İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 66 67 [68] 69 70 ... 89
1006
Ali Günay




Hüseyin Bey "roman yazmana gerek yok! 3-5 satır yazsan da olur." demişti ama ben yine de olabildiğince detaylı anlatmaya çalışacağım.
18 yaşındayım, Hatay'da oturuyorum, adım Alperen. Lise son sınıf öğrencisiyim. Meslek lisesinde okuduğum için haftanın 2 günü okul var, diğer günler çalışıyorum.
Anne baba ilgisinden yoksun büyüdüm. Babamı sevmiyordum ve örnek alınacak bir tarafını da görmüyordum. 3 kardeşiz. Abim, ben ve kız kardeşim. Abimle de hiç anlaşamazdık. Serseri birisi.. Örnek almak şöyle dursun, nefret ediyordum kendisinden. Çevremde örnek alabileceğim bir tane bile erkek büyüğüm yoktu.  Kendime model aldığım kişi üst kat komşumuz olan amcamın benden 5 yaş büyük kızıydı. Bütün akrabaların sevdiği, canayakın, koydumu oturtan tipten bir kızdı. Herkes onu sevdiği için onun gibi olursam toplumda kabul göreceğime inandım.
 Çocukluğumdan beri çok iyi bir dostum olsun istiyordum. Hayalimdeki bu dost benim herşeyimi bilecek, en fazla bana değer verecek, duygusal, esprili, hitabeti ve fiziği düzgün, popüler birisiydi. O yaşlardayken henüz eşcinselliğin ne olduğunu bilmiyordum ama bu duyguların normal olmadığını hissediyordum. Çünkü yaşıtlarımın hiç birisinin hemcinslerinden böyle beklentileri yoktu. 15 yaşına geldiğimde durumun farkına vardım. Dünya başıma yıkıldı.
  Ben dinî hassasiyetleri yüksek bir insanım. Dinimin yasakladığı bir hayatı kesinlikle sürmek istemem. ?O zaman nasıl bir yol izlemeliyim?" diye sordum kendime. Uzunca düşündükten sonra şöyle bir sonuca ulaştım: "Bir insan kendi elinde olmayan hiç bir şeyden dolayı suçlu değildir. Ben yanlış bir şey yapmadım, şu halim benim tercihim değil. Bu benim imtihanımdır. Eğer pes etmeyip iyi bir sınav verirsem bu halim belki benim için büyük bir mükafat vesilesi olur. O halde çıkış yolu aramalıyım."
Eşcinsel bir hayatı kabul etmememin 3 nedeni vardı.
1- Dinim buna müsade etmiyor,
2- Ben normal bir hayat sürmek istiyorum. Mutlu bir ailem, karım, çocuklarım olsun istiyorum.
3- Çevremin eşcinselliğe bakışı..
Üçüncüsü hiç önemli değil. Eğer ilk ikisi olmasa, üçüncüsü umrumda olmaz.
Hedefimi belirledikten sonra araştırmaya başladım. Arkamdan beni sevmeyen bazılarının "bazen kız gibi konuşuyor" dediklerini işitmiştim. İlk işim, kendime müthiş bir disiplin uygulayarak aksanımdaki kadınsılığı yok etmek oldu. Bunu yaparken araştırmalarıma devam ediyordum. Ama karşıma hiç olumlu bir şey çıkmadı. İnternetten eşcinsel derneklerine yönlendiriliyordum ve onlar eşcinselliğin propagandasını yapıyorlardı. İyileştirmek şöyle dursun, bu fikri taşıyanları hain bile ilan ediyorlardı. Onlara göre eşcinsellik özgürlüktü ve buna karşı çıkanlar özgürlük düşmanıydılar.
 Konu hakkında çok fikrim olmadığı için ümitsizliğe kapılmıştım. Sonra dindar kaynaklar bu konuda ne diyor diye araştırmaya başladım. Ama onlar da "günahtır, sapkınlıktır, çarpıklıktır" demekten başka bir şey demiyorlar. Oysa ben bunları zaten biliyorum. Bana çözüm lazım. Koskoca camiada bu konuda işe yarar laf eden tek kişiye rastlamadım. Belli kalıplar var: "Lut kavmi, kıyamet alameti, eşcinsellik hastalıktır sloganları vs.." yahu ben bunları zaten biliyorum. Peki hiç düşünmez misiniz: "İradesi dışında bu hissi taşıyan kişiler nasıl tedavi edilir? Madem bunun hastalık olduğunu söylüyoruz, madem 'Allah her hastalığın devasını da yaratmıştır' diyoruz, peki o zaman bu hastalığa nasıl bir tedavi bulmalıyız?"..
Böyle düşünen bir tek kişiye rastlamadım.
 Bir taraftan eşcinsel derneklerinin tesirinde kalıyordum, diğer taraftan dindar kaynaklar çözüme dair tek laf etmiyordu. Fırtınalı bir denizin ortasında kalakalmıştım. Kıyı görünmüyordu, pusulam yoktu. Çırpındıkça daha da batıyordum sanki.. Günün birinde İkbal Gürpınar'ın bir kitabında şöyle bir paragrafa rastladım: "Buluğ çağında mutlaka hormon testi yaptırmak lazımmış çocuklarımıza. Eğer sesi kalınlaşmıyor, elmacık kemiği belirginleşmiyor ve olması gereken diğer belirtiler ortaya çıkmıyorsa, eksik olan hormonun takviyesi yapılarak oğlumuzun sorunu ortadan kaldırılabiliyor." Bu yazıyı okuyunca çok mutlu oldum. İlk defa çözüme dair bir şeye rastlamıştım. Ama burada da karşıma bir sürü yeni soru çıktı. Benim fiziksel olarak hiç bir sorunum yoktu. Sadece duygusal boyuttaydı. "Acaba eşcinsellik sorununun kaynağı psikolojik mi yoksa hormonsal mı?" sorusunun cevabını çok aradım ama bulamadım.

Bu arada özel hayatımda bazen bana çıkma teklif eden kızlar oluyordu. Bir çoğu da popüler ve güzel kızlardı. Çünkü her ne kadar sessiz, suskun birisi olsam da sempatik ve yakışıklı birisiyim. En azından bana öyle söylüyorlardı. Ben ise hiç birisiyle alakadar değildim. Gerek duygusal, gerek cinsel açıdan hoşlandığım erkekler de oluyordu. Kendi iyiliğim için bunların hepsinden uzak durmaya çalışıyordum.

Araştırmalarıma devam ettim. Ama diyorum ya; benim işine yarayacak tek kelime bulamadım. Ayaklarım yere biraz daha sağlam bastıktan sonra eşcinsel derneklerine tepki üretmeye başladım kafamda. Onların zihniyetine göre çünkü; eşcinsel duygulara sahip bir insanın mutlaka eşcinsel hayat yaşaması gerekirdi. Bu bir özgürlüktü ve tedaviden bahsedenler özgürlük düşmanıydılar. Bu konuda öyle bir mahalle baskısı uyguluyorlar ki, bir ara beni bile etkisi altına almak üzereydiler. Oysa ben kendi hür irademle tedavi olmak istiyorum. Üstüne basa basa söylüyorum: Eşcinsellik hastalıktır, ben hastayım ve iyileşmek istiyorum. Buna kim ne hakla karışır? Siz ne halt yiyorsanız yiyin, beni zerrece ilgilendirmez ama benim tedavi olma hakkımı elimden almaya kalkmayın. Kendi yaşam tarzınızı bana dayatmaya kalkmayın. Özgürlüğümü elimden almaya kalkmayın.

Onların tavrı benim için çok önemli değil de, kendimi ait hissettiğim dindar camianın tavrı beni bunaltıyor. (Ben bir Akit okuruyum. Küçüklüğümden beri takip ederim. Kendimi bir şeye yönlendirmem ve onunla meşgul olmam gerekiyordu. Ben de kendimi gündeme ve siyasete verdim. Bu yüzden gündeme çok vâkıfım.) Gerek Akit, gerekse diğer muhafazakar kaynaklar eşcinselliğe ve eşcinsel derneklerine olması gereken tepkiyi gösteriyorlar, ama eşcinsellikten nasıl kurtulunur, buna dair en ufak bir şey söylemiyorlar. "O yol yanlıştır" diyorlar, ama o yoldan nasıl düzlüğe çıkılır onu anlatmıyorlar. Bu yazılı olmayan bir kanundur: Eğer bir şeye karşıysan, onun yanlış olduğunu söylüyorsan, söylediğin kişinin önüne alternatifler koymak zorundasın. Bunu yapmadıkları için kendimi çok kötü hissetmiştim. Öyle bir şey ki; tuttuğunuz bütün dallar elinizde kalıyor. İnsan kolaylıkla "Demek ki bu işin çözümü yok, eğer ben böyle yaratıldıysam demek ki ben uğursuz bir insanım" diye düşünebiliyor. Berbat bir psikoloji...

Bir çoğu da eşcinsel derneklerinden korktuğu için bu konuda söz söyleyemiyorlar.

 Onlar için sorun yok. Oturdukları yerden ahkam kesmek kolay geliyor. Artık beni anlamalarını beklemiyorum. Çünkü onlar; yakışıklı bir erkek gördükleri zaman önce bakıp kalmanın, sonra da utanç ve çaresizlik içinde başlarını öne eğmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Çaldıkları her kapının ardında duvara toslamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Kendi çocuklarında böyle bir durum olduğunu hissetseler acaba nasıl davranırlar merak ediyorum.

