İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - freddy

Sayfa: [1]
1
Terapistin beni tedavi etmekten vazgeçtiğinden tutun da okuldan atılıp intiharvari senaryolara kadar çok geniş bir repertuarda değişiklik gösteren düşüncelerim vardı. Bunlar aklımdan geçerken kendimi tiyatral bir oyun varmış ve ben de başrolünü oynuyormuşum gibi hissediyordum. Senaryo bana ait. Oyuncuları ben seçiyorum. Oyundaki sahneler ve onların isleniş şeklini belirliyorum. Bir sahneyi veya oyuncuyu beğenmezsem hayalimde değiştiriyorum hemen, çok beğendiysem eğer kafamda tekrar tekrar oynatıyorum. Zaten kafamdaki kulaklıklardan ruh halime ve hayallerime gidecek bir müzik çalıyor. Bazen kendimi, yaşantımı, davranışlarımı hayatta edinilmiş birer rol olarak görüyorum. Daha spesifik olmak gerekirse ben insanlara 'iyi davranma rolü yapıyorum', ben şu anda 'entelektüel bir akademisyeni' oynuyorum ya da kendimi 'duygusal mazoşist gay' rolüne mi adapte ediyorum ve tüm bu melankolik şeyleri düşlüyor yazıyorum. Kimseye laf söz edememem, benim aşağılık kompleksimdenmiş. Bunlar kafamda kurduğum şeylermiş, aslında ezik biri değilim. Düzgün bir tipim var, tarzım var; bunlar da bile Hüseyin hocanın emeği, beni baştan yarattı, her şeyim değişti, ses tonum, konuşmam, düşünce biçimim, algılama yöntemim, giyim tarzım her şeyimle kendimi iyi hisseden bir kişiye dönüştüm. Ama öncesinde kendi kafamdaki algı ve onlarla mücadele edemeyişimden dolayı kendimi değersiz hissetmişim. Kendimde olmayanı aramışım, hâlbuki hepsi kendimde olan özellikler ama kendini buna ikna edemiyorsun. Niye, çünkü “Sınavdan 95 alınca, niye 100 almadın?” diye bir saat bağran bir anne ile büyümüşüm. Ne yapsam yaranamamışım, beğendirememişim, sevdirememişim kendimi. Sonra bunlar çözülünce zaten kimse için mükemmel olmak zorunda olmadığımı anladım. Hep birinci olamam, bir noktada ikinci olacağımızı kabul etmeliyiz yoksa ne kadar ego ve zekânız olursa olsun aşağılık kompleksi ya da üstünlük kompleksiniz olur ve bunun sonu yüksek ankesiteye kadar gider. Takıntılı insanlar oluruz. Yetersizlik hissi, kendini olduğundan aşağıda görmek. Başarılı olduğumu kabul etmez, kendime yetmezdim. Ne yaparsam yapayım kendimi tam görmezdim. Kıyaslama yapmayı bıraktım. Ben kadınları youtube videolarindan analiz etmeye çalıştım ya orada işte maddeler var; kızlar su tip erkekleri sever, duygusal sever, komik sever diye. Aslinda hepsi uydurma, sen kendi ozguven eksikliklerini coz, sonra kendin ol yeter :) “Sen zaten harikasın, kendin ol yeter” diyor terapistim sonrasinda sorun cikmayacak. Nitekim artık çıkmıyor, kız arkadaşım var, gayet güzel baş başa yemekler yiyorum. Kadınlar zaten yapmacıklığın kokusunu alıyorlar. “Yavaş ol, acele etme ve çocuksu olma, kendin ol” diyor terapistim. Bıraktım interneti, videolari, insanların söylediklerini, sadece kendim oldum ve gerçekten kolaylaştı her şey. Saglikli bir iliskli kurabildim. Korkuları yendikten sonra zaten fazla düşünmüyorsunuz ve sosyal ilişkileriniz düzeliyor. Obsesyonu yendikçe rrahat oluyorsunuz, insanlarla konuşup rahat muhabbet ediyorsunuz. “Rahat ol, ölmezsin” dedim kendime. Zamanında yapamadığım her şeyi deneyimliyordum, rezil olacaksam da olayım. Bu yaşta olmayacaksam ne zaman olacağım, yani dene, kaçma, korkma, içe kapanma diye diye baş ettim, her şey netleşti. Allah sizi inandırsın, ben yıllarca günlük konuşmaların içine bile giremedim. Şimdi dünyanın bir ucunda, herkesle her şeyi, yalpalasam da konuşuyorum, iletişime geçiyorum, yol izi arıyorum. İçine kapanık bir insandan, herkes ile konuşan, yabancilara sunumlar yapan bir kişi haline geldim. Hata yaptım, yanlış konuştum ama korkmadım, üzerine gittim. Her tür insanla her konuda konuştum. Dünyanın her yerinden insanla arkadaşlık ettim. İlk etapta korkunçtu, zordu ama inanın başardım.
Terapistimin analizlerine, yol göstermelerine uyarak başardım. Ben başardım, cunku cabaladim. Heteroseksüel bir insanım ve libidom çok yüksek. Geç ergenliğin de etkisiyle şimdilerde gerçek cinselliği algılıyorum, libidom yüksek ve karşı cinse ilgi duyuyorum, hem de hepsiyle ama yine dini inanışım gereği kimseyi yatağa atmamaya çalışıyorum. Dini endişem olmasa çoktan birkaç kızla seks yapmıştım. Terapistim cinselliğin medya etkisi ile abartildiginin farkına varmami sagladi, ve cogu insanin cinselliği bir cesit stres atma yöntemi olarak, uyuşturucu gibi kullandiginin farkına varmami sagladi. Porno, mastürbasyon, hatta bazen cinsel ilişkiler bile stres atma yöntemi olarak kullanılabiliyor, Terapistim karşısına aynı hezeyanla oturmamam için, şu an kadın erkek ilişkileri üzerinde ilerliyoruz. Farkettim ki, ilişkide duygusallık yoksa kara kuru bir şey seks. Yani pornografi bir yalan, ilizyon; öyle saatlerce ilişki diye bir şey yok, bir şey değil seks, yani o pornolar beni yanlış etkilemiş, gerçeklik algımı bozmuş. O yüzden doğal duygulu bir seks yaşanmışlığını doğru insanla doğru zamanda deneyimlemek istiyorum, hayal ediyorum. Eşcinsel ilişkilerde artık biliyorum ki karşidaki de aciz biri. Özgüvensiz, travmalarıyla baş edememiş ve travmasini diğer escinselin bedeninde tatmin etmeye çalışıyor. Yani şimdi bu durumda herşeyi öğrenmiş algılamış ve zaten başından beri doğru olmadığını düşünen ben; nasıl olur da saygı duymadığım, bir şey hissetmediğim biri ile eşcinsel ilişki isteyebilirim ya da bundan nasıl bir zevk alabilirim ki? Yani artık imkanı yok bunun. Artık aşka götürecek bir sevgili, iyi bir ilişki peşindeyim. İdealize ettiğim şey; beni baba yapacak, aşkı hissettiğim, bana ruhen ve duyguda eşlik edecek biriyle evlenmek. Hatta erkek çocuk istiyorum, bunları bile düşünüyorum artık. Bu bir seçim nihayetinde; istediğine inanıp onu kabul edip o hayatı seçersin. Bir eczacı vardı sekiz ay terapi görüp bırakmış, gay hayatın içine dalmış. İki yıl sonra karşılaştık tekrar. Bir kız bunu çok sevmiş, o da onu sevmiş terapiye geri dönüp, “Bu kızla hayatımın sonuna kadar yaşamak istiyorum” diyerek yeni bir seçim yapmış. İsteğini duygu durumuyla seçip terapi görmeye tekrar başlamış; şu an evli, çocuğu var, kadına çok aşık ve tam bir hetoro erkek yaşamı sürüyor. Çok mutlu, herkese anlatıyor hikayesini gururla. Buna ne diyeceğiz peki? Kimsenin yaşadığı acılar, başına gelenler aynı değil, o yüzden saygı duymalıyız birbirimize. Kimsenin kimseye “Sen böylesin” deme hakkı yok. Kişi istemiyorsa istemiyordur. Bırak, bana dayatma, sen istediğini inandığını yaşa, bırak ben de istediğim gibi yaşayım. Yani büyümek zor, seçimlerinin sonucuna katlanmayı öğreniyorsun büyüdüğünde. O yüzden şuan seçimlerime çok önem veriyorum, düşünüyorum; hata yapınca da saklanmıyorum kimsenin eteğinin altına, annemin beni savunmasını kurtarmasını beklemiyorum artık. Ben varım kendi benliğimi ortaya koyarak yaşıyorum, birey olarak kendi hayatımı yönetip kendi eylemlerimin sonucuna katlanıyorum. Bu çok büyük bir evrilme, tekâmül de bu değil mi zaten. İnanılmaz bir harmoninin içindeyiz; kaos da var, ilginç biçimde bir uyum da var, büyük mesajlar da var, tabii anlayana. Kimse bizi kaldırmayacak, bir tekme vuracak, o yüzden düşmemek lazım. Ben bu terapilere devam ettiğim için cok mutluyum. Iyi ki diyorum. Bugunki LGBT lobileri sizi eşcinsel olmaya zorluyor, hatta bunu özendiriyor. Bence bu da bir secim, eşcinsel olarak kalmayi seçen kişilere bir sozum yok, ancak olmak istemeyenleri zorlamanin, onlari mutsuz olacaklari bir hayata ikna etmenin manasi ne? Ben dini inancim ile catistigi için bu durumu istemedim, ancak dünya gorusu farketmeksizin herkesin kendi cinselliğini seçme, bununla ilgili tercih yapma hakki var. Ben bir seferinde terapilerde alevi bir çocukla karsilasmistim, sadece eşcinsel olmak istemiyordu, geldi terapisini gordu, simdilerde ortamlarda akiyormus diye duydum, o cok cinsel partnerli, evlilik öncesi ilişkileri normal kabul eden, heteroseksüel bir yasami ‘secti’, cunku isteği buydu, arzusu buydu. Ozetle, herkesin kendi cinselliğini seçme hakki var, eşcinsellik dogustan değil, ve herkes değişebilir, eger degismek isterse. SON.


