine boyattı.

CHP'li Mahmut Tanal LGBT'nin tüm etkinliklerine koşarak gitti ve en ön saflarda yer alarak LGBT'lilerden daha heyecanlı pozlar verdi.

Daha dün, karne günü, Silivri Kavaklı İlköğretim okulunda Ahter Nur isimli öğretmenin(!) LGBT bayrağı önünde o minicik yavrulara poz verdirdi.

Örnekler kıyamet gibi ve bu örnekler son altı ay içinde çok ciddi oranda arttı.

Sizce bu insanlar ne anlatmak istedi dersiniz?

Mandacı Ekip...

Bu konuyu sırf ayrışmak, farklı olmak veya sürü içinde kalmak zihniyetiyle anlamadan bilmeden savunanlar var.

Üstelik bu insanların isimlerinin başında koca koca unvanlar var, ama gelin görün ki dünyadan bir haberler.

Bu kül yutmam deyip de mangalı boynunda gezdiren tayfanın muhtemelen başka bir şey bilmedikleri için konu ile ilgili söylemleri hep aynı şeyler;

"Cinsel özgürlük"

"Size ne insanların cinsel hayatından!"

"Herkesin yaşam tarzına saygı göstermelisiniz."

"Siz önce tarikatlardaki çocuk tecavüzcülerine bakın."

"İnsanların özel hayatı sizi ilgilendirmez."

"Gökkuşağından da bir anlam çıkardınız ya helal olsun sizlere."

"LGBT renkleri 7 renk burada 6 renk kullanılmış, bunu bilmeyecek kadar kara cahilsiniz."

Daha neler neler....

Dinle...

Yav be aklı evveller!

Yav be batı yalakaları!

Bu yaşananların özgürlükle ne alakası var. Burada planlı programlı adım adım işlenen bir tehdit, adım adım ilerleyen bir tehlikeden bahsediyoruz, burada bir özendirme, toplumu yönlendirme var diyoruz ancak sen hala at gözlüğünle olayları yumuşatmanın, farklı yerlere çekmenin derdindesin.

"Bırakınız çocuğunuz kendi cinsiyetini kendi seçsin" ne demek ya...

Senin evladın, senin oğlun yok mu?

Senin umursamadığın, evlat yerine koymadığın o ülke değerini senin adına biz korumaya çalışıyoruz.

Hiçbir şey bilmiyorsan bari ayak bağı olma.

Mesele bildiğin gibi değil, mesele Kılıçdaroğlu'nun anlattığı gibi değil, mesele Kılıçdaroğlu'nun çarpıttığı gibi değil,

Mesele hayat memat meselesi, mesele çok ciddi.

İçime kurt düştü, siz şimdi Kılıçdaroğlu'nun dediğinden de bi habersinizdir eminim, en iyisi ben onu da anlatayım;

Bir televizyon programına konuk olan Kılıçdaroğlu'na soruyor sunucu;

Sunucu: "LGBT'i Türk Aile yapısını bozuyor mu?

Kılıçdaroğlu: "Hayır efendim ilgisi yok, ilgisi yok yani, niye aile yapısını bozsun"

Evet aynen böyle söyledi Atatürk'ün kurduğu partinin başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu.

Okulda misyonerlik faaliyeti, Hristiyanlık propagandası yapılıyor diye Amerika'nın onca tepkisine rağmen Bursa Amerikan Kız kolejini kapatan Atatürk mezarından kalksa bu sözlere neler derdi, neler yapardı?

İnanın hayalini dahi kuramıyorum, olacakları düşünemiyorum.

Sonuç....

Uzun lafın kısası tehlike büyük, tehdit büyük.

Acilen fert olarak, kurumlar olarak ve hepsinden önemlisi devlet olarak her türlü hukuki, kanuni tedbiri almalıyız.

Hem de acilen.

Yoksa "oğlum çiçek açtı" diyenler artar.

https://www.star.com.tr/yazar/lgbt-diye-lir-yazi-1793121/

3

Sapıklar ve sapkınlar kol geziyor…

Askerlik mesleğime başladığımda ülkemin düştüğü durumu görünce; ucu nereye dayanırsa dayansın, sonu neye varırsa varsın, bu milletin istiklaliyle, bu milletin istikbaliyle, bu milletin ekmeğiyle oynayanlarla sonuna kadar savaşacağıma yemin ettim.


Meslek yaşantım dahil hayatımı bu savaşa, bu mücadeleye adadım.

Emekliye ayrıldım ama mücadeleyi asla bırakmadım.

Çünkü ettiğim yemin son nefese kadar geçerli.

Geçtiğimiz günlerde bu yeminimi revize ettim ve Allah huzurunda tekrar yemin ettim.

Bundan böyle bu milletin cinsiyetiyle oynayanlarla da savaşacağım.

LGBT Diye Yazılır...

Bu savaşın ilk hamlesi olarak geçtiğimiz günlerde LGBT denilen illeti konu eden iki yazı kaleme aldım.

İlgilenenler yazıları star gazetesi internet sitesinde bulabilirler.

Bu konuyu kaleme almaya niyetlendiğimde yakın çevrem, "konu sıkıntılı linç yersin" diyerek beni uyardı.

FETÖ ile mücadele ettiğim dönemlerde bu tür saldırılara alışkın olduğum için cirimleri kadar yer yakarlar, yola devam dedim.

"Entel danteller, liboşlar, batı uşakları, kül yutmam deyip mangalı boynunda gezdirenler saldıracak hazırlıklı ol!" dediler.

Topu gelsin, biz buradayız dedim.

Topunuz Gelin....

Geri adım atan onlar gibi namert olsun dedik ve yazıları yazdık.

Denilen kadar olmasa da saldıran soytarılar, soysuzlar oldu.

Umurum değil, topu yok hükmünde.

Ama bunun yanında çok olumlu tepkiler de aldım.

Yazılarımı okuyanlar hayretler içinde okudular, ben de onların bana yazdıklarını.

Öyle şeyler okudum, öyle şeyler dinledim ki inanamazsınız...

Okuduktan sonra çaresizlik ve acı içinde haykırıyorsunuz...

Yav Nereye Gidiyoruz....

Ben insanlarımızı kibar bir dille uyarmak için yazılarımı LGBT konulu genel bir başlık altında kaleme almıştım.

Oysa; yazılarıma verilen tepkilerde sevinerek gördüm ki milletimizin geniş bir kesimi işi çözmüş ve biz kibarca yaklaşsak da onlar konuyu gay, lezbiyen, cinsiyetsizlik gibi alt başlıklara dönüştürerek savaşı başlatmış.

Bu işin iyi tarafı, ancak bir de kötü tarafı var ki söz konusu sapkınlıklar özellikle gençler arasında kangrene, gay, lezbiyen, cinsiyetsizlik gibi sapkın akımlar gençler arasında moda akıma dönüşmüş.

Veliden Al Haberi...

Öğrendiğim bir başka acı gerçek odur ki bu iş ortaokul seviyesine kadar inmiş durumda.

Velilerle yaptığım sohbette birçok anne baba, ortaokul, lise üniversite öğrencileri arasında bu tür sapkın fikirlerin giderek yaygınlaştığını söylüyor ve büyük bir endişeyle bu işe kim dur diyecek diye dert yanıyorlar.

Yakın bir dostumun başından geçenler bu konudaki endişelerin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Şöyle anlattı dostum;

"Geçenlerde epeydir görmediğimiz bir aile dostumuzu ziyarete gittik. Elimizde büyüyen ortaokul çağındaki kızlarını gördüğümüzde maşallah kocaman genç kız olmuşsun diye takıldık. O kızımız anne babasının yanında bize dönerek tebessüm etti ve cinsiyetim konusunda henüz karar vermedim, erkek mi olacağım, kadın mı ileride bakacağım dedi."

Düşünebiliyor musunuz söyleneni...

Bu söylemden çok daha garip ve tehlikeli olan neydi biliyor musunuz?

Bu kızımızın hiç çekinmeden anne babasının yanında konuşması ve anne babanın da bu söylenenlere hiç tepki vermemesi.

Evet, acı gerçek bu.

Türkiye'de LGBT'yi özendiren ve normalleştiren propagandaların sonucunda cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan gençlerin sayısı günden güne artıyor, ülkenin geleceği renkleniyor(!).

Bu İşin Dibi Neresi...

Daha tüm bunları hazmedememişken bu duyduğumuza rahmet okutan bir gelişme de İstanbul Üniversitesinde yaşandı.

Yeni Şafak ve Aydınlık Gazetelerine konu olan habere göre kendini doktor olarak tanımlayan bir grup üniversite sapkını; henüz ergenliğini tamamlamamış 22 çocukta ergenlik durdurucu hormonlar kullanmış, 18 yaşından küçük 7 çocuğa cinsiyet değiştirme, memelerin alınması, büyütülmesi, sesin ve yüzün kadınlaştırılması gibi geriye dönüşü mümkün olmayan ameliyatlar yapmışlar.

Öylesine Sinsiler ki...

İstanbul Üniversitesi'nin akademik kadrosunda yer alan doktorlar(!) işi gücü bırakmışlar ve gençlerin cinsiyeti üzerine, "Cinsiyet Disforisi Olan Ergenlere Endokrinolojik Yaklaşım" ve "Türkiye'de Üçüncü Basamak Bir Merkezde Pediatrik Endokrinoloji Bölümü Deneyimi" adı altında bir makale kaleme almışlar.

Makale mart ayında yayınlanmış.

Batı destekli söz konusu proje makaleye sessiz sedasız imza atan doktorlar; 15-16 yaşlarındaki henüz reşit olmayan bu çocukları kanunsuz bir şekilde cinsiyet değiştirme ameliyatlarına alarak hayatlarını karartmışlar.

Üstelik işin dehşet tarafı bu işin geri dönüşü de yok.

Düştüğü bu tuzağa ve yaşadığı sapkınlığa uyanıp intihar eden çocuklarımız var.

Umurunda mı doktor kılıklı bu sapkınların.

Asla...

Peki Ne Yapmalı?

Benim buradan acilen tavsiyem; tüm veliler, okullar, ilgili resmi kuruluşlar, medya ve hepsinden önemlisi Aile, Adalet ve Sağlık Bakanlıkları konuya süratle el atmalı ve sorumluların vakit kaybetmeden meslekten menedilerek, kanun önünde hesap vermeleri sağlanmalıdır.

Ayrıca hepsinden önemlisi, bu ortamın doğmasında çok büyük etkileri olan proje televizyon kanallarının yayın lisansları ülke güvenliği nedeniyle acilen iptal edilmelidir.

Bu televizyon kanallarının kimler olduklarını, amaçlarının ne olduğunu ve genç beyinleri nasıl yıkadıklarını sonraki yazılarımda kaleme alacağım.

https://www.star.com.tr/yazar/sapiklar-ve-sapkinlar-kol-geziyor-yazi-1805563/

4

Coşkun BAŞBUĞ

LGBT denen sapkınlık

Yıl 1981...

İngiltere'de "Culture Club" adında bir proje pop gurubu kuruldu.


Grupta öne çıkan isim solist "Boy George"

"Karma Chameleon" isimli şarkısıyla dünya müzik listelerini alt üst eden solist Boy George bir an da tüm dünya gençliğinin sembolü oldu.

Gelelim meselenin özüne.