Konuyu rehber öğretmenime açtım. Bu konuda o da hiç bir şey bilmiyordu. Beni bir tane psikoloğa yönlendirdi. Gitmeye niyetlendim ama biraz araştırdım da, o psikoloğun malum zihniyetten olduğunu anladım. Gittiğim zaman bana diyeceği şey; bunun ne kadar normal bir şey olduğu, bunun tedavisi olmadığı, bu durumu kabul edip buna göre yaşamam gerektiği filan olacaktı. Onun için gerek yok dedim kendi kendime. "Gideceğiniz psikoloğa güvenmelisiniz." diyordu Mehtap Kayaoğlu..
Günün birinde kanalları dolaşırken eşcinsellikle ilgili bir başlık gördüm. Hemen durup konuyu anlamaya çalıştım. Bu bir ana haber bülteniydi ve Hüseyin Kaçın isimli bir konuk konuşuyordu. Konuşma yaklaşık 10 dakika sürdü. Eşcinsellik konusunda benimle aynı fikirde olan ve çözüme dair bir şeyler söyleyen bir psikologtu bu. Gideceğim psikoloğa güvenmem gerekiyordu ya hani; işte bu kişiye güvenebilirdim. Hemen bu ismi araştırmaya başladım. Internetten telefon numarasını bulup kendisiyle iletişime geçtim. İstanbul'da olduğunu öğrenince bütün umudun kırıldı. O tarihte hiç bir şekilde İstanbul'a gidebilmem mümkün değildi. Hem yaşım küçüktü, hem de maddi olarak böyle bir gücüm yoktu. Şu zamana gelene kadar arayışlarımı sürdürdüm.
Hüseyin Kaçın ismini de araştırmıştım bu arada. Eşcinseller bariz küfürler yağdırıyorlardı. Onun; milletin muhafazakar duygularını kullanıp paraya çevirdiğini filan söylüyorlardı. İlk başta bu yorumların tesirinde kaldım. Ama sonra olayı İslami açıdan düşündüm. Edepsizden edep öğrenme taktiğini uyguladım. Onu eleştirenler Allah?ın kesinlikle yasakladığı bir fiili savunuyorlardı. Müslüman bir insan belki günah işleyebilir ama asla günahı savunamaz. Savunduğu anda da dinden çıkar. Hüseyin Bey?i de somut gerekçelerle eleştirmiyorlardı. Kuran?a uygun davrandığı bir noktadan eleştiriyorlardı. Hükmümü verdim ve bu konuyu kapattım
Aynı insanlar eşcinselliğin tedavisi olmadığını söylüyorlardı. Oysa İslam?a göre kesinlikle hastalıktı. Ve bu insanlar ?tedavi olunuz Allah tedavisi olmayan bir hastalık yaratmamıştır ihtiyarlıktan başka " hadis-i şerifine muhaliftiler. Bunu düşünüp emin adımlarla ilerlemeye devam ettim.


Son bir sene yaz tatilinde çalıştım, sonra lise 4'e geçtim. Yaşım da 18 olmuştu. Ocak ayında, bu işi yeterince ertelediğimi düşündüm, bütün hazırlıklarımı yaptım ve İstanbul'a 1 günlük uçak bileti aldım. Günü geldiğinde gittim. Randevuyu saat 10.00'a almıştım ve saat tam o saatte oradaydım. Ve terapiye başladık.

Dışarıdan dağ gibi bir görünümüm vardı. İçimdekileri sızdırırsam yıkılacağımdan korkardım. Güçsüz görünmekten ne kadar da korkuyor insan.. Ama anlattım. O güne kadar ne düşündüysem, ne hissettiysem hepsini anlattım. O güne kadar farkında olmadığım duygularım da su yüzüne çıkmıştı.
İkbal Gürpınar'ın kitabındaki o cümleden bahsedip en çok aklıma takılan soruyu sordum: "Acaba sorun psikolojik mi yoksa hormonsal mı?" İkbal Gürpınar'ın verdiği bilginin doğru olmadığını, çift cinsiyetli doğanlar hariç sorunun tamamen psikolojik olduğunu söyledi. "Beyin vücut üzerindeki herşeyin kaynağıdır. Sen stres yaparsın kanser olursun, moralini yüksek tutarsın iyileşirsin."
Önce biraz genelden konuştuk. Terapiye gelen diğerlerinin eşcinsel oluş nedeni nedir? Insanların bu konuya bakışındaki yanlışlıklar, eşcinsel derneklerinin cazgırlıkları, muhafazakarların klişeleşmiş lafları filan... Aynı fikirde olduğumuzu görmek beni mutlu etti. Her eşcinselin sebebi farklıymış. Kimisi çocukluğunda tacize veya tecavüze uğramış, kimisi bir travmadan sonra, kimisi de benim gibi özgüven eksikliği kaynaklıymış.
Benim Akit gazetesini sevdiğimi öğrenince Abdurrahman Dilipak?ın bir konferansta eşcinsellik hakkında konuştuğundan bahsetti.
-Konuyu nereye bağladı biliyor musun?
-Nereye?
-Gıdalara.. Hormonsal yiyeceklerden dolayı toplumda böyle sorunlar çıktığını söyledi. Oysa bu da doğru değil. Eşcinsellik bundan binlerce yıl evvel de vardı. Lut kavmi hormonsal gıdalarla mı besleniyordu?


Abdurrahman Dilipak?ın bu içerikte bir yazısını okuduğunu hatırladım sonradan. Soyanın bu konuda çok zararlı olduğunu yazıyordu yanlış hatırlamıyorsam.. Hatta başka bir yerden soyanın tavuk dönerlere karıştırıldığını duymuştum ve uzun süre korkudan tavuk döner yiyememiştim.

Ben çocukken akranlarım arasında rezil olmaktan, alay edilmekten çok korkardım. Zaten çocukluğu bilirsiniz; en ufak bir bahanede alay konusu ederler. Oyuna davet ettikleri zaman "yanlış bir şey yaparım, iyi oynayamam, dillerinden kurtulamam" diye reddeder, hep kenardan izlerdim. Bunun eşcinselliğe atılan bir adım olabileceğini o ama kadar hiç düşünmemiştim. Hüseyin Bey'in yardımıyla farkettim ki; ben cesur, rahat, gözüpek olamadığım için, bu özellikleri taşıyan erkeklere her geçen gün büyüyen bir hayranlık beslemiştim. Artık onlara her bakışımda onları kutsuyor, onlar gibi olmak istiyordum. Onların ilgisinden de mutlu oluyordum. Hüseyin Bey diyor ki: "Eğer sen ne pahasına olursa olsun o oyunlara girip kendini ispatlasaydın olaylar çok daha farklı gelişirdi.
Sonra bana zihnimde canlandırdığım fantazileri sordu.
-Bir erkekle beraber olduğunu düşündüğümde ne hissediyorsun?
-Başta mutlu oluyorum, o esnada bir şey düşünmüyorum ama daha sonra iğreniyorum. Suçluluk ve çaresizlik duygusu oluşuyor.
-Peki hiç kadınla beraber olduğunu düşünüyor musun?
-Bazen evet. Düşünmeye çalışıyorum daha doğrusu.
-O zaman suçluluk hissediyor musun?
-Kahroluyorum. Sınırları bilmiyorum ki.. Bunu düşünmenin bile doğru olmadığını düşünüyorum, hem de aklıma geldiği anda kesip, "niye böyle düşünüyorsun" diye kendimi azarlıyorum. Çok sevip örnek aldığım kuzenime, kız kardeşime karşı bir ayıp işliyormuşum gibi geliyor. Ama son zamanlarda bunun yanlış olduğunu farkettim ve düşünmeye çalışıyorum.
-Düşünürken ne hissediyorsun? Ortamı kim kuruyor, sen mi onu memnun ediyorsun o mu seni..?
-Tam net düşünemiyorum esasında. Hâlâ ayıp işliyorum gibi geliyor. Ortamı ben kuruyorum, kadını ben memnun etmeye çalışıyorum ve hiç bir zaman benden memnun olduğunu düşünemiyorum.

