İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 69 70 [71] 72 73 ... 89
1051
Ömer Faruk AKÇA, Bedriye ÖNCÜ*, Emine ZINNUR KILIÇ**, Saynur CANAT*
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Ankara
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Ankara
**Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Istanbul, Türkiye

Ergenlikte Kimlik Bocalaması Belirtisi Olarak Görülen
Eşcinsel Davranışlar: Olgu Sunumu

Homosexual Acts as a Sign of Gender Identity Confusion in Adolescence: A Case Report

The gender identity is assumed to be completed by development of the
secondary sex characteristics in adolescence. However, in the progress of
gender identity formation, biological characteristics, family dynamics, and envi-
ronmental factors may interfere with development of the child and problems with
gender identity formation may arise. Related to this condition, these individuals
may experience confusion about their gender identity, feel like opposite gender
and engage in homosexual acts in adolescence (1). These youngsters can disp-
lay impulsive and uncontrolled behaviors, and harm themselves by having
unprotected and random homosexual intercourses. Besides, this condition can
be socially disagreeable and may result in comorbid psychiatric disorders. In this
paper, we present an adolescent aged 17, who displayed symptoms of gender
identity confusion, and showed transition from homosexual fantasies and
behaviors to heterosexual orientation during one year of individual
psychotherapy. We discussed the dynamics of this change and the factors that
contribute to the development of homosexual activities in adolescence.
(Archives of Neuropsychiatry 2009; 46: 203-5)
Anahtar kelimeler: Adolescence, homosexuality, gender identity
Ö ÖZ ZE ET T   
Ergenlik döneminin sonunda ikincil cinsiyet özelliklerinin de belirginleşmesiyle
cinsel kimliğin gelişiminin tamamlandığı varsayılmaktadır. Cinsel kimlik gelişimi
sürecinde çocuğun biyolojik özellikleri, aile dinamikleri ve çevresel etkenlerin
de etkisiyle bazı çocuklarda cinsel kimlik gelişiminde sorunlar ortaya çıkabil-
mektedir. Bu duruma bağlı olarak ergenlik yıllarında cinsel kimli¤i konusunda
karmaşa yaflayan bu çocukların, kendini karşı cins gibi hissetti¤i, bazılarında ise
eşcinsel yönelimlerin yaşandığı görülmektedir (1). Ergenlik dönemi özelli¤i ola-
rak dürtüsel ve kontrolsüz davranışlar da sergileyebilen bu gençler, seçkisiz ve
korunmasız eşcinsel ilişkiler sonucu kendilerine zarar verebilmektedir. Ayrıca
bu durum sosyal uyumu zorlaştırabilmekte ve buna ba¤lı olarak ek psikopatolo-
jiler gelişebilmektedirler. Bu yazda eşcinsel belirtiler nedeniyle tedavi için baş-
vuran cinsel kimlik bunalımı yaflayan 17 yaşında bir ergenin terapide eşcinsel
düşünce, fantezi ve davranışlardan heteroseksüel düşünce, fantezi ve davra-
nışlara yönelme süreci ve bu süreci etkileyen dinamikler tartışılacaktır.
(Nöropsikiyatri Arflivi 2009; 46: 203-5)
Key words: Ergenlik, eflcinsellik, cinsel kimlik

1052
‘Atatürk, Vahdettin’in karşısında Kuran’a el basarak yemin etti’...
Vatan Gazetesinin bu iddiası doğru ise...
YEMİN METNİ …
 
‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”
 
Ne Olacak Şimdi...Akla Bir Sürü Sorular Geliyor...İşte Bazıları
YEMİN GERÇEKMİ SAHTEMİ...?
YEMİN GERÇEKSE ATATÜRK NEDEN YEMİNİ TUTMADI?
ATATÜRK SAMSUNA KENDİMİ GİTTİ? PADİŞAH VAHDETTİN  MI GÖNDERDİ...?
VATAN HAİNİ DENİLEN VAHDETTİNİN NİYETİNİ ATATÜRK SONRAMI GÖRDÜ DE YEMİNDEN VAZGEÇTİ ?  vs. vs. vs...
VAHDETTİN'E "vallâh billâh" DİYE ÇİFT BAĞLILIK YEMİNİ EDEN ATATÜRK  ASLINDA TAKİYE Mİ YAPIYORDU?
 
Sahiden  Doğru Olan Ney... ????...Yalan Söyleyen Kim….????
 
 
‘Atatürk, Vahdettin’in karşısında Kuran’a el basarak yemin etti’

Mert İNAN / VATAN Haber Merkezi  - 24.01.2012
 
Mustafa Kemal Paşa’nın, Bandırma Vapuru ile Samsun’a gitmeden bir gün önce İstanbul’da, Kuran-ı Kerim üzerine el basarak yemin ettiği ortaya çıktı. Sultan Vahdettin’in huzurunda yemin eden Mustafa Kemal’in bu yemini 90 yıl sonra ortaya çıkan bir hatıratla gün ışığına çıktı

SON Osmanlı Padişahı Vahdettin’in döneminde Bahriye Nazırlığı ve Başyaverlik görevlerinde bulunan Ahmet Avni Paşa’nın kaleme aldığı çarpıcı detaylarla yüklü hatıratı, 90 yıl sonra ortaya çıkarıldı.

Yazar Osman Öndeş’in kaleme aldığı, “Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor” isimli kitapta yer alan hatıratla, Vahdeddin’in Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine dair karanlıkta kalan birçok nokta aydınlandı. Kitapta yer alan bilgilere göre, Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı, Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması sürecini denetleme ve asayiş için görevlendirmeye karar veriyor. Vahdettin, Atatürk’e, üstleneceği görevi layıkıyla yerine getireceğine dair yemin ettiriyor. Yıldız Camii’ne gelen Mustafa Kemal, cuma selamında, 15 Mayıs 1919’da, Kuran-ı Kerim’e el basıp yemin ediyor.

İşte o yemin

Yemin olayı ise şöyle anlatılıyor: “Sadrazam Paşa, Yaver Paşa padişahın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa askeri duruşuna dini bir edâ dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kuran-ı Kerim’in üzerine koyarak şu yemini eyledi. ‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”



Vahdettin’in hayal kırıklığı

Yemin edildikten bir gün sonra, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Genel Müfettişi vazifesiyle 18 silah arkadaşıyla birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkıyor. Kitapta, Bandırma Vapuru’nu hazırlayan kişinin de Avni Paşa olduğu anlatılıyor.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gidip Kurtuluş Savaşı sürecinin kıvılcımını çaktıktan sonra Vahdettin ve İstanbul’la ilişkileri koparmıştı. Avni Paşa, bu Vahdettin’in ülkeyi terk etmeden önce hem yakın çevresine hem de Mustafa Kemal’e serzenişte bulunduğunu anlatıyor. Avni Paşa, şunları yazıyor: “Anadolu’ya düşmanları defetmesi için görevlendirdiğimiz Mustafa Kemal’in ihtirası ve muvazaası karşısında kaldım. Her tarafımı istila eden kör ve nankörler arasında dolandım ve ıztırap içerisinde bunaldım. Bu şekildeki hilafete, kendimde ne direnme ve ne de itaat imkanını göremeyerek, ortalık sakinleşinceye kadar belirli bir süre için bu tehlikeli mıntıkadan uzaklaşmaya karar verdim.”

Ahmed Avni Paşa kimdir?

1878’de Batum’da doğan Ahmed Avni Paşa, 1897 Osmanlı-Yunan, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşları’na katıldı. Son padişah Vahdettin’in başyaverliği görevi ile Bahriye Nazırlığı görevlerini yürüttü. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında 150‘likler listesine dahil edilerek sürgüne gönderildi. Lübnan’ın sahil kasabası Cünye’ye yerleşti ve ölümüne kadar burada yaşadı.
 

1053
Medya / Hepsi eşcinsel imiş meğer!
« : 21 Ocak 2012, 03:05:52 öö »
Hepsi eşcinsel imiş meğer!

Hrant Dink’in –Toprağı bol olsun- katlinin sene-i devriyesinde mahkemeden de karar çıkınca o çok tartışılan slogan yeniden dillerde: Hepimiz Ermeniyiz!

Konumuz yüzde kaçımızın Ermeni olduğu, yahut bu sloganın meşruluğu değil... Bu gündeme paralel olarak yürüyen ve içinde bulunduğum bir mevzu söz konusu... Bazılarımız Türklük ve Müslümanlığın kendilerini doyuramamışlığından olsa gerek “Hepimiz Ermeniyiz” derken, yine bu kesimle aynı fikriyata mensup bir kesim de lisan-ı halleriyle “Hepimiz eşcinseliz” demeye getiriyorlar.

Yargıtay’ın, Vakit’i eşcinseller aleyhine bir yazıya yer verdiği gerekçesiyle hazırladığımız haber tartışılıyor şu sıralar...

Bizim haberin ardından elemanlar panikleyince almışlar kalemi ellerine, “Bir açıklama yapalım” demişler. Heyhat ki, “Akit bize saldırmış, bunu hemen kazanca çevirmeliyiz” mantığıyla yaptıkları açıklamayı da yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar. Basın açıklaması yapmayı dahi becerememişler; habere, makale demişler; kendi açıklamalarını öne çıkaracakları yerde “Yeni Akit: Zenne, sapıkların filmi!” diyerek Akit’in reklamını yapmışlar.

Biz haberimize “Eşcinsellerden kültürel atak” başlığını koymuşuz, ki bu elemanların kitap çıkartıp, film çekmiş olmaları bunun delili olsa gerektir.

Biz haberimizde “lobi” kavramını kullanmışız, ki diaspora benzeri bir lobi faaliyetinde bulunmuyorlarsa bile saldırıya geçmekteki profesyonel davranışları bile böyle bir lobinin varlığını izaha yeter!

Biz haberimizde ‘sapık’ tabirini kullanmışız, ki inancım ve almış olduğum terbiye bu ifadeyi kullanmamı gerektiriyordu.

Biz bunları deyince olanlar oldu:

“Vay efendim sen misin ‘sapık’ diyen”... “Biz adamı böyle linç ederiz” diyorlar.

Ne şaşırıyorum, ne de hayret ediyorum!

Ateş olsalar cürümleri kadar yer yakacaklarını biliyorum çünkü...

Ama hiç beklemediğim kimselerden hiç beklemediğim tepkileri alınca ister istemez sükût-u hayale uğruyorum.

Bir tanesi, sonradan görmeler gibi sonradan İslamcı, sonradan demokrat, sonradan muhafazakâr gazetesinde reklamını yapıyor filmin...

Bir tanesi “Gereksiz yere filmin reklamını yapmışsın” diyor...

En insaflı eleştiri buydu heralde.

Bir de filintalar var; Afilifilintalar diye bir sitede yayın yapıyorlar... Herhalde bundan sonras için isimleri Pembefilintalar diye değiştirme kararı almışlar ki yayınları bunu gösteriyor... Görünce “İslamcı adamlar” dersin bunlara... Gökhan Özcan, Hakan Albayrak falan var arkalarında... İşte bu sözümona İslamcılar bile eşcinselliğin ‘sapıklık’ olmadığı düşüncesinden hareketle eşcinsel lobisinin değirmenine su taşıyorlarsa ya sözün bittiği yerdeyizdir, ya da konuşulması gerekenlerin başında!

Her neyse...

Anlaşılan kimse yarın çocuklarının elleriyle bir daire işareti yapıp “Baba ben böyle oldum” diyecek olmasından korkmuyor!

Fahrettin Dede
Akit Gazetesi Muhabiri
dogubulteni@gmail.com

1054
Ahmet ÖZHAN / BENİM TEK DAVAM SEVDAM
« : 17 Ocak 2012, 06:21:40 ös »
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#



Ahmet Özhan BUGÜN'e konuştu

O kimilerine göre Türk Müziği'nin Prensi, kimilerine göre son 40 yılda Türk Müziği'nde star olmayı başarmış tek erkek solist.


 


Ahmet Özhan Türk Müziği'ndeki başarılarının yanı sıra Tasavvuf Müziği çalışmalarıyla yeni bir akımın öncüsü olmayı başarmış dev bir sanatçı. Ahmet Özhan ile müziği, üyesi olduğu Cerrahi Tarikatı'nı ve hayatı konuştuk.

-Ahmet Özhan'ın repertuarında kaç şarkı var?

Saymadım ama Türk müziği repertuarında ne kadar şarkı varsa en azından 4'te 3'ünü bilirim. Binlerce denebilir. Çocukluğumdan beri radyo, plak, sahne takip eden bir insanım. Özellikle radyo çok önemliydi; solo şarkılar, klasik koro, küçük koro, fasıllar, beraber solo şarkılar. Şarkı söyleyerek uyurdum, şarkı söyleyerek uyanırdım. Benim için şarkı söylemek bir aşktı, sevgiliyle bir beraberlikti.
 
-Sizin hayatınıza yön veren bir şarkı var mı?

Benimle çok özdeşmiş şarkılar var, beni insanlar onlarla algılıyorlar. Mesela son dönemlerde "Gülü Susuz Seni Aşksız Bırakmam" benimle bilinen duyulan bir şarkı.

-Merak ediyorum, kaç yaşında Hac'ca gittiniz?

Hac'ca gittiğimde 29 yaşındaydım. 1980 yılının Ekim başıydı. Umre'ye ise defalarca kez gittim. En aşağı 7-8 kez gittim. Özellikle 1980-1990'larda her sene çok yoğun olarak bir 15 günümüzü ayırdık oraya.

-Sizin gençliğinizde, plaklar, filmler, sahne hayatı derken Türkiye'de Ahmet Özhan fırtınası esiyordu. O yaşta Hac görevini yerine getirmenin size manevi bir yükü oldu mu?

Yok, sizin dini algılayışınızla alakalı bir şey o. Eğer dini çok radikal olarak algılıyorsanız içkili ortamlarda hiçbir şekilde olmayı arzu etmezsiniz. Ancak, bulunduğunuz sosyal ortamla entegre olmanın da kendinizdeki artı değerlerin çevrenizdeki insanlar arasında paylaştırılması sağlamak adına bir görevci olarak hassasiyetiniz varsa her ortama girip çıkarsınız. Siz o ortamdan etkilenmezsiniz, o ortam sizden etkilenir.

-Hac'ca gidip geldikten sonra gazino hayatına devam ettiniz; sizi eleştiren hatta size laf atan filan oluyor muydu?

Arkadaşlarla şakalaşmalar oluyordu. Bizim milletimiz ve sanatçı arkadaşlarımız arasında hiçbir detone ses duymadım. Onların hepsi,  "Ahhh keşke bizde yapabilsek" diye paylaştılar. Çok güzel anlarımız vardı. Öyle arkadaşlarım vardı ki beraber kalırdık yurt dışı seyahatlerinde odaya benden önce girerler, kıbleye tespit ederler, onun arkasındaki yatağı kendisine ayırır, kıble tarafındaki yatağı bana ayırır ki ben rahat namazımı rahat kılayım. Artı gazinoda şöyle şeyler yaşadım, sahnede okurken yaklaşırsınız masalarla ilgilenirsiniz. Ben masaya yaklaşınca masadakiler rakı kadehlerini saksının arkasına saklarlardı. Bu bir nezakettir, belki onun bu duyarlılığı benim hacılığımdan daha değerlidir, bunu bilemezsiniz. Ben halkımı çok severim. Onlara hizmet etmek adına da hayatımın her karesini zevkle yaşıyorum.

-Bir sohbetinizde, "Nefsinin esiri olmuş, insanların hayallerini süsleyen şeyleri elimin tersiyle ittim" diyorsunuz, nedir bunlar?

İtmeye gayret etmişimdir. 29 yaşında hacı olmanın zorlaştırıcı yanları vardır. Nedir? Hayatın tatlı taraflarıdır. Yemektir, içmektir, gezmektir, flörttür, şudur, budur. 29 yaşında şöhrettiniz; ayıptır söylemesi yüzüne bakılan bir adamsınız. Etrafınızda bir sürü cazip obje dolaşırken siz belli bir disiplin içersinde belli bir etik kavram yoğunluğunu yaşama biçimi haline getirmişsiniz, bir takım şeylere metelik vermiyorsunuz . Bunu bir beceri, başarı olarak vermeyelim. Size sevdirilen, size kolay gelir. Bana da o hayat biçimi o duygular sevdirilmiş, o hayat biçimi bana kolay geliyor. Bu bir beceri asla değildir.

