Eşcinsel Terapi Forum - Psikolog www.huseyinkacin.com

Eşcinsellik => Eşcinsellik - Hayatlardan parçalar, hayata mektuplar (ziyaretçi karalama defteri) => Konuyu başlatan: Ömer Yılmaz - 27 Kasım 2023, 11:33:32 ös

Başlık: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 27 Kasım 2023, 11:33:32 ös
HAYAT HİKÂYESİ

22/09/2023

İsmim Ömer Yılmaz. 1994 doğumluyum.  Avukatım.
       
Anne ve babam öğretmendir. Anne ve babamın doğu görevi sebebiyle hayatımın ilk iki yılı Erzincan’da geçiyor. Okul müdürü bizimkilerin ders saatlerini birbiriyle çakışmayacak şekilde ayarlıyor ve genel itibariyle bakıcıya ihtiyaç duyulmuyor. Ben iki veya üç yaşlarındayken babam askere gidiyor ve annemle birlikte dedemin köy evinde kalıyoruz. Babam askerliğini Ankara’da yaptığı için sık sık görüşme imkanımız oluyor. Babamı ziyarete gittiğimiz günlerden birinde babamın silahına dokunmaya çalışıyorum babam da dokunmamam gerektiğini söylüyor. Alınıyorum. Bu olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinden emin değilim. Belki de bir rüyayı gerçek zannettim. Başka bir hatıramda -4 yaşlarında olmalıyım- kurban kesilirken amcam sert bir ses tonuyla oradan uzaklaşmamı söylüyor. Yine alınıyorum.
       
Baba tarafımda aile bağları epey kuvvetlidir. Hepsi sert mizaçlı insanlardır. Bağıra çağıra öyle bir kavga ederler ki bir daha konuşmayacaklar zannedersiniz ancak barışmaları iki gün bile sürmez. Muhtemelen zaten küsmemişlerdir. Babannem Ankara’nın merkezinde büyümüş bir şehir kızı. Aslen Kırım göçmeniler. Babası babannemi sarı kızım diye severmiş. Avlusunda süs havuzu bulunan müstakil bir evde büyümüş. Eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş ancak bu rüya fazla uzun sürmemiş. 17 yaşındayken dedemle evlendirilmiş. Dedemi ilk defa nişanda görmüş. Evlendiklerinde dedem 28 yaşındaymış. Babannem dedemin annesinden ve babannesinden ciddi anlamda baskı görmüş. Bu baskının fizikselden ziyade psikolojik olduğunu zannediyorum. Bu baskılar ve köy hayatının alışık olmadığı zorlukları neticesinde babannemin nevrotik bir insana dönüştüğünü düşünüyorum. Bir keresinde, rüyasında köydeki dereye su almaya gittiğini, derenin buz tuttuğunu, elindeki baltayla derenin buzlarını kırarak kovasını suyla doldurabildiğini görmüş ve tüm gece uyuyamamıştı. Dedemin akrabaları tarafından epey yalnız bırakılmış. İlk iki çocuğu kız olduğu ve üçüncü çocuğu da engelli bir erkek çocuğu olduğu için dışlanmış. Küçük halam bir gün çok şiddetli bir ateşli hastalığa yakalanmış. Babannem, dedemin annesinden at arabasını istemiş. Dedemin annesi: “Köpek bile dokuz doğuruyor. Ölürse ölsün!” diye cevap vermiş. Babannem halamı başka bir araba bularak doktora yetiştirebilmiş.
       
Babamın ailesi, dedemin tüm akrabaları tarafından yalnız bırakıldığından dedem, babannem, babam ve dört kardeşi birbirlerine sımsıkı tutunmuşlar. Bu yalnızlık duygusu babamda halen devam etmektedir. 2003’ten bu yana annemin memleketi olan Osmaniye’de yaşadığımız için babam yirmi yıldır akrabalarından uzakta kaldı. Bu yüzden olsa gerek ne zaman kendi isteğinden farklı bir yol çizmek istesek bu isteği isyan girişimi olarak algılar, tüm dengesi bozulur ve çok şiddetli tepki gösterir.
       
Günler dedem ve ailesi için yukarıda anlattığım şekilde geçerken dördüncü çocuk olarak babam doğar, tüm ailenin gözdesi olur. Bu durum bugün de böyledir. Babam; babannemden, halamlardan ve amcamdan oluşan ailenin adeta reisidir.
       
Kendi hayat hikâyeme geri döneyim. Babam askerdeyken annemle birlikte dedemgilde kalıyoruz. Dedemle annemin arası iyiydi ancak babannemle annem uzun yıllar anlaşamadılar. Dedemgile ne zaman gitsek annem hiç konuşmaz ve gülmezdi. Gerginliği hemen hissedilirdi.
       
Annem Osmaniyeli, beş çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu. Annemin babası çok zeki bir tüccar. 18 yaşındayken köyde hiçbir şey yapamayacağını fark ediyor ve Osmaniye’ye geliyor. Çalışkanlığı ve zekası sayesinde epey zengin oluyor, adeta bir imparatorluk kuruyor. Ailesinden gördüğü dini eğitimin etkisiyle parasını hiçbir zaman çarçur etmiyor. Kendisi hâlen Osmaniye’nin en sevilen hayırseverlerinden birisidir. Kendisini geçen sene yayladan şehir merkezine oy vermeye götürmüştüm. Yirmi dakikalık sohbetimizde dedemin babama ne kadar benzediğini düşünüp hayret etmiştim. Bu hayretimi annemle paylaştım. Annem de benimle aynı şekilde düşünüyormuş. Dedemdeki kendini beğenmişlik, hep kendini övmek, zekilik, uyanıklık, hep ticaretten bahsetmek gibi huylar olduğu gibi babamda mevcuttur.
       
Annemin annesi olan rahmetli anneannem dünyanın en kibar, en zarif kadınlarından bir tanesiydi. Taşralıydı ancak onu tanıyan sarayda yetişmiş zannederdi. Dedem elli küsür yıldır sinir ilaçları kullanır. Dedem  rahatsız olmasın diye anneannem evin hep sessiz kalmasını sağlarmış. Annemgil epey huzurlu bir çocukluk geçirmişler. Anne tarafımda kız çocuklarına epey değer verildiği için annem çok güzel bir çocukluk yaşamış. O günleri hep gülümseyerek anlatır. Ancak bu sessizliğin kimi zaman zararlı olduğunu düşünüyorum. Baba tarafımda insanlar bağıra çağıra bile olsa sorunlarını muhakkak konuşarak çözer ve hiçbir küslük uzun sürmez. Oysa anne tarafımda sorunlar olduğu gibi kalır, konuşulmaz ve herkes birbirinden günden güne uzaklaşır. Öyle ki teyzelerimi ve dayılarımı bayram günleri haricinde neredeyse görmemekteyim. Ayrıca baba tarafımda sadece babannem antidepresan kullanırken anne tarafımda bildiğim kadarıyla üç kişi antidepresan kullanmaktadır.
       
Babam askerden geldikten sonra Ankara’nın bir ilçesine tayinleri çıkıyor ve iki yıl da orada yaşıyor, hafta sonları Ankara Merkez’e dedemgilin evine geliyoruz. İlk oğlun, ilk oğlu olduğum için dedemin en sevdiği torunuyum. Evinde de dükkanında da fotoğrafım var.
       
Ankara’nın merkezinde yaşadığımız beş yıl aile hayatımızın en huzurlu yılları oluyor. Evimiz ve arabamız var. Eve çift maaş giriyor. Bahçeli bir sitede yaşıyoruz. Annem ve babannem arasındaki gerilimleri saymazsak evde fazla huzursuzluk yok. Bu gerilimler beş altı sene öncesine kadar devam etti. İki tarafın da birbiriyle uğraşmayı bırakmasıyla barış oldu. Annem artık babannemgile gitiğimizde somurtmuyor ve babannem de annem aleyhinde hiç konuşmuyor. Bu gerilimlerin kaynağının babannem olduğunu da özellikle belirtmeliyim. Babannem gerçekten geçimsiz bir insandır. Korkunç derecede psikolojik şiddet uygular. Belli belirsiz laflar sokarak insanın damarına basmayı çok iyi başarır. Bu yüzden amcamın ve babamın sinir krizi geçirişine defalarca şahit olmuşumdur. Hiçbir şeyden memnun olmaz. Evinde kalan bakıcı kadınlar altı aydan fazla dayanamaz. Bir şeyi yaptıysanız da yapmadıysanız da suçlusunuzdur, her türlü haksızsınızdır. Memnun edilmesi imkansız bir insan olmasına rağmen sebebini anlayamadığım bir şekilde babam halen babannemi memnun etmeye uğraşır. Sadece pazar günleri babannemi arar çünkü aramazsa babannem laf eder. Babannemle konuşurken hep isteksizdir, hoşnutsuzluğu yüzünden okunur. Babannemi gördüğünde mutlu olmaz. Babamın hep ondan korktuğunu fark etmişimdir. Ve maalesef ki babam babannemin yüzde doksan dokuz aynısıdır.
       
Ankara’daki huzurlu yıllarımızdan bahsediyordum. Bu yıllardaki anne ve babamı zihnimde canlandırdığımda gözümün önüne mutlu insanlar geliyor. 0-5 yaş arasındaki anne va babamı gözümde canlandırdığımda ise babamı mutlu annemi mutsuz görüyorum. Annem yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle uzaklara bakıyor. Ağa kızı gibi büyümüş ancak sonra iki yılda bir yer değiştirmek, kendi aile yapısına son derece ters bir ailenin içinde bulunmak, ev ve işi aynı anda idare etmek, babamla babannemin huzursuzluklarına katlanmak zorunda kalmış. Yüzüne bakıyorum ama bana bakmıyor ve benimle ilgilenmiyor. Bir keresinde anneme demişim ki: ”Babannem babama yavrum, oğlum diyor. Sen neden demiyorsun?” Babannem annemin beni babamdan soğuttuğunu söyler ki bu iddianın ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum.
       
Babamla aram o sıralar gayet iyi sanki. Bana bisiklet kullanmayı öğrettiğini ve birlikte camiye gittiğimizi hatırlıyorum. Onun yanındayken epey mutluyum.
       
Dört beş yaşlarındayken kendimi kadın gibi hissediyordum. Annemin eteğini giyer, başörtüsünü takardım. Annemin hamileliği epyce zor geçmiş. Sekiz aylıkken, çok zayıf bir çocuk olarak doğmuşum. 0-5 yaş arasında epeyce hastalıklarla boğuşmuşum. İğneleri ve serumları hayal meyal hatırlıyorum. Sokağa çıkıp oyun oynamama izin verilmemiş. 5 yaşında kardeşim doğduktan sonra fazla hastalanmadım ve bünyem diğer çocuklardan pek de farklı değildi.
       
İlkokul birinci ve ikinci sınıfı Ankaranın varoş bir semtinde annemin okulunda okuyorum. Hemcinslerimle aram fena değil ancak futbol oynamıyorum. Durmadan kızları öpmeye çalıştığımı ve bana sapık dediklerini hatırlıyorum. (Anasınıfındayken de iki üç arkadaş bir kızın eteğini indirmiş ve öğretmenden dayak yemiştik.) Beraber dolaştığım bir kız var. Tek başıma teneffüse çıktığım zaman üst sınıflar: “Sevgilin nerede?” diye laf atıyorlar.
       
İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı önceki okulumdan çok farklı bir okulda okuyorum. Burası sadece görünüşte bir devlet okulu. Buraya ancak belirli bir meblağ ödeyerek girildiğinden burada genelde orta-üst seviye seküler hayat tarzını benimsemiş ailelerin çocukları okuyor. Beden dersi olmadığı için kimse futbol oynamıyor. Hemcinslerimle de karşı cinsle de aram iyi. Gökhan isminde yakışıklı bir sınıf arkadaşım bir gün hatırlamadığım bir sebepten beni yanağımdan öpüyor. Bu çok hoşuma gidiyor. Çocuğa amcamın kırtasiyesinden bir kalem alıp hediye ediyorum.
       
Bu okulda eski okulumdaki halime nazaran daha usluyum. Bunda otoriter kadın öğretmenimizin de etkisi var. Hata bir gün anne ve babama öğretmen: “Ben öndeki çocuklara kızıyorum, Ömer arkada tir tir titriyor.” demiş. Uslu olduğum kadar da şımarığım. Anne ve babam benim bu okulda çok şımardığımı söylerdi.
       
Yakın arkadşlarıma sınıfta kadın taklidi yapıyorum. Kendi aramızda Beşik Kertmesi dizisini oynuyoruz. Çocuklar Duymasın dizisindeki kadınların söylemlerini ve yürüyüşlerini taklit ediyorum. Bana light erkek diyorlar. Çok hoşuma gidiyor. Sadece kendim gibi davransam bu lakapla anılmayacağım ancak dikkat çekmeye ve kadın gibi davranmaya bayılıyorum.
       
Ben dördüncü sınıfın yazındayken ailem Osmaniye’ye taşınmaya karar veriyor. Birdenbire çok farklı bir çevrenin içinde buluyorum kendimi. Beni o okulda birinci sınıftan beri okumuş olanların olduğu sınıfa değil de o sene okula kaydolmuş olanların bulunduğu sınıfa koyuyorlar. Bu sınıfın sosyo-ekonomik seviyesi diğer sınıftan daha düşük. Burada da kadın taklidi yapıyorum birkaç gün. Tabii bana taktıkları lakap önceki okulumdaki kadar kibar olmuyor, avrat diyorlar. Ancak bu lakaptan da rahatsız olmuyorum. Bulunduğumuz okul özel okul olduğu için ve başarılı olduğum için ezilmiyorum. Galiba bu lakap sadece birkaç ay söylendi çünkü sadece okulun ilk haftasında kadın taklidi yapmştım. Daha sonra unutuldu. Hele 6. sınıf ve sonrasında hiç söylenmedi.
       
Beşinci sınıftan sekizinci sınıfa kadar mutlu bir dört yıl geçirdim bu okulda. Denemelerde genelde ilk onda olurdum. Bu mutlu yıllarda arkadaşım Furkan’ın çok katkısı vardı. Birbirimize çok benziyorduk. İkimiz de futbol oynamazdık. İkiz gibiydik, birbirimizden ayrılmazdık. Birbirimizi hep güldürürdük. Sekizinci sınıfın sonunda gittiğimiz bir kampta herkes dışarıda futbol oynarken biz yatakhanedeki bir ranzanın alt katında karşılıklı oturuyorduk. Herkes dışarıda futbol oynarken bizim içeride oturduğumuzdan ve diğerlerinden farklı oluşumuzdan hüzünlü bir üslup ile bahsetmiştim. Gözleri dolmuş ve “Neredeyse ağlayacağım!” demişti.
       
Bir de bu okul malum yapının okuluydu. Dini gelişimimize önem vermeleri, namaz kılmamızı teşvik etmeleri güzeldi ancak bütün bunların korkunç niyetlerle yapıldığını bilmiyorduk.
       
Okuldaki hayatım ne kadar güzelse evdeki hayatım o kadar berbattı. Babam Osmaniye’ye ticaret yapmak için gelmişti. Bir yandan memurluk yapıyor, bir yandan da dükkanı idare ediyordu. Bir yandan da kendisine yapılan iç güveysi imalarına katlanmaya çalışıyordu. Daha doğrusu o değil biz katlanmaya çalışıyorduk çünkü bütün hıncını bizden çıkarıyordu. Artık her gün evde kavga vardı. Annemle ben her gün azarlanıyorduk. Ne yapsak suçtu. Mesela bir Ramazan Bayramı kahvaltısında annem sucuklu yumurta yaptığı için suçlanmıştı çünkü bir ay oruç tuttuktan sonra ilk kahvaltıda hafif şeyler yemeliydik. Bir sonraki Ramazan Bayramında annem hafif bir kahvaltı hazırlamıştı ancak yine babamın dilinden kurtulamamıştı çünkü babam bu hafif kahvaltı yüzünden aç kaldığımızı söylemişti.
       
Annem sık sık yatak odasına kapanıyor ve karanlıkta tek başına ağlıyordu. Yanına gidip ona teselli vermek isterdim. Gelme demezdi ama odaya geldiğimde benimle konuşmazdı, sessiz sessiz ağlamaya devam ederdi. Artık annemle olan tüm konuşmalarımız babam üzerineydi. Hep birbirimize bu konuda dert yanardık.
       
Babamın yanında kendimi berbat hissediyordum. Dükkana inmediğim için suçluydum, araba kullanmayı bilmediğim için suçluydum –evet on iki yaşında- beceriksizdim, tembeldim. Ben de sık sık odama kapanır ağlardım. Babamın kişiliğini üç maddede özetleyebilirim: 1- A tipi kişilik 2- Psikolojik şiddetin âlâsını görmüş ve âlâsını uygulamış. 3- Narsistik eğilimler. Ailemle akşam yemeğine oturmayı hâlen sevmem çünkü akşam yemekleri bizim evde babamın kendini övme zamanıdır. Tüm gün ne kadar güzel işler yaptığını, herkese haddini nasıl bildirdiğini, herkese nasıl laf soktuğunu anlatır durur. Annemse dinler ve kafa sallar. Osmnaiyede bulunduğumuz yirmi yıl annemi son derece silik bir insan hâline dönüştürdü. Çünkü ağzından çıkan her cümle didik didik ediliyor ve cümlelerinde kastetmediği bir anlam bulunuyordu. Bu yüzden o da susmayı tercih etmeye başladı ancak yine yaranamadı bu sefer de sustuğu için suçlu oldu.
       
Evde bütün bunlar olurken sekizinci sınıfın sonunda liselere giriş sınavından iyi bir puan alıp şehir dışındaki bir fen lisesini kazandım. Evden ayrıldığım için bir dakika bile üzülmedim. Bir damla bile gözyaşı dökmedim. Sevinçten uçarak gittim okuluma ve dört yıl yurtta kaldım.
       
Lisede başarısız bir öğrenciydim. Sadece idare edecek kadar çalışırdım. Kulaklığımı takıp saatlerce müzik dinlemeyi ders çalışmaya tercih ederdim. Kendimi ilk defa lise birdeyken eşcinsel olarak adlandırdım. Daha öncesinde de bu tür eğilimlerimin farkındaydm ancak önemsememiştim. Gerçi eşcinsel olduğumu fark edişimi de pek önemsemedim. Sonuçta yurtta sayısız arkadaşla, sabah akşam gırgır şamata yaparak, müzik dinleyerek hayatım geçiyordu. Tabii okulda beden derslerinde hâlen başarısızdım. Hâlen futbol oynamıyordum ve gözlerim karşı cinse karşı kapalıydı. Bulunduğum yurt da maalesef malum yapıya aitti. Tüm namazlar cemaatle kılınmasına rağmen namaz kılmamayı tercih ediyorum. Kötü bir şekilde bile olsa dikkat çekmek hoşuma gidiyordu.
       
Lise ikinin şubat tatilinde 15,5 yaşında ergenliğe girdim. Gördüğüm bedenlere dokunamamak çok acı veriyordu. Ancak bu acıyı içimde yaşıyordum. Dışarıdan yine neşeli görünüyordum ama yalnız kalınca kulaklıkla karamsar müzikler idinliyordum. Lise ikiden lise dörde kadar iki rap sanatçısının ciddi bir hayranıydım. Birçok albümlerini satın almış ve iki konserlerine gitmiştim. İkisini de her gün saatlerce dinlerdim.
       
Lise üçün baharında namaz kılmaya başladım. Bu bana büyük bir huzur verdi. O sıralar Elif Şafak’ın Aşk romanı popüler olmuştu. Kitaptan etkilenmiştim ancak Hz. Mevlana’yı doğru anlatmadığını fark etmiştim. Kaldığım yurdun karşısındaki kitapçıdan Ken’an Rifai’nin Mesnevi Şerhini aldım. Ken’an Rifai’nin de tartışmalı bir isim olduğunu birkaç yıl sonra öğrecektim ancak o sıralar o kitap beni çok etkiledi. Zaten daha sonraları Mesnevi’yi Amil Çelebioğlu çevirisinden/sadeleştirmesinden okudum. 
       
Lise üçün yazı gelince artık üniversite sınavına hazırlanmaya başladık. Yaz tatiline dershane bir ay ders koydu.  Ankaradaki tatilimi yarıda bırakıp otobüsle Adana’ya döndüm.  Ramazanı Adana’da yaşadım. Öğlene kadar derse giriyor. öğleden sonra dershanenin en üst katındaki yurda çıkıyorduk. Bir de o sıralar başka bir okuldan yaklaşık yirmi kişi bizim yurtta kalmaya başlamıştı. Onlarla çok iyi anlaşmıştım. Birlikte, teravihlere gittik, bici yedik, çay içtik, dondurma yedik... Hayatımda ilk defa bir erkek grubuyla bu derece iç içeydim. Hem benimsemiştim hem benimsenmiştim. Maneviyatı ve sosyalliği yüksek seviyede yaşıyordum. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştm. Bir daha da hiç o kadar mutlu olmadım. Bir de ilginçtir ki ruhen o kadar tatmin olmuştum ki bedenen tatmin olmaya ihtiyaç duymuyordum. Mastürbasyon yapmıyordum. Erkeklerle dolu bir yurtta yaşayan ve bazen arkadaşlarını yarı çıplak olarak gören bir eşcinsel olarak ben kimseye karşı cinsel arzu hissetmiyordum. Hissedecek gibi oluyordum ancak sanki o hisler bir bardağın duvara çarpması gibi uyandığı an yok oluyordu.
       
Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi o güzel zamanlar da sona erdi. Ramazan bitti. Arkadaşlarım kendi yurduna döndü ve sınav dönemi başladı. Korkunç bir çöküş yaşadım. Hiç ders çalışamadım. Habire müzik dinliyordum. Kendimi berbat hissediyordum. O sene sınavı kazanamadım.
       
Bu arada kötü geçen ilk sınavdan sonra eşcinsellik hakkında yoğun araştırmalar yaptım. İnternette karşıma Cem KEÇE ve CİSED çıktı. Joseph Nicolosi’nin Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi kitabının pdf’ni bilgisayarıma indirip kitabı baştan sona okudum. CİSED’e mail atıp yardım istedim ancak cevap gelmedi. Kitabı bitirdikten sonra üniversiteyi Ankara’da okuyup terapiye gitme hayalleri kurmaya başladım zihnimde. Ancak nedendir bilmem bu hayaller çok çabuk uçtu zihnimden. Yirmi dokuz yaşıma kadar da terapiye gitme fikri bir daha aklıma gelmedi.
       
Ertesi sene Osmaniye’ye döndüm ve orada dershaneye yazıldım. Ailem beni altı kişilik sınıfların olduğu bir dershaneye yazdırarak büyük bir hata yaptı. Buradakiler hep şımarık zengin çocuklarıydı. Cinsellikten başka hiçbir şey konuşmuyorlardı. Hocalar da onlardan aşağı değildi. Başlangıçta konuşmalarına gülmüyordum ama sonra istemeyerek de olsa gülmeye başladım. O yapmacık gülüşler ağımdan çıkarken ruhum azap çekiyordu. Onlarla o kadar anlaşamıyordum ki teneffüslere bile çıkmıyordum. Ama yine de başarılı olduğum için bana saygı duyuyorlardı. Neyse ki sonraları başka dershanelere giden birkaç arkadaşım oldu da yalnızlıktan bir nebze de olsa kurtuldum.
       
İlk sınav olan YGS’ye kadar iyi çalıştım ve güzel bir derece elde ettim. Ama sonra o sene yaşadığım tüm sıkıntılar içimde öyle bir birikti ki adeta kalbim kurudu, donuklaştım. Hiç ders çalışamıyordum. Korkunç bir bunalımın içindeydim ve çıkamıyordum. İki ay boyunca hemen hemen hiç çalışmadım. O şekilde ikinci sınava girdim. Devlet okulunda tıp okuma şansını kıl payı kaçırdım. Özel okula tıp okumaya gidebilirdim. Ailemin maddi durumu bunu karşılamaya müsaitti. Diş hekimliği de okuyabilirdim ancak babamın yoğun yönlendirmeleriyle Ankara Hukuk’u tercih ettim.
       
Ankara’da ilk altı ay bir akrabamızda kaldım. Sonra bir cemaat yurduna geçtim. Bu cemaatle benim ve ailemin daha önce hiçbir bağlantımız olmamıştı. Bu yurt ile müzik dersinde tanıştığım bir arkadaşım vesilesiyle haberdar oldum. Ben de kalmak için maneviyatlı bir yurt arıyordum. Kaldığım yerin nereye bağlı olduğunu önemsememiştim.
       
Üniversite ikinci sınıfta kendimi okuyup yazan, dergi çıkaran entelektüel bir arkadaş grubunun içinde buldum. Deli gibi okumaya başladım. Günde altı yedi saat okuyordum. Bundan olağanüstü keyif alıyordum. Edebiyat okuya okuya dilim, zihnim ve kalbim incelmeye başlamıştı. Bilgilendikçe ve dil becerim arttıkça dış dünyayı beğenmez hâle gelmiştim. Sadece okurken ve o arkadaş grubunun içindeyken mutlu oluyordum. Aslında bu arkadaş grubunun içinde mutlu olduğum da pek söylenemezdi çünkü hemen hiçbiri dindar değildi ve ben kendimden taviz verdikçe onların içinde var olabiliyordum.
Başlık: Ynt: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 27 Kasım 2023, 11:39:03 ös
HAYAT HİKÂYESİ (DEVAMI)

Yoğun okumalarım meyvesini verdi. Yazdığım öyküler artık beğeniliyordu. Başlarda beni aşağılayan bir arkadaşın: “Günde kaç sayfa kitap okuyorsun?”, “Kitaplarını nereden alıyorsun?” gibi sorularına muhatap olmak beni çok mutlu etmişti.
   
Artık sadece derslerden geçecek kadar ders çalışıyordum. Öyle ki birinci sınıfın sonunda 3 küsur olan ortalamam beşinci senemin sonunda 2,67’ye kadar düşecekti. Sınav zamanları tam biri işkenceydi. Sevmediğim bölümün sevmediğim derslerine aylarca tahammül etmek zorunda kalıyordum. Güzel kitaplar okumak varken binlerce sayfa ders notu okumak kabus gibiydi. Neyse ki sınav zamanları bittikten sonra kitaplarıma dönebiliyordum.
   
Üçüncü sınıfın başındayken İbnül Arabi Hazretlerinin Füsusul Hikem’ini okuyunca 16 yaşında yaşadığım manevi hale benzer bir ruh haline büründüm. Sahilsiz bir denizde küreksiz bir kayıkla yol alıyor gibiydim. Bir tarikata bağlandım. O günden sonra hayatımda birçok şey değişti. Eski arkadaş grubumla yollarımız ayrıldı. Artık yetmiş yıllık bir apartmanın loş, sigara dumanlarına boğulmuş bir dairesinde arkada pikap çalarken Sezai Karakoç okumuyordum. Sohbetlere, hatmelere ve sosyal faaliyetlere katılıyordum. O neşeli ruh hâli birkaç ay sonra sona erse de bu durum beni lisede yaşadığım çöküş kadar etkilemedi. Çünkü içten içe bu ruh halinin ölene kadar devam etmeyeceğini biliyordum. Bunun sebebini sonra öğrendim. Tasavvufla ilk defa karşılaşan bir insan doğrudan nefs-i mülhime’ye yükselirmiş. Bu makamı çalışarak elde etmediğinden dolayı da tekrardan nefs-i emmareye veya nefs-i levvameye düşmesi pek uzun sürmezmiş.
   
Okul devam ediyordu, kitap okuyordum, sohbetlere katılıyordum. Belli bir düzenim vardı. Ancak içimdeki acı geçmemişti. O acının sadece üstünü örtüyordum. Herhangi bir gelecek planım yoktu. Bir ay sonrasını dahi düşünmüyordum. Hukuktan nefret ediyordum. Sınav dönemleri korkunç geçiyordu. O acıyı iliklerime kadar hissediyordum.

Okulu dört senede bitiremedim. Yurtta kalmak da artık epey sıkıcı bir hal aldığı için öğrenci evine geçtim.
   
Beşinci senem çok durgun geçti. Saat dokuzda okula gidiyor, sabahtan akşama kadar kitap okuyor ve saat beş olunca eve geri dönüyordum. Beşinci senenin eylülünde nihayet mezun olabildim. Sırf ev arkadaşlarım çalışıyor diye hakim savcılık sınavına çaılışmaya başladım. Göstermelik çalışıyordum. Ekrem Buğra Ekinci hocanın kalın hukuk tarihi kitaplarını o zaman bitirdim.
   
Sonra avukatlık stajına başladım. Dört ay çalıştıktan sonra çalıştığım bürodan ayrıldım. Birkaç ay eski yurdumda kaldıktan sonra Ankara’da tek başıma eve çıktım. Bakımsız, eski eşyalarla dolu bir evdi. Güya dil sınavına çalışıp akademisyen olacaktım. Ders videoları izliyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Dil sınavından geçemedim. Tekrar hakim savcılığa çalıştım, o da olmadı. Yurt dışı yüksek lisansa (YLYS) başvurdum, mülakat puanımı düşük verdiler, onu da başaramadım. Ciddi bir çöküş içindeydim. Bir yıl o evde kaldım. Ne yemek yapıyordum ne ev temizliyordum. Kaloriferi ne kadar yakarsam yakayım ısınmıyordu o eski ev. Günde elli kelime bile konuşmuyordum. Kitap da okuyamaz olmuştum. Sanki atımı uçuruma sürmüştüm ve dizginler artık elimde değildi. Sürekli ekşi sözlükten majör depresyon ve bipolar bozukluk başlıklarını okuyordum.
   
Ankara’da yapacak bir şeyim kalmadığından mezun olduktan bir buçuk sene sonra Osmaniye’ye taşındım. Üçüncü defa hakim savcılığa hazırlandım ve yine olmadı. Kazandığım her şeyi kaybetmiştim. Arkadaşlarım yanımda değildi. Sevmediğim bir şehirdeydim. Burada Hacı Bayram Veli Camii yoktu, Taceddin Sultan Dergahı yoktu. Üçüncü sınavı da geçemedim. Durmadan başım ağrıyordu. Ne iş yaptığımı sormasınlar diye herkesten kaçıyordum. Sabah akşam radyo dinliyordum. Sohbet dinlemek rahatlatıyordu beni. Dinlediğim her konuşmada beni kurtaracak bir cümle arıyordum. Ferahlamak için uzun yürüyüşlere çıkıyordum. Hiçbir şey fayda etmiyordu. Sonra girdiğim dördüncü hakim savcılık sınavını da geçemedim. Çalışıyordum ancak sanki bilgiler zihnime girmiyordu. Aslında hakim savcı olmak da istemiyordum. Hukukla ilgili herhangi bir meslek icra etmek istemiyordum. Osmaniye’de kalıp babamla çalışmak da istemiyordum. Ne yapacağımı şaşırmıştım.
   
Bir gün radyo dinlerken o günün üniversite sınavına başvurmak için son gün olduğunu öğrendim. Sınava başvurdum. O yılın Ramazan ayı benim için verimli geçti. O Ramazan’da KPSS’ye girip düz memur olmaya ve ikinci üniversiteyi okumaya karar verdim. Ne olur ne olmaz diye avukatlık ruhsatımı da aldım. Üç hedef koydum kendime: 1- Osmaniye’de yaşamayacağım. 2- Babamla birlikte çalışmayacağım. 3- Hukuk mesleği yapmayacağım. Bu üç hedefimi aynı anda gerçekleştirmek için tek yol KPSS’yi kazanıp düz memur olmaktı. KPSS çalışmaya hemen başlayamadım. Ders çalışma yeteneğimi kaybettiğimi düşünüyordum. Biraz mantık, biraz matematik çalışır sınava öyle girerim diye düşünüyordum. Üniversite sınavı için biraz edebiyat çalıştım, çıkmış soruları çözdüm. Sınava girdim ve psikolojiyi kazandım. Nihayet mutlu olabilmiştim çünkü bu kazanımı önce Allah’ın yardımıyla sonra da irademle elde etmiştim. Kimse karışmamıştı, kimse yönlendirmemişti. O sonuç belgesi fen lisesi diplomasından da, Ankara Hukuk diplomasından da daha değerliydi benim için.
   
“Neden psikoloji?” diye sorulabilir. Radyodaki psikoloji programları hayli ilgimi çekiyordu. Bir de Saadettin Ökten ile Kemal Sayar’ın Erkam Radyo’da yapmış olduğu Gönül Sadası programının müptelası olmuştum. İyi Hissetmek, Hayatı Yeniden Keşfedin, İnsan Olmak gibi psikoloji kitaplarını da çok beğenmiştim.
   
Osmaniye’ye geldikten sonra bir süre anne ve babamdan olumsuz bir yaklaşım görmedim. Hatta babam, “Buraya gel, bu iş sorununu burada beraber halledelim.” diyerek beni Osmaniye’ye getirtmişti. Bu kadar iyi davranması bana çok yapmacık gelse de onun bana iyi davranmasına ihtiyacım olduğu için bü tür şüpheleri zihnimin arkasına atmıştım. Ancak ne yaparsam yapayım tatmin olmuyordu. Sırf onu memnun etmek için dükkana geliyordum. Dükkanda misafir gibi oturduğumdan, müşterilerle ilgilenmedğimden şikayet ediyordu. Baktım ki ben kendimden ne kadar taviz verirsem vereyim bu adam memnun olmuyor, “Onun istediği gibi davransam da razı değil, kendi istediğim gibi davransam da razı değil o hâlde kendi istediğim gibi davranmam daha mantıklı.” diye düşündüm. Ayrıca Ankara’da normal insanlarla epeyce hemhâl olduğumdan babamdaki normal dışı davranışları fark etmem uzun zaman almamıştı. Herkesi kendine köle yapmak istiyordu. Etrafındaki herkesi kendisinin bir uzvu gibi görüyordu. Kendisine birisi karşı çıkacak olsa eli veya kolu kendisine isyan etmiş gibi dehşete düşüyordu. Çok manipülatifti. Hukuk felsefesi dersinde gördüğümüz mantık hatalarının (insan karalama, genelleştirme, özelleştirme vs.) hepsi kendisinde mevcuttu. Gerçeklerle asla ilgilenmezdi, önemli olan kendi algılarıydı. Etrafı tamamen kendisini tanrı gibi hisssetmesini sağlayacak insanlarla doluydu. Otuz yıldır iyice sindirdiği bir eş, silik bir ortak, gücü ve parasıyla elde ettiği bir sosyal çevre ve ilkokul mezunu işçiler.
   
Babam ile dışarıda tanışan birinin onun arızalarının farkına varması pek mümkün değildir. En fazla kendini beğenmiş biri diye düşünür. Babamın çevresi geniştir ve çevresi tarafından da, işçileri tarafından da sevilir. Ancak evin eşiğinden geçer geçmez başka birine dönüşür. Lüzumsuz alınganlıkları ve tepkileriyle insanı canından bezdirir –hele de ailecek zor zamanlardan geçiyorsak. Tepki göstermesin diye susarsınız ancak bu sefer de sustuğunuz için suçlu olursunuz. Gerçekten dayanılmazdır.
   
Babam düz memur olma ve ikinci üniversiteyi okuma hedefimi kaldıramadı. Çünkü ben avukatlık ruhsatımı da alınca ciddi ciddi Osmaniye’de kalacağımı düşünmüştü. Oysa ben kendisine bu yönde hiç ümit vermemiştim. Bana sormadan benimle ilgili planlar yapmış, benimle ilgili hayaller kurmuştu. Sonra o hayaller yıkılınca da suçlu ben olmuştum. Durmadan başı ağrıyordu. Önce benimle aleni bir şekilde mücadeleye girişti ancak o bir söylüyorsa ben on söylüyordum. Artık 12 yaşındaki süklüm püklüm Ömer değildim. Konuşmalarındaki mantık hatalarını yüzüne vuruyordum. Mesela bir konuyu konuşurken “Sen de geçmişte şunu yapmıştın!” derse “Geçmişi değil şimdiyi konuşuyoruz.” diyerek konudan sapmasını önlüyordum. Bu zamana kadar böyle sapkın yöntemlerle tartışma kazanmaya alışmış bu adam karşısında sağlam muhakemeli ve bilgili birini görmeye ve ona yenilmeye dayanamıyordu. “Ben senin kadar kitap okumadım. İpten kazıktan kurtulmuş adamlarla 300 kelime konuşarak hayatımı geçiriyorum.” veya “Hukukçularla da tartışmayacaksın!” diyerek konuyu kapatmaya çalışıyordu.
   
Aleni mücadelede başarısız olunca alttan laf sokmalar başladı. Aynı babannem gibi. Bana söylediğini adım gibi bildiğim ama ispat edemeyeceğim sözler. Önceleri bunları açığa çıkarıyordum. Çok öfkeleniyor, bana söylediğini kabul etmiyor ve “Neden açık söylemeyeyim? Senden mi korkuyorum?” diyordu. Ben de bu sefer o bir laf sokuyorsa on laf sokmaya başladım. Hem de onunla aynı yöntemi kullanarak, belli belirsiz laf sokarak yani arkadan kalleşçe hançerleyerek. Çok ağır imalarda bulunuyordum ancak hiç sesini çıkarmıyordu. Babasının azarladığı on yaşındaki çocuk gibi sessizce masadan kalkıp gidiyordu. Bir süre sonra benimle iletişimi tamamen kesti. Öyle ki selamımı bile almıyordu artık.
   
Babamın annesiyle ilişkisinden de bahsetmek isterim. Babam babannemi her Pazar günü görev icabı, aramadın demesin diye arar. Babannemle konuşurken yüzü sıkıntıdan kasılır, sesi kısılır, korkuyor gibidir ve isteksiz konuştuğu çok bellidir. Bir şey demesin ve mutlu olsun diye babannemin her istediğini yapar. Ancak babannem asla mutlu olmaz ve muhakkak bir şey der. Babam hiçbir zaman ona karşı çıkamadığından, en fazla bağırıp çağırdığından bu saçma döngü biteviye devam eder. Babam aynı tavrı benden ve kardeşimden de bekledi. Yani sevse de sövse de ona taparcasına bağlı kalmalıydık. Ancak biz bu döngüyü devam ettirmeyerek kafamızın dikine gittik. Babam başlangıçta çıldırsa da buna nihayet alıştı. Bir insana iyi davranınca o insanın yaklaşacağı, kötü davranırsa uzaklaşacağı kuralını elli küsur yaşında öğrenebildi. 
   
Babam, babannemi gördüğü zaman mutlu olmaz, onunla korkarak konuşur. Babam babannemin hemen hemen aynısıdır. Bana soracak olursanız babannem babama ruhen tecavüz etmiştir.
   
İkinci üniversiteye başlamak bana çok iyi geldi. En azından haftada birkaç gün şehir dışına çıkmış oluyor, rahat bir nefes alıyordum. Okul ile Osmaniye arası 100 km idi ve ben okula o kadar ihiyaç duyuyordum ki günde 200 km yol gitmek beni hiç rahatsız etmiyordu.
   
Bir gün Psikolojiye Giriş dersinin finaline çalışmak için kütüphaneye gittim. Hava yağmurluydu ve kütüphanede pek kimse yoktu. Çalıştıkta çalıştım sadece öğle namazında ara verdim. Sonra bir baktım ki saat 16:56, kütüphanenin kapanma vakti gelmiş –salgın zamanı olduğu için kütüphane erken kapanıyordu. O gün benim için bir dönüm noktası oldu. Ders çalışma yeteneğimi kaybetmediğimi anladım. Okul tatile girince çalışmak için her gün kütüphaneye gittim. Çok zorlanıyordum ama çalışmaya mecburdum. 2012 yılında olduğu gibi bunalıma girince çalışmayı bırakırsam yine kaybederdim ama benim bir gün daha Osmaniye’de kalmaya, bir gün daha babamın psikololojik işkencesine maruz kalmaya tahammülüm yoktu. Başım ağrıyarak, berbat bir ruh halinde çalışmışlığım çoktur. Hatta genellikle öğlene kadar istemeyerek çalışır, öğleden sonra açılırdım. Çok çalışmam gerekiyordu çünkü hem üniversite okuyor hem de KPSS çalışıyordum. Her akşam eve girince babamın abus çehresiyle karşılaşıyordum. Eve gitmekten nefret ediyordum ama gidecek başka bir yerim de yoktu. Pazar günleri kütüphane kapalı olsa da gençlik merkezi açıktı, Pazar günleri de Osmaniye Gençlik Merkezinde çalışmaya başladım. Bir gün bile ara vermiyorum, ara verince huzursuz oluyordum. Günde sekiz buçuk saat çalışıyordum artık ki bunun ilk dört saatinde ara vermiyordum.
   
O yılın Ramazanını unutabilmem mümkün değil. Babam şiddetli laf sokmalarına başlamıştı. Ramazan dönemlerini huzurla geçirdiğimi bilirdi, sınava birkaç ay kaldığını da biliyordu yine de yapıyordu. Sofraya oturunca başıma ağrılar girerdi. İftardan sonra yürüyerek hatimle teravihe giderdim. Ancak teravihin yarısında baş ağrım sona erebilirdi. Babamın psikolojik şiddetiyle mücadele etmeyi o Ramazan’da öğrendim, narsistlerle nasıl mücadele edileceğini internetten araştırarak ve Narsistle Ateşkes kitabını okuyarak. Kendisi bu süreçte harcadığım üç kuruş parayı bile yüzüme vurdu; laf sokarak, “Kartların parasını ben ödüyorum.” diyerek. Uyguladığı şiddetin Ramazanla başlayıp Ramazandan sonra bıçak gibi kesilmesi, şiddetin yerini sessizliğin ve asık bir suratın alması da ilginçtir. Ne de olsa yılın en güzel zamanını bana zehir etmeyi başarmış, istediğini elde etmişti. Kendisinin güzel zamanları hiç etmek gibi bir huyu vardır. Mutluluğa tahammülü yoktur daha doğrusu kendisinin dahil olmadığı bir mutluluğa tahammülü yoktur. Sınavı kazandığım günde de, Osmaniye’den Adana’ya taşınacağım günün gecesinde de bana bağırmayı ihmal etmedi. Çocukken yaşadığı o huzursuz evden hiçbir zaman çıkamamıştır. Ne yapar eder bizim evimizi de o kavgalı eve çevirir.
   
Ramazandan sonra bayramda hiçbir şey olmamış gibi bana iyi davranmaya başladı. Bayramdan sonra yine kötü davrandı. Bir iyi bir kötü davranarak muhatabını manyağa çevirmeye bayılır.
   
Teravihten sonra bazen kafelere giderdim. O kadar yalnızdım ki bir iki insan yüzü göreyim, bir iki insan sesi duyayım diye kendime aykırı o ortamlara giriyordum hem de teravihten sonra! Okulun kapanmasıyla KPSS’ye ayırdığım vakit artmıştı ancak Osmaniye’de konuşacak kimsem olmadığı için yalnızlıktan ölecek hâle gelmiştim. Elbette kütüphanede birileriyle iletişim kurabilirdim ancak onlarla pek benzeşmiyorduk, anlaşmamız pek mümkün değildi. Yalnız kalmamak için yapmacık ilişkiler kurmayı doğru bulmuyordum.
   
Nihayet sınavı kazandım ve bir kamu kurumunda avukat olarak görev yapmaya başladım. Hayatımdaki birçok sorun düzeldi. Daha mutlu ve huzurluyum. Babam bana çok iyi davranıyor ancak bu bana çok yapmacık geliyor. Kendisiyle gerçek bir iletişim kurmuyorum. Sanki yüzüme taktığım  maskeyi onunla konuşturuyorum da ben maskenin gerisinde sessiz kalıyorum. Onun beni sevmediğini kabullendim. O hep hayalindeki Ömer ile iletişim kurdu gerçek Ömer ile hiç ilgilenmedi. Şimdi kurum avukatı, memur Ömer ile arası iyi ancak bu iyiliğin pamuk ipliğine bağlı olduğunu biliyorum. İkinci bir hususu da kabullendim ki ben de onu sevmiyorum. Onu sevmek için çok uğraştım ancak o beni hep itti, bir itip bir çekerek dengemi bozdu. Onun düzelebileceğine ihtimal vermiyorum çünkü ilerlemiş bir kişilik bozukluğuna sahip olduğunu düşünüyorum. Kavga ettiğimiz dönemlerde yüzüne her şeyi söylediğim için rahatım. Yüzleşme ihtiyacı hissetmiyorum. Bir gün yanıma geldi ve çok yumuşak bir ses tonuyla: “Annene çocukken sana düşmanca davrandığımı söylemişsin. Gerçekten böyle mi düşnüyorsun?” dedi. Tuzak kurduğunu biliyordum. Gerçekten akıllı bir adamdır ama en büyük gerizekalılığı bir tek kendini akıllı zannetmesidir. Tuzak kurduğunu bilmeme rağmen sorusunu cevapladım. İstediği cevabı alınca yanımdan kalktı gitti. Bir ay boyunca da tartışmalarımızda, “Ben zaten kötü babayım, ben zaten sana düşmanlık ettim.” diyerek cevabımı bana sık sık hatırlattı. Kendi aleyhine olan bir cümleyi söylemeniz için önce sizi kışkırtır sonra o cümleyi söyleyince kurban konumuna geçip, “Sen bana şöyle böyle dedin.” der. Sorunları çözmek yerine daha çözümsüz hale getirmek için elinden geleni yapan, sohbet etmekteki tek amacı kendini haklı çıkarmak olan bir adamla ne konuşulabilir ki?
   