Öğrendim ki bunlar da bir hataymış. Her zaman erkek memnun etmek zorunda değilmiş. Erkeğe ve kadına düşen sorumluluk eşit. Ortada bir memnuniyetsizlik varsa bu iki tarafın da sorunudur.
Kadınla ilişki düşüncemi kestirip atmam, ondan utanç duymuş olmam da ayrı bir hataymış. Aklım ermezken, kadınla beraber olduğum düşüncesi aklıma geldiğinde kendime müthiş bir baskı uygulayarak bu düşünceyi kafamdan silerdim. O kapıyı kitleyip anahtarını da denize atmıştım. Oysa insandaki cinsellik isteği şiddetli bir sel gibi.. O selin doğal yolunu tıkadığınız zaman yerinde durmuyor ki! Muhakkak kendine başka bir yol buluyor. O yol zaten hazırdı.. Benim zaten özgüven sorunum vardı. Kadın-erkek ilişkisinde erkeği 'herşeyi idare etmek zorunda olan taraf' olarak gördüğüm için bu sorumluluğun altına girmeye cesaret edemiyordum. Benim idare etmeye değil, idare edilmeye ihtiyacım vardı. O halde bir kadınla mutlu olamazdım. Beni ancak bir erkek beni taşıyabilirdi.
Dinî açıdan da sakat bir mantık yürütme yapmışım farkında olmadan. Mantık şu: "Bir kadına göz ucuyla bakmak dahi haram. O yüzden kadınlardan hislerimi dahi uzak tutmalıyım. Erkeklere gelince; tamam erkek erkeğe ilişkiye girmek kesinlikle yasaklanmış belki ama nerede başlayıp nerede duracağımız söylenmemiş. Erkekle göz göze olsak, el ele tutuşsak, (hatta bir süre sonra) sevişsek sorun olmaz demek ki." .. Buradan sonra önünü alamıyorsunuz zaten. İş öyle bir noktaya geldi ki, fantazilerimde erkekle ilişkiyi doğal, kadınla ilişkiyi sakıncalı görmeye başladım. Hüseyin Bey, fantazilerimde kadınlarla ilişkiyi sıkıntı ettiğimi öğrenince "Fantazi bu! Niye sınırlandırıyorsun ki?" demişti. Oysa daha önce aynı soruyu farkında olmadan ben kendime soruyordum: "Erkekle ilişki düşüncesi sadece fantazi. Gerçek değil. Zaten erkekle ilgili fantazi kurmaya dînin bir şey dediğini duymadım. Sadece kadınları düşünmemek gerekiyor. Niye sınırlandırıyorum ki?" .. Böyle düşündüğümün farkında bile değildim ama bilinçaltımda yatan düşünce buydu. Oysa bu bariz yanlıştı. Çevremde bana bunları öğretecek insan bulunmadığı için nerelere savrulmuştum.. Ne kadına ne erkeğe nasıl yaklaşacağını bilmiyordum.
Toparlayacak olursak; Hüseyin Bey'in çok güzel tespitleri olmuştu. Problem hiç çözülmeyecek olsa bile artık en azından sebebinin ne olduğunu biliyordum. Anlaşılmak bile yeterdi. Hepsi güzeldi ama şu iki tespitte kendimi buldum:
1- Özgüven eksikliği sonucu benzemek istediğim erkeklere anormal derecede büyük bir hayranlık duymak,
2- Kendimi kadınla düşündüğüm zaman bu düşünceyi beynimden tamamen atmaya çalışmak.
Ve bir de ödev vermişti Hüseyin Bey: Kadınlarla ilgili fantaziler kur. Ama oyunu kuran taraf o olsun. Sen mükemmel erkek ol ve isteyen o olsun. Bunu düşünmek sana günah değildir. Normal bir erkek için bu vebal olabilir belki ama senin durumundaki bir erkeğin bunu yapması lazım." .. Düşündüm ve hak verdim.
Ve memlekete döndüm. Tavsiyesini uygulamaya çalıştım. Daha önce kitleyip anahtarını denize fırlattığım 'kadınla ilişki kapısı'nı kırmak ve içeri girmek için çok uğraştım. Öyle sıkı kapatmışım ki o kapıyı; hakikaten çok uğraştım. Defalarca denedim, en sonunda biraz olsun girmeyi başardım. Senelerdir zihnime kazınan hatalı şartlanmayı bir anda aşmak mümkün değildi tabii.. Ama o kapıdan girebilmek bile büyük başarıydı. Bundan sonuç ummuyordum işin açığı ama faydasını görmeye başladım. Kadınlara artık alıcı gözle bakmaya başladım. Erkeğe eğilim %60, kadına eğilim %40 gibi bir denge oluştu.
İstanbul'a gittiğimi sınıftaki yakın arkadaşım Serkan'a (kardeşim olarak gördüğüm. Çünkü daha önce de söylemiştim: öbür türlü baktığım erkeklerden kendi iyiliğim için uzak durdum) anlattım.
-Aa keşke söyleseydin de beraber gitseydik ya.
-Ya ne bileyim bir anda kafama esti, bileti de anında aldım..
-Ben de gitmek istiyordum ne zamandır. Beraber gidelim bi daha.
-Ta.. tamam..
İstanbul'a tekrar gitmeyi düşünüyordum ama Serkan hesapta yoktu. Olmaması gerekiyordu aslında. Terapiye gidecektim çünkü ve o 2 saat Serkan'ı nasıl idare edeceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Ama bir yandan da İstanbul'a gitmişken en yakın arkadaşımla gezmek fikri güzeldi. Nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum ama 'o zamana daha var, düşünürüm bir şeyler' dedim kendi kendime. Planlamalar yaparak biraz zaman geçirdik ve üç hafta sonraya iki günlük bilet aldık. Benim ailemden kimse bilmiyordu gideceğimi. O akşam bir arkadaşımda kalacağımı söylemiştim onlara. Serkan'ın ailesi ikimizin gideceğini biliyordu. Onların evi okulun yakınında ve yol üzerinde olduğu için çok sık uğrarım. Beni tanırlar ve çok severler. Serkan biraz serseri ruhludur. Ben ona göre daha ağır ve uslu dururum. Bilirsiniz büyüklerimiz için uslu çocuklar makbuldür. Oysa o uslu çocukların içinde ne fırtınalar kopuyor bir bilseler keşke.. Keşke ben bu şekilde uysal ve ciddi olmasam...
Gitmeden dört gün önce bir başka arkadaşım Hamit çok acil paraya sıkışmıştı. Ve benden para istedi. Ben de elimde 200 lira olduğunu ama İstanbul için lazım olacağını söyledim. O da benim Hatay'dan ayrılış tarihimden bir gün önce eline kesinlikle para geçeceğini ve vereceğini söyledi. En kötü ihtimali düşündüm:
-"O gün görüşemeyiz belki. Olmazsa ben sana banka hesap numaramı vereyim, ona en geç İstanbul'a vardığım gün, gün içinde yatırırsın."
-"Tamam kardeşim gözün arkada kalmasın. Mutlaka yatırırım."
Sözüne güveniyordum ama emin olmak için tekrar sordum:
-"Bak kesin yatırırsın değil mi?"
-"Tabi tabi. Sen işin o tarafını düşünme."
Hüseyin Bey ile de görüşüp ikinci gün saat 09.00'a randevu aldım. Kafamda Serkan'a anlatacağım bahane ile ilgili hiç bir fikir yoktu. Randevuyu erken saate almamın nedeni, belki o "uyurken gider gelirim." düşüncesiydi. Kalacak yer ayarlamamıştık ama pansiyonda kalmayı planlıyorduk.

1007
Hüseyin KAÇIN / YİTİK SEN
« : 18 Nisan 2012, 01:58:53 öö »
YİTİK SEN

                                                   gaybın anahtarı şairlerin elindedir

mümin gibi bakar gibi bakan bakışlarla kavgam
bencil kalelerinin burçlarında anıtlaşan
kurallarla sınırları aşamayan
bir de sonsuzluklara erişemeyen
bildik bakışlara sövgüm
ben peygamber değilim

anlayacaksın yalanın ne olduğunu
kendine
ağlayacaksın bilmediklerine
yanacaksın

arayacaksın

yandıkça belki kurtulacaksın
yeniden doğacaksın
öğretilecek herşey
bir de bakacaksın
o sen eski sen değilsin

19.07.1998
14:50 



bilirsin var ken damarlarına
kancalandığını sıkıntıların
ya yok sa bilirsin yok tur
yüreğine serpilen mutluluk tur

bilirsin de çıkarsın meydanlara
savaş atları üzerinde beyaz kefenliler
kutlu bir ses

eşini seven geri dönsün
bacak aralarında sürtünsün
şehvet salyaların da boğulsun

kızgın çöl kumları yürek yakar
savaş atları beyaz kefenlerin
dağların da ötesinde
                                      zafer




 

