Gönderen Konu: DUYGUSAL ÇIKMAZ  (Okunma sayısı 2870 defa)

visnesuyu

  • Newbie
  • *
  • İleti: 19
    • Profili Görüntüle
DUYGUSAL ÇIKMAZ
« : 13 Ekim 2015, 03:17:20 ös »
Üniversite tabiriyle "alttan ders almam" işe yarıyor galiba. Alt sınıflardan diğer insanlarla tanışma fırsatım oluyor bu vesileyle. Özellikle kızlarla tanışmam kendine güven sorununu çözmeme fayda sağlayacak gibi duruyor. Sınıf arkadaşım Nursena'nın da benimle birlikte aynı dersleri alması galiba ayrı bir avantaj. Bu sayede "kız kesme" olayını onunla birlikte yapma fırsatını yakalıyorum. Beğendiğim kızların girdiğim sınıflarda olması da ayrı bir avantaj benim için. Henüz birebir yakınlaşma fırsatını bulamadım maalesef fakat Nursena aracılığıyla kızların adlarını öğrenme ve belki bir ihtimal Facebook üzerinden iletişim kurma şansını elde edebilirim. Bu ümidin var olması derslere katılım ihtimalimi de önemli ölçüde artırıyor. BU yazıyı yazarken yanımdan gerçekten çok hoş bir kız geçti ve karşı masamda oturuyor. Fakat sinir bozucu şey ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum.  Ayrıca böylesine hoş bir kızın bana bakma ihtimali de oldukça düşük. İmkansız diyelim şuna daha doğru olarak. Haliyle benim de yakınlaşma şevkim olmuyor. Lanet olası imkansız görünen ama aslında içten içe imkansız olmadığını bildiğim durumlar! En azından kızları hoş bulmam da bir başlangıçtır değil mi? Bu işi çözebilmek için gerçekten az zamanım var ve kızlar hakkında gerçekten çok az şey biliyorum.Bazen "keşke muhafazakar bir ailede dünyaya gelmeseydim" diyorum kendi kendime. Böylece en azından beni kızlara yakınlaşmaya iten bir ailem olurdu ve işler şuanki durumdan çok daha rahat bir biçimde gerçekleşiyor olabilirdi. Lanet olsu kader ve sinir bozucu hayat şartları. Her şeyin bu kadar  zor olduğu bir dünyada işleri kolay gösteren HK da iyi bir halt yapmıyor. Felsefenin başlangıç sorularına cevap vermeye çalışan 21 yaşındaki bir genç olmak gerçekten zorlu bir mücadele gerektiriyor

   Hele şu Al Hoca yok mu? Her şeyden ve zekamdan şüphe etmeme neden oluyor. Ondaki gelişmişliği görmek için gerçekten zeki olmak gerekiyor. Tek zeka avuntum bu belki de.  Çünkü yeni şeyler öğrendikçe gerçekten hiçbir şey bilmediğimin farkına varıyorum. Bu da beni gerçekten ürkütüyor. Ya hayat fazla aldatıcı ya da ben her şeye kanan zavallının biriyim. İlk seçenek daha makul gelse de ikinci seçeneğin doğruluğu daha fazla. Tamamen doğru diyebilmek mümkün değilken tamamen yanlış demek de mümkün değil. Hayatı zor ve anlaşılmaz kılan da bu belirsizlik. İşte bu nedenle dostlar, kendi yazdığım ve düşündüğüm şeylerin bile aklımda şüphe uyandırması sıradan bir hale geldi. HK'ya bunları söylediğimde alacağım cevap maalesef belli. "Anı yaşa" diyecek bana. Fakat bu kadar tehlikenin içinde, bu kadar bilinmezliğin içinde anı yaşamak ne kadar doğru olur. Ya da hangimizin dediği doğru. Bu yazdıklarım düz mantıkla düşünen, her duyduklarına inanan basit insanlara saçma sorular gibi gelecektir elbette. Fakat beni anlayabilecek bir çevrenin var olduğuna canı gönülden inanıyorum hala. Dünyayı ayakta tutan biz ve bizim gibi insanlar! Eğer biz de bırakırsak dünyamızın sorunu gelmiş demektir.