Culture Club küresel çete tarafından kurulan proje bir guruptu ve görevi de dünya gençliğinde eşcinsel ilişkiyi, çift cinsiyeti, çift cinsiyetli giyim tarzını moda etmek, bu akımı yaymaktı.

Görevini de fazlasıyla yaptı.

Yıl 1984...

Türkiye'de bir tiyatro oyunu sergilendi.

Oyunun adı "Oğlum Çiçek Açtı" yönetmeni ise Ali Poyrazoğlu idi.

Oyunda oğlu eşcinsel olan babanın hikayesi anlatılıyordu.

Sakın yanlış anlamayın oyun dram değil tam tersi komedi türüydü.

Oyunda eşcinsel kişinin durumu çiçek açmayla bağdaştırılıyordu, oğlu eşcinsel olan babanın durumu da sevimleştirilerek anlatılıyordu.

Ancak tüm bu güzellemelere rağmen tezgâh tutmadı.

O zamanki ahlaki temellerimiz Anadolu insanını korumuştu.

Avrupa'da ise durum tam tersiydi.

Küreselin başarısı beklenenden büyük oldu.

Oyun Tuttu...

Akımın etkisinde kalan on binlerce Avrupalı genç, modayı takip ettiğini zannederek Boy George gibi giyinmeye başladı.

Gençler, giyim tarzlarıyla yaşadıkları toplumda kendilerini bu yaratık kız mı erkek mi diye sorgulatmaya başladılar.

Sorgu sapıklığı getirdi ve eşcinsellik Avrupa'da hızla yayılmaya başladı.

Gözünü kan ve para bürümüş bu yapının hedefi dünyayı ele geçirerek tek devletli, tek bayraklı, tek dilli, tek dinli ve tek cinsiyetli bir yapıya dönüştürmekti.

Küresel Saldırı...

Bu dönüşümü sağlamak amacıyla son günlerde tüm dünyada cinsiyet üzerinden büyük bir saldırı başlatıldı.

Operasyona ilk yapılması gerekenlerle başlandı.

Öncelikle tüm dünyada sempatiyle karşılanacak, her kesimde kabul görecek bir operasyon simgesinin belirlenmesi gerekiyordu.

Simge belirlendi.

"Gökkuşağı"

İkinci yapılması gereken, zamanı geldiğinde kullanmak üzere topluma mal ettirilmiş sanatçı, sporcu, siyasetçi, akademisyen türü proje isimlerin bir bir sahaya sürülmesidir.

Onlarda öyle yaptı ve sırası gelen böylesi ünlü isimleri bir bir sahaya sürdüler.

Bu LGBT'de nereden çıktı...

Bir diğer önemli konuda, isme tepki verecek ülkelerde ismin değiştirilmesiydi.

Bu ülke Türkiye'den başkası değildi.

Burada yazmaktan bile haya edeceğim dört harfli kelime ile yola çıkmak tam anlamıyla fiyasko olurdu.

Onlarda bu tehdidi gördüler ve sapıklığın adını değiştirerek, toplumun her kesiminden kabul görecek bir isimle yola çıkmaya karar verdiler.

LGBT...

Anadolu bu yeni ismi kısa sürede benimsedi ve çok sevdi.

Düne kadar kızara bozara söylemekten utandığımız kelime bugün günlük hayatta kadının kızın, büyüğün küçüğün, çocuğun diline pelesenk olmuş kelimeye dönüştü.

Gerçekten güzel yumuşatıldı ve topluma da güzel yedirildi

Operasyon başlıyor...

Operasyon başladı ve dört bir koldan saldırmaya başladılar.

Söylemler kulağa hoş geliyordu.

"Cinsel özgürlük"

Hikâye böyle başladı ve ardından insanlara eşcinsellik dayatması geldi.

Özellikle genç beyinlere, o körpecik akıllara eşcinselliğin son derece doğal bir tercih olduğu enjekte edilmeye başlandı.

Anne, babalara "çocuklarınıza baskı yapmayın, bırakın onlar kendi cinsel kimliklerini kendileri seçsin." aklı verilmeye başlandı.

Verilen akla bakar mısınız, şaka gibi değil mi...

Yav be müptezel, be aşağılık mahlukat! Dünyanın neresinde görülmüş henüz iki yaşındaki çocuğa "Hadi yavrum seç bakalım cinsiyetini" diye sorulduğu.

Bugün Avrupa'da birçok ülkede, özellikle de Almanya'da ilkokulların tuvaletlerine üçüncü cins tuvaletler açıldı.

Kendinizi bir an için o çocuğun yerine koysanıza! Nasıl kavram karmaşası yaşarsınız.

Yine operasyon kapsamında eşcinsel evliliklerin önü açıldı.

Bugün ülkemizde bile erkeğin cinsiyle evlendiği düzmece düğün görüntüleri sosyal medyaya servis edildi.

Amerika...

Ülkemizde sevdalısı bol olduğu için örneği bu ülkeden veriyorum.

ABD'de 20 eyalet dışında tüm eyaletlerde eşcinsel evlilik yasallaştırıldı.

LGBT'liler artık sadece sokaklarda değil, okullarda ve kiliselerde dahi çocukların karşısına rol model olarak çıkarılıyor.

Okul müfredatlarına kadar inen 'lezbiyen, gay, transseksüel' kavramları çocuklarda anlam kargaşasına sebep olurken çoğu okulda yıl sonu etkinliklerinde ya da özel günlerde programlara adına "drag queen" denilen travestiler küçük çocukların karşısına çıkarılıyor.

Hemen her gün çocuklarının ruh ve beden sağlığını önemseyen aileler tarafından sokaklarda protesto eylemleri düzenleniyor.

LGBT destekçilerinin 'onur' yürüyüşü adı altında sergilediği sapkın gösteriler de gerilimi tırmandırmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde LGBT'lilerin yürüyüşünü protesto eden bir Amerikalı tutuklandı.

Buraya kadar dünyada yaşanan gelişmeleri anlattım. Cumartesi yazı günümde ise aynı konuyu Anadolu açısından ele alacağım.


https://www.star.com.tr/yazar/lgbt-denen-sapkinlik-yazi-1792646/

5
Aslında ben baba tarafındayım.

O çok kızdığınız, çocuğumun bu durumuna sebep olan bir baba gibi hissediyorum.

Oğlum Üniversite 1.sınif öğrencisi olduğunda çok sevinmiştik, başarı yüzdesi çok çok iyiydi.

Ortaokulda da, lisede de, üniversite sınavında da..

Puanı ile nereyi yazarsa alabilecek durumdaydı.

Baba şu bölümü istiyorum diyince biz daha garanti bir meslek olsun diye farklı bir bölümü istedik.O ama ben lise de dahi burayı istiyordum...diyince bir şey demedik, yazdı ve kazandı.Onu aracımla İstanbul'a götürürken hem mutlu hem gururluydum elbette.

Sonra, bu yıl ki bayram tatiline gelip 2 hafta gibi kaldı yanımızda.

3 veya 4 gün sonra bana, baba bir şey diyeceğim ama kızmayacaksın dedi.

Söyle dedim.

Ama söz ver kızmayacaksın dedi..
Tamam dedim.

Kulağını gösterdi, minik bir küpe vardı kulağında.

Görünce şok oldum ama kızmadım ona.Babannenlerin yanına giderken takma üzülürler dedim, tamam dedi.

Geri üniversiteye gideceği günden bir akşam önce annesine, babam ve seninle bir şey konuşacağım dedi.

Eşim bana söyleyince konuşalım dedim.

Söyle oğlum diyince önce söylemekten vazgeçti, sonra önemli bir şey olduğunu hissedince ısrar ettim.

Tamam...dedi.

Öncelikle beni seviyor musunuz? dedi.

Eşim ve ben de tabiki de dedik.

Ben intihar etmeyi düşünüyorum dedi, şok olduk..eşim dondu kaldı.

Ama ben henüz söylemek istedigini söylemedigini hissettim.Bu bir ön adımdı gibi.

Devam et...dedim.

Ben erkeklerden hoşlanıyorum, halk tabiriyle gey'im yani Lgbt liyim...dedi.

Eşim arkasını bana döndü, gözlerinden yaşlar akarak ne yapacaz diye işaret etti bana.

Sakin ol gibi el işareti yaptım eşime.

Oğlum ardından bize; şimdi beni seviyor musunuz...dedi.

Tereddütsüz tabiki dedik ama şok olmuştuk.

Oğlumu yanıma çağırdım ona sarıldım, sarılınca ağladı.

Sonra ona bir doktora, psikoloğa gidelim dedim.

Kızdı, bunun çaresi yok, Dünya Sağlık Örgütü dahi bunu söylüyor, ne yapacaksınız; 40 gün horoz eti mi yedireceksiniz bana...dedi.Bizim hiçbir şeyden haberimiz yokken.

Ben bunu kabullendim, ortaokul da da, lise de de vardı, ben iki yıl dua ettim ama düzelen hiçbir şey olmadı, şimdi duaya da inanıyor muyum, bilmiyorum gibi ortada konuştu.

Ona, dünya sağlık örgütü ve lgbt lobisi ile ilgili doğru bilgiler vermeyebilirler tarzında, benimde çok bilgim olmayan şeyler söyledim..savunmaya geçti.

Uçağa götürürken onu, bir parkta durdum..

Biraz yürüdüm onunla..

Kimse duymasın, düzelince yüzü kızarmasın diye...bu saatten sonra bir kişi dahi bunu bilmeyecek...şöyle ederim, böyle ederim...vs diyip..tehdit ettim onu..

İstanbul da ablam vardı, söyleyemedim, hiç kimseye söyleyemedim.

İstanbul da bir hekim tanıdığım vardı ona açtım konuyu.

Bir araştırıp dönerim size dedi.


Sağolsun Prof. Dr. Zeki Bayraktar Hocayı buldu, Zeki hoca;

Gelsin bir dinleyelim genci, olmazsa Hüseyin Kaçın'a da yönlendirebilirim...dedi.

Hüseyin hoca'ya ulaşınca o da Zeki Bayraktar'a önce gidin, inadını biraz kırar..dedi.

Zeki Bayraktar'a gittik.

Zeki hoca çocuk ve aynı zamanda benimle 1 saate yakın konuştu.

Bu benim işim değil, ben bilgi veririm, psikologların işi deyince, önerebileceğiniz biri var mı...dedim.

Hüseyin Kaçın...ismini verdi.

Oradan çıktık, çocuk mutlu degildi tabii..

Onun kabul etmediği şeyleri söylemişti Zeki hoca.

Doğuştan gelmediğini o kadar güzell anlatmıştı ki Zeki hoca..çocuk afalladı.

Arabaya gidince sinirlendiğini, kabardığını hissedebiliyordum.

Bana, baba beni kitabını satmak isteyen bir ürolağa mı getirdin gibi bir savunma yaptı.

Bende ona, kitabını satmak isteyen bir konumda olduğunu düşünüyormusun, buna sence ihtiyacı var mı, karşılıksız 1 saat konuştu bizimle...dedim..doğru dedi, sustu.

Sonra Hüseyin hocaya ulaştık, oğlumla beraber gittik.

Önce oğlumu aldı, uzunca bir süre konuştu.Sesleri yüksek geliyordu, endişelendim.

Belli bir süre sonra Hüseyin hoca beni de aldı odaya.