Şimdi 2023 Eylül’ündeyiz. Tek başına yaşayan bir kurum avukatıyım. 30 yaşımı doldurmak üzereyim. Akşama kadar çalışıyorum akşam eve dönüyorum. Halen çok yalnızım. Altı aydır burada bir çevre kuramadım. Ben sadece dini çevrelerde nasıl arkadaş edinileceğini biliyorum başka türlüsünü bilmiyorum. Bana üç şey iyi geliyor: 1- Maneviyat 2- Çalışmak 3- İnsan İlişkileri. Ancak burada henüz kimseyle sahici bir ilişki kurmuş değilim. Çok yakın arkadaşlarım var ancak hepsi başka şehirlerde yaşıyor.
   
En çok üç husustan şikayetçiyim: 1- Çok değişken ruh halleri. 2- İçime ansızın çöküp günlük hayata devam etmemi zorlaştıran o acı. 3- Hayatı idareten yaşamak, her şeyi ertelemek, günlük sıradan işleri yaparken bile zorlanmak. “Madem çözemiyoruz o halde bastıralım.” diyorum çoğunlukla. Yürüyüş yapıyorum, kitap okuyorum, ev işleriyle ilgileniyorum. Gerçekten iyi de geliyor. En azından yatağa cenin konumunda yatıp saatlerce sosyal medyada vakit geçirmekten iyi geliyor. Ancak nereye kadar bu şekilde devam edecek? Lisede üniversite sınavını kazanma görevim vardı ve bu görevi yerine getirmeyi ertelemenin faturası çok ağır oldu. Üniversitedeyken bir meslek edinme görevim vardı ve aynı şekilde ertelemek korkunç sonuçlara yol açtı. Adler insanın üç büyük görevi olduğunu söylüyor: 1- Meslek 2- Aşk ve Sevgi 3- Toplulukla ilişkiler. Ben ikinci ve üçüncü görevimi yerine getirmeyi daha fazla ertelemek istemiyorum. Evet şimdilik evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum. Peki 35 yaşındaki Ömer bir aile sahibi olmayı istiyorsa? Anlık yaşamanın zararını çokça tecrübe ettüm. 35 yaşındaki Ömer’i rahat ettirecek şekilde hayatımı düzenlemek zorunda değil miyim? Benim terapiden başka bir yolum kalmadı. Bu yolu yürümek istiyorum. Yolun sonuna ulaşabilir miyim bilmiyorum ancak bu yola adım atmazsam içim rahat etmeyecek. Çıkmaza girdim. Bu çıkmazdan kurtulmak istiyorum.


NOT 1- Babamla çatışmak beni olumlu anlamda etkiledi. Birkaç yıl önce kendimi pasif hissederken şimdi aktif hissediyorum. Daha özgüvenliyim. Hakkımı arayabiliyorum. Kurumda beni sert, lafını esirgemeyen, dobra biri olarak biliyorlar. 5 yaşında trans, 15 yaşında pasif, 30 yaşında aktif olan birisi daha ileriki aşamalara da geçebilir belki?


NOT 2- Bugüne kadar herhangi bir duygusal ve/veya cinsel ilişkim olmadı. Taciz veya tecavüze uğramadım. Aşık da olmadım.  Kendime uyguladığım bir tesste zeka tipim INTJ-T çıkmıştı. Jung’un psikolojik tiplerinden en çok içedönük-düşünen’i kendime yakın buluyorum. Belki de mantık temelli bir insan olduğum için aşık olmadım.


NOT 3- Bana M.’in numarasını vermiştiniz. Kendisiyle bir kafede oturup konuştuk. Çok verimli bir konuşma oldu. Sorduğum birçok  soruya cevap verdi.
Başlık: Ynt: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 27 Kasım 2023, 11:53:47 ös
İLK TERAPİ


29/10/2023


Merhaba Hocam;


Terapi esnasında bana sorduğunuz birkaç sorunun cevabı terapiden sonra aklıma geldi. Bana kadınlardan hoşlanıp hoşlanmadığımı sormuştunuz. Bazen dikkatimi çektiklerini söylemiştim. Bu konuyu biraz daha ayrıntılı anlatmak isterim.


Güzel bir kadın gördüğüm zaman dikkatimi çekiyor. Bakışlarım illaki kayıyor ama birkaç saniye sonra unutuyorum. Suya yazı yazmışım gibi oluyor.


Hayat hikayemi size gönderdikten bir ay sonra ofisinize gelebildim çünkü üç haftalık bir arabuluculuk eğitiminden geçtik. Eğitime bizim kurumdan iki kişi katıldık: Melda Hanım ve ben.


Bir gün eğitimdeyken bir hoca mesleklerimizi sordu. Hemen hepimiz avukattık. Bir kişi hakim olduğunu söyledi. Etkileyici bir kadındı. Ders esnasında gözüm artık ne kadar hâkime hanımın olduğu tarafa kaydıysa teneffüste Melda Hanım: “Hakime Hânım da epeyce etkileyici bir hanımefendi değil mi?” diye laf dokundurmayı ihmal etmedi.


Geçen sene kişilik kuramları dersine katılmak üzere sınıfa girmiştim. Amfinin en ön sırasına oturdum. Solumdakine “Yanınız boşsa çantamı koyabilir miyim?” demek üzere başımı çevirmiştim ki donakaldım. Saçı, makyajı, giyimi ve duruşuyla çok hoş bir kızdı. O da bana baktı ve gülümsedi. Aklım başımdan gitmişti ancak yine de sorumu sorabildim. O da yanının boş olduğunu söyledi. Yirmi dakika boyunca kendime gelemedim.


Genelde iki kadın türü dikkatimi çekiyor. Birincisi fedakarlık şemasına sahip, iyi huylu, iyi kalpli, anaç kadınlar. İkincisi baskın, erkeksi, güçlü kadınlar. İkinci tür bir kadınla evlenmek istemem. Baskın olmadığım bir ilişkiyi devam ettiremem gibime geliyor. Bir gün evlenirsem muhtemelen ilk türde bir kadınla evleneceğim. Dikkatimi çeken ve dikkatini çektiğim ilk tür kadınlar genelde sevgi açlığı çeken, psikolojik şiddet görmeye ve ruhen sömürülmeye son derece müsait kadınlar oluyor. Bu tür kadınlara çekilmemin ve onları çekmemin sebebinin bendeki narsistik eğilimler olduğunun farkındayım. “Madem böyle bir ilişkim olacak o zaman hiç evlenmeyeyim.” demek çok keskin bir hüküm olur. Bunun yerine; “Fedakarlık şemasına sahip, bana hayranlık duyan ancak şahsiyetini yitirmemiş bir kadınla beraber olabilir ve narsistik eğilimlerimi denetim altında tutmak için elimden gelen çabayı gösterebilirim.” diye daha esnek ve makul bir çözüm yolu izleyebilirim. Birkaç sene önce bu türden bir kadın bana evlilik teklifi etmişti. Kabul etmemiştim. Bizi düştüğümüz bu eşcinsellik çukurundan kimi erkekler arkadaşlık yoluyla kimi kadınlarsa evlilik yoluyla kurtarmak için elinden geleni yapıyor ama biz bu yardım tekliflerini hep reddediyoruz.


Şimdi hangi tip erkeklerin dikkatimi çektiğine gelelim. Dış görünüşünü beğendiğim, efendi erkeklere ciddi anlamda bağlanıyorum. Ancak bu adamlara olan tutkum kısa bir süre sonra arkadaşlık duygusuna dönüşüyor ve kendileriyle arkadaş olarak kalmayı tercih ediyorum.


En tehlikeli erkekler benim için ikinci tip erkekler: Güçlü, sosyal, dış görünüşü etkileyici, ağzı laf yapan, manipülatif, çakal, kurnaz, narsistik eğilimleri yüksek adamlar. Efendi erkeklerle karşılaşınca yağmur sesleri, akarsu çağıltıları duyuyor ve kendimi yemyeşil bir ormanda hissediyorsam ikinci tip adamlarla karşılaşınca adeta gök gürlüyor, yangınlar çıkıyor, fırtınalar kopuyor, yer yerinden oynuyor. Babama benzeyen bu ikinci tip adamlardan genelde uzak dursam da bazen etki alanlarına girdiğim oluyor. Bugüne dek en çok hoşlandığım iki kişi bu ikinci tip adamlardı. Şimdi size ikisini de anlatmak isterim.


İlkiyle üniversite ikinci sınıftayken tanıştık. İsmine Mehmet diyelim. Farklı yerlerde kalsak da aynı camiaya mensup olduğumuz için sık sık görüşüyorduk. Onun ilk dikkatimi çeken davranışı yapmacık kabadayılığıydı. Ufacık cüssesine rağmen külhanbeyi gibi davranması bana samimiyetsiz ve gülünç gelmişti. O hâl ve hareketleri, Bağcılar’da doğup büyümesi sebebiyle sergiliyor olabilir.

Yakışıklı bir adamdı. Çok sosyaldi. İletişim kuramayacağı insan yoktu. Herkese kırk yıllık dostuymuş gibi yakın davranırdı ancak bu davranışları bana samimi gelmezdi. O gülüşünün ve sıcakkanlı davranışlarının ardında sanki doyumsuz bir güç ihtiyacı vardı. Galiba insanlar da bu durumu sezerdi ki onunla çok yakın olmak istemezlerdi. Mehmet’in biraz yırtık olduğu herkesin dilindeydi.


Lüzumsuz bir kibri vardı. Kurnazdı ancak akıllı ve zeki değildi. Bu yüzden bu kibrin temeli yoktu. Mesela bir keresinde ideal erkek boyunun 1.70 olduğunu iddia etmişti ki kendisi bu boydaydı.


Ben maalesef bu arkadaşın yapmacık davranışlarını samimi zannettim. İçten içe gerçeği bilsem de konduramadım. Mesela yazları beni hiç aramazdı. Ararsam ben bir kere arardım. Hakiki bir dostluğumuzun olmadığı aşikardı ancak ben bu gerçeği göremiyordum veya görmeyi tercih etmiyordum.


Daha önceki yazımda bahsettiğim üzere ben mezun olduktan sonra çok zor zamanlar geçirdim. Bu zor zamanlarda yanımda olmadı. Yanımda olmadığı gibi beni üzecek birçok davranışta bulundu. Aramızdaki bağın koptuğu günü çok iyi hatırlıyorum. Salgın zamanı aramıştım. Bir saate yakın konuşmuştuk. Telefonu kapatırken: “Ben anne babamı bile aramıyorum. Seni de aramazsam kusura bakma!” demişti. Ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Bu sözünden sonra onu yıllarca aramadım. Çocuğu olduğunda mesajla tebrik ettim. Benimle birkaç kere vatsaptan iletişim kurmayı denedi ancak sert ve kısa cevaplar vererek her mesajında lafı ağzına tıktım. Belli bir süre sonra o da bana yazmaz oldu. Yıllar sonra Antalya’daki başka bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde onu makamında ziyaret ettim, sonuçta yılların hatrı vardı. Ama keşke ziyaret etmeseymişim. O güne kadar kurum avukatlığını kazandığımı duyan herkes çok sevinmişti. Mehmet bunu duyunca önce sevinmiş gibi yaptı ancak karın ağrısı sonra ortaya çıktı. Orada başıma İİBF’li birini koyacaklarmış da, ben daha sonra hakim savcılığa geçmek isteyecekmişim de vs. Bir takım herzeleri sıralayıp durdu. Ben onun asıl derdini biliyordum. Avukatlık yapabilecek bir insandı ancak tek maaşla geçinen bir ailenin beş çocuğundan biri olunca savcılığı tercih etmişti. Onun avukatlara karşı öfkeli olduğunu ben önceden de fark etmişim ancak ne olursa olsun kendini tutmalıydı. Bunlar sınavı yeni kazanmış birine söylenecek sözler değildi. Keşke avazım çıktığım kadar bağırıp, tüm öfkemi üstüne boşalttıktan sonra kalkıp gitseydim. Yapamadım. Zaafımız olan insanlara herkese olduğumuz kadar cesur olamıyoruz maalesef. Günün geri kalanını kendini övmekle geçirdi. En çok kendi çalışıyormuş, kendi kadar hiçbir avukat çalışmıyormuş, bu paraya bu meslek yapılmazmış vs. Bitmek bilmeyen, kabus gibi bir gündü.


Ben kendisini ziyaret etmiş olsam da kendisi beni ziyaret etmedi, telefonla tebrik etmekle yetindi. Ona, mesleğimi aşağılamasına ve küçümsemesine rağmen beni tebrik etmesine şaşırdığımı söyledim. Şükür ki en azından bunu yapabildim. O başka bir yere atanınca bırakın aramayı mesaj bile yazmadım. Sonra beni utanmadan atandığı yere davet etti. Mustafa Kutlu’nun bir kitabını filme çekmişler ve onun galası olacakmış. Kendisini soğuk cevaplar vererek reddettim. Şimdi ancak bir yakını ölse ararım. Boşandığını duysam bile aramam, geçmiş olsun dahi demem.


Ben Mehmet’ten önce: “Bir insan nasıl davranıyorsa öyledir.” diye düşünürdüm. Yani bir insan bir insana seviyormuş gibi davranıyorsa seviyordur, sevmiyormuş gibi davranıyorsa sevmiyordur. Halbuki hiç öyle değilmiş. Düşünce ve davranışın arasında uçurumlar olabiliyormuş. Bana vermiş olduğu hayat dersi için kendisine müteşekkirim.


İkinci arkadaşı anlatayım.


Bu arkadaşla birkaç yıl önce üniversite yerleşkesinde tanıştık. İkinci üniversitemde sınıftaki erkek sayısı yirmiyi geçmediği için tüm erkekler kısa sürede birbirini tanımıştı.


Onu ilk gördüğüm andan itibaren zihnim bedenime “Uzak dur!” uyarıları göndermeye başladı. Yakışıklı, sosyal, ağzı laf yapan, çevresindekileri etkilemeyi bilen bir arkadaştı. Ufacık bir hayat tecrübesine sahip olan herkesin beş dakikada fırıldaklığını anlayabileceği bir türdü. Bir insan doğum tarihi hakkında bile yalan söyler mi? Bu çocuk söylüyordu. Önce 2001’de doğduğunu söyledi. Aylar sonra 2000’de doğduğunu söyledi. Babasının ağır ceza reisi olduğunu iddia etti ki bunu söylerken kaşı gözü ayrı oynadığı için yalan söylediğini anlamak çocuk oyuncağıydı. Sonradan babasının galerisi olduğunu dile getirdi. Galeri sahibi bir ağır ceza reisi! Birkaç ay sonra yalanının mantıksızlığını anlamış olacak ki babasının o ay emekli olduğunu söyledi. Babasının mesleğiyle ilgili tamamen yalan konuştuğunu adım gibi bilsem de Adana’da ağır ceza mahkemesi üyesi olan bir arkadaşıma bu arkadaşın babasını sordum. Elbette böyle bir ceza reisi yoktu ve şubat ayında da adliyeden hiçbir hakim emekli olmamıştı.


İki yıllık polis meslek yüksekokulu mezunu olduğunu ve bir süre polis olarak görev yaptığını tanıştıktan bir yıl sonra söyledi. Davranışlarındaki ve sosyal medya hesabındaki bazı emarelerden en azından bu konuda doğru söylediğini anladım. Tabii bu arkadaşın hiçbir sözü tamamen doğru olamayacağndan meslekten neden ayrıldığına dair de yalan olduğu bariz cevaplar veriyordu. İnsanlar aşağlıyormuş, sabah akşam dışarıdaymış, birilerinin kulu köpeği oluyormuş vs. Polislik gibi bir güç erkini asla bırakamazdı. Muhtemelen yapılmaması gereken bir hata yaptı, teşkilat da kendisine ya istifa et ya da ihraç edeceğiz dedi. Kendisi de istifayı tercih etti.


Evli bir kadınla para için beraber olmak gibi sayısız ahlaksızlığı olan –ki bu olayı bana açıkça söylemedi, parçaları birleştirerek buldum- bu arkadaşa başlangıçta hiç yüz vermedim. Zihhim uzak durmamı söylese de nefsim ona doğru çekilıyordu. Bu meyillerime fazla kulak asmayıp uzak durmaya devam ettim. Ama bu arkadaş hiçbir zaman aramaktan, mesaj atmaktan bıkmadı. Olup olmadık zamanlarda elimi sıkıyor; koluma, omzuma, belime, dizime bir şekilde dokunuyordu. Sporcular haricinde düzcinsel erkekler birbirlerinin fiziksel özellikleri hakkında fazla yorum yapmazken kendisi durduk yere parmaklarımın uzun olduğundan ve koluma saatin çok yakışacağından bahsedebiliyordu. Kendisinden yedi yaş büyük olan bana birkaç kere “canım” diye hitap etmesini epey gülünç bulmuştum.


Kendisinden bilinçli olarak uzak durduğumun farkndaydı. “Okul dışında da hiç görüşmüyoruz.” diyordu. Okul dışında görüşmeyi defalarca teklif etmişti de ben hep redddetmiştim. İlginç bir durumdu. Koskoca okulda en çok çekildiğim kişi peşimde koşuyordu ve ben istemiyordum.


Kompulsif derecede cinsel davranışları ve saldırganlık eğilimleri vardı. Kendine zarar vermeyi seviyordu. Bütün bunların gizli eşcinsellik anlamına geldiğini geçen iki yılda fark edememiştim ama şimdi net olarak anlıyorum. Karşı cinsle olan ilişkilerini bana anlatmazdı ama bir şekilde neler yaşadığını anlıyordum. Bir kız buluyor, onunla iki üç ay vakit geçiriyor, ona sevgilisi gibi davranıyor –aslında olan biten cinsel partnerlikten ibaretti- sonra ilişki bitiyor, bir hafta ayrılık acısı çekiliyor ve sözde yas süreci tamamlandıktan sonra yeni sulara yelken açılıyordu. Allahtan temiz kızlara bulaşmıyordu. Bulduğu kızlar da kendisi gibi ipten kazıktan kurtulmuş tiplerdi.


Bu gidiş elbette böyle devam edemezdi. En son kafede çalışan bir kızla vakit geçirmeye başladı. O zamanlarda öfori denebilecek ürkütücü bir neşesi vardı. Yolun sonunun hayra çıkmayacağı belliydi. Yüz bin lira borcu oldu, majör depresyon teşhisi aldı ve ilaçları toplu içerek intihar etmeye kalktı. Şimdi okulda ruh gibi dolanıyor. Bedeni değişmemesine rağmen bütün etkileyiciliğini yitirmesine oldukça şaşırdım. İnsanlar arasında güneş gibi parlayan o çocuk şimdi gölgeden bile silik. Altı boş olsa bile özgüvenin insana iksir gibi fayda verdiğini öğrenmiş oldum. Bu arkadaş bana unutamayacağım bir tecrübe yaşattı. Onu da anlatayım, bu bahsi kapatalım.

İntihar denemesinden sonraki buluşmalarımızdan birinde onu evine bırakacaktım. Vakit geç olmuştu, hava karanlıktı. Etrafta kimse yoktu. Arabadan indik ve arabanın kaputu üzerinde oturarak biraz daha sohbet ettik. Ayrılma vakti gelmişti. Yaşadığı olaylara epeyce üzüldüğümden ona merhametli davranıyordum. Ona sarıldım. O da laf olsun diye değil de isteyerek bana sarıldı. Belki bir dakika boyunca birbirimizden ayrılmadık. Sonra arabama bindim ve evime döndüm. Bu olayın etkisinden üç gün boyunca kurtulamadım. Sokakta gördüklerimin en az dörtte biriyle yatmak isteyen ben, üç gün boyunca ondan başka kimseyi arzulamadım. O ân hissettiklerim çok farklıydı. Sevgiyle yaşanan bir birlikteliğin, sevgisiz yaşanan binlerce birlikteliğin toplamından büyük olduğunu kısmen de olsa tecrübe etmiştim. Tabii bu birliktelik iki erkek veya iki kadın arasında değil, birbirleri için yaratılmış olan bir erkek ve bir kadın arasında olmalıydı.


Etkilendiğim iki kişi oldu demiştim ama bir üçüncüsünden de bahsedebilirim. Bizim kurumda fazla erkek avukat yoktur. Daha doğrusu kurum avukatlığı tam bir kadın mesleği olduğundan erkekler kurum avukatlığından pek tatmin olmazlar ve fırsatını bulunca ya serbest avukatlığa ya da hakim savcılığa geçerler. Bizim kurumdaki biri de Ali, 1995 doğumlu, Malatyalı. Kuruma ilk geldiğimde bana biraz ters davrandı ama onunla iyi anlaşabileceğimi sezdiğimden onun kötü davranışlarına pek aldırmadım. Evini taşırken yardım ettim, birlikte yemek yedik, tıraş olduğunda sıhhatler olsun dedim, fırsat buldukça odasına ziyarete gittim. Kendisi de epeyce sosyal ve sıcakkanlı bir insan olduğundan o da bana karşı aynı şekilde karşılık verdi. Evine gittiğimizde elleriyle yaptığı yemeklerden ikram etti, mesai çıkışında perdeciye gideceğim sen de gel dedi, hatta geçenlerde beni Mostar’dan görüntülü aradı. Epey mutluydu, o mutlu olunca ben de mutlu oldum.


Bu arkadaş yukarıdaki ikisinden kat kat sağlam duruşlu, ahlak ilkelerine bağlı bir insan Menfaati ile değerleri arasında kaldığından değerlerinden yana davranmayı biliyor. Güleryüzlü, hoş sohbet birisi. Eşcinsellik derecesini kestiremiyorum. Elimi sıktığı zaman uzun süre bırakmamasından bir sonuç çıkaramayız. Şimdilik en fazla belki biraz meyli vardır diyebilirim. Daha fazlasını söyleyebilecek kadar onu tanımıyorum ama daha samimi olmak ikimiz için de iyi olacak gibime geliyor.


Gece yatmadan önce birine sarıldığımı hayal ederken ve istimna yaparken genelde ilk iki arkadaşı düşünüyorum –şimdilerde Ali’ye sarıldığımı da sıkça düşünür oldum. İstimna yaparken bazen kılsız tüysüz, zayıf ve oldukça genç bir pasifi de hayal ettiğim oluyor. Bu üçü dışında kimseyi düşünmüyorum. Hepsine karşı aktifim. Sokakta yürürken yapılı erkekler de ilgimi çekiyor ancak onlara karşı pasif olmak istemem, kimseye karşı pasif olmak istemem. Hatta verdiğiniz ödevlerden biri de: “İlişkiyi karşı tarafın başlattığını düşün.” idi. Bunu yaparken başlangıçta epey zorlandım. Arzu edilmeyi pasiflikmiş gibi düşündüm ama sonradan bunun özgüven arttıcı bir eylem olduğunu fark ettim. İlk benim sarıldığımı değil de ilk onun sarıldığını düşünerek başladım. İstimna yaparken de ilk onun başlattığını hayal ettim. Dediğiniz gibi; ayakta, gözlerim açık, meninin çıkışını görerek, boşalmadan önce kendimi durdurup, üç dört kez bunu tekrar ettikten sonra... Fazla zevk aldığımı söyleyemem sadece ödev olduğu için yaptım. Haftada ikiden fazla istimnayı yasakladığınız için bir haftadır bir kere istimna yaptım, onu da dediğiniz şekilde yaptım. Penisi görmek, o geliş gidişlere tanıklık etmek, meninin çıkışını görmek insana özgüven katıyor. Henüz ayna almadım ama alacağım.


İstimna yaparken en çok düşündüğüm iki kişinin babama epeyce benzeyen iki kişi olması tesadüf olmasa gerek. Cinselliği bir aşağılama, zarar verme davranışı olarak mı görüyorum? Babamla cinsellik yaşayıp onu aşağılayamayacağıma göre babama benzeyenlerle cinsellik yaşadığımı hayal edip onları aşağılıyorum. Sadist eğilimlerim var anlaşılan. Narsist eğilimlerim de mevcut. Sokakta yürürken yedi köyün ağası gibi yürüyorum. Önüme kim çıksa devirirmişim gibi geliyor. Ama en ufak bir ses yükselmesinde ödüm kopuyor. İçi boş bir egom var. Pasiflikte ego yok –tamamen teslim olma ve kölelik etme-, aktiflikte içi boş bir ego var –karşındakini teslim alma ve kendine köle etme- düzcinsellikte ise içi dolu bir ego var –hakim konumda olma ama kimseyi de mahkum etmeme.

*


“Her türlü korku, kaygı, suçluluk duygusu eşcinselliği besler.”


“Düzcinsel erkekler aşık oldukları kadını başlangıçta cinsel olarak arzulamazlar. Gözlerini, saçlarını överler. Eşcinsel erkeklerse önce cinselliği düşünürler.”


Terapideyken en çok bu iki ifadenizden etkilendim.


*


Beni Deniz ile tanıştırmanız çok iyi oldu. Sohbetimizin ilk birkaç dakikasında içimde çok yüksek bir hakimiyet arzusu hissettim. Onun benliğini kendi benliğimde yok etmek istiyordum. Bu istek ateş gibi tüm vücudumu sarmıştı. Onun kadınsı ve çekingen duruşu beni tetiklemiş olabilir. Allahtan birkaç dakika sonra bu arzu geçti de eşitler arası bir ilişki kurabildik.


Borderline olduğundan bahsetti. “Şu an senin bile sevgine ihtiyacım var.” dedi. Ben de hepimizin birbirimizin sevgisine ihtiyacı olduğunu, insan kelimesinin ünsiyet (bağ kurmak) kelimesinden geldiğini söyledim. Bir ara sevdiğimiz şarkıcılardan bahsettik. Ebru Gündeş, Esmeray ve Seda Sayan’ı beğeniyormuş. Hepsinin baskın kadınlar olduğunu, eşcinsel dünyasında baskın kadın şarkıcılara büyük hayranlık duyulduğundan bahsettim. Benimle aynı fikirde olduğunu söyledi. Bunun sebebini bulmaya çalıştık ancak bulamadık. Kalkmam gerektiğinde beni kapıya kadar uğurladı. Elimi elinin ucuyla, kadınsı bir şekilde sıkmasını bekliyordum ki tüm eliyle kavrayarak, erkeksi bir şekilde sıktı.


Deniz’in terapisine katılmak bana iyi geldi. Eşcinsellik hakkındaki gerçekleri bilsem de bunları defalarca duymaya ihtiyacım var. Ancak bu şekilde zihnime kazınabilir gibime geliyor. Deniz ile bir daha karşılaşırsam ona şunu söylemek isterim: Eşcinsel aşkta aşık ile maşuk yok, efendi ile köle var.


Deniz; güler yüzlü, olumlu, neşeli, insanlarla kolayca iletişim kurabilen, hoş sohbet bir insan. Çoğu eşcinselde bulunan karamsarlık ve kuyuya düşmüşlük halini onda görmedim. Belki bu sayede kolayca iyileşir.
Başlık: Ynt: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 27 Kasım 2023, 11:57:52 ös
İLK TERAPİ (DEVAMI)

Terapiden sonra ilk bir hafta hemen hemen kimseye karşı cinsel arzu duymadım. Aseksüel olmuş gibiydim. Birilerini arzulamaktan korktuğum için sürekli kendimi meşgul ettim. Sabahtan öğlene dek okula gidiyor, öğleden akşama dek kurumda çalışıyor, akşamdan sonra dışarıda iki saat yürüyüş yapıyordum. Çok yoruluyordum ancak yorulmayı evde boş durup kendimi hırpalamaya tercih ederdim.

Fazla müzik dinlemeyi bırakmam gerekiyor. Gerçi artık ona bile vaktim yok ama istesem saatlerce müzik dinleyebilirim. Beni başka bir dünyaya götürüyor, kafamı dağıtıyor. Fazla müziğin sanki eşcinselleştirici bir etkisi var. Joseph Nicolosi bir kitabında eşcinsel erkeklerin çok fazla hissizlik yaşadığını söylüyordu. Bu hissizlik alanını gri bölge olarak tanımlıyordu. Gri bölgeye giren eşcinsel erkek buradan çıkmak için eşcinsel ilişki yaşıyormuş. Nicolosi danışanlarını gri bölgeden çıkartabilmek Geştalt terapi yöntemlerini kullanıyordu. Danışanlarının korku, kaygı, üzüntü, öfke gibi duyguları hissetmelerini ve bu hislerin bedenleri üzerindeki etkilerini anlatmalarını istiyordu. M. ile sohbet ederken bir süre sonra uykusunun geldğini fark etmiştim. Uykusu gelmişti ancak çok istekli bir şekilde konuşuyordu. Bu iki veriyi zihnimde bağdaştıramadım. Sonra bu çelişki gibi görünen durumu kendisi açıkladı. Küçükken anne ve babası kavga ettiğinde yüzü uyuşuyormuş. Daha sonraları eşcinsellik konusundan bahsederken de aynı yüz uyuşmasını yaşamaya başlamış. Gri bölgeye bir örnek olarak verilebilir. Eşcinsellerin müzik ve diğer sanat dallarıyla olan yakın ilişkisini açıklayabilmek için gri bölge konusuna değindim. Ben de gri bölgeye çok sık giriyorum. Oradan çıkabilmek için kullandığım yollardan birisi de müzik dinlemek. Etkili oluyor ancak bir süre sonra rahatsız etmeye başlıyor.

Bana en iyi gelen üç şeyi söyleyeyim:
1- Maneviyat
2- Çalışmak
3- İnsan ilişkileri

Ciddi bir bunalım geçiriyorsam anlıyorum ki bu üçünden birini veya birkaçını ihmal etmişim. En ihmal ettiğim de genelde insan ilişkileri oluyor. Bana sosyal fobim olabileceğini söylemiştiniz. Sosyal fobiden kastınız insan ilişkilerinin iyi olmaması ise buna kısmen katılabilirim. Biriyle ilişki kurmak benim için gerçekten zor. Ama istediğim zaman da çok sağlam ilişkiler kurabiliyorum. On yıldır iletişimde olduğum arkadaşlarım var.

*

Birkaç gün önce Esad’tan bir mesaj geldi. Bir dernekte emekli bir tetkik hakimi insan hakları konusunda bir konuşma yapacakmış. Hocası bizim arkadaşı sohbete davet etmiş. Beraber gidelim o zaman yazdım. Ertesi gün oldu, arkadaşı okuldan aldım, birlikte derneğe gittik.

Tarikat/cemaat ortamı ile siyasi sivil toplum kuruluşlarının ortamı epey farklı. Siyasi oluşumlardaki o samimiyetsizlik, yapmacık gülümsemeler, ikbal endişesiyle eğilen başlar hemen fark ediliyor. Burada birkaç tane samimi insan da olsa –ki arkadaşımın hocası onlardan biriydi- çoğunluk menfaat için oradadır. Bu durumu biliyorum ancak yine de siyiasi stk’ların toplantılarına gittiğim oluyor. Ankara’daki gibi burada her gün onlarca sohbet düzenlenmiyor. Şairin; Ele geçmezse eğer sevdiğimiz / Çare ne; eldekini sevmeliyiz mısralarında anlattığı gibi mevcut olanla yetinmek zorundayım.

Biz derneğin mescidinde otururken içeriye son derece iyi giyimli bir beyefendi girdi. Başındaki takke ile şapka arasında kalmış olan serpuş, Yusuf Ziya KAVAKÇI’nın takkesine benziyordu. Beyaz zemin üzerine kırmızı puantiyeli ipek kravatı, aynı desenlere sahip ipek mendili, kırmızı akik taşlı yüzüğü ve iki numara makine tarağıyla kesilmiş beyaz sakalıyla göz kamaştırıyordu. 1950’lerde yaşayan Osmanlı bakiyyesi İstanul beyefendilerinin üslubu ile konuşuyordu. Çok sakin bir ses tonu vardı. Derviş gibi konuşuyordu. “Ne kadar mütevazı bir insan!” derdi hakim beyi dinleyen çoğu kişi. Ancak bütün bu ihtişamın kökenindeki narsistik eğilimleri fark etmem uzun sürmedi. Gazze’den bahsederken gereğinden fazla titreyen sesi, sakince konuşurken aniden bağırıp dikkati üzerine çekmesi, kendini lüzumsuz derecede yermesi gibi hususlar anlamak isteyene çok şey anlatıyordu. Bu düşüncelerimi oradakilere anlatsam ya kıskanç olduğumu ya da deli olduğumu düşünürlerdi. İyi giyinmeye meraklı biriyim ancak bu beyefendi bana şunu öğretti ki iyi giyinmek diğer insanlarla araya mesafe koyuyor. Sayın Cumhurbaşkanının kareli ceketlerinin sırrı anlaşıldı.

Konuşmacının narsistik eğilimlerinden bu kadar rahatsız olmamın sebebi açık: kendimde de aynı eğilimlerin mevcut bulunması. Tüm bunları bir tarafa bırakıp beni asıl etkileyen olayı anlatmak istiyorum. Bir süre mescidde sohbet ettikten sonra konferans salonuna inmemiz gerektiği söylendi. Canımız sıkılırsa kolayca çıkabilelim diye arkadaşımla birlikte salonun en arkasına geçtik. Önümüzde iki üniversiteli arkadaş oturuyordu. Sağ önümdeki tırnaklarını uzatmış, sakal ve bıyığı olmayan kadınsı davranışlara sahip bir arkadaştı. Sol önümdekiyse saçlarının yarısını beş numarayla kestirmiş, diğer yarısını ise uzatıp başının tepesinde lastikle toplamış, sakallı, geniş omuzlu, atletik yapılı biriydi. Özgüvenli davranışlarıyla arkadaş grubunun lideri olduğu ve karşı cinsin ilgisini üzerine çekmekte pek zorlanmadığı belliydi. Erkeksi olan arkadaş durmadan kadınsı olanın omzuna yaslanıyor ve onunla hep temas halinde olmaya çalışıyordu. Bir anda korkunç bir ateşin bütün vücudumu sardığını hissettim. Halbuki terapiden sonra günlerce gri bölgede kalmış, ne mutlu ne mutsuz olmuş, kimseyi arzulamamıştım. Bu ateşin içinde öfke, haset ve şehvet vardı. Tüm bu duyguları aynı anda ve en uç haliyle yaşıyordum. Oradan kalkıp başka bir yere otursam Esad’a bu durumu nasıl açıklayacaktım? Hiçbir yere gidemezdim. Orada kalıp mecburen gördüklerime tahammül edecektim. Sonra belki size çok gülünç gelecek bir olay oldu. Erkeksi olan sol ayak bileği sağ dizinin üzerinde olacak şekilde bacak bacak üstüne attı. Şort giydiği için bacağını görmüş oldum. Bacağını beğenmedim ve tüm arzum birden sönüverdi. Bu kadar mıydı yani? Erkeksi olan salondan ayrıldıktan sonra bir süre kadınsı olanı inceledim. Konuşma bitip soru-cevap kısmına geçilince yeterince yorulduğumuza kanaat getirip biz de kalktık. Demek ki beğendiğimiz bir insanı beğenmemek istiyorsak onun beğenmediğimiz yönlerine odaklanmamız gerekiyor.

Arabuluculuk eğitiminde tanıştığım üç arkadaşı da anlatıp haddinden fazla uzamış bu yazıyı artık sonlandırayım.
Eğitim salonunun en arkasında oturan, kimseyle iletişim kurmayan bir arkadaş vardı. Hem dış görünüşü hem de gizemliliği beni ona doğru çekiyordu. Teorik eğitim bitince pratik eğitim başladı. Koltukların olduğu konferans salonunu bırakıp masa ve sandalyelerin olduğu duruşma salonuna geçtik. Bir masanın etrafına beş altı kişi oturup arabuluculuk sürecini canlandırmamız gerekiyordu. Bir gün sınıfa girdiğimde sadece onun oturduğu masanın boş olduğunu gördüm. O masaya oturup kendisine selam verdim. Selamımı aldı. “Hocam isminiz nedir?” diye sordum. Bu durumu olumlu karşıladı. Meğerse güler yüzlü, hoş sohbet, sıcakkanlı bir insanmış. Birkaç dakika sonra numaramı aldı ben de onun numarasını aldım. Ders aralarında hep sohbet ettik. Artık herhangi bir arzulama hali söz konusu değildi, arkadaş olmuştuk. Bir tarafta Kaf Dağının tepesinde oturan düzcinsel ile öbür tarafta o dağın eteklerinde kalmış, tepesine çıkamamaktan ötürü kahrolmuş eşcinsel söz konusu değildi. Eşitler arası ilişki kuran iki erkek vardı. Eğitimin son günü okuldan erken ayrıldı. Spor hukukuyla ilgilendiğini söylemişti. Ben de ona spor hukuku üstadı olan staj hocamın numarasını gönderdim. Bana. “Valla Ömer eğitimde bir tek seninle tanıştım sen de bana bu jesti yaptın.” diye mesaj attı.

İkinci arkadaşla fazla samimiyetimiz olmadı. İyi huylu, evlilik hazırlığında olan biriydi. Arada bir “Nasılsın kardeşim?” diye sorması hoşuma gidiyordu.

Üçüncü arkadaşla ilki gibi pratik eğitim sırasında tanıştık. Aynı masaya düşmüştük ve konuşmayı yine ben başlattım. İlk ikisi gibi bu arkadaş da hem yakışıklı hem de düzgün karakterli bir insandı. Bir okulda müdür yardımcılığı yapıyormuş. Aynı zamanda stajyer avukatmış. Unvan yükseltme sınavına girip Milli Eğitim Bakanlığında kurum avukatı olmak istiyormuş. Milli Eğitim Bakanlığı avukatlığı ve kurum avukatlığı hakkında bildiğim bütün bilgileri kendisine aktardım. Evli ve çocukluydu. Biraz çekingen bir arkadaştı. Ona Ömer Hocam diye hitap ettikçe onun bana mahcup bir şekilde gülümsemesi hoşuma gidiyordu.

Fark ettim ki sağlıklı düzcinsel erkeklerin güç diye bir derdi yok. Onlar gücü yaşıyor. Güç onların içinde mevcut; bizse gücü dışarıda, bizim gibi güçsüz erkeklerde arıyoruz.

*

Yazıyı bitirecektim ancak biraz ailemden bahsetmek istiyorum. Atandığımdan beri –yaklaşık altı aydır- babam bana iyi davranıyor. Sanki daha önce yaşadığımız sorunları hiç yaşamamışız gibi. Ben onu affetmedim ama o kendini affetmiş görünüyor. Bu iyi davranma halinin samimi ve kalıcı olmasını isterdim. Ancak yapay ve geçici olduğu ortada. Daha önce defalarca durduk yere aramızdaki barışı bozdu. Bu adam kendisinin ve ailesinin zor zamanlarını yönetmesini bilmiyor. Kendisine aykırı en ufak bir harekete tahammülü yok. Evinde kedi besledi diye kardeşimle aylarca konuşmamıştı. “Bir sokak kedisini bize tercih etti.” diyordu. Gülünç ve ürkütücü. Bir hafta önce kardeşim de benim gibi Osmaniye’den Adana’ya taşındı. Bu duruma canı sıkıldığı belli. Dün akşam bir iki tane laf dokundurdu bana yine. Şansını fazla zorlarsa kavga etmekten çekinmem. Bunu bildiği için fazla ileri gidemiyor. Galerisi olan ev sahibim, satacağı bir arabayı birkaç ay önce vatsap durumuna koymuştu. Güzel arabaydı. Beni hukuki bir mesele için ardığında arabanın fiyatını sormuştum. Dört milyon yedi yüz bin lira olduğunu söylemişti. Vatsap durumunun ekran görüntüsünü aldım. Görüntüyü babama gösterdim. Arabanın Ford Mustang olduğunu söyledi, arabanın genel aksamı hakkında bilgi verdi. Onunla ortak bir paydada buluşup bir şeyler paylaşmak güzeldi ancak ben kendisine güvenmediğim için bu paylaşımın hazzını tam olarak yaşayamadım. İçimde hep bir acaba sorusu var. Acaba ne zaman laf sokacak, acaba ne zaman yine kötü davranacak? Bu süreç onun yardımı olsa daha kolay ilerlerdi ama bu durumu ne ona söylemek ne de ondan yardım alıp minnet altında kalmak isterim.

Ben annemi severim, annem de beni sever ancak annemin kısmen bana da geçmiş bulunan hissizliğinden ve donukluğundan rahatsızım. Ona heyecanla bir şeyler anlatırken aynı heyecanla beni dinlemesini isterdim.

Ailemle ilgili bazı meseleleri size anlatmıştım. Sözlerinizden, yüz ifadelerinizden ve ses tonunuzdan sezdiğim kadarıyla ailevi meselelere çok takılmamı istemiyorsunuz. Artık bir mesleğim olduğuna, başka bir şehirde tek başıma yaşadığıma göre kendi yoluma bakmalıyım. Onlar da fazla karışmıyorlar bana. Ben onlara öfkeli ve hırçın davrandıkça onlar geri çekiliyorlar. Artık üzerimde bir etkilerinin kalmadığının farkındalar.

Terapiden sekiz gün sonraki bu Pazar gününde bir yandan bu yazının son paragrafını yazarken bir yandan da “Ben erkekliğin neresindeyim?” diye sorguluyorum. Zamanında içten dışa doğru gelişmemiş olan erkekliğimi şimdi deri çantayla, deri kemerle, hafta sonu bile yarı resmi giyinerek, bacaklarım açık şekilde oturarak, etrafımdakilere hırçın davranarak dıştan içe doğru geliştirmeye çalışıyorum. Keşke her hafta terapiye gelebilsem diye düşünüyorum. Vakit kaybetmek istemiyorum ancak “Her oluş bir zamana rehnolmuştur.” hadis-i şerifince vakti gelmeyince hiçbir işin olmayacağını biliyorum. Şimdi bana haftaya cumartesi günkü terapiyi sabırla beklemek kalıyor.
Başlık: Ynt: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 28 Kasım 2023, 12:02:01 öö
İKİNCİ TERAPİ


04/11/2023
   
Ofisinizin kapısını çaldığımda kapıyı N. açtı. Birkaç saniye sonra siz geldiniz. N. ile konuşmamı söyleyip terapi odasına geri döndünüz.
   
N., bugüne dek ilişki yaşamadığım için epey şanslı olduğumu söyledi. İlişki yaşamayanların terapisi bir ila bir buçuk sene sürüyormuş. “Düzcinsel bir insan canı sıkılınca kahveye, camiye giderken eşcinselin aklına hemen ilişki yaşamak geliyor.” dedi. Tabii ilişki çözüm olmuyor, ilişki yaşamak eşcinseli çukurun daha da dibine itiyor.
   
Bu hafta terapide beş husus üzerinde durduk:


1-   Eşcinsel değil röntgenciyim.
2-   Ciddi anlamda duygusal yoksunluk çekiyorum, sevgi eksikliği yaşıyorum. Birini sevmekte zorlanıyorum ve beni sevmek isteyenlere zorluk çıkarıyorum.
3-   Babama çok benziyorum.
4-   Bir erkek seçip onunla sıkı bir dostluk ilişkisi kurmam gerekiyor.
5-   Kadınlardan gelen duygusal ilişki taleplerini reddetmemeliyim. Kadınlarla sevgili olamasam bile onlara birkaç adım yaklaşmalıyım.


Terapi esnasında eşcinsel değil röntgenci olduğumu söylediğinizde bu durumu ilk başta kabullenemedim. Bana soracak olursanız dini sebeplerden ötürü ilişki yaşamamıştım. Bu konuyu on beş dakika boyunca tartışsak da ikna olmadım ta ki dört sene önceki bir sonbahar gecesini hatırlayana dek.


Size bahsettiğim savcı arkadaşım Ankara’ya gelmiş ve birkaç gün bende kalmıştı. O zamanlar henüz bana kötü davranmaya başlamadığı için onun gelişine çok sevinmiştim. Geldiği günün akşamında faranjit oldu, ateşi çıktı. İyileşmesi için elimden geleni yaptım. Yatacağı odaya geçmişti, ayakta bekliyordu. Ateşine bakmak için önce tek elimle alnına sonra çift elimle yanaklarına dokundum. Niyetim ateşine bakmak değil ona dokunmaktı. İtiraz etmedi hatta boynuna dokunmamı işaret etti. O gece her şey olabilirdi. Bir anda kendimi geriye çekip odama döndüm. Beni gerçekten ne engellemişti? Din diyebilir miyiz? Artık o kadar emin değilim. Belki de siz haklısınız ve benim eşcinsel yapılanmam tamamlanmadığı için o gece ilişki yaşamadım. Bu fikrinize terapi esnasında katılmamıştım ancak şimdi olabilir diyorum.