1008
SEVGİNİN ESİRİ OLAN HÜR İNSANA DAİR...

Kendini kurtarmaya muhtaç olduğu halde kurtarıcılık iddiasında değilim.Sadece birlikte ve beraberce seni sorgulamaya (eksiklik veya üstünlük açısından)tabi tutmadan kurtuluşa doğru yürümeye çağırıyorum.Bu çağrıyı yapmak sana olan borcum vazifemdir.Emr-i bil maruf neyh-i anil münker...iyiliği emir kötülüğü men...
Kurtuluşa doğru;Ona doğru yaklaştığım iddiasında da bulunmuyorum.uzaklarda bir yerlerde O'nun sevgisinin uzaklarında bulunduğumu biliyorum.Uzaklarda da olsa onun sevgisine yaklaşmak istiyorum.Evet can dostum...
deliliğim bundan ibarettir.kibirlenmek veya gururlanmak heveslerindan uzak olmak istiyorum.Mazinin aydınlıklarında Onun sevgisine sevdalananların sevdalarını reişmek ne mümkün...artık insanlar ellerinde bir asa ile derviş olup,bir ömür çile ile yoldaş olup,O'nun sevgisine erişmek sevdasına müptela değiller ki Velev ki böyle bir sevda ile yoldaş olanlara delilkten başka bir yafta dilde mevcut değil artık...ibrahim ethem delinin delisi olsa gerek günümüz idrak ve anlayışına göre ki günümüzde delimeden O'nun sevgisi ile sevdalanmak bir hayal gibi...Bizi sarıp sarmalayan,kuşatan,herşey onun sevhisine yürümemize engel olan ayaklarımıza takılmış prangalar gibi...yürümüyor dostum yürümüyor.Durduğumuz yerde duruyoruz ancak,kendi kendimizi kandırarak ,yalan söylüyoruz,kendimize.O'na götürmeyen akıl neki...onu dem dem düşünmeyen akıl bir kaldırım yosması değildir de nedir ki?Dostum!O'nun sevgisi bir yanda biz bir yanda...
insanlığın gerçek yolu kurtuluş ve saadet yolu Resul'eduyulan sevginin akımı ile O'na ulaşan güzellikler ve dirilikler selamı olan sevgi ile süslenmektir.Bu sevgiye ulaşmak için sevgi kırıntılarınızı dahi israf etmeyiniz.Zira bilirsiniz ki israf haramdır.Sevginiz kutsaldır.Sevmek sevmekle başlarda son sevgi /O'nun sevgisi )ile noktalanırsa sevmek,sevmek olabilir.bu son noktalanmaya erişemeyen sevgiler gerçeğin negatif yansıması olan bir oyundur.
suçluluk psikolojisini üzerinden atamamış insanların oluşturduğu bir toplumda insan ilişkileri yapaylıktan sahtelikten öteye geçememektedir.bu sahtelik,insanı birey olarak özgürleştirici atılımlardan uzaklaştırmaktadır.sahteliğin kuşatması altında insan,sevecenliği yakın ilişki ve beraberliklerin getirdiği duygusal anlatımlardan uzak donuk vetutuk bir hayatın mahkumudur.Bu tarz bir hayatı yaşayanlar,varoluş bunalımlarını, anlaşmazlıklarını gizlemek için sahteliklerin,yapaylıkların müdavimdirler.Hayatına bir anlam verememiş kendisi ile yüzleşmekten korkan insanlar,farkında olmadıkları bir suçluluğun eseri olarak sahteliklerin,yapaylıkların esiri olmaktadırlar.
insan,bir çaresizliği,bir kaygıyı yaşamaya mahkumsa da bir ömür bu kaygıyı sırtlamak mecburiyetinde değildir.Bu mecburiyette olmama yolu insanın bir başka insanla bütünleşme gereksinimini gidermektir.Çocuğun annesi ile sevgi ilişkisi kurarak bütünleşmesi,kaygıdan kurtulma (doğum sonrası yaşanan kaygı )yolunda atılan ilk temel atılımdır.İnsan daima bir başkasına gereksinim duymaktadır.Yalnızlığında bile bir başkasının varlığını gözlemlemek mümkündür.İnsanın yalnızlığı tercih sebebi de yaşamda karşılaştığı bir başkalarıdır.insan başlarken yalnız değildir,ilk sevgi nesnesi olan annesi ile başlamıştır.İlk önce annesini algılamış ve duyumsamıştır.Hayata yalnızlıkla başlamayan insanın ilerleyen dönemlerde yalnızlığa yönelmesinde bile bir başkaları etkin rol oynamaktadır.İnsan bir başkaları ile kaçınılmmaz olarak bütünleşmektedir.Bu bütünleşme "sevgi "ile gerçekleşirse dar veya geniş bir yaratıcılık vasfı kazanmasına sebep olmaktadır.bir başkası ile sevgi ile bütünleşen insan bu sevginin doğal bir sonucu olarak kendi kendisiyle yüzleşmek durumundadır.Bir başkasına
aktardığı sevgi ile "verme"ve"alma"ların sorgulamasını yaparken kendisi ile tanışarak konuşma olanağı bulmuş olacaktır.Kendi kendisini sorgulayarak kendisinin farkına vararak kendisindeki gizli güçlerin potansiyelini dinamikleştirecektir ki bu yaratıcılıklara sebep olacaktır.Yaratıcı insan kendisini sorgulayan,kendisini ve bir başkasını sevebilen fakat nevrotik bir başlangıçla, kaygılı,endişeli fakat ümitli olduğu için bir yanıyla ait olduğu kültürün sağlıklı bir bireyi aynı zamanda evrensel boyutlu bir yapıya da sahiptir.
İnsanın sevgi arayışları,şahsiyetini bulmasında olmazsa olmazbir gerekliliktir.sevgiye yönelmeyen insan kaybetmeyi,eksik kalmayı seçmiş insandır.İlk önce annesine sevgi ile yönelen insan yaşamının diğer yıllarında da başkalarına sevgi ile yönelişlerini sürdürmektedir.Bu sevgi yönelişleri insan şahsiyetinin bütünleşmesinde en etkin sebeptir.
sevgi yönelişlerinin soyutlaşması insanı etkinliği ve üstünlüğü sonsuz olan yaratıcı yaratan düşüncesini yöneltmektedir.Sevgi yönelişlerini sürekli canlı tutan insanın anne,baba,kardeş,eş çocuk,dost ve diğer insanlara olan sevgi sürekliliği son noktasını üstün ,kusursuz ve eksiksiz olan yaratıcı yaratan düşüncesinde sabit tutacaktır.Yaratıcının varlığına inanmak insanın şahsiyetinin bütünleşmesinin son noktasıdır.Sevgi yönelişlerinin sonucudur.Sevgi ilişkileri insana kişilik kazanarak olumlu faaliyetlerde bulunarak bilincinin bilincinde olarak varolmasına olanak sağlamaktadır.Varolan insan sevebilen ve böylece hayat yön vererek çevresini ve ilişkilerini seçerek yaratan insandır.Sevmek varolmanın kapısını aralamaktır.Var olan insan sonsuzluğu idrak ederek sonsuzluğun bilincinde ve sondan sonsuzluğa erişebilmenin ümidini kişiliği ile bütünleştirerek yaşayabilen insandır.
sevginim esiri olan hür insan hayattan geniş anlamıyla varolabilen insandır.
                                                 13.10.1997   01:50  VAN
VAROLUŞ BUNALIMININ TERAPİSİNDE SEVGİNİ

                         ROLÜNE DAİR
Bir anlamsızlık sarıp sarmalamışsa ruhumu,çırpınışlarım ne anlam ifade edebilir ki?Sevginin bataklığında bulunan bir insan olarak ben,yalnızlığıma nasıl bir gözle bakmalıyım?bilememezlik ne büyük bir çile ruhumu alevlendiren sevginin kaynağına dair bilinmezlik.bu sevgi, ruhumdaki karanlıklara bir mum ışığı kadar da olsa bir aydınlık açarak kendimi,asıl olan kendimi karanlık olarak da olsa görmeme sebep olmuştur.
Ruh doğumla birlikte siyahı seçmiştirve ruh daima karanlıktır.ruhun derinlikler mağarası olduğu düşünülebilir.Sevgi(herhangi bir sevgi)ise bu mağarada parlayan bir kıvılcımdır.Karanlığı sarsan bir aydınlıktır.Sevgi,insan doğasındaki volkanik yanardağların (şahsiyet yapılanmalarının)faaliyete geçmesi ve bir deprem anının cereyan ederek insanın sarsılmasıdır.Sarsılan insanda,şahsiyet şahsiyet yanılmaları bir takım kişilik değimeleri oluşması mümkündür.Sevgi insan şahsiyetinin bir sarsıntıya maaruz kalmasının diğer adıdır.Fakat her ruhun sevginin sarsıntısına tahammül etmesi mümkün değildir.Ruhun genişliği diye ifade edebileceğimiz akli melekelerinin yitirmeye olan direnç,iradenin kuvveti,sabır kabiliyetinin mevcudiyeti başarının habercisidir.Ruh çile ile tomurcuklanarak,alevler içinde eriyerek yeni bir ruh olma vasfını kazanacaktır.İnsanın bedensel etkinlikleri kelimelerle ifade edilip,kollektif bir anlatıma  müsait olmakla birlikte insanın ruhsal etkinlikleri bazı noktalarda kelimelerle ifade edilemeyip ancak his duygu zemininde idrak edilebilecek ve bireysel bir anlamı olan metafizik zenginlikler bütünüdür.
Ruh,bir yönüyle karanlığa müptela bir yönüyle de sevgi ile birlikte aydınlığın çilesine tahammül edebilecek tanrısal bir varlıktır.İnsanın ruhunu kesin olarak anlamlandıramaması bu tanrısalıkla bağlantılı olsa gerek.Varlıklar içinde en anlamlı ve incelenmeye en değer karanlık bir ülkedir,ruh...
Düşünce bu karanlık ülkede yol alan bir seyehattir.Evet dostlar:seyyah olmayı göze alabilen beri gelsin.El ele verelim ki bir yerimiz yurdumuz olsun.Cenetten sürgün edilen insanın varoluş bunalımı yurtsuzluk.Ülkesizlik duygusu ile bağlantılı olsa gerek.karanlık bir ülkenin karanlık bir insanı olmaktansa aydınlık bir ülkenin aydınlık insanı olmak için çileye sabredebilmek en insani bir etkinliktir.sevmek entemel vazifemizdir.Fakat bu sevgi sevilene tapınma,sevileni tanrılaştırma değil,kendi kendimizle yüzleşerek kendimizi tanıma ve kendimizi en gerçekçi anlamla anlamlandırmamıza olmalıdır.
Adem Havva'yı sevmeseydi o büyük günah işlenir miydi ve o sevgi olmasaydı bu dünya ve bu dünyada yaşananlar yaşanır mıydı?Evet dostlar;karanlıkların içinde kıvılcımların aydınlattığın bir ülkede  (ruh)yol almaya cesaretiniz bulunuyorsa size ancak ve ancak sevmeyi tavsiye edebiliyorum.ötesini asla söyleyemiyorum.siz sevmeyi deneyin ve ötesinden korkmayın.mağaralarda ışıktan korkan yarasa olmaktansa mavi semalarda uçan bir şahin olmayı deneyin ve sevin.Neyi ve kimi olduğu önemli değil birisini sevin.sevginin günahlarından belki bir gün sevaplar çiçeklenir.sevmek yine de sevmek olsun
En kutsal çile insana tapınma  mak,  insanı tanrılaştırmamak için kendine tapınmamak kendini tanrılaştırmamak için ve gerçek tanrıya kavuşmak için sevgi en güzel yol.Hz.İbrahim'e selam olsun.Hz Muhammed'e sonsuz övgüler olsun.
Kutlu yol... Kutlu çile... sevgi......