https://www.youtube.com/watch?v=gTB2GnB_Af4&list=UULFEDADUolmKuMyWGRunC3UhQ&index=4

2
Derste ya da kantinde konuşmaları yönlendirdiğim ve üstü kapalı bir şekilde istediğim yöne çekme mücadelesi vermemin altında yatanın, sadist ve hükmeden yönüm olduğunu anladım. Aynı şekilde; cinsel olmayan müzikler dinleyip sıradan hayaller kurarken bile herkesin bana hayran olduğunu, onları hep zor durumlardan kurtardığımı, belli bir özelliğime âşık olduklarını, bu sebeple onlardan üstün olduğumu hayal ederdim. Kardeşim bir şey isteyince yapmazdım, bu bazen işime gelmediği için olurken bazen de garip bir zevk verdiği için yapmazdım; gıcık etmek, daha çok bana minnet etmesini görmek için. İşte bu hastalıklı düşünme yapım çok gerilerde kaldı. Terapistim bana sık sık; ailemin benimle gurur duyması için pek çok sebep olduğunu, kendimi kötü ve aşağılık hissetmem için sebep olmadığını hatta “Uyuşturucun, seks yaşamın, içkin yok; senden neden utansınlar?” derdi. Beni kendimi her konuda aşağı ve eksik görmemek konusunda ikna etmek için kaç seans uğraştığını sayamadım ama emekleri boşa çıkmadı.
Kesinlikle verdiği ödev ve tavsiyelere dikkatlice uyduğumu söylemem gerekir, çünkü bu çok önemli. Kendimi diğer erkeklerle kıyaslardım, zaman zaman “Acaba ben bu erkek kadar güçlü olabilir miyim? Diyordum. “Şu adamın yürüyüşüne bak, şu özgüvenine bak, ne kadar erkeksi tavırları bakışları var” diyordum. Veya bir ilişkiye girsem; “Acaba ne yapılır ki bir ilişkide? İlişkinin safhaları nedir? Hangi aşamada ne yapılmalı?” hiç bilmiyordum bir kızla ne konuşacağımı. Spor yapmıyorum, müzik aleti çalmıyorum, yemek yapmayı bilmiyorum, bir kız benimle ne konuşabilir, benim neyimden hoşlanabilir? “Çok müzik dinleme, ders notların düşer”, “Çok müzik dinledin, yabancı müzik seni ahlaksız yapar” gibi bir dünya saçmalık sıralayıp dinlediğim müziğin süresine ve türüne bile karışan bir annem vardı” Zayıf ve güçsüz hissediyordum, basit eleştirilere bile alındığım için, kız gibi hissediyordum kendimi, fazla duygusal ve alıngan. Çabalıyordum aslında kendimi eksik hissettigim alanlarda geliştirmeye.Bu noktada yol ve yöntem gösterdi terapistim, her konuda kolaylaştırdı yaşamımı ve kısa sürede bu sorunları aşma yöntemlerini öğrendim. Terapiler bir aşamaya gelince, size komik gelecek ama, babam ve terapistim bana nasıl küfür edeceğimi bile öğretmek zorunda kaldılar. Erkek ortamlarına girmeye başlayınca kızlar ve ilişkilerle ilgili konuşulan ortamlarda, ağzıma bir türlü oturtamadığım küfürlerde sorun yaşıyordum. Ailem tarafından kulaklarım küfürden sterilize edildiği için küfür etmeye alışamadım, gerçekten hangi küfür hangi bağlamda kullanılır veya kullanılmalı kestiremiyorum. Yok efendim eğer herkesin güldüğü eğlendiği bir ortamda “Çok da s..kimde veya “Ebeni s…kiyim” dersem sorun yokmuş. “Ama eğer ortam gerginken dersen sorun çıkar, kötü bir küfür etmiş olursun” diye açıklama yapan babam bir de bana ne dese beğenirsiniz; “Bu yaşında neyin küfür olduğunu, neyin olmadığını ben mi sana öğreteceğim?” Yok efendim eğer biri bana şaka yollu “Senin g…tünü s…kerim” derse, ona “Aç g…tünü ben seninkini s…kerim” demeliymişim. Yok efendim arkadaşımın kız arkadaşının yanında “Bok” diyerek küfür edersem sorun yokmuş, ama “…mına koyayım” dersem çok kötüymüş. Cık cık cık… Ortamdaki arkadaslarimin da tamamen obsesif olduklarindan bir haber ben, onlarin bu söylemlerini de gereksiz ciddiye aliyordum, hangi ortamda ne demek isterseniz deyin, memnun olmayanlar s…ktirip gitmekte ozgurler. Gerçekten örüntüyü keşfetmekte zorlanıyordum, nerede ne demeliyim bilemiyorum, bunalıyorum ve kaçmak, susmak veya arkadaşımın kız arkadaşıyla aynı ortamda bulunmak istemiyorum. Kızlara çok ilgi duymayan biri olarak kızların kiloları hakkında bir fikrim yoktu, 90-60-90 ne demek bilmiyordum 50 kiloluk kıza 75 kilo deyince bir hafta küsüp konuşmamıştı. Burada kendimce kızların en basit şeyleri bile ne kadar abartabildiklerini gördüm. Babam küçükken kızlarla ve sokak jargonuyla ilgili öğretmediklerini eşşek kadar adam olunca öğretmek zorunda kaldı, sohpetlerimiz hep bunlar üzerine oluyor son yıllarda. Tabi en çok terapistim uğraştı bu anlamda beni geliştirmeye. O dönem sürekli gaf yapmamdan dolayı bana küsen arkadaşlar sayesinde yeni bir alışkanlık edindim. Kendimi övüp duruyordum; “Ben şöyle iyiyim, ben böyle iyiyim”. Yeni şeyler alıyor, hava atıyor, ilgileri üstüme çekmeyi seviyordum. Kendimi abartıp çok iyi göstermeye çalıştıkça hata yapıyor ve palavracı konumuna düşüyordum. Aşırı fazla konuşuyor ve onları bunaltıyordum, bunları fark ediyor, ama pek de önleyemiyordum. En sevdiğim ve dikkatlerini çekmeyi hep istediğim kisileri kendimden uzaklastiriyordum. Bir seferinde arkadaşın birisi bana bir el şakası yaptı, öyle bir tepki vermişim ki, çocuk bana bir daha el şakası yapmayacağına söz verip benden özür diledi. Yani kendi açımdan, sarılmak, söylenen latifeli sözlere bir iki latifeli sözle karşılık vermek, el şakası gibi samimiyeti arttıracak şeyleri kendi elimle itmiştim uzağa. Yani yapmak istediğimin tam tersi iste. Daha ilginci ise garip bir asabilik kompleksi de başlıyordu bende onlarlayken. Onlardan daha başarılıydım, onlardan daha yakışıklıydım (hele birinden hayli hayli). Onlardan daha iyi bir maddi durumum vardı, onlardan daha zekiydim ve sınavda onlardan daha iyi dereceler yapmıştım. Daha da ilginci, onların yaptıkları birçok işi onlardan daha iyi yapıyordum. Hatta bana hayran oldukları ve bunu dile getirdikleri zamanlarda bile, onlara karşı gereksiz ve aşırı bir mütevaziliğe girişiyor, kendimi alçalttıkça alçaltıyordum (ki bu da onları şaşırtıyordu). Ama neydi benim onlarda bulduğum bu şey ve diğer herkesin bulamadığı. Ben onları övdüğüm bir iki sefer başka arkadaşlarım bana “Ya onların övülecek neyi var? Onlara özenecek neyin var? Onlardan çok çok daha iyisin.” diyorlardı! “Peki, neydi onları benim gözümde, kafamda, kalbimde bu kadar önemli yapan?” Allah vergisi bir tipe (kendimi dağlara çıkarmıyorum, ama aynaya bakıp Elhamdülillah diyorum yine de, bence ben yakışıklıyım. Tabi bir ara bundan bile şüphe etmişliğim vardı, “Acaba yeterli değil mi” diye.