-Siz de baskıcı dönemin, çok olumsuz yönlerini yaşadınız mı?

Vallahi baskılı dönemlerde yaşadım ama ben o kadar samimi ve safça yaşadım ki hangi tehlikenin içinde olduğumun farkına varmadan. İşte 1980'li yıllarda ki baskı dönemleridir, bir takım vesait dönemleridir. Ben o zaman hacı olarak, derviş olarak yazıldım çizildim, koşuşturdum. Saf bir çocuk olarak geçirdim o günleri. Bu gün daha bir demokrat bir yurt sathında yaşama şansına sahibiyiz.

-Allah yolunda olduğunuz için hiç yasaklandınız mı?

Etrafımda bir markaj olmuş olabilir, bilemiyorum ama tespit etmiş değilim. Ama ben bir hayatı yaşadım 80'lerden bu yana, 30 küsur yıl. Tasavvuf Müziği'nin adı, benim vitrinimle gündeme geldi. Kurumlar kuruldu, falan, filan. Bir takım emniyet şubelerinde kalın, kalın dosyalarım vardı. insanlar onu toplamışlardır, bakmışlardır, "Bu adamın kültürünün haricinde bir derdi yok" denilmiştir. Emniyet o dönemlerde beni çağırdı. Ben de gittim. Polislerle görüştüm. Onlar sordular, ben de samimi olarak, "Doğrusu da var, yanlışı da" diyerek cevap verdim. Zaten kaçak bir iş yaparsanız tadını çıkaramazsınız. Benim hiç kaçak, köçeğim olmadı. Her şeyim ortadaydı, zaten polisler bu, "Bu saf, samimi bir çocuk" diye dikkate almadılar.

Mazhar Alanson da Cerrahi tarikatına geliyor

-Sizden başka ünlü isimler de Cerrahi tarikatına bağlılar. Örneğin, Cem Yılmaz, Mazhar Alanson ve Ali Taran'la o toplantılarda görüşüyor musunuz? 

Çok nadir görüyorum. Ben daha sık gitmeye çalışıyorum, musiki meşki açısından bir görevim var vakıfta. Orada meşklerde bulunma bir nevi hocalık gibi pozisyonum var. Cem'i doğru dürüst hatırlamıyorum, Mazhar'ı çok nadirde olsa ara sıra görürüm. Böyle bir yeri kim paylaşmak istemez ki?

-Yeriniz neredeydi?

Karagümrük'te... 

-Tarikatlara bakış açınız nedir?

Tarikatlar bir ülkenin sosyo kültürel yönetim biçimi içersinde belli hassasiyetleri sosyal olarak da algılar. Tarikat aslında birebir ilişkidir. Çoklukla ifade edilecek bir şey değildir. Mesela orada sizin ders aldığınız bir kemal kişi vardır. Hadise sizinle onun arasındadır, bu toplumsal bir mesele değildir. Birebir içsel yolculuk eğitimidir.

-Türkiye'nin bu mekteplere ihtiyacı var mı?

İnsanın var. Bunu gözleyen bunu arayan dünyanın her yerinde bir çok davranış biçimi vardır. Meksika'ya gidin, ister Hindistan'a gidin, nereye gidersiniz gidin insanların bir içsel yolculuk peşinde olduğunu görürsünüz. Bu bir insanın yaradılışında var olan bir ihtiyaçtır. Onun için herkesin iç dizaynını oluşturabilmek ve o doğrultuda hayatı yaşayabilmek, o algı içersinde olabilmek adına herkese lazım olan içsel bir yolculuktur.

KİMSE KILIMA BİLE DOKUNMADI

-Sizin fişlenmenizi isteyenlerin kim olduklarını biliyor musunuz?

Ben onlara o konjektür içersinde hak veriyorum. Görevini yapan insanlardır. 'Tekkeler yasak, Ahmet derviş oldu' diye bir yazı. "Derviş tekkede olur, tekke yasak bu dervişlik nedir, gel bakalım kardeşim sen" dese bir şey icap etmez. "Bu bir algıdır kültürdür", dedim ben de. Ama kimse kılıma bile dokunmadı. Ne emniyetten, ne kimseden beni tedirgin etmediler. Ben samimiydim, temizdim ve saftım. Arkasında bir politik, ekonomik hiçbir bağlantımın olmadığı o kadar netti ki böyle bir insana kimse bir şey yapmaz. Nitekim yapılmadı da

-Bir sohbetinizde, "Muhteşem eserler üretenler var, ancak insan olarak çok eksikler" derken neyi kastettiniz?

"Bunu ben kendim yaptım, ben okudum, ben besteledim, ben buranın mimari projesini çizdim" derseniz çok da güzel bir iş yapmış olsanız da 'ben'den dolayı o maksatı ortaya koymaz. Halbuki, "Bir bestekar var, bir mimar başı var. Biz ona vekaleten, onun bizde tecelli eden esmasının gücüyle bir takım şeyleri yapıyoruz" dediğimiz zaman onun dili, onun sesi dediğimizde global manada anlamlı olur. 'Ben' dediğimiz zaman o şirk olur.

-Peki, sanatçılardaki 'Ben'lik duygusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben onlara kıyamıyorum ya. Onlar benim cici arkadaşlarım. Hiçbirine kıyamam. Hepsi benim canımın parçasıdır. Adnan Şenses hasta, Nilüferciğim de öyle, hepsine Allah şifa versin. Onlar kıymetli insanlardır. Aslında onu kastetmiyorlar. Benim arkadaşlarımla peynir ekmek yeseniz göreceksiniz onların 'yok' içinde olduklarını. Ama piyasada rekabet vardır, bu işin bir raconu vardır, o zaman laf olsun diye konuşurlar ama içlerinden başka güzellikler geçer. O arenada öyle konuşurlar, birbirlerine dikkat çekerler, o konuşmalar onlara ekstra iş olarak geri döner.

BENİM TEK DAVAM SEVDAM

-Mal, mülk, para, pul bizim maneviyatımızı kavramamızı ne kadar engelliyor dersiniz?

Eğer malı, mülkü, şanı, şöhreti, sağlığı, şunu, bunu olan şeyleri kendi nefsiniz, kendi bilimsel varcehabınızla değerlendiriyorsanız onlar geçicidir, bir gün eliniz boş kalır. Ve bunun sonu perişanlıktır. 

-Sizin böyle bir derdiniz oldu mu?

Hayır, benim mal, mülk peşinde olmak gibi bir derdim olmadı. Benim tek davam sevda. Sevda peşinde bir adamım.

-Kanser hastalığı çok yayıldı. Hem sanat camiasında hem de çevremizde kansere yakalanan bir çok insanın olduğunu görüyoruz, sizce bunun nedeni nedir?

Bugünkü sosyal donanımlarımız, yaşam biçimlerimiz, psikolojilerimiz bizi deforme ediyor. Birebir içsel arınışı hayatımıza taşımamız lazım. Ayet-i Kerime'de, "Onlar ki Allah dostlarıdır, onlar da hayıflanmak ve mahsun olmak yoktur."der. Ne yapacağız, Allah'la dost olmanın çarelerine bakacağız. Allah'la dost olunca hastalansan da "Veren O'dur" dersin. Maalesef düne kadar, 'Allah' demenin asosyal toplum dışına itilen insan olmakla eşdeğer, baskıcı jakoben bir dönem yaşandı.
 
HABER: ŞEBNEM ÖZCAN-BUGÜN GAZETESİ

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/181387-ahmet-ozhan-bugun-e-konustu-haberi.aspx

1055
Psikolog Hüseyin KAÇIN 
0 555 326 22 91

‘Kocam yıllar yılı kanımı emdi’

Onları ne kadar sevseniz de bazı insanlar enerjinizi tüketir, ruhunuzu daraltır, duygusal dengenizi yerinden oynatırlar... İşte dizimiz, bu tür insanları örneklerle tanıtıyor ve onlardan korunma yollarını gösteriyor

     DUYGUSAL VAMPİRLER
Elif KORAP

     Bazı insanlar vardır, isteyerek ya da fark etmeden sizin tüm enerjinizi çalar, içinizi bunaltır, kanınızı emer gibi duygusal enerjinizi de tüketirler. Psikiyatr Albert J. Bernstein, aynı adlı kitabında bu tür insanları ‘duygusal vampirler’ olarak tanımlıyor. Hayatın her alanında, ailenizin içinde, işyerinde, arkadaş çevresinde ve hatta yatağınızda sizi her an sömüren bir duygusal vampirle yaşıyor olabilirsiniz. Bernstein, sıradan insanlardan çok daha cezbedici özelliklere sahip duygusal vampirlerden korunmanın tek yolunun, neden böyle davrandıklarını bilerek onlarla mücadele etmek olduğunu söylüyor.
     
Vampirler çeşit çeşit...
     Psikiyatrlarla görüştük. Başkalarını kullanmaktan hoşlanan bu insanları tanımamıza yardımcı olacak bilgiler edindik. Başkalarını kullandığını fark etme olgunluğuna sahip kişilerin itirafları, sömürüldüğünü düşünenlerin anlattıkları somut örneklerle de vampirlerin hayatımızda nasıl konuşlandıklarını çözmeye çalıştık. Psikiyatrların ortak görüşüne göre, pek çok alt türleri olsa da vampirler beş ana kategoride birleşiyorlar.
•   Yasadışı eğilimleri olan vampirler, kuralları hiçe sayıyor ve insanları eğlenebilmek için kullanıyorlar.
•   İlgi ve onay bağımlısı dramatik vampirler, cazibelerini kullanarak istediklerini yaptırıyorlar.
•   En mükemmelin kendileri olduğuna inanan narsisist vampirler başkalarına hiçbir değer vermiyorlar.
•   Takıntılı vampirler, aşırı detaycılıklarıyla bunaltıyorlar.
•   Paranoyak vampirler ise her şeyden şüphe ederek karşılarındakini çıldırtıyorlar.
     Tüm bu vampirlerin ortak özelliği ise, sıradan insanlara göre karşılarındakini cezbedecek özelliklere, yeteneklere sahip olmaları ve bunları ‘sömürmek’ için kullanmaları.
     
Didem İ., 38 yaşında, psikolog
"Enerjim bitip tükenmişti artık.."
     Hiç, biri tarafından sömürüldüğünüzü, enerjinizin tüketildiğini düşündünüz mü?
     Kocam beni pek çok yönden yıprattı. Önce işyerinde, hakkında kadınları taciz ettiği gerekçesiyle soruşturma açıldı. Olay kesinleşmedi ama işyerinden ayrılmak zorunda kaldı. Bunlar beni çok üzdü, zor bir psikolojik süreç yaşattı.
     
     Nasıl bir tepki verdiniz?
     Kısa süreli bir depresyon bile geçirdim diyebilirim ama evliliğimiz sürdü. Çünkü kanıtlanmamıştı.
     
     Aynı davranışı yineledi mi?
     Okul arkadaşım ve ortağım olan kız arkadaşım, kocamın kendisini sürekli yemeğe davet ettiğini utana sıkıla anlattı. Kocam bunu reddetti. Arkadaşımı suçladı. Böyle olmadığını tahmin ediyordum ama yeterince irade gösteremedim. Kocamı terk etmedim. Kız arkadaşımla ilişkimi kestim, ortaklığımız bozuldu. Olaylarda arkadaşlığımız yıpranmıştı.
     
     Sizin enerjinizi sömürdüğünü ne zaman fark ettiniz?
     Bu olaydan sonra her günüm sancıyla geçti. Onun davranışları yüzünden, ıstırap çekiyordum. Bu tür olaylar hep oluyor, o ise sürekli reddediyordu. Bunun bir hastalık olduğunu düşünüyordum. Psikolog olarak kocamı tedavi etmem çok zordu, çünkü karısı olarak çok yıpranıyordum. Boşanmaya karar verdim.
     
     Geriye baktığınızda en çok neden zarar gördünüz?
     Kocam kadınlara karşı zaafı dışında çok iyi biriydi, iyi anlaşıyorduk. Entelektüel açıdan da, cinsel bakımdan da sorunsuz bir evliliğimiz vardı. Ama onun davranış bozukluğu tacize uğrayan kadınlar kadar beni de yordu. Yıprandım, hayata küstüm, kabullenmekte güçlük çektim.
     
Ayhan Ö., 32 yaşında, mühendis
"Yalan söyleyerek işten kaçıyorum"
     Evet bir duygusal vampir olabilirim. Biri benden bir şey istediğinde yapmak istemiyorsam yapmam ama belli etmem!
      Nasıl oluyor bu?
     Bunu karşımdakini sinirlendirmek için yapmıyorum ama çeşitli bahaneler uydururum. Örneğin tam yapmak için başladım ama telefon geldi ve önemli bir iş çıktı falan derim. Ya da onu başka birinin yapmak istediğini söylerim.
     
     Neden yapmak istemediğinizi doğrudan söylemiyorsunuz?
     Bazen kesinlikle sizin yapmanız gereken bir şey vardır. ‘Yapmayacağım’ dersem kavga çıkar; yalan söylerim. Patronunuza ‘yapmak istemiyorum’ diyemezsiniz ancak yapmamak için yöntemler bulabilirsiniz. İşi yavaşlatırsınız, o da o işi bir daha size vermez.
     
     Kendinizi suçlu hissetmiyor musunuz? Sevdiklerinizi ya da işinizi kaybetmekten endişelenmiyor musunuz?
     Bunu ölçüsünde yapabilmek önemli. Karşındakini çok sinirlendirmemek gerekir.
     
     Sizce bu onların enerjisini yok etmiyor mudur?
     Olabilir, ama aksi takdirde de benim enerjim tükenecek.
     
Fulden E., 26, yönetici asistanı:
     "Güzelim, çevremdeki insanlar bana ilgi gösteriyor, bu da başka kadınları rahatsız ediyor. Bakımlıyım ama ilgi çekmek için özel davranışlarda bulunduğumu zannetmiyorum. Sıcakkanlı bir insanım, bu nedenle rahat ilişki kurabiliyorum. İşyerinde küçük flörtler her zaman olur. Ben de bundan hoşlanıyorum. İnsanları benim işlerimi yapmaları için kullanmayı düşünmedim ama biri bana kahve getirmek istiyor ya da dosyaları taşımak için yardım teklif ediyorsa niçin ‘hayır’ diyeyim. Bunlar hayatın içindeki küçük hoşluklar."
     

En sık karşılaşılan türlerden biri:
     Dramatik Vampirler
     Bu vampirler ilgi ve onay için yaşar, baştan çıkarıcı görünürler. Yıldırım aşkının mucitleri de onlardır. Tutku cinayetleri, anoreksi (aşırı zayıflama) ve blumia (yediklerini çıkarma) hastalıkları onların icadıdır. Ne istediğinizi hisseder hissetmez sizin istediğiniz şey oluverirler.
     İlgi görmek için görünümlerine çok özen gösterir, ilginizi istediklerini yaptırmak için kullanırlar. Karşılarındaki kişi genellikle gönüllü kölesi olur. Çünkü dramatik vampirler heyecanlı, esprili, cinsel heyecanları yüksek kişiler olmaları nedeniyle çekici kişilikleriyle bilinirler. Bu vampirlerin duygusal enerjisini en çok emdikleri kişilerse gönüllü olarak kendini kullandıranlar değil, bu duruma tanık olanlardır. Çevresinde aşırı ilgi gören ve bunu kullanan vampir, daha çok duruma tanıklık yapanların keyfini kaçırır.
     Psikiyatr Mustafa Güveli, dramatik vampirleri şöyle tanımlıyor: "Yaşadığı olayları dramatize ederek, etrafındaki insanlardan yardım almaya çalışır. İşlerini başkasına yaptırmaya bayılır. İçgörüsü kısmen vardır. Zorlasanız, ufak bir suçluluk duyabilir. Abartılı derecede süslenmek, saatlerce aynanın karşısında vakit geçirmek, güzel olmak uğruna aşırı zaman harcamak, çevresi tarafından ilgi odağı olabilmek için abartılı davranışlarda bulunmak da özellikleri arasındadır. Böyle kişiler toplum için sürekli abartılı mesajlar verdikleri için aslında etrafı taciz ederler."
     