Aktifim diyorum ancak ondan bile pek emin değilim. Kendimi en çok o kimliğe yakın hissediyorum. İstimna yaparken kendimi hep baskın rolde konumlandırdığım için aktif olduğumu düşünüyorum. Aktif aktife ilişki arayanlar ve yaşayanlar varmış. Nasıl olduğunu merak ediyorum. Yarı arkadaşlık yarı cinsellik gibime geliyor. Yine de ideal bir ilişki biçimi olduğunu söyleyemeyiz, çukurun biraz ışık alan kısmıdır en fazla.


Şema terapi kitaplarındaki ölçekleri kendime uyguladığımda iki şema baskın çıkıyordu: duygusal yoksunluk ve kusurluluk. Kusurluluk şemasını epeyce törpülemiş olabilirim ancak duygusal yoksunluk şeması günden güne kökleşerek devam ediyor. Terapiye gelmeden önce de duygu eksikliğimin farkındaydım ancak bu eksikliğin bana zarar verecek aşamaya geldiğinden habersizdim. Çukur sandığım boşluk aslında uçurummuş.


Terapiden sonra Esad ile buluştuk. Üskadar’da bir kafede saatlerce sohbet ettik. O kadar iyi geldi ki. Düzgün kişilikli hemcinslerimle iletişim kurmak benim için çok iyi oluyor. Birkaç gün önce bir eğitim şirketinin sahibi Osman beni aradı. Bir saate yakın konuştuk. Zaman zaman sıkılsam da konuşma bittiğinde pamuk gibi olmuştum. “Konuşmalarından sıkılıyor olsan dahi hemcinslerinle sohbet etmeyi ihmal etme!” demiştiniz. Beni ağırlaştıran her ne varsa üzerimden uçup gitmişti. Sadece ilgi görmek değil ilgi göstermek de iyi hissettiriyor. Okulda benim çok sevdiğim, beni de çok seven bir arkadaş var. Birkaç gün önce bu arkadaşla okulda karşılaştık. Her zamanki kocaman gülümsemesiyle bakıyordu. Tokalaşıp sarıldık. “Nasılsın abi?” diye sordu. “İyiyim, seni gördüm daha iyi oldum.” dedim. Anlamsız bir gülümseme belirdi yüzünde. Ya bu cevabı benden beklemiyordu ya da düzcinsel erkek dünyasının sınırlarını aşmıştım. Ne olursa olsun bu cevabı verdiğime pişman olmadım. Ertesi gün, başka bir arkadaş “Görüşürüz abi!” diyip gülümseyerek sırtıma dokunmuştu. Bütün sıkıntılarım bir anda üzerimden kalkmıştı. Birilerine abilik yapmak hoşuma gidiyor. Kendimden yaşça küçük hemcinslerime karşı daha samimi davranıyorum.


Yakın dostluk ilişkisi kuracağım hemcinsim olarak aynı kurumda çalıştığım Ali’yi seçmiştik. Bu hafta her zamankinden daha fazla yanına uğradım. O da benim yanıma gelmeyi ihmal etmedi. İki gün önce: “Çıkışta bir yerlere gidelim mi?” dedim, geçiştirdi yani kabul etmedi. Kabul etmeyeceğini biliyordum çünkü durduk yere birileriyle buluşmak gibi bir alışkanlığı yok. Ya perdeciye gidecektir birini çağırır, ya evinde televizyon ünitesi kurulacaktır ya da kargocudan kargosunu alması gerekiyordur... Bu da onun iletişim kurma biçimi, bize saygı duymak düşüyor ancak bu yönüyle benim savcı arkadaşa benziyor. Ali de az kişiyle derinlikli ilişki kurmak yerine çok kişiyle yüzeysel ilişki kurmayı tercih ediyor. Bir kişiyle baş başa değil de birden çok kişiyle hep beraber oturmayı seviyor. Dışadönük olduğu için uyaran eşiği yüksek.


2016 yazında yurttan ayrıldıktan sonra bende bir sıkıntı meydana geldi ve o sıkıntı bugüne dek geçmedi. Hava karardıktan sonra kendimi çok kötü hissediyorum. Yatana kadar hiçbir işle uğraşamıyorum. Saatlerimi boşa harcıyorum. Acaba yurttayken hemcinslerimden güç alıyordum da yurttan ayrıldıktan sonra o güçten mahrum mu kaldım? Dışarıdaysam fazla sorun yaşamıyorum. Dışarıda ders çalışabiliyorum, yürüyebiliyorum, arkadaşlarımla sohbet edebiliyorum ama eve gelince üzerime bir ağırlık çöküyor. İki gündür bu hâli kısmen aşabildim. Önceden eve gelir gelmez müzik açardım ve müzik beni uyuştururdu. İki gündür müzik açmadım böylece ev işlerini yapabildim, yürüyüşe çıktım, kitap okudum ve yazı yazdım.


*


Akademisyen olmam gerektiğini söylemiştiniz. Bu fikrinize sonuna kadar katılıyorum. Terapi yazılarını yazmak saatlerimi alıyor ancak bu bana muhteşem bir haz veriyor. Masamda yarım kalmış bir yazının beni bekliyor oluşundan mutluluk duyuyorum. Yazıyı bitirince üzülüyorum. Akademisyen olursam ömür boyu masamda bitmeyi bekleyen yazılar olacak ve vaktimi onları tamamlayarak geçireceğim.


*


Üniversite yıllarımda neden kitaplarla bu kadar yakın olduğumu düşünüyorum. Acaba gerçek insanlarla kuramadığım ilşkiyi hayali insanlarla mı kurmaya çalışıyordum? Çünkü genellikle hikaye, roman gibi kurgusal eserleri okuyordum. Birçoğundan cinsel olarak etkilendiğim seksen kişinin bulunduğu erkek yurdunda delirmemek için zihnimi başka bir yöne çevirmeye mecburdum. Bu durum kariyerimi uzun vadede çöküşe kadar götürse de pişman değilim. Kitap okurken bazı zamanlar kalbim yerinden çıkacakmış gibi olurdu, o kadar heyecanlanırdım.


*


Hayatında ilk kez hamama giren yabancı bir erkeğin videosunu izledim. “Bir hemcinsimle bu şekilde bağ kurmak bana çok iyi geldi, yaşamadığım bir tecrübeydi.” diyor. İki gün önce Klinik Psikolojiye Giriş dersinde hoca psikodramadan bahsetti. Psikodramada danışanın grup liderine dokunması, grup liderinin de danışana dokunmasını önemliymiş. Danışan, grup liderine dokunarak ondan güç alırmış; grup lideri de danışana dokunarak ona güç verirmiş. Erkek çocukların, erkek ergenlerin ve erkek genç yetişkinlerin birbirine sıkça dokunmasıyla psikodramadaki güç alma/verme hususu birbiriyle çok ilişkili değil mi? Dokunarak birbirlerinin erkekliğini onaylıyorlar. “Nikah olmadan kadına dokunulmaz ama erkeğe dokunulur. Birbirimize dokunuyorsak ikimiz de erkeğizdir.” düşüncesi söz konusu oluyor. Dokunmak ve dokunulmak hususunda epeyce eksiğim. Okuldaki saf, temiz, köylü arkadaş sanki bunu biliyormuş gibi sık sık gelip bana dokunuyor. Tokalaşıyor, sarılıyor, elimi tuttuğu zaman bırakmıyor. Bazı insanlar neye ihtiyacımız olduğunu çok iyi seziyor.


*


Bu sevgi yoksunluğunu nasıl gidereceğim hususu kafamı kurcalıyor. Mesala bugün kendimi pek iyi hissetmediğim bir gündü. Bekir ile yarım saat mesajlaştıktan sonra iksir içmişim gibi dirildim. İyi hissetmek için her gün hemcinslerimle vakit mi geçireceğim? Onlarla saatlerce sohbet mi edeceğim? Bu kadar insan ilişkisi çok yorucu olmaz mı? İşinde gücünde olan insanlardan habire ilgi talep edip vakitlerini almamız ne kadar doğru?


*


Başladığım bu yolun nerede biteceğini bilmiyorum. Henüz tedavi değil de teşhis aşamasındaymışız gibime geliyor. Sıkıntının etrafında dolaşıyorum. Sorunun enini boyunu ölçmeye, hacmini hesaplamaya çalışıyorum. Bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyorum. Mesala uzun zamandır kaybetmiş olduğum sanatsal duyarlılığımı tekrar kazanmaya başladım. Dün akşam, sonu Sabancı Camii’ne çıkan yol üzerinde, caminin ihtişamlı görüntüsünde kendimi kaybederek yarım saat yürüdüm. Özenle ışıklandırılmış kubbe ve minarelerden büyülendim. Seyhan Nehri’nin kıyısındaki yaprakları eğrelti otuna benzeyen ağaca hayran hayran baktım. Yürüyüş yaparken o hafta yaşadığım güzel anları düşündüm. Okuldaki sevdiğim arkadaşın saatlerce dizimde yattığını, parmaklarımı onun saçlarında dolaştırdığımı hayal ettim. Bu hafta bende olan en belirgin değişim bu oldu: Hafta boyunca hemcinslerime sarıldığımı, onların omzuma yaslandığını hayal ederek mutlu oldum.
   
Zihnimde daha önceleri ayrı ayrı, bağımsız duran bilgiler terapiyle birlikte belli başlıklar altına yerleşiyor. Belirsizlikten belirliliğe doğru gidiyoruz. Sanki zihnimdeki çivileri yanlış yerlerinden söküp doğru yerlere çakıyorsunuz. Müzik zevkimin bile sevgi eksikliğiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Ben küçükken çoğu kişi müzik dinlemek için Kral TV’yi tercih ederdi. O kanalda çoğunlukla basit, hiçbir derinliği olmayan şarkılar çalardı. Tüm şarkıların aşktan bahsetmesinden rahatsız olurdum. “Başka konu yok mu?” diye düşünürdüm. Bu düşüncem lisede de devam etti. Lise ikideyken rap müzikle tanıştım. Kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Hayatta her ne var ise rapte de o vardı. Dinden, sokaktan, korkudan, kaygıdan bahsedilebiliyordu. Halen rap dinliyorum ve bana en gerçek müzik rapmiş gibi geliyor.


Keşke her hafta terapiye gelebilsem. Terapi beni bir hafta dengede tutuyor ama sonraki bir hafta dengesizliği uç noktalarda yaşıyorum. En dip duygulardan en yüksek duygulara her gün onlarca yolculuk yapıyorum. Uçurum kenarlarından sarkıyor, koşan bir atın sırtında tek ayak üzerinde dengede kalmaya çalışıyorum. Tüm olumlu değişimler ilk hafta için geçerli oluyor. İkinci haftada bu olumlu etkileri kısmen yaşayabiliyorum. Yine de yoldan çıkmamaya çalışıyorum.
Başlık: Ynt: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 28 Kasım 2023, 12:05:28 öö
ÜÇÜNCÜ TERAPİ


17/11/2023
   
Terapiye yarın gideceğim ancak yazısını yazmaya şimdiden başladım. Aklıma gelen bazı konuları fazla bekletmeden yazmak istiyorum.
   
Kendi içimde bir farkındalığa ulaştım ve birkaç gündür bu farkındalığın mutluluğunu yaşıyorum. Son on beş yılın muhasebesini yaptım. Ben on beş yıldır eşcinsellik yüzünden acı çekiyorum. En mutlu anlarımda bile bu sorunun gölgesi var. Mutsuz anlarım, mutlu anlarımdan daha fazla. Eğer terapiye devam etmezsem veya devam ettiğim halde başaramazsam eski halime geri döneceğim. Böyle olmasını hiç istemem ancak bir anlığına olduğunu varsayalım. Yine mutluluktan çok mutsuzluğa yakın olacağım. Ancak ben şükürler olsun ki günden güne geliştim. Bu durumla eskisine nazaran daha iyi mücadele edebiliyorum. Çok acı çekecek olsam da bir saatlik manevi tecrübenin sonunda, gün doğarken dışarı çıkıp temiz havayı içime çektiğimde, saatlerce uğraşıp bir yazıyı bitirdiğimde, tüm gün çalışıp kurumdaki işleri hallettiğimde, İstanbul’a gelip günlerce kendimi kaybederek gezdiğimde ben yine mutlu olacağım. Bulutların arasından güneş kendini tekrar gösterecek. Hayatım ağır aksak da olsa ilerlemeye devam edecek.

*
   
Beni iyileşen danışanlarınızla tanıştırmanıza, forumda iyi sonla biten sayısız hikaye okumama rağmen içimdeki karamsarlık bitmiyor. Bu durum bana çok mantıksız geliyor. İyileşebileceğimden halen endişe duyuyorum. Yine de terapilere devam etmekten vazgeçmeyeceğim.


*
   
Eşcinselliği genellikle kişilik bozuklukları bağlamında inceliyorsunuz. Özellikle de borderline ve narsistik kişilik bozukluğu, eşcinsellikle ilgili fikirlerinizin temelini oluşturuyor. Ancak bu durum tüm danışanlarınızın kendisini hasta sıfatıyla algılamasına sebep olabilir. Halbuki kişilik bozuklukları belirtileri gösteren her birey kişilik bozukluğu tanısı almıyor. Bu yüzden eşcinselliği şemalar üzerinden değerlendirmek isterim. Mesela eşcinsellerin çoğunda duygusal yoksunluk şeması var olabilir. Bu şema; pasif eşcinsellerde sevgi açlığı, aktif eşcinsellerde sevgi sömürücülüğü, cinsel kimliği tam oluşmamış eşcinsellerde ise sevgiden tamamen uzak durma şeklinde kendini gösterebilir. Kusurluluk şeması pasif eşcinsellerde kendini hep suçlu hissetme, aktif eşcinsellerde kendini hiç suçlu hissetmeme, cinsel kimliği tam oluşmamış eşcinsellerde ise kendini suçlu hissettirecek herkesten ve her şeyden uzak durma şeklinde kendini gösterebilir.


23/11/2023
   
Siz başka bir danışanınızın terapisindeyken ben de bekleme odasında oturuyordum. Ezan okunalı yaklaşık on beş dakika olmuştu. Vaktin geçmesine epey vardı ancak namazı kılıp rahat rahat vakit geçirmek istedim. Size mesaj atıp apartmandan çıktım. Halbuki terapi günlerinde uzun süre mesajlara bakmadığınızı biliyordum. Namazı bitirip camiden çıktığımda karşımda sizi gördüm. Hem mahcup oldum hem şaşırdım.
   
Terapiye bu son olayı değerlendirerek başladık. İnsan ilişkilerinden kaçındığım ve fazla kuralcı olduğum için bu tür bir davranışta bulunduğumu söylediniz. İçerideki arkadaşın çekingenliğinden ötürü odaya girmeyip mesaj attığımı söylesem de bu açıklamaya kendim bile inanmadım. Çünkü içeride rahat bir insan olsaydı da ben odaya girme cesaretini gösteremeyecektim.
   
Çekingenliğimden ötürü insan ilişkilerinden kaçınıyorum. Her gün selam vermek zorunda kalmayayım diye yolumun üzerindeki esnaftan alışveriş yapmıyorum. İletişimi fazla ilerletmemek için hiçbir lokantanın müdavimi olmuyorum. İnternet alışverişine düşkünüm çünkü sanal mağazalarda insanlarla muhatap olmak zorunda kalmıyorum. Komşularımla dahi günaydın ve iyi akşamlar’dan öte bir sohbetim yok. Altı aydır banyomdaki bozuk sifonu yaptırmıyorum. Yakın çevrem dört beş kişiden oluşuyor. Sadece  güvenli olarak nitelendirdiğim alanlarda girişken olabiliyorum ki hiçbir nesnel bulguya dayanmaksızın bir yeri güvenli başka bir yeri güvensiz olarak adlandırmak, ufak bir obsesyona/takıntıya işaret edebilir. Dini ortamlarda ve işyerinde cevvalim çünkü bu iki yerde güvendeyim. Tekkenin ve işyerinin kapısından çıktığım anda ise tehlikedeyim. Fazla sert olan bu iki kural, yaşamayı benim için zorlaştırıyor.
   
Birkaç kişi haricinde yüzeysel insan ilişkilerini samimi insan ilişkilerine tercih ediyorum. İnsanlarla arama duvar örüyorum sonra da “Sesim neden başkasına ulaşmıyor?” diye şikayet ediyorum. Sadece benim değil karşı tarafın sesi de duvarın ötesine geçmiyor. İnsanlar samimiyetsizliği hemen seziyor. Birkaç ay önce Bekir ile birlikte evimin olduğu apartmana girdik. Birinci katta bir komşumla karşılaştık. Selamlaşmaktan başka muhabbetimin olmadığı birisiydi. Bekir bu arkadaşa “Selamun aleyküm!” dedi. Arkadaşsa “Aleykümselaaaam!” diye cümlenin son hecesini uzatarak cevap verdi. Samimi olduğumuz insanlara öyle yaparız ya. Benim aylardır kuramadığım ilişkiyi Bekir birkaç saniyede kurmayı başarmıştı. Çünkü Bekir samimiydi bense yüzeyseldim.
   
Bu haftaki terapide diğer haftalardan farklı olarak kurallar ve takıntıları konuştuk. Fazla sayıda ve sert köşeli kurallar hayatı benim için yaşanmaz hâle getiriyordu. Elimdeki çubukla etrafıma bir daire çiziyor ve o dairenin dışına çıkmıyordum. Kuralları yıkabildiğim kadar yıkmam gerektiğini söylediniz.


Uçuş korkumun dahi altında lüzumsuz takıntılar var. Adana’dan İstanbul’a uçarken olumsuz düşünceleri gerçekçi düşüncelerle yenmeye çalıştım. Hayatın bir uçuş, uçuşun da hayattan bir parça olduğunu düşündüm. Hayatta bazı aksaklıklar olsa bile çoğunlukla düştüğümüz yerden kalkıp toparlanıyorduk.


Sistemin kendiliğinden koltuk ataması yapmasından ötürü İstanbul’dan Adana’ya uçarken cam kenarına oturmak zorunda kaldım. Önceleri biraz ürktüm ancak oraya oturmak benim için nimet oldu. Otobüsle giderken nasıl ki “Ya tekerlek yerinden çıkarsa?” diye düşünmüyorsak uçakla giderken de “Ya uçağın kanadı koparsa?” diye düşünmemeliydik. Kara yolu çakıllı olduğunda arabanın sallanması ne kadar normalse çeşitli hava kütlelerinin ve akımlarının olduğu yerde de uçağın sarsılması o kadar normaldi. Yani uçağın sarsılması, uçağın düşeceği anlamına değil hava yolunun sorunlu olduğu anlamına geliyordu. Evde otururken dahi doğalgaz patlamasından ölebilirdim. Uçaktayken maruz kaldığım tehlike, evdeyken maruz kaldığım tehlikedeyken çok da fazla değildi. Başımı uçağın gövdesine yaslayıp uçağın kanadını izleyerek Adana’ya geldim. “Uçak sallanıyorsa kesin düşecektir!” kuralının yerine “Kanat yerindeyse sorun yoktur!” kuralını koydum. Buradan şu sonucu çıkarıyorum ki ruh sağlığımı korumak adına benim hayata dair bazı anlayışlarımı kısmen veya tamamen değiştirmem gerekiyor.
   
Dostluk ilişkisi kuracağım kişi olarak Ali’yi seçmiştik ancak onun bu iletişime uygun biri olmadığımı anlattığımda bana hak verdiniz. Haftada birkaç kere görüşmek kaydıyla onun narsistik enerjisinden faydalanabilirim ancak narsistik enerjinin fazlası zarar verdiği ve beni güçsüz düşürdüğü için onunla çok fazla görüşmemeliyim. Seçtiğimiz bir kişi ile samimiyeti ilerletemedim ancak  “Bir işin tamamı yapılamıyorsa bile bir kısmı terk edilmez.” kuralı gereğince mevcut arkadaşlarımla daha çok iletişim kuruyorum. Birkaç ay önce söylense mırın kırın edeceğim buluşma tekliflerini kabul ediyorum. Hemcinslerimin erkeksi gücünden faydalanmam gerektiğinin farkındayım.
   
Kadınlarla duygusal ilişki kurma noktasına benim için daha çok var. Bunun gerekçesi olarak dini sebepleri öne sürsem de buna kendim bile inanmıyorum. Dini, takıntılarıma ve kurallarıma örtü olarak kullandığım aşikar. Diyelim ki dini sebeplerle flört veya sevgililiğe yanaşmadım... Bu durumda evlilik görüşmeleri yapmama engel olan ne? Yirmi otuz kişiyle görüştükten sonra evleneceği adamı/kadını bulanlar var. Sevgililiğe hayır diyorum da evlilik görüşmesine evet diyebiliyor muyum? Düzgün kişilikli bir hanımefendi ile birkaç kez evlilik görüşmesi yapsam, kafama yatmazsa da yolları ayırsam bunun kime ne zararı var? İşte esas mesele helel/haram değil, esas mesele başka ancak yine de ümitliyim. Zihnime bir tohum attınız ve o tohum elbet bir gün yeşerecektir. Hiç olmadı çok sıkışınca, en son anda yapmam gerekeni yapıveriyorum. İnşallah bu ânı kırk yaşındayken yaşamam. En azından artık iyi bir eş ve iyi bir baba olduğumu hayal edebiliyorum. Terapilerden önce bunun düşüncesi bile ürkütücü gelirdi.
   
“Hiçbir hemcinsime karşı cinsellik hissetmemeliyim. Hep mutlu olmalıyım. Mutsuzluğun üstesinden muhakkak gelmeliyim.” düşüncelerinin yerine “Cinsellik hisssedebilirim. Kalbime bıçaklar saplanıyormuş gibi olabilir. Vaktimin yarısından çoğunu mutsuz olarak da geçirebilirim ancak her mutsuzluktan sonra bir mutluluk yaşadığım gibi bu sefer de mutlu olabileceğim.” düşüncelerini koyduğumdan beri çok rahatım. Ciddi bir aseksüelleşme yaşıyorum. Eskisinin onda biri kadar cinsel istek ya hissediyorum ya hissetmiyorum. Bu beni çok rahatlattı.
   
Eşcinselliğin bir lütuf olduğunu söylediniz. Size katılıyorum. Nasıl ki depresyon, vücudun bireye verdiği bir uyarı işaretiyse eşcinsellik de benzer bir uyarı işaretidir. Bu tepkinin kökenlerine inip bataklığı kökünden kurutunca bambaşka bir insan ortaya çıkıyor. Eğer bu uyarı işareti olmasaydı sinik ve silik bir insan olacaktım. Eşcinsellik mücadele etmem için beni tetikledi. Etrafımda hayatından memnun olmayan birçok insan var. Bu insanlar, vücutlarının verdiği tepkiler belirli bir düzeyi aşmayıp gündelik hayatları fazla etkilenmediğinden orta halli bir şekilde ömürlerini geçiriyorlar. Eğer o tepkiler onları çıldırmanın eşiğine getirseydi bir çözüm arayışına girerlerdi. Tüm psikolojik rahatsızlıklar, kıymeti bilinirse büyük bir nimet. 
   
Fazla başarı odaklı olduğumu, her zaman koşturduğumu, artık sakinleşmem ve kendime yatırım yapmam gerektiğini söylediniz. Babamı işaret ederek, “Kenan’ı yenmek büyük bir başarı değil midir?” diye sordunuz. Hayatımın bir başarı hikâyesi olduğunu söylediniz. İnsan kendine nasıl yatırım yapar bilmiyorum. Bunu size terapide soracağım. “Karşımda Ömer değil Kenan oturuyor. Babanın aynısı olmuşsun.” dediniz. Tekrardan nasıl Ömer olacağım, bunu öğrenmem gerekiyor. “Duyguları öldürüyorsun.” Bu sizin sözünüz. “Ben hislerimi öldürdüm.” Bu da babamın sözü. Sağlıksız bir tutumla övünmek babama yakışır, bense duygularımı diriltmek istiyorum.
Başlık: Ynt: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Yavuz Efe - 03 Aralık 2023, 03:53:49 ös

Hikayenizden çok etkilendim, ortak noktalarımız (başarı takıntısı,güç odaklı olmak,sevgi eksiği, insanları analizlemek,babayla yüzleşmek...)çok var.Derinliğiniz, öz farkındalığınız ve psikolojik çözümlemelerinize hayran kaldım.35 yaşında kaç kişi bu kadar dolu, kalemi sağlam, duruşu vakur olabilir bilmiyorum.Yazıyı okurkan ruhunuzu, maneviyatınızı hissettim.Bu kadar ruhi dolgunluğa sahip olmanızın belki bir sebebi babanızdan gelen acıyı cinsellikle çözmeye çalışmamanızdandır.Terapilerde umarım karşılaşırız,karşılaşmazsak bile ben babasının narsizmine kafa tutan "Ömer abiyi" çok sevdim.Son olarak bana umut veren bir sözü paylaşayım. "Bizler, Tanrı'nın zinciri kırabileceğini bildiği kullarıyız ve bunu yapabileceğimiz hikayelere yerleştirildik."Sizde babaannenizden babanıza ve nihayet size gelen bu zinciri kıracaksınız!
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: freudistan - 04 Aralık 2023, 12:18:27 ös
Hikayenizi paylaşarak, biz psikologların gelişimine sağladığınız önemli katkı oldukça kıymetli, çok teşekkür ederim. Biz de danışanın iç dünyası ve terapi sürecine dair edindiğimiz deneyimlere tanık olup kavrarken, karanlık ruhun bilgisine ulaşmaya her gün daha yakın oluyoruz.

Terapi sürecinizde kolaylıklar dilerim.

Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 06 Aralık 2023, 11:31:35 ös
DÖRDÜNCÜ TERAPİ

26/11/2023
   
Kendi dünyamda kendim için koyduğum ancak dış dünya ile uyumlu olmayan gerçek dışı kurallarla mücadele etmeye devam ediyorum. Yeni bir kuralımı keşfettim: “Bir işten haz almıyorsam o işi yapmamalıyım!” Bu kuralı ömür boyunca uygulamaya çalışan bir insan eninde sonunda çıldırır. Bugüne dek bu kuralı istisnasız bir şekilde uygulamış olsaydım ne okul bitirebilirdim ne de mesleğimi icra edebilirdim. Bu kuralı uyguladığım için birçok işimi erteliyorum. Aylardır evime bir tane halı almadım. Maddi açıdan biraz zorlanarak üç tane takım elbise aldım ancak daha bir tanesini terziye gidip bedenime uygun bir hale getirebildim. Velhasıl bu ve benzeri kurallar beni epeyce kısıtlıyor. Kuralların uygulandığı alanı güvenli alan, kuralların uygulanmadığı alanı tehlikeli alan olrak ilan edip hayatın o kendine has akışkanlığını yok ediyorum. Eşcinsellik bağlamında düşünecek olursak ben cinsel kimliğin oluştuğu zaman olan oral ve anal dönemde -0-3 yaş- acaba kendime hangi gerçek dışı kurallar koydum da o kurallar beni eşcinsellik sonucuna götürdü? Hüseyin hocanın, “Her türlü korku ve kaygı eşcinselliği besler.” cümlesine kendim için birkaç unsur daha eklemek istiyorum: “Her türlü korku, kaygı, gerçek dışı kural ve takıntı eşcinselliği besler.”
   
Bu hafta sonu Osmaniye’ye, ailemin yanına gittim. Annem dün akşam salonun perdesini kornişe takmamı istedi. Bu işi gece saat on ikiye kadar erteledim. On ikide salona gittiğimde perdeyi annemin takmış olduğunu gördüm. Bu işi yapmak istememiştim çünkü annem perdenin takılması gerektiğini önceden bana haber vermeliydi! Ertesi sabah kardeşimi dershaneye götürmemi istediler ancak bana önceden haber vermedikleri için bu isteklerine de öfkelendim. Halbuki benden istedikleri iş yarım saatimi bile almayacaktı. Ben bu takıntılarla nasıl aile kuracağım? Çocuğum gece yarısı ateşlendiğinde, “Hastalanmadan önce neden haber vermedin?” mi diyeceğim?

01/12/2023
   
Birkaç gün önce Bekir’i yeni keşfettiğim bir mekana davet ettim. Önce yemek yedik sonra o mekâna gittik. Birçok konuda konuştuk. Kendimi kısıtlamadım. Kadın ve para hakkında konuşmakta zorlandım ancak bu durum beni geliştirdi. Birlikte para fonlarına baktık. Bekir ile sohbet ettikten sonra  rahatladım ve hedefe bir adım daha yaklaştığımı hissettim.
   
Bekir benim hakkımda birkaç yorum yaptı. Eskiden “Ömer ciddi adamdır. Onunla falan konular konuşulur, filan konular konuşulmaz.” diye düşünürmüş ama artık benimle her konu konuşulabilirmiş. Kadınlar benimle ilgilenebilirmiş ama duvar gibi duruyormuşum. Onlar da duvarın ardında ne olduğunu bilmediğinden tedirgin olup bana yaklaşmıyormuş.
   
Bekir, vedalaşırken öyle bir “Eyvallah!” dedi ki benimle konuşmaktan memnun olduğunu hissettim. Ben kendimi boş yere kısıtlıyormuşum. Erkeklerin sevdiği 1-Din 2-Siyaset 3-Kadın 4- Para 5-Futbol konularından hepsini de konuşabilirmişim. Karşımda E. Hocam olsa o da kendi üslubuyla bu konuların hepsi hakkında sohbet yapabilirdi. Benimle ise sadece din hakkında konuşuluyordu. Ben meseleyi biraz yanlış anlamışım daha doğrusu yanlış anlamayı tercih etmişim, böylesi işime gelmiş.

*

Cinsel fantazilerin çoğunluğu duygusal tatminsizlikten kaynaklanıyor. Sağlıklı seküler erkekler bile çoğunlukla tek eşliliği tercih ediyor. Hiçbir sağlıklı insan; eş değiştirmenin, livatanın, grup seksin hayalini kurmuyor.

*

İçedönüklük birçok psikolojik rahatsızlık için ciddi bir risk fakörü. İçedönük insan kendi dünyasında kendi kurallarını geliştiriyor ve o kurallara göre yaşıyor. Belli bir süre sonra o kurallar dış dünyanın kurallarına uymamaya başlıyor. İç  ve dış dünya arasındaki bu gerilim kendisini çeşitli psikolojik rahatsızlıklar olarak gösteriyor.

*

Geçen haftalarda terapiden sonra ilk hafta rahat oluyor ancak ikinci haftada ciddi sıkıntılar yaşıyordum. Cinsel fantaziler, bunalımlar, kıskançlıklar, acılar eskisi gibi devam ediyordu. Bu hafta böyle olmadı. İkinci hafta da güzel geçti. Zorluk yaşayabileceğim birkaç durumla karşılaşsam daçektiğim acı en fazla on beş dakika sürdü. Terapilerden fayda gördüğüm aşikar.

04/12/2023
   
Terapiden sonra havaalanına gittim. Uçağımın kalkmasına daha bir saat vardı. Uçağa yetişebilirdim. Önce helaya girdim sonra abdest aldım. Kırk beş dakika kalmıştı. Halen yetişebilirdim. İstanbulkartıma yükleme yapayım ve su alayım dedim. Şuursuz gayrimüslimler yüzünden epey sıra bekledim ve uçağı kaçırdım. Lüzumsuz kuralların kuşatması altındayım. İstanbulkartı sonra doldursam ne olurdu? Ama her istediğim anında olmalı değil mi? Hiç taviz vermemeliyim! Önüme çizdiğim doğrudan bir parmak ayrılmamalıyım! Şair ne güzel söylemiş: “Her şeyi düzeltmeye çalışmanın yok ettiği” Mevcut durumu korumaya epey istekliyim. Yenilikten korkuyorum. Bir bakıma tutucuyum. Bu huyum yeni hayat olaylarına uyum sağlamamı zorlaştırıyor. Doğal olmam gerektiğini, kuralların doğallığı öldürdüğünü söylediniz. Yaşadığım sorunu etrafımdaki insanlardan gizlemek için otuz yıldır insanüstü bir çaba harcarken doğallığımın ölmesi normal değil mi? Eşcinseller bu yüzden iyi oyuncu olmuyor mu?
   
Yukarıda uçak kaçırma olayının maddi yönünü anlattım. Manevi yönünü de anlatmazsam bu yazı eksik kalacak.
   
Genellikle terapiden iki hafta önce uçak biletlerini alıyorum. Bu sefer de aynı şekilde almıştım. Bilet aldıktan dört beş gün sonra mensup olduğum camianın İstanbul’da bir kahvaltı programı düzenlediği bilgisi vatsap gruplarında yayılmaya başladı. İstanbul’a iki haftada bir terapi için geldiğimi bilen bir arkadaşım beni bu programa davet etti. Bilet saatini değiştirmek için belirli bir meblağ ödemek gerektiğinden bu davete icabet edemedim ancak uçak kaçırmamla birlikte o meblağ cebimden fazlasıyla çıkmış oldu.

*

İçedönük insanların serseriliği farklı oluyor. Bir dışadönük sınav gecesinde maça giderek, arkadaşlarıyla gırgır şamata yaparak serserilik yaparken bir içedönük sabaha kadar kitap okuyarak, yazı yazarak serserilik yapıyor. Dışarıdan bakıldığında içedönüğün serseriliği kolay anlaşımıyor hatta tüm bu davranışları “efendi insan”, “düzgün insan” kisvesi altında gizleniyor.

*
   
Freud’a göre, gelişim evrelerinden birinde takılı kalan insanın bir sonraki aşamaya geçemeyeceğini; Ericson’a göreyse sonraki aşamalara geçebileceğini ve takıldığı aşamaya geri dönerek eksiğini telafi edebileceğini söylediğimde: “Boşver Freud’u, Ericson’u esas al.” dediniz. Gülümsediğim bir andı.

*
   
Mastürbasyonla fazla işim yok. Benim için gerilimi boşaltma aracı sadece. Mastürbasyon yaparken aktife karşı aktif olduğumu ve aktifin ilk defa bana pasif olduğunu hayal etmemi söylemiştiniz. Bunu fazla gerçekleştiremedim. Yine pasif hayal ettim. Bunun eşcinselliği ve sadist eğilimleri kuvvetlendirdiğini söylediniz. Epey zorlanacak olsam da dediğinizi yapmaya çalışacağım. Bana sadist-mazoşist eğilimlerim olup olmadığını sordunuz. En uç sadist eğilimimin birinin bana pasif olduğunu hayal etmek olduğunu söyledim. Sosyal öğrenme kuramına göre şiddeti öğrenmeyen şiddet uygulayamaz. Ben fiziksel şiddet görmediğim için fiziksel bir sadist eğilimim yok. Yoğun psikolojik şiddet gördüğüm için psikolojik sadist eğilimlerim var. Sadece bir bakışımla, bir kelimemle, bir hareketimle muhatabımı aşağılayabiliyorum; ona kendini berbat hissettirebiliyorum. Benimle girilen bir laf dalaşından galip çıkmak zordur. Bu yazıları yazarken üç yüklemli cümleler kurup okuyucunun anlamasını zorlaştırmam bile şiddettir. Hem zaten kinayeli konuşmalar, iğnelemeler eşcinsel dünyasının alışılagelmiş davranışlarından değil mi? Psikolojik sadist eğilimlerimi bastırmak için çaba harcıyorum.

*
   
Karamanlı arkadaşla konuşmak benim için iyi oldu. Söylediğiniz gibi benim hikayeme en çok benzeyen hikaye onunkisi. Onu dinlerken aynaya bakıyormuş gibi hissettim, biraz da ürktüm. Terapi süreci tamamlanmadan evlenmememi aksi halde eşcinsel ilişkilere başlayacağımı söyledi. Çünkü cinsel ilişkinin hazzını bir kere aldıktan sonra geriye kalanını da istiyormuşuz. Bu tavsiyenin aynısı bana Kosovalı arkadaş da vermişti.
   
Lise döneminde yedi yüz tane kitap okumuş. Üniversiteyken günde yedi sekiz saat kitap okuduğum oluyordu. Lisedeyken de deli gibi müzik dinliyor, hayallere dalıyordum. Dışarıdaki hayattan memnun olmadığımız, o hayatta bize yer olmadığı için kurgusal, yapay hayatların içine girmeye çalışıyorduk belki. Bu durumun röntgencilik olduğunu söylediniz. Kendimiz yaşamıyor, başkasının yaşadığını izliyorduk. Eşcinseller arasında sanata yönelim oranının bu kadar yüksek olması tesadüf olmasa gerek.
   
İsteyince muhteşem işler başardığını söyledi ve ayrıntıları anlattı. Kendi hayatımda da bu böyleydi. Hukuk diplomasını aldıktan sonra beş yıl boyunca çalışmamam ile onun sallantılı üniversite hayatı, ikimizin de aile yönlendirmesi ile sevmediğimiz bölümler okumamız aynıydı. Terapi yazılarını yazmak istemediğini çünkü mükemmel yazamıyorsa hiç yazmamasının daha uygun olduğunu söyledi. Aklıma Rasim Özdenören olmaktan ümidi kesip hikaye yazmayı bırakışım geldi. Biraz da duygusuzluğundan bahsetti. Zaten hayatımız boyunca fark ederek ya da fark etmeyerek bu duygusuzluğu aşmak için çabalamamış mıydık? Saatlerce kurgusal eserlerin içinde kaybolmamızın sebebi bir şeyler hissedebilmek değil miydi?

Ona eşcinsellerin hissizlikten kurtulmak için cinsel ilişkiye girdiğini ancak bunu yaparak gri bölgeden beyaz bölgeye değil siyah bölgeye geçtiğini, ilişki yaşamaya devam ettikçe siyah bölgeye saplanıp kaldığını söyledim.

*
   
Başarınızın sırrını iki hususa bağlıyorum. Birincisi terapötik bağı çok iyi kuruyorsunuz. O güne kadar duygusal yoksunluk yaşamış ve kimseyle doğru dürüst ilişki kuramamış olan eşcinsel, sizinle duygusal bir ilişki kurmuş oluyor. Böylece tek ilişki biçiminin cinsel ilişki olmadığını yaşayarak öğreniyor. Araştırmalara göre terapinin başarısı yüzde altmış oranında terapötik bağın sağlam kurulmuş olmasına bağlı; kullanılan teknikler ve diğer hususlar; ikincil, üçüncül derecede önemli.  İkincisi ise sesinizi yükselterek, danışanınızla kavga ederek, abartılı el kol hareketleri ile terapiyi teatral bir hale büründürüp danışanınızın hissizliğine saldırıyorsunuz. Adeta buz denizine balta saplıyorsunuz.

*

Ofisinizden çıkarken size selam vermek istedim. Odanıza girdim ve siz beni Göktuğ’un terapisine dahil ettiniz. Göktuğ’un narsist sevgilisi Berkan, bir itip bir çeken çelişkili davranışlarıyla Göktuğ’u deli etmişti. Göktuğ’un borderline yapısıyla Berkan’ın narsist yapısı birbirine tam olarak uyduğu için ayrılamıyorlardı. Bir tarafta sevdiğini tanrısallaştıran, onun her dediğini yapan borderline; öbür taraftaysa kendine köle arayan narsist vardı. Mükemmel ikili değil mi? Bu ilişkinin sonunun hayra çıkması mümkün değildi çünkü borderline, sevdiğini tanrısallaştırdıktan sonra onun eksiklerini görüp onun tanrı olmadığını anlayınca bir anda ondan nefret etmeye başlarken güce bağımlı olan narsist ise kendisini güçlü hissettirecek olan borderline’ı kölesi haline getirdikten sonra onun güçsüzlüğünden tiksinip onu bir kenara atıverecekti. Göktuğ İstanbul’da, Berkan ise Urfa’dayken Berkan’ın Göktuğ’a Urfa’ya gelmesi için yalvarması normaldi çünkü bu durumda Göktuğ arzulanan-güçlü idi, Berkan ise arzulayan-güçsüz idi. Göktuğ’un bin kilometre yol kat edip Urfa’ya gelmesiyle denklem tersine döndü; Berkan arzulanan-güçlü konumuna, Göktuğ ise arzulayan-güçsüz konumuna geçti ve Göktuğ’un Berkan için hiçbir değeri kalmadığından onu bir an önce Urfa’dan göndermek için elinden geleni yaptı.

Terapide Göktuğ bu durumun kişilik yapısından kaynaklandığını savunurken sizse eşcinsellikten kaynaklandığını savunuyordunuz. Sebep her ne olursa olsun sonuç değişmiyordu: Göktuğ’un acilen Berkan’dan kurtulması lazımdı. Aralarında aşık ile maşuk ilişkisi değil köle ile efendi ilişkisi vardı ve köle ile efendi rollerini sık sık değiştiklerinden belirsizliğe dayalı bu ilişki Göktuğ’u çıldırtıyordu. Göktuğ, ilişkideki çıkmazın eşccinsellikten değil kişilik yapısından kaynaklandığını düşünse bile borderline yapılanmadan kurtulmak için terapilere devam etmeli çünkü borderline kalmaya devam ettiği müddetçe mıknatıs gibi narsistleri kendine çekecek ve aradığı aşkı asla bulamayacak.

*

Siyaset, kadın, spor ve para konularını dindar erkekler de konuşuyor sadece kendi üsluplarınca konuşuyor. Bense sadece din konusunda konuşuyordum. Böylece etrafıma bir duvar örüyor ve insanların beni aziz mertebesine yükseltmesini sağlıyordum. Çünkü gündelik konuları konuşsaydım sıradan biri olurdum oysa gerçek hayatla bağlantısı olmayan soyut konulardan bahsedince insanlar bana saygı duyuyordu. Hem saygı görüyordum hem de mütevazı ve derviş sıfatlarıyla anılıyordum. Ne kadar tanıdık bir örüntü değil mi? Bu davranışlarımı “gizli narsizm”in belirtileri olarak zikretmek mümkün. Dini, kendi narsizmime kalkan yapmışım da haberim yokmuş.

*

“Eşcinsellik tembelleştirir.” cümlenize, “Tembellik eşcinselleştirir.” cümlesini ekleyebiliriz. “Erkek” dediğimizde aklımıza nasıl birisi geliyor? Fiziksel ve psikolojik kuvveti yerinde, cesur, cevval, girişken, tuttuğunu koparan, sorumluluk sahibi bir insanı düşünüyoruz. Klasik erkek davranışlarından uzaklaştıkça eşcinselleşiyoruz. Tembellik etmek, ertelemek, hakkını arayamamak ve sorumluluk almamak gibi davranışlar bizi eşcinselliğe yaklaştırıyor. Her eşcinsel hayatının bir döneminde “ideal erkek” hayalleri kurmamış mıdır? 17 yaşındayken böyle bir hayalim vardı. Dindar, zeki, kaslı, 1.90 boyunda, sadık ve kültürlü bir erkeği hayal ediyor; ona kavuşunca tüm dertlerimin sona ereceğini düşünüyordum. Bu hayal yirmili yaşlarıma ulaşmadı çünkü mantıksız ve çocukçaydı. “İdeal erkek”i bir şekilde bulduk diyelim, mevcut vasıflarımızla veya vasıfsızlığımızla o bizi isteyecek miydi? Velhasıl bu hayal dipsiz bir kuyuydu. İdeal erkek vasıflarına sahip oldukça ideal erkeğe sahip olma isteğimiz azalıyordu.

Erkek çocuklar ve erkek ergenler birbirleriyle sıkça vakit geçirerek erkekleşiyordu. Bize ise onların erkekleşmelerini mutfak penceresinden hayranlık ve kıskançlıkla izleyerek eşcinselleşmek kaldı. Onlar zamanında her ne yapmşlarsa altmış yaşına gelmiş olsak bile aynısını yapmamız gerekiyor. Hemcinslerimizle sıkça vakit geçirmemizi ve bir düzcinsel erkeği yakın arkadaş olarak seçmemizi istemeniz sebepsiz değil. “Hayat maalesef geriye doğru yaşanmıyor.” diyor bir yazar. Adeta hayat hikayemizi parçalarına ayırıp dağılan parçalardan yeni bir hikaye inşa ediyoruz.