Oğlumun ona inanmış hali o kadar hoşuma gitmişti ki..
Benim nasıl bir baba olmam gerektiğini, oğluma güvenmem gerektiğini..ve daha bir çok şey.

Bende Hüseyin hocayı sevmiştim.Oğluma psikoloji bölümü okuduğu için hafta sonları buraya gelip vakit geçirebilirsin..dedi.Sanırım oraya alışıp adım atabilmesini sağlamak içindi.

Mutlu bir şekilde terapilere geleceği konusunda anlaşıp çıktık.

Yolda giderken oğlum bana, o pisikoloğun adı nedir diye sordu.Bende söyledim.Ama araştırma dedim.

Gece araştırdı..Otelde beraber kalıyorduk.Sabah 4.5 gibi uyudu.Bende öyle.

Bir sıkıntı olduğunu hissediyordum..

Ertesi gün kahvaltı için onu çağırdım..geldi..kabarmış halini biliyorum.

Aynı o şekilde, baba ben o psikoloğa gitmicém...dedi.

O anksiyete pisikoloğu değil, dönüşüm pisikoloğu, beni kandırdın dedi.

Bende ona, seni kandırmadım, Zeki hoca verdi ismini, sende ordaydın dedim.

Zeki hoca başka bir isim söylemişti galiba...dedi

Bende ona, Zeki hocanın soyadını biliyor musun...dedim..Bayraktar...dedi.

Araştırmış çokça.

Bende ona Zeki hocanın yazıp kaşelediği üzerinde Hüseyin hocanın ismi olan kağıdı gösterdim, bak aynı isim değil mi dedim..ikna oldu..Ben kesin o değil demedim ama o adama gitmeyeceğim...vs dedi.

2.5 saat araba ile tur atarak konuştuk.

Ben senin bir erkek olduğunu kişilik karmaşası yaşadığını, gelişimini henüz tamamlamadığını ve terapilerle düzeleceğini düşünüyorum..dedim.

Bana sordun mu, ben düzelmek istiyor muyum...dedi.

Benim için, annen için de olsa denemek istemez misin, bize bu şansı ver...dedim.

O psikolog hariç istediğinize gidebilirim...dedi.

Bende, hayır ben o psikoloğa gitmeni istiyorum...dedim.

Okuldaki hocalarıma soracam o psikoloğu dedi.

Hüseyin hoca okuldaki hocasının ismini verdi...git sor dedim.

Ondan da vazgeçti..Biliyor ne cevabı alacağını, gerçeklerden kaçıyor, durumunu kabullenmiş, ben buyum diyor.

Bu dünyada annem ve babam beni kabullensin diğer hiç kimse benim için önemli değil...dedi.

Biraz üzerine gidince bana Siktir git...dedi.Ömrüm boyunca ondan duymadığım tarzda konuşmaya başladı.Aracın kapısını vurarak indi..Çok çok farklı bir çocuktu karşımdaki.Ben o yürürken sakin bir şekilde gel dedim ona..iki, üç, dört defa dedim.

Neden, ne konuşacağız..dedi.

Sadece yanımda otursan yeterli, istemiyorsan konuşmayız...dedim.

Sonra sakinleşti, söylediklerine pişman oldu..

Aslinda baba ben o psikoloğa gitmek istemiştim ama karşısındaki insanları dinleyince vazgeçtim..dedi.

Ben müziği çok seviyorum, müzik olmadan benim hayatım yok gibi..dedi.

Sonra bana, en sevdiğim şarkıyı biliyor musun diye sordu..Bende bir hafta önce demiştin Sezen Aksu..diyince en azından sanatçıyı hatırlıyorsun dedi.Bende ona şarkıyı da hatırlıyorum...'Yalnızlık senfonisi' diyince şaşırdı.

Sonra bana, biliyor musun baba aslinda ben seni seviyorum..dedi.

Ona aldığım tableti verdim..

Araçtan inerken sakın bana sarılmayı düşünme...dedi.

Bende ona, yarın yola çıkacağım, bir şey olursa bana ve daha görüşemezsek sarılmadığına üzülmeyecek misin..dedim, sarıldı bana.


Terapi..tedavi veya iyi olacaksın...gibi hiçbir cümleyi kabul etmiyor, bambaşka bir insana dönüşüyor.

Zorla getirmeninde faydası olur mu, bilmiyorum.

Şuan her şeyin başındayım..O ise kabullenmiş ama mutsuz..Geceleri uyuyamıyor ve bize beni böyle kabullenmediğinizden öldürüyorsunuz beni, geceleri uyuyamıyorum..diyor.

Ama bize söylemeden öncede uyuyamıyor, beni anksiyete için psikoloğa gidecem..diyordu.

İstediği onu bu haliyle kabullenmemiz.

Bizde sen bizim oğlumuzsun ve bu değişmeyecek..diyoruz.

O kadar büyük ve zorlu bir savaş ki;

Zeki hocanın dediği gibi LGBT lobileri ve aileler arasında bir savaş.

" Çocuğu en çok seven kazanacak ve tabiki siz anne baba olduğunuzdan çocuğunuzu gerçekte sizin kadar seven olmayacak.
Siz kazanacaksınız"

Oğlum diyorki, 97 kişi olmaz diyor, siz 3 kişiye inanıyorsunuz..

Bende ona;

Bilsem ki kansersin ve dünyanın tüm doktorları çare yok diyor ama 1 doktor çare var diyor.

Ben gider o bir doktoru bulmaya çalışırım.

Ve...bulduğuma da inanıyorum.

Sadece çocuğu doktoruna ulaştıramıyorum.

Eminim ki yazdıklarım sizlere de tanıdık geliyordur.

Çocuğu nasıl ikna etmem gerekiyor?

Devlet Her Çocuğa Ruh Sağlığı Yerinde Anne Baba Sağlamakla Yükümlüdür.

https://www.youtube.com/watch?v=gTB2GnB_Af4&list=PLZQ0do4E84cf6ZdvyN0AXfnqxQYARJiJX


Prof. Dr. Zeki Bayraktar Eşcinsel, Hermafrodit, İnterseks, Benim Ailem 6 Bölüm

https://www.youtube.com/watch?v=WlfxquELya8&list=PLAABaL9f17rX11VATx98ruU7_iIuzgOZK&index=16






6
Bu yazıya nasıl başlayacağımı tam bilemiyorum ama Hüseyin hocama sözümü yerine getirmek amaçla bu yazıyı paylaşıyorum. Tabii ki aynı zamanda da benim gibi dert çekenlere yardımcı olmak isterim. Aslında zor olan Hüseyin hocayla olan süreç değil de ondan ziyade sürecin öncesinde ayakta kalmaktır. Bunu demişken kendi hikayemde anlatmak isterim:
23 yaşındayım, Türkiye’de İlahiyat okuyorum fakat Almanya’da doğup büyüdüm ve orada hayatımın çoğunu geçirdim. İlahiyata başlamadan önce Almanya’da iktisat alanından lisans diplomamı aldım ve ardından Türkiye’ye ilahiyat okumaya geldim. Fakat ilahiyatı 2 sene sonra bitirmeden bırakıyorum. Gelelim başka bir önemli konuya: Nasıl bir aile evinde büyüdüğümü merak eden vardır malum bu duruma “sevk” eden en önemli nedenlerden biri olan anne- babanın oğullu ile ilişkidir.
Bu dünyada muhtemelen en çok merhameti annemden görmüşümdür fakat annem meşhur olan anne şefkatinin oranını kaçırdı ve beni fazla sevdi. Evet, bir anne çocuğunu fazla sevebilir – bende hiç tahmin edemezdim açıkçası. Tabii ki dengeyi kaçırmamak için babamda beni hiç diyecek kadar sevmedi ve sevemedi. Bunu aslında ilk defa Hüseyin Hoca deyince fark etmişimdir yani aslında biliyor gibiydim malum kendi babamdan neyi görüp görmediğimi en iyi ben bilebilirim. Fakat “çocuk hali” iste insan gözünün önündekini bile göremiyor bazen veya görmek istemiyor. Bende de görmek istememek olayı daha doğru olabilir. Sonuçta kim babasından sevgi görmediğinin farkına varmak ister ki? Neyse büyüdüğüm evdeki duruma devam. Anneden aşırı sevgi görmüş ve babasından hiç görmemiş biri olarak tabii ki hayatım alt üst olmuş ama bu yetmezmiş gibi iki rahatsız ablam/kardeşim var. Yani bir çocuk olarak en temel olan hakkim ilgi beklemekken bunu bile bana fazla gören annem babam vardı. Ama tabii ki ilgi beklerken “Bencil olma ablan hasta ona bakmamız lazım” veya “şükret sen hasta değilsin” veya “daha ne istiyorsun başının üstünde evin var” gibi türlü cümleler duydum. Aslında fazla istemiyordum. Ne para ne mülk istiyordum. Sadece birsinin benim başımın okşamasını istemiştim ama fazla istemişim. Birinin gelip samimi bir şekilde hâl hatır sormasını bekliyordum. Ama aslında bunu bekleyemeyeceğimi gayet iyi biliyordum çünkü annem ve babam birbiriyle anlaşamıyorlardı ki. İkisi birbirine o kadar zıt ki onlardan daha uyumsuz bir es var mı gerçekten bilemiyorum. Farklı dil konuşuyorlar gibi bir halleri var. Evde defalarca “postacı” oynamam gerekliydi çünkü aralarında bir tartışmadan dolayı birkaç gün birbirine küstüler. Ama insanoğlu neye alışmaz ki? En zor durumlara

alışır ve bunu hayatta normal olarak görüyordu. Ben kendi kendime derdim evli bir es arasında kavgalar gayet normaldir ve olmazsa olmaz çünkü başka bir şey gördüğüm yok annemden babamdan. Şimdi bir kız ile tanışıyorum ve kavganın evliliğin bir şartı olmadığının farkındayım (evet, terapiyi bitirdim ve evliliğe doğru adim attım). Bir çocuk annesinden babasından ne ögrenirse onu hayata geçirir ama ben babamdan gördüğümü hayata geçirmeyeceğim.
Neyse gelelim bu orta okul zamanına çünkü o aralar ergenliğe giriyordum ve benimle bir şeyin normal olmadığını fark ettim. Arkadaşlarım kızlardan hoşlanınca ben erkeklerden hoşlanıyordum. Bu garibime gidiyordu ve benim için akil almaz bir olaydı. Üstelik dindar, namazlı-niyazlı bir aileden gelen bir çocukta nasıl eş cinsellik gibi bir şey meydana gelebilir? Nasıl olurda Allah’a ibadet eden ve onu zikreden kişi eş cinsel olabilir? Lut kavminde olan bende nasıl olabilir? Bu ve buna benzer sorular aklıma takılmaya başladı. Tabii ki evdeki durumdan ibaret böyle bir şeyin olduğunu ne anneme ne de babama diyebildim. Onlar kendi aralarındaki sorunlarla ve ablamın rahatsızlığıyla baş etmeye çalışırken bana vakit kalmıyordu. Bazen diyordum bir günün 24 saati değil de 24 saatten fazla olsa o zaman belki annem ve babamın vakti olabilirdi benim için – çocuk hali iste. Bu sorunumla böylece bas basa kaldım ve her zamanki gibi problemim için kendi çözümü üretmem zorunda kalmıştım. Bir iki sene (dindarlığımdan dolayı) direndim ve “eş cinselliğime” kabullenmedim ve kabullenmek istemedim de. Fakat sonunda her direncin bir sonu vardır ve benim de direnmem 15/16 yaslarında bir son buldu ve yavaş yavaş kabullenmeye başladım. Ama kabullenmeden önce benim içimde “iki kişi” vardı – dindar ve efendi çocuk ve erkeklerden hoşlanan “asi” çocuk. Sonunda kabullendim ve bu iki kişilik olayı arttı çünkü evde, akrabalarda ve ailemin tanıdıklarla her daim efendi ve dindar çocuk ortalıkta olurdu ve eş cinsel kimliğim arka planda kalıyordu. Tabii ki okulda, dışarıda ve bazı arkadaşlarda tam tersi oluyordu orada erkeklerden hoşlanan çocuk meydana çıkıyordu ve efendi çocuk ortalıktan kayboluyordu. Bu iki kişiliği yasamak ve aralarında zıplamak senelerce sürdü yaklaşık 8 sene ve bu süreçte aşırı yoruldum en son hasta bile oldum ama oraya daha birkaç sene var.
Kabullendikten sonra lisemin son iki senesi kalmıştı ve o ara iki (kız) ile arkadaşlık kurmuştum ve ikisi de benim es cinsel olmama rağmen kabul etmişti. Maalesef o ara hiç ve hiç öz güvenim yoktu ve kendimi herkesten ezdiriyordum. Gelen giden beni harabe olmama rağmen yıkıyordu ve bu durum hiç kimsenin umurunda değildi. Lise zamanım aslında gayet sakin ve olaylar olmadan geçti.