Nasıl tanırsınız?
     Albert J. Bernstein ‘Duygusal Vampirler’ adlı kitabında ‘Dramatik vampirleri’ tanımanın yollarını şöyle sıralıyor:
•   Ev işleri ya da faturaların ödenmesi gibi sıradan işleri yapmakta sıkıntı çekerler,
•   Nadide bir orkideden daha fazla ilgi ister ama kendilerinin dünyadaki en kolay insanlardan biri olduklarını düşünürler,
•   Kendileri kabul etmese de çoğunlukla baştan çıkarıcı görünürler,
•   Tüm sorunlarına karşın her zaman aranılan insanlardır ve başkalarının hayal bile edemeyeceği kadar popülerdirler,
•   Sosyal insanlardır,
•   Neşeli, içten, seksi, şakacı, heyecan verici ya da istediğiniz her şey olabilen fakat özleri olmayan kişilerdir,
•   Biri onlarla flört ederse, niyetleri ne olursa olsun onlar da flört eder.
     

Nasıl savaşırsınız?
     Dramatik vampirlerden korunmanın, uzak durmanın yollarını ise yazar şöyle anlatıyor: "Onlardan korunmanın en iyi yolu, vampir henüz cazibe musluklarını açmadan onu tanımaktır. Yapmanız gereken, oyunculuk yeteneklerini bilmek ve onlara oynayacakları daha zararsız roller vermektir. Pek çok insan, keyifli bir illüzyon yaşamak uğruna kullanılmaya hazırdır.
     En kolay yol, işten başka bir şey bilmeyen ve eğlenceden anlamayan adam rolü oynamaktır. Yaklaştığını görürseniz bilgisayarınıza gömülün. Göz temasından kaçının. Konuşmanız gerekirse yalnızca işten konuşun. Cinsel oyunlar oynadıklarında kurban çok saf biri değilse fazla zarar vermezler. Sosyal düzeni bozar, cinsel taciz yaratırlar. Hayranları çoktur, koca bir işyerini savaş alanına çevirebilirler. Böyle bir vampirle ilişkiniz varsa, arada nefis bir gösteri için ona fazlasıyla özen gösterin.

1056
Cinsel Terapi: En Sık Görülen Cinsel Problemler

Cinsel isteksizlik, erken boşalma, orgazm olamama, vajinismus ve buna benzeri bir sürü cinsel sorunlar var. Cinsel hayatınızın, danışmanlık veya terapi hizmeti gerektirip gerektirmediği konusunda emin değilseniz, bilgi almak için benimle irtibata geçebilirsiniz.


Cinsel Arzu Kaybı/Libido Kaybı (Sexuelle Lustlosigkeit/Libidoverlust): Cinsel isteklerde giderek artan bir azalma görülür veya artık bu istek kalmamıştır.
Cinsel Kısıtlamalar ve Engeller/Cinsel Utangaçlık (Sexuelle Hemmungen/Blockaden) (Sexual Shyness): Burada kişilerde kendi cinsiyetine veya diğer cinsiyete karşı kısıtlamalar veya engeller söz konusudur ve bu belirsizlikler nedeniyle cinsel faaliyetlerden haz alınması mümkün olmaz.
Cinsel İsteksizlik/Cinsellikten Tiksinme (Sexuelle Abneigung/Sexuelle Aversion): Cinselliğe ilişkin düşünceler hoş olmayan ve tiksindirici şekilde tecrübe edilmiştir ve "cinsellik arzusu hiç kalmamıştır".
Orgazmın yaşanmaması (Anorgazm) veya orgazma ulaşmada zorluk yaşama. Cinsel tatmin yaşanmadan orgazm veya meni boşalma durumu.
Çiftler arasında konuşulamayan cinsel istekler veya problemler. Cinsel fantazilerin yaşanamaması.
Fetişim (Fetişizm) veya hayata entegre edilmesi zor olan belirgin farklı cinsel tercihler.
Cinsel isteklerin birden bitmesi.
Kronik Ereksiyon Bozuklukları (Erektil Dysfunktion/Sertleşme sorunu, bu durum ayrıca iktidarsızlık olarak da anılmaktadır): Penis, artık (yeterince) sertleşmez.
Kadınlarda görülen cinsel kayganlaşma bozuklukları (vajinanın vajinal salgılarla nemlenmemesi, kayganlaşmaması).
Erken Boşalma (Ejaculatio praecox) – daha vajinaya girmeden önce veya bunun hemen ardından boşalmanın yaşanması.
Boşalmanın Yaşanmaması (Anejakulation): Ereksiyon ve yoğun uyarılma yaşanmasına rağmen, boşalmanın yaşanmaması.
Vajinismus (Vaginismus): Vajina kaslarında kramp benzeri bir kasılma yaşanması nedeniyle, Penisin içeri girmesi mümkün olmaz veya ancak ağrı ve sancı vererek mümkün olur.
Pelvipati (karnın alt bölgesinde yaşanan kronik ağrılar) "Gizli" Cinsel Rahatsızlıklar: Yaşanan ağrılar (farklı nedenler dolayısıyla yaşanması mümkündür), cinsel ilişkiye yönelik düşüncelerin ortaya çıkmasına müsaade etmez.
Ağrılı cinsel ilişki: Cinsel ilişki sırasında ağrıların yaşanması (Dyspareunie/Disparoni)
Cinsel birleşme sonrası yaşanan rahatsızlıklar (orgazm sonrası reaksiyonlar) – Cinsellikten sonra depresyon, sinirlilik, iç huzursuzluk, ağlama veya gülme krizi ya da baş ağrıları yaşanması.
Cinsel bozukluklarla ilgili diğer konular (ICD-10 uluslararası tanı teşhis şemasına göre parafili veya cinsel sapmalar benzeri cinsel tercih bozuklukları):

Maruz kalan kişi tarafından, bir rahatsızlık veya hayat kalitesini sınırlayıcı bir unsur olarak yaşanan cinsel kimlik bozuklukları (bir erkeğin, kadın olmayı istemesi veya tam tersi).
Cinsel suç olayları (her tür suistimal, rahatsızlık verme ve baskı)
Oto-mazoşizm: Nesnelerin zorla cinsel organ içerisine sokulması.
BDSM/Sado-mazoşizm: Birine zorlamayla veya kuvvet uygulayarak, acı vererek veya aşağılamalarda bulunarak ya da özgürlüğünü kısıtlayarak acı verme.
Erotophonie: Müstehcen içerikli telefon görüşmeleri.
Teşhircilik (Exhibitionismus): Çıplakken veya cinsel faaliyet esnasında izlenmekten zevk almak.
Sürtünme (Frottörizm): Başka insanlara sürtünme yoluyla cinsel uyarım alma.
Yaşlılara ilgi duyma (Gerontofili): Yaşı oldukça yüksek insanlara karşı, cinsel arzu duyma.
Dışkıdan zevk alma (Koprofili, Koprofagi): Dışkıyla cinsel tahrik sağlama.
Nekrofili: Ölü bedenlerin cinsel obje olarak suiistimal edilmesi.
Pedofili: Yetişkin insanların, cinsel olgunluğa erişmemiş kişilere cinsel ilgi duyması durumudur. Ancak, gençlere yönelik cinsel ilgi, pedofiliden farklıdır. Genç erkeklere ve benzer şekilde, 12 ile 17 yaş arasında delikanlı yaşlarındaki gençlere duyulan cinsel ilgi, “Efebofili” olarak adlandırılır. Genç kadınlara ve benzer şekilde, 12 ile 17 yaş arasındaki genç kızlara duyulan cinsel ilgi, “Partenofili” olarak adlandırılır.
Hayvanlarla Cinsel İlişki (Sodomi) (benzer şekilde: Hayvanlara karşı duyulan cinsel ilgi (Zoofili) ve cinsel sadizm sapkınlığı): Hayvanlarla cinsel ilişki.
Trans-fetişizm benzer şekilde Trans-vestizm: Hetero-seksüel erkeklerin kadın elbiseleri giymesi.
Ürofili: İdrarla cinsel tahrik sağlama.
Röntgencilik (Voyörizm): Çıplak insanları (ekseriyetle ev ortamında) gözetleme.
Veya benzer şekilde:

Aşırı cinsel arzu ve sekse karşı duyulan açlık
Pornografi düşkünlüğü: Saplantı halinde pornografik resimlere bakma ve pornografik filmleri izleme ve bunları ‘toplama’.
Genelev, randevu evi ve hayat kadınlarına olan düşkünlük: Saplantı halinde randevu evi ve fahişelere gitme.
Kendine eş bulmada zorluklar yaşama veya uzun yıllar boyunca eşsiz bir hayat sürme.
Cinsel yaşam veya cinsel davranışlar üzerinde etkisi olan psişik (ruhsal) bozukluklar.
Üreme kabiliyeti bozuklukları ve benzer şekilde doğurganlık veya kısırlık. Özellikle, uzun yıllar süren ve bir türlü başarılamayan çocuk isteği, çiftler üzerinde aşırı baskı yaratabilir, bu noktada, cinsel terapi veya eşli terapiler, çiftler arasındaki bu tip durumların muhtemel sebeplerinin ortadan kaldırılmasına ilişkin, hali hazırda katlanılan yükün hafifletilmesini sağlayan önemli bir işlev üstlenebilmektedir.(Abdullah Özer)

1057
Cinsel Terapi: Penis Büyüklüğü - Penisim büyük mü yoksa küçük mü?

Cinsel danışmanlıkta en sık görülen konulardan bir tanesi de ''doğa tarafından haksızlığa uğramış'' olmak, doğuştan kısa bir penise sahip olma konusudur. Neredeyse her erkek "Cinsel organım küçük mü?"  ya da "Daha büyük olsaydı partnerim daha çok zevk alır mıydı?" sorusunu kendine sorar.'' Küçük'' olarak değerlendirilen bir penis, çoğu erkek tarafından erken boşalmadan daha büyük bir sorun olarak görülüyor.


Penis Büyüklüğü hakkında bilmek istedikleriniz:

"Seks Zihinde Gerçekleşir- Kadınların %92'sinin penisin uzunluğundan çok sertliğine önem veriyor. "
( Berlin / Almanya'da yapılan bilimsel bir anketin sonuçlarına göre )

Cinsel danışmanlıkta en sık görülen konulardan bir tanesi de ''doğa tarafından haksızlığa uğramış'' olmak, doğuştan kısa bir penise sahip olma konusudur. Neredeyse her erkek "Cinsel organım küçük mü?"  ya da "Daha büyük olsaydı partnerim daha çok zevk alır mıydı?" sorusunu kendine sorar.'' Küçük'' olarak değerlendirilen bir penis, çoğu erkek tarafından erken boşalmadan daha büyük bir sorun olarak görülüyor.

Kadınların büyük veya küçük bir penis arasında ki farkı hissetmediği doğru mudur?

Evet, bu doğrudur. Vajinanın iç duvarları sinir hücrelerinden yoksun olduğundan kadınlar için penis büyüklüğü bir fark yaratmaz. Gerçek şu ki : Bir klitoral ve vajinal (g-noktası) orgazm vardır. Klitoral orgazm daha  şiddetli ve yoğunken, vajinal orgazm daha ''derin'' ve ağır hissedilir.

Klitoral orgazm daha çok klitorisin uyarılmasından meydana gelirken, vajinal orgazm penisin vajinanın ilk 7cm'lik girişinde ( burada hassas sinir uçları bulunmaktadır ) uyguladığı baskı ve sürtünmeden oluşur. Cinsellik esnasında bu bölgeleri uyarabilmek için penis en az 7 cm vajinaya girmeli ve bu uzunlukta da baskı uygulayabilmek için belirli bir  kalınlığa sahip olmalıdır.

Kısacası : Normal boyutlarda olan bir penis vajinayı daha iyi doldurur.

Diğer taraftan çok uzun olan bir penis rahim ağzına şiddetle çarpınca çoğu kadın tarafından rahatsız edici olarak  hissedilmektedir. Sağlıklı bir orta değer burada en elverişli olanıdır. Penis büyüdükçe kadınlarda ağrılar artmaktadır. 18 cm ve üzeri olan bir penis büyüklüğünde, kadınlar ağrıdan başka bir şey hissetmemektedir.

Penis ne zaman küçük olarak değerlendirilebilir?

Orta Avrupa 'daki erkeklerin penis büyüklüğü istatistiksel verilere göre ortalama 12,5 cm'dir. Erkek için , ancak penisin  ereksiyon halinde vajinaya girebilmek için küçük olması durumunda , biyolojik bir dezavantajdan sözedilebilir.

Yani bir kadını klitoral ya da vajinal yoldan tatmin etmek için penisin ortalama 10 cm uzunluğunda olması tamamen  yeterlidir. 7 cm uzunluğunda olan bir penisin kadının orgazm olabilmesi için yeterli olduğunu unutmayın.

Ereksiyon halinde olmayan penisin uzunluğu

Bazı erkekler ereksiyon halindeki cinsel organlarının uzunluğundan memnun olsalar da, ereksiyon halinde olmayan durumda daha uzun bir penis arzular.

Ereksiyon halinde olmayan penisin uzunluğu bir çok faktöre bağlıdır ve ereksiyon durumundaki uzunluk ile  bağlantılı değildir.

Örneğin fazla kiloları olan insanların penisi, onu çevreleyen yağ tabakası yüzünden daha küçük gözükür.

(Abdullah Özer)

1058
Cinsel Terapi: G-Noktası ve Kadında Boşalma
Kadının vajinasında bir haz merkezi ararken Alman Jinekolog Ernst Gräfenberg 1950 yılında vajinanın ön iç duvarında oldukça yoğun orgazmlardan sorumlu olan bir bölgeden bahsetmiştir. Gräfenberg  vajinal cinsel ilişkide doruğa ulaşmada sadece klitorisi uyarmanın yeterli olmadığını düşünüyordu. Başka bilim adamları da aynı Gräfenberg gibi oldukça hassas olarak değerlendirilen bu "cinsel haz" bölgesinden bahsetmişlerdir.


G-Noktası Ve Kadında Boşalma
(Diğer adıyla Vajinal orgazm)

G-Noktası (G-Point, G-Noktası) Nedir?

Kadının vajinasında bir haz merkezi ararken Alman Jinekolog Ernst Gräfenberg 1950 yılında vajinanın ön iç duvarında oldukça yoğun orgazmlardan sorumlu olan bir bölgeden bahsetmiştir. Gräfenberg  vajinal cinsel ilişkide doruğa ulaşmada sadece klitorisi uyarmanın yeterli olmadığını düşünüyordu. Başka bilim adamları da aynı Gräfenberg gibi oldukça hassas olarak değerlendirilen bu "cinsel haz" bölgesinden bahsetmişlerdir.

Sonraları bu bölgeye Amerikalı bilim adamları John D. Perry ve Beverly Whipple (Rutgers University Newark, New Jersey) Gräfenberg'in onuruna "G-Noktası" adını verdiler. Eskiden beri bu konu hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Her kadının bir G-Noktasına sahip olduğu kesindir, fakat her kadını bu bölgenin uyarılması heyecanlandırmıyor. Her kadının göğüslerine dokunulmasını cinsel açısından tahrik edici bulmadığı gibi.

Bu hassas bölgeden daha 17.yüzyılda Hollandalı anatomist De Graaf bahsetmiş ve vajinanın ön iç duvarındaki doku ile erkeklerdeki prostat arasında bir benzerlik kurmuştu. Ayrıca Graaf, "kadının boşalmasından" bahsetmişti.

G-Bölgesi (G-Point, G-Noktası) nerede?

G-Bölgesi vajina girişinin ön duvarından  yaklaşık 4-5 cm iç tarafta bulunmaktadır. Konumu tam olarak vajina duvarında değil urethranın (siyek) arkasında bir yerdedir. Kadında urethra, erkekte penise benzer şekilde, ereksiyon esnasında kabaran ve sertleşebilen bir doku ile kaplıdır. Ayrıca bezlerin varlığı erkeğin penisi ile bir karşılaştırmayı mümkün kılıyor.

Cinsel uyarılma esnasında G-Bölgesinde (G-Point, G-Noktası) ne oluyor?