Tövbe tövbe.) Türkiye’nin en prestijli kurumlarinda eğitim alan, basarili, hocalarının bile “Sen akademisyen olabilirsin rahatlıkla” dediği, Türkiye’nin en prestijli okullarından birinin en zor bölümünde ilk 10’da olan, anne ve babası benimki gibi maddi durumda olan (yine dağlara çıkarmıyorum, ama birçok burslu öğrenciye göre daha iyi durumda), benimki kadar lüks yaşayan ve benimki kadar sık yurtdışına giden, hatta benimki gibi arabası olan kaç kişi var acaba? Ve ben aklımın bana “Evet belki sosyallik hariç her konuda onlardan daha iyisin” demesine rağmen, neden kendimi bir türlü ikna edemiyorum? Neden aklımda seks fantezisi kurarken kendimi aktif hayal etmekte bu kadar zorlanıyorum. Neden kendimi bu kazar zayif ve guzsuz hissediyordum. Korunmaya muhtaç değildim ben, korunmaya muhtaç olma fikri bile beni çileden çıkartıyordu, dayanamıyordum, aklıma gelmesi bile beni irrite ediyordu. “Ben erkeğim; bir erkek güçlüdür, güçlü olmalıdır, ben korunmam, korurum” diye haykırasım geliyordu. Bugun bu fikrim de degisti, o zamanki kurban psikolojisi ve zayifligi reddedisim, maskulenligi yanlis anlayisimi hos goruyorum. Guclu erkek dediğin kuvvetinin farkında olan, ancak bu kuvvetini çevresindeki onemsedigi kişilere karsi saygi ve sefkat olarak yansıtan, küçüklerine sevgi ve tolerans ile yaklaşan, büyüklerine de saygi, hürmet, ve yine tolerans ile muamele eden, dusmanlari ile sorunlarini her zaman konuşma yolu ile çözmeyi tercih eden, ancak gucunun verdiği ozguven ile gerekirse de, son care olarak gucunu kullanmaktan çekinmeyen bir kişidir maskulen erkek. Duygusal olarak dirayetli, olgun, hem kendisinin hem de partnerinin ilişkideki ihtiyaclarinin ve beklentilerinin farkında olan, partneri ile sevgi ve saygi temelli bir birlikte ancak bagimsiz varoluş beklentisini ilişkisinin ulkusu haline getirmiş kişidir maskulen erkek. Şimdi size birkaç sadist fantezimi anlatacağım, bunlar birçok yönden “Sen hastasın” denilebilecek şeyler, lütfen yanlış anlamayın, sadece örnek olsunlar diye anlatmak istiyorum, ve anlatacaklarimin tamami fantezi boyutunda, yani gerçeklik değeri yok. Kendimi her zaman ve her daim güçlü hissetmeyi seviyorum, hayallerimde, , düşüncelerimde, hükmeden olmayı. Gerekirse tatlılıkla, gerekirse acı, kan ve zorla. İnsanların dediğimi yapmadıkları takdirde onları gerekirse tehditle ele geçirebildiğim bir dünya düşlüyorum. İnsanlar nazikçe istediklerime riayet ediyorlar. Belki başımda bir lider var, belki de bulunduğum ortamdaki herkes benle ayni rütbede, beni zayıf zannediyorlar, onları alttan aldığım için, onlara güler bir yüzle yaklaştığım için beni ezebileceklerini sanıyorlar, kontrolün kendilerinde olduğunu zannediyorlar. Onlara göstermem gerekli, kontrolün kimde olduğunu görmeliler. Gruptaki lideri veya bana karşı çıkanları hedef alıyorum, bir diktatöre dönüşüyorum, çok sert kurallar koyuyorum, olmayan ama kafamda var olan, bana sınırsız yetki veren yönetmelikler yardımıyla hepsini insanlık dışı muamelelere tabi tutuyorum. Mesela bir hayalimde; benim dediklerimi yapmayan arkadaşlarımın okuldan ayrılıp o çok uzun zamandır bekledikleri konsere gitmelerini engelliyorum. Giderlerse okuldan atılacaklar, sırf atılmamak için tek yapmaları gereken benim dediklerimi dinlemek. Onlara emrediyorum 72 saat boyunca aralıksız çalışacaklar, sonra 4 saat uyuyup bir 72 saat daha. Bunun nedeni; insan beynindeki nöronların ölmeye başlamaması için kritik sure 72 saat, daha fazla uykusuzlukta hücreler ölüyor. Bu arada ben onlarla dalga geçiyorum, onların sinirlerini iyice zorluyorum, ama bana karşı ses çıkaramazlar, yoksa okuldan atılacaklar, tek bir kelime dahi söyleyemezler, yoksa ne kadar gaddar olabildiğimi onlar da görecekler. Derken bir kız ağlayarak geliyor ve bana karşı isyana hazırlanan erkeklere yalvarıyor, “Ben bunu daha önce de görmüştüm, neden onu dinlemediniz, neden işleri bu hale getirdiniz” diyor. Ve eğer dediklerime uymazlarsa sonuçlarının ne kadar ağır olacağı konusunda onları uyarıyor. Gülümsüyorum onlara; kulağımda kulaklık var, son ses tempolu elektronik müzik dinliyorum, kalp atışlarım hızlanmış, vücudum düşündüklerimden rahatsız, kollarımı birbirine kavuşturup sıkıyorum veya boğazımı, aynı kendimi boğazlar gibi. Ayrıca bir uyarıda bulunuyorum, Sakın ha bana karsı örgütlenmeye kalkmayın. Telefonlarınızı okuyan bir programım var, bana karşı örgütlenenler cezalandırılacak ve daha çok, daha fazla ölesiye çalıştırılacak” diyorum, gülüyorum. Birlik olup bana karşı gelebilecek kişileri psikolojik gözlem yeteneğimle tespit edip onları bir yönetmelik gereği benim emirlerimi dinlemek zorunda olan güvenlik görevlileri yardımı ile birbirinden ayırıp ayaklanmayı önlüyorum. Ayrıca, kendimce cezayı hak edenlere bu muameleyi daha kolay yapabilmek için onlara isimleriyle değil, numaralar veya aşağılayıcı isimlerle hitap ediyorum. En son kontrolü ele almış olmanın rahatlığı var. Evet; kan, acı, gözyaşı var ama şu an herkes ben kibarca söyleyince dediklerimi yapıyor, kimseye bağırmıyorum bile şakalaşıyoruz hatta. Ama herkesin gözünde bana karşı bir korku var, samimi bir arkadaş ilişkisi yine olmayacak diye hayıflanıyorum hayalimde, ama anlatıyorum onlara, “Bakın eğer herkes üzerine düşeni yaparsa ben o hale gelmem bir daha” diyorum. “Aslında ben iyi biriyim, kötü bir niyetim yoktu, ama beni çileden çıkartmayın yeter” deyip gülüyorum. Şimdi bir de benden güçlü bir liderin olduğu hayalimden bahsedeyim. Bir gruptayım, başımda bir lider var, “Şunu yap, bunu yap” diye bağırıp çağırıyor, ama grubu yönetmeyi beceremiyor. “Hey birader” diyorum, o iş öyle bağırıp çağırarak olmaz”. Sonra “Gel de bana öğret” diyor, çok sinirleniyorum, gidiyorum. Karşımdaki kaslı ve cüsseli biri, ama ben öncelikle onun psikolojik ve fiziksel eksikliklerini buluyorum 'süper' gözlem yeteneğimle. Daha sonra özgüvenini kırıyorum onun doğrudan psikolojisini hedef alan sözlerimle, onu zayıf ve güçsüz hissettiriyorum. Bir erkeği erkek yapan, kadından ayıran o alfalık duygusunu, o özgüveni hedef alıyorum. Çünkü bana göre bir erkeği çökertmek istiyorsan, önce özgüvenini ortadan kaldırmalısın; onu erkek yapan ve bana göre kadından ayıran o güçlülük, erkeklik ve alfalık duygusunu ortadan kaldırmalısın. Buna yönelik hamleler yapıyorum, zayıf noktasından vuracak şekilde konuşuyorum, kendinden şüphe ettiriyorum. Daha sonra ise benden hiç beklemediği sertlikte bir hamleyi vücudunun fiziksel olarak zayıf bir bölgesine yapıyorum, o koca kas yığını yere devriliyor. Derhal üzerine atlıyorum, onu kıpırdayamayacak bir hale getiriyorum, “Seni s…kerim oğlum, sen kendini ne sanıyorsun, seni bir güzel orospum yaparım. Sen zayıfsın, sen güçsüzsün, sen ancak benim altımda s…kilirsin” diyorum. Hardcore pornoda olduğu gibi boğazını sıkıyorum, diğer elimle cinsel organını avuçluyorum. Kurtulmaya çalışıyor ama başaramıyor. Ellerini hafif serbest tutuyorum, debelenecek ama asla kurtulamayacak şekilde. Bu yolla her denemesinde özgüveni biraz daha kırılacak, kendine olan güveni, erkekliği, alfalığı biraz daha sönecek. Gözlerinden yaş geliyor, kendini zayıf ve ümitsiz hissediyor. Herkesin sakin bakışları üstünde, kurtulmaya çalışıyor ama başaramıyor, “Ne o kurtulamıyor musun? Diyorum. Gözlerinin içine bakıyorum, gözlerini kaçırmaya çalışıyor, izin vermiyorum, iyice yerle bir ediyorum özgüvenini. Penisini elleme şeklim, bir erkeğin kasının vajinasını cinsel ilişkide elleme şekliyle aynı. Kendimce onun penisini fonksiyonsuzlaştırıyorum sanırım, kendimce onu bir pasif gay haline getiriyorum. En son olarak onun kafasını bir miktar suyun içine sokuyorum, ama nefesinin tamamen bitip az miktar su yutmasına izin verip bayılmadan onu tekrar çıkartıyorum. Bu işlemi tekrarlıyorum. Birkaç hayalimde de özel yapılmış bir cihaz düşünüyorum, bu cihaz ortamdaki oksijen seviyesini tam kişinin boğulup ölmemesi için gereken minimum düzeye indiriyor ve geri kalanı karbondioksit ile dolduruyor. Kişi ölmüyor ama tabi nefes darlığı yaşıyor, nefes alırken zorlanıyor, acı çekiyor, bu esnada kişinin üzerindeki baskı ve stresi arttırmak için ellerini ve kollarını da bağlıyorsun. Daha sonra ise Osmanlı döneminde kullanılan ve vücutta iz bırakmayan bazı işkence bölgelerine fiziksel şiddet uygulayıp canını yakıyorum. En son olarak onu yerde