   Her zaman olduğu gibi yine konudan konuya atladım. Ne söyledim, ne anladınız gerçekten çok bir fikrim yok. Tek bildiğim şudur ki; söylediklerim benim için fazlasıyla anlam taşıyor.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: DUYGUSAL ÇIKMAZ
« Yanıtla #1 : 13 Ekim 2015, 05:07:29 ös »
Artık korkmuyorum Vehbi, arayabilirsin...
George Politzer solculuğumuzun tavan yaptığı yıllar...

Öğretmen yetiştirmekten çok güzel kızlarıyla ünlü Gazi Eğitim Enstitüsü henüz yerinde duruyor. Solcuların da kalelerinden biri sayılır. Vehbi diye bir arkadaşla hemen her gün Gazi Eğitim Enstitüsü kantinine uğruyoruz. Ne de olsa kurtarılmış bölge.

Vehbi Özel Yükseliş’te mimari okuyordu. Ben de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Rusça. Ama okula giden kim? Aklımız fikrimiz gündüzleri Gazi’nin kantinine takılmak, geceleri poker masalarında uyuyup kalmak.

Siyah maksi bir pardösüm var, 160’ı anca geçen boyuma da ne yakışıyor ama...

Henüz 12 Mart faşist darbesi olmamış, ama ortalık çok karışık. Yollarda ağır bir postal kokusu var. Kimse bilmiyor ertesi gün ne olacağını. Öğrenci olayları sürüyor, ama öldürmeler henüz 1970’li yılların sonunda ulaştığı seviyede değil.

Vehbi ile gide gele, Gazi’nin en güzel kızlarından birine ikimiz birden aşık oluyoruz. Ama nasıl bir aşk, anlatılamaz. Hem çok iyi iki arkadaşız hem de aynı kıza aşığız. Uzlaşmaz bir çelişki. İkimiz de birbirimize itiraf edemiyoruz, ama ikimiz de farkındayız.

Tanju Okan’ın “Arkadaşımın Aşkısın” şarkısı dilimizde, soluğu Gazi kantininde alıyor, bir masaya oturup kızın gelmesini bekliyoruz. Sevgilimiz sarışın bir afet bize göre. Upuzun sarı saçları ve renkli gözleri var. Biri dönüp masaya baksa, “bu güzelliğin, şu iki paçozla ne işi var,” diye sormadan geçemez, ama kızcağız da biz ne zaman Gazi’nin kantinine gitsek masamıza gelip çörekleniyor.

Boy olarak Vehbi benden şanslı, zira kız benden uzun... Ama Vehbi’nin de bana göre bir dezavantajı var, kafası biraz büyük ve saçları dökülmeye çok yatkın, oldukça seyrek. Daha yirmili yaşlarda tepesi göründü görünecek.

İkimizden bir adam bile çıkmıyor yani...

Ama kız ikimizle de müthiş ilgileniyor, bize öyle cilveler yapıyor, öylesine baştan çıkarıyor ki, Vehbi yurduna ben bekar evime döndüğümüzde ikimizi de şeytan çarpmış gibi oluyoruz. Zaten dönüş yolunda ikimiz de gergin oluyor, kızı soğuk ve çirkin göstermeye çalışıyoruz. İçimizde ise fırtına dolaşıyor.

Gazi’de yatılı kalan kız hafta sonları evci çıkıyor, ama bize nerede ve kimde kaldığını asla söylemiyor. Akrabalarında kaldığını söyleyip, hemen lafı değiştiriyor. Biz de unutuyoruz tekrar sormayı. Sorsak da yine atlatıyor. Belli ki hafta sonunda kaldığı yerin kapısına dayanmamızı istemiyor. Ne olur ne olmaz...

Ama bu arada ne hediyeler götürüyoruz kıza, ne bulursak ama... Çiçekler, sigaralar, yiyecekler, dondurmalar... Hepsini bir çıkına dolduruyor, teşekkür ediyor, bize iltifatlar yağdırıyor ve saati gelince de kalkıp gidiyor.