Ne tanışmalar oldu ne de ilişkiler. Fakat içimde her daim o istek vardı ve bir erkek arkadaş edinmek bir nevi büyük hayalimdi.
Neyse 18 yaşıma girmeden önce liseyi bitirip elime diplomamı aldıktan sonra üniversiteye başvuruda bulundum ve alindim. 3 senelik üniversiteyi pandemi ve Erasmus’tan dolayı bir sene uzatma durumda kaldım ve toplam 4 sene üniversite okudum. Üniversitenin ilk iki senesinde (pandemi öncesinde) aslında pek bir şey yaşamadım yani bildiğim hayata devam diyordum (evde her daim annem babam arasında kavgalar, ablamın rahatsızlığı ve sayısızca hastane randevuları ve tabii ki benim var olup olmamanın farkı olmaması). Fakat bu süreçte annem babam bana koymadıkları yasak yoktu. Misal verecek olursam geceleri gezmek imkânsızdı genellikle saat 20/21’den itibaren evde olmam gerekliydi. Yaşım olmuş 20 ve aksam güneş batar batmaz eve gelmemin beklenmesi olmamalı ya da her dışarı çıktığımda nereye gittiğimi ve kiminle olacağımı sormaları (aslında sormaktan ziyade sorguya çekilmek gibiydi). Üniversitenin ilk iki senesinde bazı erkeklerle tanışmıştım ama bir iki buluşmadan fazla bir şey olmamıştı ve buluşmalarda dışarıda bir kafede oluyordu. Buluşmalara gidince tabii ki annem babama, üniversiteye gidiyorum diyordum genellikte ve ilk zamanlar yalan söyledim diye ağır vicdan azaplar çekiyordum fakat zamanla kalbim bu günaha alıştı ve yalan söylememi “haklı gösterdi”. Bu zamana kadar 6 sene “iki kişiliği” içimde taşıyordum ve hiç kimseye durumu tam tamına anlatamadım. İçimde o zaman içerisinde bir darlık, ümitsizlik ortaya çıkmıştı fakat bu ümitsizlik 2020 yılın ilk baharında geçti diyebilirim çünkü ilk ve tek ilişkimi o zaman yaşadım.
Pandemi başladığında üniversite uzaktan eğitime geçerek yaklaşık günün 20 saati evde geçiriyordum malum zamanında sosyal birisi olmadığımdan ne doğru düzgün arkadaşım ne de çevrem vardı. Ve böylece benim hayatimin dönüş noktamın başlamasına geliyoruz çünkü bir gün kafede çalışan yakışıklı erkek gördüm ve onunla tanışmak istediğimi dedikten sonra birkaç defa kafelerde buluştuk. İkimizde birbirimizden hoşlandığımız ve böylece bir ilişki başladı.
İlk zamanda hayat inanılmaz güzeldi. Birisi bana kendi hayatimi geri vermiş gibi hissettim ve mutluluktan havada uçuyordum. Ama her uçuşun bir inişi de vardı ve benim inişim acı ve yıpratıcı oldu ama bu noktaya daha yaklaşık bir sene var. Beyan ettiğim üzeri ilk zaman muhteşem geçti ve hayatimi geri almışım gibi mutluydum ve ona gerçekten aşıktım. Benim hissettiğim aşk basit bir aşk değildi, sıradan bir aşk değildi. Öyle bir aşktı onun için hayatimi bile feda ederdim ve (maalesef) hayatimin bir yanını ona feda ettim...
İlişkinin ilk zamanları benim gözüm sadece onu gördüğünden benden ne istese yapıyordum. Maddi acıdan benden bir şey istemedi çünkü onun babasının mal varlığı vardı ve benden maddiyat istemedi fakat ondan daha beterini istedi tabii ki bunu ilk başta fark edememiştim çünkü her dediğine evet diyordum. Benden pasif olmamı istemişti ve düşünmeden bile evet dedim ve tek ben değil üstelik hayatımda (tabiri caiz ise) sikildi. İste (yalan) aşkın insani nereye sürüklediğini bizzat ben kendi ruhumda ve bedenimde yaşadım ve bu yazıyı böyle yazınca gözlerim doluyor. Bir insan ne kadar ahmak olabilir ki? Bir insan niye kendisine bu kadar zarar verebilir? Bir insan niye bir günde hayatinin içine ediyor?
...çünkü annem babam zamanında çocukluğumun ve ergenliğimin sonsuza kadar içine ettikleri içine.
...çünkü çocukluk yasamadığım için.
...çünkü benim için yasamak diye bir şey olmadığından ve sadece var olduğumdan.

7
Eşcinsel hislerim yok ama bir erkek arkadaşıma yönelik yoğun ve güçlü duygular hissediyorum sizce ben eşcinsel miyim?

İslamiyet'in ideal insan portresi eşcinsellerdir fakat bir şartla erkek erkeğe güçlü duygu bağlarını erotize etmeden asla seks ilişkilerine dönüştürmeden sevmeyi sevilmeyi tecrübe ettikleri takdirde aşk karakterine erişmeleri mümkün olacaktır. Lise ve üniversite çağlarında bir erkeğin sağlıklı kişilik ve karakter gelişimi açısından bir erkeğe yönelik olarak  dostluk ilişkisi kurması insan olmanın gereğidir. Ergenlik döneminde dostluk ilişkisi kurmak demek aslında çocukluğumuzdaki  baba-oğul ilişkisinin artı ve eksilerinin sonrasında aile bağlarımızı yani evin dışına çıkarak toplumsallaşmak adına  erkek erkeğe duygusal bağlarımızın güçlendirmek demektir. Bu anlamda bir erkeğin arkadaşı olan erkeği yoğun ve güçlü olarak sevmesi eşcinsellik olarak nitelendirilemez.

Hakiki ve samimi dostlukta; "erotizm" ya da "aşık olduğunu" hissetme yoktur! Samimi dostlukta saygı, destek, güven, anlayış vb. değerler vardır. Dolayısıyla samimi dostluk asla eşcinsel sevgiye veya ilişkiye kurban edilmemelidir. Burada en önemli noktalardan bir tanesi de eşcinsel erotik çekim duyulan kişiyle tanışılıp, dostluk yoluna gidildiğinde şayet o kişi de tam anlamıyla heteroseksüel yapıda ise bir süreden sonra eşcinsel erotik çekimde gözle görülür azalma ve sonunda tamamen bitme yaşayan çokça yaşanmış örnek vardır. Burada en mühim nokta ise eşcinsel çekim duyulan hemcinsin tam anlamıyla heteroseksüel olması/hiçbir manipülasyona kapılmaması ve hiçbir erotik açılmaya fırsat vermemesi gerekmektedir. Eşcinsel bireyin kendisine akıl oyunu oynadığı en mühim nokta ise bu dostluğu "ileri düzey bir dostluk" olarak nitelendirip cinsel ilişki olmasa bile gizliden aşık olma gibi bir sürece girmesidir. Bu süreç bireyin kendisini kandırdığı, arada eşcinselliğin olmadığına dair bir hissiyata girdiği ve fakat bal gibi de gizli eşcinsel hisler duyduğu bir süreçtir. Bu süreçte, gerçekten ve samimiyetle neler hissettiğinin farkına varan eşcinsel birey, heteroseksüel arkadaşıyla arasındaki ilişkide "cinsel ilişkiden" vazgeçtiği gibi "gizli aşktan" da vazgeçebildiğinde işte o zaman hakiki dostluk bağı kurulmuş olacaktır. Bu durumda eşcinsel bireyin bilinçaltında, heteroseksüel arkadaşına karşı "Acaba zamana yaysak belki bir gün o da beni sever mi? Bir gün cinsel ilişki kurabilir miyiz?" tarzında gizli sorular bittiğinde hakiki dostluğa merhaba denilecektir. Kendisine erotik çekim duyulan hemcinsle erotizm olmadan hakiki bir dostluk bağı kurulabilecekken; bu dostluğu erotizme feda etmemeli ve bitirmemeli! Yeter ki yukarıda izah edilen "akıl oyununun" farkına varılsın.
Şayet bir süreç akışı yapılacaksa da: "Eşcinsel çekim duyulan kişiden kaçmamak, akabinde arkadaş olmak, akabinde kafada o "arkadaş" ile eşcinsel cinsel ilişki arzusundan vazgeçmek, akabinde akıl oyununa kapılmayıp "gizli aşık olma" etabını da atlatarak sonucunda eşcinsel çekim duyulan tam anlamıyla heteroseksüel arkadaş ile "hakiki dostluğa" ulaşmak şeklinde süreç özetlenebilir. Süreci baltalayabilecek iki önemli husustan bir tanesi çekim duyulan hemcinsin de eşcinsel hisler hissediyor olması/yahut eşcinsel manipülasyonlara kapılıyor olması, diğer bir tanesi ise eşcinsel bireyin yukarıda izah edilen kendi kendini kandırdığı akıl oyununu oynamasıdır. Bu iki hususta da tedbirli olunduğu sürece; yani hakiki dost olunmak istenen kişi tam anlamıyla heteroseksüel olunca ve hiçbir eşcinsel manipülasyona da fırsat vermedikçe ve eşcinsel birey de kendisine "gizli aşık olma" akıl oyununu oynamadıkça; eşcinsel çekimin yerini önce "arkadaşlığa" ve sonra "hakiki dostluğa" bıraktığı ve bu deneyimler arttıkça eşcinsellikten kurtulmak isteyen bireyin eşcinsel duygularının da dönüştüğü çoğu kere tecrübe edilmiştir. [Not: Bu yazı sadece eşcinsel ilişkilerden ve duygularından rahatsız olup, "eşcinsellikten kurtulmak istiyorum" diyen bireylere yönelik bir yazıdır. Kurtulmak istemeyen bireylere yönelik kaleme alınmamıştır. Kurtulmak isteyen bireyler için ise kalplere su serpme, yeni bir bakış açısı oluşturma ve önemli bir çıkış yolunu -kendi içerisindeki dikkat edilmesi gereken hususlarıyla birlikte- özetleme amacı taşımaktadır.]