debelenir halde bırakıyorum. Arkadaşlarım beni tanıyamıyorlar, şoktalar, ne olup bittiğine anlam veremiyorlar. İki arkadaşım nasıl böyle şeyler yaptığımı soruyorlar. Onlara da “Siz benimle ancak ben izin verdiğim için dalga geçip şaka yapabiliyorsunuz, yoksa bu sizin ne haddinize” diyorum. “Sakın siz benim üzerime gelebileceğinizi veya beni test edebileceğinizi düşünmeyin, sadece ben izin verdiğim için bunları yapabiliyorsunuz, ben size ayrıcalık tanıdığım için, yoksa hepinizin götünü s…kerim” diyorum. Canları yanıyor, daha sonra birini egoist ve narsist, diğerini obsesif olarak itham ediyorum. Bunu gören diğer kişiler bana güvenmek istemiyorlar, benden korkuyorlar. Tüm güven ilişkimiz yerle bir olmuş ama ben yine de istediğimi almışım, kontrol bende... Bu sadist fantezilerden sonra genelde kendimi çok güçlü hissediyorum, her insanıs…kebilecek kadar kudretli hissediyorum,  neyse biraz hastalıklı bir düşünce ama en azından aktif hissettiriyordu. Su anda bir zamanlar bu sekilde fantezilere sahip olmam bile durust olmak gerekirse bana sasirtici geliyor. Artik bu fantezilerin aslinda kendi hayatimda kontrolü sağlamaktan yoksun olmamin, yoğun kaygilarimin ve bu kaygilarimi azaltmak için kullandigim bir cesit stres atma yolu olduğunun farkindayim. Ozguven eksikliğim terapiler yoluyla giderilince, kaygilarimin cogunun yersiz olduğunu farkedince, ve stresimi atmak için spor ve benzeri saglikli yollar geliştirince bu fantezilerim kayboldu. Dahasi, terapilerim duygusal olarak da olgunlasmami sagladi, ve su anda başka kişilerin bu sekilde muamelelere tabi tutulmasi fikri dahi cok saygisizca ve asagilayici geliyor. Toksik ve beni mutsuz eden ilişkilerimden, beni somuren ve belki de benim somurduğum insanlardan uzaklaşıp, ilişkilerimi yeniden düzenlemem de bu fantezilerden kurtulmam da bana yardimci oldu.  Ailemden tecrübe ettim; en önemlisi aile çocuğunu sevgisiyle tehdit etmemeli, yani sevgiyle korkutmamalı. Bana yüzlerce kere demiştir annem “Böyle olmazsan, bunu yapmazsan seni sevmem” diye ve yanlış yaptığımda hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımda bana çok soğuk davranmıştır günlerce. Ne olursa olsun bir anne bunu yapmamalı çocuğuna. Ceza verebilir ama sevgisizlikle değil. Çocukların üzerinde demir yumrukla bir şey öğretemezsiniz. Benim annem benim üzerimi kirletmeme hiç izin vermedi, en iyi giysileri giydirdi ama asla kirletmeme izin vermezdi. Hiç düşmedim kalkmadım, hiç boya yaparken üzerimi kirletmedim hatta bu yüzden boya yaptırılmadım. Bir eylem bin söze bedel ama ben hiç eylemle öğrenemedim. Vaaz verdiler, sürekli vaaz veren bir baba hiçbir şey öğretemez. Çocuk özlü söz ile anlar; kısa öz iki cümle etkili söyle, çocuk bunu anlar ama en basit konuda bile bir saat vaaz verirsen çocuk sadece sıkılır ve gücünüzü iktidarınızı kaybedersiniz baba olarak çocuğun gözünde. Ben bir şey daha öğrendim; bazı evliliklerin devam etmesi gerekmez, eğer evlilik yürümüyorsa, çocuklar çok etkileniyorsa gerçekten devam etmemeli. Sorunlu bir evliliğin içinde olan çocuk o sorunları üzerine mıknatıs gibi çekiyor. Her önüne gelen boşanmasın tabi ama gerçekten gitmiyorsa çok ısrarcı olmamak lazım evliliği sürdürmek için. Aşırı baskıyla büyüyen çocuk mazoşist sadist olabiliyor. Dışarıda bir şekilde atacak o baskının stresini üzerinden. Ne yapıyor, o da kendisine davranıldığı gibi davranıyor çevresine. Buraya kendimden örnek vererek açıklıyım yine:
Annem biz çocukken sürekli araya girip benim kardeşimle olan ufak tartışmalarımı bile önlediği için, ben gerçek tartışmalarda hatta kavgalarda ağzı iyi laf yapan taraf olamadım. Ağız dalaşlarını genelde kaybediyorum ve lafı yiyen taraf oluyorum, arkadaşlar arasında laf ağzıma tıkılınca, ya küfredeceğim, ya bağırıp çağırıp ortalığı birbirine katacağım, ya da ayni trip atan kızlar gibi pasif-agresif tepki vereceğim. Yani bağırış çağırış şeklinde değil de, surat asma, lafımı yutma, ezikçe özür dileme, onları gıcık etme ve tersleme şeklinde. Böyle yapınca da hemen içimdeki ses kendini daha çok s…kilmeyi bekleyen ve pasif agresif gay ya da trip atan kız bebeler durumuna soktun diyor. Yani daha silik pasif gibi hissetmeme yol açıyor aynı güçlü erkek arkadaşı tarafından terslenmiş kız gibi hissediyordum. Halbuki su an terapilerim ve psikoloğum sagolsun farkindayim ki, aslinda bana söylenenleri kişisel almayıp içselleştirmesem, veya beni rahatsız eden kişilerden sadece uzaklaşsam yeterli. Her seyi fazla kafaya takmaya gerek yok. Terapistin verdiğiniz mastürbasyon, porno, erotik filmlerle ilgili ödevlere aşırı dikkat edince son dönemde çok şükür mastürbasyonu da pornoyu da düzenledim, hatta artik hiçbir şey izlemeden kendi fantezilerimle mastürbasyon yapmayı da tercih ediyorum. Bana gore cinsellik fazla abartilmis bir sey. Gunumuz modern cagi bunu gereğinden fazla buyutuyor, insanlari olmayacak beklentiler içine sokuyor porno ve mastürbasyon araciligiyla. Dahasi asiri yayginlasan poligami ve cok eşlilik (evet, kimse kusura bakmasin ancak 15 sevgilin ve 20 cinsel partnerin varsa sen de kendi haremini kurmuşsun demektir) esasinda geçmişte edinilmiş farkli partnerlerin gerek cinsel gerek duygusal acidan birbiri ile kiyaslanmasina, ve bu sebeple toleransi azaltarak mutlu ve tatmin edici uzun donem ilişkilerin kurulmasinin onune geçmekte bence.  Ben duygusal mazoşist biriydim. DEVAM EDECEK


https://www.youtube.com/watch?v=gTB2GnB_Af4&list=UULFEDADUolmKuMyWGRunC3UhQ&index=4

3
Annem buna karsiydi, ancak babamın da desteği ile ikna oldu. Ben kendimi gerçekleştirme yoluna girmiştim terapilere başlayarak ve annemle arama mesafe koymadıkça bu sorunu yenemeyecektim. İşin güzel kısmı terapiye başlamışım, babam destek çıkıyor, fazla maddi sıkıntı çekmiyorum, evden de uzaktayım, annemin tüm krizlerini babam absorbe edip bir de bana terapi için maddi imkan oluşturdu; bu benim için çok değerliydi. Allah öyle denk getirdi işte yaşadıklarımı babama söylemem ve kaza olayı derken her şey rayına oturdu, bunlar çok güzel tevafuklar. Ben üzerimde yaptırımı büyük olan anneme ilk terapimden çıkınca ödevlerimi atlattım, sebebi bundan sonra onun kafasına yatmayan eylemlerimin aslında mantıklı açıklamasının olduğunu bilmesi ve terapi sürecimde eskisi gibi üzerime çok gelmemesi, bundan sonraki tepki ve davranışlarımı sorgulamaması ve kendi istekleri için ısrarcı olmaması konusunda anlaşma yaptık. Aynı evde yaşarken onun aşırı müdahalelerine direnmem zordu açıkçası. Mutsuz ve güçsüz hissettiriyordu. Bir an evvel evden çıkmam gerekiyordu, huzuru evde bulamıyordum ve sadece aciz hissediyordum. Evden çıkınca tabi ki annem tüm anlattıklarımı ve verdiği sözleri unuttu. Annemle haftada üç dört kere konuşmama rağmen her aradığımda tartıştık. “Onu artık her gün arayamayabileceğimi, kendime göre yoğun bir programım olduğunu ve benden onu her gün aramamı beklememesi gerektiğini” söyledim. Bana “İnsanın annesine günde on dakikasını ayırmasının zor olmadığını ve arayabileceğimi” söyledi. Üzüldüğünü anlattı, yani kısaca duygu sömürüsü yaptı yine yoğun biçimde. Kırıldığını birkaç kez tekrarladı, ben de o ana kadar anneyi üzmenin gerek dini gerek de başka birçok açıdan yanlış olduğunu düşündüğüm için “Kırılırsan, kırıl ne yapayım” diyemedim. Ama terapide konuştuğumuz konuları da düşünerek “Bunda kırılacak bir şey yok, kırılmana gerek yok, ayrıca beni düşünmene de gerek yok, yorma kafanı sen böyle şeylerle” dedim. Bunu birkaç kez tekrarladım, her seferinde bana yaptığımın yanlış olduğunu kırıldığını tekrarladı, ben de her seferinde kırılacak birşey olmadığını söyledim, en son telefonu kapattık. O akşam babama ve kardeşlerime benimle alakalı söylenmiş ve “Bu oğlanlar hep böyle, ne varsa kızda var” diyerek kardeşimi övmüş. Bu annemin klasik davranış biçimidir. Ne zaman ailede birine kızarsa onu yerip diğerlerini över, babama kızmışsa bizim hepimizi sever, kızdığını da yerer. Genelde söylenmeleri ve depresyonları uzun sürer. Aradığında telefonu açamadım dersteydim, aynı gün içinde defalarca aradı, Whatsapp’tan seri mesajlar attı, geri arayıp “Kusura bakma meşguldüm” dediğimde feci sitem etti, tekrardan beni düşündüğünü özlediğini üzüldüğünü kırıldığını söyledi. Ben de ilk kez “Artık ben de yetişkinim, kendi düzenimi kuruyorum. Burada kendi düzenimin olması