*
   
Bugün mastürbasyon yaparken bir aktifin bana mastürbasyon yaptığını hayal ettim. Hiçbir oral ve anal ilişkiyi istemedim. Bunu ilk defa yaşadım. Size bu tecrübemi bir sonraki terapide anlatmak isterim.
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Halim-Recai - 07 Aralık 2023, 05:14:57 öö
Yazılarınızda kendimi o kadar çok buldum ki anlatamam. İnşallah bu süreci hep beraber atlatanlardan oluruz. Benim yazımın linkini de yapıştıracağım buraya belki müsait bir vakitte okursunuz. https://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=2257.msg14162#msg14162
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 15 Aralık 2023, 05:58:29 ös
DÖRDÜNCÜ TERAPİ (DEVAMI)

07/12/2023

“Hikmetleri kelimelerin kalbine indiren Allah’a hamd olsun.”

İbn’ül Arabi (kaddesallahu sırrahu), Füsus’ul-Hikem
   
Dün akşam sizinle telefonda 39 dakika konuştuk. Yazılarımın beğenildiğini ve yazıyı beğenenlerin sizi aradığını söylediniz. Bunu duyunca çok mutlu oldum, heyecanlandım. Yazdıklarım bir kişiye bile faydalı olmuşsa harcadığım emek boşa gitmemiş demekti. İnsan özellikle de zor zamanında ufak bir umuda dahi muhtaç oluyor; kendini kurtaracak bir ses, bir görüntü, bir insan arıyor. Sözleriniz beni mutlu etti ancak aynı zamanda kaygılandırdı. Bu kaygının sebebini ancak yaklaşık altı sene önce olmuş bir olayı anlatarak açıklayabilirim.
   
2018 Nisan’ında bir cumartesi sabahı telefonunun çalmasıyla uyandım. Saat 10’du. Telefonun ekranında çok sevdiğim Hikmet hocamın ismini gördüm. Hayırdır inşallah deyip telefonu açtım. Yeni uyandığımı anlayan hocam  aradığına pişman oldu.  Eski oda arkadaşım sabah namazından sonra uyumadığımı kendisine söylediği için aramaktan çekinmemiş. Bense işinden yeni ayrılmış, ne yapacağını bilemeyen taze bir stajyer avukat olarak kaldığım yurt odasının tüm perdelerini kapatmış bir halde sabah akşam karanlık içinde oturuyor, ekşi sözlükten “majör depresyon” başlığındaki yüzlerce sayfa yazıyı okuyarak derdime çare arıyordum. Yemek ve uyku düzenim alt üst olmuştu. Telefon ekranından sıkılınca bilgisayar ekranına, bilgisayar ekranından sıkılınca telefon ekranına bakıyordum.
   
Hikmet hocam, bir kitap kafede kitap okuma programı yapmak istediklerini, bu işi benim yürütebileceğimi söyledi. Tekliften çok emir niteliği taşıyan bu cümleyi ilk duyduğumda pek memnun olmadım. Kimseyi eğitmeye isteğim ve tek sayfa çevirmeye mecalim yoktu. Teklif/emir reddedemeyeceğim bir insandan geldiği için çarnaçar kabul/itaat ettim.
   
On kitaplık bir liste hazırlayıp Hikmet hocanın başında bulunduğu komisyona sundum. Kitaplar kabul edildi ve her hafta bir kitap okunup o haftanın cumartesi günü öğle namazını müteakip kitap tahlilinin yapılmasına karar verildi.
   
İlk programın sabahında uyanıp, kitabı okuyup, gerekli notları yazdıktan sonra yurttan çıktım ve kitap kafenin yakınlarındaki camide öğle namazını kıldım. Namazdan sonra program başladı. Yirmi çift göz beni izliyordu. Önce aldığım notlardan bir madde okuyor sonra o maddenin açıklamasını yapıyordum. Kimsenin dikkati dağılmıyordu, herkesin keyfi yerindeydi. On hafta boyunca bu program aksamadan yüksek katılımla devam etti. Ancak benim için büyük bir sorun vardı. Program esnasında bir yıldız gibi parlarken program bittikten sonra kafede çay içerken adeta kara deliğe dönüşüyordum. Herkes günlük meselelerden büyük bir rahatlıkla bahsedip espriler yapabiliyordu. Bense konuşmalara ayak uyduramıyordum. Sahne ışığı üstümden çekildikten sonra gölgeden ibaret kalıyordum. Anladım ki kendi kişiliğime güvenmediğim için ben hep o sahne ışığına yatırım yapmışım. Diplomalar, kitaplar, yüzeysel insan ilişkileri ışıltıyı kuvvetlendirirken kişiliğimi zayıflatıyordu. Kişiliğim zayıfladıkça ışıltıya daha çok bağlanıyordum. Zaaflarımı, korkularımı, kaygılarımı, eşcinselliğimi birisi görecek diye ödüm kopuyordu. O ışıkla insanları kör etmeliydim ki beni görmemelilerdi. “Başaracağını başarmışsın, artık kendine yatırım yapman gerekiyor.” derken neyi kast ettiğinizi tam anlamamıştım. Galiba yeni anlıyorum.
   
Siz bana insanların yazılarımı beğendiğini söylediğinizde tüm bu anlattıklarım hızlı bir şekilde gözümün önünden geçti. Yazılarımdan keyif alanlar sohbetimden de aynı keyfi alacak mı emin değilim. Almayabilirler elbet, bu ihtimal içimde büyük bir kaygıya sebep olmuyor. Sadece kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.

08/12/2023

İşten geldikten sonra ilkin yemek yiyor sonra bilgisayarı açıyorum. Birkaç cümle yetmiyor, paragraflarca yazmak istiyorum. Ahmet Mithat Efendi’ye dedikleri gibi “kırk beygir gücünde yazı makinesi” diyecekler yakında bana. Yazmaya terapi sürecine faydalı olması için başlamıştım ama artık sadece o amaçla yazmıyorum. Sahte sahne ışığı olmaktan çıkıp birilerine  ümit ışığı olmak istiyorum. Sadece ben değil, bu süreci yaşayan herkesin yazması gerekiyor. Terapi, Fatih'teki deri koltuklu odadan ibaret değil; orada konuşulanlar terapinin sadece bir parçası. Hüseyin Hocanın dediklerini eksiksize yakın bir şekilde yapmak gerekiyor. Ses kaydı, yazı, bekleme odasındaki sohbetler... Hepsi çok önemli. İnsanımız genellikle psikologa gitmiyor çünkü sorumluluk almak istemiyor. Psikolog zaman yönetiminden, uyku düzeninden, ödevlerden bahsettiği an herkes kaçıyor. Doktorun gerekli ilaçları verip hastayı tedavi etmesi gibi psikolog da sihirli birkaç cümle söyleyip danışanını iyi etmelidir diye düşünülüyor. Oysa psikolog ne hekimdir ne de danışanı yalnızca aldığı tanıdan ibaret görür. Psikolog eşitler arasında birincidir ve yürünecek yolu aydınlatan bir yol arkadaşıdır. Kıpırdamak istemeyen danışanını sırtına alıp yürümesi ondan beklenmemelidir. Psikologun kararsız kalınan konularda ne yapılması gerektiğine karar verecek kişi olduğunu düşünen birine: “Siz psikolog değil şeyh arıyorsunuz.” demiştim.
   
Bekleme odasındaki sohbetlerin ayrı bir tadı oluyor. Bu yüzden saat on ikide geldiğim ofisten saat beşte çıkıyorum. İnsanın kendisiyle benzer kaderleri yaşayan insanlarla hemhal olması paha biçilemez. Ben vaktimin çoğunu geçirdiğim işyerinde, yazdığım dilekçeler ve başlattığım icra takiplerinden ibaretim. Oysa ben bunlardan çok daha fazlasıyım. O farklı kısmı bekleme odasında insanlarla paylaşabiliyorum ve birçok ilginç hikaye dinleyebiliyorum. Anlatmanın ne kadar iyi geldiğini arkadaşımın şehit olduğu gece ve sonrasında tecrübe etmiştim. O gece sabaha kadar ağlamış ve etrafımdakilerle konuşmuştum. Sonraki günlerdeyse olay anını farklı insanlara defalarca anlatmıştım. O zamanlar neden bunu yaptığımı anlamıyordum hatta “Gösteriş mi yapıyorum acaba?” diye kendimi kötü hissediyordum. Sadece yas sürecini hasarsız bir şekilde atlatmaya çalışıyormuşum. Şimdi de aynı duyguları yaşıyorum. Eşcinsellik konusunda boğulana dek konuşmak ve ufukta gün ışığını görene dek yazmak istiyorum.   

09/12/2023
   
Birkaç gün önce bana telegramdan, “Bir psikolog cami kapısına kadar gelir mi?” yazdınız. Evet, normal şartlar altında gelmez. Namazı bitirmemi ofisinizde beklemeyip camiye kadar gelmeniz fedakarlık şemasına bağlı değilse –ki sizde bu şemanın var olduğunu zannetmiyorum ve bu tespitim olumlu bir tespittir- takdire şayan bir davranıştı. Özel olarak bu davranışınızı yazıda birkaç cümleyle geçiştirmeme ve genel olarak terapiyi sizin yapmanıza rağmen kendi kendime terapi yapıyormuşum gibi size yazılarda pek az yer vermeme biraz bozulduğunuzu seziyorum. Bu davranışımın sebeplerini açıklamak isterim.

1- Büyük ihtimalle danışanlarınızın yaş ortalaması on sekiz ila yirmi iki arasındadır. Onların yüksek bir heyecanla sizi baba gibi sahiplenmesine ve sizi yüceltip övmesine alışıksınız. İçinde bulundukları gelişim dönemi gereği kendilerine bir rol model arıyorlar. Sizinle tanışınca sizi o boş tahta oturtmaları fazla uzun sürmüyor. Oysa ben otuz yaşındayım. Onlar kadar coşkulu olmam ve her iyilik gördüğüm insana kalkanlarımı indirerek yaklaşmam mümkün değil. Yaş almanın insanı daha temkinli bir hâle getirdiği aşikar. Örnek aldığım abilerim, büyüklerim, hocalarım var olsa da içinde bulunduğum gelişim dönemi itibariyle rol model kavramı benim için fazla anlam ifade etmiyor.

2- Narsistik eğilimlerim malum. Saygı görüyorum çünkü saygı gösteriyorum. Sevgi görmüyorum çünkü sevgi göstermiyorum. Birini sevmek ve sahiplenmek benim için kolay değil. Sadece sevgi değil tüm hisleri yaşamak noktasında eksiklik hissediyorum –öfke hariç. Mesela dışarı çıkmak istediğim için değil dışarı çıkmanın iyi geleceğini bildiğim için dışarı çıkarım. İçimde dışarı çıkmaya yönelik bir istek uyanmaz. Arkadaşımla buluşmanın iyi geleceğini bildiğim için buluşurum, buluşmak istediğim için değil. Genel bir hissizlik sorunu yaşıyorum. Bundan ötürü sizi şimdilik bu kadar sevebiliyor ve sevgimi de yazılarıma bu kadar yansıtabiliyorum.

3- İçedönük kişilik yapım gereği her şey benim içimde olup bitiyor. Ben dışarıdaki sesi değil o sesin içimdeki yankısını önemsiyorum. Bir insanın gülümsemesini sadece gülümseme olarak algılamıyorum. Benim için bir gülümseme; gülümseyenin iç dünyasındaki sebepleri ve gülümsenenin iç dünyasındaki sonuçları açısından önemlidir. Dış dünya o gülümsemeyi aktarmak için sadece bir araçtır. Bu yüzden sizin bir cümlenizi yazdıktan sonra paragraflarca o cümlenin bendeki çağrışımlarını yazıyorum. O cümleyi söyleme sebeplerinizi tahmin etmeye çalışabilirim ancak henüz terapi sürecinin başındayken terapistimi analiz etmeyi veya analiz etsem bile analizlerimi yazmayı gerekli ve etik görmüyorum. Muhakkak onun da zamanı gelecektir.

11/12/2023
   
Hayat hikâyesi kısmında dedemin babasının hayatını anlatmayı unutmuşum. Çoğu kişi doğal olarak üç nesil öncesinde neler yaşandığını bilmez. Ben de üç nesil önceki birçok akrabamın isimlerini dahi bilmiyorum ancak babamın babasının babası olan Rauf Yılmaz’ın öyle bir hikayesi var ki altmış iki yıl önce vefat etmiş olmasına rağmen onun maceraları aile içinde hâlen anlatılır.
   
Rauf dedem yirminci yüzyılın başlarında İstanbul’da doğuyor. Soyu Karabük’ün köklü bir ailesine dayanıyor. Rüştiye’den (ortaokul) mezun oluyor. Yolu nasılsa Ankara’ya düşüyor ve Ankara’da yıldızı parlıyor. O dönemin birçok meşhur binasını inşa etmek dışında Çankaya Köşkü’nün marangozluğunu da yapıyor. Ankara’nın bir köyünde yaşayan dedemin annesi Saniye ile yolları kesişiyor ve evleniyorlar. Ankara’nın güzel bir yerinde daha o yıllarda üç katlı betonarme bir ev yapıp Saniye Hanım’ı eve yerleştiriyor. Evi halılarla, koltuklarla, perdelerle donatıyor. Köylü Saniye Hanım’dan bir hanımefendi meydana getirmek istiyor. Saniye Hanımınsa hanımefendilikte gözü yok, o güzelim evden her gün kaçıp köye gidiyor.  Rauf dedem karısını her seferinde eve geri getiriyor ancak günün birinde elbette bıkıyor. Tüm eşyasını toplayıp İstanbul’a taşınıyor. İstanbul’da kepçe operatörlüğü, kaptanlık gibi birçok işte çalışıyor. Ömrü boyunca Ankara ile İstanbul arasında mekik dokuyor hatta dedem sekiz yaşındayken dedemi de İstanbul’a götürüyor. Sonunda elli dokuz yaşındayken Ankara’da vefat ediyor.
   
Çok sallantılı bir hayatı oluyor. Büyük paralar kazanıyor –köye çuvalla para getirdiği söyleniyor- ama karısına olan nefretinden dolayı parayı elinde tutmuyor, hemen dağıtıyor. Mesela bir gün üç katlı bir binayı çırağına veriyor, başka bir gün kız kardeşine İstinye’den yalı hediye ediyor –o yalının yerine yapılan apartmanı babaannem ile dedemin kardeşi gözleriyle görmüşler. Kırıkkale’ye yirmi bir tane köy okulu yapıp bir rakı sofrasında “Çarıklıya benden hediye olsun.” diyerek tüm senetleri yakıyor. Alkol ve kumara bağımlı oluyor. Dönemin ünlü kadınlarıyla dost hayatı yaşıyor. En sonunda o nefret ettiği köyde vefat ediyor. Şimdi bir mezarı bile yok.

13/12/2023
   
Mastürbasyon yaparken, bir aktifle sevişip birbirimize mastürbasyon yaptığımızı ve epey gülüp eğlendiğimizi hayal ediyorum. Oral-anal, sadist-mazoşist bir ilişki olmaması, hükmeden ve hükmedilen sıfatlarının ortadan kalkması, eşitler arası bir ilişki olması beni rahatlatıyor. Bu hayalimi düzcinsel ergenlerin yaptığı mastürbasyon partilerine –beş altı ergenin bir video karşısında kendini tatmin etmesi- benzetiyorum. O yaşlarda cinsel kimlik sınırları henüz tam çizilmediği için bazı düzcinsel ergenler birbirine mastürbasyon yapabiliyor. Bu hayalimle düzcinselliğe bir adım daha yaklaşmışımdır diye ümit ediyorum.
 
*
   
Sakarya’dan gelen bir danışanınızın terapisine katılmıştım. Danışanınız, telefonuna bakıp annesinin attığı mesajları okumuştu. Annesi, “Sen benim evimin direğisin.” “Sen benim evimin erkeğisin.” yazmıştı. İliklerime kadar ürpermiştim. Kadınlar fiziksel şiddet yerine psikolojik şiddet uygulamaya meyilli oldukları gibi fiziksel istismar yerine duygusal yönden istismar etmeye daha meyillidirler. Kızına, “Sen benim evimin kadınısın.” diye mesaj atan bir babayı düşünelim. O babaya bir daha gün yüzü gösterirler mi? Peki erkek yapınca meşru olmuyor da kadın yapınca mı meşru oluyor?  Fizikî yapısı itibarıyla kadın, organ sokmak suretiyle tecavüz fiilini gerçekleştiremez ancak duygusal tecavüz gerçekleştirebilir. Bu tür vakalarda acaba eşcinsellik bir savunma mekanizması işlevi mi görüyor diye düşünüyorum. Yani annesinin kötü emellerini anlayan çocuk, kadınsılaşarak/eşcinselleşerek kendisini annesinden korumuş mu oluyor? Bu yönden eşcinselliğin mükemmel bir savunma mekanizması olduğunu söyleyebiliriz ancak her savunma mekanizması gibi yeri ve zamanı geldiğinde bir kenara bırakılması şartıyla.

14/12/2023

“Bir hemcinsine duygusal yatırım yap, onunla yakın ol.” dediğinizde ne demek istediğinizi pek anlayamamıştım. Uzun yıllar yurtta kalmıştım, Ankara'dayken geniş bir çevrem vardı, hayatım hemcinslerimle birlikte geçmişti, Hüseyin hoca acaba neyi kastediyordu? Maksadınızı geçen hafta sonu Bekir’in yanına Mersin’e gittiğimde anladım.

Sevdiğimiz bir hoca Mersin’e geleceğinden Bekir beni Mersin’e davet etti. Cumartesi akşamı Adana’dan yola çıktım. Bir saat içerisinde Mersin’e ulaştım. Bekir’le derneğin önünde buluşup hemen sohbete katıldık. Sohbetten sonra Bekir’in evine geçtik. Annesi benim yatağımı oturma odasına sermişti, Bekir'se kendi odasında yatacaktı. Yakın arkadaşlarıma karşı cinsel tetiklenme yaşamaktan nefret ettiğimden  annesine şükran duydum. Sabah erkenden kalkıp yine derneğe gittik çünkü hocanın sohbetine doyamamıştık. İçeride cinsel açıdan ilgimi çekebilecek birçok insan olmasına rağmen fazla etkilenmedim. Cinselliğimin var olduğunu hissediyordum ancak kendisi zincire vurulmuş bir aslan gibi etkisizdi.

Sohbetten sonra bir kafeye oturduk. Başlangıçta yüzeysel konulardan bahsederken gitgide derine indik, mahrem konulardan bahsettik. Birine zayıf yönlerimden bahsetmenin çok da korkutucu olmadığını tecrübe ettim. Burada ikili bir ayrıma gitmek isterim. Bir erkeğin iki saat boyunca ah vah etmesi bana kadınsı geliyor ve beni rahatsız ediyor. Oysa vakur bir şekilde dertlerinden korkusuzca bahseden erkeği takdir ediyorum.

Adana’ya dönerken Bekir bana: “Sana anlatacağım daha çok şey var.” dedi.  Benimle konuşmaktan daha önce hiç bu kadar memnun olmamıştı. Bahsettiğiniz yakınlığı kurmayı başarmıştım. Görevini yapmış olmanın ve daha da önemlisi gerçek bir dost kazanmış olmanın sevinciyle eve döndüm.

*

Adana’da tanıştığım bir abi beni salı akşamı gerçekleştirecek oldukları sohbete davet etti. Sizin tavsiyelerinizin de etkisiyle hiçbir sosyalleşme fırsatını kaçırmak istemediğimden kabul ettim. Salı akşamı tam vaktinde sohbetin yapılacağı evin önünde oldum, beni davet eden abiyle birlikte içeri girdik. İçeride birçok esnaf vardı. Fazla eril ve testosteron dolu bu ortamdan dengemi bozmayacak kadar hafifçe tedirgin oldum ve iki yıl önce yaşadığım korkunç tetiklenmeyi hatırladım.
İşsiz ve özgüvensiz olduğum, kendimi pasif hissettiğim, kendimden on yaş küçüklerle birlikte üniversite okuyarak hayata tutunmaya çalıştığım bir dönemdi. Başımın üstündeki demire doğru zıplıyor, demiri ellerimle kavrıyor ancak demir avuçlarımdan kayınca yere düşüyor, kendimi toparlayınca tekrardan yukarı zıplıyordum. O demiri ayaklarımın altına alıp, çiğneyip, bileklerimle bükerek hurdaya çevireceğim günü iple çekiyordum.

Telefonum çaldı. Babam bir arkadaşıyla birlikte okula geleceğini, beni okuldan alacağını ve birlikte araba bakacağımızı söyledi. Yani üç kişi aynı araba içinde olacaktık, babam ve tanımadığım bir kişiyle ufacık bir mekanı paylaşmak zorunda kalacaktım. Elim ayağım titremeye başladı. Avuç içlerim soğuk soğuk terliyordu. Birkaç saat boyunca anksiyeteyi en uç noktalarda yaşadım. O adamın büyük saati, orgla seslendirilmiş bir düğün müziği melodisiyle çalan telefonu, arada bir “Değil mi yeğenim?” diyerek beni konuşturmaya çalışması, yanına uğradığımız mafya tipli adamlar, içimde olanları dışarı aksettirmemek için harcadığım yoğun çaba... Çok şükür kalp krizi geçirmeden o günü atlattım. Şimdi olsa belki onlar benden korkar. Giydiğim uzun kaşe montlardan ötürü okulda “Polat”, kurumda “Çatlı” olarak anılıyorum. Ben sadece erkek varlığından tedirgin olmuyorum. Kadınların beni kadınsı dünyalarında boğacaklarını düşündüğüm için kadınlarla da iletişime geçmiyorum. Yani erkeklerden erkek oldukları için, kadınlardan kadın oldukları için korkuyorum öyle mi? Mantığına fazla güvenen ben, türlü türlü mantıksızlıklarla sınanıyorum. Nicolosi’nin bir danışanı gibi ben de kendimi daha rahat hissedebileyim diye kendimden küçük yaştaki erkeklerle arkadaşlık kurmayı tercih ediyorum. Madem yaş mevzuu açıldı, bu konuda yaşadığım ilginç ve benim için oldukça zorlayıcı bir olayı anlatmalıyım.

İnternette dolaşırken kırk altı yaşındaki bir pasifin videosuna denk gelmiştim. O anda korkunç bir hakimiyet arzusunun tüm vücudumu sardığını hissettim. Ona sahip olmak, onu kapsamak, onun benliğini kendi benliğimde yok etmek istiyordum. Yaşı benden büyük olduğu için günlük hayatın toplumsal hiyerarşisinde benden yüksekte yer alan birinin iktidarını elinden alarak onu alaşağı etmek isteği duyuyordum. Tüm evreni yutacak kadar büyük bir ateş olmak istiyordum. Başımın zonkladığını, kulaklarımın uğuldadığını hatırlıyorum; sonrasını hatırlamıyorum. Muhtemelen kurşun gibi ağırlaşmış ve o anın etkisinden birkaç gün boyunca kurtulamamışımdır.

*

Eşcinsellik bir sebep mi, sonuç mu? Sosyal fobi, takıntılar, fazla içedönük yapı, kişilik bozuklukları birbirleriyle etkileşerek eşcinselliğe mi yol açıyor yoksa eşcinsellik tüm bu psikolojik sorunlara mı yol açıyor? Galiba bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz ancak bildiğimiz bir şey var ki eşcinsellik ve tüm bu rahatsızlıklar arasında korelatif (ilişkisel) bir ilişki var. Yani bu unsurların hepsi birbirini besliyor, birine yapılan müdahale hepsini etkiliyor. Örnek verecek olursak sosyal fobi arttıkça eşcinsellik kuvvetleniyor, eşcinsellik kuvvetlendikçe sosyal fobi artıyor. Hüseyin hoca bunu bildiği için çok yönlü müdahalelerde bulunuyor. Sadece pornoyu ve eşcinsel ilişkiyi azaltmayı tavsiye etmiyor aynı zamanda arkadaş edinmeyi, aileyle yüzleşmeyi, özgüven arttırıcı davranışları da tavsiye ediyor. Bu yüzden, “Mastürbasyon yaparken aynaya bakacağım da ne olacak?” dememek gerekiyor. Eğer eşcinsellik kendini ve erkekliğini reddetme sorunuysa çözüm de kendini ve erkekliğini kabul etmekle başlıyor.   Aynaya bakarken, farkına varmadan bile olsa reddettiğiniz bedeninizle, penisinizle ve erkekliğinizle barışıyorsunuz bu da eşcinselliği zayıflatıyor. Terapideyken ses kaydı alıp terapi sonrasında o kaydı dinleyince sesinizle, sözünüzle ve düşüncelerinizle yüzleşiyorsunuz. Terapi yazılarını yazarken o güne kadar bastırdığınız her şeyi ifade edince girişkenlik artıyor ve eşcinsellik zayıflıyor. Bir düzcinsel erkekle yoğun duygusal iletişim yaşayınca, duygusal tatminsizliğin cinsel aşırılığa yol açtığı eşcinsel dünyasından uzaklaşmış oluyorsunuz.

*
   
Ben buraya genellikle kendimle ilgili olumlu gelişmeleri yazıyorum çünkü “Eşcinseller iyi çocuk rolü oynamayı çok sever.” Aslında birçok olumsuzluklar da yaşıyorum. Fazla mastürbasyon yaptığım oluyor, mastürbasyon yaparken pasif birini hayal ettiğim oluyor, kadınlardan kaçmaya devam ediyorum, erteleme davranışlarım mevcut vs. Ancak yine de artıların eksilerden daha fazla olduğunu ümit ediyorum. Cinsel arzumun bir bulut içine girip belirsizleştiğini görüyorum. Birine karşı cinsel ilgi hissedecek gibi oluyorum ama birkaç saniye içinde ilgi sönüyor. Sönen ilginin yerini garip bir boşluk alıyor. İyi bir his değil ancak beni sinir hastası edecek boyuttaki tetiklenmelere tercih ederim. Bahçede dikenler temizleniyor ancak henüz güller yeşermedi. Bazen erkeğin de kadının da penisin de vajinanın da canı cehenneme deyip aseksüellik limanına demir atasım geliyor. Kuş sesi ve dalga hışırtısı yeterli diyorum ama yetmeyeceğini biliyorum. O dalgaların ortasından bir deniz kızı çıkması veyahut benim o kızı çağırmam gerekiyor.
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 22 Aralık 2023, 10:10:49 ös
BEŞİNCİ TERAPİ

19/12/2023
   
Bu sefer galiba biraz dağınık bir yazı yazacağım çünkü hem düşüncelerimi ve terapi notlarımı hem de Hüseyin hocaya ilişkin naçizane değerlendirmelerimi ve terapi sürecine yeni başlayanlara yönelik tavsiyelerimi aynı yazıda belli bir düzen içinde yazmak kolay olmayacak.
   
Öncelikle terapi sürecin yeni başlayanlara bazı tavsiyerde bulunmak isterim:
   
1- Terapide konuşmak istediğiniz konuları önceden not alıp terapi esnasında notlarınıza bakabilirsiniz. Ben önceden not alır ancak terapideyken telefonu açıp bakmaya çekinirdim. Bu konuda Hüseyin hocadan çekinmem çok mantıksızmış. Terapist olsaydım danışanımın terapi konularını telefonuna önceden not etmiş olmasına memnun olurdum.
   
2- Terapideyken ses kaydı alıp terapi sonrasında bu kayıtları dinlemek ve önemli noktaları not almak çok mühim çünkü terapi esnasında dikkatimiz dağılabiliyor veya Hüseyin hoca konuşurken başka meseleleri düşünebiliyoruz. Kaçırdığımız noktaları kayıtları dinlerken yakalayabiliriz. Kurduğumuz veya Hüseyin hoacanın kurduğu bazı cümleleri yazarken aklımıza başka düşünceler gelebilir ve bu düşünceleri bir sonraki terapide paylaşabiliriz.
   
3- Her terapi sonrasında yazı yazmalıyız. Yazı yazmanın bilinçdışındaki gizli içeriği gün yüzüne çıkarmak gibi bir işlevi var. Yazı yazmak öyle bir ayna ki ona bakınca içimizi görüyoruz. İçimizi (bilinç) görüyoruz demek az kalır, içimizin de içini (bilinçdışı) görüyoruz. “Yazmak yüzde elli şifadır.” diyor Hüseyin hoacanın sevmediği bir psikiyatrist –hocanın psikoloji camiasından hemen hemen hiç kimseyi sevmemesini yazının sonunda inceleyeceğim. Ben yazmanın çok faydasını gördüm.
   
Ben lise birdeyken bizim sınıftaki bir kız yazmaya üşendiği için günlüklerini ses kaydı şeklinde tutardı. Muhteşem bir yöntem değil mi? Hele ki günümüzde ses kaydını yazıya döken uygulamaların varlığı düşünüldüğünde hiç de yabana atılacak bir fikir değil.
   
4- Hüseyin hocadan faydalanmak gerekiyor. Çünkü hoca; kadın, erkek, ilişki, eşcinsellik konularını gerçekten iyi biliyor ve bildiğini kısa-öz cümlelerle ifade edebiliyor. Hüseyin hocadan faydalanmanın yolu kendini çekinmeden ona açmaktan geçiyor. Hatta yapabildiklerimizden ziyade yapamadıklarımızı anlatmak daha önemli. Eksik kaldığım ve yapamadığım konuları konuşmanın beni Hüseyin hocaya daha çok yaklaştırdığını ve terapinin daha verimli geçmesini sağladığını keşfettim.

*
   
Çapa’daki ofisinizin önüne geldiğimde karnıma bıçaklar saplanıyormuş gibi hissettim. Buraya isteyerek geliyordum, buraya geleceğim günü iple çekiyordum, iki hafta geçmek bilmiyordu ancak yine de ayaklarım geri geri gidiyordu çünkü zihnimin hangi karanlık noktasına yolculuk yapacağımızı bilmiyordum. Saat 12:15’ti. Buraya girecek ve yaklaşık beş saat sonra bu kapıdan çıkacaktım.
   
Telefondan ses kaydedicisini açtım ve terapiye başladık. Geçen terapide kadın konusundan bahsederken birkaç cümle söyleyip konuyu kapatmıştım. Kadınların bana yönelik bir ilgisi olmadığını söylemiştim. Aslında vardı ancak o an aklıma gelmemişti. Hafifçe gülümsemiştiniz. O gülümsemenin, “Bir gün burada kadın konusunda elbette konuşacaksın, süreci tersine çeviremezsin.” anlamına geldiğini bu hafta fark ettim.
   
Kadın konusundan önceki konuştuklarımızı anlatmakla başlayabilirim. Aktifi kendime pasif yapma fantazilerime devam ettiğimi söyledim. Doğru yolda gittiğimi söylediniz: “Pasifi hayal edince pasifle aranda duygusal bağ oluşuyor. Onu sahipleneceğim, kadınım olacak diye düşünüyorsun. Bu düşünceler eşcinselliği kuvvetlendiriyor. Aktif aktife fantazilerde duygusal bağ yok, erkeksilik var. Erkeksilik eşcinselliği zayıflatıyor.”
   
Bekirle kurmuş olduğum derin duygusal bağın iyileşmemin bir göstergesi olduğunu söylediniz. Çünkü, “Erkek erkeğe duygusal tatmin yaşadıkça fantazilere ihtiyaç kalmıyor. Normalde bir erkek bir erkeğe karşı cinsel ilgi hissetmez. Kim hisseder? Duygusal tatmin yaşayamayanlar.” Yüzde seksen iyileştiğimi söylediğinizde başlangıçta inanamadım. İnanmadığımı fark etmiş olmalısınız ki bu düşüncenizi terapide defalarca tekrar ettiniz. Hatta terapiyi, “Unutma, yüzde seksen!” diyerek bitirdiniz. İyileştiğimi düşünüyordunuz çünkü derin bağlar kurmaya başlamış ve aseksüelleşmiştim. Bu iki konuyu ayrı ayrı inceleyelim.
   
Artık iyice emin oldum ki her eşcinsel yalnızdır ve ilişki iyileştirir. Bir eşcinselin en çok ihtiyacı olan şeyin sahici bağlar kurmak olduğunu bildiğiniz için tüm yöntemleriniz eşcinselin ilişki kurmasını engelleyen duvarları yıkmak üzerine kurulu. Danışanınızla telefonunuzu paylaşıyorsunuz, onunla yemeğe gitmekten, namaz kılmaktan, bir akşam vakti kırk dakika konuşmaktan çekinmiyorsunuz çünkü sağlam kurulan terapötik bağın gerçek hayatta kurulacak bağlara öncü olabileceğini biliyorsunuz. Eşcinsellik bir yalnızlık hastalığı ve bu hastalığın çözümü bağ kurmaktan geçiyor.
   
Mensup olduğum camiada eşcinsel olduğunu bildiğim birçok insan var. Bu arkadaşlar her zaman için camianın en neşelileri ve en girişkenleridir. Hepsi evlendi ve hepsinin çocukları var. Uzaktan gayet mutlu gözüküyorlar. Ben onların olumlu ruh hali içinde olmalarına hayret ederdim. Benim gibi çökkün ruh halinde olmalı, karamasarlaştıkça insanlardan uzaklaşmalı, insanlardan uzaklaştıkça karamsar olmalılardı. Onlarsa etraflarındaki herkesle iyi ilişki kurar, iyi ilişkiler kurdukça olumlu ruh halinde olurlardı. Galiba böyle böyle kendilerini iyileştirdiler. Ne kadar iyileştiklerini bilemem ancak eşcinselliklerini makul bir noktaya kadar gerilettikleri kesin.
   
Aseksüelleşmemi iyileşme belirtisi olarak gördünüz çünkü kuramınıza göre iyileşme sürecindeyken pasifler aktifleşiyor, aktifler pasifleşiyor, aktif-pasifler (ap) aseksüelleşiyordu. Böylece aktif-pasif olduğumu da öğrenmiş oldum. İçten içe biliyordum da kendime konduramıyordum. Kendimden daha erkeksi birine karşı cinsel ilgi hissettiğimde ona karşı pasif olma isteğimi hızlı bir şekilde bilinçdışına itiyordum. O istek zihnimin katmanlarında dönüşüme uğruyor ve pasif olma isteğim aktif olma isteğine evriliyordu ve ilk isteğin ne olduğu konusunu hiç düşünmüyordum.   

*
   
Hayatımda bir kadının olmamasının bir sorun olduğunu ve hayatımda kadına yer açmam gerektiğini söylediniz. Ben bugüne dek kadınlar yokmuş gibi yaşadım. Benim ulaşmak isteyip de ulaşamadıklarıma kolayca ulaştıkları için onlara karşı öfke doluydum, onları kıskanıyordum ve onları rakip olarak görüyordum. Bu kötücül düşünceleri her zaman yaptığım gibi dinin arkasına gizlemiştim. Sorsan haremlik-selamlığa dikkat ettiğim için onlarla muhatap olmuyordum ancak gerçek başkaydı. Şimdi en azından dünya üzerinde var olduklarını, bir yer kapladıklarını kabul ettim. Kime ulaşıp ulaşamadıklarıyla ilgilenmiyorum. Onlardan nefret etmiyorum çünkü erkeklere olan cinsel ilgim yok olmaya yüz tutunca kadınlar benim için rakip olmaktan çıktılar.

*
   
Bana ilgi gösteren kadınların olduğunu dile getirdiğimde şunları söylediniz: “Bir kadın senden hoşlanmışsa sen fark etmesen de sendeki erkekliği görmüş, sendeki potansiyeli fark etmiş demektir. Senin kadını reddetmen demek erkekliğini reddetmen demek. O kadın senin göremediğin, kullanamadığın potansiyel erkekliği görüyor. Kadınların sana ilgi göstermesi erkeksi enerji yaymaya başladığını gösteriyor.”

*
   
Ben sahnesi dünya olan bir pornonun içinde yaşıyormuşum. Tüm dünyaya pornografik bir gözle bakıyormuşum. Eğer ilişki yaşamış olsaydım bu paragrafın ilk cümlesini, “Ben dünyayı çıplaklar kampı olarak algılıyormuşum.” şeklinde kurardım. Oysa ben sadece izleyiciydim. İnsanlar yaşıyor bense izliyordum. İzlediklerimi de olduğu gibi algılamıyor, kendi çarpık bakışımla yorumluyordum. Tüm dünya bir cinsellik sahnesiydi ben de o sahnenin ortasında yapayalnız kalmış bir rahiptim. Görüyor ama dokunamıyor, biliyor ama yaşayamıyordum.   

*
   
Ofisinizin kapısından içeri ilk kez girdiğim 21 Ekim tarihinden beri en çok bu terapiden verim aldım.  Bunun sebebi çekinmeden duygu ve düşüncelerimi ifade etmemdi. “Kadın meselesini halen halledemedim.” deyip “iyi çocuk” rolünden çıkınca terapi bambaşka bir boyuta evrildi. Sizden birçok tavsiye aldım. Sizin de terapiden keyif aldığınızı hissettim çünkü terapi esnasında siz de bana kendinizi açtınız hatta birkaç kişi ve kuruma yönelik öfkenizi ifade ettiniz. Terapi bittikten sonra bekleme odasına geçtim. Duygusal ilişkisi büyük bir hayal kırıklığıyla sona eren bir danışanınızla dertleştim. Onu yargılamadım, “koşulsuz kabul” ilkesine uygun davrandım, onu dinledim ve onunla bağ kurdum. Onun acısını yüreğimde hissettim. Bu hafta hem yardım alan hem de yardım eden konumunda olmak bana çok iyi geldi. Uçak yolculuğu esnasında terapi kaydını dinlerken satır satır not aldım. Bir saatlik terapiden en yüksek verimi elde ettiğimi düşünüyorum.

*

“Eşcinselliğin en kötü tarafı bir kadının sana katacaklarından mahrum kalıyorsun. Her başarılı erkeğin arkasında muhakak ki bir kadın vardır. Erkek ilişkisi tüketiyor, öldürüyor; kadın ilişkisi güçlendiriyor.”

“Kadından ne alıyorsan onu hiçbir erkek veremez. Erkekten dostluk anlamında ne alıyorsan onu da hiçbir kadın veremez.” Evlendikten sonra erkek arkadaşlarını hayatından tamanen çıkartan erkeklerin kadınsılaştığını gözlemliyorum. Erkeklerin birlikte vakit geçirerek birbirinin erkekliğini onaylaması gerekiyor. Erkeklerden beş vakit namazı camide, cemaatle, omuz omuza ve neredeyse askeri nizamda eda etmelerinin istenmesi boşuna değil.

*
   
Mastürbasyon yaparken kadın fantazisi kurmamı istediniz. Ya ilişkinin başından sonuna dek partnerim kadın olacak veyahut bir aktif bana oral yaparken kadın devreye girecekti. Böylece erkeksi enerjim artacak, kadınlar bana daha çok meyledecek ve bir kadınla en azımdan çay kahve içme imkanım doğacaktı.
   
Dediğinizi uyguladım. Mastürbasyonlarda artık hep kadın var, hiç erkek yok. Bunu yapabilmem için kendimi zayıf noktamdan vurmam gerekti. Cüsssece benden oldukça küçük, on sekiz-yirmi yaşında, kişiliksiz, aciz  bir kadını hayal ettim –bir eskort muydu acaba? Onun üzerinde hakimiyet kurma ve onu aşağılama isteği beni cezbetti. Yapabileceğimi düşündüm ve yaptım. Ancak doğru mu yaptım bilmiyorum çünkü sado-mazoşist fantaziler eşcinselliği kuvvetlendiriyor. Kârım mı fazla olur zararım mı bilemedim. Sonra,”Hele işin içine bir kadın girsin de sado-mazoşist kısmı bir şekilde hallederiz.” diye düşünüp bahsettiğim fanteziyi gerçekleştirdim. Kişilikli bir kadınla ilişki yaşadığımı hayal edemiyorum. Ele geçirebileceğim zayıf kadınlar ilgimi çekiyor ve saado-mazoşist fantazilerimi tetikliyor.  Burada şu soru akla geliyor: “Kadınlarla gerçek ilişki kurnayıp günübirlik ilişkiler kuran veya fahişelerle ilişki kuran erkeklerin bir kısmı gizli eşcinsel midir?” Çünkü özgüveni düşük olduğu için eşsinsel erkek, kadınlara yaklaşamıyor. Fahişe, kadınlığını reddetmiş bir kadın değil midir? Çünkü cinsel ilişkiyi bir erkekle değil aslında bir para kaynağıyla gerçekleştirmektedir. İncelik, zerafet, çekingenlik gibi kadınsı özelliklerden yoksundur. Eşcinsel erkek, erkekliğini reddetmiş bir erkekle ilişki kurarken sözde düşcinsel erkek, kadınlığını reddetmiş bir kadınla ilişki kuruyor. Birbirlerine epeyce yakınlar sanki? Gizli eşcinsel olmasalar bile ciddi anlamda özgüven sorunu yaşadıklarını düşünüyorum. Aklıma Zahid Efendi’nin (kaddesallahu sırrahu): “Bir kadını idare edemeyen erkeğe ben erkek mi derim?” sözü geliyor.
   
Kadın fantezisi kurduktan bir gün sonra korkuknç bir boşluk duygusu yaşadım. Kim olduğumu ve nerede olduğumu bilmiyordum. Cinsel yönelimimi tanımlayamıyordum. Eşcinsel miydim, düzcinsel miydim, biseksüel miydim, kime karşı cinsel kime karşı duygusal ilgi hissediyordum? Tüm bu sorular gün boyunca zihnimi meşgul etti. Gün sonunda nihayet kendimi bir yerde konumlandırabildim: kadınlara ilgi duymaya başlayan ancak henüz biseksüel olmamış, aseksüelleşmiş bir aktif-pasif eşcinseldim. Halen bazı noktalarda kafam karışık. Gece yatarken yukarıdaki yazılardan birinde bahsettiğim narsistlerden birine -savcı olan hariç, onun canı cehenneme- sarılarak uyuduğumu hayal ediyorum. Baskın konumdayım, cinsellik gerçekleşmiyor, en fazla öpüp kokluyorum. Gündüz bir hemcinsimi beğendiğimde onun omzuma yaslandığını veya dizime yattığını hayal ediyorum, devamını düşünmüyorum. Birkaç saniye sonra da unutuyorum. Mastürbasyon yaparken ise sadece kadın düşünüyorum ancak kadınlığından vazgeçmiş kadınlar -belki bir fahişe- geliyor aklıma.

*

“Sadece yüzeysel ilişkiler kurmak, sosyal fobinin bir türüdür.”

*

Namaz kılmak için ofisinizden çıkıp 16:30 gibi geri döndüm. İçeri girdiğimde grup terapisi yeni başlamıştı ve hemen dahil oldum. Sevgilisi için çok fazla fedakarlık yapan bir arkadaşın durumunu konuştuk. Bana fazla fedakarlığın ne anlama geldiğini sordunuz. Aklıma ilk gelen ihtimali söyledim ancak ofisinizden ayrıldıktan sonra iki ihtimali daha düşündüm.

1- Bir insanın başka bir insana haddinden fazla fedakarlık göstermesi tacizdir. Çünkü fedakarlık yakınlıktır ve muhatabımızın bizimle bu kadar yakın olup olmadığını bilmiyoruz. Birisiyle arasındaki fiziksel mesafeyi korumamız gerektiği gibi duygusal mesafeyi de korumamız gerekiyor. Nasıl ki samimi olmadığım birine on santim yaklaşamam, aynı şekilde samimi olmadığım birine pahalı bir araba hediye edemem. İnsanların sınırları vardır ve o sınırları ihlal etmemek gerekir.

2- Fazla yardımsever olan bir insan aslında kendi narsistik isteklerini tatmin etmek istiyor olabilir. Onun yardım etmekteki amacı, “Ben ne kadar iyiliksever bir insanım!” diyebilmektir. Siz de bu meyanda haddinden fazla para veren profesöre tokat atan dilenci hikayesini anlattınız.

3- Bazı çocukların –özellikle de ilk çocuklar- ailesinden sevgi alabilmek için sürekli çaba harcaması gerekir. Bu çocuklara “koşulsuz sevgi” gösterilmez. Oyuncaklarını topladıkça, yerleri süpürdükçe, ebeveynine yardım ettikçe sevgi görürler ve bu sebeple “fedakarlık şeması” geliştirirler. Sevgi görebilmek için yetişkin olduklarında da kendilerinden ödün vermeye devam ederler. Birisine yardım etmelerinin amacı gerçekten yardım etmek değil sevgi dilenmektir. Yazılı olmayan psikoloji kanunları gereğince bu aşırı fedakar insanlar ilişkilerinde genellikle sevgi ve emek sömürücüsü insanlara denk gelirler. Ömürleri boyunca kıymetlerinin bilinmediğinden şikayet ederler ancak bu şikayetin içindeki gizli fedakarlık övüncünden ötürü onların şikayet etmekten haz aldığını dahi hissedebiliriz.