Vajinanın daha kuru olduğu bir anda bu bölgenin uyarılması daha çok rahatsızlık verir. İdrara çıkma hissi ile bağdaştırılır. Ancak arzunun ve cinsel hazzın şiddetlenmesi durumunda bu bölgenin uyarılması tahrik edici olarak hissedilir. Urethranın çevresi ,özellikle idrar kesesine geçiş kısmındaki çapı,  büyümeye başlar. 1,5- 2 cm arasında oval bir düğüm hissedilir hale gelir. Bu boyut standart olmayıp kadından kadına değişkendir.

Uyarılmanın devam etmesiyle orgazm esnasında bir sıvı atımı meydana gelebilir. Üst üste orgazm yaşama olasılığı da mevcuttur. Whipple ve Perry'e göre bu hassasiyet arttırılabilir. Alınan hazzın optime edilmesi kişinin kendisinin ya da partnerinin  bu bölgeyi bilinçli olarak uyarmasıyla elde edilebilir.

Cinsel ilişki esnasında G-Bölgesi (G-Point, G-Noktası) nasıl uyarılabilir?

Misyoner pozisyonunda bu bölgenin yeterince uyarılması penisden, yani anatomik nedenlerden dolayı, pek mümkün değildir. Cinsel birleşim esnasında kadının üstte oturması burada daha çok başarı vaadediyor. G-Noktasını bulabilmek için farklı pozisyonlar denenmelidir.

Kadının boşalması nedir?

Vajinanın ön duvarı uyarıldığında urethranın etrafı şişmeye başlar. Boya doğru bir şişme hissedilir hale gelir. Bu uyarılma özellikle zevk verici olarak algılanır. Bu esnada sıvı atımı mümkündür, sıvının kendisi kesinlikle idrar değildir. Bazen gerçek bir fışkırma oluşabilir. Fışkırma ya da yoğun bir ıslaklığın meydana gelmesi kişiden kişiye değişir. Sıvı miktarı da farklıdır, bir kaç damladan bir kaç mililitreye kadar değişkenlik gösterebilir. Bu sıvı, urethranın sağında ve solundaki skene kanalları adı verilen bezlerden kaynaklanır.

Kadının menisi incelendiğinde tabi ki sperm hücresi içermeksizin erkeğinkine benzerlik gösterir. Süt renginde ve açık sarı olabilir. Kokusu ise kadından kadına değişir, boşalma sayısına ve yaşam alışkanlıklarına göre farklılık gösterir. Bazı kadınlar cinselliğin farklı çeşitlerinde, örneğin oral sekste ve klitorisin uyarılmasında da boşalabilir. Fakat sıvı ile boşalma her orgazmda gerçekleşmek zorunda değildir. Kadının boşalma gerçeği olsa da cinsel hayatta her seferinde buna ulaşmak amaç haline de gelmemelidir.

Kadının boşalmasında ne gibi sorunlar yaşanabilir?

G-noktası doğum esnasında da önemli bir rol oynamaktadır. Bazı araştırmacılara göre doğum esnasında ağrıyı azaltıcı bir etkisi bulunmakatdır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bunu desteklemektedir. G-noktasına uygulanan baskı ya da bu bölgenin uyarılması doğum yapan kadında ağrı sınırının yükselmesine neden oluyor. Bunun nedeni ise G-noktası uyarıldığında vücud kendine özgü, endorfin adı verilen,  ağrı dindirici bir madde salgılıyor.

Bu gözlemi doğum yapan ve ağrı hassasiyeti oldukça yüksek olan Meksikalı bayanlar üzerinde yapılan bir araştırma da destekliyor. Bu araştırmada Meksikalı bayanlar tarafından oldukça fazla tüketilen chili ve bununla da birlikte capsaicin maddesi alımındaki  artış, G-noktasının hassasiyetini kaybetmesine ve ağrı azaltacı etkisini yitirmesine  neden oluyor.

Kadın orgazmı:

Orgazm cinsel aktivitenin doruğudur ve kadının cinsel organlarının uyarılmasının sonucudur. Orgazmdan sonra tümüyle bir rahatlama yaşanır. Orgazmın nasıl ve nereden oluştuğu kadından kadına değişir. Orgazmın farklı çeşitleri vardır ve bunların hepsi her kadın tarafından yaşanmak zorunda değildir. Doğru veya yanlış orgazm yoktur ve bu yüzden de nasıl oluştuğu çok fazla önem taşımaz. Bazı kadınlar orgazmı kendiliğinden yaşarken bazıları da hiç yaşamaz. Fakat bütün kadınlar için aynı olan orgazmın hepsi için de önemli olduğudur. Siz de yüzyıllardır tabulaştırılan kadın orgazmı hakkında daha fazla şeyler öğrenin.

Uzun bir süre boyunca bu kadınların hafif ve ahlaksız olduğu önyargısyla kadın orgazmı bir tabuydu. Kadının cinsellikteki tek rolü doğum yapmasıydı ve alınan haz değildi.

Kadınlar için hangi orgazm çeşitleri vardır?
 

   1) Klitoral orgazm
   2) Vajinal orgazm  (G-noktası)
   3) Anal orgazm

Her kadın klitoral orgazm yaşayabilir mi?

Nadir bulunan istisnalar dışında (fizyolojik nedenlerden dolayı) aslında her kadın klitoral orgazm yaşayabilir.

Her kadın klitoral orgazmı yaşayabilmeli. Eğer, bunu partnerinin yanlış yöntemlerinden dolayı, ya da kendi kendini uyarma isteksizliğinden dolayı yaşayamıyorsa, cinsel ilişki sonrasında çok gergin olacaktır. Bu da zamanla bir ilişkiyi olumsuz yönde etkileyecektir.

Burada şunu belirtmek gerekir ki ,orgazm her kadın için önemli değildir. Hassas yapıları nedeniyle kadınlar dokunma  ve şefkati sadece cinsel kaynaklı eylemlere tercih ediyor. Cinselliğin tadını çıkarıyorlar ve her ne pahasına olursa olsun orgazma ulaşmak için çabalamıyorlar. Bazen partnerlerini tatmin etmek için sahte bir orgazm canlandırıyorlar.

Bir ilişkinin başında daha katlanılır olan böyle bir durum, bir ay veya bir yıl sonra kavga sebebi haline gelebiliyor. Bu yüzden cinsel hayatta her iki tarafın da kendini geliştirmesi ve sorunlarını aşacak yöntemler bulması çok önemlidir.

Anal bölgede sinirler oldukça yoğun olduğu için bir kadının anal orgazm yaşabilmesi de şaşırtıcı değildir. Fakat anal orgazm ancak çok rahatlamış bir durumda, anal uyarılma ağrıya sebep olmuyorsa ve zevk veriyorsa yaşanabilir. Anal orgazm, her hangi bir vajinal uyarılma olmadığı durumda mümkün olsa bile, çoğu zaman kadın penisi vajinanın ince zar ayrımından  dolayı hissettiği için yaşanır. Yüksek yoğunluğundan dolayı anal ilişki esnasında vajinal ve klitoral uyarılma, çoğu kadının hoşuna gider.

Anal orgazma nasıl ulaşılır?

Anal ilişkide rahatlama ön planda olduğu için, anüs bölgesindeki kasların önce parmakla veya bir seks oyuncağı ile rahatlatılması gerekir. Yeterli miktarda kayganlaştırıcı bulunmalıdır.

Anal bir orgazma parmakla, seks oyuncakları, penis ya da oral uyarılma ile ulaşabilirsiniz. Parmaklar ya da el kullanıldığında bunların yeterince ıslak olmasına dikkat edilmelidir.

Cinsellikte anal orgazm:

Cinsellikte anal bir orgazma ulaşabilmek için kadının en çok zevk aldığı bir pozisyon seçilmelidir. Bir çok seçenek vardır ve hangi bölgenin uyarıldığı poziyona bağlı bir durumdur. Pozisyon ve uyarılma çeşidinin yanısıra anal orgazm penisin vuruş tarzından da etkilenir: bazıları yavaş ve duygusal bir tarzı severken, diğerlerinin tercihi hızlı ve sert olabiliyor. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için WebSitemizde yer alan Makaleler bölümünde ANAL SEKS yazısını okuyabilirsiniz.

Orgazm bozukluklarında ne yapılabilir?

Eğer bir kadın sekste doruk noktaya ulaşamadığını sorun olarak görüyorsa, öncelikle yetkin bir cinsel danışmana veya cinsel terapiste başvurmalıdır. (Abdullah Özer)

1059
BDSM, günümüzde genellikle sadomazoşim veya konuşma dilinde daha çok SM veya Sado-Mazo olarak tanımlanan tipte cinsel ilişki yaşama eğiliminde olan gruplar için, uzmanlık literatüründe kullanılan ortak toplu tanımdır. BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“


BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“

BDSM: “Kölelik (bağımlılık) ve Disiplin, Baskınlık (Dominantlık) ve Teslimiyet (İtaat), Sadizim ve Mazoşizm”

BDSM, günümüzde genellikle sadomazoşim veya konuşma dilinde daha çok SM veya Sado-Mazo olarak tanımlanan tipte cinsel ilişki yaşama eğiliminde olan gruplar için, uzmanlık literatüründe kullanılan ortak toplu tanımdır.

BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“

“Kölelik (bağımlılık) ve Disiplin, Baskınlık (Dominantlık) ve Teslimiyet (İtaat), Sadizim ve Mazoşizm” kelimelerinin İngilizce lisanındaki karşılıklarının baş harflerinden oluşturulan BDSM terimi, genel cinsel davranışlardan çok daha çeşitli ve diğer özelliklerinin yanı sıra, cinsel acı verme veya zincirle bağlama oyunları benzeri Baskınlık ve Boyun Eğme eğilimlerinin beraber görülebildiği bir grubu tanımlar.

Tüm BDSM çeşitlerindeki katılımcılarda kendi mevcut eşitlik haklarından, yine kendi iradeleriyle gönüllü olarak vazgeçme ortak görülen bir özelliktir. Kendini karşı tarafa adayan partner, kendi hak ve özgürlüklerinin belirli bir bölümünden vazgeçer ve bunları, baskın taraf olan partnere bırakır. Bundan, her iki katılımcı da cinsel haz elde ederler. Hakim konuma sahip olan taraf, "Baskın (İng: Dom)" veya "Üst (İng: Top)" olarak ve kendini adayan (köle) taraf ise, "Boyun eğen (İng: Sub)" veya "Alt (İng: Bottom)" olarak anılır.

BDSM oyunları, genellikle belirli bir zaman aralığı esnasında erotik rollerin sergilenmesinden oluşur; her bir BDSM oyunu tek başına bir oturum (İng: session) olarak anılır. Oral, vajinal veya anal cinsel ilişki benzeri seks ilişkilerinin, bir oturum esnasında ortaya çıkabilmesi gibi, bunun olması mutlak gerekli değildir.

BDSM uygulamaları temel prensip olarak, güvenli sınırlar dahilinde yetişkin partnerler arasında ve kendi özgür iradeleriyle gönüllü olarak ve karşılıklı anlayış içerisinde yapılmadır. Bu kapsamdaki temel prensipler, 1990’lı yıllardan bu yana kısaca İngilizce lisanındaki “güvenli, makul ve müşterek” kelimelerinin baş harflerinden oluşan SSC ibaresiyle özetlenmektedir. Bu, daha çok “güvenli, açık ve net bir şuur ve karşılıklı anlayış” anlamına gelmektedir. (SSC=„safe, sane and consensual” Türkçe karşılığı: “güvenli, makul ve müşterek”)

Katılımcılar arasındaki samimiyet ve dostluğu vurgulayan özgür irade, BDSM’yi hem yasal, hem de ahlaki açıdan sınırlar ve tarafları, zor kullanılarak suiistimale maruz kalmaktan veya kendi cinsel iradelerine karşı işlenebilecek suç ve saldırılara karşı korur.

Özgür irade, BDSM için belirleyici kriterdir. Samimi ve dostça bir sado-mazoşist ilişkiye rıza gösterme ve onaylama, sadece ve ancak tarafların kendi rıza ve onaylarını takiben olacaklar hakkında yeterince bilgiye sahip olması durumunda olabilir. Karar verme aşamasında, onay verecek olan tarafa yeterli bilgilendirme yapılmak zorundadır ve bu kişi, ruhsal açıdan gerekli özelliklere sahip olmalıdır. Genel olarak, onay veren tarafın her hangi bir an veya durumda ve her ne zaman isterse istesin bu onaydan vazgeçme hakkı olmak zorundadır, bunu örneğin daha önceden belirlemiş oldukları güvenlik kelimesi (İng: Safeword) olarak adlandırılan bir sinyal kelimesini söyleyerek yapabilmelidir.

Bir çok katmandan oluşan BDSM kısaltması, bu üst başlık altında toplanan bir çok fiziksel ve psikolojik konu için kullanılmaktadır:

BDSM'in AÇILIMI:

T Ü R K Ç E

B & D Kölelik ve Disiplin (Zincirleme ve Disiplin etme)
D & S Baskınlık ve Teslimiyet (Hükmetme ve İtaat)
S & M Sadizm ve Mazoşizm (Sadizm ve Mazoşizm)


İ N G İ L İ Z C E

B & D Bondage and Discipline
D & S Dominance and Submission 
S & M Sadism and Masochism

BDSM’nin üçlü ayrışımına yönelik bu model, günümüz literatüründe giderek artan düzeyde kullanılmaktadır, ancak sadece fenomenolojik bir ayrım denemesi vermektedir. Oysa, cinsel eğilimlerin kişiye özel sonuçları, genellikle burada birbirinden ayrılmış olan konuları kesmekte ve bir çoğunu bir arada kapsamaktadır.

Psikoterapik açıdan BDSM:

Daha eskiden, BDSM tecrübeleri yaşayan insanlar genellikle ya Sadizm ya da Mazoşizm tanısına dahil edilirlerdi ve psikiyatri tarafından, dürtü ve eğilim bozukluğu kapsamında bir hastalık olarak görülürdü.

ICD-10’a (ICD: Uluslararası Hastalık Sınıflandırma Sistemi) göre, sado-mazoşizm bir “Cinsel Eğilim Bozukluğu” olarak görülmektedir (Madde F65.5) ve burada şu şekilde tanımlanmaktadır: “Cinsel faaliyet, burada acı verme, aşağılama veya zincirleme uygulanarak yapılmaktadır. Eğer ilgili kişi bu tip bir uyarım şekline katlanıyor ve dayanıyorsa, o takdirde ilgili kişide mazoşizm söz konusudur; ancak eğer bunları başka bir kişiye uyguluyorsa, bu takdirde burada sadizm söz konusu olur. Burada etkilenen kişi, genellikle hem mazoşist, hem de sadist faaliyetlerden cinsel haz alır”.

İlk olarak, 1994 yılında DSM IV’in (Amerikan Ruhsal Hastalıklar Teşhis ve İstatistik Rehberi) yayınlanmasıyla, teşhis kriterleri ortaya konmuştur ve bunlara göre, BDSM açık ve net olarak cinsel tercih bozukluğundan öte görülmektedir. Buna göre, sadizm ve mazoşizmin teşhis ve tedavisi, bu bozuklukların cinsel motivasyondaki sonuçlarına ilişkin olarak, ancak bu etkiye maruz kalan tarafın sadist ve mazoşist uygulamalar dışında hiçbir şekilde cinsel haz alamaması veya kendi şahsına özel sadist veya mazoşist cinsel tercihlerinden kendi arzusuyla kurtulmak istemesi ve kendisini yaşam şartları içerinde sınırlandırılmış hissetmesi veya diğer bir şekilde kendini bundan muzdarip hissetmesi durumunda ele alınabilir.

24.Nisan 1995 tarihinde bir Avrupa Birliği üyesi ülke olarak ilk kez Danimarka sado-mazoşizmi hastalık tanımlarına ilişkin kendi ulusal sınıflandırma sisteminden çıkarmıştır ve bunu 2009 yılı Ocak ayında İsveç takip etmiştir.

İsviçreli Psikanalist Fritz Morgenthaler, Homoseksüellik – Heteroseksüellik – Sapkınlık (1984) konulu kendi araştırmasında, muhtemel problemlerin mutlaka standart dışı eğilimlerden kaynaklanması gerekmediğini, aksine kural olarak ve aslen eğilim üzerindeki etkilerin gerçek veya haklı nedenlerin yarattığı ortam reaksiyonundan kaynaklandığını tespit etmektedir.