güzel bir şey, seni her gün aramamı bekleme, vaktim kısıtlı, çok duygusal davranma bana” dedim. “Oğlum neden ikimize böyle davranıyor, acaba onu çok mu bunalttık” diye babama söylenmiş, babam da bilmemezlikten gelip “Su akar yolunu bulur biraz rahat bırakalım” demiş. Benimle dışarı çıkacağını, görüştüğümüzü dahi anneme halen söylemiyor, bunu gizli yapıyoruz. Çünkü babamla daha fazla vakit geçirmeliyim. Haftalar geçti değişen bir şey yok. Hala anne sevgisi adı altında terör yaşıyorum. “Aşırı duygusal davranmana gerek yok. Ben bir gün gelecek, çalışacağım, hatta evleneceğim ve seni her gün aramaya vaktim olmayacak” dedim bir gün. “Daha senin büyümene ve olgunlaşmana çok var, hala büyümemişsin” dedi. O an cidden çok sinirlendim ve ona biraz bağırdım, “Ben 5 yaşında değilim, 21 yaşındayım ve artık büyüdüm” diyerek. En son “Artık bana bir daha hiç bir şey söylemeyeceğini ve içimde çok şey biriktirdiğimi” söyledi. “Yolun açık olsun, ben içime atar, sana da dua ederim” dedi ve telefonu kapattık. Evime nasil gittiğimi anlatamam kan ter içinde. Çok heyecanlanmıştım, daha önce annemle hiç kavga etmemiştik. Nefes nefese kaldım, ellerim titredi, “Acaba doğru mu yaptım?” dedim kendi kendime. Çünkü hala içimde bir ses “Anne ne derse itaat edilir, üzülmez” diyordu. Hemen terapideki konuşmaları dinleyerek “Kötü niyetle kırmadığımın, bencilliğinden kırıldıysa da tedavim için bunun gerekli olduğunu” kendime hatırlattım. Kavga bile sayılmazdı aslında o konuşmalarımız, fakat hala içimdeki bir yerler çok da rahat hissetmiyordu. Aradan bir süre geçince rahatladım ve evet olması gereken buydu, fazlasıyla bana bağlı olması ikimiz için de doğru değildi zaten. Babama daha sonra “Evde ne oldu?” diye sordum. Babama söylenmiş, “Biz oğlumuza anne babaya saygıyı öğretememişiz” demiş, “Daha büyüyüp olgunlaşmamış” demiş. Babam da “Kendini bulmaya çalışıyor, akışına bırak” diye cevap vermiş. Düşünsenize birçok kişi tarafından kavga bile denmeyecek küçük bir varoluş tartışmasına annem ne büyük anlamlar koymuş. Çünkü niye, ben kendim için hiç ona karşı ses yükseltmemişim o güne kadar da ondan. Öte yandan onay alma isteğimle alakalı içimdeki alışkanlıkla mücadele ediyorum. Bir iş yapınca bunu babama anlatasım geliyor, ancak kendimi frenlemeye çalışıyordum. Babamı öylesine bile olsa aramak konuşup sesini duymak iyi geliyordu. Okulda yaşadıklarımı anlatıp hem onaylanma ihtiyacı hem övülme ihtiyacı duyuyor, kendime hâkim olmaya çalışıyordum. Annemle mücadelem uzun sürdü çok fazla zarar verdi terapi sürecime. Örneğin gece evde kaldigim bir sabahın körü odama girip sarıldı ve “Sen beni her gün aramasan da herşeye rağmen seni çok seviyorum güzel gözlüm” gibi birçok duygu sömürüsü sözler eşliğinde sanki üç yaşında bir bebeği kucaklar gibi beni kucaklayıp, öptü, sarıldı, okşadı. O an uyku sersemi “Ben de seni seviyorum” deyip arkamı dönüp uyumaya devam etmişim ama uyanınca irkildim açıkçası. Tüm bu psikolojik cinsel sorunları yaşamama sebep olan kadın, istemeden de olsa yine bana zehrini saçmış, sanki oltasına yine düşürmüş ve o sevgisinden açtığını iddia ettigi boğucu kollarıyla beni sarıp sarmalamış ve escinsellik denizinde boğmaya çalışmıştı. Tabi burada şeytan öteki taraftan yaklaşıyor ve terapistimin “Sakın yapma” dediği şeyi aklıma getiriyordu. Üniversitede durum biraz değişmişti, üniversite ortalarında arkadaş edinmiştim. Evet, hepsinin arkadaşıyım ama hiçbirinin “en iyi arkadaşı” değildim yine. Hani telefon rehberinizde kayıtlı onlarca insan vardır ya, hepsini tanırsınız, hepsini arayıp hepsiyle konuşabilirsiniz, ama aslında çoğunun sizin için değeri telefon rehberindeki tanıdık bir isimden ibarettir. Hani şu filmlerdeki veya küçük çocuklar için yazılan dini kitaplardaki gibi arkadaşlıklar istersiniz. Ama bunu nasıl elde edebileceğinizi bilemezsiniz. Üniversiteye ilk geldiğimde çok daha kötü bir durumdaydım. Bir erkekle tanışmıştım; kendi fikrime göre yakışıklı, karizmatik ve sempatikti. O benimle konuşana kadar onunla hiç konuşmamış, hatta ilk hafta sürekli aynı derslere girmeme rağmen ağzımı açmamıştım, ancak en son o gelip “Haydi artık tanışalım" deyince konuşmaya başlamıştım. E tabi o kadar fazla ilgimi çekiyordu ki onunla ilgili her şeye aşırı dikkat ediyordum, bu nedenle o kişinin söyledigi cümle aralarını bile yakalıyordum. Tabi şaşırıyordu, ne yapsa alttan alıyor, kendimce ona olağanüstü iyi davranıyordum.  Benimle iyi arkadaş olmasini da istiyordum, onunla samimi olabilmek istiyordum, sırf ona merhaba diyebilmek için, onu bir kez görebilmek için ders çıkışlarını yakaliyordum. Onunla konuşurken saçmalıyor, olmadığım biri gibi davranıyordum, belki onun beş dakika sonra hatırlamayacağı basit yanlış anlaşılabilecek veya onun yüzünü ekşiten bir cümleyi sabaha kadar kafama takıyordum. Ben ODTÜ mezunu birisiyim. ODTÜ’de okuyan herkes gay olmayabilir ama en çok gaylerin mezun olduğu yerlerden bir tanesi. Şimdi hepsinde bir aşağılık kompleksi var. Ben bugün hangi arkadaşımla konuşuyorsam konuşayım Hüseyin Bey’in de tespiti, hepsinde bir aşağılık kompleksi görüyorum. Hepsi bir aşağılık kompleksine, bir üstünlük tanrısallık kompleksine sahip, çünkü o kadar yorucu ve yoğun ortamlarda sürekli sizi mücadeleye teşvik edilip başarısızlıklarınızın negatif algılandığı ortamlarda kendinizi de öyle görüyorsunuz peki benim hayatımın her alanında bir baskıcı anne yüzünden böyle geçmiş yani. Şöyle ifade edeyim, mesela birkaç örnek vereyim benim şu anda Fransa’da doktora yapan ODTU’yu dereceyle bitirmiş arkadaşım geçen gün hiperanksiyete tedavisine başladı. O kadar çok anksiyeteye giriyor ki insanlarla konuşamıyor, çok uzun zamandır yaşıyor bunu, iki cümleyi bir araya getiremiyor. Çünkü neden biliyor musunuz, ODTU’deyken ya derece yapamazsam, ya yurtdisina gidemezsem endişesiyle hiperanksiyete başladı çocukta, çünkü en iyi olamama korkusu var çocukta. Onunla yarışan birisi var ya, ya en iyi olamazsa, ya çevresindeki insanların, mesela ailesindekiler kadar çok başarılı olamazsa. Bugün bir arkadaşım daha geçen gün söyledi, onur öğrencisi  olmuşsun, buraya dereceyle girmişsin ve kızın bana söylediği şey şu “Ya siz hiç bu derse çok çalıştığınızda ve sınavda istediğiniz notu alamadığınızda kendinizi başarısız ve zayıf hissetmiyor musunuz?” dedi bana. İşte ODTU’lulerin mentalitesi budur. Bir sınav düşük alırsın, başarısız ya da beceriksiz hissedersin, çünkü okul bunun üzerine kurulu. Kaldı ki mühendislikte kısmen bu böyledir, böyle bir okula giriyorsunuz, hepsi birbirinden zeki insanlar, feci bir rekabet var. Bir kısım salıyor, çünkü başaramayacağına inanıyor ben bunlarla nasıl yarışıcam ben bunu nasıl kaldırıcam, “Bir ödev yetiştirmek için insan uykusuz 48 saat kalır mı?”, “72 saatten fazlası beyne zararlı, 72 saati geçenler de var”, Hocamın bana “Aaa 24 saat uyanık kaldıysan böyle en azından bir işe yaramış” demişliği vardı. Öyle bir ortamdan geldiğiniz zaman, böyle bir ortamdan çıktığınız zaman aşağılık kompleksi ister istemez oluşuyor, çünkü hepimiz insanız bir noktada; birinci olamayacağız, ikinci olacağız. Anlatabiliyor muyum, bu yüzden o insanların çok yüksek egoları var. Bakın ego başka bir şey, ben de çok egolu bir insanım, ben çok egoist bir insanım. Hüseyin Beyin en büyük faydalarından biri bana kendi değerimi farkettirmek oldu. Mesela şimdi bazı insanlara ego taslıyorum yani böyle açıkça söylemiyorum ama gözümle bakışımla belli ediyorum yani o insandan iğrendiğimi. Hani sizi gözüyle süzer ya böyle “salak” der gibi küçültür sizi, böyle bir ego var, toksik bir ego var yani tabi bunun çıkışı aslında kendindeki aşağılık kompleksi. Ben daha bugüne kadar ODTU’den çıkıp da gülümseyen çok rahat bir tip görmedim. Evet, o dediğim tarzda insan var ama bir ya da iki tane, geri kalanlarda hep bir üstünlük kompleksi, hep bir aşağılık kompleksi. Hepsinin kendine göre kompleksleri var şunları bunları var, demek istediğimi anlıyor musunuz? Yani ben size o yüzden şeyi söylüyorum bakın bu ODTU ortamı gerçekten böyle, hani hem hepsi aşağılık kompleksi olan hem de tanrısallık kompleksi olan insanlar. Hüseyin Bey’in de böyle bir teorisi vardır; dedi ki “Tanrılaşmak istediğiniz zaman her zaman mutsuz hissedeceksiniz çünkü siz Tanrı olmak için yaratılmamışsınız, siz eksiksiz mükemmel harikaya