Baranla lisede gittiğimiz dershanede tanışmış, aynı okulu kazandığımız için üniversitede de arkadaşlığımız devam etmişti. Çok sosyal bir insandı, çok geniş bir çevresi vardı. Henüz akıllı telefonlar yaygın değilken dahi sürekli birileriyle konuşur veya mesajlaşırdı. Eşcinsel olduğuna emindim ama bu konuyu hiç konuşmadık. Klasik bir sosyal eşcinseldi, korku ve kaygılarıyla arasına yüzlerce insandan oluşan bir duvar örmüştü. Onunla aramda belli bir mesafe varken arkadaşlığımız iyi gidiyordu. Ne zaman ki ona haddinden fazla yaklaşmaya başladım o vakit benden uzaklaşmaya başladı. Bana karşı tahammül edilemez davranışlar sergiliyordu mesela onu evine ziyarete gittiğimde dolabını düzeltmeye başlıyordu. Bu tavırlarına daha fazla dayanamayıp nihayet iletişimi kestim. Birkaç kez benimle konuşmaya çalıştı ama yüz vermedim. Ona karşı öfke doluydum. Küstükten sekiz ay sonra arayıp konuşmamız lazım dedim. Karanfil Sokak’ta buluştuk, Dikimevi’ne dek yürüdük. Yol boyunca beni öfkelendiren tüm hareketlerini anlatıp ondan hesap sordum, “Neden yaptın?” dedim. Hiçbir cevap veremedi. O günden sonra iki üç yılda bir benimle iletişime geçiyordu ancak onda uzun süreli arkadaşlıklar ve derin bağlar kurma yeteneğinin olmadığını bildiğim için onun bu tür davranışlarını fazla umursamıyordun. Birkaç yıl önce beni tekrar aradı. Adana’daki ofisinde buluştuk. Tahmin edilebileceği üzere devamı gelmedi. Ancak bu buluşma vesilesiyle bir geçmiş zaman muhasebesine giriştim. 19 yaşındaki Ömer’e  soracak olsanız bu konuda yüzde yüz haklı olduğunu söylerdi ancak 28 yaşındaki Ömer yüzde elli haklı olduğuna hükmediyordu çünkü onun fazla sosyal olduğunu, az sayıda insanla derinlikli ilişkiler kurmak yerine çok sayıda insanla yüzeysel ilişkiler kurmayı tercih ettiğini bile bile ona fazla yaklaşmış, onun sınırlarını ihlal etmiştim.

*
   
Her eşcinsel yalnızdır ve bağ kurmak iyileştirir. Eşcinsellerin hiçbir sağlıklı bağı yok. Çoğunluğu annesiyle duygusal düzeyde karı koca hayatı yaşıyor, babasından nefret ediyor, erkeklerin dünyasına giremiyor, kadınların dünyasına “zararsız erkek” sıfatıyla girebiliyor ancak hiçbir zaman gerçek bir kadınmış gibi muamale görmüyor, sevgili bulmak için bazı sitelere giriyor ama kendini et pazarında buluyor... Köksüz çiçeğin kuruması gibi bağsız eşcinsel de günden güne ölüyor.

*
   
Fiziksel bağışıklık sistemine sahip olduğumuz gibi ruhsal bağışıklık sistemine de sahibiz. Bu sayede insanların çoğunluğu büyük travmaları dahi profesyonel yardım almadan atlatabiliyor. Son zamanlarda ruhsal bağışıklık sistemimin epey faal olduğunu hissediyorum. Eşcinsellik kalesini kuşatmışım da onu top ateşine tutuyormuşum gibime geliyor. Saatlerce yazıyorum çünkü yazdıkça iyileşiyorum. İnsanın kendi meşru isteklerine kulak vermesi gerekiyor. Birkaç ay önce bedensel olarak hareket etmeye ihtiyacım olmalıydı ki günde iki saat yürüyordum, şimdiyse ruhsal olarak hareket etmeye ihtiyacım olduğundan yorulana dek yazıyorum.

*
   
Bu sitede hikayesini okuduğum herkes en az bir konuda takılıp kalmış ve o konuyu/konuları aşmak için epeyce çaba harcamıştı. Ben de kadın konusuna takılıp kaldım. Çok yavaş ilerliyorum. “Şu anda tek sorun hayatında bir kadının olmaması.”

*
   
Ailemle ilişkimin nasıl olduğunu sormuştunuz. Kendileriyle fazla görüşmediğimi, ayda bir kez eve gittiğimi, onların da beni fazla aramayıp kendi halime bıraktığını söylemiştim. Babama duyduğum öfkeyi dile getirmek aklıma gelmemişti. Ona karşı çok öfkeliyim. Yanlış yönlendirmeleriyle hayatımı ve kariyerimi uçurumun eşiğine getirdi. Onun tavsiyelerini dinlemeyi bırakınca hayatım yoluna girdi. Onun sözünü dinlemiş olsaydım şu an Osmaniyede oturup hiçbir zaman kazanamayacağım kaymakamlık sınavına çalışıyor olurdum. Onu dinlememenin bedelini bana ağır ödetti. En zor zamanlarımda psikolojik şiddet uyguladı. Çalışmadığım için para kazanamadığım dönemde onun gelirine olan muhtaçlığımı kötüye kullandı. O evden başka gidecek yerim yoktu, o evde ise asık bir yüz ve acı sözler beni bekliyordu. Kötü günümde yanımda olmadığı gibi iyi günümde de yanımda değildi. Sınav sonucunu öğrendiğim akşam ve evden ayrılacağım akşam bana bağırdı. Onu affetmiyor ve mümkün olduğunca onunla iletişim kurmamaya çalışıyorum.
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 22 Aralık 2023, 10:13:47 ös
BEŞİNCİ TERAPİ (DEVAMI)
   
On üç yıllık eşcinsel terapistliği tecrübenizi iki aylık danışanlık tecrübemle eleştirmeye çekinsem de iki aydır ilk defa siz ve sizin yöntemlerinizle ilgili olarak nisbeten kapsamlı bir eleştiri yazısı yazacağım.
   
1- Kendinizden başka hiçbir eşcinsel terapistini beğenmiyorsunuz. Çoğu eleştirinize hak veriyordum ancak Joseph Nicolosi’yi, “Spor yap diyor.” diye aşağılayınca eleştirilerinizin aşırılık içerdiğini fark ettim. Nicolosi’nin tavsiyesi büyük ihtimalle birkaç danışanına yönelikti ve tüm danışanları için geçerli değildi. Ayrıca spor tavsiyesi bir Türk eşcinsel terapistine anlamsız gelse de sporun Amerikan kültüründeki önemini düşündüğümüzde o kültür için anlamsız bir tavsiye değil. “Spor yapmak pasifliği yarı yarıya azaltıyor.” cümlesini ben bu sitede sizin danışanlarınızdan birinin kaleminden okumuştum. Demek ki işe yarayan bir tavsiyeymiş. Hem sizin kuşağınız için spor önemli bir faaliyet değildi ancak doksanlar ve ikibinlerde doğanlar için sporun önemi tartışılmaz bile.
   
Mesele Nicolosi meselesi değil, mesele hiç kimseyi beğenmiyor oluşunuz. O zaman bize de on üç yılda kaç kişiyi yetiştirdiğinizi sorma hakkı doğar. Ben bu sayınıın sıfır olduğundan emin gibiyim. Peki kendi keşfettiğiniz teknikleri bir kitapta toplamayı düşündünüz mü? Tek olmak hoşunuza mı gidiyor? Her ne olursa olsun ilminizin zekatını vermek ve insan yetiştirmek mecburiyetinde değil misiniz?
   
2- Geçenki terapinin sonlarına doğru bazı kişi ve kurumlara olan öfkenizi dile getirmiştiniz. Bu konuşmanızın terapinin üzerimdeki etkisini azalttığını hissettim çünkü benimle danışanınız olarak değil meslektaşınız olarak konuşmaya başlamıştınız. Oysa ben henüz danışan koltuğundan kalkmamıştım. Bir işe odaklanmışken dışarıdan gelen seslerin dikkatimizi dağıtması gibi terapi esnasında da terapi sınırlarının aşılıp başka konulara geçilmesi terapiyi seyreltilmiş ilaca dönüştürüyor ve terapinin etkisi azalıyor.
   
3- Bazen terapiyi şahsi şovunuza çevirdiğinizi düşünüyorum. “Klasik bir İslamcı” olan bana neden terapi esnasında “klasik İslamcılık” eleştirisinde bulundunuz? Mensup olduğum camiayı neden “derin devlet projesi” olmakla itham ettiniz? Dedikleriniz doğru olsa bile bu doğruların terapiye katkısı nedir? Bu eleştiri ve ithamlarınıza cevap vermeye kalksam terapinin yarısı dini ve siyasi tartışmalarla geçerdi. Bu tartışmalara kapı açacak bir cümle kurduğunuz zaman, terapi “sizin sayenizde” değil “size rağmen” ilerlemiş oluyor.
   
4- Ben de dahil olmak üzere danışanlarınız terapi deneyimlerini sitenizde paylaşıyor. Ofisinizin bekleme odasında birbirimizle dertleşiyoruz. Terapiye başlamak için size ulaşan birisine terapi sürecini tamamlamış bir danışanınızın numarasını verebiliyorsunuz. Tüm bunları biraz sakıncalı bulsam da mevzu “eşcinsel terapi” olduğunda başka türlüsü  aklıma gelmiyor çünkü bir insanın cinsel yönelimin değişebileceğine inanması kolay değil. Onu inandırabilmek için binbir yöntem kullanmak gerekiyor.
   
5- Başarılı olmanıza rağmen kimsenin sizi kaale almadığını, sempozyumlara çağrılmadığınızı söylüyorsunuz. Size karşı takınılan bu tavırda sizin de payınız var.

a- Birkaç sene önce işletme mezunlarına dahi verilen, peynir ekmek gibi dağıtılan klinik psikoloji yüksek lisansı diplomasına sahip olmak sizin için zor değildi ancak büyük ihtimalle bunun için çaba harcamadınız. Birçok terapi eğitimi alabilir ve o eğitimleri özgeçmişinize ekleyebilirdiniz. Dört yıllık psikoloji lisansının “psikolojiye giriş” niteliğinde bir eğitim olduğu, bu eğitimin üzerine başka eğitimler ekleyerek bir noktaya varılabileceği psikoloji camiasında herkesin malumudur. Klinik psikoloji yüksek lisansının çoğu üniversitede lisansın kötü bir tekrarı olduğunu, eğitmenlerin eğitimlerde kendi matbu kitaplarını tekrar etmekten başka bir iş yapmadıklarını, klinik tecrübenin yüksek lisans diploması ve eğitimlerden daha kıymetli olduğunu söyleyebilirsiniz ve bu sözlerinizin altına ben de dahil olmak üzere imzasını atacak birçok psikolog veya psikolog adayı bulabilirsiniz. Ancak ne yazık ki yetkin olmanız yetmiyor, yetkinliğinizi ispatlamanız da gerekli.

b- Her doğruyu her yerde söylemeyi, kitabın ortasından konuşmayı şiar edinmiş bir insansınız. Bir saatli bombayı yanında taşımayı kim kabul eder? Muhteşem bir akademik kariyere sahip, son derece donanımlı, Arapça ve İngilizceyi anadili gibi bilen bir hocam var. Ancak o da sizin gibi doğruları söylemekten çekinmediği için çok izleyicili büyük kanallara çıkarılmıyor ve yüksek makamlara getirilmiyor. Ama yine de yetkinliğini ispat etmiş olduğu için başka mecralarda kendine yer bulabiliyor.

c- İki lisans okumak bana kendi alanım dışında konuşmamayı öğretti. Çünkü hukukçu olmayanların hukuk ile ilgili konuşurken, psikolog olmayanların da psikoloji hakkında konuşurken çok büyük hatalar -fahiş hata- yaptığını fark ettim. Hatta anayasa hukukçusu iş hukuku hakkında konuşurken hata yapıyor, sosyal psikolog klinik psikoloji hakkında konuşurken hata yapıyor. Sizse hiç çekinmeden ilahiyat, siyaset, tarih gibi birçok alanda kalem oynatıyorsunuz. Bir alanda yeni fikirler üretebilmek o alanın temellerini çok iyi bilmekle mümkün oluyor. Yani keşf-i kadim (eskiyi keşfetmek) olmadan vâz-ı cedit (yeni şeyler söylemek) olmuyor. Çok sevdiğim bir fıkıh profesörü geçenlerde psikolojik sorunların iman eksikliğinden kaynaklandığını söyledi. Hem de bunu o kadar yanlış bir şekilde mantık yürüterek iddia etti ki sebep sonuç ilişkilerini kurmakta üstad olan bu hocamın aklını yitirdiğinden şüphe ettim. Tek bir psikoloji kitabı bile okumamış birisinin yaptığı psikolojik çıkarımın büyük ihtimalle yanlış olması gibi bir ilmihali başından sonuna kadar okumamış birisinin yaptığı dini çıkarım da büyük ihtimalle yanlıştır.

22/12/2023
   
Bazen bu sitede 15-20 yaş aralığındaki kardeşlerimin yazdığı yazılara denk geliyorum. Bir erkeği çok beğendiklerini, onun çok yüksekte olduğunu, kendilerinin çok alçakta olduğunu, o tanrısal erkeğe hiçbir zaman ulaşamayacaklarını söylüyorlar. Düzcinsel erkek beğendiği bir kadına baktığı zaman ona ulaşamadığı için acı çekebilir. Eşcinsel erkekse bir erkeğe bakıp ulaşamadığında hem o erkeğe ulaşamadığı için hem de o erkek gibi olamadığı için acı çekiyor. Bu acının/acıların insana kendini nasıl hissettirdiğini biliyorum. Kendine yatırım yaptıkça, kendini ileri taşıdıkça, o erkeğe sahip olmak için değil de o erkeğin ta kendisi olmak için çabaladıkça işler yoluna girmeye başlıyor. Sekiz yıl erkek yurtlarında yaşadığım için sözde tanrısal erkeklerle çokça vakit geçirdim. Onlara bakınca şaşalı bir kapı görüyorsun. O kapı ilgini çekiyor, kapıyı açıp hazineye ulaşmak için inanılmaz bir istek duyuyorsun. Kapıyı açıyorsun. Hayalindeki muhteşem sarayla değil de adi bir mezbelelikle karşılaşıyordun. Her taraf pislik içinde. Burnunu tuta tuta uzaklaşıyorsun. Halbuki sağlıklı hemcinslerimiz böyle değiller. Onların kapısından girince kavrulmuş soğan kokulu, içinde çocukların koşuştuğu, balkonunda çamaşır asılı huzur dolu bir evle karşılaşıyoruz. Onlarla arkadaş olmamız lazım, kendini tanrı zanneden Firavunlarla değil.
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: psikolog - 23 Aralık 2023, 01:32:54 öö
Cevaplarım:
*¹.* Eşcinselik ile spor yapmayı bağdaştırmak bakış açısına göre zırvalıktır. Farklı bir bakış açısı sunarak şöylede düşünülebilir. Ülkemizdeki voleybol sporları ile ilgilenenlerde çok fazla escinsellik gözükmektedir. Buna bizzat tanıklık ettim. Bu eleştiri yazısı mantıksallık içerse de psikoloğun mantalitesini tam olarak çözemediğini söylemek isterim. Aynı zamanda bu iş ile uğraşan diğer insanların getirdiği çözüm yollarına bakacak olursak, başarı oranlarının düşük olduğunu hatta para tuzağı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Psikoloğun kendi yayınlarını veya yaymama gibi bir niyeti olduğunu düşünmem tam tersine fikir dünyasından dolayı medya platformlarından dışlanmaktadır.
*2.3.* Bunlar aslında terapilerin bir basamağı. Rahatsız oluyorsan veya karşı çıkıyorsan tartış. Tartışmamak pasifliği arttırır. Hatırlıyorum da ilk terapilerimde ne çok kavga ederdik psikolokla
*4.* Bunu da terapinin bir aşaması olarak görmek mümkün. Özgüven sorunu ve çekingenlik gidecek yerine öz güven ve öz saygı gelecek. Aynı zamanda öz inancını arttıracaktır. Farklı bir bakış açısı ile bilinçli manipüle de denebilir.
*5.* Ama burada ciddi manada zırvalanmış. Cevap vermeye lüzum da yok aslında cokça çelişkili cümleler var fakat şunu demek isterim. Psikoloğu iyi tanı ve mantıksal çıkarımlar çerçevesinde çıkarımlar yap. Hem bilgi çelişkisi hem de iftira niteliğinde ifadeler var. Psikoloğu yakinen tanıyan kişilerin hepsi de psikoloğun piyasadan olan farkını teşhis edebilir kolaylıkla. Zamanla kavrarsın sen de. Acemice olmuş bu.

Sözün özü, hatalı da olsa bunları söyliyebilmen gayet güzel. Aynısını terapilerde de dile getirmen gerekiyor. Eğer arkadan yazılmış sözler ise bunlar pasif karakterinin bir yansımasıdır aslında. Ona göre de kendince terapiye devam eder veya etmezsin...
Başlık: Ynt: RIZASI YOK: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN
Gönderen: Ömer Yılmaz - 23 Aralık 2023, 11:50:22 öö
CEVABA CEVAPLARIM

23/12/2023
   
Yazma ishaline tutulmuş gibi sürekli yazmaktan rahatsız olmaya başlasam da eleştirilerime karşı gelen tepkilere cevap verme mecburiyeti doğduğundan ötürü yazmaya devam ediyorum.
   
1- Ben sporla ve spor yapanlarla ilgili fikirlerimizi bilmiyorum dolayısıyla eleştirim sporla ilgili değildi.
   
Gogol’a kadar Rus edebiyatında hep yüksek insanların hikayesi anlatılmıştır. Gogol “Palto” hikayesiyle ilk defa halktan olan bir insanın hikayesini anlatır. Bu kırılma noktasından sonra Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi Rus edebiyatının büyük dâhileri eserlerini verirler. Rus Edebiyatı görüp görebileceği en yüksek zirveye ulaşır. Gogol’un yaptığı devrimin bilincinde olan Dosteyevski: “Hepimiz Gogol’un Palto'sundan çıktık!” der.
   
Dünyadaki tüm eşcinsel terapistlerinin Nicolosi’nin “Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” kitabından çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bütün eşcinsel terapistlerinin Nicolosi’yi eleştirme hakkı vardır ancak hiçbir eşcinsel terapistinin Nicolosi’yi aşağılama hakkı yoktur. Ben Nicolosi’yi katılmadığınız bir tavsiyesinden ötürü aşağılamanıza öfkelendim. Sonra ben size Nicolosi’nin önemini hatırlatınca bana, “Onun arkasında kilise var!” dediniz. Arkasında kilisenin olması Nicolosi’ye değer kaybettirir mi? Sizin arkanızda Diyanet olsaydı sizin başarılarınızı yok mu sayacaktık?

Özetleyecek olursak başka terapistler hakkındaki fikirlerinizde mevcut bulunan iki hususu eleştirdim:
a-   Kendinizden başka eşcinsel terapistini beğenmemeniz
b-   Nicolosi’yi aşağılamanız
   
2- Ben babamın sürekli kendini övmesinden rahatsız olduğum için siz kendinizi övünce aktarım (transferans) yaşıyorum. Siz de birçok terapist gibi aktarımı bilerek kullanıyor ve böylece danışanın ebeveyniyle olan sorunlarını çözüme ulaştırıyorsunuz. Aktarım da dahil olmak üzere birçok tekniğinizi daha ilk terapide en uç haliyle üzerimde uyguladınız ve benim hiçbir itirazım olmadı çünkü zaten tekniklerinizi bilerek ve kabullenerek o koltuğa oturmuştum. Ne küfretmenize ne benimle tartışmanıza ne de kendinizi övmenize itiraz ettim. Ben bazı zamanlarda terapist koltuğunda oturmanın şehvetine kapılarak kendi tekniklerinizin sınırlarını aşmanızdan şikayetçiyim. Ben babam gibi davranan sizi görünce aktarım yaşıyorsam siz de “klasik İslamcı” olan beni görünce karşı-aktarım (kontr-transferans) yaşıyorsunuz. Ben aktarım yaşadığımı fark ediyorum ancak siz karşı-aktarım yaşadığınızı fark etmiyor ve bu durumla başa çıkmak için çaba harcamıyorsunuz. Ayrıca doğuştan şiddet uygulamaya meyilli bir insanın katil olmak yerine boksör olmayı tercih ederek “yüceltme” savunma mekanizmasıyla kendini kurtarması gibi “klasik İslamcı”larla olan hesaplaşmanızı terapist unvanını kullanarak yaşıyor olabilir misiniz?
   
Özetleyecek olursam; tekniklerinizi eleştirmiyorum, zaman zaman tekniklerinizin sınırlarını aştığınızı düşünüyorum.
   
3- Ben eleştirilerimi danışanınız olarak değil meslektaşınız olarak yazdım. Bu eleştirileri forumda yayınlamam hataydı çünkü eleştiri yazısında psikoloji alanı dışından insanları ilgilendiren ve onların faydasına olabilecek hiçbir husus yoktu. Nitekim gelen cevaplardan anladığım kadarıyla eleştirilerim anlaşılamamış, aynı noktalar etrafında dönülüp durulmuş. Zaten gelen tepkiler eleştiriye cevaptan çok hakaret niteliğindeydi.
   
4- Karen Horney’a göre ilişkide olunan insanla yaşanan sağlıklı sürtüşmeler, kendini gerçekleştirme süreci için gerekli bir tecübedir. Yaşadığımız bu gerilimin sizinle aramızdaki terapötik bağı ve terapötik ittifakı kuvvetlendirdiğini düşünüyorum. “Her gün biraz daha yakın.”
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 03 Ocak 2024, 08:30:08 ös
ALTINCI TERAPİ

01/01/2024
   
Katharsis, duygusal boşalma anlamına geliyor. Bazı psikoloji ekolleri katharsis yaşamanın insanı iyileştirdiğini söylüyor. Bundan pek emin değilim. İki insanla ilgili konuşmak beni öfkelendiriyor ve bana iyi gelmiyor. Birincisi babam, ikincisi ise bir zamanlar haddinden fazla değer vermiş olduğum savcı.
   
Babamla olan hesaplaşmamı daha terapilere başlamadan önce yaşamıştım. Beni eleştiremez ve bana erkeklik taslayamaz hâle gelmişti. Bu konuda yapacağım başka hiçbir şey kalmadı.

“Babanın bizi eleştirmesine izin vermememiz gerekiyor. Baban sana erkeklik taslayamamalı.”
   
Savcıyla henüz hesaplaşmadım. Hesaplaşma denemesini terapide gerçekleştirdik. Yaklaşık olarak şöyleydi: “En zor zamanlarımda yanımda olmadın. Seni yine ben aramıştım, telefonda bir saat konuşmuştuk. Konuşmanın sonunda: ‘Seni aramazsam kusura bakma, ben annemi babamı bile aramıyorum.’ demiştin. Bir daha da seni aramadım. Benimle iletişime geçmeyi denediğinde ise soğuk cevaplar vererek seni reddettim. Zor zamanlarımda yanımda olmadığın gibi güzel zamanlarımda da yanımda değildin. Seni ziyarete geldiğimde utanmadan mesleğimi aşağıladın. Sen burnunun dibindeki Adana’ya beni ziyaret etmek için gelmezken beni yeni tayin olduğun beş yüz kilometre ötedeki ilçede gösterilecek bilmem ne filminin galasına davet ettin. Sana gösterdiğim vefanın onda birini bile görmedim senden. Yüzlerce tanıdığın olabilir ama yanında ağlayabilecek kadar yakın olduğun bir kimsen bile yok şu hayatta. Oysa deden vefat ettiğinde benim yanımda ağlamıştın. Bütün bunları bilmen için anlatıyorum. Hakkında zihnimde olan bu düşünceleri senin de bilmen gerekiyor. Yoksa özür de dahil olmak üzere hiçbir beklentim yok senden.”

*
   
Sizinle sürekli iletişim halindeyiz. Hemen her gün mesajlaşıyoruz. Bu benim için muazzam bir nimet. Psikolojide bu duruma “çoklu rol ilişkileri” deniyor. Terapistle terapi dışında görüşülür mü, terapistle arkadaş olunur mu, terapistle sevgili olunur mu  gibi sorular tartışılıyor ve bu sorulara genellikle olumsuz cevap veriliyor. Çoklu rol hoş karşılanmıyor. Eşcinsel terapi söz konusu olduğunda ise tüm kuramların tersine dönmesi gerektiğinin farkındayım. “Eşcinselliği hiçbir kuramla tedavi edemezsin. Kendi yöntemlerini geliştirmen gerekiyor.” demiştiniz. Bütün bu kuramların hiçbirinin eşcinselliği tedavi etmek gibi bir amacı yoktur ki biz bu kuramların kurallarını harfiyen uygulayalım. Terapist etik ikilem yaşadığında ilk olarak “Yararlı olmak ve zarar vermemek” kuralına bakar. Danışanınızla terapi odası dışında da yakın olmanızın yararlı olduğunu bizzat tecrübe ediyoruz, zararını da görmedik.  Bu yüzden sizinle terapi dışında görüşmeyi birkaç hafta önce yadırgadığım kadar yadırgamıyorum. Bu sınır belirleme takıntısı benim mizacımdan da kaynaklanıyor. Çalıştığım kuruma atandığımda ilk dört ay kurumda çalışanlardan kimseyle dışarıda görüşmemiştim. Çünkü “mesai arkadaşlığı” kavramı benim için çok yeniydi ve bu arkadaşlığın sınırlarını zihnimde belirleyemiyordum. Hayatı matematiksel formüllerle yaşamaya çalışıyorum ama hayat formüllere sığmıyor. Hayatı değiştiremeyeceğime göre katı kurallarımı değiştirmeliyim.

*

Okuldan sevdiğim bir arkadaşla geçen hafta ders arasında yarım saat sohbet ettik. Birçok meseleden bahsettik hatta duygusal bir ilişkisinin olup olmadığını bile sordum. Orada o anda sadece o sohbetin içinde olmak, muhatabımın koluna bacağına bakmamak, “Acaba eşcinselliğimi anlayacak mı?” diye düşünmemek, “Bu kadar yakışıklı ama niye bana ait değil?” diye üzülmemek, “Bu adama olan hislerimi nasıl bastıracağım?” diye hafakanlar geçirmemek, kız arkadaşına öfkelenmemek, sadece iletişime odaklanmak muhteşem bir tecrübeydi. Derse girme vaktini genellikle ben hatırlatırdım ama sohbete o kadar odaklanmışım ki bu sefer arkadaşım hatırlattı ve “Dışarıda da görüşelim.” dedi. Bir erkeğin sadece gözlerine odaklanmak insanı zenginleştiren bir eylemmiş.

*

Aynı sınıfta okuduğumuz kırk yaşlarında evli ve çocuklu bir abi beni ve çok sevdiğim bir arkadaşı evine yemeğe davet etti –iki buçuk yıldır ilk defa. Evde güzel vakit geçirdik. Arkadaşı yurda bıraktım. Yolda bana, “Seninle ileride aile olarak da görüşmek isterim abi.” “Sohbetin sarıyor, seninle uzun yola çıkılır.” “Başka bir zaman dışarıda çay kahve içelim muhakkak.” dedi. Terapide bunları size anlattığımda, “Seninle ileride aile olarak da görüşmek isterim abi.” sözünün “Seni seviyorum.” anlamına geldiğini söylediniz. Bana sevdiği kızdan bahsetti. Onu dinledim, ona kendi tecrübelerim çerçevesinde tavsiyeler verdim. Bana evlenmeyi düşünüp düşünmediğimi sordu. Evlenmek istediğimi ancak kadınlardan korktuğumu, bugüne dek hep düşünceye yatırım yaptığım için duygu yönünden zayıf kaldığımı söyledim. Ben terapi odasında konuştuklarımızı yeri geldikçe başkalarına anlatmaktan çekinmiyorum sadece eşcinsellik kısmını anlatmıyorum.

Artık insanlara samimi davrandığım için insanlar da bana samimi davranıyor. Ben duvar örmeyince onlar da duvar örmüyor. Erkeksi enerjimin arttığını hissediyorum. Erkeksi enerji düzcinsel erkekleri bile çekiyor. Varoluşçu kuram psikolojik olarak sağlıklı olmayı iki koşula bağlıyor: 1- Spontane (doğal) olmak 2- Yaratıcı olmak. Ben doğallaştıkça insanlar bana daha çok yaklaşıyor. Uçakta giderken birbiriyle şakalaşan üç erkek arkadaş gördüm. Birbirlerine rahatça dokunuyor, gülüp eğleniyorlardı. İletişimlerine o kadar odaklanmışlardı ki dış dünyadan kopmuş gibilerdi. Zorlama olmaksızın gerçekleşen bu doğal bir iletişimi bir gün tecrübe edebilmek istiyorum. Şehvet hissettiğim insana şehvet hissettiğim için, şehvet hissetmediğim insana şehvet hissetmediğim için dokunmuyorum. Bu delilik değil mi?

*
   
Terapiye başladığımdan bu yana birçok şey değişmişti de depresif belirtiler olduğu gibi kalmıştı. Siz bu belirtileri iki sebebe bağlıyordunuz: 1- Otuz yaş bunalımı 2- Evli olmamak. Otuz yaş bunalımının ne olduğunu henüz çözemedim ancak evli olmamak kısmına katılıyorum. Her insanın hayatı boyunca yerine getirmesi gereken belli ödevler var ve o ödevler yapılmadığında insan vücudu belli tepkiler veriyor. Ericson’a göre yirmi ila otuz yaş arası “yalnızlığa karşı yakınlık” dönemi ve insanın bu dönemde hayat arkadaşını bulması gerekiyor. Hayat arkadaşını bulamamış düzcinsel erkekler de depresif belirtiler yaşıyor. Vücudun verdiği tepkiler, insanı o ödevi yapmaya zorluyor. Zaten olumsuz duygular olumlu duygulardan daha büyük önem arz ediyor. Bir insan kuş sesinden keyif almaksızın da yaşayabilir ancak yolda karşıdan karşıya geçerken korna sesini duymazsa hayatını kaybedebilir. Fiziksel acı bedenimizdeki bir hasara işaret ediyorsa, ruhsal acı da psikolojimizdeki bir hasara işaret ediyor olabilir. Mesleğe başlamadan önce tüm günümü bunalım halinde yaşıyordum ancak atandıktan sonra gün içinde bunalım yaşamaz oldum. Saat beş olduğunda ise tüm acılar gerisin geri zihnime hücum ediyordu. Sebebi basitti, iş sahibi olma ödevini yerine getirmiş ancak eş sahibi olma ödevini yerine getirmemiştim. Vücudum beni bu yola sokmak için çaba harcıyordu. Bu çaba canımı acıtıyordu ve ben bu acıya dayanamaz hale gelince terapiye başladım. Demek ki acıdan kaçmamalı, acıyı çözümlemeye çalışmalıydım. Terapi günündün önceki akşamında bir kitap-kafeye gitmiş, saatlerce çalışmıştım. Bu bana çok iyi gelmişti. Terapide bunu size anlattım. “Acı çekmedin çünkü hayatın içindeydin.” dediniz. İşte benim için anahtar cümle buydu. İnsanlarla bağ kurmaya ileri derecede ihtiyaç duyan benim için hayatın dışında kalmak gizli intihar gibiydi. Aslında kütüphane, kitap-kahve gibi yerlerde ders çalışmaya, kitap okumaya, vakit geçirmeye ihtiyaç duyduğumun farkındaydım ancak bu farkındalığı görmezden geliyordum. Bir de burada vakit geçiren arkadaşlardan ortalama on yaş büyük olunca yadırganmaktan korkuyordum. Artık umurumda değil; ruh sağlığımı korumak, yadırganmamaktan daha önemli. Artık kitap-kahvelere gidiyorum ancak kendimi meşgul etmek, cinsellik düşünmemek, zihnimi durdurmak gibi takıntılı tutumlardan ötürü değil hayatın içinde olmak için gidiyorum.

*
   
Geçenlerde kitap-kafeden çıktıktan sonra içimde bir boşluk hissettim. Eskiden olsa ya müzik dinlerdim ya yürüyüşe çıkardım ancak artık insan ilişkisi aradığımın farkındaydım. Eve gittikten sonra kardeşimi aradım. Uzun zamandır konuşmadığımız için telefonda bir saate yakın konuştuk, dertleştik. Bana babamla yaşadığı sıkıntıları anlattı. Benim geçtiğim sürecin bir benzerinden geçiyor. Babamla birlikte çalışıyor, kendini esir gibi hissediyor. Babama karşı özgürlüğünü kazanmak istiyor. Babamın kendine yoldaş değil de yancı aradığının ikimiz de farkındayız. Kardeşim babamı kafesteki bir aslana benzetiyor, “Onu uzaktan seveceksin, yanına fazla yaklaşmayacaksın.” diyor. Kardeşim özgürleşme sürecini benden daha kolay atlatacaktır. O bunu daha on beş yaşındayken bile başardı, şimdi hayli hayli başarır. Bakıyorum da bizim ailenin geçmişi kaçışlarla dolu. Rauf dedem karısından kaçıp İstanbul’a gitmişti. Babam annesinden kaçıp Osmaniye’ye geldi. Kardeşimle bense babamdan kaçıp Adana’ya geldik.   
   
Kardeşimle olan konuşmamızdan ikimiz de keyif aldık. Onda babamı görüyor ve ondan uzak duruyordum. O da az huysuz değildi hani. Ona iyi abilik yapamadım. Bundan sonra geçmişi telafi edecek derecede iyi bir abi olacağım inşallah.
   
Kardeşimle konuştuktan sonra uyumak için yatağa yattım. Hayatımda ilk defa bir kadına sarılarak uyuduğumu hayal ettim. Düzcinsel dünya ile kurduğum her yeni bağ, beni eşcinsel dünyadan bir adım daha uzaklaştırıyor.

*
   
Kadın meselesinde halen duraksıyorum. Kimseye kahve içme teklifinde bulunmadım. Zamanında bana teklif edenleri kaba bir şekilde reddettiğimden ötürü beddualarına uğramış olmalıyım ki kimse bana teklif etmiyor. Mastürbasyonda artık sadece kadın düşündüğümü ama kadına sadistçe davrandığımı yazmıştım. Sadist hayaller kalmadı ancak sert bir şekilde ilişkiye girdiğimi düşünmeden erekte olamıyorum. Kadına karşı sadistçe davranma fantezimin temelinde babamın anneme olan davranışlarının yattığını söylediniz. Babamın duygusal olarak yaptığını ben cinsel olarak yapıyordum. Katılıyor ve ekliyorum: Bana ilgi gösteren kadınlara çok kaba davranmamın temelinde de babamın kadın algısının yattığına inanıyorum.

*
   
“Gerçek erkek kimdir?” diye sorguluyorum. Cesur olan dersek epeyce cesur kadınlar da mevcut. Girişken olan dersek bazı kadınlar girişkenlikte erkeklere takla attırır. Bir kadını sahiplenebilince erkeklik başlıyor gibime geliyor. Zahid Efendi’nin (kaddesallahu sırrıhu) o meşhur sözünü tekrar zikredeyim: “Bir kadını idare edemeyen erkeğe ben erkek mi derim!”

*
   
Zamanında yaşayamadığımız her şeyi şimdi yaşamaya çalışıyoruz. Terapistle/babayla sevgi-öfke karışımı bir bağ kuruyoruz, hemcinslerimizle bol bol sohbet ediyoruz, gözler karşı cinse açılıyor ve bir kızla buluşabilme hayalleri kuruyoruz. “Ne yazık ki hayat,  geriye doğtu yaşanmıyor.” diyor bir oyuncu. Terapi, mucizevi bir şekilde hayatı yeniden yaşama imkanı sunuyor. Beğenmediğimiz satırların üstünü çiziyoruz. Yeni cümleler ekliyoruz. Defter aynı kalsa da defterin içeriği tamamen değişiyor. Siz bu durumu merhum Necip Fazıl gibi “Bir adam yaratmak” olarak adlandırıyorsunuz. “Tanrım beni baştan yarat!” diye popüler bir söylem var. Tanrı isteyeni baştan yaratıyor. Kafir sahabeye dönüşebiliyor ancak Mekkeli müşrikler gibi “Biz rüzgarda savrulan yapraklar gibiyiz. Allah bizi kafir yaratmışsa bizim ne suçumuz var?” şeklinde düşünenler tekrar yaratımı tecrübe edemiyor.

*
   
Geçen hafta bir gece ilk defa birine sarılarak değil de birinin dizine yatarak uyuduğumu hayal ettim. Güzel bir hismiş. Her zaman baskın olmak, birilerini kapsamak, birilerine hükmetmek zorunda değilmişim. Başımı birinin omzuna yaslayabilirmişim. O an aklıma hüzünlü bir anı gelebilirmiş. Gözümden süzülen bir damla yaş, onun kazağının ipliklerine sinebilirmiş.

*
   
Terapiye gelmeden önce istediğim her şeye sahiptim. İstediğim mesleği yapıyordum. İstediğim şehirde yaşıyordum. Sağlığım yerindeydi. Ailemle aram düzelmişti. İş arkadaşlarımdan memnundum. Sevdiğim bölümü ikinci üniversite olarak okuyordum. Her sabah erkenden kalkıp namaz kılıyor, Kur’an okuyor, belli zikirleri yapıyor, spor yapıyor ve kitap okuyordum. Arabam vardı ve yakın zamanda evimin olması da uzak bir ihtimal değildi. Tüm bu düzenliliğe rağmen hayatım durmuştu, ilerlemiyordu. Köpük köpük çağlamak isteyen akarsuyun önüne set çekmişlerdi. Ne yaparsam yapayım o köklü sorunu çözemiyordum. Tüm bu güzellikler ciladan ibaretti, tahta çürüktü oysa. Köklü sorunun ancak köklü bir müdahaleyle çözülebileceğini idrak ettiğimde hayatım tekrardan akmaya başladı.

*

Gerçek hayatta yaşadığımız tüm ilişki sorunlarını terapistle olan ilişkimizde de yaşıyoruz. Terapistle olan ilişki sorununu çözdüğümüzde gerçek hayattaki ilişki sorunları da çözülüyor. Terapistle bağ kurabildiğimizde diğer insanlarla da bağ kurabileceğimiz ümidi doğuyor. Terapi odası gerçek hayatın tiyatro sahnesi, terapide ne varsa hayatta da o var.

*

Geçen hafta iki adama karşı tetiklenme yaşamaya devam ediyordum. Onlardan uzak mı dursam yoksa eskisi gibi iletişim kurnaya karar mı versem kararsız kalmıştım. Yağmurun kuru toprağa çekildiği gibi çekildiğim narsist tiplerden uzak mı durmalıydım? Bu soruyu size sordum. Ezilme, sömürülme, baskılanma olmadığı müddetçe onlarla iletişim hâlinde olmamın bir sorun teşkil etmediğini söylediniz. Terapiden sonra ikisine karşı da tetiklenmedim.

*
   
Yolda yürürken, kafede otururken veya bir iş yaparken birilerine karşı çekim hissettiğim oluyor. Ama bu çekim cinsel bir çekim değil, onu tanımlayamıyorum, çok tatsız bir his. Siz bunun duygusal tatmin arayışı olduğunu, böyle bir durum yaşadığımda duygusal fantezi kurmam gerektiğini söylediniz. Yani çekildiğim kişiyle arkadaş olduğumu, onunla sohbet ettiğimi, onun dizime yattığını veya omzuma yaslandığını hayal etmeliydim. Dediğinizi uyguluyor, faydasını görüyorum.

“Bizim tezimizde eşcinsellik öpüşmekle başlar. Öpüşme, oral ilişki, anal ilişki hayal etmediğin müddetçe bir erkeğe sarıldığını, onun dizine yattığını, onun omzuna yaslandığını hayal etmenin bir sakıncası yok.”

“Yakışıklı, kaslı bir erkeğe sarıldığını hayal eden erkeğe eşcinsel demeyebiliriz. Eşcinsellik öpüşmekle başlar.”

“Dudak dudağa öpüşmedikten ve penisle ilgili fantezi kurmadıktan sonra erkek erkeğe her türlü temas serbesttir.”

“Artık kafandan ben eşcinselim düşüncesini atabilirsin. Bir erkeğe çekim hissettiğinde onunla duygusal fantezi kuracaksın. Erotik fantezi kurmadığında sen nasıl eşcinsel olabilirsin? Duyguya, duygusal rol modele ihtiyacın var. Yıllarca duygusal olarak otistik hayatı yaşamışsın, hayatında duygu olmamış, duygu neredeyse sıfır. Duygudan zevk almayınca acıdan zevk almaya çalışıyorsun. Kendine acıdan zevkler yaratıyorsun.” Lise hayatım boyunca hiçbir somut derdim olmamasına rağmen o dönemi karamsar müzikler dinleyerek geçirmem, acıdan zevk almaya çalışmanın bir sonucu muydu acaba?

*
   
“Sana ilgi gösteren kadını reddetmen demek, erkekliğini reddetmen demek.” sözünüzden etkilenmiş ancak bu sözünüzle neyi kast ettiğinizi anlayamamıştım. Bu sözünüz üzerine biraz düşündüm.
   
Bekar, sağlıklı bir düzcinsel erkek; bir kadını beğendiğinde veya bir kadın tarafından beğenildiğinde öncelikle o kadınla tanışıyor. Onunla ortak bir yaşam kurabileceğine inanırsa iletişimi devam ettiriyor, inanmazsa ettirmiyor. Oysa eşcinsel erkek bir kadını beğense bile kadına açılmıyor hatta bir kadın tarafından beğenildiğinde kadına hiçbir fırsat tanımadan doğrudan kadını reddediyor. Böyle bir durumda kadını reddetmek erkekliği reddetmek anlamına geliyor çünkü bir kadını sahiplenebilme yeteneği erkekliğin temel çekirdeğini oluşturuyor. Çünkü cesaret, girişkenlik, dayanıklılık gibi özellikler erkekliğin bir parçası olsa bile erkekliğin kendisi değildir. Nitekim bu tür özellikler bazı kadınlarda erkeklerden daha yüksek derecede mevcut bulunuyor. Sahiplenme olmadan erkeklik olmuyor. Bu yüzden günübirlik ilişkiler kuran düzcinsel erkeklerin eksik bir erkekliğe sahip olduklarını düşünüyorum. Çünkü kadını sahiplenemiyor, kadından korkuyorlar.

*
   
Kurumdaki odamızda ben, biri koordinatör avukat olan iki kadın avukat, koordinatör avukatın oğlu öbür kadın avukatın kızı olmak üzere beş kişi oturuyorduk. On yaşındaki kız çocuğu, “Neden koordinatör avukatın masası büyük?” diye sordu. Ben de, “Çünkü o kraliçe!” diye cevap verdim. Koordinatör avukatın sekiz yaşındaki oğlu, “Annem benim kralım değil!” diyerek benim sözümü reddetti. Hem annesinin otoritesini reddediyor hem de “kral” kelimesini kullanarak kadın olmasından ötürü annesinin kendisine hükmedemeyeceğini ifade ediyordu. Çoğu eşcinselin henüz ulaşamadığı noktayı daha sekiz yaşındayken geride bırakmıştı.

*
   
Çapa’daki ofisinize girmeden önce dairenin önünde durdum ve içimden şunu söyledim: “Terapist de dahil olmak üzere eşiğinden içeri giren hiç kimsenin normal/sıradan/olağan bir hikayeye sahip olmadığı o kapının önündeyim.”

*
   
Ben okulda beş yıl boyunca her kuralın bir istisnası olduğunu öğrendim. Hoca cümleye “kural olarak” diye başlarsa bilirdik ki söyleyeceği cümlenin muhakkak bir istisnası vardır. Bazen istisnanın istisnası olur ve kurala geri döneriz, eksi ile eksinin çarpımının artı olması gibi. Tereddütlü düşünmeye bu kadar alışmış bir zihnin karşısında, “Tüm ilahiyatçılar ...dır!” dediğiniz zaman o zihnin nasıl dehşete düştüğünü tahmin edebiliyorsunuz değil mi? Bunu elbette bilerek, erkeksiliği örneklemek için yapıyorsunuz ve bizim bu duruma hiçbir itirazımız yok. Terapi süresince size yönelik eleştirilerimi cevapladınız. Terapi bitiminde eleştirilere cevap vermiş olduğunuzu özellikle belirttiniz. Bu vurgulayışınızdan cevaplarınızı yazıya eklememi istediğinizi sezdim.
   
Bu hafta beni birçok terapiye dahil ettiniz. “Galiba beni yetiştirmek istiyorsunuz.” dediğimdeyse “İtirazın mı var?” diye cevap verdiniz. Geçenki yazımda size bugüne dek kimseyi yetiştirip yetiştirmediğinizi sormuştum. Bir zamanlar öğrenciniz olan şimdi doktorasını almış bir psikologu eşcinsel terapi yapmak üzere yetiştirdiğinizi, kendisi doçent olunca eşcinsel terapi yapmaya başlayacağını söylediniz. Diğer danışanlarla konuşmadığınız psikoloji konularını benimle konuştuğunuzu çünkü bir psikolog adayı olan bana yatırım yaptığınızı ifade ettiniz. Dediğiniz gibi, psikolog adayı olmasaydım eleştirilerimi yazamayacaktım. Okulda gördüğüm ve kitaplarda okuduğum tüm terapi kurallarının tersine işlediğini gördüğümde ne kadar hayret ettiğimi tahmin edersiniz. Akıntının tersine yüzme eyleminize hak verdiğimi belirtmek isterim.
   
