Gönderen Konu: EŞCİNSELLİĞİN PSİKOLOJİK (KİŞİLİK) TEMELLERİ: VİŞNE SUYU (3. BÖLÜM)  (Okunma sayısı 363 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
BÖLÜM 3:


   Geldiğim ilk iki terapide eniştemle beraberdim. Bu terapide ise yalnız başıma geldim. Bir şeyi kimseden yardım almadan yapmanın gururu vardı içimde. Hayatımda ilk defa kendimle gurur duymuştum belki de. Güzergahı öğrenmiştim artık ama kendime olan güvenimi daha da arttırabilmek için güzergaha farklılıklar katmalıydım.  Bunu gerçekleştirmek için, Mecidiyeköy'e ulaştığımda doğrudan HK'nın ofisine gitmek yerine önce çevreyi gezdim. Garip bir his vardı içimde ve daha önce bu hissi tatmıştım ben. Ailemle beraber gezerken onlardan uzaklaştığımda hissediyordum bu şekilde. İşte, aynısını bilmediğim yerleri gezerken de hissettim. Kendimi her ne kadar girişken bir insan olarak göstersem de aslında tam anlamıyla öyle olmadığını biliyordum. Bu duygu da kanıt niteliğindeydi. Çünkü bu, ailemden uzaklaşmanın beni ne kadar korkuttuğunu bir kez daha ispatlamıştı. Lanet savunma mekanizmaları!

   Çevreyi gezip dolaştıktan sonra HK'nın ofisine doğru yola koyuldum. HK'nın odasına girdiğimde farklı bir durum meydana geldi ve  bu sefer suskun bakışlar olmadı aramızda. Ne konuşacağımı biliyordum ve konuyu ben açtım hemen. Konuşmak istediğim konu stresli dönemlerimde ortaya çıkan ve yıllardır nüks eden tiklerimdi. Sürekli tekrar eden sekiz-on tane tikim vardı. Fakat dönemlere has olarak ortaya çıkan farklı tiklerim de olmuştu. Bir film repliğinde oyuncunun "Say ulan!" demesi gibi  HK da saymamı istedi aynı şekilde. HK'ya yaptığım gibi size de sayayım bari; boyun çatırdatma, omuz silkme, dudak yalama, burun çekme, dil ısırma, parmak çıtlatma, tırnak yeme ve diğer muadilleri... Kısacası say say bitmeyecek garip tiklerim olmuştu. Hepsi sıkıntıdan ve stresten... Bunları nasıl çözebileceğim konusunu gündeme getirme şansımız yoktu pek. Çünkü asıl sorunlarım çözülmeden bunların bitmesi de pek  muhtemel değildi. Ama üç aşağı beş yukarı bu tiklerin nereden çıktığını inceleyebiliriz. Öncelikle ev ortamımdan bahsetmem gerek. Bir odam yoktu, babamla aynı odada kalıyordum çünkü babam  neredeyse doğduğumdan beri annemle aynı yatakta yatmıyordu. Bundan dolayı benim de belirli bir düzenim yoktu maalesef. Sabaha kadar televizyon izlerdi, bu yüzden uyku düzenim oluşmadı bir türlü. Hatta ışıksız ve sessiz bir ortamda uyumak benim için hala işkenceden başka bir şey değil. Ayrıca ben de babam gibi geceleri uyuyamıyorum. Yani kısacası babamın kopyası olup çıktım. Sürekli aynı odadaydık ve sabaha kadar beraber oturuyorduk ama ne vardı biliyor musunuz? Birbirimizle hiç konuşmazdık. Hatta eşcinselliğimi öğrenmeden  önce benimle gezip dolaşmazdı da. Mesela balığa gidiyoruz arada sırada ama yine de pek muhabbet etmiyoruz. Bu mesele babamla çözülebilecek bir mesele de değil aslında. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Lanet kelebek etkisi ve tahmin edilemeyecek kadar karmaşık olan sonuçları!