8
*Konu: Eşcinsellik ve Aile İfsadı*

*LGBT DEĞİL!.. EŞCİNSEL!..*

Dünyada ve Türkiye'de sıkça tartışılan ve tabu haline getirilen konular arasında yer alan eşcinsellik ve aile ifsadı üzerine derinlemesine bir bakışla yeni bir yol haritasına ihtiyacımız var..

Eşcinsellerin gerçek yaşam hikâyeleri ve itirafları ile şimdiye kadar LGBT’nin oluşturduğu ve tabu haline gelen “Eşcinsellik Doğuştandır ve Psikolojik Rahatsızlık Değildir” algısı Üzerinden yapılan propogandaları ve uluslararası örgütlerin bu çevrelere sağladığı destekler yüzünden bir çok gencin hayatı karardı ve bu gün bu kötü gidişe dur demek için yeni bir fırsat doğdu.

Bu anlamda bu kitap, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin (APA) 1973'te eşcinselliği psikiyatrik bir bozukluk olarak sınıflandırmaktan çıkarmasının ve 1 yıl sonra eyalet yasası haline gelmesinin perde arkasını deşifre ederek bu konudaki algıyı ve gerçekleri gün yüzüne çıkaran önemli bir adımdır.

1973’de sadece APA’ya darbe yapılmadı aynı zamanda TIP literatürüne de bilim adı altında darbe yapıldı. İşte bu kitap insanların hem sağlığına hem de ahlaklarına uzanan elleri de deşifre etmektedir.

*Kitap Tanıtımı:*

*Kitap Adı:* *"Ben Kimim? Silik Yüzlerin ve Kanadı Kırık Kuşların Hikâyesi"*

*Yazar: Muhammet Binici*
(Gazeteci, Yazar, TV Program Yapımcı ve Sunucusu, Bilişim Teknolojileri ve Sosyal Medya Uzmanı)

Eşcinsellerin yaşamlarına ve iç dünyalarına gerçek hikâyeler ve uzman yorumları ile odaklanma
8 yıllık bir çalışmanın ürünü olan kitap, eşcinsellerin itiraflarını ve uzman değerlendirmelerini sunuyor.

"Benim Ailem Belgeseli"nin kitaplaştırılmış şekli olarak çeşitli bölgelerden tedavi ve terapi ile sağlıklarına kavuşan eşcinsellerin hikâyelerini ve Tedavi ve terapi ile iyileşen eşcinsellerin tabuları alt üst eden itiraflarınndan oluşuyor.
 
*Yazarın Çalışmaları:*

*Muhammet Binici:*

Eşcinsellik ve aile ifsadı konularını ele alarak tabuları yıkmayı hedefliyor.

Engellemeler ve tehditlere rağmen konunun detaylarına inerek ezberleri bozmak için çaba sarf ediyor.

Eserinde eşcinsellerin itiraflarının yanı sıra uzman akademisyenlerin değerli katkılarını da bulunduruyor.

*Gayr:*
Eşcinsellik doğuştandır psikolojik rahatsızlık değildir, eşcinseller iyileşip asli fıtratlarına dönemezler algısını çürütmek.

Tedavi ve terapiyle iyileşen eşcinsellerin itiraflarıyla eşcinselliğin doğuştan olmadığını psikolojik bir rahatsızlık olduğunu ispatlayarak yanlış bilinen doğruları düzeltmek ve toplumsal bilinç oluşturmak konusunda katkı sağlıyor.

*Sonuç:*

Kitap, gerçek yaşanmış hikâyelerle desteklenerek ve eşcinsellerin itirafları ile eşcinselliğin doğuştan olmadığını ve psikolojik bir rahatsızlık olduğunu ortaya koyuyor.

Tedavi ve terapiyle iyileşen eşcinsellerin itirafları ile ezberleri bozarak, ideolojik bir yapıya bürünen ve ahlak terörü haline gelen LGBT’nin 1960’dan günümüze oluşturduğu “Aileyi İfsad” etme çabasındaki çevrelere karşı toplumun harekete geçirilmesinde etkili bir proje olarak karşımıza çıkıyor..

İletişim ve Destek:

*Muhammet Binici*
*0533 266 29 39*
*info@muhammetbinici.com.tr*

"Kitap hakkında ne dediler:*

“Bu kitap ülkenin fabrika ayarlarıyla oynama cesaretini kendinde bulanlara bir cevap niteliğindedir. Aynı zamanda ülkemizin fabrika ayarlarına dönüşünün gerekliliğini eğmeden bükmeden, amasız ve fakatsız ortaya koyan ilk çalışmalardan biridir.”
*Prof. Dr. Esat ARSLAN*

“Gariban köşelerdeki belki de hükmen ‘yok’ hâle gelmiş kişilerin dertlerini dinlemek, içinde bulundukları acınası durumlara nasıl geldiklerini, bir zamanlar kendi mahallesinde de olsa kendi çapında bir ‘fenomen’ veya bir ‘star’ iken  şimdi ne hâle düştüklerini, uyuşturucu, fuhuş, alkolizm, organ mafyasının... elinde nasıl gün geçirdiklerini topluma anlatmak... içimizdeki burukluk ve şımarıklığın en azından çatışmasını seyredip doğru eylem tarzını harekete geçirirsek, sanıyorum bizde iyiye doğru bir inkılâb başlayacaktır.”
*Prof.Orhan ÇEKER


https://twitter.com/MuhammetBinici/status/1787528216292286716


http://www.bncmedyahaber.com/kategori-benim-ailem-56.html#google_vignette


9
Hüseyin KAÇIN / MAVİLİM MAVİLEŞELİM
« : 28 Nisan 2024, 07:44:03 öö »
MAVİLİM MAVİLEŞELİM

içimi bilir misin
alabildiğine
acının en kurşuni
en küflü yeşil rengine bürünmüş
maviye hasret bir gökyüzüdür

ve sen
içimin gizli saklı köşelerinde
yuva yapmaya çalışan bir kuş gibisin
kanat çırptıkça çırpan dirilen
uçtukça uçan ölen
ele avuca gelmeyen
maviye hasret çalan bir sevda gibisin

içimin içinde için içli türküsün:

"mavilim mavileşelim..."

27 Ayşe Nisan 2024
22:10
istanbul

10
Çocukluğumda anasınıfına başladığım zamanlarda eşcinsel duygularımın olduğunu fark ettim. Hayatımda bir baba figürü yok, kendisi var ancak babalık yaptığı söylenemez. Çocukluğumda her gün zorbalığa maruz kalıyordum. İlk ilişkim lisede oldu sonrasında da 2-3 kişiyle daha beraber oldum. 2 yıl önce namaz kılmaya başladım ve ilişkilere girmeyi bıraktım hem duygusal hem de cinsel olarak. 4 kere tacize uğramışlığım oldu. İsteğim dışında temaslara maruz kaldım. Ardından bu durumdan tamamen kurtulmak istediğime karar vererek yolculuğuma başlamış oldum.

İlk seansta çocukluğumdan başlayarak hayatımı anlattım. Baba figürünün olmaması sorunlardan başlı başına birisiydi. İlgi ve duygusal anlamdaki doyumsuzluktan ötürü erkek figürlerinden ilgi ya da sevgi beklediğimi fark ettim. Hem pasif hem de aktif olduğum zamanlarım oldu. En uzun ilişkim de 7 yıl sürdü ancak her şeyin sonu olduğu gibi onun da sonu geldi ki bu eşcinsel ilişkilerde zaten mutlu bir şekilde yaşanması imkansız olan bir şey. Mastürbasyon sırasında sürtünerek yapmaya başladığımdan ve hâlâ devam ettiğimden bahsettik. Bu aslında erkekliğin baskılanması anlamına geliyormuş. Kuru kuru yapılması da anal yoldan ilişki ile bağlantı kurduruyormuş. Bunları öğrendim. Henüz yolculuğumun başında olduğum için gay porno izlemeye devam edebiliyorum ancak izleyerek mastürbasyon yapılmamalıymış. Aktif bir erkek figürünün benim için pasif olduğunu düşünerek yapmam gerekiyormuş. Ki bu olay da benim erkekliğimi güçlendirsin diye yapılmalıymış. Pasif rolüne girmemem gerekiyor. Hayal olarak olsa dahi. Tövbe konusunda da eşcinsel olduğum için tövbe etmeyi bırakmam lazım olduğunu öğrendim. Çünkü kendimi lanetlenmiş ve günahkâr, cehenneme mahkûmum diye görerek kendi öz güvenimi düşürüyormuşum. İlk seansımda öğrendiğim bilgiler bunlar oldu. Uygulamaya başlayacağım ve elimden geleni yapacağım.


ZİNCİRLER
 
Çocukluğumda (anasınıfından beri) her gün zorbalanan birisiydim. Her zaman kız, gey, travesti, karı, yumuşak, top vb. şeyler her gün maruz kaldığım laflardı. Düşünebiliyor musunuz? 6 yaşındaki bir çocuğun lise zamanına kadar her gün zorbalandığına, her gün kimseye belli etmemeye çalışarak ağlamasına, yanında yaşıtı olan hiçbir kimsenin bulunmamasına ve bunun nasıl bir yalnızlığı beraberinde getirmesine erken yaşlarda bizzat şahit oldum. Erken yaşta içimdeki dünya olgunlaşmıştı. Kendi başıma bunların üstesinden gelmeliydim. Kimseye söz etmemeliydim. Ezik olduğumu kendi dilimle söylemek istemiyordum çünkü. Ucubenin teki olduğumu kendi dilimle başkalarına itiraf etmek istemiyordum. Bu yüzden kendimi ortaokul zamanlarında kitaplara adadım. Özellikle Haruki Murakami’yi, keşfetmemle kendimi olgunlaştırmam daha da hızlanmaya başlamıştı. Her gün zorbalığa uğramaya devam ediyordum ama okuduğum kitabın dünyasına geçtiğimde söylenenleri duymuyordum. Kitaplardaki karakterlerin parçalarını belkide kendime birleştiriyordum. Tabii sonrasında karakterimin daha da farklılaşacağını bilmiyordum. O zamanlarda henüz eşcinsellik hakkında bir bilgim yoktu. Ama içimde erkeklere karşı bir ilgi vardı. Ne ilginç değil mi? Her gün beni zorbalayıp ağlatan erkeklere karşı bir ilgim vardı…
 
Lise yıllarında ise hemcinslerime olan ilgim oldukça tavan yapmıştı. Liseye kadar zorbalanan ve dışlanan ben, lise yıllarında popüler, herkesin tanıdığı, turnuvalara katılan, okulun adını duyuran çocuktum. Öğretmenlerimle kavga eder bundan gocunmazdım, aksine benim için güç gösterisiydi yaptıklarım. Boş derslerde iskambil oynardık, sınıfa müdür girip kimin bu kartlar dediğinde başımı yere bile eğmeden, utanç bile duymadan, ayağa kalkıp "Benim." diyebiliyordum kafa tutarcasına. Disipline gideceğim söylendiğinde fazla gerilmemiştim. Oysa ki mükemmelliyetçi bir karakterim vardı o zamanlar. İyi notlar almalı, herkesin beğenisini toplamalı ve örnek öğrenci olmalıydım. Ama bu popülerlik beni bozmuştu. Sonrasında turnuvalara katılmamı sağlayan okulun zümresi beni müdüre karşı savundu, turnuvalarda okulun adını duyurduğumdan ve başarılı bir öğrenci olduğumdan disipline gitme cezam kaldırılmıştı.
 