Bürokrasiden, resmi kurumlardan çok çektiğinizi, onlarla muhatap olmak istemediğinizi, onlardan mümkün olduğunca uzak durduğunuzu bu yüzden klinik psikoloji yüksek lisans diploması ve terapi sertifikaları peşinde koşmadığınızı söylediniz. Sistemi reddetmenin bedelini sistemin de sizi reddetmesi olarak ödüyorsunuz. Sistem içinden kimse sizi övmeyince siz kendinizi övmek zorunda kalıyorsunuz.
   
“Ben her türlü bürokratik oluşuma karşıyım. Ben her türlü resmi ilişkiden uzak dururum. Bürokrasi büyük bir tuzaktır. Ben sistemden kaçabildiğim kadar kaçarım.”
   
Yukarıdaki iki cevabınızdan bağımsız olarak size şunu söylemek isterim ki: Size ne Kemalistler ne komünistler ne de ülkücüler sahip çıkar. Tahminim o ki bugüne dek en çok İslamcı kesime hitap ettiniz, bundan sonra da böyle olacak.

*

“Eşcinsellerin en büyük açmazlarından biri babalarından ne kadar nefret etseler de yine onlara benzemeleridir.”
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 03 Ocak 2024, 08:31:28 ös
ALTINCI TERAPİ (DEVAMI)

İyileşme sürecinde duygusal olarak, aktiflerin pasifleştiğini, pasiflerin aktifleştiğini, ap’lerin ise aseksüelleştiğini söylediniz. Bu gerçekliği Jung’un anima ve animus kavramlarına dayanarak açıkladınız. Kabaca anlatmak gerekirse Jung’a göre her erkeğin bilinçdışında bir kadın (anima), her kadının bilinçdışında bir erkek (animus) vardır. Bu zıtlık gereklidir çünkü anima (erkeğin içindeki kadın) olmazsa erkek kadını anlayamaz ve şefkat, merhamet gibi bazı olumlu kadınsı özelliklerden mahrum kalır; animus (kadının içindeki erkek) olmazsa da kadın erkeği anlayamaz ve girişkenlik, dayanıklılık bazı olumlu erkeksi özelliklerden mahrum kalır. Pasif eşcinselde animus çok zayıf kalmış olduğu için iyileşme sürecinde animus kuvvetleniyor, erkeksi özellikler öne çıkmaya başlıyor ve pasif eşcinsel aktifleşiyor. Aktif eşcinselde ise anima çok zayıf kalmış olduğu için iyileşme sürecinde anima kuvvetleniyor, şefkat, merhamet gibi kadınsı özellikler öne çıkmaya başlıyor ve aktif eşcinsel duygusal olarak pasifleşiyor. Ap eşcinselde ise anima, animus, kadınlık, erkeklik hepsi bir arada ve yaklaşık eşit düzeyde bulunduğu için bu karmaşayı sona erdirmek adına ap eşcinsel iyileşme sürecinde aseksüelleşiyor.

*
   
Hastalıklarla boğuşarak geçen çocukluğumda sokağa çıkmam yasaktı. Çocuklarla oynayamadığım için legolarla oynardım. Lego oynarken kendimden geçer, saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdım. Lise dönemimde legonun yerini müzik aldı. Erkek yurdunda ranzanın bir köşesine siner, saatlerce müzik dinlerdim. Üniversite dönemimde ise kitaplarla yakın oldum. Bir günde dört yüz sayfa kitap okuduğum olurdu. Bünyesinde yer edinemediğim dış dünyaya karşı içime dönerek isyan ediyordum. Hemcinslerimle hep iletişim hâlindeydim ancak hep belli bir mesafede duruyor, daha fazla yaklaşmıyordum. Onlara iyi ilişkilerinden ötürü imreniyor ancak yüzeysel olduklarını düşündüğüm için de onları içimden aşağılıyordum. Hem tanrısallaştırıyor hem de hor görüyordum.
   
Jung’un kişilik tiplerinden ikisi ölüsever ve yaşamsever tiplerdir. Yaşamsever insan insanlarla iyi geçinir, onlardan güç alır, hayvanları sever, canlı olan her nesneyle iletişim halindedir. Ölüsever insan ise mekanları, binaları, kitapları ve bunlar gibi cansız varlıkları önemser. Yanında hiç kimse olmaksızın bir mekanı ziyaret edebilir. Eşyalara ayrı bir önem verir. Sevdiği bir eşyayı kaybetmek onun için ölüm gibidir. Ölüseverliği biraz daha geniş yorumlamak kaydıyla çoğu eşcinselin ölüsever olduğunu düşünüyorum. Evindeki adını bile bilmediğin adam yarım saat önce yoktu, yarım saat sonra yine yok olacak. İki yok arası bir var olur mu? Eskiler eşyalarına bile isim verirlerdi, isim vermek var kılmaktır çünkü. İsmini öğrenmediğin, öğrenmek de istemediğin adama var olma şansı tanımıyorsun demektir. Devasa bir yoklukla sevişiyorsun. Onun gözünde sen de bir yokluksun. İşin ilginç tarafı, her iki taraf da gri bölgeden çıkmak, hissizlikten kurtulmak yani var olmak için sevişiyor ancak iki yokluktan  bir varlık çıkmıyor.

Ölüseverlik beni escinselliğe sürükledi. Yaşamseverliğin ise beni düzcinselliğe ulaştıracağını ümit ediyorum.

*
   
Narsistle ilişki halinde olmak insanın içini kurutuyor. Babamla aynı evde geçirdiğim dört yılın hasarını henüz tam olarak atlatabilmiş değilim. Rahmetli anneannem babamın ailesini sevmediği ve babam Ankaralı olduğu için başlangıçta annemin babamla evlenmesine izin vermemiş. Annem de güya doğu görevi için almış başını tek başına Erzurum’a gitmiş. Anneannem annemle baş edemeyince evlenmelerine mecburen izin vermiş. Aslında bu kadar dişli olan bir kadının bugünkü sinikliğine çok üzülüyorum. Aynı kurumda çalıştığımız Melda Hanım, bir narsistle on bir yıl evli kalıp geçen sene boşanmış. Kadının bakışlarında anlam yok, kurumda ruh gibi dolaşıyor. Narsistlere ruh katilleri diyebiliriz, insanların ruhunu öldürüyorlar. Ruh vampirleri de diyebiliriz, insanların duygularını, hayallerini, umutlarını sömürerek hayatta kalabiliyorlar. Onların ağına bir kere takıldıktan sonra onların zehrinden etkilenmemek çok zor. Ya çok saldırganlaşıyorsunuz, ya fazla itaatkar oluyorsunuz veya tüm şalterleri indirip donuklaşıyorsunuz.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 10 Ocak 2024, 07:16:45 ös
ALTINCI TERAPİ (DEVAMI 2)

06/01/2024
   
Hemcinslerime karşı cinsel ilgim sona erdi, duygusal ilgimse devam ediyor.

*
   
İngilizce kursu alsam da işten geldikten sonra İngilizceye mi çalışsam diye düşünüyorum. Yüksek lisans yapabilmek ve akademisyen olabilmek için İngilizceye ihtiyacım var. Yoksa ben boşluğumu yine ölülerle mi doldurmaya çalışıyorum? Halbuki benim hayata ihtiyacım var.

*
   
Hangi konulara yatırım yapmam gerektiği az çok belli oldu: 1- İnsan ilişkileri 2- Duygu 3- Hayatın içinde olmak.
   
Narsistler nokta atışı eleştiriler yapabiliyorlar. Kusur görmeyi iyi biliyorlar.Yukarıda saydığım üç konuda eksik olduğumu babam bana daha önce söylemişti hatta kitapların beni hayattan uzaklaştırdığını bile söylemişti. Onların eleştirelliklerinden faydalanabiliriz. Kusurları araştırmak ve bilmek zorundalar çünkü bu şekilde kendilerini güçlü hissediyorlar. İçsel bir tatmin kaynakları yok, güçlerini dışarıdan sömürmeliler. Ve bu güç rahmani kaynaklardan değil şeytani kaynaklardan gelmeli. Mesela dürüst olmak bir güç ancak orantılı ve sağlıklı bir güç. Oysa onların orantısız ve sağlıksız güçlere ihtiyaçları var. Başkalarının kusurlarını öğrenip yeri ve zamanı gelince kullanmak üzere zihinlerinin gerekli yerlerine istifliyorlar. Narsist insan, beynini eleştiri çöplüğüne çeviriyor. Tüm zamanını o çöplükte eşelenip işine yarayaracak açıklar bulmakla geçiriyor.

*
Eşcinsel erkek, sağlıksız güçsüzlüğünü ancak sağlıksız bir güçlülükle doldurabiliyor.

*
   
Etrafı kızlarla ve yancı erkeklerle dolu yakışıklı bir erkek gördüğümde artık onu kıskanmıyorum. Hakiki özgüvene sahip insanlar başkalarıyla ilgilenmiyor. Başkalarının karıları, arabaları, kıyafetleri, meslekleri, paraları onları ilgilendirmiyor. Onlar hayat kaynaklarını içten alıyorlar, dıştan sömürmüyorlar. Kişinin kendi erkekliğinden şüphesi yoksa başkasının erkeksi özelliklerinden rahatsız olmuyor.

*
   
Başarısızlıkla geçen üç erkek buluşmasından söz etmek istiyorum.
   
İlkini dün yaşadım. Aynı kurumda çalıştığımız iki kişiyle birlikte cuma namazını kılmak üzere Merkez Camii’ne gittik. Ben genellikle okuldan koşturarak gelip, alelacele yemek yiyip, ondan sonra kurumun en yakınındaki camiye gittiğimden kimse bana bu konuda bir teklifle gelmiyordu ancak bu sefer kuruma erken döndüğümden ötürü namaza birlikte gitmeyi teklif ettiler. Mecburen kabul ettim. Caminin uzakta olması, müezzinin ezanı yavaş okuması, imamın namazı ve hutbeyi fazla uzatması gibi hususlardan ötürü kuruma geciktik. Gecikince işlerimi tamamlayamadım. Yolda konuştukları konular beni canımdan bezdirdi. Memur sohbetlerini bilirsiniz. Her şeyden şikayet edilir ama şikayet edilen konuları değiştirmek için hiçbir şey yapılmaz, maaş her zaman için sorundur, hiçbir zaman yetmez ancak günde birkaç saat çalışılarak bu kadar kazanmanın bile büyük bir nimet olduğunu kimse idrak edemez veya etmek istemez, gözler hep başkasının parasındadır ancak o başkası kadar çalışılmak da istenmez... Artık benim yanımda olumsuz konuşmalarını yasaklayacağım. İkinci üniversiteyi okuyorum, para kazanabilmek için sabah akşam icra takibi yapyorum, iki haftada bir terapi için İstanbul’a geliyorum... Benim şikayet etmeye vaktim kalmıyor, şikayet edebilmek için boş vaktinizin olması gerekiyor. Dertleşmeyi seviyorum ama şikayet dinlemeyi sevmiyorum. Çünkü dertleşmede bir çözüm arayışı var. Oysa şikayette sorunları sadece anlatmak var, çözmeye çalışmak yok. Dertleşmek her iki tarafı da ruhen daha yüksek bir noktaya taşırken şikayet etmek iki tarafı da bataklığa çekiyor. 

Memuriyet insanı yavaş yavaş öldüren bir zehire benziyor. Bu zehirden etkilenmemek için elimden geleni yapıyorum ama nafile, kurumun kapısına yaklaşınca dahi o ataleti, o kokuşmuşluğu hissediyorsunuz. İnsanlar başarılı olmanın tek yolunun köpek gibi çalışmak olduğunu bilmiyor mu yoksa bilmezden mi geliyor? Benim babam kendimi bileli iki işte birden çalışıyor. En sonunda istediklerini elde etti ancak bunun karşılığında vaktini, beden sağlığını ve ruh sağlığını verdi. Kendisi ileri bir yaşta değil ancak dizleri tutmuyor. Parasız kalmış evli ablasına bayramlık alacak kadar -ki halam bu olayı hep gözleri dolu dolıu anlatır- ince düşünceli ve kibar olan yirmi yaşındaki o delikanlı artık öfkeye boğulmuş bir halde yaşayan elli küsur yaşında kaskatı bir adam.
   
İkinci başarısız buluşmayı dün akşam yaşadım. İş çıkışında okuldan iki arkadaşı –biri bana “seninle ailecek görüşmek isterim”diyen arkadaştı- aldım ve birlikte bir kafeye oturduk. Başlangıçta sohbet güzel gidiyordu ancak beni sonraları şikayetleriyle boğdular. Onlar konuştukça ben kabuğuma çekildim –yanlış ve pasif bir tutum. Ben hayat içerisinde izleyici ve gözlemci rolünü o kadar benimsemişim ki insanlar da beni o role layık görüyor. Bazen, “Hayır! Ben izleyici değil oyuncuyum!” diye bağırasım geliyor. Hayatın dışında kaldığım her dakikayı acı çekerek yaşıyorum. Bu olumsuz tecrübe sonrasında anladım ki derin konuları konuşacağım hemcinslerim başka, yüzeysel konuları konuşacağım hemcinslerim başka.
   
Üçüncü başarısız buluşmayı bu sabah yaşadım. Yalnız bu sefer başarısızlık buluşma gerçeklemeden meydana geldi. Dernekte sabah namazından sonra evrad-ı şerif okunacak ve kahvaltı edilecekti. Uyandığımda vakit vardı, derneğe yetişebilirdim ancak hem dünkü başarısız buluşmalardan hem de dernektekilerin yaşça benden epey büyük olmalarından ötürü derneğe gitmedim. Halbuki gitsem iyi olurdu. En azından çıkışta çarşıyı gezer sonra da nehir kenarında yürüyüş yapardım.

Yaşadığım bu olumsuz insan ilişkilerinden ötürü sinir küpüne dönmüş bir halde yatakta oturuyordum. Öfkeliydim. Başıma ne geliyorsa kadına değil de erkeğe kök saldığım için geliyordu. Kendimi kökleri havaya kalkmış, gövdesiyle dalları da yere gömülmüş ters bir ağaca benzetiyordum. Evet, bir erkek olarak erkeğe kök salınca böyle bir hilkat garibesine dönüşmüştüm. Büyüsem, gelişsem ne olacaktı ki? Tüm yapraklarımı, meyvelerimi, güzelliklerimi yer yutacaktı. Daha sağlam, daha kuvvetli köklere sahip olunca ne değişecekti? Havadaki boşluğu daha mı iyi saracaktım? Boşluğu daha güçlü kavrayınca boşluk yok olacak mıydı peki? Ne olursa olsun bu ağaç kurumamalıydı. Yapılması gereken tek şey, ağacın köklerini toprağa oturtup dallarını da göğe kavuşturmaktı. Öfkemin geçmesi için hemcinslerimi düşünerek duygusal fantezi kurmayı denedim. Daha çok geriliyordum. Bir erkeğe dokunmak, bir erkeğe yaslanmak iyi gelmiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Derken nereden aklıma geldiyse bir kadınla duygusal fantezi kurmayı denedim. Radyo dinlerken araya bazen başka kanallardan cızırtılı bir sesin girmesi gibi gözümün önüne yer yer narsist tiplerin görüntüsü gelse de o görüntüleri def etmek zor olmadı. Aynı sınıfta okuduğumuz, benim ilgimi çeken ve onun ilgisini çektiğim kızı düşündüm. Ona dokunduğumu, onun saçlarını okşadığımı hayal ettim. Bir anda gerginliğim sona erdi. Pamuk gibi olmuştum. Çok şaşırdım. Madem rahatladım bari bir yürüyüşe çıkayım dedim. Yolda yürürken yaşı benden küçük olan hemcinslerimi kardeşim gibi görüyor ve onları cinsellikten tamamen bağımsız bir şekilde sevimli buluyorken, yakın yaşta olduklarımdan ve benden büyüklerden ise tiksiniyordum. Erkeksi özellikleri baskın olanlardan daha çok tiksiniyordum. Erkekten tiksinmek benim için çok yeni bir duyguydu, şaşkın ve mutluydum. Yaşadığım hayal kırıklığının etkisi geçince hislerimin olağan seviyesine geri döneceğinin farkındaydım ancak hemcinslerimden sadece cinsel olarak değil duygusal olarak da uzak olmak benim için güzel bir adımdı. Yürüyüş boyunca kadınların konuşmaları, ses tonları, hal ve hareketleri dikkatimi çekti. Gözlerim aynıydı ancak bakış değişmişti. Yürüyüşün sonlarına doğru erkek tiksintisi sona erdi ancak gün boyunca o kızın içinde olduğu duygusal hayaller kurmaya ve bu hayaller vasıtasıyla rahatlamaya devam ettim. Daha önce hiç görmediğim bir kapının eşiğinde hissediyordum kendimi. Erkeklerin içinde olduğu duygusal hayaller kurmayı canım çekmiyordu. Testosteron sahibi bir mahluk, testosteron sahibi bir mahlukla fıtrat dışı bir ilişki yaşarsa veya yaşadığını düşünürse çarpan etkisiyle birlikte öfke ve gerginlik had safhaya ulaşıyordu. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe’ye, (radıyallahu anha) “Ey Aişe! Konuş da ferahlayayım!” hitabı ile sizin, “Bir kadının bir erkeğe verdğini bir erkek asla veremez.”, “Şu an tüm sorun hayatında bir kadının olmaması” ve “Eşcinselliğin en kötü yanı bir kadının sana verebileceklerinen mahrum kalıyorsun.” sözleriniz zihnime daha net bir şekilde oturdu. Eskiden bir erkek beni hayal kırıklığına uğrattığında hayali olarak narsist erkeğe koşuyordum. (Erkekten zarar görüp de sözde süper-erkeğe sığınmanın nasıl bir mantığı vardı acaba?) Evlenmiş olan yirmi bir danışanınızdan hiç boşanan olmamasının ve hepsinin de iyi eşler olmasının sebebini çok iyi anlıyorum. Kadınsızlığın ne büyük bir eksiklik ve ne bela bir şey olduğunu bilen eski-eşcinsel erkek eşinin kıymetini çok iyi biliyor. Böylece eşine ilgi göstermek ve kocalık sorumluluklarını yerine getirmek hususunda dikkatli davranıyor ve büyük kavgalar ile boşanmalar meydana gelmiyor.

*
   
Ömer Yılmaz kurgusal bir karakter. Anlattıklarımın kökü her ne kadar gerçekliğe uzansa da ben yazarken o gerçekliği kısmen değiştiriyorum. Gerçekliği değiştirmesem bile ona daha işime yarar bir açıdan bakınca gerçekliğin bazı kısımları gölgede kalıyor, en güzel şekilde çıktığımız fotoğraf açısını bilip de tüm fotoğrafları o açıdan çekinmeye çalışmamız gibi. Ömer Yılmaz kusurunu anlattığında bile onu bir güçlülük çerçevesinde anlatıyor. O kusuru nasıl aştığından veya aşma azminde olduğundan bahsediyor. Dili kılıç gibi kullanıyor, kelimelerin altından girip üstünden çıkıyor. “Helal sihir” denilen edebiyatı etkili bir şekilde kullanarak, aralara bol bol psikoloji bilgileri serpiştirerek okuyanı etkileyebiliyor. Ünlü insanların içinde çok sayıda narsist bulunması gibi, tanınmış yazarların arasında da çok sayıda gizli narsist bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü narsist kişilerin insanlar üzerinde büyüleyici bir etkisi var. Bu etki geçici olabilir, ruhen sağlıklı insanlar üzerinde fazla geçerli olmayabilir ancak bu etkinin kitleleri peşinden sürüklediği aşikar. Ömer Yılmaz benim hem narsistik yönüm hem de ideal benliğim. Gerçek benliğim ile ideal benliğim arasında maalesef belirli bir fark var. Bu fark belli bir düzeyi aştığında çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açabildiğinden ötürü gerçek benliğimi idaeal benliğime yaklaştırmaya çalışıyor, ideal benliğime ise asla sahip olamayacağım özellikler atfetmemeye çalışıyorum. İyileşme sürecim sorunsuz ilerlemiyor, birçok sorunla karşılaşıyorum ancak bu sayfaya sorunlardan çok çözümleri yazmayı kendim için daha doğru buluyorum.
 
*
   
Malumdur ki bir yazarın kitabını okumak onunla konuşmak gibidir. Bu yüzden eski devirlerde, bir mürşid-i kamil bulamayan ancak tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlere Kûtü’l-Kulûb gibi tasavvuf klasiklerinden günde belirli bir miktar okumaları tavsiye edilirmiş. Üniversitedeyken klasik eserleri okumaya özen gösterir ve şöyle düşünürdüm: İmam Gazali gibi muhteşem bir zekanın kitabını okuyup onunla sohbet etmek etmek varken neden hayatını iki yüz kelimeyle idame ettiren bozuk Türkçeli oda arkadaşım Ahmet’in saçma sapan dertlerini dinleyerek vakit kaybedeyim ki? Ahmet’i neden İmam Gazali’ye tercih edeyim? Çok yanlış düşünüyormuşum. Bir kere bu düşüncede aşağılama var. İkincisi duygusuzluk ve umursamazlık var. Üçüncüsü Ahmet’i sadece belirli özelliklerinden ibaret görüp birçok özeliğini yok saymak var. Ahmet’ten belki zikrin faziletlerini öğrenemezdim ancak esnafla nasıl konuşulması ve sanayiye gidince kazık yememek için neler yapılması gerektiğini öğrenebilirdim. Veya onun, üzerine kalın kitaplar konularak bastırılmamış doğallığından istifade edebilirdim. Ahmet’le evlilik hakkında konuşsaydım evlilik meselesi daha erken gündemime girebilirdi veyahut bu konudaki eksikliğimin farkına varıp terapilere daha erken başlayabilirdim. Onun sokaktan öğrendiği erilliği bana güç katabilirdi. Bana gülerek tüm samimiyetiyle “kanka” diye hitap edişi bütün kasvetimi dağıtabilir ve benimle kurduğu bağ eşcinselliğimi geriletebilirdi.

Kadın meselesi mütedeyyin genç yetişkinler arasında genellikle “evlilik” başlığı altında konuşulur. Konuşmaya metroyu su basmasından bile başlansa konu muhakkak evliliğe gelir. Arkadaşlarımı bu yüzden çok yüzeysel bulurdum. Onları okuldan ve evlilikten başka bir şey düşünmeyen zavallılar olarak görürdüm. Halbuki yirmi yaşındaki bir gencin birinci hedefinin okulu bitirmek, ikinci hedefininse evlenmek olması çok normal değil midir? İşin aslı şuydu ki; bölümümü sevmediğim için okul hakkında, eşcinsel olduğum içinse evlilik hakkında konuşmak istemiyordum. İsteksizliğimin farkındaydım ancak bu isteksizlik sebeplerinin farkında değildim. Onlar yüzeysel değildi, ben sorunlarımla yüzleşmekten kaçınıyordum. Çünkü sorunlarımla yüzleşseydim bölümümü değiştirmek ve terapilere başlamak zorunda kalacaktım ki bu tüm düzenimin bozulması ve sözde yüceliğime zarar gelmesi demekti. Öyle ya ben o kadar yüksekteydim ki ne bir mesleğe ne de bir eşe ihtiyacım vardı!

Rivayet odur ki “ev” kelimesinin aslı “dev” kelimesiymiş de insanlar evlenmekten korkmasın diye “dev”e “ev” demişler. Onlar sürekli evlilikten bahsederek bu büyük olaya kendilerini hazırlıyorlar ve kendi gelişim evrelerine uygun davranıyorlarmış. Kaderde arkadaşlarımın yirmi yaşındaki haklılıklarını otuz yaşında tasdik etmek de varmış. Artık ortalama erkek davranışlarını yadırgamıyor ve kendim de o davranışları uymaya çalışıyorum. Tüm bunları pişman olduğum için anlatmıyorum. Tüm hatalarımı tren rayları olarak görüyorum. Bu raylar beni ilerletip belirli bir noktaya getirdi ve nihayet iyileşme sürecim başladı.

08/01/2024
   
İki gün önce yaşadığım erkek tiksintisi şu an devam etmiyor olsa da hayatımda ilk defa bir kadınla ilgili olarak duygusal fantezi kurmak benim adıma önemliydi. Zor durumda kaldığımda ilk kez erkeğe değil de kadına sığındım. Duygusal yönden bağlılığımın kuvvetli olduğu bir kız olsaydı sığınma hâli ve erkek tiksintisi daha uzun sürebilirdi ancak o kıza karşı kuvvetli bir ilgi hissetmiyordum.
   
Erkek ve kadın görüntüleri zihnimde gelip gidiyor. Erkek görüntüleri hâlen baskın olsa da kadın görüntüleri de silik bir şekilde beliriyor. Şu sıralar galiba her iki cinse de duygusal ilgim mevcut bulunuyor.

*
   
Üç gün önce, cuma namazından sonraki yetersiz erkek sohbetinden son derece rahatsız oldum çünkü beni hayatından dışına iten her şeyden kötü etkileniyorum. Yaşamaya hasret kalmış birine ölüler fayda etmiyor. Ölüden kastım beden olarak değil ruhen ölü olanlar. Hz. Mevlana (kaddesalahu sırrıhu) bedenen ölü ama ruhen diri. Toprağın altındaki ölülere rahmet dilemeli, toprağın üstündeki ölülerdense uzak durmalıyım. Ölüler beni gri bölgeye sokuyor. Gri bölgenin ne bela bir şey olduğunu her eşcinsel bilir. Bir danışanınız gri bölgeyi kabir azabına benzetmişti. Gri bölgede acı çekerken bedeninden çıkmak istiyorsun ama çıkamıyorsun. Küçükken babam beni azarladığında gri bölgeye girerdim. Dediklerini kabul eder, susardım. Oysa kardeşim kabul etmez, muhakkak cevap verirdi. Hatta bir keresinde tahta dolabı yumruklayarak dolabın kapağını parçalamıştı. Bense azarlamalardan etkilenmemek için kendimi hissizleştirir, gri bölgeye girerdim. Taciz/tecavüz mağdurları da aynısını yapıyor. Yıllar boyunca o kadar hissizleşmiştim ki yirmi yedi yaşındayken dahi bir gelecek planım yoktu. Ben on sekiz yaşına kadar dünyanın en kötü evladı olduğuma inanıyordum çünkü beni buna ikna etmişti. Babamın tipik huylarından birini başka bir insanda gördüğümde, hoca saatlerce slayt okuyarak ders anlattığında, biri karşıma geçip hayattaki her şeyden şikayet ettiğinde, pasif ve çekingen kaldığımda, kısacası bir şekilde hayatın dışına itildiğimde gri bölgeye giriyorum. Beni hayatın dışına iten her şey doğrudan eşcinselliğin içine düşürüyor. Gri bölgeden çıkma yöntemlerini terapide size sormalıyım. Babam beni duygusal olarak hadım etmeye çalışmış, bir ölçüde başarılı olmuş ancak şükürler olsun ki tamamen başaramamış. Benim çekingen olmamdan rahatsız olurdu ama bu duruma kendisi sebep oluyordu. Yani bana hem yemek vermiyordu hem de beni zayıfım diye eleştiriyordu. Bir kişide bir soruna sebep olup sonra da o sorundan dolayı kişiyi eleştirmek narsistlerin temel huylarındandır. Eleştirecek bir şey muhakkak bulur, bulamazlarsa kendileri meydana getirirler.

*
   
Jung’un kuramına göre toplumun onayını almak için, insanın dış dünyaya karşı takındığı maskeye “persona” denir. Persona, çevremizdekilerin bizi görüp tanıdıkları yanımızdır. Mesela okulda öğrenci rolünü, işyerinde çalışan rolünü oynarız. Sabah uyandığımızda canımız hiçbir şey yapmak istemiyor olsa bile yataktan kalkıp öğrenci, çalışan veya herhangi bir rolün gereklerini yerine getiririz çünkü rol yapmak demek içimizden geldiği gibi değil nasıl davranmamız gerekiyorsa öyle davranmak demektir. Persona gereğinden fazla güçlenirse yani insan sadece oynadığı rollerden ibaret hâle gelirse kişiliğin diğer yanları güdükleşir ve şişme (inflation) meydana gelir.

“Gölge” ise saklı kişiliğimizdir, en temel arzularımızdır. Gölge, insanın kendi cinsiyetini temsil eder ve kendi cinsinden kişilerle ilişkisini etkiler. Örnek verecek olursak kişinin gölgesi bir insanı öldürmek isteyebilir ancak “kurallara uygun yaşayan iyi vatandaş” personası bu kanun dışı isteğe engel olur.

Eşcinsellerde “persona”nın kuvvetli, “gölge”nin zayıf olduğunu düşünüyorum. Eşcinsel erkeğin gölgesi zayıf olduğundan eşcinsel erkek bu açığı bolca rol yaparak kapatmaya çalışıyor. İyi çocuk rolü, iyi vatandaş rolü, iyi çalışan rolü, iyi danışan rolü gibi roller eşcinsellerde sıkça görülüyor. Bu çok ciddi bir şişmeye (inflation) sebep oluyor. Şişmenin olumsuz etkileri sık partner değiştirerek, çok sayıda cinsel ilişki yaşanarak giderilmeye çalışılıyor.

İdealist rumuzlu kardeşimin beğendiğim bir ses kaydını size gönderdim. Kaydı dinlemenizin üzerinden beş dakika bile geçmemişti ki ses kaydındaki fikirleri esas alarak bir tivit attınız. Bir tane tivit atmak için benim gibi günlerce düşünme ihtiyacı duymadınız. Doğal bir kişiliğiniz var. Gölgeniz kuvvetli, personanız zayıf. Rol yapmyorsunuz. Bu kişilik yapınız gölgesi zayıf personası kuvvetli tipik eşcinsel yapısına iyi geliyor. Kişilik yapınız terapinin olumlu yönde ilerlemesine katkıda bulunuyor. Ancak gerçek hayatta ve sosyal medyada kuvvetli gölge dokuz köyden kovuluyor. İnsanlar kuvvetli gölgeden ürküyor. Bu durum sistemin dışına itilmenize sebep oluyor. Bu fikirlerimi eleştiri değil de tespit bağlamında dile getirdiğimi özellikle belirtmek isterim.

https://x.com/psikologkacin13/status/1743003654087417951?s=46&t=4KpnTtqaqHiWdUHSB6AfwQ

09/01/2024
   
Bu sabah gergin bir şekilde uyandım. Gerginlikten kurtulmak için bir erkekle duygusal ilişki kurduğumu hayal ettim ancak fayda etmedi. Bir süre sonra kopma noktasına geldim. Başım öyle ağrıyordu ki alnıma oklar saplandığını zannediyordum. Sınıftaki ufak tefek, sevimli bir kızla duygusal ilişki kurduğumu hayal edince gerginliğim sona erdi. Benzer olayları gün boyunca yaşadım. Artık bir erkeğe ilgi duyar gibi olduğumda aklıma erkekle değil de kadınla duygusal ilişki yaşadığımı getiriyorum. Erkek beni geriyor, kadınsa rahatlatıyor. Çalıştığım kurumdaki ilgimi çeken arkadaş bugün yanıma geldi. Elini omzuma koyup dakikalarca çekmedi. Birkaç hafta önce olsa bu durum bütün dengemi bozardı, bugünse fazla etkilenmedim. Artık erkeklerden duygusal olarak da fazla etkilenmiyorum. Erkek etkisi beni geriyor. Bir erkekten etkilenecek olsam bile bir kadınla duygusal bağ kurduğumu hayal ettiğimde (dokunmak, sarılmak vs.) o etki üzerimden siliniyor ve rahatlıyorum.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 26 Ocak 2024, 12:25:13 öö
YEDİNCİ TERAPİ

10/01/2024
   
Terapi yazıları yazmaya bu kadar istekli olmamın bir sebebini daha keşfettim. Yazı yazınca bütün sorumluluğu terapistin omuzlarına yıkmadığımı düşünüyor, iyileşme sürecine bizzat dahil olduğumu hissediyorum. Atımın dizginlerini kendi ellerimle tuttuğumu tecrübe ediyorum. Bir sorunu ortadan kaldırmak için çaba harcamak bana iyi geliyor. Uzun yıllar boyunca hayatımın gidişatı hususunda hiçbir irade göstermediğim için irademin devreye girmesinden, onun yaptığım işlerde somutlaşmasından keyif alıyorum.
   
Yazmak okumaktan daha eril bir eylemmiş gibime geliyor. Kitap okuyan kadın portreleri meşhurdur ancak yazı yazan bir kadın resmi var mıdır acaba? Şiir yazan kişi erkek, şiir yazılan kişi kadın oluyor genellikle. Okurken edilgen/pasif konumda kalıyorsun; yazarken daha faalsin, hayatın seyrini değiştirmeye çalışıyorsun. Belki de eril bir eylem olduğu için yazmak bana iyi geliyor.

12/01/2024
   
Bir haftadır sıkıntılar ardı ardına geldi. Gece ikide ses yaptıkları için komşumun kapısını yumrukladım, komşuyla kavga edecek gibi olduk, kulaklığım bozuldu, şofbenim bozuldu, su faturam her zamankinin dört katı geldi, evdeki elektrik kabloları kısa devre yapınca telefonumun ve bilgisayarımın şarj aleti yandı... Haftaya hem finallerim hem de memuriyet sınavım var. Bütün bunlar kaygı düzeyimi epeyce artırdı ama iyileşme sürecinde fazla geriye gitmediğimi düşünüyorum. Hayalen sarılarak uyuma noktasına geriledim ki birkaç terapi önce bunun sorun olmadığını söylemiştiniz. İki kere cinsel ilişki düşünecek gibi oldum ama düşünemedim. O anda bir soğuma ve uzaklaşma hissi duydum. İnşallah cinsel ilişki hayal etme noktasına hiçbir zaman geri dönmem.

16/01/2024
   
Bir hemcinsime ilgi duyacak gibi olduğumda onunla ilgili duygusal fantezi kurmam gerektiğine yönelik tavsiyeniz çok işime yaradı. Çünkü o kişiyle arkadaş olduğumu hayal ettiğimde o kişi artık benim için ulaşılabilir bir noktaya geliyor. Hükmetme-hükmedilme, sadizm-mazoşizm, tanrılaştırma-hor görme gibi eşcinsel ilişkinin temel unsurları ortadan kalkınca eşcinsellik de ortadan kalkmış oluyor.

*

Başarılı bir terapist olduğunuzu kimse inkar edemez ancak yaptığınız terapi çeşidi kişilik özelliklerinizle epeyce bağlantılı olduğundan bu terapi çeşidinin bir okul/ekol haline gelmesi zor görünüyor. [Şeyh Galip’in diliyle söyleyecek olursak: “Tarz-ı selefe tekaddüm etdim / Bir başka lügat tekellüm ettim” = Benden öncekilerin tarzında ileri gittim, başka bir lügat oluşturdum] Çok etkili teknikleriniz var ancak bilişsel davranışçı terapistler gibi teknik üzerinden değil de varoluşçu terapistler gibi danışanla bağ kurma ve yaratıcılık üzerinden ilerliyorsunuz. Bu durumda yaptığınız terapiyi kuram haline getirmek zorlaşıyor. Günün sonunda, “O kapıyı ben açtım, ben kapattım!” deme ihtimaliniz mevcut bulunuyor. [Yine Şeyh Galip’in diliyle söylersek: “Gencînede resm-i nev gözetdim / Ben açdım o genci ben tüketdim” = (O) hazinede yeni bir yol aradım; o hazineyi ben açtım, ben tükettim] Elbette birçok terapist sizden feyz alarak kendi kuramlarını meydana getirebilir. Bu duruma Necip Fazıl ve Nurettin Topçu ikiliğini örnek olarak verebiliriz. Bugün birçok şair, yazar ve fikir adamı kendini Necip Fazıl’a nispet etmektedir çünkü Necip Fazıl’ın fikirleri ve üslubu kendisinden sonraki nesillerce devam ettirilmeye müsaittir. Ancak günümüzde hemen hiçbir kelam ve kalem üstadı kendisini Nurettin Topçu’ya nispet etmemektedir. Her ne kadar Dergah Yayınları bünyesinde faaliyet gösteren Mustafa Kutlu ve İsmail Kara gibi yazarlar Nurettin Topçu’dan etkilenmiş olsalar da onun devamı sayılmazlar. Sizin mizacınız Nurettin Topçu’ya daha çok benziyor. Nurettin Topçu’nun halefi sayılabilecek kimse yok belki ama ondan etkilenen herkes kısmi olarak onun halefi sayılabilir.

*
   
Bir danışanınızın rol modelinden ve benim de bir rol modele ihtiyaç duyduğumdan bahsettiniz. Rol modelimin hocam olduğunu söyledim ancak “Yaşayan birinin olması gerek!” dediniz. “Onu nasıl bulacağım?” diye sordum. Kendimi zorlamamamı, akışa bırakmam gerektiğini, onun zaten karşıma çıkacağını, onun akranım veya yaşça benden büyük olacağını söylediniz.
   
Terapideyken “ikame baba” kavramından bahsettiniz. Gerçek babadan mahrum kalanların ikame (yerine geçen) baba bulması gerektiğini söylediniz. “Siz ikame babayı bulabildiniz mi?” diye sorduğumdaysa gözlerinizi kaçırdınız ve sorumu geçiştirdiniz. Naçizane fikrim ikame babayı hâlen bulamadınız. Tasavufta “fenafil ihvan”, “fenafişşeyh”, “fenafirrasul” ve “fenafillah” makamları vardır. Siz kardeşliğe/arkadaşlığa büyük kıymet vererek “fenafil ihvan” aşamasını çok nitelikli bir şekilde aşmışsınız ancak “fenafişşeyh” aşamasında kalmışsınız. Yılmaz Özakpınar ve başkaları baba/şeyh boşluğunu bir yere kadar doldurabilmiş. Bu yüzden padişah/baba otoritesinden mahrum kalan Tanzimat dönemi roman kahramanları gibi uzunca bir süre savrulmuşsunuz. Eyüp Sultan mezarlığını karış karış gezmişsiniz, Hz. Mevlana’nın kabrine ile Şems’in makamına defalarca gidip gelmişsiniz. Diri babayı bulamayınca şifayı ölü babalarda aramışsınız.
   
Rabiatül Adeviyye bir gün Bağdat çarşısında yürürken aniden cezbeye gelir, kendi etrafında dönmeye başlar. Görünmemesi gereken, tesettür kapsamındaki bazı uzuvları dönerken açılmaktadır. “Ne yapıyorsun Rabia? Etrafta erkekler var, kendine gel!” derler. Rabia, “Hani nerede erkek? Ben göremiyorum!” der. Halbuki gündüz vaktidir ve Bağdat çarşısı epeyce kalabalıktır. Rabia bir süre bu şekilde döndükten sonra uzaktan Hasan Basri hazretleri görünür. Rabia onu görünce kendisine çeki düzen verir ve “İşte erkek orada!” der.

Tasavvufta erkeğin nefsinin kadın, kadının nefsinin erkek olduğu söylenir. Nefsin öldürülmesi istenmez, nefsin terbiye edilmesi emredilmiştir. Demek ki erkeğin içinde “dizginlenmiş bir kadın”, kadının içindeyse “dizginlenmiş bir erkek” olması ayıp değildir. Peki bu dizginleme işlemini kim gerçekleştirecektir? Mürid, en üst düzey erkek olan mürşid-i kamilin tornasından geçecektir. Özetleyecek olursak: Benim terapiste ihtiyacım var, sizinse mürşid-i kamile ihtiyacınız var. Terapistliğin en kötü yanı, danışanı değerlendirirken aynı zamanda danışan tarafından değerlendirilmek olmalı.

*
   
Terapideyken “geçiş nesnesi” kavramından bahsettiniz. Geçiş nesnesi çocuğun annesini bırakıp dış dünyaya açılabilmek için annesinin yerine koyduğu nesneye deniyor. Çocuk bu nesneye OKB seviyesinde ciddi bir değer atfediyor ve  o nesne olmadan uyuyamıyor, o nesne kaybolduğunda kıyameti koparıyor. Bu nesne bir oyuncak veya evdeki herhangi bir nesne olabiliyor. Eşcinsellerin heteroseksüelliğe geçebilmek adına başka erkekleri geçiş nesnesi olarak kullandığını söylediniz.

*
   
Hemcinslerime dokunmak hususunda bazen kararsız kaldığımı söyledim. “İstediğine git dokun. Samimiyetin ve sevgin arttıkça şehvet olmaz.” diye karşılık verdiniz.

*
   
Kurumdaki bazı kimselerin şikayetçi üsluplarından rahatsız olduğumu ve onlarla fazla konuşmadığımı söylediğimde, “Pasif davranma! Kimseye tahammül etmek zorunda değilsin. Sohbetten rahatsız oluyorsan dalga geç, laf sok, bir şeyler yap!” cevabını verdiniz.

*

“Mütedeyyin camianın ilk ruh sağlığı merkezini Yusufpaşa’daki Gülşen apartmanında Mahmud Es’ad Coşan açmıştır. İsmini de kendisi verdi: Ruhsa. Ruh sağlığı anlamında.”

*
   
Bir kadına sarıldığımı, onunla duygusal bağ kurduğumu hayal ettiğimde rahatladığımı söyledim. “Kadına ihtiyacın var, bunu fark etmişsin. Eşcinsel olman bu ihtiyacı yok etmiyor. Kadınla duygusal bağ kurman lazım. Otuz yaş bunalımı bir erkekle değil bir kadınla aşılabilir. Eşcinseller de yalandan bile olsa karı koca hayatı yaşıyorlar, evleniyorlar. O duygu eksikliğini kaldıramazsın.” dediniz. Evlenen çok sayıda eşcinsel arkadaşım oldu. Onları çok yadırgardım. “Başkalarının hayatlarını mahvetmeye ne hakları var?” diye düşünürdüm. Yanlış düşünüyormuşum. Herkesin eşcinsellik seviyesi aynı değil ki! Bir eşcinsel erkek, kadına ihtiyacı olduğunu fark etmişse ve eşcinsel dürtülerini zararsız bir noktada tutabiliyorsa neden evlenmesin?

*
   
“Eşcinsel erkek, düzcinsel erkeklerin her gördükleri kadına erekte olduklarını zannediyor. Kendisi iyileşme sürecindeyken kadına karşı duygusal ilgi duyup cinsel ilgi duymayınca endişeleniyor. Endişelenmesine gerek yok. Sağlıklı bir düzcinsel erkek, yabancı bir kadını güzel bulabilir, ancak hissi orada kalır daha ileri gitmez.”
   
Bir arkadaşımla Ankara Kalesinin civarındaki Pilavoğlu Handa oturuyorduk. Arkadaşım oradaki bir hanımefendiyi güzel bulduğunu ve onunla çay içmek istediğini söyledi. Ben de asıl isteğinin cinsellik olduğunu, çay içmeyi sadece bahane olarak kullandığını söyledim. Belki bir saat boyunca bu konuyla ilgili olarak şiddetli bir şekilde tartışsak da yenişemedik, kimse kimseyi ikna edemedi. Eşcinsel erkekle düzcinsel erkeğin insan ilişkilerini algılamaktaki farklılıklarını görmek adına örnek verilebilecek bir olay yaşamıştım.

*

“Düzcinsel erkek canı sıkıldığında arkadaşını arıyor. Eşcinsel erkek ise sosyal olmadığı için, üzüntü yaşadığında porno izliyor, mastürbasyon yapıyor hızını alamazsa cinsel ilişkiye giriyor. Sen bunları da yapamadığın için bunalıma giriyorsun, içine çöküyorsun. Hukuk diplomasını alıyorsun da beş yıl avukatlık yapmıyorsun. Bunalımdasın çünkü tatmin olamıyorsun. Daraldığında birini bulmak zorundasın. Birini seç, onunla dertleş! İçe kapanma ergenlik döneminde olur. Senin artık kişiliğin oturmuş. Kırk yaşından sonra kendi isteğinle yalnızlığı tercih edebilirsin ancak yirmi beş ila otuz beş yaş arası en faal, en sosyal olman gereken dönemdir. Sevmekten, sevilmekten korkmayacağız!”

*

“Erkekten duygusal olarak beslenirsen kadınla ilişkin daha güçlü oluyor. Narsistler neden karılarını aldatıyor? Erkekten hiç beslenmemişler. Başka bir erkeği ya köle ya da efendi gibi görmüşler, duygusal bir bağ kurmamışlar. Erkek erkeği besliyor. Erkekten beslenmemiş erkek kadını tatmin edemez.”