Avustralya’da anket sorularının ulaştırıldığı 19.000 kişiyle yapılan bir anket çalışmasında, BDSM eğiliminin ve bunların tecrübe edilmesinin belirli bir azınlık grubu tarafından düzenli olarak uygulanan bir cinsel oyun türü olarak görüldüğü, neticesine varıldı. Her BDSM uygulayıcısı psikolojik bir travmaya sahip olduğu anlamına gelmez.

Aynı sonuca Psikanalist Theodor Reik, bugüne kadar hala güncel kalan “Acıyla Gelen Mutluluklar” isimli standart eserinde, 1940 yılında ulaşmıştır. Mazoşizm ve Toplum.

BDSM ibaresi nereden geliyor?

BDSM teriminin geliştirilmesi çok katmanlıdır. Psikolojik bakış açısından aslen Sadizm ve Mazoşizm uzmanlık terimleri mevcuttu ve bunlar psişik hastalık olarak sınıflandırılmıştı. Bu terimler, “Marquis de Sade” ve“Leopold von Sacher-Masoch” isimli yazarlar tarafından yeniden yönlendirilmiştir.

1843 yılında Macar Doktor Heinrich Kaan, Cinsel Psikopati tanımı altında bir yazı yayımlamıştır ve bu yazısında, tıbbi teşhislerde Hıristiyanlık aleminin günah tanımlamalarını yeniden yönlendirmiş ve değiştirmiştir. Aslen teoloji kaynaklı olan “Sapkınlık”, “Sapma” ve “Aykırılık” terimleri, ilk kez bilim lisanının bir parçası olmuştur. Alman psikiyatr Richard von Krafft-Ebing, 1890 yılında Cinsel Psikopati Alanında Yeni Araştırmalar isimli yazısında, “Sadizm” ve “Mazoşizm” terimlerini ilk kez tıbbi literatüre dahil etmiştir. Sigmund Freud tarafından 1905 yılında Cinsel Teori Kapsamında Üç Bilimsel İnceleme adlı eserinde, Sadizm ve Mazoşizmi çocukluk yıllarında ortaya çıkan psişik (ruhsal) hastalık kaynaklı gelişim kusuru (gelişimsel duraklama) olarak ele almasından ve konunun detaylı değerlendirmesinin müteakip on yıllık dönemi temelden etkilemesinden sonra, 1913 yılında Viyanalı Psikanalist Isidor Sadger tarafından "Sado-Mazoşist Kompleks Üzerine" isimli makalesinde, bileşik isim olarak “Sado-Mazoşizm” terimi ilk kez türetilmiştir.

Özel BDSM kelimeleri ve bunların anlamları:

Mazoşizm: Mazoşizm teriminden bir insanın kendisine “Acı verildiğinde” (cinsel açıdan) veya “Aşağılandığında” (ekseriyetle, Baskın veya Üst olan taraf aracılığıyla), haz (cinsel) alması/hissetmesi durumu anlaşılır. Bu kişi Mazoşist veya kısaca Mazo olarak tanımlanır. Mazoşizmin karşı tarafı ise, Sadizmdir.

Sadizm: BDSM kapsamında Sadizm, acıya maruz kalma veya aşağılanma yoluyla cinsel tatmine ulaşmanın yaşandığı uygulamalardır. Sado-Mazoşizmin ana prensibi olan SSC („safe, sane and consensual”) (TR: güvenli, makul ve müşterek) temelinde, sado-mazoşist ilişkinin sadist tarafı olan kişi, mazoşist partnerinim sağlığına dikkat etmek zorundadır.

SSC: SSC, İngilizce lisanındaki güvenli (emniyetli), makul (insan sağlığı kapsamında) ve müşterek anlayış (dostça) kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kısaltmadır. SSC, sado-mazoşist uygulamalar ve ceza hukukuyla ilişkili zor kullanma suçları arasındaki sınır ve ayrışma çizgisini belirleyen en bilinen modeldir. Bu, kimi yerlerde SSCF olarak da yazılmaktadır, buradaki F harfi “Eğlence” (İng: Fun) anlamında anlamında kullanılır.

Güvenli: İngilizce lisanındaki safe kelimesi (Türkçesi: güvenli), SSC kısaltmasının temel öğelerinden birisidir ve dostça bir BDSM’nin temel direği olarak görülür. Ve teklif olunan BDSM’nin makul güvenlik tedbirleri altında yapılacağı anlamına gelir.

Boyun eğen taraf (Devot): Boyun eğen taraf davranışı, bir bireyin daha yüksek statüde kabul ettiği karşısındaki partnere gösterdiği boyun eğme ve teslimiyetçi davranışları tanımlar. Karşı tarafta yer alan partner burada baskın konumdadır.

Baskın taraf (Dominanz): Biyolojide ve antropolojide Baskın taraf tanımından, karşısındaki diğer bireylere karşı daha yüksek bir sosyal statüsü olan ve diğerlerine aşağılayan bir tavırla yaklaşan birey anlaşılır.

Güvenlik kelimesi (Safeword): Güvenlik kelimesi, BDSM alanındaki uygulamalarda kullanılan bir sinyal kelimesidir, bu kelime yardımıyla, partnerlerden biri diğerine söz konusu uygulamayı devam ettirmek istemediğini anlatabilmesi için kullanılır.  Dostça yürütülen uygulamalar çerçevesinde, uygulamanın derhal bitirilmesi için ve buna uyulmanın mutlak şart olduğu önceden belirlenmiş bir güvenlik kelimesi (hukuksal nedenlerden ötürü) kullanılır. Güvenlik kelimeleri ikiye ayrılır: Birinci güvenlik kelimesi, partnerler arasında belirlenir ve o anda uygulanmakta olan faaliyetin şiddet ve yoğunluğunun azaltılması (“Yavaşlatma Kelimesi”) (İng: Slowword) gerektiğini ve ikinci güvenlik kelimesi ise, tüm oturumun derhal ve toptan sona erdirilmek zorunda olduğunu belirtir.

Vanilya: Vanilya veya İngilizce Vanilla olarak, BDSM olmayanlar tanımlanır.

Bondage: Bondage, Türkçe "Zincire vurma oyunu" olarak da anılır ve cinsel anlamda, tüm zincirleme veya bir yere bağlama türleri için kullanılan üst tanımdır.

Baskınlık ve Boyun eğme (Dominance and Submission): Baskınlık ve Boyun eğme terim çifti, İngilizce lisanındaki hükümdarlık ve hakimiyet, ayrıca aşağılama ve esaret kelimelerinden kaynaklanır. Burada, eşler arasındaki eşit olmayan güç ve kuvvet üstünlüğü tanımlanır, taraflar arasında bilerek kabul edilir ve uygulanır.

Psikoterapist ve Cinsel Terapistlere tavsiyeler:

1. Psikoterapist ya da Cinsel terapistler Sado Mazoşistleri otomatik olarak hemen hastalıklı/hatalı/ahlaksız olarak değerlendirmemelidir.
2. Psikoterapist, terapi uygulamasına neden olan problemlerin muhtemel sebebi olarak daima BDSM tipi cinselliği görmemelidir: SM’nin terapisi çerçevesinde, hemen otomatik olarak günah keçisi olarak ilan etmemek ve iyice incelemek kaydıyla, tüm diğer kişisel özellikleri ve tercihleri ele alınmalıdır.
3. Sağlıklı SM cinselliği (SSC) ile patolojik biçimleri arasındaki ayrımı yapabilmelidir. Bu kapsamda, terapistin erotik sado-mazoşizm üzerine belirli seviyede temel bilgilere sahip olması gereklidir.

Sado-Mazoşistlere yönelik tavsiyeler

Buna ters açıdan bakıldığında, tüm sado-mazoşistlere yönelik tavsiyeler ortaya çıkmaktadır, başka deyişle, terapistlerini seçerken, onu tam olarak izlemeli ve tartmalıdır. Bir terapiye başlamadan önce, daha önceden not alınmış özel sorulardan yaralanmanız ve terapist adayınıza şunları sormanız tavsiye olunur:

a) Terapist adayının, erotik BDSM üzerine yeterli bilgisi var mı?
b) Terapist adayı ne kadar sıklıkla BDSM tercihleri olan bireylerle çalışmış? Bu durumlarla sık karşılaşıyor mu? Telefon üzerindende Terapist adayınız hakkında bilgi almaktan sakınmayın. Eğer ki bu iki soruya da “evet” cevabı alamazsanız, ya da öyle gelişigüzel bir “evet” dendiğini hissediyorsanız, o zaman, belki de başka bir terapist bulmanız daha iyi ve faydalı olacaktır. (Abdullah Özer)

1060
Cinsellik / TANRI ANNE BABALAR KUL ÇOCUKLAR ve CİNSEL KİMLİK
« : 02 Ocak 2012, 10:56:35 ös »
TANRI ANNE BABALAR KUL ÇOCUKLAR ve CİNSEL KİMLİK

2012 nin ilk yazısının konusu ne olacak diye düşünürken, her zaman olduğu gibi yine geldi buldu beni. Evde birlikte yaşadığım 2 kadının öğrenilmiş çaresizlik, herkesin kötü olduğu, erkeklerin yalancı, sadece cinsellik düşünen yaratıklar olduğu, her şeyi onların bilmeleri gibi konularda ödül alacak derecede inanmışlıkları olduğunu söyleyeyim baştan. Anne kız olan bu 2 kadın aslında birbirinin aynısı, aralarında 25 yaş var, bunun bir önemi yok ama. Arkadaşımın bana hediye ettiği malum yılbaşı batıl inancını taşıyan kırmızı renkteki şeyle başladı her şey. Komik buluyorum bu batıl inançları ve bu tarz bir şeyi kullanmayacağımı söylediğimde gelen cümle darbeyi vurdu : ‘Evlenince giyersin, şimdi giymezsen.’ Bir an zaman durdu benim için, bakışlarım falan değişti hissettim bunu.
 Şimdi buradan gelelim, aslında herkesin az biraz kıyısından köşesinden acı çektiği, aa sus ayıp cümlelerini içeren konuya. Cinsellik. Öğretilmeyen, üstü kapatılan, ayıp, günah hep bunlarla tanımlanan şeyler bunlar, halbuki hiçbirimizi leylekler getirmedi, en basit açıklamayla. Ama inandırıldı çocuklar bunlara, inandırıldık hepimiz. Anne babalarımızın sevgileri var mıydı, aa hiç olur mu, onlar birbirleriyle evlenmişler, çocuk kısmı kurcalamaz gerisini, hep merak ederdim, acaba ilk ne zaman aşık oldular, ilk ne zaman mideleri karıncalandı, ya da hiç böyle oldu mu? Pek de öğrendiğim söylenemez bunları, konuşmazlardı zaten bunları. Çok masum çocuk sorusu aslında anne ve ya baba sen hiç aşık oldun mu, ya da ilk ne zaman aşık oldun, ne olur yani cevap alsa çocuklar bunlara. Sonra gelir en dalgalı dönem. Er gen lik. Ne çocuk, ne yetişkin olunan, ama kendimizi çok büyümüş, her şeyi bilir, ama bir o kadar da bir hiç gibi hissettiğimiz zamanlar. Suratlarda sivilceler, vücutta değişmeler, kilo almalar, şunlar bunlar. O zamanda da olur bir merak, ilk öpüşmeler, ilk koklaşmalar. Yine sorasınız gelir anne babaya, bu sorulamaz zaten, ne seni biri mi öptü, ne seni bir erkek mi aradı, sen ne işler çeviriyorsun diye başlarlar dırdıra. Aşağı yukarı yaş oldu mu 18 biz sokaktan, arkadaştan öğrendiğimiz yarım yamalak şeylerle devam ettik mi yola ettik. Anne babalarımız pek memnundur bu durumdan ama, ay çok terbiyeli bizim kızımız, daha hiç sevgilisi olmadı, oğlansa çapkınlığıyla övünülür tabi de şimdi öyle feminist bir havaya girmek istiyorum, gördüğüm çoğu aile erkek çocuklarına kız çocuklarından fazla zulüm yapıyorlar. Zaman su gibi akıp giderken, üniversite çağları gelir. Ailenin yanında okuyorsanız yine değişen pek bir şey olmaz, kandırmalarla çıkarsınız akşamları, o kütüphanelerde ders çalışmalar hiç bitmez, okulda kulüp etkinlikleri sürekli devam eder. Kör topal bir ilişkiniz olduğunda çatırdamalar başlarsa, hep karşı taraf suçlanır, ama aslında siz ne ilişki kurmayı ne cinselliği bilmediğinizden olabilir mi bu ters giden şeyler. Bir de böyle düşünmek lazım belki de.
 Gelelim bugünkü olayı, e üniversite bitiyor, çoğu kişi evlenmemi bekliyor, kendileri evlendi de ne olduysa, evlilik bir statü tabi, sosyal paylaşım sitesinde bile, ilişki statüsü var. Varsa biri hayatımda bir adım önde olacağım onlara göre. Değilse sadece ben, aman işte sıradan, huysuz, aksiliğinden kimseyi bulamıyor, çok büyük konuşuyor yorumları falan. Hadi bunlara da alıştık artık diyelim bu evlenince yaparsın, evlenince giyersin geyikleri nedir hala anlayamıyorum. Erkekler istiyormuş bir de böyle deniliyor. Kadının istediği hiçbir şey yok. İmzayı atınca nasılsa her şey serbest, yaptığı bedava, oh ne güzel dünya değil mi. Böyle değilmiş işte ben de 1 senedir boşuna gitmiyoruz o seanslara. O tipik kadınlara göre, güzel ol, seksi kırmızı bilmem neler giy ki kocan seni beğensin. Ya bu adam benimle evlenmeden önce beni onunla mı gördü, hayır. O kırmızı şeylerle mi adam cinsellik yaşayacak benimle mi. Ben onlarla kadın olacaksam, iş çok kolay o zaman. Evlenince farklı düşünürmüş insanlar, ümitleri var yani düşüncelerimin değişeceğinden, çok beklerler. Kendimi bir an o kadar değersiz hissettim ki ama, bütün dinlerin, büyük düşünürlerin, peygamberlerin değer verdiği ‘kadın’, ‘ana’ diye tanımladıkları yere göre sığdıramadığı insan, ne hale geliyor. Bu hale getiren de erkekler mi kadınlar mı iyi sorgulamak gerekli. Bugün duyduklarımı bir kadın söyledi bana. He bir de dışarıda arasa daha mı iyi dedi. Daha da beter bir cümle yani. İşte bu aldatmayı tamamen haklı çıkaran bir zihniyet. Bu demek oluyor ki bir erkek aldatırsa karısı bakımsızdır, kırmızı bilmem ne giymemiştir, kadın adamı elinden kaçırmıştır. Adam haklı sonuç olarak.
 Gözümüzü açtığımız andan itibaren bize ahlakı, doğruluğu, iyi bir çocuk olmayı öğretmekle yükümlü olan ailelerimiz bize neler öğretiyormuş meğerse. Evlenmeden önce odalara kapatılan kadınlar, kibar bir erkek olan, bazen yüksek sesle güldüğünde, hemen karı gibi gülme diye azar yiyen erkekler çocukları. Çıplak fotoğrafları duvarlarda asılı erkek çocukları, büyümelerine rağmen hala anneleri tarafından banyo yaptırılan erkek çocukları; o annelerinin artık sallanan sarkan vücutlarını görmeye mecbur kalanlar, ergenlikte bile ağbileriyle aynı odayı paylaşan genç kadınlar; giyinirlerken ağbileri odaya girdiğinde aman ne olacak sanki diye odaya kovboy gibi girenler. Hepimiz bu çok iyi bildiğimiz anne babalarımızın çocuklarıyız. Şaka olsun diye uzun zaman devam eden mıncıklamalar, el şakaları, evlendikten sonraki günlerde sorulan sorular ve daha bir sürü şey. İşte biz böyle büyüyoruz sizin sayenizde. Bu yazıyı okuduğunuzda eminin çoğunuzun ağzından şu cümle çıkacak: sen bir anne baba ol da görürüm ben seni. Olduğumda da yazarım inşallah bu yazının bilmem kaç sonraki versiyonunu. Anne baba bir tanedir dünyada, sizin eksikliğiniz hiçbir şeyle doldurulamaz, bunu kesinlikle inkâr etmiyorum. Ama biraz durmak gerekiyor. Gözümüzü açtığımızda bizim tanrımız siz oluyorsunuz. Ağlayınca size geliyor, hasta olunca size geliyor, düştüğümüzde size geliyoruz, acıktığımızda, susadığımızda. Sonra bizi hayata bırakıyorsunuz, başarısız olunca kızıyorsunuz. Hiçbir şey öğrenmedin diyorsunuz. Dırdıra başlıyorsunuz yine. Peki siz ne kadar öğreniyorsunuz, siz ne kadar sorguluyorsunuz, nasıl bir çocuk yetiştirdiğinizi, bizi suçlamak kolay, eşcinsel çocuğunuzu reddetmek çok kolay, hatta en kestirme çözüm, benim artık senin gibi bir çocuğum yok cümlesini kurmak. Kuşak farkı var dersiniz hep, bir gün de bu çocuk ne izliyor, ne seviyor, tutup elinden nereleri geziyor diye düşünmeyebilirsiniz. Kötü arkadaşlar edinme tavsiyelerindense getir arkadaşlarını tanışalım demek zor gelebilir. Çocukların başarıları, çoğu zaman sizin başarınızdır, dershanelere, okullara paraları siz ödersiniz, çocuk zaten çalışmak zorundadır, fen lisesi falan kazanırsa ondan kıymetlisi olmaz. Çocuklar sizin narsist uzantılarınızdır. Sonra o uzantılar da birer narsist olur. Böyle gider gider durur bu. Anne babanızdan dayak yediyseniz, siz çocuğa az da olsa şiddet uyguluyorsanız, çocuk buna şükretmelidir, çünkü siz neler çekmişsinizdir. Sizin yaptığınız her türlü duygusal, fiziksel şiddette ne var ki. Şimdiki çocuklara hiç laf söylenmiyor zaten canım. Hiç eleştiriye gelemiyorlar. Hakareti hiç kaldıramıyorlar. Kimden çıktı bu çocuklar bilmiyoruz ki, hiç anne babalarına benzememişler, hep o arkadaşları, ya da hep bu televizyon, ya da hep bu internet, suçlu hep başkası. Çocuğun gözü açılırsa büyümeye başladıkça, sizi kabullenmiş gibi görünerek, sizi az da olsa değiştirir, orta yolu bulur, bir de bakmışsınız çocuk size bir şeyler öğretmeye başlamış, o sizleri sinemaya, yemeğe götürmeye başlamış, arabayı o kullanmaya başlamış, siz arka koltuğa geçmişsiniz, yaş ilerlemeye başladıkça da siz çocuk olmuşsunuz.
 Yazının bir yerinde söyledim, her şeye rağmen sizden vazgeçemeyiz, yine size sığınırız, dikkat edin ama sizden nefret ediyor da olabiliriz, hayatımız boyunca sizi yaşadıklarımızdan, seçimlerimizden sorumlu da tutabiliriz. Ama siz hep bizim iyiliğimizi düşündünüz değil mi, hep o güvenmediğiniz dışarısı yaptı bize her şeyi, siz her imkânı verdiniz bize de biz kıymetini bilemedik. Siz hep iyi anne baba oldunuz, hep öğrendiniz, hep didindiniz nasıl daha iyi anne baba olurum diye. Bunun için çabalayanlarınız da gerçekten var, hepiniz o tipik anne babalardan değilsiniz tabii ki de. Ama şunu kabul edin, biz büyütüyoruz sizi. Bizimle büyüyorsunuz, öğreniyorsunuz, çatışmalarımızla güçleniyoruz. Hatta bazen çocuklarınız daha da güçleniyor. Sonra aşk da o güçlü kadınların, erkeklerin işi oluyor işte. Peki sizde var mı o güç?