ulaşamazsınız siz eksiklerinizle kendinizle olduğunuzla bugüne kadar gösterdiğiniz çabalarınızla mükemmelsiniz.” Bir noktada evet salmanız gerekiyor, herşeyde birinci olamazsınız. Aşağılık kompleksini en çok tetikleyen şey kendini sürekli başkalarıyla kıyaslamaktır. Okulda ya da kampüs içinde arkadaşlarım arasında fiziği, davranışları hoşuma giden biriyle konuşurken heyecanlanıyorum, herkese samimi bir şekilde sarılırken ona karsı donakalıyorum. Öğle yemeği yiyeceğiz misal, bir sebepten ötürü yemeğin iptal olma riski doğdu ve ondan haber bekliyorum. Bu minik risk bile derste dikkatimi dağıtır, konsantremi bozardı. Buna engel olamıyordum eskiden ama artık olmuyor. Ayrıca hep karşımdakilerin kendisinden cinsel olarak hoşlandığımı sanması büyük bir korkuydu. Açıkçası kimsenin böyle düşünmesini istemezdim, bu durum çok korkuttuğu içinde cinsel hissim olmayanlarla bile iletişime geçemez arkadaşlık edemezdim. Arkadaşlarımı kaybetmekten korkuyorum. İki erkek arkadaşın fotoğrafına bakarken kafamdaki düşüncelerin bazen cinsellikten çekip, arkadaş özlemine dönüştüğünü net hissediyorum. “Arkadaş yoksunluğum cinsel bir şeye mi dönüştü?” diye sorguluyordum içimi. “Ayrıca, cinsel konularda çok açık saçık, filtresiz konuştuğum için mi bazen dindarlar benden kaçıyor. Yoksa ben mi hep az dindarları buluyorum arkadaş olarak?” bunu da bilmiyordum. Dindar olmayan arkadaşlarımı da çok severim ve “Acaba bir kişinin can dostun olabilmesi için dindarlık şart mıdır?” gibi sorular kafamda döner dururdu, artık dönmüyor. Konu arkadaşlara gelince iki ayrı kişiliğim var sanki. Arkadaşlık geliştirmek konusunda şov yapmamam gerektiğini, kendimle barışmam gerektiğini ve kendimle çok zaman geçirmenin beni duygusal bir mahrumiyete ittiğini bu sebeple çok ve duygusuz, rasyonel, entelektüel konuşmayı sevdiğimi anladım. İnsanların kırılıp beni terk etmesinden korkmayı ve bu sebeple rol yapmayı bırakmam gerektiğini anladım. Benim çocukluğum aslında bugün muhafazakâr birçok Türk gencinin yasadıklarının hızlandırılmış bir yansıması olarak düşünülebilir. Ben ailem içerisinde muhafazakâr düşünce ve Türk geleneklerine uygun bir insan olarak yetiştirilirken, çevrem Bati etkisinde şekillenmiş farklı unsurlar ile doluydu. Örneğin, beni iyi eğitim alayım diye, Amerikan/İngiliz yaşam tarzının övüldüğü ve teşvik edildiği okullara gönderdiler yıllarca. Ama asla da es geçmez her kurs için kapıdan çıkarken tembihlerlerdi “Bak biz Müslümanız, biz şöyle böyle yaşarız” falan diye. Bugün günlük bazda selamün aleyküm denilen dükkânlarda çalışan gençler akşamları birbirinden müstesna (!) televizyon dizilerimiz ile zaman geçirmekte, cuma namazını kılıp arkasından Netflix’te Cinsellik Eğitimi dizisini izlemektedirler. Bu durum, özellikle muhafazakâr gençler arasında olağanüstü bir bölünmüşlüğe, iki karakterliliğe yol açmaktadır. Anne babasının yanında iken Müslüman, kendi başına ve arkadaşlarının yanındayken seküler bir yasam tarzı benimseyen gençler ortaya çıkarıyor. Daha da vahimi, bu davranış bicimi, dinin temel prensiplerinin özümsenip bir yasam tarzı olarak benimsenmesinin önüne geçerek, eski zamanların klasik Müslümanlarının eleştirdiği ‘Kilise Hristiyanlığının’ modern yansıması olarak ‘Cami Müslümanlığını’ ortaya çıkarıyor. Bir diğer deyişle, Müslümanlığın mana ve anlamını ortadan kaldırarak, onu sadece belirli zaman ve hallerde uygulanması gereken ve suiistimal edilmeye açık bir takım obsesif dini ritüellere indirgiyor. Dini bir takım suni davranışlara indirgemenin altında yatan en büyük tehlike ise, ortaya çıkan mana eksikliğinin kişilerde kimlik bunalımına, depresyona ve kronik anksiyeteye yol açması bence. Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Islam’in doğruluk ve yanlisligini tartismiyorum burada, hatta kimseye inanmasi gerekenin ne olduğunu dahi söylemiyorum. Demek istediğim temel sey, neye inanirsaniz inanin, yüzeysel olarak degil, temelleri sağlam olacak sekilde inanin. Anlayarak, bilerek, ve isteyerek inanin. Bu kişilerdeki kimlik karmasasini çözer. Yine bir önemli noktaya daha parmak basacagim, bana gore gunumuzdeki internet caginin beraberinde getirdiği onemli bir sorun mevcut. Cok fazla kaynaktan gelen bilgi var, ve bunlar cok hizli bir bicimde tüketiliyor. Bu, insanlarin aklinda sap ile samanin karismasina sebep oluyor. Demek istediğimi daha basit bir sekilde ifade edeyim. Dindar birinin bir hata yapmasi tum dindarlarin sorunlu olduğu fikrini doguramayacagi gibi, ateist, veya farkli bir dine mensup bir kişinin yanlis davranmasi da o inanca sahip tum kişileri zan altinda bırakmaz, birakmamali. Örneğin, sizin de sik sik dile getirdiğiniz, canla basla mücadele ettiğiniz cemaatlerde ve din kimliği ile öne çıkan bazı yapılanmalarda meydana gelen çocuk tacizi vakalari var ve bu vakalar zaman zaman örtbas edilmeye calisiliyor. Burada, aman o dindardır o yapmaz anlayisi ne kadar zehirli ise, bu yapilanmalarin tum mensuplarinin da bunu yapmasini beklemek o kadar buyuk bir hezeyandir.  Burada yine bu iki kişilikle alakalı bir diğer noktaya daha parmak basmak istiyorum. Bende gelişen bu kendi kültürüne olan soğukluk, yabancı yaşam tarzına olan sevgi, halaydan hoşlanmazken salsaya sıcak bakan düşünce yapısı nispeten yeni sayılabilecek Instagram, Twitter, YouTube gibi kitle iletişim araçlarının da yoğun etkisiyle ortaya cikan muhafazakar Islami ve sekuler Bati kulturunun harmani sonucu oluşmuştur. Ancak buradaki soylemim yanlis anlasilmasin, bana sorarsaniz bu Bati etkisi son donemde gerek muhafazakar, gerek de sekuler çevrelerde (evet, ozellikle bu noktada tamamiyle sekuler yetişmiş gençlerin de muhafazakarlardan en ufak bir farki yok) bir Bati hayranligina donusmus durumda. Sosyal medya araciligi ile her konuda mükemmel bir bati utopyasi resmedilmekte, tum eksiklikleri ve hatalari goz ardi edilerek idealize edilen Bati ulasilmasi gereken son nokta olarak gösterilerek, Turk olmak, Turkiye’de dogmak bir eksiklikmiş fikri gençlerin zihinlerinde yer etmektedir. Dahasi kolay para kazanma özendirilerek, siki calisma ve zorlanma olmadan rahata erişme isteği, en ufak bir efor dahi göstermeden lüks bir yasam tarzına sahip olma arzusu en ufak zorluklarin dahi gençlerin gözünde büyümesine, gençlerin kendi kimliklerinden utanarak başka ülkelere ait kimlikleri benimsemeye calismasina yol açmaktadır.  Evde din ağırlıklı yaşam varken, ben yabancı dizi ile hayat geçirdiğimden ve tabi bu yıllarca gittiğim okulardaki çoğunluğun koyu solcular olmasından dolayı 16 yaşında o bölge insanıyla yılbaşı kutladım. Hem merhamet ve empati gelişti bende, hem de eğer çok provake edilirsem duygusal bir sadiste dönüşürdüm. Rahat ya da rahatsız hissettiğim ortam ve kişilere göre kendimi farklı ifade etmeyi geliştirdim. Yani senelerce tiyatro oynadım. Şimdilerde terapi sonrası artık sadece içimden geldiği gibi davranan biri oldum. Eskiden sürekli oynamaktan yorulmuştum. Şimdi neysem oyum. Eskiden kendimi bir dizinin içindeki rol yapan ve o rolün gereklerine uygun davranan biri gibi hissediyordum, özellikle kendimi eksik hissettiğim konularında çoğalıyordu bu hissim ve oyunculuğum. Çünkü babam uzun yıllar birçok şeyi kullanmamı ve öğrenmemi engelledi, “Böbreğini çalabilirler, resmini bir porno sitesine koyabilirler” diye diye beni paronayak yapmıştı. Sonra tabi ki spor gibi konularda çok bilgisiz kaldığım için endişelerim arttı. Başkalarının görüşlerine fazla önem veriyordum ve onlarin eleştirilerini fazla içselleştiriyordum. Kitap okuyarak, internetten araştırarak veya ders çalışır gibi çalışarak öğrenmediğim ve kendimi yetersiz hissettiğim konularda, bu tarz denemelerim ve iyi olacak diye verdiğim uğraşlar sonucunda, iyi niyetli bile olsa, karşımdakiler tarafından espri konusu edilip dalga geçilince fazla alınganlaştım ve kendimi bilgisiz hissetme paradoksu başladı. Neyin, ne zaman, nasıl, ne şekilde, kiminle yapılacağıyla ilgili örüntüleri bir türlü bulamama ve bununla birlikte gelen paradoks; sonuç bunalım. Tüm bunlar terapilerde ilk zamanlar önüme dev sorunlar olarak çıktı ama sinek kadar küçüldüler zaman içinde. Mesela bazen arkadaşlarımı bir derse nasıl çalışmaları ve ne yapmaları gerektiği konusunda yönlendirirdim. Herhangi bir konuda danışılan olmaya karşı gizli bir zevk, haz duyuyordum. DEVAM EDECEK.