   En iyisi biz çekirdek ailemin ortamına geri dönelim. Hangi ebeveyn kendi aralarındaki sorunları çocuklarına anlatır ki? Ailedeki psikolog görevini üstlenmekten bir bıkkınlık oluştu elbette. Babam gelir ''Annen şöyle! Annen böyle!'' der. Annem gelir "Baban şöyle!! Baban böyle!'' der. Babama da anneme de "Haklısın." demekten başka ne çarem var ki benim? Çocuğum ulan ben! Bana ne sizin kendi aranızdaki problemlerden! Ne halt yapıyorsanız yapın kendi aranızda! Bu problem bir tek bende etki bırakmadı elbette. Bu problemin diğer çocuklarda nasıl sonuçlara neden olduğunu haydi hep beraber inceleyelim.

Zeynep: 30 yaşında, güzel olmasına ve birçok kişinin onu istemesine rağmen hala bekar olan kız. Evlenememesinden dolayı sürekli yakınır durur. Geceleri ağlar ve Tanrıya yakarışlarda bulunur genelde. Küçücük bir olaydan sonra hastalık derecesinde sinir krizleri geçirir ve ölü gibi gezmeye başlar. Duygusal yönden çok güçsüzdür.

Fulya: 28 yaşında, ne bahtsızlıktır ki o da bekar. Onun evlenememekten dolayı dışarıya yansıttığı bir sorunu olduğunu görmedim. Soğuk kanlıdır. Öyle soğuk kanlıdır ki bazen seri katil olduğunu düşünürüm. Duygularını okuyamam çünkü hayata mantık penceresi haricinde bir yerden bakmaz. Onun bu durumunu hala çözebilmiş değilim. Belki de sosyopattır.

Elif: 25 yaşında ve evli. Ailemizde psikolojisi en az bozuk olan kişidir herhalde. Bende olduğu gibi onun da öfkesi var tüm sülaleye karşı. Bunu da onlara karşı sergilediği hareketleriyle hissettirir. O da benim gibi bu sülaleye ait olmadığını hisseder.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Evet, gördüğünüz üzere ailemizdeki kadın ırkının birbirlerinden farklı yönlerini inceledik. Biraz da ortak noktalarından bahsedeyim size. Benim doğumumdan önce babamın evde defaatle cam ve çanak gibi şeyleri kırmasından ve annemi üzmesinden dolayı ondan nefret ederler. Babamın yaptığı en ufak hata gözlerine batar ve bu hatayı abarttıkça abartırlar. Bu eylemi gerçekleştirirlerken gözlerinden fışkıran nefret tohumlarını görebilirsiniz. Babamın yüzüne karşı iyi davrandıkları gibi annemin de yüzüne karşı "iyi" maskelerini takarlar lakin annem arkasını döndüğü anda onu da eleştiri yağmuruna tutarlar.

Annemle ilgili birkaç şey daha ekleyelim. Asalet sahibi kişilerle dolu olan sülalemizin ne kadar asil olduğundan sıkça bahseder kendileri. Sülalemizdeki bir bireye kötü davranışların yakışmayacağından iyi  evlatlar olmamızı öğütlerler. Diğer insanlar asil değildirler, aramızda sınıf farkı vardır efendim. Din, iman işlerini de en iyi biz biliriz edalarındadırlar kendileri.

Harikulade insanlar barındıran ulvi ailemi... Allah af buyursun, "...ulvi hanedanlığımızı özetleyelim." diyecektim. Ulan böyle aile mi olur? Saçmalığa bak! En iyisi soyumuzu kurutmak olacaktır. Aksi takdirde gelecek nesillere de sıçrayacak bu saçmalıklar.