                                              25 09 1997 11:35  VAN
DOSTA DOSTLUĞA DAİR SUNULAN
GECE BİLDİRİLERİ VE DOSTLUK
Ruhun derinliklerinde kainatı toparlayıp bir gece bildirisi sunacağım tüm insanlığa.Esenlik ve kardeşlik duygularının anlatılması bu son on yılda,deveyi bir iğne deliğinden feçirmekten daha güç bir şey olageldi.Dostluk adına söylenen letafetli sözler bir o kadar mazinin sisi pusu arasında izlerini kaybettirip, çekip gittiler işitilmezliğe doğru.dostların sadelikle süslenen muhabbetlerindeki güzellikler bir hayal ülkesinde unutulup hatırlanmaz oldu.dostlar birbirlerini sade duygularla sevip sayarlardı ve dostluklar ebedi olup,anıtlaşırlardı yüreklerde.Oysa ki son on yılın insan ilşkilerindeki,karmaşıklık bir anlamsızlıkla birlikte ilişkileri basitlik,paspayelik seviyesine indirgedi.İnsanlar artık "hal"den anlamaz oldular ve bilinçötesinden gelen seslere sağırlaştılar.İnsan ilişkileri"ıd"düzeyinde kalıp veya "ıd"düzeyine inmiş bir vaziyette "ego"su ve "süperego"su olmayan insan ilişkileri ilkelliğin en altında seyrederek seviyesizlik,insani faaliyetlerin her alanında egemenliğini sürdürmektedir.İnsan,biyolojisinin (bedeninin)ihtiyaçlarını tatmin edebildiği ölçüde psikolojisinin (ruhunun)ihtiyacı olan "ilişki"leri bir ömür
boyu sağlıklı bir şekilde tatmin edemediği içindir ki insan psikolojisi (ruhu)gölleşerek kısırlaşmaktadır.Kısırlaşmış ve çölleşmiş insanda "insanlık değerleri"ne anlam ifade edebilir ki?içgüdülerinin mahkumu bir insan "insanlık adına"ne gibi güzellikler keşfedip sunabilir.İnsanlığa,içgüdülerinin mahkumu olan insan olsa olsa insan müsveddesi olabilirki müsveddenin yeri çöp sepeti ile birikte çöplükten başka bir yer olamaz.
Elimde bir mum ışığı ile karanlıklarda dostlarımı bulup,bir gece bildirisi sunmalıyım dostlarıma.Geleceğin ufkunda cebrail isimli bir melek bir peygambere vahiyler sunmayacaksa artık ruhumun derinliklerinde gizli olan mazinin peygamberlerinin izlerini süzmeliyim hükümete doğru.Ruhumda bir dağ bir mağara bulunur elbet.Fakat insan ruhunun derinliklerindeki karanlıklarında tek başına kaybolup korkuya sığınabileceği için bir dost eline ihtiyaç duymaktayım.Sadece bir dost.Yürek yakan sıcaklığı ile sade muhabbeti ile birlikte ruh dünyasını keşfe yol alacağım bir dost.Halden anlayan iki insan metafizik sancılarla geleceğin ufkunda hakikat sırlarını doğrucaklardır ruhlarında.birlikte ve beraberce .Dost ilahi bir yolda karanlığın korkusundan korkmayarak karanlığı parçalayarak bir dolunay aydınlığından bir güneş aydınlığına erişeceklerdir.gerisi sırların sırrı olsa gerekbundan ötesine yalan temas edebileceğinden susmak ne güzeldir.sükunet...susmak...İki dost daima halden anlarlar ve sukunetlerinde isyanları haykırırlar         
işitebilenlere.Bilinçötesine sağırlaşmamış insanlara muştular olsun.İki dost...sadece iki dost...sade bir sevgiden ilahi bir sevgiye...ki sağır insanlar ötelerin seslerini duyamayacakları içindir ki iki dostu anlayamazlar ve iftiraları ile lekelenmekten başka birşey gelmez ellerinden...dillerinde iftiralar eksik olmaz...Mevlana ve Şems-i Tebrizi'nin muhabbetlerine atılan iftiralar silinmiştir.

1009
Hüseyin KAÇIN / SÜKUT DİLEKÇESİ
« : 18 Nisan 2012, 01:56:03 öö »
SÜKUT DİLEKÇESİ

Kentin mirasını üstlenmeyen yürekler bilirim
bakire kızların iki tel saçına sürtünerek
kendini kaybeden benlikler  bilirim
bir de bizden önceki yüreklere
sarmaşık salan sıkıntılara
sarılmadıkça girilmeyecek diyarlar bilirim
çocukların oyunlarında uçuşan
sabun köpükleri kadar ömürlü
bir hayatın ötesini bilirim
bilirim de herkes bilir
bir de tanrı bilir
tanrıyı kim bilir
vesikalık bakışların berisinde
hayallerin salıncağında
ağlayan yürekler bilirim

sahneler açıldı
kapı çalındı
sözler
bir mum gibi eridi

her şeyde anlam yitikliği
en yitiren söz
her şeyde denge sarsılmışlığı
en sarsılmayan sükut

tanrım kusuruma bakma
affını esirgeme
ben tanrı olamazdım
bilirim sabredemezdim
tanrım sen yarattın
yarattıklarının yaratmaya kalkışmaları
bilirim sabredemezdim
tanrım af dilekçem
itiraf ediyorum
cidden çok zalim çok cahilim

24 07 1998
 06:30

1010
Hüseyin KAÇIN / TANRI İLE MONOLOGLAR
« : 18 Nisan 2012, 01:54:17 öö »
TANRI İLE MONOLOGLAR

Ülkenin en şöhretli caddesinde yürürken ancak parası olanların içeri girip, damak zevklerine yeni lezzetler katacakları bir restaurantın camına yaslanarak "açım.. açım.. " diyerek sürekli aynı ifadeyi dile getiren, üstünde yırtık, pırtık, kirden daha da kirli bir elbise bulunan genci, gecenin o vaktinde kim anlamak ister? Empatinin faziletleriden ahkam kesen psikologlar, pedagoglar, psikiyatrlar, sosyal hizmet uzmanları, toplum bilimciler gecenin o vaktinde böylesi bir olgu ile iletişimde bulunma yürekliliğine girişimde bulunabilirler mi? Eğer ki böyle bir yüreklilikleri yoksa yukarıda anılan zevatlar bir anlamda değil mutlak anlamda nemrutluk sanatını icra etmektedirler. Bir de BEN...

Ülkenin en şöhretli ceddesinde gecenin karanlığının ışıklandırılmışlığında yürürken gözüme çarpan görünüm: pala bıyıklı bir adam, seslerine sınır koymayıp gülerek yürüyen arkadaş grupları, eşcinseller, polis otosunda avını bekleyen avcı benzerindeki polisler, hırsızlar, homoseksüeller, namuslu olması muhtemel bir kaç adam, birbirine sarılarak yürüyen iki genç kız, o civarda oturan çocuklar, travestiler, lezbiyenler bir de orada bulunmayan dedeler, teyzeler, babalar, çocuklar, anneler, kız kardeşler.

1011
Hüseyin KAÇIN / YUSUF
« : 18 Nisan 2012, 01:52:03 öö »

ellerimde kaybolan esir gözlerinden
sordum seni
ateşle sevişen yüreğine ağladım
toprakla doğdum toprakla büyüdüm
engin sularından arınıp
savruk rüzgarlarından hür
belki gün doğmadan haberi gelir
toprakla ölürüm

karalara bürünmüş sevaplarında
kaybolan ellerin yüreğin gözlerin
bir sürüngen yuvası
kutsal topraklar vadetmediğim yüreğinden
kovuluşuma ağlarım

yüreğimden akan kan kan
kalan son bir kandır
korkularına teslim olmadım

ayrılık yakar yakar yakar da
ellerimde yeşeren bir yürek
yerde değil göklerde ağlar

22 08 1998&19:53
istanbul

1012
GÖZYAŞLARINA BiR GÜL SUNDUM
YEŞERSiN DiYE
GÖZLERİNİN ÇÖLÜNDE
 GÜLÜM KURUDU
- kayıp gitmemen için-


Gökyüzünden kopup gelen bir yıldız
kayıp gidiyor avuçlarımdan
hüzün değil bu belki de
bildik yıldızlar tükenip eriyor
bir mum gibi ya yeni yıldızlar
kayıp giden bir hayat
gecemin karanlıklarını aydınlatmayan
yıldızlar yıldızım sen
kök salmıyorsun artık avuçlarımda
ağlamak gelmiyor içimden
buruk bir hüzündür yasadığım o kadar
belki de geceme şafak söküyor ondandır

                                                       
kayıp kayıp giden hep sen oluyorsun
fakat avuçlarımda hep bir ıslaklık
yeşertecek bir sevda arıyor
seni arıyor sen yoksun
gökyüzünden kopup gelen bir yıldız
kayıp gidiyor avuçlarımdan
güneşe koşarken kayıp giden
yıldızlar yıldızım sen
nerdesin
14 04 1998 istanbul /AKSARAY 23 55

1013
Hüseyin KAÇIN / BABA ve ÇOCUK
« : 18 Nisan 2012, 01:49:50 öö »
Bir babanın örümcek ağını
çözüyor olması gibi
senin hayallerinde
kumdan kaleler yapıyorum
çocuk masumiyetine bürünüyorsun
melekleri aşarak göğe arınarak
                                  gidiyorsun
ellerinden yakalamak istiyorum
yüreğin engel oluyor
ben seni sarmak istiyorum rüyalarıma
sen kaçıp gidiyorsun hayallerine
hep çocuk oluyorsun gömleğinde
çocuklar kaçıp giderken oyun aralarında
yakalanmak al yazılarıdır alınyazılarında
bırakıp gidiyorum ellerini ardıma bakarak
gözlerinde bir baba oluyorum
kumdan kaleler yıkılıyor  hayallerinde
hep ağlıyorsun belki de
bir baba bir de çocuk
bilirsin sevgi kutsal
ben sen oluyorum gözlerinde hayallerinde
yüreğimde sen açıyorsun
bahar meltemi esiyor bedenimin her yerinde
sen hep bir çocuk olup gidiyorsun
bana ağlamak kalıyor
sen de ağlıyorsun belki
gözyaşlarında bense gülüşlerimde gözyaşlarımla
seni yeşertiyorum
senin elinden benim  yüreğimden
hep bir gülümseme
kayıp gidiyor hayat
hayaller rüyalar hep bir son oluyor
ölüm çizgisinde
bir darağacında senin bedeninde asılan
ben oluyorum
babanın avuçlarına yüreğiyle sığınan
bir çocuk gibi seviyorsun beni
bense seni sen olarak sevmek istiyorum
kumdan kaleler yıkılıyor
senin hayallerinde
bir baba ölüyor gözlerinde
senin hayallerinin manastırında
bir çocuk doğuyor yüreğinde
hayaller rüyalar hep bir son oluyor
ölüm çizgisinde
yürek yüreğe tutuşan iki çocuk gidiyor
melekler ülkesine
bir babanın örümcek ağını
çözüyor olması gibi
bir sen çıkıyorsun bir de ben
hayallerden rüyalardan
senin gözlerinde ben
benimse yüreğimde sen açıyorsun