*
   
Terapiden sonra iki danışanla birlikte bekleme odasında oturuyorduk. Terapi odasından Selim ile birlikte çıktınız ve o güzel müjdeyi verdiniz. Selim dört aylık terapi sürecinin sonuna gelmiş ve bir kızla ciddi bir ilişki başlatmayı başarmıştı. Çok sevindik. Siz Veli ile birlikte terapi odasına geçerken Selim bizimle kaldı ve bize düşüncelerini anlattı. Bu süreci tamamlamanın çok zor olmadığını, sizin söylediklerini yapmanın yeterli olduğunu söyledi. Terapi sürecinde hiç gerileme (regresyon) yaşayıp yaşamadığını sordum. Bazen yaşadığını, bunun normal olduğunu, endişelenmemek gerektiğini söyledi.

17/01/2024
   
Birkaç gün önce bizim okuldan ilgi alanıma giren, kaşı gözü ayrı oynayan arkadaşı rüyamda gördüm. Dokunmaktan daha ötesi yaşanmadı. Terapilerden önce olsa o rüya cinsellik yaşanmadan sona ermezdi. Bu durumu bir gelişme olarak görüyorum. İngilizce rüya görmenin İngilizce öğrenme süreci için önemli bir eşik olduğunu söylerler. Hemcinslerimle duygusal bağ kurmayı öğrenme sürecinde böyle bir rüya görmenin güzel bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Tabii her zaman ilerlemiyoruz, gerileme de yaşıyoruz. Uzun zaman sonra bugün ilk defa bir erkeğin twitter sayfasındaki fotoğraflarını uzun süre inceledim ve kendimi kötü hissettim. Birkaç saat sonra bir yakımı hastanede ziyaret ettim. Odaya giren, yirmi yaşındaymış gibi gösteren yakışıklı hekime uzun uzun bakmak ve onun karşısında heyecanlanmak da hiç hoş değildi. Ama şükürler olsun ki bu kötü hisler bende uzun süre yer etmedi ve derin hasarlar bırakmadı. Terapi sürecinden önce aynı olayları yaşamış olsaydım saatlerce kendime gelemezdim. Aynı kurumda çalıştığım ve ilgimi çeken arkadaşı düşündüğümde veya onunla konuştuğumda erekte olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Cinsellik istemiyorum ancak erekte oluyorum. Bu çok ilginç değil mi? Terapi sürecini tamamlayıp evlenen bazı danışanlarınızın bir erkeğe sarılıp erekte olunca soluğu hemen ofisinizde aldığından bahsetmiştiniz. Bu durumun anormal olmadığını, bir erkeğin yüksek duygusal tatmin yaşayınca erekte olabileceğini söylemiştiniz. Ben de size, birkaç sene önce bir kediyi sevdiğimde dahi erekte olduğumu söylemiştim. İnşallah duygusal tatmin yaşadığım için onunla konuşunca erekte oluyorumdur, bunu size terapide sormak istiyorum.

*
   
Bu sabah sınava gireceğim için endişeliydim. Eskiden sıkıntılı hallerde aklıma bir erkekle cinsel ilişki yaşadığım gelirken bu sabah bir kadınla cinsel ilişki yaşadığım geldi ve bu durum birkaç defa tekrar etti.

*
   
Terapilerden önce kaygı seviyem çok yüksekti. Kaygıyı azaltmanın yolunun kaygı kaynaklarını sona erdirmek olduğunu biliyordum ancak bunu yapacak gücüm yoktu. Temiz kıyafetim kalmayınca kaygılanıyordum. Kıyafetlerimi yıkayınca kaygımın dineceğini biliyordum ancak bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Çünkü insanlarla samimi ilişkiler yaşamamak, bağ kurmamak, tüm dünyayı cinsellikle algılamak beni bunalıma sokuyor, bunalım da gücümü kara delik gibi içine çekip yok ediyordu. Terapilerle birlikte insan ilişkilerine önem vermeye başladım böylelikle bunalıma daha az girer oldum. Bunalım azalınca gücüm arttı, gücüm arttıkça kaygı kaynaklarıyla mücadele etmeye başladım. Artık evimi temizleyebiliyor, bozuk eşyalarımı yaptırabiliyor ve bilumum sorumluluklarımı yerine getirebiliyordum. Kaygı kaynakları kuruyunca kaygım da azaldı. Kaygının azalmasıyla birlikte eşcinselliğin de zayıfladığını birçok danışanınız gibi ben de tecrübe ettim.

*
   
Terapiler bana duygu katıyor. Terapilerden önce ameliyat videoları da dahil olmak üzere sağlıklı bir insanın izleyemeyeceği birçok videoyu izleyebilirken birkaç gün önce kedilere işkence edilen bir videoyu açamadım. Eskiden taciz/tecavüz haberlerini büyük bir dikkatle okur, google  veya youtube yoluyla başka tecavüz haberlerine de erişirdim. Sadist özelliklerim mevcutmuş demek ki. Ofisinizin bekleme odasında bugüne dek birçok eşcinselle tanıştım. Şunu gördüm ki o kapıdan içeri giren herkes aynı sorunları yaşıyor. Herkeste takıntılar, gerçek dışı kurallar, sosyal fobi, kişilik bozukluğu belirtileri ve sadizm/mazoşizm gözlemlenebiliyor. Sadece sorun düzeyi farklı oluyor, kimi yüksek düzeyde kimiyse düşük düzeyde yaşıyor. Bu yüzden sadist eğilimlerimin var olmasına fazla şaşırmadım.

21/01/2024
   
Bu hafta gerileme yaşadım. Uzun zaman sonra ilk defa birilerinin twitter sayfalarında dolaşıp fotoğraflarına baktım. Kimsenin öpüşmesini, cinsel ilişkisini izlememiş olsam da; kimsenin cinsel organını görmesem de, yani belli sınırları aşmamış olsam da gerilemek insanın içinde hoş bir duygu uyandırmıyor. Bu hafta hem sınav haftam olduğundan hem de birçok sorunu çözmeye çalıştığımdan hemcinslerimle fazla vakit geçiremedim. Telefonla görüştüğüm arkadaşlarım oldu ama yüz yüze görüşmek gibi olmuyor maalesef. Duygusal ihtiyaç kendisini cinsel istek olarak gösteriyor. Okuldaki arkadaşı bu hafta iki kere rüyamda gördüm. İkisinde de cinsellik yaşanmadı. Duygusal tatmine bu derece ihtiyaç duymam beni ürkütüyor.

*
   
Dün sabah namazını müteakip derneğe gittim. Evrad-ı şerif okuduktan sonra kahvaltı yaptık. Bu sefer sohbetlerine ben de katıldım, kenarda durmadım. Şunu fark ettim ki on yaşında olsun seksen yaşında olsun bütün erkekler hemcinsleriyle iletişim kurmaya can atıyor.

*
   
İki gün önce Seyhan Nehri kenarında yürüyüş yaparken üç aylık terapi sürecinin muhasebesini yaptım. Ofisinize esas olarak iki sebeple gelmiştim: Birincisi yaşadığım cinsel gerilim artık dayanılmayacak bir boyuta ulaşmıştı, ikincisi ise ağır depresif belirtilerden ötürü işlevselliğim bozulmuş, günlük basit işleri dahi yapamaz hale gelmiştim. Şükürler olsun iki sebep de büyük oranda ortadan kalktı. Bunun için size minnettarım. Aseksüelleşme yaşayarak cinsel gerilimden kurtuldum. Erkeğe olan cinsel ilgi eskisinin onda birine indi. Kadına karşı duygusal ve cinsel ilgi başladı. Takıntılardan arındım, gerçekdışı kuralları gerçekçi kurallarla değiştirdim, hayat olayları karşısında daha esnek bir tavır takınmayı öğrendim. Gerek yüzeysel gerekse derin olsun tüm insan ilişkilerim daha iyi bir noktaya evrildi. Bir noktada eksik kaldım, bir kadınla duygusal ilişki başlatamadım. Bir kadına ihtiyaç duyduğumu fark ettim, ancak bu fark ediş eyleme dönüşmedi, sadece “farkındalık” olarak kaldı. Kadının devreye girmemesinden ötürü birkaç haftadır duraksama yaşıyorum. Eğer bir duygusal ilişkim olsaydı bu ilişkiyle ilgili korku, kaygı ve sorunlarımı terapi odasına getirirdim ve ilişki sürecini beraber tahlil ederdik ancak bu mümkün olmadı. Hayatıma bir kadını almıyorum çünkü bunu pek istemiyorum. Yanımdan evli bir çift geçince içim cız etmiyor, bir çocuk görünce içim ona doğru akmıyor. Gerçekten isteseydim acı çeke çeke bile olsa yapardım. Sizi ilk defa aradığım günü hatırlıyorum. Sanki mideme şişler sokuluyordu. Terapi sürecini tamamlayan Adanalı danışanınızla iletişim kurmaya çalışırken de aynı zorlukları yaşadım ama gerçekten istediğim için yaptım. Şimdi ise gerçekten istemiyorum. İstemiyorum çünkü belki de henüz o aşamaya gelmedim. Belki de önce tüm insan ilişkilerini kuvvetlendirip ondan sonra duygusal ilişki aşamasına geçmem gerekiyor. Yani önce ilişki temelini atmalıyım ondan sonra temelin üzerine evlilik binasını oturtmalıyım. Belki de öyle bir an gelecek ki kurduğum tüm insan ilişkilerinin beni tam olarak tatmin edemediğini anlayıp kendiliğinden duygusal ilişkiye yöneleceğim. Hem zaten biz eşcinseller zamanında yaşayamadığımız süreçleri terapist kontrolünde tekrar yaşayarak iyileşmeye çalışmıyor muyuz? Bir erkek öncelikle evlatlık, arkadaşlık, komşuluk gibi insan ilişkilerini öğrenip ergenliğe girdikten sonra duygusal ilişkiyle tanışıyor. Belki de duygusal ilişkiyle tanışma zamanının gelmesini beklemem gerekiyordur. Bu düşüncelerimi Yavuz’a anlattım. “Senin kadınla değil hayatla sorunun var. Kadın sebep değil sonuç. Hayatla ilgili sorunlarını çözdüğün zaman kadın kendiliğinden sana gelecek veya sen kendiliğinden ona gideceksin.” dedi. O halde artık terapiye gelme amacını güncellemem gerekiyor. Artık terapiye yoğun cinsel gerilim ve ağır depresif belirtiler için değil de insanlarla, hayatla olan sorunlarımı çözmek ve duygularıma yeniden kavuşmak için geleceğim.

*
   
Dinleyici ve izleyici rolünü oynamaktan sıkılmıştım ancak bu rolü kendi isteğimle üstlendiğimin de farkındaydım. Açık vermekten ve yenilmekten korktuğum için kendimi geride tutuyor, sahneye çıkanları izlemekle yetiniyordum. Arkadaşlarım konuşur ben dinlerdim, onlar futbol oynar ben izlerdim. Bunu değiştirmeye çalışıyorum. Dün akşam Yavuzla telefonla konuştuk. Konuşma biterken tüm cesaretimi toplayıp yukarıda yazdığım terapi muhasebemi anlattım. Yavuz da konuyla ilgili kendi fikirlerini söyledi. Kendimi açarak sohbet etmek bana daha fazla keyif verdi, Yavuz’un da daha yüksek bir tatmin duygusu yaşadığını sezinledim. Zaten “kendini açmak” sizin de terapi sürecini ilerletmekte sıkça uyguladığınız, etkili bir terapi ve sohbet tekniği değil midir?
   
Kendimi açmayışımın narsistik bir sebebe dayandığını düşünüyorum. Karşı taraftan hiçbir teklif gelmeksizin karşı tarafa kendini açmayı düşüklük olarak görüyordum. Muhatabım ısrar ettiği takdirde kendimi açabilirdim yoksa açmamalıydım. Zavallıca bir düşünceymiş.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 26 Ocak 2024, 12:27:54 öö
YEDİNCİ TERAPİ (DEVAMI)

Bu hafta yaşadığım yüksek duygusal tatminsizliğin de etkisiyle kafam Çarşamba pazarına döndü. Birinin dizine yattığımı hayal ettiğim de oluyor, birine arkadan sarılarak baskın konumda olduğumu hayal ettiğim de... Bazen bir kadına sarıldığımı hayal edip rahatlıyorum, bazense o kişi erkek oluyor. Yakışıklı bir hemcinsimi görüp o berbat, tatsız hissi tecrübe ettiğim de oluyor, hiçbir şey hissetmediğim de... O berbat, tatsız histen uzaklaşmak istediğim için birkaç defa o ilgimi çeken kişiyle cinsel ilişkiye girdiğimi hayal etmeye çalıştım ama nafile, olmadı. İnşallah o kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır.
   
Tekrar etmekte fayda var: Hayatın dışına çıktığımda eşcinselliğin içine düşüyorum. İnsandan uzaklaştıkça eşcinselliğe yaklaşıyorum.
   
Lise ikinin ikinci yarısından lise dördün sonuna dek eşcinsellik beni pek etkilememişti çünkü hemcinslerimle hep iletişim halindeydim. İki yıllık üniversite sınavı süreci beni epeyce ağırlaştırdı. O süreçten sonra kitaplarla haşır neşir olmuş, insanlardan uzaklaşmıştım. İnsanlardan uzaklaştıkça eşcinsellik içimde büyüyen bir kara delik halini almıştı. Kendimi kendimde yok ediyordum. Kuyruğunu ısıran yılan gibi kendimi öğütüyordum. Boyun da bendim, boyna geçirilen urgan da.

*

Baş döndüren derinlik, taşın dibe düşmediği kuyu.

23/01/2024
   
Birkaç gün önce can sıkıcı hayat olaylarının ardı ardına gelmesi sonucunda epeyce daralmıştım. Canım önüme gelen herkese sarılmak istiyordu. Terapilerden önce duygusal ihtiyaç dışa bunalım olarak yansırken şimdi duygusal istek olarak yansıyor.

25/01/2024
   
Son iki haftam pek iyi geçmedi. Yedi tane finale girdim, sınavların hepsine son günün akşamında çalıştım, dedem ameliyat olup yoğun bakıma kaldırıldı, çok sayıda eşyam bozuldu, hasta oldum... Yolda yürürken gözlerimin yine birilerine kayması hoş değildi. Terapi sürecinin doğal akışında bir gerileme zamanının geleceğini elbette biliyordum. Gerilemeyi aştıktan sonra yola daha güçlü bir şekilde devam edeceğimi bilsem de gerilemiş olmanın hüznünü yaşadım. Halbuki anlamsız kuralcılığın gereği yoktu, hiçbir şey mükemmel olmayacaktı, insan doğrusal (lineer) ilerleyen bir canlı değil zikzaklar çizerek düşe kalka ilerleyen bir canlıydı ve bu durumu kabullenmek gerekiyordu.

*
   
Dün akşam evin dışarısında bir yerde son finalime çalışıyordum. On yıldır tanıdığım, çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Açmayıp “Sınavım var dua et.” diye mesaj attım. Çalışmamı bitirip eve geçtikten sonra bir süre mesajlaştık. Sonra beni görüntülü aradı ve iki saat boyunca konuştuk, dertleştik. O bana çocuğundan ve boşandığı eşinden bahsetti ben ona terapi sürecimden bahsettim. Daha doğrusu konuşmanın başında onun sıkıntılarını, sonunda benim sıkıntılarımı konuştuk. Tek taraflı konuşmalar iki tarafı da memnun etmediğinden konuşmanın bir yerinde, “Sana terapiye gittiğimi söylemiştim. Nasıl bir süreçten geçtiğimi merak etmiyor musun?” diye sordum. Bu sorumla birlikte konuşmamız başka bir boyut kazandı. On yıl önce, daha yeni tanıştığımız zamanlarda beni Cebeci’nin bilinen bir dondurmacısının önünde görmüş. “Bu adamda bir tuhaflık var. Sanki kasnağına çomak girmiş de kasnak dönmüyor.” diye düşünmüş. “Seni canlandırmak için elimden geleni yapardım, karı-kız muhabbeti bile açardım, sende hiçbir değişiklik olmazdı.” dedi. Duygu kazanmaya ve insan ilişkilerini ilerletmeye çalıştığımdan bahsettim. Önceleri hiç konuşmadığım konuları şimdi konuşuyor olmamdan memnun kaldı.   
   
Sabah uyandığımda yeniden doğmuş gibiydim. Sanki güneş başka parlıyor, hava başka türlü esiyordu. Gün boyunca kimse dikkatimi çekmedi. Okulda en çok çekildiğim kişiye sarılmaktan bile etkilenmedim. Daha önceleri maalesef biraz kaba davrandığım bir kıza iki gün önce sınavının nasıl geçtiğini sormuştum. Önce şaşırmış sonra cevaplamıştı. Üç arkadaş sohbet ediyorken bugün kendisi yanımıza geldi. Havadan sudan konuştuk. Sınav çıkışında yine sohbet ettik. Çok samimi bir kız, bana abi diye hitap ediyor ben de onu kardeşim gibi görüyorum. Onunla tekrar iletişime geçtim çünkü hem ona kaba davranmış olduğum için vicdan azabı çekiyordum hem de bugüne kadar yok saydığım kadın varlığını kendi nezdimde var kılmaya uğraşıyordum. Anlıyorum ve kabulleniyorum ki kadın varlığından mahrum olan bir erkeğin çöl gibi kurak kalması mukadderdir.

*
   
Bla bla’dan tanıştığım, iyi anlaştığımız ve bir süre iletişime devam ettiğimiz arkadaşa bu hafta içinde telefon ettim. Niyetim Osmaniye’de buluşmaktı ancak kendisi Adana’daymış, birkaç saat önce görüştük. Sohbet sırasında kendimi pek iyi hissetmesem de sohbet sonrasında kendimi çok iyi hissettim. Eşcinsel erkek için düzcinsel erkek sohbeti ilaç hükmünde olabilir; tadı acı ancak şifa veriyor. Sırada hem aynı okulda okuduğum, hem meslektaşım olan bir arkadaş var. Altı aydır tanışıyoruz da kendisiyle neden hiç iletişime geçmedim acaba? Kendimi bir sürahi gibi görüyorum, erkek varlığıyla dolunca kadına doğru taşacakmışım gibi hissediyorum.
Başlık: Ynt: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 08 Şubat 2024, 09:40:38 ös
SEKİZİNCİ TERAPİ

30/01/2024
   
Geçirdiğim iki haftalık zorlu süreç ve onu izleyen iki günlük rahatlama dönemiyle birlikte şunu net olarak anladım ki; bir erkekten kesinlikle duygusal eksiklikten ötürü etkileniyorum. Duygusal yönden mutmain olduğum zaman eşcinsel hisler de söz konusu olmuyor. Bu yüzden bir erkekten etkilenme hâlini artık fazla önemsemiyorum çünkü etkilenmenin sebebini biliyorum ve sebep (duygusal ihtiyaç) ortadan kalkınca sonucun (eşcinsellik) da kendiliğinden ortadan kalkacağının farkındayım.

“Duygusal açıdan tatmin olmazsak fantezi dünyasına kayıyoruz.”

“Duygusal dünyanda kriz çıkınca erkeğe yöneliyorsun.”
   
Size dinleyici rolünü bırakıp konuşmacı rolünü kazanmaya başladığımı söyledim. Böylece hem kendimi ifade etmiş hem de karşı tarafı bir duvarla konuşuyormuş hissinden kurtarmış oluyordum. Geçen yazımdaki, “Okumak kadınsıdır, yazmak erkeksidir.” tespitime bir ekleme yaptınız. Dinlemenin kadınsı, konuşmanın erkeksi olduğunu söylediniz. Yavuz tespitime bir şerh düştü. Fiillerin değil tavırların erkeksi veyahut kadınsı olduğunu söyledi. Yani erkeksi bir tavırla yemek yapma ile kadınsı bir tavırla yemek yapmanın farklı olduğu gibi erkeksi bir dinleme ile kadınsı bir dinlemenin farklı olduğunu ifade etti.

“Dinlemek yardım veren rolünde olmak ve pasif kalmakken konuşmak kendini, varlığını ispat etmektir.”

“Dinlemek kadınsı bir rol. Ben eksiğim, güçsüzüm, çaresizim, bilgiye açım demek. Konuşunca kral benim diyorsun. Kurala aykırı olmasına rağmen biz neden terapide çok konuşuyoruz? Erkeksiliği örnekliyoruz.”

“Sadece dinlersen erkek erkeğe iletişimin bir faydasını göremezsin.”

“Sosyal ortamlarda asla geriye çekilmeyeceksin. Amacın sahneye çıkmak olacak. Konuşan erkeklere dikkat et çok da önemli konular konuşmuyorlar. Konuşarak varlıklarını ispat ediyorlar.”

Yavuz bekleme odasındayken, “Narsistler herkesin hikayesini dinler ama kendi hikayelerini anlatmaz.” diyerek bana güzelce bir laf soktu. Ne yalan söyleyeyim gizli narsistlikten aleni narsistliğe geçmiş olmak beni fazla rahatsız etmiyor çünkü tebellür etmiş, su yüzüne çıkmış bir sorunu çözmek daha kolaymış gibime geliyor. Pamuklara sarmalanmış, duygusallığın ve kırılganlığın ardına gizlenmiş narsizmi çözmek daha zor değil midir? Pasif = gizli narsist + aleni borderline iken aktif = aleni narsist + gizli borderline diyebilir miyiz acaba?

“Nofap yapıyorsan yap senin için bir sakıncası yok. Otuz yaşından sonra mastürbasyon yapmak gereksiz bir iş.”

Ofisinize iki haftada bir geldiğimi söyleyip bundan sonra ne kadarda bir gelmem gerektiğini sordum. İstediğim zaman gelebileceğimi, kimsenin ne zaman gelip gittiğine karışmadığınızı söylediniz.

“Yavaş yavaş kadınları etkilemeye geç artık. Sevgili yap demiyoruz, etki yarat. Bir kadınla bir saat konuşma ortamı yarat.”

“Yazılarını satır satır okuyorum. En son yazdığın yazın itibarıyla hiçbir kusurun yok. Bence harekete geçmeye hazırsın. Bir yıl bir kadını tanıyıp ardından onunla evlenebilirsin. Beğendiğin kadına yürü, hesap kitap yapma. Sen enerjiyi vermezsen kadınlar adım atmaz. Enerji senden geçecek.”

“Daha önceki yazılarında katıldığım ve katılmadığım noktalar vardı. Son yazının, yedinci terapi yazısının tamamının altına imzamı atıyorum. Hiçbir şeyi eleştirmiyorum.”

“İyileştirdiğimiz adamlara terapiler bitmeden dört beş seans önce ne diyoruz? ‘Mükemmel adam var mı? Yok! Ben mükemmel adamı karşımda görüyorum!’ Mükemmeli, kusursuzu görüyorum. Ben şu an seni iyileşmiş görüyorum. Gerçek anlamda iyileşmen için bir kadını etkilemen lazım, hayatına zorlamadan bir kadının girmesi lazım, olmayacağına inanmaman lazım, olacağına inanman lazım, inandığında bence iyileşmiş bir adamsın.” Ses kaydını dinlerken fark ettim ki siz bana iltifat ederken epeyce donuk kalmışım, pek tepki vermemişim. Sizin yerinizde olsaydım: “İltifat ettim, teşekkür edebilirsin?” diyerek iğnelerdim, siz yine iyi sabretmişsiniz.

“Sen istediğinde başaramayacağın şey yok. Sadece neyi başarman gerektiğini seçmen gerekiyor.” Övgü ve uyarının beraberce yer aldığı bu cümlenin tamamen doğru olduğunu söyleyebilirim. Bir hedefe odaklanınca hayatım sadece o hedeften ibaret oluyor, tüm dünyayı unutuyorum. Bir hedefimin olmadığı zamanlarda ise savruluyorum, boşuna yaşıyormuşum gibi geliyor. Hâlen net bir hedef seçmiş değilim. Hukukta gelebileceğim son noktaya gelmiş durumdayım, daha fazlasını istemiyorum. Psikolojide ise profesör olmayı dahi istiyorum ancak bu konuda ciddi bir çaba göstermiyorum. Derslere girmek, sınavları geçmek ve birkaç psikoloji kitabı okumakla yetiniyorum. Kadın sadece çocuk doğurmuyor; hayal, hedef, ufuk da doğuruyor. Kadınsız bir hayat kısır bir hayat demek.

“Bize öfkelenebilirsin, kavga da edebiliriz ama pes etmezsen, vazgeçmezsen iyileşmemek diye bir şey mümkün değil.”

“Kendinde kusur arama, sen bana güven, kusur yok.” cümlesiyle terapiyi bitirdiniz. Bir terapinin sonunda: “Türkiye’de kaç şehir var? İki şehir var: Ankara ve Adana. En çok bu iki şehirde başarılıyız.” demiş, başka bir terapi sonunda ise, “Unutma, yüzde seksen iyileştin!” demiştiniz. Terapilerde en vurucu cümleyi en sona saklamanız dikkatimizden kaçmadı.

Bu terapide sizin katılmadığım fikirlerinize karşı çıkmak bana iyi geldi. Ben size karşı çıktım, siz bana karşı çıktınız ve bir şekilde orta noktada buluşmaya çalıştık. Babaya geri adım attırmak hayatın bir parçasıysa terapiste geri adım attırmak da eşcinsel terapinin bir parçası olabilir.

Terapiden iki gün sonra bir kızla tanıştım ve çay içtik demek isterdim ama öyle olmadı. Çalıştığım kurumdaki oda arkadaşım bana bir kız bulduğunu söylediğinde ödüm koptu. Konuyu hemen değiştirdim. Evlilik hakkında zorlanmadan konuşabiliyorum, mizah yapabiliyorum ama iş ciddiye binince tökezliyorum. Kadından korkuyorum. Otuz yaşını doldurdum ama halen bir kadınla ömür boyu birlikte yaşama ve çocuk sahibi olma hayalleri kurmuyorum –bu durumun normaldışı olduğunun farkındayım.  Eşcinselken de bir erkekle birlikte ölene dek birlikte yaşamayı hayal etmezdim. (“Ben eşcinselken” ifadesi ile başlayan bir cümle kurmak, “eşcinsel” kelimesini geçmiş zaman sigası ile kullanmak ne kadar güzel bir hismiş!) En fazla şu hayal gelirdi aklıma: beş on tane hem cinsellik hem arkadaşlık yaşadığım kişi var ve onlarla yıllardır birlikteyim. Bu kadar, daha ötesi yok. “Allah’ım! Bana saliha bir eş ve hayırlı evlatlar nasip eyle!” duasını ederken zorlanıyorum, kelimeler ağzımdan cımbızla çıkıyor sanki. Kadından, çocuktan ve aile olmaktan çok uzağım. Aslında bendeki kadın korkusu değil; bağ kurma korkusu, insan korkusu. Erkekle bağ kurmaktan çekinmiyorum çünkü o bağın bir yerde duracağını, en derinlerime inmeyeceğini biliyorum. Oysa kadın söz konusu olduğunda meselenin başka bir boyuta evrileceğinin, surlarımda bir gedik açılacağının, -ki bence açılması gerekiyor- narsistik bünyemin bu durumdan rahatsız olacağının farkındayım. Bu yüzden bir süre daha kadından uzak kalacağımı kabullendim, bir süre daha bu limanda kalacağım. Çünkü kadın konusunda dediklerinizi yapmıyorum, birisini etkilemeye çalışmıyorum, bana adım atan olursa geri adım atıyorum, birisini benimle buluşturmak istediklerinde bu isteği olur olmadık bahanelerle reddediyorum. Dediklerinizi yapmadığım sürece nasıl ilerleyebilirim ki? Bu yüzden bundan sonra terapiye daha seyrek gelmeyi düşünüyorum. Çünkü elinizde sihirli değnek yok, ben istemedikten sonra beni nasıl iyileştirebilirsiniz? Bir süre erkeklerle iletişime geçmezsem gözüm farklı bakmaya, zihnim farklı düşünmeye başlıyor. Birkaç günlük bunalımdan sonra sevdiğim bir hemcinsimle ettiğim güzel bir sohbet tüm arzumu sıfırlıyor, bebek gibi oluyorum. Sohbet esnasında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum, anın içinde kayboluyorum, zerrelerime ayrılıp tüm dünyaya dağılıyor ve kendimi tüm dünyayla bütünleşik hissediyorum. Aynı döngü tekrar ediyor. İnsanlara bu denli ihtiyacımın olması sinirlerimi bozsa da bu ihtiyacımı kabullenmiş durumdayım. İnat edersem bedelini ruh sağlığımla ödüyorum.

Dikey yükselmem durmuş olsa da yatay genişlemem devam ediyor. Kendimi farklı yaş gruplarındaki hemcinslerimle farklı sohbetlerin içinde buluyorum. Veyahut kendim konu açıyorum, beğenmediğim konuyu değiştiriyorum. Bugün kurumdan bir arkadaşla bir saat boyunca sohbet ettik. Tespih çeşitlerinden, akademik kariyerden, birkaç yıl sonra kurum avukatlığının bizi tatmin etmemeye başlayacağından söz ettik. Eskiden onunla konuşmaktan fazla haz etmezdim ancak her insanın farklı katmanları var ve o katmanlara ulaşmak için çaba harcamak gerekiyor.

Hastalıklı, narsist erkekler artık dikkatimi çekmiyor. Ben de onların ilgi alanına girmiyorum. Onlarla konuşurken artık onlardan fazla konuştuğumu, öyle bir çabam olmamasına rağmen onlara baskın geldiğimi ve onların bu durumdan pek de hoşnut olmadıklarını hatta şaşırdıklarını gözlemledim. Annem, babam ve kız kardeşim gezmek için Adana’ya gelmişlerdi. Yemek için bir lokantaya oturduk. Yemek süresince babamın konuştuğunun beş katı kadar konuşmuşumdur. Onun karşımda bu kadar çekinik kalması beni ürküttü.

*

Yavuz, eşcinsel terapinin daha çok yeni olduğunu, kavramlarının daha yeni oturduğunu, ekolleşmek hususunda sizin üzerinize fazla gelmemek gerektiğini söyledi.

*

On sekiz yaşındayken üniversite sınavını kazanamamış ve ertesi sene sınava tekrardan çalışmaya başlamıştım. İlk sınava nisanda girmiş ve iyi bir sonuç elde etmiştim. Hazirandaki sınava iki ay kala ise tüm gücüm tükenmiş ve ikinci sınavım çok kötü geçmişti. Devlet okulunda tıp okuma şansını ufak bir farkla kaybetmiştim. Özel okulda tıp okumaktan ise babamın birdenbire ortaya çıkan hukuk sevgisi yüzünden vazgeçmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse tıpı kendi irademle istemiyordum. Tüm arkadaşlarım oraya gittiği için istiyordum, en üst nokta orası olduğu için istiyordum. Yoksa ne şifa dağıtmakta gözüm vardı ne de yüksek maaşta. Hem zaten doğuştan sosyal bilimci olduğumun da farkındaydım. Yine de tıp içimde hep bir ukde olarak kaldı. Önce hukukun tıp kadar yüksek bir bölüm olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım ama görünen köy kılavuz istemezdi, puanlar ve sıralamalar ortadaydı. Sonra tıp öğrencilerinden ve hekimlerden nefret etmeye başladım ancak mantık temelli olmayan bir öfke bana uygun olmadığı için öfke halinden çabuk kurtuldum. Tıp konusunda epeyce bir savunma mekanizması kullandım ancak yine de o ukdeyi içimden atamadım. Birkaç yıl önce bir gün yine tıp ukdem ortaya çıkmışken o günkü hâlimle on sekiz yaşımdaki hâlimi ziyarete gittiğimi hayal ettim. On sekiz yaşındaki Ömer ile yirmi sekiz yaşındaki Ömer karşı karşıya oturuyordu. On yıl önceki Ömer’e karşı hiçbir kızgınlığım yoktu. “Sen elinden geleni yaptın, üzülme!” dedim ona. Sarıldım, bağrıma bastım, gözyaşlarını sildim. Bu hayalden sonra tıp ukdem tahammül edilebilir bir seviyeye geriledi. Hâlen bir hekim gördüğümde içim hafifçe sızlar ancak bu durumu fazla önemsemiyorum, kabuk tutmuş yaranın kaşınması gibi düşünüyorum. Başarılı oldukça hemcinslerime olan ilgimin azaldığını fark ettim. Başarı takıntımın bir sebebi de budur belki.

*
   
Tüm engellerimi kaldırarak bir insanı sevmek, onun sevgisinde kaybolmak, kendi benliğimi onun benliğinde eritmek istiyorum. Bazen böyle bir sevgiye adım atıyorum, koşuyorum, koşuyorum... Sonra birden kafamı görünmez bir duvara çarpıp yere düşüyorum.
Başlık: Ynt: EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK İÇİN: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 08 Şubat 2024, 09:47:35 ös
SEKİZİNCİ TERAPİ (DEVAMI)

Bu yazının en son kısmını o gerizekalıya ve o gerizekalıya müsaade eden size ayıracağım. Yazı boyunca onun ismini anmayacağım, ondan “gerizekalı” rumuzuyla bahsedeceğim.
   
Bekleme odasında Yavuzla oturmuş konuşuyorduk. Kapıdan içeriye kırk küsur yaşında olan bir adam girdi. Odaya girer girmez odanın en görünmez yerine, duvarın arkasındaki tekli koltuğa oturdu. Yavuz beni şaşırtan bir girişkenlikle daha oturmadan o adamla tanıştı. Meğersem onun geleceğini zaten biliyormuş ve kendini bu duruma hazırlamış.
   
Herif iletişim kurmamaya ant içmiş gibiydi. Tuhaf tuhaf sorular soruyordu, sorulan sorulara soruyla cevap veriyordu. “Oyun oynamayı seviyorsunuz galiba?” diye sordum. Şu an içeriğini hatırlayamadığım saçma sapan bir cevap verdi. Büyük ihtimal cevap da vermemiş, bumerang gibi sorumu bana döndermiştir. Tüm eşcinsel patolojilerini bünyesinde toplamış gibiydi. Dalga geçercesine sorular sorarak muhatabını kendince küçümsüyordu ancak gerçek kişiliğini ortaya çıkarmaktan deli gibi korktuğu açıktı. Muhatabının yarasını bulup o yarayı acıtmaktan keyif alıyor gibiydi ancak muhatabı aynısını onun için yapamıyordu çünkü gerçek kişiliğini -varsa şayet- ortaya koymuyordu. İnsanları rahatsız ederek dikkat çekmeye çalışıyordu. Gerçi başka bir şansı da yoktu, böyle bir insanı hiç kimse sevmezdi. Bağ kurma en temel ihtiyaçlarımızdan olduğundan sevgiyle kuramadığı bağı öfkeyle kuruyordu. Sanki içi tüm insanlığa karşı öfke doluydu ve ne kadar insana zarar verirse o kadar kazançlı çıkacağını düşünüyordu. Öfkesini zamanında asıl yöneltmesi gereken kişilere yöneltebilseydi bu yaşında bu kadar zavallı bir duruma belki düşmezdi. Odanın en görünmez ve korunaklı yerine oturarak, gerçek kişiliğini oyunculuğunun arkasına saklayarak katıksız ve hakiki bir korkak olduğunu ortaya koyuyordu.
   
Aradan on dakika geçmişti ve ben, Yavuz ve gerizekalının konuşması iyice anlamsız bir yere doğru gitmeye başlamıştı. Bir yandan da herifle tanışmak hususunda bu kadar aceleci davrandığı için içimden Yavuz’a kızıyordum. Konuşma anlamsızlığın en uç noktasına ulaşmıştı ki Yavuz yemeğe gitmeyi teklif etti. Zaten bir yemek planı yapmıştık ama planı daha geç gerçekleştireceğimizi düşünüyordum. Planı gerçekleştirme vaktimizi umursamadım bile, o an önceliğim odadan kurtulmaktı. Yavuzla ofisten dışarı çıkarak gerizekalıyı bekleme odasında tek başına bıraktık.
   
Geri döndüğümüzde gerizekalının sizinle kavga edip ofisi terk ettiğini öğrendik ve derin bir oh çektik. Ancak sonra ne olduysa birden ortaya çıktı ve o koltuğa gün boyunca kalkmamak üzere tekrar oturdu. Saatlerce bıkmadan usanmadan cinsel ilişkiye giriyormuş gibi sesler çıkarttı. Kemerini de çözmüştü Biz sohbet ederken ayağıyla yeri gıcırdatıp konuşmamızı engellemeye çalıştı, konuşmaların arasına girip herkesin keyfini kaçırdı. Ben terapiden çıktıktan sonra onunla hiç muhatap olmadım, odada yokmuş gibi davrandım. Bu duruma epeyce bozuldu, bir süre ne yapacağını bilemedi. Sonra tekrardan bana sataşmaya başladı. Güya siz bana onunla muhatap olmamam gerektiğini söylemişsiniz de ben bu yüzden onunla konuşmuyormuşum. Konuşmaya değer bir insan olmadığı ve kişilik bozukluğu hastalarının tedaviye cevap verme ihtimali düşük olduğu için onunla konuşmadığım ihtimali aklına bile gelmiyordu maalesef. Bu cümleyi beni kızdırmak için söylediğini düşünmüştüm çünkü eğer on dört yıldır sizi tanıyorsa sizin böyle bir söz söylemeyeceğinizi bilmesi lazımdı. Ancak ben gittikten sonra da arkamdan aynı sözü söylemiş. On dört yıl boyunca sizin en temel yaklaşımlarınızı dahi anlayamamış olması ondan “gerizekalı” rumuzuyla bahsetmemi haklı kılıyor.
   
Bana sataşmaya başladıktan sonra yaptığım ölümcül hata şu oldu ki ona sözel ve fiziksel şiddet uygulamadım. Bir erkek bir erkekten hoşlanmazsa ya o yokmuş gibi davranır ya da gider ona şiddet uygular. Kırk küsur yaşında olmasına rağmen erkekler dünyasının en temel kurallarından bihaber olan bu gerizekalıya fiziksel şiddet yoluyla haddini bildirmediğim için çok pişmanım. Çünkü iş o raddeye gelmişti ve ben yapmam gerekeni yapmayarak hata etmiş oldum. Ancak yapmış olduğum hata sizin yapmış olduğunuz hatanın onda biri oranında dahi olmadığı için vicdan azabı çekmiyorum. O herifi bekleme odasının eşiğine dahi yaklaştırmamanız gerekiyordu çünkü sizin danışanlarınızın bir kısmı taciz/tecavüz mağdurlarından, bir kısmı tacize/tecavüze uğradığı halde bunun farkında olmayanlardan, bir kısmı da ciddi anlamda baba travması yaşamış olanlardan oluşuyor. O gerizekalı yüzünden birisi o odada kriz geçirebilir veyahut dayanamayıp o herifi yaralamaya kalkabilirdi. O adam danışanlarınızın travmalarını çok iyi bilmesine rağmen kasten o travmaları tetikleyecek davranışlarda bulundu. Saf/katıksız kötülüğün ne olduğunu öğrenmek isteyen ona bakabilir. Peki bu kötü bir insanı sevmeye devam eden size ne demeli? O adamın davranışlarına müsaade ederek “Faydalı olmak ve zarar vermemek” kuralına aykırı davrandınız, meslek etiğini ihlal ettiniz, bir psikologdan çok bir tüccar gibi davrandınız. Cesaretin umursamazlığa dönüştüğü noktada duruyorsunuz. Danışanlarınızın zarar görmesini önemsemediniz. Yaşadığım yoğun öfkeden dolayı ofisinizden çıktıktan sonra gittiğim camide dikkatimi toparlayamadım, aynı namazı üç defa kıldım. Ofisinize dönüp camı pencereyi indirmemek, o herifi yaralamamak için kendimi zor tuttum. Telefonda söylediğiniz, “Haber vermeden gelmiş, bu seferlik idare edelim.” savunması komik dahi değildi ve inandırıcılıktan hayli uzaktı. Sabah erken veya akşam geç saatte terapiye alsaydınız o zaman? Veyahut o odada durmak zorunda mıydı? Başka bir yerde beklemesini isteyemez miydiniz? Çok seviyorsanız evinizde besleseydiniz? Biz beslemek istemiyor ve itlaf edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Siz onu tanıyor olsaydınız ancak o sizi ve ailenizi tanımıyor olsaydı o gerizekalıyla evladınızı bir dakika bile aynı mekanda tutar mıydınız? Peki danışanlarınızın suçu ne? Ben bin kilometre öteden oraya şifa bulmak için geliyorsam sizin de bana karşı bazı sorumluluklarınız bulunmuyor mu? Elbette bulunuyor ancak bu sorumlulukları yerine getirmediniz. Size karşı gösterdiğim dikkat ve özenin onda birini dahi o gün bana ve diğer danışanlarınıza karşı göstermediniz. O gün için harcadığım binlerce lira ile yaklaşık on beş saat boşa gitti. Keşke o gün hiç gelmeseydim. Zararım kârımı geçti. O günün üzerimdeki en büyük etkisi de şu oldu ki sizin ve ofisinizin bendeki büyüsü bozuldu. Çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Çapa’daki o ofis benim güvenli alanlarımdan bir tanesiydi ancak sorumsuzca davranışlarınız bu eşleştirmemi yerle bir etti. Size duyduğum sevgi, saygı ve güven azaldı. Bir hafta boyunca içimden hiçbir dediğinizi yapmak gelmedi. Attığınız yazıyı yarım yamalak okudum, gönderdiğiniz videonun on dakikasını ya izledim ya izlemedim. Danışanlarınızın zarar görmesine nasıl razı gelebildiniz? Biliyorsunuz ben sizi hiçbir zaman tanrılaştırmadım, sizi hiçbir zaman elindeki sihirli değnekle tüm sorunları halleden bir sihirbaz olarak görmedim. Bu yüzden yaptığınız hatalar beni sizden soğutmamıştı hatta hata olarak gördüğüm davranışlarınızı beraber değerlendirmemiz beni size daha da yaklaştırmıştı. Ancak bu son olayda hata yoktu, kasıt veya ağır ihmal vardı. Vicdansızca, gaddarca ve zalimce davranmak vardı. Bir anlığına tüm inceliklerden yoksun olduğunuzu ve tüm bu anlattıklarımı düşünemediğinizi varsayalım. On dört yıldır iyileşememiş ileri derecede patolojik bir vakanın terapi sürecine yeni başlamış danışanlarınız üzerinde meydana getireceği olumsuz etkiyi de mi hesap edemediniz?   

Eşcinsellerde bahaneler bitmediği gibi sizde de bahaneler bitmez. Bu konuya ilişkin savunmalarınızı az çok tahmin edebiliyorum. O gerizekalıyı o odaya soktunuz çünkü danışanlarınıza nevrotik bir “baba” karşısında pasif kalmamaları gerektiğini öğretmeye çalıştınız değil mi? Merak etmeyin danışanlarınızın geçmişinde ve şimdisinde yeteri kadar nevrotik insan mevcut bulunuyor, hiçbirinin bir tane daha nevrotik insana tahammül edecek mecali yok, hele ki şifa bulmak için gittiği yerde... Bildiğiniz üzere danışanı korktuğu nesne ve durumlarla karşı karşıya getirmeye psikolojide “maruz bırakma” adı verilir. Bu yöntem bir  psikolog gözetiminde ve belirli şartlar dahilinde uygulanabilir. Bu tekniği gerizekalılar uygulayamaz çünkü gerizekalılara psikoloji lisansı verilmez. İnsanlara fiziksel olarak zarar veren bir şizofreni hastasına ofisinize alır mısınız? Peki psikolojik olarak zarar veren birisini neden alıyorsunuz? “Ben gelene git demem!” kuralınızdan bahsetmeyi düşünüyor olabilirsiniz. Obsesif eğilimli danışanlarınıza, “Kuralları yık!” diyorsunuz ya belki sizin de bazı kuralları yıkmanızın zamanı gelmiştir? Gelmeyi hak etmeyene git diyememek belki pasifliktir veya fedakarlık şemasının sonucudur veyahut psikolog narsizmine dahildir? “Birbirini sevmeyen her danışanı ayrı almaya kalksaydım on tane ofis tutmam gerekirdi.” diyeceksiniz belki. “Sevmediğim danışanlarla aynı odada bulunmam.” diye bir kuralım yok, herhangi bir danışanın da böyle bir kuralı olduğunu zannetmiyorum. Nitekim tanışmaktan memnun olmadığım bir danışanınız oldu ancak “Onunla aynı mekanda bulunmam!” demeyi hiçbir zaman kendim için bir hak olarak görmedim. Burada sevip sevmemekten ziyade zarar verip vermemeye odaklanıyorum. Danışanlarınıza zarar veremezsiniz veyahut danışanlarınıza kasten zarar veren bir gerizekalıyı o odaya alamazsınız -eğer gerçekten bir psikologsanız. Bazı makam sahiplerinin yaptıkları adaletsizliklerden bahsediyorsunuz ve onları yerden yere vuruyorsunuz. Kendisi iyileşemediği için başkalarının iyileşme sürecini olumsuz yönde etkilemeye çalışan bir mahluku o odaya sokmanız haksızlık ve adaletsizliğin ta kendisi değil midir?
   