https://www.youtube.com/watch?v=gTB2GnB_Af4&list=UULFEDADUolmKuMyWGRunC3UhQ&index=4

4
Ben anne-baskın bir evde büyüdüm. Annem ailemizin en baskın karakteriydi. Babam ise annemi dengelemek için olağanüstü çaba gösteren yumuşak huylu, hoşsohbet bir yapıya sahipti. Annem bir bakarsınız sakin, iyi niyetli ve sabırlıdır. Ancak sık sık ruh hali değişimleri gösterir ve bir anda çekilmez seviyede bir duygusallığa bürünebilir veya ufak bir sebepten ötürü volkan gibi patlayabilir. Benim sinir krizi olarak nitelendirdiğim duygusal boşalmalar yaşar. Bu boşalmalar esnasında dakikalarca bağırır, yanına yaklaşılmaz, günlerce hayata küsmüş gibi davranır ve o anda ne isterse ve aklına ne eserse yapar. Evi terk eder, babamı yatağından kovar, saatlerce bağırır, çağırır. Babam bir iki kez bu davranış ve tutuma karşı çıkıp annemin karşısında durduğunda, annem onu boşanmakla tehdit etmişti. Evliliğini koruma çabası içindeki babam ise bunun karşısında anneme ses çıkarmayan daha pasif bir role bürünmüştü. Bu dengesiz duygusallığa bir örnek vermek gerekirse, annem kızdığında, babam sessiz kalırsa “Neden benimle konuşmuyorsun?”, konuştuğunda ise “Vay efendim, sen neden böyle dedin?” şeklinde manasız bir kısır döngü içine girer. Bu zamanlarda annem kızdığı kişinin tüm iyi yönlerini unutur, sadece ama sadece kötü yönlerini hatırlar. Bize davranışı da buna benzerdir. Babama “Neden sana böyle davranmasına izin veriyorsun?” diye sorduğumda: “Oğlum anneni bilmiyor musun? Eğer bir şey dersem evliliği bitirmeye kadar getiriyor lafı, bazen sırf onu daha da kızdırmamak adına kendi onurumu çiğneyip ona ses çıkarmıyorum” demişti. Hiç unutamadım; bir seferinde, annem babamı karşısına oturtup ona çocuk gibi dakikalarca bağırmış, azarlamıştı. Hatta kardeşim yanıma ağlayarak gelip “Abi, annemin babama bu yaptığı çok büyük haksızlık, ayıp” deyince, kardeşimi “Annemi biliyorsun işte konuşur konuşur geçer” diyerek teselli etmiştim. Bir de genelde annemle girdiğiniz günlük, basit, sıradan tartışmalarda konu ne olursa olsun o haklıdır. Siz özür dileyen olursunuz, haklı olsanız bile. Annemin bizle olan tartışmalarında babam pek araya girmez, çünkü eğer girerse annemin öfkesi ve siniri eninde sonunda babama döner. Bu nedenle o daha geride kalmayı ve aramıza girmemeyi tercih eder. Öte yandan evin her türlü işiyle annem ilgilenir, sorunlarımızı dinleyen ve çözüm üreten annemdir. Annem çocukluğumdan beri bana aşırı düşkündür. Bu düşkünlüğün altında biraz da çocukluktan beri uğraştığım problemlerin etkisi yatar. Çocukken uykuda sık sık altıma kaçırıyordum. Bir hastalığın belirtisiymiş. Ancak bunu bilemeyen ve beni psikoloğa götüren anneme ve babama psikolog “Kardeşini kıskanıyor ve bu nedenle böyle davranıyor” demiş. Bunun üzerine annem, normalde şiddet karşıtı olmasına rağmen, tuvaletimi bilerek kaçırdığımı düşünerek, birkaç kez vurmuştu bana. Hatta bir seferinde beni evden dışarı atmıştı; çok korkmuştum. Bir sefer de mutfağa götürüp iç çamaşırımı indirip “Eğer dikkat etmezsen senin pipini bu kibritle yakarım” diye bana çok bağırarak kızmıştı. Hiç unutamadım o günleri. Daha sonrasında hastalığım olduğunu öğrenince yaptıklarından vicdan azabı duyup o pişmanlıkla bana daha da çok düşkün hale gelmiş. İlkokula başlayacaktım, sınıf öğretmenim tarafından “Ben hasta bir çocukla uğraşamam” diye reddedildim. Büyük bir acıydı benim için istenmemek. Ailemin baskısı ve iknalarıyla o sınıfta eğitime başladım. Beden eğitimi derslerinde hastalığım nükseder diyerek spor yaptırılmadım ve erkek arkadaşlarım futbol, basketbol oynarken ben kenarda kız arkadaşlarla oturup evcilik oynardım, bunun sonucu spordan neredeyse tamamen koptum. Din olgusu da büyük yer kaplıyordu evimizde. Mana boyutundan çıkartıp obsesyona sokmuş annem dini; “Geceleri erken yatmalısın; çünkü ayet var, geceler dinlenmek içindir” gibi dinin anlam boyutu göz ardı edilerek kelimesi kelimesine takip edilmeye çalışıldığı yüzlerce örneği duyarak büyüdüm. Gündelik yaşamımızı obsesif bir din algısıyla sürdürdüğümüz için iki yıl mücadele ettim bu anlayışla terapiye başlayınca. Toplumumuzda manayı tamamen unutmuş, dini sadece yazılı ve kati kurallar bütünü olarak gören ailelerin sayısı kanımca hiç de az değil. Bu özellikle bilgisayar ve internet erişiminin kolaylaştığı günümüzde gençlerin akıllarını tatmin etmiyor, cevap aradıkları sorulara tatmin edici cevaplar üretemiyor. Özelikle sorgusuz ve sualsiz kabul gerektiren böyle obsesif bir din anlayışı gençlerin zihinlerindeki din algısına zarar vermekten ve onları dinden daha da soğutmaktan başka bir ise yaramıyor. Din, sadece akil ve maddeye indirgeniyor, mana ve anlama yönelik bilesen ortadan kaldırılıyor. Buna bir de dindar insanlara dahi tiksinti veren sarıklı hacı hoca tiplemeleri eklenince, kişiler iyice dinden soğuyor. Kardeşime gelirsek, daha yeni aramızdaki bag duygusal boyuta taşındı. Çocuksu bencillikle yapmacık bir ilişkimiz vardı bu zamana kadar ama şimdi sevgi duyuyoruz birbirimize. Aileden kaynaklı kardeşimde de sorunlar var; yapaydır, kibirli görünür ama son derece özgüvensizdir. O da terapiye gidiyor şimdilerde. Sürekli her yaptığını eleştiren, giysisine hatta her şeyine karışan ve asla “Aferin” demeyen bir ailenin sonucu işte. Geri dönelim din konusuna. “Allah namaz kılınca çok seviniyor, seni koruyor her şeyden” diyerek bana namazı sevdirdiler. Zevkle beş vakit kılardım ama kardeşlerime gelince “Hadi zaman geldi, vakit geçiyor, hemen kıl, hadi kıl, kıl” diye kafasını ütülüyorlardı. Kardeşim önemli bir iş yapıyor o an, yarım saat sonra kılabilir ama annem öyle çok dırdır yapıyor ki namazdan soğudu. Oysa anlatarak, baskılamadan sevdirmesi lazım dini vecibeleri. Yol açıyorum, bu sorunları öncesinde çözen abi olarak kardeşime ışık olmaya çalışıyorum, bu yüzden anneme rağmen biz son zamanlarda sevgi bağı kurmayı başardık. Bilgisayar oyunlarına çok takılmamam için uzun bir sure haftada sadece yarım saat oynamama izin verdiler. Aynı dönem başka bir eve taşındığımız için zaten çok az olan arkadaşlarımı da kaybettim. Ben de; top, spor, bilgisayar oyunları hakkında iletişim kuramadığım için erkek yaşıtlarım yerine kızlarla oynayıp, havadan sudan sohbet etmeyi, dedikodu yaparak zaman geçirmeyi tercih ettim. Tercih miydi, mecburiyet mi orası da tartışılır aslında. Evde nazik ve kibar konuşmak, küfür etmemek üzerine çok büyük baskı görürdüm. Annem ve babamın benimle arkadaş gibi olmalarının muhtemel bir sebebi de, uzun zaman hiç arkadaşımın olmayışıdır. Kendilerince çabaladılar arkadaş edinmem için ama annesi tarafından elinden tutulup diğer yaşıtlarıyla tanıştırılmanın bana verdiği eziklik hissi ikinci görüşmeye olanak tanımıyordu. Sonuçta sokağa onların yanına inmeden ilk ve ortaokul yıllarımı tamamen odamda geçirdim. Hatta, daha da ilerisi, onlar küfür ediyorlarsa onlardan iyi arkadaş olmaz düşüncesi ile bilerek de onlardan uzak durdum.  Zaten annem hemen müdahale ederdi. Benimle dalga geçmeleri hoşuma gitmediği ve konuşacak bir şey bulamadığım için ya kendi kendime vakit geçiriyordum, ya da kardeşimle. Gerçekten benimle pek çok konuda benzer düşünceleri paylaşan yakın arkadaşım diyebileceğim birisi olsun isterdim hep. Ben sürekli ailem tarafından titizlikle seçilen sınıflarda, muhafazakâr yaşıtlarımın arasından lise ortamına gelmiş biriydim. Kendimi garip hissetmiştim, herkes gülüyor, şakalaşıyor, eğleniyor. Herkes birbirinin özellikleriyle, eksiklikleriyle dalga geçiyor, ama kimse buna alınmıyordu. Ben ise bu konuşulanları içselleştiriyor, haram ve günah olduğunu düşünerek ağladığım bile oluyordu. Lisede pek çok ilki yaşadım: izlenilen filmi çok edepsiz bulup sınıftan çıkmak, öpüşme sahnelerinde kafamı çevirmek veya dindarların da pornonun âlâsını izlediğini keşfettiğimde şoka girip hüngür hüngür ağlamak gibi. Tabi hep kendime; bana yol gösterecek, mükemmel, dindar, hiç ahlaksızlığa bulaşmayan arkadaşı uzun süre aradığımı da söylemeliyim. Bulabildim mi bana yol gösterecek, annemin de onayladığı arkadaşı? Asla... Her seferinde hayal kırıklığı yaşıyordum, dindar ama porno, dindar ama şöyle, dindar ama böyle. Kendimde porno izliyordum evet, ama bana yol gösterecek kişiyi bulamamıştım işte. Lise iki sonlarına doğru şakalara alışır oldum. Üzüldüğüm zamanlarda bile gülmeyi öğrendim. Bana göre gülmek hisleri gizlemenin en kolay yoluydu, üzülsem de, kendi fikrime aykırı davransam da gülüyordum. Biraz da onlar gibi davranınca olmuştu işte, arkadaşlarım vardı. Yalan söylemeyeceğim, harika zamanlar geçirdiğimiz, üzüntü veya sinirden değil de sadece şamata gırgırdan gülme krizlerine girdiğim gün sayısı da az değildi. Ama tabi bu gırgır ve şamatanın içinde beni üzen fikirlere katılmasam bile kendimi gizlemenin, yeni ve zor edinilmiş arkadaşlarımın beni sevmesinin ve onlara uyum göstermemin yoluydu bu. “Ne