1061
2012 nin ilk yazısının konusu ne olacak diye düşünürken, her zaman olduğu gibi yine geldi buldu beni. Evde birlikte yaşadığım 2 kadının öğrenilmiş çaresizlik, herkesin kötü olduğu, erkeklerin yalancı, sadece cinsellik düşünen yaratıklar olduğu, her şeyi onların bilmeleri gibi konularda ödül alacak derecede inanmışlıkları olduğunu söyleyeyim baştan. Anne kız olan bu 2 kadın aslında birbirinin aynısı, aralarında 25 yaş var, bunun bir önemi yok ama. Arkadaşımın bana hediye ettiği malum yılbaşı batıl inancını taşıyan kırmızı renkteki şeyle başladı her şey. Komik buluyorum bu batıl inançları ve bu tarz bir şeyi kullanmayacağımı söylediğimde gelen cümle darbeyi vurdu : ‘Evlenince giyersin, şimdi giymezsen.’ Bir an zaman durdu benim için, bakışlarım falan değişti hissettim bunu.
 Şimdi buradan gelelim, aslında herkesin az biraz kıyısından köşesinden acı çektiği, aa sus ayıp cümlelerini içeren konuya. Cinsellik. Öğretilmeyen, üstü kapatılan, ayıp, günah hep bunlarla tanımlanan şeyler bunlar, halbuki hiçbirimizi leylekler getirmedi, en basit açıklamayla. Ama inandırıldı çocuklar bunlara, inandırıldık hepimiz. Anne babalarımızın sevgileri var mıydı, aa hiç olur mu, onlar birbirleriyle evlenmişler, çocuk kısmı kurcalamaz gerisini, hep merak ederdim, acaba ilk ne zaman aşık oldular, ilk ne zaman mideleri karıncalandı, ya da hiç böyle oldu mu? Pek de öğrendiğim söylenemez bunları, konuşmazlardı zaten bunları. Çok masum çocuk sorusu aslında anne ve ya baba sen hiç aşık oldun mu, ya da ilk ne zaman aşık oldun, ne olur yani cevap alsa çocuklar bunlara. Sonra gelir en dalgalı dönem. Er gen lik. Ne çocuk, ne yetişkin olunan, ama kendimizi çok büyümüş, her şeyi bilir, ama bir o kadar da bir hiç gibi hissettiğimiz zamanlar. Suratlarda sivilceler, vücutta değişmeler, kilo almalar, şunlar bunlar. O zamanda da olur bir merak, ilk öpüşmeler, ilk koklaşmalar. Yine sorasınız gelir anne babaya, bu sorulamaz zaten, ne seni biri mi öptü, ne seni bir erkek mi aradı, sen ne işler çeviriyorsun diye başlarlar dırdıra. Aşağı yukarı yaş oldu mu 18 biz sokaktan, arkadaştan öğrendiğimiz yarım yamalak şeylerle devam ettik mi yola ettik. Anne babalarımız pek memnundur bu durumdan ama, ay çok terbiyeli bizim kızımız, daha hiç sevgilisi olmadı, oğlansa çapkınlığıyla övünülür tabi de şimdi öyle feminist bir havaya girmek istiyorum, gördüğüm çoğu aile erkek çocuklarına kız çocuklarından fazla zulüm yapıyorlar. Zaman su gibi akıp giderken, üniversite çağları gelir. Ailenin yanında okuyorsanız yine değişen pek bir şey olmaz, kandırmalarla çıkarsınız akşamları, o kütüphanelerde ders çalışmalar hiç bitmez, okulda kulüp etkinlikleri sürekli devam eder. Kör topal bir ilişkiniz olduğunda çatırdamalar başlarsa, hep karşı taraf suçlanır, ama aslında siz ne ilişki kurmayı ne cinselliği bilmediğinizden olabilir mi bu ters giden şeyler. Bir de böyle düşünmek lazım belki de.
 Gelelim bugünkü olayı, e üniversite bitiyor, çoğu kişi evlenmemi bekliyor, kendileri evlendi de ne olduysa, evlilik bir statü tabi, sosyal paylaşım sitesinde bile, ilişki statüsü var. Varsa biri hayatımda bir adım önde olacağım onlara göre. Değilse sadece ben, aman işte sıradan, huysuz, aksiliğinden kimseyi bulamıyor, çok büyük konuşuyor yorumları falan. Hadi bunlara da alıştık artık diyelim bu evlenince yaparsın, evlenince giyersin geyikleri nedir hala anlayamıyorum. Erkekler istiyormuş bir de böyle deniliyor. Kadının istediği hiçbir şey yok. İmzayı atınca nasılsa her şey serbest, yaptığı bedava, oh ne güzel dünya değil mi. Böyle değilmiş işte ben de 1 senedir boşuna gitmiyoruz o seanslara. O tipik kadınlara göre, güzel ol, seksi kırmızı bilmem neler giy ki kocan seni beğensin. Ya bu adam benimle evlenmeden önce beni onunla mı gördü, hayır. O kırmızı şeylerle mi adam cinsellik yaşayacak benimle mi. Ben onlarla kadın olacaksam, iş çok kolay o zaman. Evlenince farklı düşünürmüş insanlar, ümitleri var yani düşüncelerimin değişeceğinden, çok beklerler. Kendimi bir an o kadar değersiz hissettim ki ama, bütün dinlerin, büyük düşünürlerin, peygamberlerin değer verdiği ‘kadın’, ‘ana’ diye tanımladıkları yere göre sığdıramadığı insan, ne hale geliyor. Bu hale getiren de erkekler mi kadınlar mı iyi sorgulamak gerekli. Bugün duyduklarımı bir kadın söyledi bana. He bir de dışarıda arasa daha mı iyi dedi. Daha da beter bir cümle yani. İşte bu aldatmayı tamamen haklı çıkaran bir zihniyet. Bu demek oluyor ki bir erkek aldatırsa karısı bakımsızdır, kırmızı bilmem ne giymemiştir, kadın adamı elinden kaçırmıştır. Adam haklı sonuç olarak.
 Gözümüzü açtığımız andan itibaren bize ahlakı, doğruluğu, iyi bir çocuk olmayı öğretmekle yükümlü olan ailelerimiz bize neler öğretiyormuş meğerse. Evlenmeden önce odalara kapatılan kadınlar, kibar bir erkek olan, bazen yüksek sesle güldüğünde, hemen karı gibi gülme diye azar yiyen erkekler çocukları. Çıplak fotoğrafları duvarlarda asılı erkek çocukları, büyümelerine rağmen hala anneleri tarafından banyo yaptırılan erkek çocukları; o annelerinin artık sallanan sarkan vücutlarını görmeye mecbur kalanlar, ergenlikte bile ağbileriyle aynı odayı paylaşan genç kadınlar; giyinirlerken ağbileri odaya girdiğinde aman ne olacak sanki diye odaya kovboy gibi girenler. Hepimiz bu çok iyi bildiğimiz anne babalarımızın çocuklarıyız. Şaka olsun diye uzun zaman devam eden mıncıklamalar, el şakaları, evlendikten sonraki günlerde sorulan sorular ve daha bir sürü şey. İşte biz böyle büyüyoruz sizin sayenizde. Bu yazıyı okuduğunuzda eminin çoğunuzun ağzından şu cümle çıkacak: sen bir anne baba ol da görürüm ben seni. Olduğumda da yazarım inşallah bu yazının bilmem kaç sonraki versiyonunu. Anne baba bir tanedir dünyada, sizin eksikliğiniz hiçbir şeyle doldurulamaz, bunu kesinlikle inkâr etmiyorum. Ama biraz durmak gerekiyor. Gözümüzü açtığımızda bizim tanrımız siz oluyorsunuz. Ağlayınca size geliyor, hasta olunca size geliyor, düştüğümüzde size geliyoruz, acıktığımızda, susadığımızda. Sonra bizi hayata bırakıyorsunuz, başarısız olunca kızıyorsunuz. Hiçbir şey öğrenmedin diyorsunuz. Dırdıra başlıyorsunuz yine. Peki siz ne kadar öğreniyorsunuz, siz ne kadar sorguluyorsunuz, nasıl bir çocuk yetiştirdiğinizi, bizi suçlamak kolay, eşcinsel çocuğunuzu reddetmek çok kolay, hatta en kestirme çözüm, benim artık senin gibi bir çocuğum yok cümlesini kurmak. Kuşak farkı var dersiniz hep, bir gün de bu çocuk ne izliyor, ne seviyor, tutup elinden nereleri geziyor diye düşünmeyebilirsiniz. Kötü arkadaşlar edinme tavsiyelerindense getir arkadaşlarını tanışalım demek zor gelebilir. Çocukların başarıları, çoğu zaman sizin başarınızdır, dershanelere, okullara paraları siz ödersiniz, çocuk zaten çalışmak zorundadır, fen lisesi falan kazanırsa ondan kıymetlisi olmaz. Çocuklar sizin narsist uzantılarınızdır. Sonra o uzantılar da birer narsist olur. Böyle gider gider durur bu. Anne babanızdan dayak yediyseniz, siz çocuğa az da olsa şiddet uyguluyorsanız, çocuk buna şükretmelidir, çünkü siz neler çekmişsinizdir. Sizin yaptığınız her türlü duygusal, fiziksel şiddette ne var ki. Şimdiki çocuklara hiç laf söylenmiyor zaten canım. Hiç eleştiriye gelemiyorlar. Hakareti hiç kaldıramıyorlar. Kimden çıktı bu çocuklar bilmiyoruz ki, hiç anne babalarına benzememişler, hep o arkadaşları, ya da hep bu televizyon, ya da hep bu internet, suçlu hep başkası. Çocuğun gözü açılırsa büyümeye başladıkça, sizi kabullenmiş gibi görünerek, sizi az da olsa değiştirir, orta yolu bulur, bir de bakmışsınız çocuk size bir şeyler öğretmeye başlamış, o sizleri sinemaya, yemeğe götürmeye başlamış, arabayı o kullanmaya başlamış, siz arka koltuğa geçmişsiniz, yaş ilerlemeye başladıkça da siz çocuk olmuşsunuz.
 Yazının bir yerinde söyledim, her şeye rağmen sizden vazgeçemeyiz, yine size sığınırız, dikkat edin ama sizden nefret ediyor da olabiliriz, hayatımız boyunca sizi yaşadıklarımızdan, seçimlerimizden sorumlu da tutabiliriz. Ama siz hep bizim iyiliğimizi düşündünüz değil mi, hep o güvenmediğiniz dışarısı yaptı bize her şeyi, siz her imkânı verdiniz bize de biz kıymetini bilemedik. Siz hep iyi anne baba oldunuz, hep öğrendiniz, hep didindiniz nasıl daha iyi anne baba olurum diye. Bunun için çabalayanlarınız da gerçekten var, hepiniz o tipik anne babalardan değilsiniz tabii ki de. Ama şunu kabul edin, biz büyütüyoruz sizi. Bizimle büyüyorsunuz, öğreniyorsunuz, çatışmalarımızla güçleniyoruz. Hatta bazen çocuklarınız daha da güçleniyor. Sonra aşk da o güçlü kadınların, erkeklerin işi oluyor işte. Peki sizde var mı o güç?