                           yürek yüreğe tutuşan iki dervişin sevgisinde
                          mürşidimi arıyorum belki de
                          bir peygamber gülümsemesini konuk ediyorum
bir babanın örümcek ağını
çözüyor olması gibi
seninle aydınlanıyorum
26.04.1998
aksaray
12 00
22 00

1014
Hüseyin KAÇIN / GÖZLERİNE SÜRGÜN
« : 18 Nisan 2012, 01:48:00 öö »
GÖZLERİNE   SÜRGÜN


kalbimde yeşeren ilk gonca  adına


Bir bahar meltemi gibi senin gözlerin
yüreğimde bir dağ lalesi gibi
narin ve gizli
sana ait
esintiler taşıyorum


Doğduğum gün gözlerine
sürüldüğüm gündür
denizin mavisine
İstanbul'un serin sularına
baktığında ara sıra
bana ait bir esintiye
gülümseyen bir bakışını
esirgeme gözlerinden

Doğduğum gün
kalbimde yeşeren goncanın
gözlerine sürüldüğüm gündür

13 04 l998 İSTANBUL /AKSARAY

1015
ÖLÜM BANA GÖRE DEĞİLDİ
          MELEKLERİN KADEHİNDEN
          KIYAMETİ İÇTİM

                                        -özü ak pınar olan
                                         hocam
                                         yılmaz özakpınar’a-


karpuz kokularına sığındım
hayatı anlamadan
çekirge sürüleri tarlalarda
tarumar olan yalçın kayalıklar
ben anlamadım gebe kadınların
hayat sancılarını
döl yataklarında şehveti gizler mi
güzel kokulu kadınlar
yanılmadım sevgilim demedim
ağlamadım saçlarının sarılığına
bildim kadınların yapışkan sevişmelerini
çocukların doğarken neden ağladıklarını
kadınlar kadınlar kinimi gizlemedim
erkeklerin gözlerini sevdim
gözlerinden öptüm
dudaklarından öpülen kadınlardan
daha da kutsal erkek gözlerinde
allah’a sığındım bildim dostlar
erkekler ağlayınca allah’ın ağladığını
karların neden beyaz yağdığını
ben allah’ı beyaz bildim mavinin isyanı
aldanmışlığın kırmızısı
kararmışlığın karası
gözyaşlarının rengini sordum havuzlara
birbirine sarılan yüreklere
konya’nın havası yağmuru
bir de ben ağladım
babalar yiğit olur bir de ali

II

karardı güneş soldu ay ağladı yıldızlar
akşam sabah olmadan sabah akşam
kadın şehvetini aldı adamdan
bir erkek bir erkeğe sarıldı
ağlamadan

kırlar dağlar dünyadan bakanlar
allah’a sarılmadan
ben erkek çocuklarını sevdim
kızlar su içsin çeşme başlarından
bak gelecek gelecek olan
bir erkek olarak gelecek
kimse bilmeyecek
benden söylemesi dünya ölmeden önce
en soylu en son erkek ayak izlerini silerek
ölecek
bak bir de mezardan
ezgisi gelen ellerden
bir erkek bir de kıyamet gelecek

ARA SAHNE
                              TURUSAN

yıldızına barışık ayını karatmış
sönmüş özündeki lambalar
belkıs gibi değildi sözü
fahişe marianın ellerine tutunmuş
erkekler uyurdu erkenden
rüyalarında kayıp altınlara ağlardı
bilmezdi yağmurlar yıldızlara yağardı
elleri nasır bağlar arada bir
sakladığı kirli kağıtları sayar
yıldız yıldız yıldızlarla tutunamazdı göğe
oğullar gerçek olmayan yakutlar
yakub’u olmayan yusuf
gömleğinde kuyusunda mezarında
kokuşmuş bir iskelet gizler
erkenden görülen rüyalarda
iblis raksı
sarıldı yusuf bak iblis oldu yıldız
ay sönecek yusuf ağlayacak
altınlar yakutlar kararacak
melekler göğe yükselecek
allah senin için ağlamayacak
başına gelecek ellerinde gizlenecek

1016
Psikoloji / DEĞİŞİMİ BAŞARMAK / ( TERAPİ ve İYİLEŞMEK )
« : 08 Nisan 2012, 11:13:36 ös »
Merhaba arkadaşlar , sizlere öncelikle ayrıntılı hayat hikayemi anlatmayı istiyorum . Ben iki çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya gözlerimi açtım .  Annem beni dünyaya getirmeden evvel 5 yıl boyunca çocuk sahibi olamamış , bu yüzden annem ilk çocuk olmamdan kaynaklı üzerime çok fazla düşerdi , benim kendimi ifade etmeme ve kendimi gerçekleştirmem önünde hep bir engel olarak çıkmıştır , annemden küçükken sevsemde çok korkardım , yaptığım yaramazlıklarda yediğim dayaklar ve bu dayakların dozu bende çocuk yaşlarda büyük bir içe kapanmaya, korkaklığa ve duygusallığa itti beni . 5-6 yaşlarımda genelde erkek çocuklarla erkeksi oyunlar oynama yerine kızlarla oynamayı tercih ederdim . Annemden bu yüzden de ''ne biçim erkeksin'' baabında dayaklar yediğimi halen unutmuşta değilim . İlkokul yıllarımda da bu özgüvensizliğin ve sinikliğin etkisiyle kendimi gerçek anlamda hiçbir zaman bir birey olarak hissedemedim , hemcinslerimle aramda uçurum vardı , tabiri caize ayrı dünyalarda yaşıyorduk onlarla , onlar gibi sevinmiyor , onlar gibi bağıramıyor, onlar gibi oyunlara katılamıyor yaramazlık yapamıyordum , bendeki içe kapanıklık ve duygusallık ilkokul öğretmenlerimden tutunda herkesin dikkatini çekmesine ve bu yönde aileme binbir uyarı gelmesine rağmen onlar hiçbir zaman benimle bu anlamda ilgilenmeyi tercih etmediler . Çocukluk yaşlarında daha narin ve beceriksiz olmakla beraber kadın ilkokul öğretmenimden de çok fazla , gururumu zedeleyici şekilde , insanların önünde dayaklar yedim . Yine bu yaşlarda ilk ''cinsel tecrübemi'' yaşadım , komşumuzun benden büyük oğlu bana erkeklerin o işi nasıl yaptığını göstermişti , benden penisimi açmamı istemişti ve penislerimizi birbirine sürtmüştük , ben tabi çocukluğun verdiği saflıkla ve temizlikle bunu bir oyun olarak algıladım , fakat bu durumdan şüphelenen anneme durumu çocuk saflığımla açınca annemin bunu yapan komşumuzun oğlunun annesine durumu söylemesiyle bu çocuğun hem kendi annesinden hemde babasından bir ton dayak yediğini duydum , bana yapılan şeyin boyutunu o yaşımda tam olarak sezemesemde , kötü birşeyler olduğunu ve bunun güzel bir oyun olmadığını yüreğimin derinliklerinde hissetmiştim .
 
Ortaokul yıllarımda benim için bana takılan lakaplar ve insanların beni kız gibi bir çocuk olarak algılamasını ve nasıl dalga geçtiğini halen unutmuş değilim , bu benim yüreğimin derinliklerinde büyük bir yara olarak kaldı , keza yine eniştemin ve teyzelerimin bana çocuk yaşta dalga geçmeleri ve biçare olan bir çocuğa yaptıkları yakıştırmalar halen aklımdadır ve bunları da bu yaşıma kadar unutabilmiş değilim . Ben tüm bunların etkisiyle iyice toplum içine çıkamayan , tamamen özgüvenini ve kişiliğini yitirmiş ,mutsuz bir çocuk oldum çıktım . 11 yaşlarında babamın kalp krizi geçirmesi bu işin tuzu biberi oldu . Babamla aramızda olan mesafe daha da büyüdü . Aramızda hiçbir zaman tam anlamıyla yerine oturmamış baba-oğul ilişkisi daha büyük yaralar aldı , babam bu kalp krizinin ardından 4 sene sonra yani ben 15 yaşlarındayken vefat etti . 11-15 yaşları arasında babamı ayda bir , bazen de birkaç ayda bir gördüm . Ergenlik dönemimde yani bir babaya en çok ihtiyacım  olduğu dönemde artık babasızlığı da tatmıştım .. Zaten içine kapanık ve duygusal bir yapıda olmam yaşadığım acı olaylarla beraber iyice perçinleniyordu .
 