Ki sonrasında beni koruyan öğretmenle de kavga etmiştim. Sebebi ise düşüncelerime saygı duyulmamasıydı. O zamanlar lise son sınıftım ve turnuvalara daha fazla katılmayacağımı belirtmeme rağmen en bilgili kişi ben olduğum için turnuvalara adım yazılmıştı. Bu da beni o an içerisinde gözümün dönmesine sebep olmuş ve öğretmenimle herkesin olduğu bir mekanda kavga etmiştim. Sonrasında diğer hocalar durumu öğrendiklerinde de onlara da kafa tutmuştum. "Kendinizin çok modern bir zümre olduğunuzu söylüyorsunuz ama fikrime bile saygı duymuyorsunuz" demiştim gözlerimden alev saçarak. O günü hâlâ hatırlarım.
Sonrasında kavga ettiğim öğretmenimle aramdaki sorun çözüldü, istediği gibi turnuvalara girdim ve ardından liseden mezun oldum. Tam o sıralarda en başta bahsettiğim eşcinsel duygularım tavandaydı. O sıralar BDSM'e karşı aşırı bir merak ve istek duyuyordum. Erkek vücudunu her zaman bir sanat eseri olarak görürdüm. Kasların yapısı, adem elmasının görünüşü, bacakların, kalçaların kaslı ve dolgun oluşu, ilişki sırasındaki vücudun görünüşü beni kendine çekiyordu.. Bdsm'de mevcut olan sınırlamalar, dominant karakterin elindeki güç, submissive karakterin çaresizlikten zevk alması hoşuma gidiyordu. Yaşadığım ilişkilerde bdsm denediğim oldu. Hem dom hem sub rolünde olarak. Ruh hali çabuk değişebilen birisi olduğumdan o an içerisinde ne istediğime bağlı olarak rolüm de değişiyordu. Acının verdiği haz mı yoksa karşımdaki insanın vücudunun benim elimde olmasının verdiği güç hissi mi? Her şey o an hangisini istediğime ve arzuladığıma bağlıydı. Mum damlatma, kemer, göz bağı, kelepçe, latex, fisting gibi şeylere ilgim vardı. Tabii bunların hepsini kendim deneyimlemedim ancak her zaman bir gün deneyimlemek istediğimi düşünürdüm. Fisting denemediklerimden birisidir ancak çok ilgimi çeker. Erkek vücudunun işlem sırasında aldığı görüntü çoğu insana mide bulandırıcı gelse de nedense benim ilgimi çekiyordu. İşlemin uygulandığı kişinin hazla titremesi ve oluşan görüntü içimde bir şeyleri kabartıyordu her zaman.
 
Bu duygu ve düşüncelerimin yanlış olduğunun farkındayım. Yapmış olduğum çoğu şeyin de bilincindeyim, en kötü olanı da bilinçli hâlde bu tarzda devam etmektir..
 
Gelelim bir sonraki konumuza.. yine lise yıllarında başlamış olduğum Yaoi ve BL okumaya başlamam.Yaoi, anime ve mangada erkek erkeğe ilişkileri içeren bir terimdir. Genellikle kadınlar tarafından kadın okurlar için yaratılır ve bara gibi eşcinsel erkek kitlelere pazarlanan homoerotik medyadan farklıdır, ancak erkek okurlar tarafından da ilgi gösterilmektedir. BL de Boys Love türünün baş harflerinden oluşmakta, yaoi mangalarından farklı olarak renkli bir webtoon olarak da karşımıza çıkmaktadır. Okuduğum bu mangalarda gerek mutlu, gerek dram, gerek hüzünlü sonları olan yüzlerce içerik okuyordum. Şu anki son yıllarımda o kadar sık olmasa da arada hala okumaya devam ediyordum. En son 3-4 ay önce okuduğumu söyleyebilirim. Kitap okumayı yalnız başıma geçirdiğim okul günlerinden beri çok severdim. Bu manga/webtoon türü de bana ve hislerime duygularıma oldukça hitap ediyordu. Kendimden parçalar buluyordum. Düşüncelerimden, duygularımdan, yaşadıklarımdan veya yaşamak istediklerimden… Eşcinsel film veya romanları sıkıcı ve boş bulsam da yaoi okumak beni daha iyi hissettiriyordu. Çünkü okuduğum her manga sadece seks içermiyordu, saf sevgi içerenler, üstü örtülü aşklar, bambaşka konulara sahip olanlar, kalp kırıklıkları, kendinden emin olamama gibi konular içeriyorlardı. Sanırım zamanında kendimle verdiğim savaşı bir süre susturmama ve eşcinsel olduğumu kendi bilincimde kabul etmemde yardımcı oldular diyebilirim. Tabii bu ateşkes fazla uzun sürmeyecekti.
 
Konu hakkında birkaç BL/Yaoi  örneği;
 
BJ Alex
Here U Are
Dangerous Convenience Store
Midnight Rain
Dear Door
Semantic Error
Silky Secrets
No Love Zone
Jinx
Under the Green Light
Painter of the Night
 
Dinime her zaman bağlı olmaya çalışan bir insanımdır. Yazımın başında yazdıklarımdan, şu anda yazmaya devam ettiklerimden utanıyorum, evet. Kendimi ikiyüzlü bir insan gibi hissetmeme sebep oluyor, evet. Beş vakit namazımı ve farz ibadetlerimi yerine getirmeye, dinime uygun yaşamaya çalışıyorum, ama bir yandan da bu sapkınlıklar beynimde yer edinmiş durumda bir ikilemi yaşatıyor bana. Bazen düşüncelerim dayanılmaz bir hal alıyor. Vesveseler bazen katlanılmaz bir hal alıyor, kendimden tiksiniyorum. Ama bir şekilde ışığı görmeye çalışmalı insan. Her zaman bunu savunmuşumdur. Bardak tamamen dolu olsa dahi bir hava boşluğu her zaman mevcuttur.
 
Sanırım sırada bir sonraki konum geliyor. İnsanların benden beklentileri. Bunu nasıl düzgün bir şekilde yazıya dökebilirim bilmiyorum. Elimden geleni yapacağım.
 
Şöyle ki bir zamanlar zorbalığa ve dışlanmama sebep olan fiziksel ve ruhsal farklılıklarım bir süre sonra insanların ilgisini çekmeye başlamış, benim sosyal bir insan olmamı sağlamıştı. Farklılığım insanları bana çekmiş bir anda iletişim halkam çapını alabildiğine büyümüştü. Bu duyguları her bırakmak istediğimde, değişmek istediğimde beni geride tutan şeylerden birisi de bu konu olmuştur. Ben eşcinsel olmayı bırakırsam, insanlar benden uzaklaşacak. Tekrar yalnız kalacağım. Artık kimsenin ilgisini çekmeyeceğim diye düşünmekten ne yazık ki kendimi alamıyorum bu konuyu her içimde düşündüğümde. Beni böyle bilen insanlar sonrasında ne düşünecek? Yakın kız arkadaşlarım ‘Bunca zamandır bize yalan mı söylüyordu? Yoksa bizden fadalanıyor muydu’ diye düşünüp benden iğreneceklerini düşünüyorum.
 
Kendimi iyileştirdikten sonra bir aile kurabilirsem geçmişimi bilen insanlar ‘Karısını sevmiyordur zaten, Kadına yazık, Bu gay değil miydi?, Acaba karısı zamanında neler yaptığının farkında mı?’ diye düşünürler diye korkuyorum. İnşallah iyileşebilirsem ve bir kadından hoşlanabilirsem, ona geçmişimi anlatmalı mıyım yoksa asla açmamak üzere rafa mı kaldırmalıyım? Ya benden değil de başka birinden öğrenirse? Ya benden nefret ederse? Bu düşüncelerden kurtulamıyorum. Sonuçta bu hayatta geçmişinden kaçamazsın. Ne yaparsan yap geçmiş seni bir gölge gibi takip eder, unuttuğunda kendini hatırlatır.
 
Korktuğum şeylerden birisi ise tarihin tekerrür etmesidir. İyileştikten sonra karşı cinsime hissettiğim duygular bir gün yok olacak mı? Tekrar eski sapkınlıklarıma geri mi döneceğim? Ya evlendikten sonra bir adam ilgimi çekerse? Ya aile kurabilirsem ve bir anlık şehvete kapılıp, bir adamla birlikte olarak her şeyi mahvedersem? Kendime güvenim bu konuda ne yazık ki henüz yok.
 
Benim dünyamdaki kadın figürü kutsal bir figürdür. Onu bir şeytan, bir günah, yasak olarak değil aksine kutsal bir figürdü. Doğurganlığın bir figürüydü. Neslin devamını sağlayan, güçlü bir figürdü. Ancak kadınlara karşı bir ilgim yoktu. İlkokul ve ortaokulda hoşlandığım ya da hoşlandığımı sandığım kız arkadaşlarım oldu. Belki de bu gey, top gibi etiketlerden kurtulmak, Bakın ben de kızlardan hoşlanıyorum! demek içindi. Ama her seferinde red yedikten sonra arkadaşlığımızı mahvettiğim için oturup ağlardım. Zorbalıktan kurtulmak için arkadaşlıklarımı mahvediyordum. Ki zaten pek de arkadaşım olduğu söylenemezdi. Daha önce bahsettiğim gibi genel olarak yalnız bir çocukluk geçirdim. Yanımızda duran hayali gölgelere arkadaş demek zordur.
 
Farkında olduğum şeylerden biri de filmlerde, kitaplarda ya da oyunlarda kadın karakterlere her zaman daha çok empati kurduğum, onları daha çok benimsediğimdir. Daha güçlü bir iç dünyaya sahip olmalarıdır. Erkeklerden hoşlansam da bir yanım da onlardan nefret eder her zaman. Erkek milleti işte, erkeklerden bir şey olmaz der dururum her zaman. Bunu kişisel farkındalıklarımdan birisi olarak yazıyorum.
 
Kısacası bu yazmış olduklarım beni olduğum yere sabitleyen zincirlerdir. Hepsi pişman olduğum faaliyetlerimi, içimdeki karamsar duyguları içermekte olsa da hala umutla iyileşebileceğime inanıyorum. Şunu da biliyorum ki ben değişmek istemezsem bu böyle kalacak ve yapmaya devam ettiğim her bir pişmanlık beni daha da dibe çekecek. Gün gelir insan kendisine söz geçiremez olur, nefsinin de kölesi olur, bu da mutlak sonu getirebilir. Ama ben sonumun bu şekilde bitmesini istemiyorum.
 
Bu duygulardan, bilinçli olan bu çaresizliğimden ve nefsimin kölesi olmaktan kurtulmak, daha sağlıklı bir birey olmak istiyorum ve bunun için çabalamaya hazırım. Yazımı son zamanlarda okumakta olduğum Dune serisinden bir alıntı ile bitiriyorum.
 