derlerse genelde kafa salla, nabza göre şerbet ver, gül, geç; ama sakın ola var olan arkadaşlıklarını kaybetme”, zaten çok uzun süre arkadaşın yoktu. Herkese iyi davran, hata yaparlar, sen affedici ol, zaten peygamberimiz de affetmeyi büyük bir erdem olarak görmüş. Sen yardımsever ol, iyi arkadaş ihtiyaç anında yardıma koşan değil midir? Karşıdaki sana benzer ilgiyi alakayı göstermese de ne fark eder, büyüklük sende kalsın; “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halîk bilir”. Hem bak o zaman bir sürü arkadaşın oluyor. Arkadaşlarına derslerinde yardım et, hem yardım etmiş olursun, hem ego tatmini de cabası. Bu birbirimizi çalışmaya da sevkederdi hem. Başkalarıyla tanışma konusunda iyi değildim, çok tanışmak zorunda kalınca insani olarak ne demem veya ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum; özellikle de benden daha sosyal ve yakışıklı bir erkekse, onunla tanışmak veya konuşmak daha da zorlaşıyordu. Cinsel olarak uyarılmasam da iletişim kurmakta zorlanırdım. Normalde yapmadığım alışkın olmadığım hareketler, tavırlar yapar veya yaptığım bir küçük hata yüzünden arkadaş olarak benden hoşlanmayacağını düşünüp kendimi daha çok kasıp kaçardım ortamdan. Kızlarla ise genelde rahat iletişim kuruyorum, anlaşıyordum. Tüm kızlar arkadaşımdı. Çünkü arkadaşlık dostluk dışında bir hissim yoktu. Bazen kızlar onlardan hoşlandığımı bile düşünüyordu, hâlbuki ben eşcinsellik yüzünden kızlara karşı sadece arkadaşça hislere sahip olabiliyordum. Hatta kızlarla rahat anlaşıyor olmam, bazen çevredeki erkeklerden tepki alıyor; “Yahu sen de ne buluyor bu kızlar anlamıyoruz ki? Sen kızları kendine çekiyorsun” tarzında espri konusu ediliyordu. Lise sonda artık bir sürü arkadaş edinmiştim tabi. Garip bir şekilde burada da hep yakışıklı, güzel görünümlü, hoş tipler ilgimi çekerdi. Sebebi arkadaşlık isteğim miydi, cinsellik miydi, yoksa ikisi karışık mıydı hatırlamıyorum doğrusu, kaldı ki o yakışıklılardan hiçbiri arkadaşım olmamıştı. Ancak daha sonra bu insanların hiç biriyle samimi olmadığımı, aslında çoğunun rehberindeki bir isimden ibaret olduğunu düşünür ve üzülürdüm. Aslında kalabalık içinde yalnız hissederdim kendimi, gülecek, konuşacak, şakalaşacak çok insan var, ama ilişkilerim daha ziyade yapay ve eve gittiğimde yine bir başımayım. Dışarı çağıracağım bir arkadaşım yok, dini görüş farkı, zevk farkı, ve hep bir ait olamama duygusu. Aslında tum escinsellik sureci ilk kez 13 yaşlarında pornografi kelimesini duymam ve mastürbasyonu keşfetmemle başladı. Ortaokul da aseksüeldim, kimsenin üzerine çıkmak ya da altına girmek gibi bir derdim yoktu. Cinselliği keşfederken, pornografi ile tanışınca, “Kadına bakmak günah, haram; o halde ben erkeğe bakayım” diye erkek bedeniyle mastürbasyon yaptım, yani yine obsesyon giriyor devreye. İlk etapta bazı fotoğraf ve videolarda kadınları elim ile kapatıp sadece erkeklere bakıyordum. Daha sonra bir pornografi sitesinde “gay” sekmesini keşfedince cazip geldi pornografik olarak ve sadece eşcinsel videolar ile mastürbasyon yapmaya başladım ki o zamanlar gay, eşcinsel kelimeleri bir anlam ifade etmiyordu. İzlemediğim irdelemediğim pornografi kategorisi kalmamıştı. Oradan sado mazoşistime döndü iş ve eşcinselliğe. İlk başta terapi görsem sadece aseksüelliğim tedavi edilse sorun başka yerlere evirilmeyecekti. Bir zaman sonra internetten çevrimiçi eşcinsel video sohbet sitesi keşfettim, karşıdaki kişilerle online mastürbasyon yaptım. Beni tanımayacağını ve bir daha karşılaşmayacağımı düşündüğüm insanlarla online görüşüyordum. İlerleyen süreçte bir iki tane mobil gay randevu uygulaması buldum ama beni ifşa ederler korkusuyla ve dini duygularımdan dolayı defalarca kendime cinsel ilişki randevuları ayarlamama rağmen hiçbirine gitmedim, herhangi fiziksel bir ilişki yaşamadım. Harama girdikten sonra pek çok kez tövbe edip bir daha yapmayacağım dememe rağmen, nefsime yenik düştüm. Kızlar konusunda belki de cinsel bir isteğim olmamasından kaynaklı olarak, uzun yıllar haram günah diye çok dikkatli davrandım ve hatta lisede dahi kızlara olan fiziksel manada tutkumdan dolayı bazen aseksüel olup olmadığım soruldu bana. Bir gün gay pornosu izliyordum, annem beni porno izlerken görmüş, akşama da babam benimle konuşmuştu. Bunu annemden duyan ama bana gay’liği konduramayan babam, “Oğlum sen eşcinsel misin, bak eşcinsellik çok sıkıntılı birsey, varsa söyle seni tedavi ettirelim” demişti. Ama tabi bir kişinin bir başkasına elle mastürbasyon yapmasının daha basit bir açıklaması da vardı ona göre, ben nasıl mastürbasyon yapılacağını öğreniyor olabilirdim (hahahaha, buna hala gülerim bugün bile) Bana “Hani gay değilsen, nasıl mastürbasyon yapılacağını mı öğrenmeye çalışıyordun değil mi” dedi? E, zaten sebebi kendisi bana vermişti, “Evet baba” dedim “Nasıl mastürbasyon yapılacağını öğreniyordum”. Babam beni o zaman bir psikiyatra götürmüş, psikiyatr babama pornonun normalliğini ve bu yaşta olabileceğini anlatmış. Ama tabi psikiyatr ile konuşurken gay pornosu olduğunu söylemedik, pornoydu o sadece. Sonra psikoloğa götürdü babam, psikoloğa ben durumumu anlatınca, psikoloğun bana sorduğu soruları unutmam. Önce babam ve ben vardık, bizden olayı dinledi, sonra babama olayla ilgili sorular sordu, sonra onu odadan çıkartıp bana sorular sormaya başladı. Daha sonra “Senin cinselliğin hakkında babanla konuştuk, bu seni rahatsız etmedi mi?” dedi? Ben de “Hayır etmedi” dedim, gerçekten de etmemişti, halen de etmiyor. Siz bana “Fantezilerini anlat” deyince de konuşmak zor gelmemişti, halen de gelmiyor. Sadece şunu da belirtmeliyim, psikoloğun bana sorduğu tek bir soruyu sevmemiştim, bana “Mastürbasyon kötü bir şey mi? Belki baban da mastürbasyon yapıyordur, biliyor musun yapıp yapmadığını?” demişti. Evet, bu beni rahatsız etmişti açıkçası, “Hayır” demiş reddetmiştim, olamazdı, babam mastürbasyon yapmazdı canım... Şu an buna vereceğim tepki “Ha ha ha ha” olurdu ve üzülerek zamanla fark ettim ki anne ve babamı cinsellikle hayal edince iğrenme duygum zamanla kayboldu. Şu an umursamaz bir tavır takınıyorum, yanlış anlamayın; anne ve babamla ilgili hiçbir fantezim yok, olması fikri halen iğrenç geliyor, ama biri anne ve babamla ilgili cinsel bir şey söylese “Bana ne” diyecek bir ruh hali içindeyim. En son psikolog bana spor önermişti, ama babam benimle psikoloğun yalnız konuşmasından hoşnut olmamış, zaten psikoloğu da gözü tutmadığı için spor işi de tabi ki güme gitti... Bir seferinde bir psikolog tanıdığa, annem ve babam “Ben porno izliyorum” diye beni götürdüklerinde psikolog “Erkeklerin yüzde 94’ü, kadınların yüzde 60’ı mastürbasyon yapar” deyince, “Olur mu canım, hep bu mastürbasyon araştırmalarına da solcular, hristiyanlar veya dindar olmayanlar katılıyor” diye kabul etmemiştim psikoloğun dediklerini. Annem mağduru da çok iyi oynar; hatanın bende olduğunu uzun uzun anlatmış psikoloğa, psikolog da anneme “Salın çocuğu, bırakın izlesin. Geç ergenlik sorunu bu” demiş. Annem “Geç ergenliğe girdi benim oğlum, o yüzden psikoloğa götürdüm; başka sorun yok’’ diyerek savundu kendini babama. Annem ayrıca basiretsizdi ve bunun farkında bile değildi, hatta kız gibi oluşumun altında beyefendilik yatıyor sanıyordu; öyle derdi hep çünkü öyle olmamı istedi. Hep fazla nazik hassas yetiştirdi, çok sıkışınca da “Çok ince ruhlu bir çocuğumuz var, tam bir beyefendi” şeklinde savunmalarla geçiştirdi. Mükemmel bir evlat yetiştirdiğini düşünen annem hiç bu halimi sorun olarak görür mü? Mükemmel oğluna bunu yakıştırıp hiç doktora götürme ihtiyacı duyar mı? İhtiyaç duyan bendim, çünkü artık bu içimdeki his kemirmeye başlamıştı beynimi. Ben eşcinsellik durumumu hep kızlarla olan mesafemden sanmıştım ve durumun zamanla geçeceğini düşündüm ama geçmiyordu. Yıllarca “Kızlar günah” diye, yakışıklı erkekleri hayal etmenin günah olmadığını düşünerek, arkadaşım olmayan kişiler üzerinden cinsel fantaziler kurmuştum. Son zamanlarda tanımadıklarımla değil de günlük hayatta sürekli karşılaştığım kişiler hakkında böyle fantaziler düşünür olduğumu fark etmek beni rahatsız etti. 21 yaşıma yeni girdiğim zamanlardı; internetten araştırdım, randevu aldım sonra gidip babama söyledim. “Benim böyle bir durumum var ama ben bunu kabullenmiyorum, endişelenme bana destek ol, psikoloğa gideceğim” diyerek babama bugüne kadar fiziki olarak hiç deneyimlemediğimi her şeyin internet, porno, mastürbasyon kısmı ile sınırlı kaldığını anlattım. Babam hemen uçak biletlerimizi aldı ve götürdü beni. Annem hala hiçbir şeyi bilmiyor. Babamla söylememe kararı aldık. Bir gün artık derdimi anlatmaya karar verdim. Dert neydi? Dert anneydi, ondan biraz uzaklaşmak mesafe koymak lazımdı. Çok yogunum bahanesiyle eve çıktım. DEVAM EDECEK.

https://www.youtube.com/watch?v=gTB2GnB_Af4&list=UULFEDADUolmKuMyWGRunC3UhQ&index=4


Sayfa: [1]