Lise yıllarında başarılı bir çocuktum , asosyaldim ve arkadaşlık ilişkilerim hiç iyi değildi , samimi olduğum insanlar herzaman sayılıydı . Bu dönemde derslerime ağırlık verdim , cinsel yönelimimin diğerleri gibi olmadığını hissediyordum ama bunun adını hiçbir zaman koymadım,koymaya cesaret edemedim hep bu yönümü geri planlara atmak istedim ama bendeki cinsel istekler kuuvetleniyordu yani benim tercihimle isteğimle oluşmamış ama peşimide bırakmayan duygular vardı . Akabinde sanal arkadaşlıklar , buluşmalar birbirini izledi ama bu birlikteliklerin hiçbirinde anal seks yoktu ( biri hariç o da aktif olarak oldu 1 yılı aşkın zaman önce ) nedense anal seksi hiç arzulamıyordum ,( utanarak yazıyorum ) hemcinslerimle sevişmek , onlara dokunmak bana yetiyordu ve bundan büyük bir keyif alıyordum ama bu yönelim yüzünden çok büyük suçluluk ve pişmanlık duygusu da peşimi bırakmıyordu ve bunun bir sonu olmadığını da gayet iyi biliyordum .. Ama her ne kadar suçluluk duygusu yaratsada kendime birtürlü engel olamıyordum . Lise yıllarımda yalnızca bir kıza karşı cinsel ilgi beslediğimi anımsıyorum fakat bu cinsel ilginin üzerine birtürlü gidip birtürlü o kızla arkadaşlık yapamadım bunun sebebi de tabiki özgüven eksikliği ve kendimi değersiz hissetmem .
 
Bu büyük buhranlar arasında ünversteyi kazandım ama depresyon ve iç sıkıntılar bir türlü peşimi bırakmadı , ayrıca çekilen filmlere ve yapılan tetkitlere rağmen boynumdaki kasılmalarda cabası ve üstüne tuz biber oluyordu , bu dert yüzünden halen muzdaribim . Bu konuyla ilgili gittiğim nörolog boyunda görülebilecek bu tür kasılmaların kişilik bozuklukları veya cinsel kimlik bozukluklarıyla ilgili olabileceğini söyleyince artık bu gerçeklerle iyiden iyiye yüzleşmiştim ve bir tedavi arayışı içerisine girmiştim . Hüseyin hocayla bu süre zarfında tanıştım ve terapilere başladım . 10 TERAPİ geçirdim kendisiyle ama düzenli terapiler değildi ve söylenenleri birtürlü yapamıyordum , acılarıma odaklanmaktan ve depresyondan hayatımda değişimi başarmaya cüret edecek güç bende kalmamıştı . Fakat Hüseyin hocanın tavsiyeleriyle kendi çabalarımla hayatımda epey toparlanma sağladım . Okuluma düzenli gitmeye başladım , hayatımı bir düzene sokmaya başladım , en büyük sorunum olan asosyallikten tam olarak kurtulamasamda kurtulma yolunda çok önemli adımlar attım . Seminerlere , panellere gitmeye başladım anladımki amaçsız yaşanmıyormuş bu dünyada ... Evet bu durumda olmak benim kendi tercihim değildi , bir takım ihmallerin sonucu bu hale gelmiştim ama önemli olan neden bu noktaya geldiğim değildi , vurduğum dip noktadan nasıl çıkacağımdı önemli olan. Hüseyin hoca bu konuda sağolsun elimden tuttu rehberlik etti , anladımki psikolog kurtarmayacak beni , o sadece bir yol gösterici bir kaptan , rotayı ben çizeceğim .. Bu gemi bilinç-bilinçaltı okyanusunda uzun bir yolculuktan sonra karaya varacak , bu yolda fırtınalarda kopacak dalgalı olduğu zaman da olacak , ama önemli olan benim değişime olan isteğim ve inancım .. Sonuç ne olur bilmiyorum ama değişim için o kadar istekli ve hevesliyimki içimde küçük masum bir çocuğun bitmez tükenmez bir enerjisi ve dinamizmi var , bu da beni depresyondan çıkarıp hayata bağlıyor ve yaşama sevincimi artırıyor , artık geriye dönüp keşkelerle , niçinlerle uğraşmıyorum ve yoluma bakmak istiyorum, bakacağım da ....  Cinsel kimlik karmaşasıyla ilgili bir kitabı okumam da ( İSTERSEN DEĞİŞİMİ BAŞARABİLİRSİN - CEM KEÇE ) benim bu sorunu aşma isteğimde , istersem değişemeyecek hiçbirşey olmadığına beni ikna etti .
 
Şu an 22 yaşında genç bir üniverste öğrencisiyim ve değişim için çok geç olmadığnı , en güzel yıllarımı eşcinsellik denen bunalımla ve yalan dünyayla heba etmek istemediğimin bilincindeyim hem henüz 30lu yaşlarda olmamaya şükrediyorum , bir yandan da keşke ergenlik döneminde keşfedebilseydim bu terapileri ve değişim yolunu diyorum ama biliyorum ki hiçbirşey için geç değil , hayatta hiçbirşey bitmiş değil CAN YÜCELİN dediği gibi ''tam zamanında'' yapmalıyız herşeyi , zamanı geçtikten sonra iş işten geçtikten sonra değil ve yol yakınken dönmek için , herşey için YENİ BİR BAŞLANGIÇ için kendinize bir şans tanıyın ve bu kısa dünyayı , en nitelikli ve insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalıyız diye düşünüyorum , benden bu kadar fırsat oldukça , bu yolda adımlar attıkça yeniden yazacağım ...

1017
Geçmiş her zaman kolayca arkada bıraakıla bilir mi? Unutulabilir mi? Acaba.Halbuki  Jül Sezar arkasında kalan  Brutus tarafından sırtından hançerlenmemiş midir?
Her birimiz dünlerimizi bir birinin üstüne koyarak bugünlerimizi inşa ettik yarınlarımızın projelerini düşlüyoruz.Ama ya dünlerimizde kırık çürük çatlak tuğlalar varsa bugünlerimizin hali nice olur.

Anlatmak istediğim aslında geçmişimde yaşadığım bir günün aradan geçen uzun yıllara rağmen benim yakamı bırakmadan aynı acıları nasıl çektirdiğini anlatmak istememdir.Son 3 yıldır ara ara yaşadığım mide krampları nöbetleri geçiriyordum.3 5 kere doktora gittim kan testleri ultrasonlar tomografilere bakıldıysada sorunun ne olduğu anlaşılamadı.Bende oldum olası hastanelerden nefret ettiğim için gitmeyi bıraktım her defasında zaten kötü bir şey olsa başka bir şikayetim ağrım sızım olurdu her defasında başlangıcıda bitişide ayrı olan mide kramp nöbetleri
   Geçenlerde bir makale okuyordum çocuklukta yaşanan cinsel istismar üzerine ve orda ilgimi çeken şey şu oldu atipik ağrılar yani belli sürede bir tekrar eden ağrılar bunlar genelde başta midede vs vs olur yazıyordu.Biraz düşündüm zihnimi zorladım ve yıllar yıllar önce yaşadığım tecavüzüm aklıma geldi. 5 6 yaşlarındaydım benden 10 11 yaş büyük olan akrabam x le evdeydik.Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama aklımdaki görüntü bana mastürbasyon yaptırdığını ve bir sıvıdan bahsediyordu gelmesi gereken.Ben olanları oyun olarak algılıyordum.Hatta ona masumca o sıvının ne olduğunu sordum bilmiyorum deyincede öğretmenlerine sorarsan yanıtlayacaklarını düşündüğümü söyledim.Ve o beklenen sıvının gelmesi için mide kaslarımı kastığım aklıma geldi.Bu görüntü çok net bir şekilde gözümün önündeydi hala aynı acı aynı yalnızlığı hissediyorum zamanla geçmemiş hiç birşey ben aslında iplerimi o günüme vermişim ve sadece onu görmeyeceğim bir yere bakıyorum ne zaman bir erkek olarak karşı cinsle birşey hissetsem sevsem o gün çıkıyor önüme ve bazen ben farkında bile olmadan beni kontrol ediyor.Neden bu şimdiki yaşadığım mide krampları 3 sene önce başladı o günden itibaren olmadı diye düşündüğümde ise o 6 yasında yaşadığım olayı 3 sene öncesine kadar ne düşündüm ne bir gün aklıma getirdim  mümkün olduğunca derine ittim 3 sene önce o yasadıklarımı tüm çıplaklığıyla hatırladıktan sonra o kramplarda başlamıştı.
Hala çok öfkeliyim,çok sinirliyim kendimi suçluyorum bunun çok saçma olduğunu benim masum kurban olduğumu biliyorum fakat yinede suçluyorum.

Ahmet Kaya-O zaman çocuktum ben
Fırtına koptu bir gece vakti
Değişti gökyüzünün rengi
Dünya durdu söndü bir anda
Yok oldu çocukluğum gözler önünde
Bir yağmur damlası düştü anlıma
Sen Hiç yalnız kaldın mı tek başına
Sığınırsın bir boşluğa
Kopartma ne olur salıncağın iplerini
O zaman çocuktum ben

iletişim:

gecmisimpesimde@hotmail.com

1018
İHL SÖZLÜK

dindar eşcinseller ve eşcinsel terapisti hüseyin kaçın 

son senelerde adını duymaya çokça alıştığımız eşcinsellik, dindar kesimede içten içe bulaşmış gibi görünüyor. dini literatürde sapıklık olarak nitelenen bu olgu, dindar ailelerin çocuklarındada çıkar oldu. dindar kesim bunu fazla önemsemese de. toplumun ahlaki değerlerini kemiren bir fare gibi içten içe ahlaksızlığı aşılayan kişiler/kavramlar/ögeler, din-dil-ırk-yaş-cinsiyet gözetmeden hedef seçiyorlar. hayatlarının bundan ibaret olduğunu düşünenlerse, hem dindarlığı hemde eşcinselliği bir arada yürütüyorlar. geçen akşam tv5'te konuk olarak eşcinsel terapisti hüseyin kaçın vardı. milletvekili aday adaylığı için transexüel kişilerin adaylıkları hakkında kendisine görüş danışılıyordu. neydi peki gerçekten işin aslı? imamlara,imamhatiplilere,yada medrese öğrencilerine kadar bulaşan bu hastalığın tam olarak adı. hüseyin kaçını araştırmanızı tavsiye ediyorum. dindar kesimde neler oldup bittiğini oradanda görebilirsiniz.ben araştırdım. sitesinde forum kısmında birçok yazı var. kuru dindarlıkla işin yürümeyeceğini, insanların içi boş bir dindarlıkla büyüdüğünü bunun sonucunda ne gibi felaketlere sürüklendiği gibi birçok yazıya rastlayabilirsiniz. bunun yanında hüseyin kaçın'ında kendisini bu yola adamış,bunun sonsuza dek süren bir illet değil, psikolojik bir hastalık yani terapilerle tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu öne sürüyor, bakılacak olursa gerçektende iyileşenler var. ilginizi çeker diye düşünüyorum...siz yinede bu okuduklarınızı kimseye söylemeyin!!!