Küçük çocuk gibi kandığımız oyunlar, sahte sözler, vaatler, itiraflar, mecburi gülümsemeler, usuleten yapılan iyilikler. İşte bunlar bizi kendimize yabancılaştırmada başrolü alan, kendimizden uzaklaşıp bambaşka bir ben yaratan mikroplardır denilebilir. Vücuda girerler, yavaş yavaş yayılırlar, son darbelerini sonradan yaparlar belki, ama bu arada hasta etmeye başlarlar. Başarısız ilişkiler, her erkek türünden ya da kadın türünden oluşturulmuş koleksiyonlar, başarısızlık, değersizlik hissi, hayat çok kötü, insanlar kötü cümleleri, güvensizlik ve türevlerinde birçok şey bu mikroplarla yaşadığımızı gösteriyor aslında.
 Kurtulmak çok kolay olmuyor ne yazık ki, savaşırsanız çamaşır suyu etkisi yaparsınız, kökten öldürürsünüz hepsini, yok ben alt edemem bunları derseniz, onlar sizi yener, ve oyun biter. Ya da arada kalmışlık da olur, mikropların etkisi biraz azalır, ama hala kanınızda dolanmaya devam ederler, en ufak bir durumda hortlarlar, hemen üşüşürler başınıza akbaba gibi. Savaşanlar ne yapıyor peki, direniyor her şeye rağmen. Yorulmuyorlar mı, yorgunluktan ölüyorlar, zihinlerinden geçen binlerce düşünceden dolayı hızlı konuşuyor, otobüste, minibüste, vapurda her yerde düşünüyorlar, ama sadece soyut düzeyde düşünmekler yetinmiyorlar, bunları uyguluyorlar, toka alınan adamla sohbet etmekten başlayıp, evdeki yaşlı teyzenin anlattığı hikayeyi 20. kez dinliyorlar, şaşırma numarası bile yapıyorlar. Tabi ki her öğrenilen yeni şey kaçırılan, yanlış yapılan bir şeyi de hatırlatıyor, haliyle durum ağırlaşabiliyor bazen, suçluluk duyuyorlar, çünkü sahte ilişkileri artık sarumanın kuleleri gibi yıkılıyor. Yerine sağlam kuleler yapmak istiyorlar, ama bu arada birileri bu durumun dışında kalıyor. Bazen anne, bazen baba, bazen kardeş, abla, ağabeyi, arkadaş. Kim olduğu belli olmuyor. Ama bu süreç önemli bir şey de öğretiyor. Gerçekten sevmek, gerçekten kıymet vermek veya kıymet görmek, insanların içine bakmak, kendi kendimin içine bakmak. İşte şimdi hissetmek neymiş öğrenmeye başladım. Kölelik zamanı bitti, şimdi bana verilen görevlerde kullanıldığımı değil, bana faydası olan bir şeyin ben yapabildiğim için bana verildiğini düşünüyorum. Ah şu narsisizm, henüz gitmedi yanımdan, fazla şımarmazsa iyi anlaşıyoruz gerçi. Bana zarar verirse haydi güle güle dediğimde iyi oluyor bu benim için. Ayrıca iyi bir avcı da oluyorsunuz, koku alma duyunuz gelişiyor. Sahteliğin, yüzsüzlüğün, yanlışların kokusunu bir güzel alıyorsunuz ki, bazen hemen geri çekiliyorsunuz. İlk zamanlar soğuk, asık suratlı, aman ne yapacağız biz bununla dedirtebiliyorsunuz karşınızdakine. Ama dürüstlük varsa, iyilik varsa da o içinizdeki gelişmeye çalışan acılı kadın son derece açık, sevecen, samimi, sevilmeye hazır bekliyor sizi.
 İşte bunların hepsi yaşanmışlıkları anlatıyor. Damdan düşenin halini en iyi damdan düşen anlıyorsa, beni de benim yolumdan geçenleri de yine onlardan birileri anlamaz mı?
22 ocak 2012
gokkusakgok@mynet.com



1062
Türkiye Cumhuriyeti  Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül

Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve her insan gibi yaşanabilir bir hayatı düşleyen tecavüz mağduru binlerce gençten biriyim. Yapılan bir araştırmaya göre, geçen yıl 7 bin çocuk tecavüze uğradı, son 10 yılda cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 250 bin.Ülkemizin iç meselelerinden dolayı gündemi meşgul eden bu kadar olay varken bu soğuk istatistikler ve acılarla ne kadar ilgilenirsiniz bilmiyorum.Bildiğim ve ümit ettiğim bir şey var ki o da bu konunun gündemin ilk sıralarında olması ve çözümüne yönelik çalışmaların bir an önce başlatılmasıdır. Ülkemizin sosyal yapısı düşünüldüğünde bu konuların gündeme gelmesinin ve çözümünün zor olacağı düşüncesi devletin ve bilim camiasının ataletinden başka bir şey değildir.
Taciz ve tecavüzler bir çok genç bireyi suça ve şiddete meyilli hale getirirken bir çok bireyde eşcinsel eğilimler oluşturduğu henüz bilim camiası tarafından kabul edilmeyen fakat sonuç olarak var olan bir gerçektir.Ben de 22 yaşında bir birey olarak hayatımı felakete çeviren bu eşcinsel dürtüleri çocukken uğradığım taciz ve tecavüzlerden dolayı yaşıyor olduğumu biliyorum.Bilinçsiz ailelerin yetiştirdiği “uslu” fakat savunmasız çocuklar sokakta bekleyen binlerce sapık tarafından kurban olarak seçilmektedir.Sayıları net olmamakla beraber 250 bini bulan bu mağdur çocuklara devletimizin gerekli desteği sağlaması gerekiyor.Aksi takdirde sonuçlarına yine devlet katlanır.
Ülkemizde sayıları 12 milyonu bulan eşcinsel bireylerin bir çoğu normal cinsel yönelimlerini geri kazanmak için mücadele vermekte ve psikologların kapısını aşındırmaktadır.Fakat bir çoğu kapıdan geri çevrilmektedir.Tedavisini gerçekleştirmeyi becerememiş bilim topluluğu bu kişilerin ümitlerini boşa çevirmekten başka bir şey yapmamışlardır.
Tedavi arayışında olan binlerce gençten biri olarak geçen sene sanal ortamda keşfettiğim bir yazının tedavi alan eşcinsel bir bireye ait olduğunu ve zamanla olumlu sonuçlar aldığını yazısını görünce ben de bu imkandan faydalanmak ve terapi desteği alarak bu dürtülerden kurtulmak için Psikolog Hüseyin Kaçın’la görüştüm.Eşcinselliğin tedavisi için yıllarını harcamış olan bu insanın hiçbir camiadan destek almadan aksine işine engel olan çok sayıda kurum ve kuruluş tarafından yıpratılmaya çalışılması terapileri danışanlarla sağlıklı olarak sürdürmesine imkan bırakmamaktadır.Sayın Cumhurbaşkanı’m sizden ricam eşcinsel terapilere devletimiz tarafından gerekli desteğin sağlanmasıdır.Umarım sizin gibi değerli biri bizim gibi çaresiz gençlerin sesine kulak verecektir. Saygılarımla ......... ........

mavidunya_63@hotmail.com

1063
EŞCİNSEL TEDAVİ / CİNSEL KİMLİĞİMLE BARIŞMAK

Selam Hüseyin Bey,
 
Insallah iyisiniz,
 
Istanbul'da yüksek lisans yapan 26 yaşında Islam'ın değerini idrak ederek yaşamak isteyen biriyim. Küçüklüğümden beri hemcinslerime olan ilgim yüksek lisansımı yaptığım laboratuardaki arkadaşlarıma karşı hislenimlere sebep oluyor ve bundan rahatsız oluyorum. Islam açısından değişmesi gereken bir durum olduğunu düşünüyorum ve değişmek istiyorum. Ancak öğrenciyim ve cuzzi bir miktar burs ile okuyorum. öğrencilere indirim yapıyor musunuz? Yahut görüşme sıklığını terapi devamlılığını bozmadan az tutmak mümkün müdür ki ekonomik olarak kaldırabileyim?
 
Çok teşekkürler, saygılar,
 
17 Aralık 2011


1064
   BABA OĞUL AŞK

Baba'larına isyan etmekten korkan oğul'lar Tanrı'ya isyan ederler. Oğul'lar Allah olmayan Tanrı'larına isyan ettikçe kör düğümlerle düğümlenir ve sevgisizleşir kalpleri. Sevgisiz yürekler bir hayalin ardı sıra bitimsiz bir arayışla yürürler. Aradıkça kendilerinde yok olurlar. Baba'larına şükreden oğul'lar ise Allah'a aşkla teslim olurlar. Şükredenlerin kalpleri Allah'ı görür. İsyan edenlerin akılları Tanrı'larını öldürür. Aklın Tanrı'sından kurtulamayanlar Kalblerin Allah'ını bilemez. Bizlere helal lokma yedirmek için alın teri akıtmış Baba'larımızın kalplerinde Allah'ı görmedikçe Aşk bize haramdır.


                                    Ağır gelen yüzleşme, yukarı çıkma çabası, kabullenme, ailemi affetme çabası

 Omuzlarımdaki 30 kiloluk ağırlığa rağmen yazmaya çalışmak. Bugün hayatımın en zor denilebilecek gününü de seansını yaşadım. Ağırlığının altından kalkmaya çalışmak kaç günümü alacak bilmiyorum ama çabuk olacak gibi görünmüyor. Terapi bitiminde genelde aynı otobüsle dönüyorum, o otobüste hep düşünceliydim, hep derinlere gidiyorum, ama ilk defa gözyaşlarıma şahit oldu o otobüs koltuğu dakikalarca hem de. Bir de üstüne radyoda şu son zamanlarda herkesin bunalımını kaşıyan adam Halil Sezai çıkmaz mı, acıma acı katlandı. O yol bitmedi benim için. Bunu anlattığım biri sordu başkaları ne der diye çekinmedin mi dedi. Umurumda bile olmadığını söyledim. En fazla yan koltuktaki adam görür, vah vah der, geçer. Bugün konuştuklarımız karşısında ağlamamam mümkün değildi. Hayatımın son 7 senesini tekrar yaşadım, hatta daha da fazlasını çocukluğum, ergenliğim de dahil daha öncelere de gittim.
  Bilmem kaç tane takla atan bir arabadan sağ çıktım, ama o kaza benden çok şey almış, şimdi ben onları toparlamaya çalışıyorum ama o kadar zorlanıyorum ki bugün bunu anladım. Yanımda ölen annemi, beni o arabaya ısrarla bindiren kadını bugün hatırladım, bugün dokundum ona galiba. Halbuki kimseyi suçlamamıştım. Yaa kandırmışım ya kendimi, kaderci olmak lazım, kimse böyle olmasını istemezdi. Senaryolarımdan bir oyun kurmuşum oynayıp oynayıp duruyorum. Ama bugün oyun bozuldu. Hiç sevmiyorum böyle zamanları, ne güzel kendimi kandırıyordum işte, ne gerek var şimdi bunları deşmenin. Bu içimdeki bir tarafın bana söylediği. Ama bir taraf da ki bu benim gerçek düşüncelerim, aslında o seanslara götürmek istediğim şeyler bunlar, daha da fazlası var, ama nereden başlayacağını bilemiyordun, çayı tabağa döktüğün 2 bardak sana bunların açığa çıkma şansını verdi. Kabul ediyorum, buydu doğrusu.
 Anne babalar ile ilgili daha önce yazı yazmıştım, başkasını yazmak daha kolay geliyor, açığı görmek, eleştirmek hep daha kolay. Şimdi sıra kendime geldi. Uzaktan akraba olan biri 28, biri de 31 yaşında olan bir kadın ve bir erkeğin evliliğinden fiziksel olarak sağlıklı doğmuş, ama şu anda ruhani olarak pek iyi olmayan bir kadınım. Çocukluk, anneden korkmak, babadan yüz bulmaktı benim için. Ergenliğe doğru ikisinin korkusu, kısıtlamalar, bana hayatları boyunca vermedikleri güven, engellenmeler. Bir kez duyduğumu hatırlamıyorum büyüyene kadar, bizim kızımız bunu yapar dediklerini. Takdir aldığımda aferin sana hep böyle ol, ya da o zaten senin görevin, yediğin önünde yemediğin arkanda tabii ki alacaksın. Ortaokulda 41 aldığım matematik sınavından sonra eve gitmek istememiştim, çocuk aklı bir yerde gizlenmeyi falan düşündüm. Hiç dayak yemedim, ama dayaktan daha ağırdı belki yaptıkları. Bir yanım kinlendikçe kinleniyor, bir yanım da her evlilik güçlü kadın ve erkekler tarafından yapılmıyor diyor. İlk ameliyatını 4,5 yaşında olan ben, bademcikleri alındıktan sonra daha da sık hastalanır, ve fanusta yaşatılılır gibi korunmaya alınır. Çok sık hasta olur, sokak geçmişi yoktur pek. 8 yaşından sonra taşındığı evde geliştirmeye başlar sokak kültürünü, onda da 9. kattan bağrışmalarla arkadaşlarına rezil ola ola. Klasik akşam ezanı okundu hadi eve, ya da gözümün önünde oyna. İyi de saklambaç oynuyoruz, beni görmeliysen ben nasıl oyun oynayacağım. Mutfakta heveslenip bir şey yapma girişiminde bulunduğumda ise uff beceremiyorsun çekil şuradan cümlesi gelirdi. Doğal olarak da sonrasında bizim kız çok tembel, ay bu evde kalacak, bir şey beceremiyor, doğru yapmıyor, acaba fırsat verdiniz de yapmadım mı? Diğer arkadaşlarım kendi başlarına dershaneye giderken beni hep biri götürürdü, onun için de bizim kız rahata çok alıştı derler. Yanlışları yapan onlar, suçlanan bendim hep. Ergenliğimin en ağır cümlesi de annemin apartmandan sevmediği arkadaşımla dışarı çıktıktan sonra söylediğiydi. Çok uzun zaman geçtiği için hatırlamıyorum, ama bakkala mı gitmiştik apartmandan erkek çocuklarla, ya da başka bir yerde miydik tam hatırlayamıyorum. Her durumda da o kelimeyi hak etmediğim kesindi. ‘Orospu mu olacaksın başıma’. Benim annem bunu bana layık gördü ve söyledi, 15 16 yaşında hiç erkek arkadaş nedir bilmemiş, ev kızı havasındaki bene bana bu cümleyi söyledi. Şimdi anlıyorum ki, evde bir kız varsa o evdekiler hep tetikte, eyvah kızın namusu elden gidecek. Sinirle, öfkeyle her ne ile çıktı ise bu cümle o kadar içime dokunmuş ki 9 sene mi geçti daha da mı çok sene geçti, hala hatırlıyorum ve hala beni ağlatıyor. O zamandan başlamış erkeklerle olan kötü ilişkilerimin tohumları. Annemle babama kaç sevgiliniz oldu diye sorduğumda, suratlar iner, bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler cevabı gelirdi. Defterime kalp çizmiştim, ağabeyim de ne bu, niye çizdin diye bağırdı bana, babam da genç kızdır sana ne dedi. Cık cık yaptı ağabeyim, suratında bana kızgınlık vardı. Babam da daha fazla bir şey söyleyemedi. Bizim ailede kim otoritermiş anlayamadım zaten. Annem en cadaloz tipli görünendi, bir bayramda makyaj yaptı diye ağbim tonla laf söyledi ona, o oturdu ağladı, babam bu sırada ne yaptı, en fazla sen karışma, ağbim her şeyin i. ettikten sonra. Ama şu çok açık ki herkes önceki büyüklerden ne gördüyse o zihniyeti bırakmamış, değişime hep kapalı, hiç büyüyememiş, çaba göstermeden bir şeylere sahip olmak istemiş. Kimisi kendini temizliğe, kimisi çalışmaya, kimi ibadete, birilerinin işini görmeye vermiş. Kimse bu ailenin gerçekten iyi bir aile olması için çabalamamış, akıllarına gelmemiştir belki de. 2 kişi çalışıyorsa ya da 1 kişi çalışıyorsa 1 evde, 1 ev, araba varsa, akşam yemek pişiyorsa, çocukluk okullarına gidip geliyorlarsa tamamdır daha ne. Ama şimdi böyle bir hayat beni o kadar korkutuyor ki. Aa ne buldum. Beni korkutan aslında hayat değil, eskisi gibi yaşamaya devam etmek, çünkü kurtulmak istiyorum eskilerden. Eski beni geri getirmek istediğimi söylemiştim, ne boş bir hayal bu, eski deneyimsizlikten, bilgisizlikten dolayı burada değil miyim, neden bir daha oraya döneyim. Yeni bir ben bulmak gerekli. Buluyor, güçlendiriyorum onu, ama daha çok yol olduğu için önümde zaman zaman düşüyorum böyle. Bugün tıpkı terapiye ilk başladığım günlerdeki gibi gelir gelmez yatağa girmek bir daha da çıkmak istemedim. gözlerim şişti, yüzüm sarardı. Kusur gördüğüm şeyler gittikçe artıyor mu ne. 5 ameliyatın bende bıraktığı izler de arttı mı nedir? Aynanın karşısına geçip baktığımda görünüşte büyük değil, ama etkisi kuvvetli o izleri gördüm. Otobüste herhangi bir kadının büyük çantası sağ yanımdan ya da sol yanımdan geçtiğinde çektiğim acı, bana zaten bunları hatırlatıyor. Sağ ayak bileğimin, bacağımın bir kısmının hissizleşmesi bana hatırlatıyor. İçimde bir burukluk var, ama kime gideyim, kimse isyan edeyim, kimden hesap sorayım, kimle yüzleşeyim bilmiyorum, kendi kendime yardım etmekten başka çözüm yolu yok galiba. Bu uğraşı bırakamıyorum da, bırakırsam hayatım boyunca vicdan azabını çekeceğim, ama baş etmek de o kadar zor ki. Odam üstüme geliyor bugün, duvarlar beni sıkıştırıyor.
  Umudum olmasa bu işi yürütemezdim. Evet ne kadar kaç gram, veya yüzde kaç bilmiyorum ama umudum var, koca bir çocukluğun, tecrübesizliğin, hülya Koçyiğit tarzı kişiliğimin, narsistik tarafımın aynalarına bakıyorum ve kendimi görüyorum. Gördükçe umutlanıyorum belki de, acı çeken bir ben daha kıymetli olabiliyor. Vay be bu kadar şey yaşadım, hayatta neler gördüm ve bilmem kaç sene sonra öğrendim demek bana ayrı bir keyif verecek ve tabii ki de narsistik yönümü okşayacak bir güzel. O kadarcık da olsun.
  Ben bugünün acısyla göz yaşlarımı akıtırken, arkamda genç 2 çocuk oturuyordu, konuşmayı bilmeyen tipler bağıra bağıra konuşuyorlardı. Kuzenlermiş, biri babası ile konuştu, sen beni bugün o ajansa yolladın ama boş işler bunlar, çok kötüymüş, herkese haber vermişler, mesaj atmışlar dedi, bütün günüm gitti dedi babasına, ne yapacaktıysa bütün gün. Yaptıkları espriler, kız muhabbetleri, bir elinde cımbız bir elinde ayna umurunda mı dünya tavırları, beni bir an onları ve kendimi yan yana koymaya götürdü. Hakikaten rahatlardı buna eminim. Benim kafam o kadar doluyken o telefonda annesine bulgur pilavı yemeyeceğini söylemekle, başka yemek yap demekle meşguldü. Peki ya sonrası? Bu ve bunun gibi 5 yaşında oynadığımız evciliği oynayanlar ve bir şeyleri çözmeye çalışan, hayatını temizlemeye çalışanlar. Hayatta kim daha çok şey kazanacak:? Tabii ki 2.gruptakiler, 30 yaşından sonra evlenecekler belki, belki daha az para kazanacaklar, belki plazma değil de tüplü televizyon kullanacaklar, belki her yere arabayla değil de otobüsle gidecekler akbil basıp. Öğrenecekler sonunda, en büyük kazançları bu olacak. Öğrenmeye devam da eder bunlar. Diğerleri gibi, gelmişim bilmem kaç yaşına daha ne demezler. Başa çıkma hevesi öyle bir işlemiştir ki içimize, yok gibi görünür, bitiyor gibi görünür, ama bir kere tozunu aldıysanız çıkaramazsınız hayatınızdan. Tıpkı terapiyi bırakmak gibi, herkes bilmem kaç kere aklından geçirir, kimisi bırakır kimisi devam eder. Organlarından birine bir parça tutunmuştur ayrılamaz ondan. İşte bu heves mi azim mi, irade mi ne ise, ya da hepsini kapsayacak bir kavram. Sensiz olmaz ki!
22 ocak 2012
gokkusakgok@mynet.com