Korkmamalıyım.
Korku aklı öldürür.
Korku, bütünüyle yok oluşu getiren küçük ölümdür.
Korkumla yüzleşeceğim.
Üzerimden ve içimden geçmesine izin vereceğim.
Ve o geçip gittiğinde, yolunu görmek için iç gözümü açacağım.
Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak. Sadece ben kalacağım.
 

 

11
Blog yazılarından  faydalan uzun ve genıs yazanlardan samet
Buluşmam yuzyuze olduğu ıcın cok heyecanlıydım…devamını yaz
Ben böyle büyük gülen bir yüz görmedim, tüm yüzüyle mimikleriyle gülermi insan, hem de onca sıkıntıya rağmen bu kadar güçlü gülebiliyorsa hayranlık uyandırmaz mı?
Enerjisi çok yüksek, konuşurken de gülümsüyor onun yüzü. Her şekilde gülümser bir ifade var yani en olumsuz konuyu anlatırken bile bir tebessüm. Komik şakacı küfürbaz tam benlik bir o kadar da nazik düşünceli, centilmenlik paçalarından akıyor ciddi olmakta zorlanacağım hatta nasıl gireceğiz biz şimdi sıkıcı konulara diye bir endişe duymadım değil.
25 yaşında tanışma faslımızda ilk kurduğu cümleden anlayacağınız gibi çokta dürüst, maskesiz bir genç Samet.
Ben de sizi biraz googladım. Renkli, baya çok sesli bir hayatınız var, kendime yakın gördüm sizi İklim hanım ben normal yavan insan sevmem çetrefilli yollardan geçenler dikkatimi çeker o yüzden hayat hikâyenizi sevdim diyerek başladı söze Samet. Devamı daha güzeldi.
İnsanları birilerinden ya da dolaylı değil bizzat kendim tanımak isterim. Bilirim; hiç göründüğü, yazıldığı gibi, kendilerini anlattıkları gibi değildirler.
Saatlerce normal sohbet edebilirim bu çocukla ama çene kaslarım öyle demiyor, bu kadar gülüp siyaseti yazım dünyasını ünlüleri kısaca memleket meselelerini ve trendtopic  elden geçirdikten sonra asıl konuya girmeye kıyamadığım bir noktadayım. Bu yüzündeki sihir yaşam sevinci neşe yerini hüzne bırakacak illaki ve bu hiç hoşuma gitmese de soruyorum Samet senin farkındalık hikâyen kaç yaşında başlıyor?
Ben 13 yaşımda bir kıza âşık oldum. Aklımda bırakın eşcinselliği cinsellik diye bir farkındalığım yoktu. Uzatmaya gerek yok erişkin dünyasında aşk acısı neydiyse ben o yaşta bunu yaşamışım. Net bilgi.
Çok çocuktum belki ama çok acı çektim o aşkta. Sonrasında yine aynı şuursuzlukla yaşadım. Sıfır cinsellik. 16 yaşına kadar hala kızlardan hoşlanıyor yine âşık olmak istiyordum.
O sene bir gün minibüsteydim ve kaslı çok hoş bir genç adam bindi parfüm kokuyordu herkesi kendine baktırdı ama benim gibi bakmaktan kendini alıkoyamayan başka biri yoktu. Epey bir süzdüm, dakikalarca ne kadar yakışıklı olduğunu düşündüm, çok ilgimi çekti. Sonra Allah Allah niye böyle hissettim demeye başladım.
Erkeklerin vücutları kaslı güçlü yakışıklı olmaları çok fazla dikkatimi çekmeye başlamıştı, yaş oldu 17 ve artık iyice bir değişiklik olduğunu hissettim kendimde. 
Geçer diyerek görmezden geldim kendimi. Ben bunu hep saman altına ittim hatta eşcinsellik nedir bilmeyen dünyadan bir haber içine kapanık odasından çıkmayan bir çocuktum zaten. Gerçekten arkadaşım bile yoktu yalnız biriydim sosyafobisi yüksek biriydim bunu terapide tanımladık bu şekilde.
Bakkala gönderildiğimde kalbim hızlı atardı, kekelerdim, kızarırdım, kâbus gibiydi bakkala gitmek, bir eziyetti resmen.
Düşünüyordum düşünüyordum ben niye böyleyim bulamıyordum.
Aileni anlatır mısın biraz?
Benim annem gerçek bir deli, aşırı sinir hastası, eşyaları fırlatır bıçak bile fırlattı bir defasında bana. Çocukken sıcak ütüyü basmaya çalıştı bir keresinde elime.  Çok basit konuda mesela Samet şu kovayı al şuradan derdi, şuan alamam işim var derdim. Delirirdi başlardı tehdit etmeye, alır bıçağı eline kendini öldürmekle tehdit eder bizi hep. Ayılır bayılır. Babam doktora götürdü ilaç kullandı sonra bıraktı ilaçları çünkü kendini hiç hasta olarak kabul etmiyor sadece ‘’biraz sinirli bir mizacım var idare edin’’ diyor. Ama ilaçları bıraktıktan sonrasında kendini camdan aşağıya atıyordu babam onu zor engelledi.
Ayılır bayılır
‘’Kendini camdan aşağıya atıyordu babam onu zor engelledi’’ dediğinde güldü Samet istemsizce ama çok doğalmış gibi, sahiden komikti bu onun için. Bir an garipsedim ne yalan söyliyim. Hadi hayırlısı dedim içimden, gülmek devrimci bir eylemdirin vücut bulmuş halimiydi Samet yoksa sinirleri laçka olmuş bir gencin isyanını gülerek dışa vurma alışkanlığımı. Kabullenmesi zor gelen gerçeklere karşı kendini koruma mekanizmasımıydı bu gülümseyen koca yüzün altındaki sır. Anlayacağız. Samet devam etti anlatmaya:
Annem 18 yaşında evlenmiş 20 yaşında beni doğurmuş aşırı dindar hatta yobaz denilenlerden, dar görüşlü biri. Babamda öyle cemaat kökeni olan, şeriat isteğiyle yanan, sürekli dernekler kuran biri. Bağımsız kendi cemaatlerini kurup kahveye gider gibi oraya giden biri.
Küçükken babam beni zorla o sohbetlere götürürdü hiç sevmezdim ama zorla götürürdü. Şimdi son iki yıldır oda gitmiyor, zaten ben de atıldım oradan. Küçük kardeşim var onu hafız ettiler zorla. Ben mühendis olmak istediğim için kovdurdum kendimi cemaatten ve kurstan ama kolay olmadı anlatırım daha sonra.
‘’Kovdurdum kendimi’’ bunu söylerken de resmen ağız dolusu güldü.  Sen çok yaşa Samet. Kötü olumsuz kelimenin eşlikçisi bir koca gülümseme. Beni de yoldan çıkarır mı dersiniz? Hüzünlenecek diye konuya giremediğim anlar geldi aklıma.
İlaçla tedavi edilmesi gerekiyordu annemin hatta doktor o kullanmıyor diye bize yemeklerine koyun ilacı dedi. Bir dönem çaktırmadan yemeğine koyduk. Anladı bir süre sonra, başladı tepinmeye ben ilaç kullanmam diye kendini duvardan duvara vurdu. İnanın şaka yapmıyorum, kendini duvarlara hızlıca vurdu ve içmeyeceğim zorla nasıl verirsiniz, nasıl yemeğime koyarsınız hepinizi öldüreceğim, kendimi de öldüreceğim dedi. Tüm komşular duydu bu sözleri apartman ayağa kalktı.
Hep mi böyleydi annen?
Aslında annem anaç biridir, aramız ergenliğe girene kadar iyiydi aslında, annem evdeki herkes onun kararlarına itaat etsin istiyor ben ergenliğe girene kadar sessiz yapımdan da dolayı ona itaat etmişim, ettim evet ama sonra ilk bir iki tartışmada annemle aramız feci bozuldu. Yani annem 17 onsekiz yaşına gelmişim hala sorgusuz itaat bekliyordu ve sorgulayan beynim artık biat etmeyi reddediyordu, işte sonrasında aramız çok bozuldu.
Kendini değersiz hissediyor kompleksleri var, sürekli başkalarıyla kendini kıyaslıyor. Sürekli ‘’ben nasıl kadınım, nasıl anneyim ki size söz geçiremiyorum’’ demeye başlamıştı o dönem.  Ben de döversen döv der ve dediğini yapmazdım, çünkü dediğini yapmak demek çoğu kez saçmalamak demekti artık.
Neydi o saçma gelen, örnek verir misin?
Mesela bir gün kek yapıyordum, un koyma diyor, ben de koyacağım diyorum, başlıyor evi birbirine katmaya, avazı çıktığınca bağırmaya. Yanı aslında inanın çok büyük şeyler değil hep böyle ufacık konularda kavga çıkıyor.  Bıçağı aldı eline saplayacağım bıçağı kalbime diyor. Ufacık meselelerde bile biz aynı noktaya geliyoruz, yüzlerce kere aldı o bıçağı eline başladı tehtitlere. En sonunda bir gün ben de bıktım ve dedim ki; sapla ya sapla bıçağı ya tamam yeter. Uzatmayayım sonuca odaklanın; akşam babam eve geldi diyor ki babama; ‘’Samet beni öldürmeye kalktı. Ben kendime bıçak saplayacaktım sapla dedi, onun yüzünden ölebilirdim bugün’’
Bu defa daha büyük bir kahkaha geliyor yine. Tahmin etmişsinizdir.
Babamda yapacak bir şey yok karısını satamadığı için beni satıyor orada. Babam yılmış zaten çoğunlukla susuyor, gazını alıyor annemin,  çünkü oda itiraz ettiğinde hep acilde bitti gecelerimiz.
Gürlemiyor babam susuyor her zaman öyleydi, pasif, sessiz ama annem şefkatsiz kaba saba şiddet yanlısı.
Ben kek yapmana takıldım istisnamaydı yoksa hep girer miydin mutfağa?
Çok iyiyimdir mutfakta hem de çok küçük yaştan beri. Annem sürekli arkadaşlarıyla sohbetlere giderdi, her gün her gün ya çorba ya makarna olurdu ve haftanın bir iki günüde hiç yemek olmazdı evde. Öğlen okuldan geldiğimde. Ben de bir sure sonra sıkıldım aynı şeyleri yemekten, zaten dışarıda çıkmıyorum evdeyim tüm gün, bari kendimi doyurayım dedim. Ufak ufak yemekler yaptım kendime, yapacak başka bir şey de yoktu, keyif aldım yemek yapmaktan. Evdekiler de yiyordu akşamları beğeniyorlardı, en önemlisi takdir almak hoşuma gidiyordu. Zamanla benimde güzel yemekler yapıp yemek çok hoşuma gitti. Anneme kalsa bir çeşit yiyorduk oda hep kolay ve aynı tür yemekler. O yüzden aşçılığa gitmek istedim sonrasında ama babam izin vermedi.
Annen evde olmuyormuş ne güzel işte tüm gün sokakta oyna fırsatı var sen niye hep evdesin?
Çocukken benim kanım pıhtılaşmıyordu yurt dışından bir ilaç getirtiliyordu çok pahalı, o yüzden beden dersinde girmezdim, futbol oynayamazdım arkadaşlarımla. Okulda hiç spor yapamadım, dışarı çıkıp misket oynamadım, ailemde izin vermezdi. Öğretmenimde vermezdi çünkü tembihliydi.  Bu yüzden erkek çocukları benle oynamazlardı vebalıymışım gibi uzaylıymışım gibi uzak dururlardı akranlarım. Sosyofobimin tohumları o zamandan atılmış.
Baya verimli bir toprağım, o kadar büyüdü ki beni yuttu sosyalfobim, asosyal içe kapanık odasından çıkmayan sürekli bilgisayar oyunu oynayan sürekli güzel yemekler yapıp yiyen tombul özgüvensiz biri oldum çıktım.
Ortaokula başladım hala tek bir arkadaşım yok. Orta iki de artık dini eğitimleri daha detaylı almak için babamın zorbalığıyla okul dışında ve tatillerde babamın üyesi olduğu dini derneğe başladım.
Cemşit ve işte hazır olun iklim hanım şimdi sahnelere büyük yaratıcı büyük oyuncu Cemşit geliyor? Kahkahalarla gülüyor Samet bunları söylerken.  Hazır mısınız Cemşitciğimle tanışmaya?
Beni neyin beklediğini bilmiyorum ama çok hazırım dedim gerçekten coşkusu beni heyecanlandırdı. Yolla gelsin samet dediğimde ikimizde kahkahayı basmıştık. Laçkalaşmaktan korkuyorum. Ne de olsa renkliydi Samet ve bir o kadar da muzip.
Babamın üyesi olduğu derneğin kuran kursunda hocaydı. Bizi yazın kamplara götürürdü. Aktivitelere pikniklere götürürdü ama bize resmen eziyet ederdi. Mesela sıcacık havada bizi 2 saat koştururdu, sonra kızgın kumlarda susuz bizi yürütürdü. Su isterdik vermezdi. O karşımızda denize girerdi bizi sokmaz yat kalk sürün yaptırırdı. Her yanımız yara bere pislik aç susuz yürürdük. Takla attırır hoplattırır 5 saatlik dağ yürüyüşlerine götürürdü, biz hayatta kalmaya çalışırdık. Daha 12 on üç yaşındayız, hepimiz çocuğuz canımız çıkardı o dağlarda, yürüyüşlerde. Sonra sonra anladık tabi mücahit yetiştirme havasındalardı. Böyle eğitimler gördük, yat kalk yürü su yok, dayak var. Akşamda onca yorgunluk açlığın üzerine sadece hazır bardak çorba içiriyorlardı.
Samet bu son birkaç satırı anlatırken nasıl eğlendiğini, dalga geçtiğini, nasıl komik nasıl gülerek tüm mimikleri tüm beden haliyle anlattığını söylememe gerek yok sanırım. Yine de geliyordu gelmekte olan demekten alıkoyamadım kendimi, çünkü buna benzer o kadar çok hikâye dinledim ki son aylarda, artık sonunun gülümsetmeyeceğini biliyorum.
Cemşit benimle ilgilenirdi, kısa sürede çözmüş olmalı asosyalim, içe kapanığım diye beni ilk defa bir kafeye o götürdü. Ben daha önce hiç kafeye gitmemiştim. Yürüyüşe çıkalım derdi, parka giderdik ve günlük hayattan sohbet ederdik çok ama çok hoşuma giderdi bana sorular sorması sohbet etmemiz. Bu benim için büyük bir şeydi. Kurstan çıkardık gezerdik.
Çok acayip iyi Arapçası olan bir kuran öğretmeni de vardı çocukları evine götürüyordu, sonra çocuğa tecavüz etmiş. Dernekten döverek attılar, tüm mahalle bunu konuştu aylarca. O adam bana da diyordu ki Samet sırtımı kaşısana. Kaşımazdım. Babama başka türlü yani ders tecvit üzerinden şikâyet ederdi beni, dayak yerdim, çok dayak yedim sayesinde. Belasını bulduğuna en çok ben sevinmiştim. Dayak yemiş olması ayrı bir mutluluktu.
Ben yine yıkımlardan yıkım beğendim kendime. Siz de heyecanlanmayın hepsi bu kadar. Dağılın konunun bu kısmında başka bir son beklemeyin. Kabullenemedim gitti bu gerçeği. Bu coğrafya da yüzlercesinde olduğu gibi yine şikâyet edilmeyen, adli vakaya dönüşmeyen, sadece dövülerek kovularak cezalandırılan bir tecavüz olayı daha. Çoğunda emin olun dayak dahi yemeden sadece kovuluyorlar.