Bir gün Vehbi işinin çıktığını ve o gün benimle gelemeyeceğini söyledi. Biraz da için için sevinerek otobüse atladığım gibi soluğu Gazi’de aldım. Nihayet ve ilk kez kızla yalnız kalacaktım. Heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Kim bilir belki de bu kez yalnız kaldığımız için o bana daha sıcak davranacaktı, ben de ona aşkımı ilan edebilecektim. Gözlerine baktıkça kendimi okyanuslarda sanıyordum.

Kantine girdiğimde bu kez onu beni beklerken gördüm. Bu artık dayanılmaz bir şeydi. Bacaklarım titriyordu. Heyecanım yüzümden okunuyordu besbelli ki, beni görünce “hayrola, neyin var,” diye sorma ihtiyacı duydu.

Yutkunarak, “hiç” diyebildim ve karşısındaki sandalyeye yığıldım. Tanrım, sanki daha da güzelleşmişti. Şapşal şapşal bir süre baktım. Neden sonra günlük konuşmaya daldık. Çok neşeli bir kızdı ve gülmeyi de güldürmesini de biliyordu. Vehbi’nin neden gelmediğini sormadı bile. Bu benim için inanılmaz bir umuttu. Demek Vehbi’nin yokluğu bir şeyi değiştirmiyordu. Kız benimle ilgileniyordu, çok açıktı bu. Yüreğim yerinde duramıyordu artık ve sanırım ayak ucuma kadar inmişti, zira sesi oradan geliyordu.

Ne konuştum, neler konuştum, neler anlattım hiç hatırlamıyorum, ama masadan kalktığımda cebimdeki paranın neredeyse tamamını orada bırakmıştım. Çok değildi, ama ay sonuna kadar beni idare etmesi gereken bir paraydı. Dolmuş paramı avucuma sıkıştırmıştı sarışın dilber ve “bu kalsın,” demişti. “Hafta sonu evci çıkacağım, Pazartesi veririm...”

Uzatmanın anlamı yok... Bir keresinde de Vehbi ile gitmeme kararı almıştık. İkimizin de güya işi vardı, ama Vehbi o gün gitmiş, onu da bir otobüs parasıyla göndermiş o akşam.

İster inanın, ister inanmayın o günden sonra tüm Gazi seferlerimiz hüsranla bitti. Kızı bir daha göremedik.

İlk aşkım böyle büyük bir darbe ile sonuçlandı. Uzun süre unutamadım elbette. Çok güzel şeyler söylemişti bana ve gururum okşanmıştı. Ama aynı hızla aynı gurur yerin dibine de batmıştı. Adını, soyadını, memleketini biliyorduk. Bir tek Ankara’da kimde kaldığını bilmiyorduk.

Onu da sonradan, yakın arkadaşlarından öğrendik soruştura soruştura.

Dostunda kalıyormuş.

Bizim gibi bir yığın insanla görüşüyormuş meğer, bilemezdik. Biz iki aptal aşıktık.

Bizi neden erken “sepetlediğini”, ya da ertesi gün neden geç randevu verdiğini sonradan anlayabildik. Arada başka “randevular” alıyormuş.

Yaramız kabuk bağlamaya başladığı günlerden birinde Vehbi bana ansızın dönüp de ne dese beğenirsiniz?

“Oğlum, ikimiz de hiç aynaya bakmadan gittik. Neyimize güvendik lan biz de, gittik okulun en güzel kızına kur yapmaya kalktık? İkimiz de bir sene kaybettik. Hadi sen neyse, ben babamın parasıyla okuyorum.”

Vehbi inatçı çocuktu. Belki izini bulmuştur sonradan. Bir daha hiç konuşmadık yediğimiz bu kazığı çünkü. Ama Vehbi ile arkadaşlığımız da bitti o olaydan sonra. Kırk yıl sonra, bir telefon geldi: “Ben Vehbi,” diye. Unutmuş gitmişim. Ancak Gazi’deki kızı söyleyince hatırlayabildim onu. “Buluşalım,” dedi, ama...

Korktum, gidemedim.

http://www.halkindostlari.com/makale/5/2015/10/08/artik-korkmuyorum-vehbi-arayabilirsin.aspx