   Terapiye geri dönelim değerli şahsına münhasır değerli okurlar. Köküne kadar muhafazakar ailede yaşayan biri olarak bu eşcinsel zırvalıklarından uzaklaşmak için ne yapmanız gerekir? Eşcinselliği çağrıştıran şeylerden uzaklaşmak için eşcinsel içerikli pornoları bıraktım. Ne mi oldu? Rüyalarıma girdi şerefsizler! Artık rüyamda pornolardakinden daha karmaşık fanteziler yaşıyordum. Hem de yazan ve yönetenin Emre Saraç olduğu en az yedi boyutlu fanteziler. Demek ki neymiş efendim? Kaçmakla, uçmakla veya saklanmakla erkeklere karşı olan duygulardan vazgeçemiyormuşum. Daha sonra da Tanrı'ya kin beslemeye başladım. ''Ulan, ben elimden geleni yapıyorum, sen de kendine düşen kısmı yapsana.'' demeye başladım. Kendisine düşen kısmı yaptı mı peki? Hayır. Namazdan uzaklaştım ve dinden soğudum. Bunlardan uzaklaşmaya başladığım zaman evdekiler beni zorla tam bir müslümanlık abidesi yapmaya çalıştığında ne oldu? İşte o zaman, deist olacakken ateist olmaya karar verdim. Sezar'ın hakkı Sezar'a! Tanrı dengeyi iyi kurmuş. Manevi olarak beni en derin çukura atarken, maddi olarak Everest'e çıkarıyordu neredeyse. Onunla sidik yarıştırmam saçmalıktan başka bir şey değildi kısacası. Çünkü en ince dengeyi bile kuruyordu hayatımda. Daha fazla manevi sıkıntı yaşamam için maddi bolluk veriyordu. Manevi sıkıntılarım azaldığında maddi rahatlığım da azalıyordu. böylece mizanı düzgün kurmuş oluyordu. Anladığım kadarıyla Tanrı benim gibi insanları Sırat Köprüsü üzerinde yaşatmayı seviyor. Çünkü başka türlü üretken olmam veya bir şeyleri keşfetmem mümkün değil. HK'nın yorumu da bunu destekler nitelikteydi. ''Tanrı senin bir şeyleri keşfetmeni istiyordur belki, bu yüzden sana yolu direkt göstermiyordur.'' dedi. Haklı olduğunu kabul ediyorum ama bunlara dayanmak çok zor olabiliyor.

   Mesela bana yüklediği manevi yüklere güncel bir örnek verelim. Bir önceki terapi için İstanbul'a gelirken bir çocuğu görmüştüm havalimanında. Aynı çocuğu bu terapi için geldiğimde de gördüm. O çocukta beni çeken bir şey var. Kendine güveni tam, girişken, zeki hem de eşcinsel. En azından benim gözlemim öyleydi. Uçakta bir arka koltuğuma denk gelmişti bir önceki seferde. Bir yandan kıskandım onu ama yine de onunla beraber olmak istedim. Onu gördüğümde her şeyi "siktir edip" eşcinselliğimi kabullenmiş bir şekilde yaşamamın beni mutlu edeceğini düşündüm.  "Tanrı sınıyor mu beni yoksa gıcıklık olsun diye mi gözüme dürtüyor böyle şeyleri?" diye düşünmeden edemiyorum bazen.

   Yok, yok! Aslında sorun Tanrı'da da değil. Hep dediler ya bana ''Aman oğlum kızlardan uzak dur!'' diye. Ben de öyle yaptım, bu yüzden erkeklere bağlanıyorum. Şimdi, suç bende mi? Onlarda mı? Ha! "Bağlanıyorum." dedim ama bilinçli bir şekilde olmuyor bu. Onların sorunlarını dinliyorum, onlara yardım ediyorum. Onlar da bana değer veriyor. Kendimi iyi hissediyorum bu şekilde, sanki önemli biriymişim gibi. Lafın kısası, bağlanmıyorum, bağımlı oluyorum.Tıpkı uyuşturucu bağımlılığı gibi benimkisi.


   Bölümün sonuna halk için ünsüz ama benim için paha biçilemez olan filozof HK'nın özlü sözlerini ekleyeyim.

-   Sevişme eylemi duygusuz olmaz. Bir fahişeyi becerirsin ama hiç kimse ''Karımı şöyle, böyle becerdim.'' demez.
-   Delikanlı olmak, ailenin yanlışlarına çomak sokmak demektir.''

Aslında HK'nın sözlerini bu bölümün içine serpiştirmem hem görsel açıdan hem de edebi açıdan daha uygun olurdu. Lakin öyle yapsaydım bu sözler satırlar arasında kaybolabilirdi ve bu sözler paragrafların içinde yok olmalarını göze alabileceğim  bayağı sözler değiller.