http://www.ihlsozluk.com/nedir.php?&q=dindar%20e%C5%9Fcinseller%20ve%20e%C5%9Fcinsel%20terapisti%20h%C3%BCseyin%20ka%C3%A7%C4%B1n

1019
Medya / “Ufukta kadınların çok eşliliği sözkonusu”
« : 02 Nisan 2012, 09:12:12 ös »
“Ufukta kadınların çok eşliliği sözkonusu”

“Toplumsal değişim farklı bireyselliklerin ortaya çıkmasını zorunlu kılacak. Evlilikler ciddi bir şekilde nikâh bağından kurtulacak. Birliktelikler sözleşme ihtiyacı duymayacak. Bağlılıklar azalınca çok eşlilik anlamsız hale gelecek. Alışılması gereken erkeklerin değil, kadınların çok eşliliği… O yüzden de eşcinselliğin bir süre sonra toplum içerisinde doğal bir görünüme bürüneceğini düşünüyorum. Dindarlık ister istemez bu olguyla da yan yana gelecek.”

http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/2011/06/23-haziran-2011-yeni-aktuel-roportaj.html

1020
Sapıklık, Eşcinsellik ve Nevrotik Kişilik Örgütlenmesi

  Hem erkeklerde, hem de kadınlarda zorunlu eşcinsellik, sıklıkla nevrotik kişilik örgütlenmesinin bir parçasıdır. Daha önce belirtildiği gibi, bu tip sapıklıklarda egemen özellikler, oidipal yapılanma ve hadım edilme kaygısıdır. En tipik nesne ilişkisi, pozitif Oidipus kompleksini engelleyen ağır hadım edilme kaygısına karşı bir savunma olarak, aynı cinsten oidipal ebeveyne boyun eğme, yani negatif Oidipus kompleksidir.
  Erkeklerin eşcinsel özdeşleşmeyi, anne tarafından sevilen çocuk olarak kendi kendilikleriyle kurulur. Anneye olan özlemleri, onları anneyle yasak ilişkiden ve çözülmüş, zalim, sadist babayla rekabetten koruyan anaç erkeklerle yer değiştirilmiştir. Diğer vakalarda, bazen de aynı vakada özdeşleşme, veren anneyle kurulabilir. Bu arada hasta kendi cinsel bağımlı kendiliğini eşcinsel nesnesine yansıtır (Freud 1914).
  Kadınlarda da benzeri ilişkiler vardır. Hasta, küçük kız olarak anaç kadınlara cinsel olarak boyun eğer, böylece babayla yasak ilişkiden bilinçdışı olarak kaçınır ya da özdeşleşme, anaç ve cinsel olarak ulaşılabilir kadınlarla kurulur, bu arada uysal, bağımlı cinsel kendilik eşcinsel eşe yansıtılır. Oidipal olarak bağımlı kendiliklerini eşcinsel nesneye yansıtırken, oidipal babayla özdeşleşen eşcinsel kadınlarda genellikle daha karmaşık ve dhaa patolojik bir yapı vardır. İlişkide ‘erkek’ rolünü benimseyen ve cinsel rol kimliğinde (dış görünüş, giyim ve davranışıyla) erkeklerle özdeşleşmelerini vurgulayanlar, genellikle kişiliklerinin kadınsı yönlerini ve Oidipus öncesi ilişkide anneyle özdeşleşmelerini de önemli ölçüde reddederler. Aynı bağlamda bunlar, oidipal çatışmalarla yoğunlaşmış önemli Oidipus öncesi çatışmaların var olduğunu gösterir. Abraham’ın (1920) tanımladığı kadındaki hadım edilme kompleksinin ‘isteklerin yerine gelmesi tipi’, yazarın öne sürdüğünden daha karmaşık dinamikler gösterir. Narsisistik eşcinselde ayrıca, diğer kadınlarla ilişkilerinde yüzeyde erkek rolüyle özdeşleşme vardır (burada, erkeklere duydukları imrenmenin Oidipus öncesi kökleri ortaya çıkar).
  Literatürde sıkça belirtildiği gibi, eşcinsellik ve mazoşizm dışındaki tüm sapıklıklar erkeklerde kadınlardan daha sık görülür. Bu hem nevrotik, hem de sınır kişilik örgütlenmesi için geçerlidir. Ayrıca, kadınlarda sapıklık olarak yerleşmemiş, ancak mastürbasyon fantezilerinde ve zorunlu olmayan cinsel davranışta, oldukça özgür ifade edilen mazoşistik sapıklıklar ise erkeklerde daha sıktır. Nevrotik kişilik örgütlenmesini olan kadınlarda mazoşistik sapıklık için tipik bazı vakalar gördüm. Hastanın biri, yalnızca ilişki sırasında kolları iyice burkulduğunda ve yoğun bir acı hissettiğinde orgazma ulaşabiliyordu. Bu davranışın başlangıcını, kollarını burkarak kendisini cinsel ilişkiye zorlayan bir erkek arkadaşıyla kavgasına bağlıyordu. O sırada yoğun haz hissetmiş ve bu mazoşistik bir sapıklık şeklinde yerleşmişti.

Otto Kernberg’in Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık isimli kitabından alınmıştır.
  Hem erkeklerde, hem de kadınlarda zorunlu eşcinsellik, sıklıkla nevrotik kişilik örgütlenmesinin bir parçasıdır. Daha önce belirtildiği gibi, bu tip sapıklıklarda egemen özellikler, oidipal yapılanma ve hadım edilme kaygısıdır. En tipik nesne ilişkisi, pozitif Oidipus kompleksini engelleyen ağır hadım edilme kaygısına karşı bir savunma olarak, aynı cinsten oidipal ebeveyne boyun eğme, yani negatif Oidipus kompleksidir.
  Erkeklerin eşcinsel özdeşleşmeyi, anne tarafından sevilen çocuk olarak kendi kendilikleriyle kurulur. Anneye olan özlemleri, onları anneyle yasak ilişkiden ve çözülmüş, zalim, sadist babayla rekabetten koruyan anaç erkeklerle yer değiştirilmiştir. Diğer vakalarda, bazen de aynı vakada özdeşleşme, veren anneyle kurulabilir. Bu arada hasta kendi cinsel bağımlı kendiliğini eşcinsel nesnesine yansıtır (Freud 1914).
  Kadınlarda da benzeri ilişkiler vardır. Hasta, küçük kız olarak anaç kadınlara cinsel olarak boyun eğer, böylece babayla yasak ilişkiden bilinçdışı olarak kaçınır ya da özdeşleşme, anaç ve cinsel olarak ulaşılabilir kadınlarla kurulur, bu arada uysal, bağımlı cinsel kendilik eşcinsel eşe yansıtılır. Oidipal olarak bağımlı kendiliklerini eşcinsel nesneye yansıtırken, oidipal babayla özdeşleşen eşcinsel kadınlarda genellikle daha karmaşık ve dhaa patolojik bir yapı vardır. İlişkide ‘erkek’ rolünü benimseyen ve cinsel rol kimliğinde (dış görünüş, giyim ve davranışıyla) erkeklerle özdeşleşmelerini vurgulayanlar, genellikle kişiliklerinin kadınsı yönlerini ve Oidipus öncesi ilişkide anneyle özdeşleşmelerini de önemli ölçüde reddederler. Aynı bağlamda bunlar, oidipal çatışmalarla yoğunlaşmış önemli Oidipus öncesi çatışmaların var olduğunu gösterir. Abraham’ın (1920) tanımladığı kadındaki hadım edilme kompleksinin ‘isteklerin yerine gelmesi tipi’, yazarın öne sürdüğünden daha karmaşık dinamikler gösterir. Narsisistik eşcinselde ayrıca, diğer kadınlarla ilişkilerinde yüzeyde erkek rolüyle özdeşleşme vardır (burada, erkeklere duydukları imrenmenin Oidipus öncesi kökleri ortaya çıkar).
  Literatürde sıkça belirtildiği gibi, eşcinsellik ve mazoşizm dışındaki tüm sapıklıklar erkeklerde kadınlardan daha sık görülür. Bu hem nevrotik, hem de sınır kişilik örgütlenmesi için geçerlidir. Ayrıca, kadınlarda sapıklık olarak yerleşmemiş, ancak mastürbasyon fantezilerinde ve zorunlu olmayan cinsel davranışta, oldukça özgür ifade edilen mazoşistik sapıklıklar ise erkeklerde daha sıktır. Nevrotik kişilik örgütlenmesini olan kadınlarda mazoşistik sapıklık için tipik bazı vakalar gördüm. Hastanın biri, yalnızca ilişki sırasında kolları iyice burkulduğunda ve yoğun bir acı hissettiğinde orgazma ulaşabiliyordu. Bu davranışın başlangıcını, kollarını burkarak kendisini cinsel ilişkiye zorlayan bir erkek arkadaşıyla kavgasına bağlıyordu. O sırada yoğun haz hissetmiş ve bu mazoşistik bir sapıklık şeklinde yerleşmişti.

Otto Kernberg’in Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık isimli kitabından alınmıştır.

Sayfa: 1 ... 66 67 [68] 69 70 ... 89