12
Hüseyin KAÇIN / 14 Ayşe Nisan 1974
« : 09 Nisan 2024, 10:33:25 ös »
Elli yıldır
damarlarımı kesiyorum
inadına yaşamak için
kan değil isyan akıyor

adını sayıklıyorum
aşk için

yemin ediyorum
içi kan ağlayan çocukların
geleceği gülsün diye
bulutları sağıyorum
bereketli yarınlar için

isyan ediyorum
aşk için

on dört
sıfır dört
bin dokuz yüz yetmiş dört


9 Ayşe Nisan 2024
22:45
İstanbul



13
Hüseyin KAÇIN / NİSAN
« : 09 Nisan 2024, 03:54:54 ös »
NİSAN

muazzam sevgiler biriktiriyorum
dünyayı aşkla boyayacak kadar
dost yüzünde acılar gördükçe
yıkıldıkça yıkılıyorum
maviliklerimi kaybediyorum
gökyüzüm elimden kayıp gidiyor
ama yine de umudumsun
son çırpınışlarımda hep sana tutunuyorum

hayat hüzünlü bir bahçe gibidir
her kara kışın ardından hep bahar
meleklerin yüzü nedense nisan’da güler

mutlu olmak nedir derlerse
hep senin adını anıyorum

9 Ayşe Nisan 2024
15:20
İstanbul

14
Hüseyin KAÇIN / ÖPSEYDİM
« : 08 Nisan 2024, 12:31:56 öö »


yeşil gözlerinin en yeşilinden
öpseydim
ellerinden
sonsuzluk bahçelerinde
bir gül olsaydım
öpüp kokladığın
en küçüğün hüseyinciğin

ölseydim
kalbinin en kuytu köşelerinde
al kandan boyansaydım
canımdan

sır olsa da 
bunun adı şehadettir


7 Nisan 2024
22:15
İstanbul

15
Cinsellik / Trans Erkek Hastam! Prof. Dr. Zeki Bayraktar
« : 06 Nisan 2024, 08:02:44 ös »
TRANS ERKEK HASTAMIN –arkadaşlarına- MESAJI VAR
.
Ekteki görselleri [trans-erkek] hastamın izni ve hatta onun teşviki/çağrısı ile paylaşıyorum.
‘’Bu sorunları yaşayabileceğim bana anlatılmadı, şimdi idrarımı yapamıyorum, acılar içinde damla damla yapıyorum, böbreklerim şişti, sancılar çekiyorum, protez taktırdım hiçbir işe yaramadı’’ diyen hastam.
Dün, arşivimdeki benzer fotoları telefonuna alan ve ‘’bunları henüz ameliyat olmayan arkadaşlarıma göstereyim, bari onlar bu acıları yaşamasın’’ diyen hastam.
.
Kadındı, erkek olmak istemiş, 10 yıl önce bir üniversite hastanesinde ameliyat edilmiş, önce memeleri, yumurtalıkları ve rahmi alınarak kadınlığı –geriye dönüşümsüz bir şekilde- iptal edilmiş, sonra da bacağından greft alınarak falloplasti [yapay penis] yapılmış ve protez takılmış.
.
Ama şimdi idrar kanalı/üretrası neredeyse tam tıkalı, idrar yapamıyor, acılar içinde, kıvranarak, eliyle sağarak, damla damla işiyor, böbrekleri şişiyor, sancılar çekiyor, uzun süredir böyleymiş ama son 3 aydır tam tıkanmış, 1 hafta önce idrarı  başka bir merkezde göbek altından delik açılarak dışarı alınmış, şimdi orası da sızdırıyor, idrar kanalını açmamı ve –hiçbir zaman işlevsel olmayan- penil protezi çıkarmamı istiyor.
Bacağının halini de görüyorsunuz zaten.
.
Tabanı pubis kemiğine bağlanan bu protezi ameliyatla çıkaracak ve idrar kanalını açmaya çalışacağım, çalışacağım diyorum, çünkü başarılı olma ihtimalimiz düşük, doğal üretra bozularak [eklenerek] yapılan yeni üretra [neouretra] boydan boya kapalı, açılması çok zor. Literatür verileri de ‘’ne yaparsanız yapın, bu vakaların %30’u tekrar ameliyatlara rağmen neofallusun ucundan işeyemez’’ diyor[1].
.
Bu ameliyatlarda komplikasyon oranı çok yüksek, %76.5, yani her 4 vakadan en az 3’ünde görülüyor.  Çoğu da yaşam kalitesini düşüren ciddi ürogenital komplikasyonlar[2,3]; %63’ünde darlık olur ve hasta işeyemezken %27-50’sinde fistül olur ve idrar kaçırır, yeniden ameliyat zorunluluğu da %73[1]
.
Sadece bu kadar mı? Hayır; ameliyat olan translarda [ameliyat komplikasyonları, enfeksiyonlar, hormonlara bağlı kalp-damar hastalıkları, kanserler, intihar vd nedenlerle], ömür, ortalama 25-28 yıl kısalıyor[5].
.
Kısacası cinsiyet değişmiyor, iptal oluyor; üreme[anne-baba olma] şansı yok oluyor, cinsel hayat yok oluyor, ürogenital ve ekstra genital sakatlama oluyor[elde veya bacakta], yaşam kalitesi ciddi anlamda düşüyor, ruhsal sorunlar yüksek oranda görülüyor ve ömür yaklaşık üçte bir kısalıyor.
.
Transgender cerrahi feminizasyon veya maskülinizasyondan ziyade mutilasyondur[sakatlama]; ürogenital ve ekstra-genital mutilasyon.
.
Konu hakkında daha detaylı bir okuma için [bine yakın bilimsel çalışmayı içeren] şu kitabıma bakılabilir;
.
Transseksüellik Cinsiyetin Değişimi Mi İptali Mi? Yüzleşme y, 2024, İstanbul
.

https://www.facebook.com/share/bwwaTmLLt2BnuJCK/?mibextid=WC7FNe


KAYNAKLAR
1-Veerman H, de Rooij FPW, Al-Tami­mi M, et al. Functional Outcomes and Urological Complications af­ter Genital  Gender Affirming Sur­gery with Urethral Lengthening in Transgender Men. J Urol. 2020 Jul;204(1):104-109.
 
2-Bayraktar Z. Urogenital Complications That Decrease Quality of Life in Transgender Surgery. New J Urol. 2024;19(1):52-60.
 
3-Kuhn A, Bodmer C, Stadlmayr W et al. Quality of life 15 years after sex reassignment surgery for transsexualism. Fertil Steril. 2009;92:1685-1689 e1683.
 
4-Wang AMQ, Tsang V, Mankowski P, Demsey D, Kavanagh A, Genoway K. Outcomes Following Gender Af­firming Phalloplasty: A Systematic Review and Meta-Analysis. Sex Med Rev. 2022 Oct;10(4):499-512.
 
5-Simonsen RK, Hald GM, Kristensen E, Giraldi A. Long-Term Follow-Up of Individuals Undergoing Sex-Reas­signment Surgery: Somatic Morbi­dity and Cause of Death. Sex Med. 2016b;4(1):e60-8.

Sayfa: [1] 2 3 ... 89