AYNADAKİ TANRI & NARSİST KADIN / ERKEK YÜZLEŞMESİ

Bugün, bu terapilere benim gelmemi sağlayan insanla hala birlikte olsaydım 2 yıl olmuş olacaktı. Onunla geçecek kabus gibi 2 yıl, hayatımdan giden, üzüntü, ağlamak, güvensizlik, teslim olmak, zorlanmak, nefret etmek, mecbur kalmak gibi duygularla geçen 2 yılın sonunda acaba ne olurdum. 1 yıldan fazla süredir toparlamaya çalıştığım halet –i ruhiyem kim bilir nasıl zarar görecekti. OYUNumu oynamaya bir güzel devam edecektim, o aslında iyi biri, onun da sorunları var ondan böyle davranıyor, ben psikolojik danışman olacağım, insanları anlamam lazım gibi saçma, anlamsız düşüncelerle de senaryomu hazırlayacaktım.
 Şimdi çok şanslı olduğumu düşünüyorum bunları yaşamadığım için. Kendimi keşfetme yolculuğuna çıktığım için. Belki çok acı çekiyorum, kabullenemiyorum, deri değiştiriyorum adeta, ama bunları kendim için yapıyorum, kimseye yaranmak için değil, e güzel yatırım kendinedir derler ya büyükler, doğru söylüyorlar, kendimi iyi yapmak için, iyi hissetmek, iyi bir insan olmak için çabalıyorum, o ilişki diye tanımladığım ama aslında 2 narsistin egolarını savaştırdığı, … yarışına girdiği şeyde yaptığım, sözde çabaladığım her şey o ilişkinin devam etmesiydi, diğerleri yine mi bitti demesin diye kalıyordum bu ilişkide. İçime oturan şeylerdi bir zamanlar bunlar, şimdi artık rahat itiraf edebiliyorum. Cezamı çektim çünkü. Şimdi klasik, aciz bir kadın olarak benim bugün ağlamam lazımdı değil mi, eski sevgilimi aramaya kalkışmam falan lazımdı, bir mesaj atmam lazımdı, ahh keşke yanımda olsa da beni yerden yere vursa razıyım buna da demem gerekiyordu. Gördün mü bak ne oldu?, hiç ümidim yoktu bu kadar duyarsız olacağıma dair, ama gerçekten de durum bu kadar iyi olmuş. Allah’a şükür kurtuldum diyorum ben bugün. Ama ona çok büyük bir teşekkür ediyorum, beni o terapi odasına gitmeye karar vermemde büyük rol oynadığı için, ve bu olayların beni büyütmeye başlattığını görüyorum. Piskopat bir insanla beraber değilseniz, günlük çatışmalarda karşı tarafı suçlamak nereye kadar doğru olan bir şey, sorgulamak gerek bunu. Freud’un dediği gibi suçlu diye başkasını gösterirken 1 parmak onu gösterirken, neden kalan 3 parmak insanın kendisini gösterir. Suçlu bunlar, bu erkek milleti şöyle diye söylerken, aslında kendimizi mi eleştiriyoruz da bunu itiraf edemiyoruz kimseye. İşte hayatın 6 ayının bana öğrettiklerinin bir kısmı bunlar.
 Sırada 2011 in son seansından sonraki hissettiklerimi yazmak var. Öğrendim ki, yazılarımı takip eden okuyanlar var, bende de bir köşe yazarı havası mı oldu nedir, çocukken de hep olmak isterdim zaten, hadi bir oyun da burada kurayım kendime. Yine şunu konuştuk, bunu konuştuk, bu ortaya çıktı, şunu öğrendim gibi şeyler yazacağımı bekliyorsunuz, ama durum bu sefer çok farklı sevgili dostlar. Seansım bittikten sonra, çılgın psikoloğumla birlikte genç biri girdi odaya, merhabalaştık, bu kişi de 1 senedir terapi gören erkek danışan. Buraya kadar her şey normal mi gidiyor, cevap evet. Ben zannediyorum ki, aynı bölümü okuyoruz, fikir alışverişi falan yapacağız. Tabi ki sıra dışı bir terapistle yapılan oturumdan bunu beklemek çok mantıklı değilmiş. Buraya neden geldiğimi anlatarak başladım konuşmaya. Karşımda zavallı, ahlaksız olduğumu düşünen bir erkek oturuyordu. Sonra o anlattı neden geldiğini. Buram buram sıkıntı, üzüntü, acı kokmaya başladı bir anda oda. Ben hala anlam veremedim ama neden ortak bir seans gibi bir şey yaptığımıza. Dakikalar geçtikçe her kes eteğindeki taşları dökmeye başladı. 2 narsist karşılaşmış, anlattıkça anlatıyor. İkisi de diğerlerini beğenmiyor, sorun aslında onlarda diye düşünüyormuş bir zamanlar. Biri diğerinden daha iyi gibi görünüyor sanki, daha bir ödev yapan, biraz daha teslim olmuş terapiste (bu ben oluyorum), ama sonra hemen toparlandım, içimdeki efendinin hortlamasını durdurmaya çalıştım. Burada kimse kıyaslanmıyordu, ortak acılar, duygular konuşuluyordu. Bunlardan en göze çarpanı ikimizin de kafasında yankılanan terapi cümleleri, sesleri. Ben hala bunları yaşıyorum ve zaman zaman deli olduğumu düşünüyordum, bir şey yapmadan önce ay bunu terapide nasıl söylerim, saklasam mı söylesem mi diye kırk defa düşünüyorum. Hatta bazen hayatımı terapiler mi yönlendirecek ya ne bu diye çatışıyordum o odayla. Ama bir yandan da bırak şu kibiri bir yana, bir şeylerden şüphe ediyorsan sorgulamaya başladıysan zaten yanlış yoldasın. Demek ki o odada öğrendiğin şeylere ters bu yaptıkların diye düşünüyorum. Tek direnç gösteren, psikologla çatışan ben değilmişim. Karşımdaki erkek de çatışıyor daha kuvvetli belki. Birimizin erkeklerle derdi var, birimizin kadınlarla. Ben cinsel deneyimimi anlattığımda, benim suçlu olduğumu söyledi, tabi canım ne işim var adamın yanında cümlesini kurmadı, onun yerine ben kurdum. Kadınları sevmiyor mu, bundan dolayı mı onları suçluyor, onlarla iletişime geçecek kadar neden korkuyor henüz anlayamadım. Ben ise son günlerde kadınlığımı neden bu kadar kullanıyorum erkeklere karşı, onlardan intikam almak için mi acaba? İkimiz de çakma bir otorite figürünü Tanrı’yı oynuyoruz, ama çakma eşofman altı gibi, bir yıkamada çekecek, pamuklanacak cinsten. Zaten herkese tutmuyordu bu rol, bulduğumuz birkaç tane karşı çıkmayacak, güçsüz insanı, onlarla güzel, ama ya bizden güçlülerle. Tabi ki ya puf diye söndü bu güç, ya kaçış, ya aldığımız yıkım. Sonra insanlar kötü, erkekler kötü ya da kadınlar kötü. Ama tabii çıkarımıza hizmet ediyorlarsa çok iyiler. İkimizde psikoloğumuza da öyle baktık aslında, neden bu adam sürekli bir şeyleri çıkarıyor ortaya, niye benim iyi yönlerimi konuşmuyoruz, ah aslında biz harikayız. Ama gerçek hiç mi hiç böyle değil. Ben bunu kabullenmeye başladım, bunu değiştirmeye çalışıyorum, çabalıyorum. O terapide de söyledim ilk zamanlar o kadar kötü hissederdim ki terapiden geldiğimde, kendimi yatağıma zor atar, uyurdum, uyumasam da yatardım, her bir hücremde hissederdim yorgunluğumu. Uzun zamandır hissetmezken ilk defa o seanstan sonra eve geldiğimde yorgunluktan bitik durumdaydım. Zaten yorgunum bir de bu geldi üstüne. Nedeni karşıma bir ayna koydular, ve kendimi, bir zamanlardaki beni gördüm. Şimdi harikayım seviye atladım demiyordum tabi ki, ama en azından bazı şeyler geride kaldı. Nasıl da yanlış biliyormuşum aslında her şeyi. Farklı bir dünyada yaşıyormuşum ya. Öğrenmişim şuradan buradan bir şeyler, kimseye iyilik etme, dizginleri kaptırma erkek milletine, erkek adatır, kadın onu yapar, bunu yapar. Bir güzel de yutmuşum onları çiğnemeden. Şimdi ikimizin de öğrendiği bu gerçekçi olmayan şeyleri değiştirmesi tabii ki de kolay olmuyor. Ama uğraşmadan, o pembe incili kaftanı çıkarmadan da bu iş olmuyor. Kimse bizim için bir şey yapmayacak, o bahsettiğin sorumluluğu bizim için alacak kimse yok, olsa da zaten bu bizim için iyi olmayacak emin ol, bu sefer ona bağımlılık, ona düşmanlık, ona hükmetme, ya da hükmedememe gibi bir şeyler olacak, en iyisi kendi işimizi kendimiz görelim de başımıza yeni işler açmayalım. Böylesi daha iyi olacak sanki.
 Karşılıklı oturan bu 2 insanın kurduğu ilişki sağlıklıymış, düşünmemiştim hiç böyle ama galiba ben de ilk defa kendimi bu kadar rahat açtım, bir erkek de kendini bana bu kadar rahat açtı. O yine sorguluyordu bunu, psikoloğu istedi diye yaptı sanıyordu bunu aslında. Ama ona da söyledim odadan çıkıp gitmek kendi tercihi, o an ben istemiyorum böyle bir şeyi der ve çıkıp giderdi. Ama gitmedi bu karşımdaki adam. İkimiz de birbirimize iyi gelecektik, bu belli oldu ikimiz de oturmaya karar verdiğimiz anda. Konuşulanları duymamak için veya kabullenemediğin için gözlerini kaçırdığını, ellerini ovuşturduğunu, oluyor mu bilmiyorum ama karnından boğazına doğru çıkan bir hava gelir gibi olmasını yalnız sen yaşıyor zannediyorsan hiç öyle düşünme, ben de bunların aynılarını yaşıyorum. Yazılarımda içten yaşanmış şeyler var ya, bu yazıyı kaç saattir yazıyorum biliyor musunuz, kaç sefer ara verdim, kaç sefer bırakayım dedim. Ama artık öyle bir noktaya gelmişim ki kaçmaktan korkuyorum, yanlışı bildiğimde onu yapmaktan çekiniyorum. Doğruyu yap, inandığını yap diyor bir şey içimden bana, ve biliyorum da doğrunun, iyinin ne olduğunu.
 Ben de senden çok şey öğrendim, sadece bana ait değilmiş yaşadıklarım, senin deneyimin daha kıymetliydi ama bence, bir kadından bir şey öğrendin. Şimdi ikimiz de farklı bir şekilde birbirimize dokunduk, kendimize de dokunduk, hangi el daha güzel, hangi kol daha güzel, hangi dokunuş daha güzel bilmiyorum ama bunların bize ne hissettirdiğini düşündüğümüzde o dokunuşu görebiliyor musun? Gördük bunu çoktan.

gokkusakgok@mynet.com

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=862.0

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=444.0

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=829.0



1065
LEZBİYEN MİYİM YOKSA PANİK ATAK MIYIM? (YENİDEN KADIN OLMAK )

Bu tarz ilişkilerimi düşündüm ve artık lezbiyen ilişkile yaşamak istemediğime karar verdim. Düşününce benim psikolojimi bozan bu tarz ilişkilerim olmuş hep.  Sıkıntılarımın lezbiyen ilişkilerim sonucunda artmış.  Bir kere ben bayanım. Biyolojik olarak kadın olmama rağmen  psikolojik olarak hep erkek olarak yaşamışım. Kendimi erkek rolüne soktum. Hep onların istekleri doğrultusunda, onların bana ihtiyacı oluğunu düşünerek erkek rolünü oynadım. Lezbiyen ilişkilerimde ben erkek rolünü oynadıkça onlarda hayatlarında beni hep erkek rolüne soktular.  Aslında erkek olmadığım için bir bayan olarak bu ilişkiler beni tüketmiş oldu. Kadınlığımı unutmuşum. Yıllarca ilişki yaşadığım bayanlar, çevremdeki insanlar beni  erkek olarak gördüler. Giyim tarzım, erkeksi görünmem buna sebep oldu.
Ben bile kendime inanamıyorum gecen hafta gerçekleştirdiğimiz terapiden sonra kadınlar artık ilgimi çekmiyor.  Düşündükçe artık bu tarz ilişkiler yaşamak istemediğime karar verdim. Terapiden sonra lezbiyen ilişkilerin bana zarar verdiğini, aşırı derecede yıprattığını düşündüm ve sıkıldığıma karar verdim.
Aslında etrafımda gördüğüm lezbiyen çiftler bana komik ve saçma gelmiştir. Erkek rolündeki kadın daha saçma gözüküyor gözüme. Bana garip gelmesine yıllarca bende böyle ilişkiler yaşamış oldum.


LEZBİYEN TERAPİ
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91



Sayfa: 1 ... 69 70 [71] 72 73 ... 89