O gerizekalıyla bekleme odasında tekrar karşılaşıp olay çıkarmayı, bağırıp çağırmayı, onun ağzını burnunu dağıtmayı o kadar çok istiyorum ki... Ancak bu dediklerimi yapsam dahi ofisinizden öfke küpü olarak çıkacağım için zararda olacağım. Param, emeğim ve zamanım boşa gitmiş olacak. İnşallah, “Yazılarını satır satır okuyorum.” sözünüz doğrudur da şurada yazdıklarımın zekatı kadarını dikkate alırsınız ve o gerizekalıyı bundan sonra benimle veya başka bir danışanınızla karşı karşıya getirmezsiniz.
   
Tabii tüm bu eleştirilerimin üzerinizde zerre miktar etkili olacağını düşünmüyorum. Zaten size göre Freud’dan bu yana ortaya çıkmış tüm terapistler aptaldır ve sadece siz akıllısınız. Terapi müessesesinin tüm anahtarları Cenab-ı Hak tarafından sizin avuçlarınıza bırakılmıştır. Bu yüzden de yüzyılı aşan bir birikimin hiçbir kuralını önemsemenize gerek yoktur. İnşallah bir gün siz de hata yaptığını kabul etmenin, yeri geldiğinde susmanın, bazen orta yolu bulmanın ve her atılan taşa baş uzatmamanın pasiflik ve kadınsılık değil insanlık olduğunu idrak edebilirsiniz.   
   
Sonuç olarak o herife hakkımı helal etmiyor, o herifin Cenab-ı Hak’tan bir an önce belasını bulmasını diliyor ve sizin o gün o odada bulunan danışanlarınıza bir özür borçlu olduğunuzu düşünüyorum.

*
   
Hep sizi suçladım ama acaba o gerizekalının o odada olmasından neden en çok ben etkilendim? Öfkemin o heriften çok size yönelik olduğunu fark etmişsinizdir. Çünkü babamın kendine has özelliklerini herhangi birinde yüksek seviyede gördüğümde tetikleniyorum. Babamın özelliklerinden bir tanesi de hem merhametli hem acımasız olmasıdır. İkinci üniversiteyi okumama karşı olmasına rağmen yüz kilometrelik yolu minibüsle gitmeyeyim diye bana araba almıştı. Ne kadar merhametli bir insan değil mi? Ama ben KPSS’ye çalışırken her akşam alttan alta laf sokarak beni hançerleyen, “Kartların parasını ben ödüyorum!” diyerek verdiği üç kuruşu yüzüme vuran, sınav sonucu açıklandığı gün bana bağıran, evden ayrılacağım akşam bağırarak üzerime yürüyen, beni kendisine bağımlı kılabilmek için yeteneklerimi tırpanlayan da kendisiydi. Zaten bir iyi bir kötü davranarak muhatabını deliye çevirmeye bayılır. Çelişkili davranışlar sergilemek sizin de en temel özelliklerinizden mi? Hocamın vefat yıldönümünde bana hocamın videosunu gönderen Hüseyin Kaçın mı gerçek yoksa danışanlarına zarar vereceğini bile bile o gerizekalıyı bekleme odasına sokan Hüseyin Kaçın mı? İyiliğiniz mi kötülüğünüzü çevreliyor yoksa kötülüğünüz mü iyiliğinizi çevreliyor? Sizi ikiye ayırıp yarınızı baş tacı edip yarınızı ayağımızın altına alamayacağımıza göre hangi Hüseyin Kaçın’a inanalım?
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 07 Mart 2024, 11:31:42 ös
DOKUZUNCU TERAPİ

25/02/2024
   
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz.  O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
   
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
   
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.

“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”

“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”

“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”

“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”

“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
   
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
   
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
   
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.

Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.

“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”

“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
   
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.

“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”

“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”

“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 07 Mart 2024, 11:38:34 ös
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI)

02/03/2024

“Birisine karşı ilgi duyup o tatsız hissi yaşadığın zaman onunla duygusal olarak yakın olduğunu, onunla arkadaş olduğunu, ona sarıldığını hayal et.” demiştiniz. Uyguluyorum ve işe yarıyor. Duygusal olarak tam tatmin olduğum zaman o tatsız his dahi olmuyor, bakıp geçiyorum, ilgimi çekmiyor. O tatsız hissin aslında bir uyarı işareti olduğunu söyleyebiliriz. “Derhal bir hemcinsinle iletişim kurman lazım!” anlamına gelen bir işaret. Anlık duygusal fantezi kurmak veyahut başını çevirip bakmamak geçici bir çözüm. Bir erkekle oturup samimi bir şekilde sohbet etmedikçe o düğüm çözülmüyor.

*
   
Abi ve kardeş rolünü çok iyi biliyorum ama koca ve baba rolünden epeyce uzağım. Sanki bu iki elbise benim bedenime göre dikilmemiş gibi. Üzerime giyince ya bol gelecek palyaçoya dönecekmişim veyahut dar gelecek boğulacakmışım gibi seziyorum. Yanlış bir sezgiyle karşı karşıya bulunduğumun farkındayım ancak salt farkındalık değişim için yeterli olmuyor.

*
   
Bir kızla ilişki yaşamadığım için vicdan azabı hissetmiyorum. Henüz o aşamaya gelmediğimi düşünüyorum. Terapi sürecini tamamlayan danışanlarınız kadın meselesine çok takılmamam gerektiğini, kadının sebep değil sonuç olduğunu, zamanı geldiğinde o meselenin kendiliğinden hallolacağını söylüyor. Bir kıza açılmak şimdilik irade sınırlarımın dışında kalan bir eylem. İrademin kolları oraya uzanmıyor.

*
   
Geçen hafta psikoterapi kuramları dersinde hoca altı dakikalık bir kısa film izletti. Filmde gördüklerimizle terapi süreci aşamalarını kıyaslamamızı istedi. Film, yaşlı bir kadının tramboline tırmanıp oradan havuza atlayışını konu ediniyordu. Filmin bir yerinde kadın öyle bir noktaya geliyordu ki merdivenden tırmanmaya devam ediyordu ancak merdivenin ne başını ne de sonunu görebiliyordu. El kaldırıp bu aşamanın terapideki duraklama aşamasına denk düştüğünü söyledim. Hoca fikrimi doğru buldu ve bu aşamada terapistin danışanı yüreklendirebileceğini, nereden geldiğini ve neleri başardığını hatırlatabileceğini söyledi. Ben tam olarak bu  aşamadayım. Önümü göremiyorum, nereye gittiğimi bilmiyorum. Aynı döngüyü tekrarlayıp duruyorum. Hiçbir şekilde bir erkeğe karşı cinsel arzu duymuyorum. Kaliteli sosyallikler yaşarsam hemcinslerime karşı duygusal ilgi de duymamaya başlıyorum, zihnimde kadın hayalleri belirmeye başlıyor. Sosyallik yaşayamayınca erkeğe karşı duygusal ilgi devam ediyor ve bir erkeğe bakınca içinde cinsellik barındırmayan ama ne olduğunu da tam tanımlayamadığım o tatsız hissi tecrübe ediyorum. Denklem hiç değişmiyor. Sosyalleşince rahatlıyorum, yalnız kalınca bunalıma giriyorum. Bunu bildiğimden ötürü bir ara her gün birisiyle buluşuyordum. İyi de geliyordu ancak çok yoruluyordum. En iyisi bir arkadaş grubunun içinde kaybolmak veyahut bir erkekle çok sıkı bir iletişim kurmaktı. Bunlardan birisini yapmış olsaydım iyileşme sürecim epeyce hızlanırdı ancak yapamadım. Denedim ama olmadı. Araştırma görevlisi olan arkadaşım kafayı yazdığı tezle bozmuş durumda, ayda bir ancak görüşebiliyoruz. Aynı kurumda çalıştığımız arkadaşım otuz yaş bunalımı yaşıyor. evinden çıkmak istemiyor. Üç çocuklu aileymişim gibi tatlımı alıp misafirliğe gidiyorum herife. Sağdan soldan apardığım iletişim parçalarıyla hayatımı idame ettirmeye çalışıyorum.  Sosyalleşmenin benim için bir takıntı haline gelmeye başladığını fark edince her gün birileriyle buluşmayı bıraktım. Evet yalnız kalınca bunalıma giriyorum ama bundan daha fazla ne yapabilirim? Ben nasıl sosyalleşileceğini de pek bilmiyorum. Ne maça giderim ne spora giderim ne de bir hobi kazanmak için kursa giderim. Sosyallik de rızık gibi, ne zaman nereden geleceği belli olmuyor.

(Birkaç gün sonra...)

“Her gün birisiyle buluşmalıyım.” kuralı gerçekdışı bir kuraldı ve beni yoruyordu. Gerçekdışı kuralları gerçekçi kurallarla değiştirmedikçe takıntılardan kurtulamıyoruz. Bu yüzden artık “İki üç günde bir, kaliteli sosyallik yaşasam yeterli.” kuralıyla hayatıma devam ediyorum. İlk terapilerden birinde evde kalınca cinsel hislerimin arttığını bu yüzden çok yorgun olsam dahi işten çıktıktan sonra saatlerce yürüyüş yaptığımı anlatmıştım. Siz bu yaptığımdan pek hoşnut olmamış, “Cinsellik hissetmemeliyim!” takıntısı da dahil olmak üzere her türlü takıntının eşcinselliği kuvvetlendirdiğini söylemiştiniz. “Bu adam da kafayı obsesif kompulsif bozukluk ile bozmuş!” diye düşünmüştüm ancak haklıymışsınız. Eşcinsel zihni en faydalı bir alışkanlığı dahi takıntıya dönüştürebiliyor. Sosyallik hususunda bu kadar ısrarcı olmamalıyım çünkü onun dışında ruh sağlığıma iyi gelen birçok faaliyet var. Mesela hafta sonları genellikle yalnız olmama rağmen bunalıma girmiyorum. Evimi temizliyorum, yemek yapıyorum, bolca uyuyorum, yürüyüş yapıyorum, kitap okuyorum vs. Başarı kazanmak, günlük sorumluluklarımı yerine getirmek, çalışmak, görevimi yapmak beni iyileştiriyor. Gerçi onu da takıntı haline getirmek mümkün ve bu takıntı bende köküyle, budağıyla mevcut. Geçen gün eve geldiğimde planım yemeği yiyip yürüyüşe çıkmaktı. Vatsapta kurmuş olduğunuz “Terapi” grubunda yazışmalar başlayınca o yazışmalara katılmadan edemedim çünkü o gruptaki bir danışana yardım etmem gerekiyormuş gibi hissettim. Tabii birkaç saat yazışmalarla geçti ve programım aksadı. Sonra tivitırda dolaşırken yakışıklı bir adamın profilindeki birkaç normal/erotik olmayan fotoğrafına baktım ve cinsellikle alakası olmayan o tatsız hissi hissettim. Neden birkaç saat önce sokakta yürürken o adamdan daha yakışıklı onlarcasını görmeme rağmen hiçbirisine aklım takılmamıştı veyahut birkaç saat sonra yapacağım yürüyüşte kimse dikkatimi çekmeyecekti de şimdi baş parmağımın kesit alanı kadar bir profil fotoğrafından tetiklenmiştim? Çünkü birkaç saat önce işten çıkmıştım ve görevimi yapmış olmanın özgüveniyle kimseyi gözüm görmemişti. Oysa yazışmalarla oyalanıp planım gecikince özgüvenim düşmüş ve o eksikliği yakışıklı bir erkek fotoğrafıyla gidermeye çalışmıştım. “Duygusal dünyanda kriz çıkınca erkeğe yöneliyorsun.” sözünüz doğru çıkmıştı. Basit bir planın gecikmesinden dahi rahatsız olmam, mükemmeliyetçilik şeması ve ona bağlı bazı gerçekdışı kurallardan, takıntılardan, ve narsistik taleplerden kaynaklanıyordu. “Her zaman istediğim olmalı”, “Her zaman başarılı olmalıyım”, “Asla düşmemeliyim”, “Her zaman en iyisi olmalı” gibi... Bunun gibi takıntılardan kurtulmadıkça ne bana ne de herhangi bir eşcinsele rahat yok.

Son üç haftanın benim için en büyük kazanımı bu sürecin bir günde sona ermeyeceğini kabullenmek oldu. Ümitsizliğe düştüğüm oluyor ancak bu kadar yol kat etmişken bırakmak istemiyorum. Benden daha ağır hikayesi olan birçok kişinin dahi iyileştiği aklıma gelince ümitleniyorum. Umut ve umutsuzluk arasında gelip giden bir sarkaçtayım. Terapideyken yaşayacağım tüm aşamaları biliyormuş gibi bakıyorsunuz. Bildiklerinizi bana da bildirmenize, süreci belirginleştirmenize ihtiyacım var. Merdivenin ucunda beyaz bir bulut parçasından başka bir şey göremiyorum. Nereye doğru gittiğimi bilmek istiyorum. Ne yalan söyleyeyim siz de kolay bir terapist değilsiniz. Zor danışanlarla uğraşa uğraşa zorlaşmak durumunda kalmışsınız.

*
   
Erekte olma meselesini kendi içimde hallettim. Düzcinsel bir erkeğin de yoğun duygusal tatmin yaşadığında erekte olabileceğini söylediniz ancak bu fikrinize katılmıyorum. Duygu ve cinselliği birbirine tamamen karıştıkları için duygusal tatmin yaşayınca erekte olma halini sadece eşcinsellerin yaşadığını düşünüyorum. Ben birkaç sene öncesinde bir kediyi severken dahi erekte olurdum. Elbette bir kediye karşı cinsel arzu beslemezdim ancak duygusal tatmin erekte olmama sebep olurdu. Bir arkadaşımla sarıldığımı hayal edince erekte olursam endişelenmiyorum çünkü bu durumun duygusal tatminden kaynaklandığını biliyorum. Arkadaşım bana cinsel amaçlarla yaklaşmaya kalksa ben onu yere iterim. Yolda yürürken birini beğenince onunla cinsellik yaşamak istemiyorum, onunla saatlerce sohbet etmek istiyorum. Eşcinsellerin duyguyla cinselliği karıştırma konusuna bir örnek vermek isterim. Cinsel isteğinin yüksek olduğunu bildiğim bir arkadaşımla oturuyorduk. Karşılanamayan duygusal ihtiyacın kendisini cinsel istek olarak dışa vurduğunu söyledim. Bunun üzerine bana; altı yıl bir kızla sevgili olduğunu, ilk beş yılda cinsel isteğinin fazla olmadığını ancak kızla sorunlar yaşamaya başlayınca cinsel isteğinin yükseldiğini, kızdan ayrılınca cinsel isteğinin en üst noktaya ulaştığını anlattı. Eşcinsel erkek, bir erkeği önce cinsel olarak olarak arzularken; sağlıklı bir düzcinsel erkek bir kadını önce duygusal olarak arzuluyor, cinsel hisler duyguların ardından geliyordu. Bu bilgiyi bana daha ilk terapide söylemiştiniz ancak zihnimde soyut bir bilgi olarak kalan bu kuramın uygulamadaki yerini düzcinsel bir arkadaşımdan hele de cinsel isteği yüksek bir düzcinsel arkadaşımdan dinlemek, benim için kıymetli bir tecrübe oldu. 

*
   
Terapi sürecinde gerileme yaşamak çok doğal hatta olması gereken bir durum çünkü gerilemenin bir sebebi var ve bu sebep terapi odasında ortaya çıkartılıp gerekli müdahaleler yapılırsa gerileme birdenbire ilerlemeye dönüşüyor. Mesela fazla dinleyici rolünde olmanın beni gerilettiğini size söyleyince bana bu durumu aşabilmem için bazı tavsiyeler verdiniz ve o tavsiyeleri uygulayarak dinleyici rolünden kurtulmak beni ilerletti. Gerileme yaşamak danışanı ilerletiyor da duraklama yaşamak danışana nasıl etki ediyor? İşte bunu bilmiyorum. Şu sıralar bir duraklama yaşıyorum ve bu durumu nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Daha da kötüsü “duraklama aşaması”nın terapi sürecindeki yerini, vazifesini, sebebini ve sonucunu zihnime oturtabilmiş değilim. Hayatımın her aşamasında durgunluk yaşıyorum. Eşcinsellik bunalımlarını atlattıkça otuz yaş bunalımı meydana çıkıyor. Kariyerim konusunda endişeliyim, yeni arkadaş edinemiyorum, aile kurmak gibi bir niyetim yok, artık eşcinsel olmasam da düzcinsel olduğum da söylenemez vs. Zihnimin kepenkleri indirip kendini tadilata aldığını ümit ediyorum yoksa bu kadar durgunluk hayra alamet değil.

*
   
Bazı davranışlarınızı şahsıma yönelik algılamamaya karar verdim. Siz de bizim gibi bir savaşın içindesiniz ve o savaşın gereklerini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Yedi yıl aradan sonra eşcinsellik dışı bir sebeple size terapiye gelen Adanalı danışanınız beni ofisinizin dış kapısına kadar uğurlamıştı. Dış kapının önünde de on dakika kadar sohbet etmiştik, sonrasında beni yaşadığı şehre davet etmişti. Sosyalleşmeye neden bu kadar meraklı olduğunu anlayamamıştım. Bu süreci tecrübe ettikçe anlıyorum. Sosyalleştikçe eşcinsellikten kurtulmuştu ve anlaşılan bu savunma mekanizmasını ömrünün sonuna dek sürdürecekti. Öyle seziyorum ki siz yaşamınızın bir evresinde bir şeyden veyahut bir şeylerden korkmuşsunuz. Eşcinsel olmaktan olabilir, kendini gerçekleştirememekten olabilir, Edirne’ye hapsolup kalmaktan olabilir... Ben sizin ömrünüz boyunca bir erkeğe dahi cinsel çekim duyduğunuzu zannetmiyorum ancak aile hikayeniz ve kişilik yapınız sizi eşcinselliğe sürüklemeye çok müsait. Katil mizaçlı birisinin dedektif olması gibi siz de eşcinsel yapılanmaya müsait kişiliğinizi lehe kullanmışsınız. Sosyal medyada genellikle eşcinsellikle ilgili paylaşımlar yaptığınız için sizi tanımayan birçok insan sizin gizli eşcinsel olduğunuzu düşünüyor. Bir dedektife “gizli katil” denemiyorsa size de gizli eşcinsel denemez. Eşcinsel olabilecekken eşcinsel terapisti olmuşsunuz, burada garipsenecek hiçbir şey yok. Eşcinsellik korkunuza karşı belirli savunma mekanizmaları geliştirmişsiniz. Bu mekanizmalar işe yaramış olacak ki onları halen kullanıyorsunuz. İnsanlara karşı çıkmak olsun, fikirlerinizi ısrarla savunmak ve yaymak olsun hepsi sizin kendi savaşınızda kullandığınız silahlar ve o silahlar biz danışanlarınıza değil sizi bastırmaya çalışan içinizdeki ve dışınızdaki tehditlere yönelmiş durumda. (Terapiste alışma sürecimin hayatla barışma sürecimle atbaşı gitmesi de ilginç elbette.)
   
Terapi dışında sizinle iletişim kurmak bana hayli ilginç geliyordu. Hangi rolünüzle karşı karşıya bulunduğumu ve o rolün karşısında hangi rolü oynayacağımı şaşırıyordum. Karşımdaki terapist HK ise danışan Ömer, baba HK ise oğul Ömer, abi HK ise kardeş Ömer, hoca HK ise öğrenci Ömer olmalıydım. Zaman içerisinde bu kafa karışıklığı dağıldı. Kitapçıya gittiğinizde elinize rastgele aldığınız bir kitabın rastgele açtığınız sayfasında dahi eşcinsellikle ilgili bir mevzuyla karşılaşıyorsanız hayatınızı gerçekten eşcinsel terapi etrafında şekillendirmişsiniz demektir ve terapi dışında danışanlarınızla kurduğunuz her türlü iletişim de terapiye dahildir. Geçenlerde beni görüntülü aradınız ve telefonda bir saat kırk üç dakika konuştuk. Hem beni aramanıza hem de benimle uzun süre konuşmanıza şaşırdım. Bazen sizi aramak istiyorum ama korsan terapi talebinde bulunuyormuşum gibi görünmekten çekiniyorum. Gerçi zaten her gün benimlesiniz. Bana teklif edilen herhangi bir sosyalleşme talebini reddedecek gibi olduğumda görüntünüz gözümün önüne geliyor, sesiniz kulaklarımda çınlıyor ve o talebi reddedemiyorum.

Sizinle konuşurken ben gayri ihtiyari danışan rolüne girdikçe beni o rolden çıkarıyor; kardeş, arkadaş, öğrenci rollerimle iletişime geçiyordunuz. Size ilk terapiye geldiğimde beni lezbiyen bir danışanınızın terapisine almıştınız. Onun karşısında takındığınız tavır ile sadece siz ve ben varken bana karşı takındığınız tavır bambaşkaydı. Galiba çoklu rol ilişkilerinin yol açtığı olumsuzlukları rolleri birbirinden ayırarak önlüyorsunuz. Terapi süreci bittikten sonra iletişimimizin hangi rollerle devam edeceğini merak ediyorum.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 07 Mart 2024, 11:42:57 ös
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

03/03/2024
   
Eski DSM’de kesitsel yaklaşım benimsenmişken yeni DSM’de boyutsal yaklaşım benimsenmiş durumda. Artık hastalık var veya hastalık yok denmiyor, hastalığın hangi boyutta olduğuyla ilgileniliyor. Eskiden bir insan ya depresyondaydı veyahut değildi. Artık kişinin ne derecede depresyonda olduğuyla ilgileniliyor. Kişi 10 üzerinden 2, 3 veya 4 derecede depresyonda olabilir. Bu durumda Freud’un “Nevroz bir derece sorunudur.” sözüne geri dönülmüş oluyor. Freud’a göre yaşamakta olan herkes psikolojik olarak hastadır ve önemli olan bu hastalığın hangi derecede olduğudur.
   
Sizin eşcinsellikteki ölçütünüz öpüşmek ve penis ilgisi. Bir erkek başka bir erkekle öpüşmek istemiyorsa veyahut başka bir erkeğin penisiyle ilgilenmiyorsa o kişi eşcinsel değildir diyorsunuz. Bir erkeği beğenmeyi veyahut bir erkekle temas ederken erekte olmayı eşcinsellikten saymıyorsunuz çünkü duygusal tatmin yaşandığında da erekte olunabildiğini savunuyorsunuz. Sağlıklı bir heteroseksüelin eşcinsellik seviyesi 10 üzerinden 0 ila 1 arasındadır diyelim. Çünkü sadece bakıyor, “yakışıklı adammış” diyor ve bir saniye sonra unutuyor. Öpüşmek ve penis ilgisine 10 üzerinden 5 verelim. 10 üzerinden 0-1 arasındakileri “heteroseksüel”, 1-5 arasındakileri “eşcinsel eğilimli”, 5-10 arasındakileri “eşcinsel” olarak sınıflandırabiliriz. Narsist eğilimleri olan herkesin narsist, borderline eğilimleri olan herkesin borderline olduğunu söyleyemeyeceğimiz gibi eşcinsel eğilimleri olan herkesin de eşcinsel olduğunu iddia edemeyiz.
   
Peki ben bu derecelendirmenin neresinde duruyorum? Bir erkeğin dudaklarıyla veyahut penisiyle en son ne zaman ilgilendiğimi hatırlamıyorum. Bu durumda kesin olarak 10 üzerinden 5’in altında bulunuyorum. Kendimin 10 üzerinden1 ila 2 arasında durduğumu söyleyebilirim. Çünkü sadece sosyalleşemediğim zamanlarda hemcinslerime karşı “tatsız bir his”le doluyorum ki bu hissin cinsellikle bir alakası olduğunu zannetmiyorum. Hem zaten illa birisiyle cinsellik yaşayacaksam bu kişinin kadın olmasını isterim, erkek olmasını asla istemem. Şu sıralar durakladığımı düşünüyorum fakat belki de fark etmeden 10 üzerinden önce 4’e sonra sırasıyla 3’e ve 2’ye inmiş ancak gelişim bir anda olmayıp uzun bir sürece yayıldığı için gelişimi fark edememişimdir.

*
   
Gayriihtiyari bir şekilde bir erkeğin omzuna elini atmak, kolundan tutmak veyahut ayakkabısının ucuna ufak bir tekme atmak gibi olağan düzcinsel davranışlarında bulunduğumu hayretle gözlemliyorum.

*
   
Hayatımdaki durgunluğu belki de bu kadar abartmamalıyım. “Her gün birisiyle buluşmazsam gerilerim.” gibi gerçekdışı düşünceleri zihnimden atmalıyım. İki üç günde bir buluşsam ne olur ki? Evet bir arkadaş grubunun içine girsem veyahut sadece bir kişiyle çok yakın bir iletişimim olsa hızla iyileşeceğimin ben de farkındayım ama elinden ancak bu kadarı geliyor. Kimi spor salonuna, kimi tiyatroya, kimi ney kursuna giderek sosyalleşiyor. Bende hiçbirisi yok. Nasıl sosyalleşileceğini bilmiyorum. Bu durgunluk da fena değil sanki. Bir pazar akşamı bu satırları yazıyorum ve iki gündür kimseyle pek irtibatım olmadı. Bol bol uyudum, biraz kitap okudum, tıraş oldum, spor yaptım, sohbet dinledim, evi temizledim, yemek yaptım, yazı yazdım, yürüyüş yaptım, okulun içindeki gölün karşısında oturup tek başıma kahve içtim... Bazen ardı ardına her gün birileriyle vakit geçiriyorum bazense günlerce kimseyle konuşmuyorum. Galiba Bulgar göçmeni eski danışanınızın “Terapi sürecini akışına bırak!” tavsiyesine uyup gerisine karışmamak en iyisi.

*
   
Terapilerle birlikte mükemmeliyetçilik gibi bazı psikolojik kusurlarım da zayıflamaya başladı. Geçen sene bizim üniversite camisi imamının saçmalamalarına deli olurdum. Halbuki CİMER şikayetinden fazlası elimden gelmezdi ki onu da yapmıştım ve etkili olmuştu. Uzun bir aradan sonra üniversite camiinde cuma namazı kıldım. Herif vaazda ve hutbede saçmalamaya devam ediyordu. Bu sefer o kadar tetiklenmedim. Şikayetimi yapıp gerisine karışmayacağım. Caminin dibinde ilahiyat fakültesi var, o kadar ilahiyat talebesi ne işe yarıyor? Yirmi tanesi vaazda olay çıkartıp, olanları videoya alıp, videoyu sosyal medyada yaysa o herifi derhal açığa alırlar. Fazla abartmadan mücadeleci bir tavırla hayatımı yaşamaya çalışıyorum. Devlet kurumlarında sıkça söylendiği gibi: “Dik dur ama diklenme!” Cuma namazına rahatça yetişebilelim diye cuma günü öğle yemeğinin on dakika erkene alınmasını sağladım. Vekalet ücretlerinin dağılımı konusunda koordinatör avukata usulünce itiraz ettim. Bana hak verdi ve dağılımı değiştirdi. Tüm bu karşı çıkmalar bana iyi geldi, özgüvenimi tazeledi. Ben bazı yanlışlılara itiraz edince çalıştığım kurumda beni hem takdir ediyorlar hem garipsiyorlar. Küfretmeden, hakaret etmeden, devlete isyan etmeden bazı uygulamalardan duyduğum rahatsızlığı belirtmemin ne sakıncası olabilir ki? İnsanları anlamak çok zor. Sadede gelecek olursak mükemmeliyetçilik şemamın zayıflamasından -ki narsizmin iki temel şemasından birisidir- memnunum. Hayat bu şekilde daha güzel. “Felaketleştirme” huyumu aşamadım. Mesela dişim ağrıyınca dişimin çekilmek zorunda olduğunu zannediyorum ve elbette dişim çekilmiyor. Bazı işleri bazı gün ve vakitlerde yapma takıntım vardı, onu kısmen aştım. Evet, tırnakları pazar günü yerine cumartesi günü kesince ölünmüyormuş, bizzat tecrübe ettim. Ancak halen hafta içi yemek yapamıyor ve evi temizleyemiyorum, ikisinin de hafta sonuna ait işler olduğunu düşünüyorum. “Ya hep ya hiççilik” huyundan kurtulduğumu zannediyorum. Mesela o gün kendime dört saat kitap okuma hedefi koymuşsam ancak üç saat elli dakika okuyabilmişsem sinirden küplere biniyor, kendimi başarısız sayardım. Ben neden kendime bu kadar eziyet ediyormuşum ki? Ya kaza yaparsam, ya eşyalarım bozulursa, ya dişim ağrırsa gibi takıntılarım vardı, bunları yaşayarak aştım. İki sene önce bir arabaya 80 km/s hızla çarptım; ikimizin de aracı pert oldu. Birkaç ay önce evimin elektrik devreleri kısa devre yaptı hem bilgisayarımın hem telefonumun şarj aleti yandı. Bu hafta sonumu da diş ağrısıyla geçirdim, insanın bir uzvu ağrıyarak da birçok işi halledebileceğini yaşayarak tecrübe etmiş oldum. İnşallah geriye kalan takıntılarımı yaşamaya gerek kalmadan aşabilirim. Velhasıl eşcinsellik zayıfladıkça başka rahatsızlıklar da çözülüyor, başka rahatsızlıklar çözüldükçe eşcinsellik de zayıflıyor. Ama maalesef bu denklemin tersi de doğru: Eşcinsellik kuvvetlendikçe başka rahatsızlıklar da kökleşiyor, başka rahatsızlıklar kökleştikçe eşcinsellik de kuvvetleniyor.

04/03/2024
   
İki gün önce sabah 7:30’da babam aradı. “Bu saatte hayırdır inşallah!” diye düşünerek telefonu korkuyla açtım. Ses tonunun sakinliğinden ötürü olağanüstü bir durum olmadığını anlayıp rahatladım. Bir buçuk saat sonra duruşmam olduğu için de acele ediyordum. Hal hatır sorduktan sonra ağzındaki baklayı çıkarttı. Kardeşimin oturduğu binada bir ev satılıkmış, onu bana almak istiyormuş. Şimdilik ev sahibi olmayı düşünmediğimi, bir süre eşyalı 1+1 kiralık bir evde yaşayacağımı söyleyip teklifini reddettim. Ben bunu deyince komşumuzun Adana’da 1+1 boş evi olduğunu, istersem ona yerleşebileceğimi söyledi. Bu teklifini de reddettim. Sonra bana Kuveyt Türk’ün ilk evini alanlara kampanya düzenlediğini, ben de Kuveyt Türk müşterisi olduğumdan evi benim üzerime almak istediğini söyledi. Bu teklifini de reddettim. Hiç üstelemeden “Peki” deyip telefonu kapattı. Peki ben gerizekalı mıyım da çoğu kişinin bir ömür boyu peşinde koştuğu bir imkanı tek hamlede elimin tersiyle itiverdim? Gerizekalı olduğumu zannetmiyorum sadece narsistik kişilik bozukluğu olan insanları çok iyi tanıyorum. Onların zihin yapıları çok farklıdır. Erişkin bir insan gibi değil beş yaşındaki bir çocuk gibi düşünürler. İyilik yaptıkları insanları köleleri olarak görürler. 5 yaşındaki bir çocuk eğer oyuncaklarını topladıysa her istediğini yapmaya hakkı olduğunu düşünür değil mi? Narsistler de benzer şekilde düşünür. Geçen sene bu vakitlerde şu an içinde yaşamakta olduğum ve bir sene boyunca birçok sıkıntı çektiğim bu kötü eve beni “geçici bir süre” kalacağım gerekçesiyle yerleştirdi. Elbette ona karşı çıkmasını bilirdim ancak ertesi gün göreve başlamam gerektiğinden ve her şeyi aceleye getirerek tüm algılarımı alt üst ettiğinden karşı çıkamadım. Planı belliydi: Hem onu terk ettiğim için benden intikamını almış olacaktı hem de kötü bir kiracılık tecrübesinin sonunda kendimi onun satın aldığı eve atacak böylece tekrardan onun hükmü altına girmiş olacaktım. Onun plansız hiçbir adımı yoktur, on sene sonrasının dahi hesabını yapar. Ben onun teklifini reddederek onun planını bozmuş oldum. Hem onun satın aldığı eve yerleşmenin terapi sürecini kötü etkileyeceğinin de farkındayım. Bu kadar aşama kat etmişken geriye dönemem.
   
Babama karşı öfkeli değilim. Terapinin bir aşamasında ona karşı öfke doluydum ancak geçti. İlerleyebilmek için öfke bağından da kurtulmak gerekiyor. O şimdi benim için benden fiziki olarak yüz kilometre uzakta yaşayan, kendisine karşı bazı hak ve sorumluluklarımın bulunduğu bir ebeveynden ibaret.

05/03/2024
   
Birkaç gündür farklı olaylar yaşıyorum. Fazla sosyallik yaşamamama rağmen eşcinsel eğilimlerim kuvvetlenmiyor aksine zayıflıyor. Okulda veyahut iş yerinde yaşadığım ufak ama kaliteli sosyallikler benim için yeterli oluyor. Mastürbasyon yaparken hayal ettiğim kadınlara yine hayalen çok sadistçe davranmaya başladım, onları sadece bedenden ibaret görüyorum. Gün içinde canım sıkılırsa aklıma bir kadınla cinsellik yaşadığım hayali geliyor. Canım sıkkın değilken de aklıma kadın cinselliği gelebiliyor ve hafifçe erekte olabiliyorum. Ergenlik öncesi dönemde aklıma erkek hayali geldikçe heyecanlanır, hafifçe erekte olurdum. Aynı süreci tersinden yaşıyorum. Ergenliğe yeni girmiş, kadın cinselliğini yeni keşfeden on iki yaşındaki bir erkek çocuğu gibi hissediyorum kendimi. İnançlı olmasam her gün farklı bir kadınla beraber olma yoluna gidebilirdim. İlgi alanıma girebilecek erkeklere rastladığımda sadece biraz heyecanlanıyorum ama bu heyecandan rahatsız olmuyorum çünkü birkaç saniye sonra geçiyor ve heyecanın cinsel isteğe dönüşmemesinden ötürü mutlu oluyorum. O tatsız hissi de yaşamıyorum. Bazen içimden bazı kadınlara karşı adım atmak geliyor sonra kendimi geri çekiyorum. Eğer bu hislerim bir süre daha devam ederse ve tipik bir eşcinsel davranışı olan iyi çocuk rolüne girme halini yaşamıyorsam durgunluk aşamasından başka bir aşamaya geçmiş olacağım. Terapi süreci engebeli bir koşu parkuruna benziyor, sürecin her aşaması krizlerle dolu ve eğer kriz sağ salim bir şekilde atlatılabilirse kriz hâli gerçek hayatta olduğu gibi ilerlemeyle sonuçlanıyor.
   
Galiba kadın üzerinde tam hakimiyet kuracağıma inanınca bazı değişimler başladı. Erkek üzerinde hiçbir zaman bu kadar yüksek bir hakimiyet duygusu hissetmemiştim. Çünkü iki tarafta da kılıç varsa her zaman için savaş çıkması ve savaşın sonucunda yenilme ihtimali mevcuttur. Benim şimdiki hislerimi bir arkadaşım kendisi yaşıyormuş gibi anlatsa onun ya gizli eşcinsel olduğuna veyahut eşcinsel eğilimleri olan bir düzcinsel olduğuna hükmederdim. Zaten erkeklik dediğimiz kavram kadınla duygusal bağ kurma yeteneğinden ibaret değil mi? Kadınla duygusal bağ kuramayan erkeğin erkekliği eksik geliyor bana. Yine Zahid Efendi’nin: “Bir kadını idare edemeyene ben erkek mi derim!” sözüne geliyoruz. Babama bakacak olursan haşin, sert, öfkeli, dediğim dedik, baskın, güçlü bir erkek. Ama annemle duygusal bağ kuramıyor. Neden? Çünkü erkekliği eksik. Çünkü erkeklik kırıp dökmekten ve cinsellikten ibaret değil. Eğer mesele cinsellik yaşamaksa birçok eşcinsel erkek sırf denemek için bile olsa kadınlarla cinsel ilişki yaşıyor ancak bu yaşantılar onları erkekleştirmiyor çünkü duygusal bağ kurulmuyor. Bana, “Baban seni duygusal olarak hiç beslememiş.” demiştiniz. Kendisinde yokmuş ki beni beslesin.

07/03/2024
   
Erkeklere karşı o tatsız hissi artık nadiren yaşıyorum. Hayatım bir düzen içinde devam ediyor. “Her gün muhakkak biriyle buluşmalıyım!” takıntısını aşmak bana iyi geldi. İşten eve geldikten sonra biraz dinleniyor, ardından akşam yemeğini yiyor, daha sonra da yürüyüşe çıkıyorum. Yürüyüş sona erip eve dönünce bilgisayarın başına oturup yazı yazıyorum. Yazmaktan yorulunca biraz müzik dinleyip ardından uyuyorum. Hafta sonlarını ev işi yaparak ve dinlenerek geçiriyorum. Fazla geç yatıp gündüzleri uykusuz kalmaktan başka bir sorunum yok. Bugün bir kira sözleşmesi imzaladım, inşallah en kısa zamanda başka bir eve taşınacağım. Hayat akışında devam ediyor. “Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 15 Mart 2024, 07:51:56 ös
Tamamen silinmemek veya insanları tamamen köle etmemek şartıyla dediğin gibi o hiyerarşiden herkes memnun çünkü o hiyerarşi herkesin mizacına göre oluşuyor. Çekinik olan baskın olanın liderliğinde rahat ediyor veyahut bir yerde çekinik olan başka yerde baskın, bir yerde baskın olan başka yerde çekinik olabiliyor.

Escinsel erkek kendini bu hiyerarşinin dışında konumlandırıyor. Kök olmayı da gövde olmayı da yaprak olmayı da kabul etmiyor. Canlı olmayı kabul etmiyor. Canlı olmayınca taş oluyor, toprak oluyor, cansız oluyor. Gri bölge yani bunalım bölgesi tam olarak cansızlık bölgesi, ölüm bölgesi. O hiyerarşiye katılmayınca canlı olamıyoruz, erkek olamıyoruz. Mutfak penceresi önünde oturup, sokakta futbol oynayan erkek çocuklarını izleyen, anasına bağımlı, uysal çocuk olarak kalmaya mahkum oluyoruz.

HK bana bir erkekle çok yakın bir duygusal ilişkim olması gerektiğini söylediğinde epeyce şaşırmıştım. Nasıl yani, sekiz yıl yurtta kalmıştım ben, yüzlerce arkadaşım olmuştu, bunu bugüne dek başaramamış mıydım? Neyse dedim hocayı dinleyelim bakalım. Mersine, bir arkadaşımı ziyarete gittim. Bir kafeye oturup sohbet ettik. Daha önce bahsetmedigim konulardan bahsettim ona, kendimi açtım. O da bana kendini açtı. İkimiz de birbirimizle daha önce kurmadığımız derinlikte bir iletişim kurduk. O günden sonra erkek cinselliği bitti benim için. Sonraki terapide HK, "Yüzde seksen iyileştin." dedi. Velhasıl ne yapıp edip o sistemin içine girmemiz gerekiyor. Sistem dışı kalmak demek ölmek demek.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 29 Mart 2024, 10:17:21 ös
Çalıştığım kurumda kadınlar bitmez tükenmez bir iletişim halindedir. Çaylar içerler, kahveler içerler, evlilik konuşurlar, doğum konuşurlar, konuşurlar da konuşurlar... Kadınların birbirine olan ihtiyacı erkeklerin birbirine olan ihtiyacından daha fazla sanki. Hele bir de ölüm, evlilik, doğum gibi büyük bir olay yaşanmayagörsün... Hepsi toplanır, büyük bir toplantı yaparlar ve saatlerce konuşurlar. Çalıştığım odada bugün biri kırk, biri otuz beş, biri yirmi beş yaşında olmak üzere üç kadın konuşuyordu. Konu daha çok evlilik gibiydi ve bekar olan yirmi beş yaşındakini ilgilendiren pek bir şey yoktu ama o kız konuşulanları hipnotize olmuş gibi dinliyordu adeta o büyük kadınlardan kadınlık öğreniyordu. Orada eşcinsel bir kadın olsaydı direk kendini soyutlar, hiçbir konuşmaya katılmazdı herhalde. Bir de kurumda iki tane evlenmemiş bayan var. Nedense onların kadınlığı eksik geliyor bana, diğer kadınlarla çok yüzeysel iletişim kuruyorlar, derine inmiyorlar, diğer kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Kadınlıkları eksik kalmış da ondan evlenememişler gibime geliyor. Diğer kadınlara nazaran çok daha cansız ve donuklar. Kendi cinsiyetinin cinsiyet rollerini benimseyememis insanlar ister eşcinsel olsun, ister düzcinsel daha donuk ve yavan oluyor.

Kendi hikayemden de bahsedeyim. Annesinin başörtüsünü takan, eteğini giyen bir erkek çocuğuydum ben. Ama sonra taşraya taşındık daha eril bir ortam vardı orada. Sonra sekiz yıl erkek yurdunda kaldım. Hemcinslerime karşı ne kadar duvar orsem de bana bir şeyler geçmiş olmalı ki bekleme odasındayken diğer danışanlar hal ve hareketlerimlerimin erkeksi olduğunu söylüyorlardı. Şu an hemen hemen tüm erkek konularını konuşabilirim. Para, araba, tamirat, din, siyaset... Halen zorlandığım oluyor ama zorlukların üzerine gitmemiz gerekiyor.

Velhasıl hocam erkeklik erkeklerden, kadınlık kadınlardan öğreniliyor. Kadın gibi olmak istiyorsan zorlansan da canın yansa da saatlerce, günlerce, yıllarca kadın ortamlarında bulunman lazım, büyük bir sabır göstererek... Başka bir çözümü yok gibime geliyor.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 29 Mart 2024, 10:19:04 ös
Bizim kurumdaki evlenememislerde o kendini kaybetme yok mesela. Gözlemci gibiler adeta. Oyunu oynamıyorlar sanki, sadece izliyorlar. Oyuncu değil izleyiciler. İşte o izleyicilikten oyunculuğa geçince çok şey değişiyor gibime geliyor. Sahne benim sahnem, ışıklar beni gösteriyor, oyuncu benim demek çok önemli. Yoksa kendini soyutlayınca olmuyor. İzleyicilik gerekli ama yeterli değil. İstediğimiz kadar matkap kullananları izleyelim, kendimiz kullanmadıkça öğrenemeyiz.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 01 Nisan 2024, 02:40:14 ös
Heteroya aşık olmak bunalıma sokmuyor çünkü aradığımız şey onda mevcut. Aradığımızi duygusal yolla elde etmekte hiçbir sakınca yok. Escinsele aşık olmak ise bunalıma sokuyor çünkü aradığımız onda da yok. Yok olan varmış gibi davranıyoruz ama bir noktada iş illaki rayından çıkıyor. Hangi oyun sonsuza kadar devam ettirilebilir ki?

Bir de sağlıklı hetero bir insanı sevmek rahatsız etmiyor çünkü bizdeki arızaları onun sağlıklı yapısı dengeleyebiliyor. Bizdeki iniş çıkışları, normal dışılıklari hetero erkek kaldırabiliyor. Eşcinsele aşık olunca büyük sorunlar ortaya çıkıyor çünkü iki taraf da sıkıntılı. İki taraftaki sorunlar birbiriyle etkileşerek bambaşka büyük sorunlara yol çıkıyor. Dikenler birbirine sürtünce iki tarafı da kanatıyor.

Velhasıl heterolarla vakit geçirmeli, onlarla arkadaş olmalıyız. İllaki birine aşık olacaksak yine heteroya aşık olmalıyız. Zaten tüm bunlar başımıza zamanında hemcinslerimizle kaliteli ilişkiler kuramadığımız için gelmedi mi?

5 yaşından 80 yaşına kadar her yaştan erkek grubunu gözlemliyorum. Hepsi birbiriyle iletişim kuruyor. 5 yaşındakileri görünce 5 yaşındaki, 15 yaşındakileri görünce 15 yaşındaki hallerim aklıma geliyor. Hiç böyle arkadaşlıklar kuramadığım için üzülüyorum. Altı aydır otuz senenin ilişki eksikliğini gidermeye çalışıyorum. Çok zorlanıyorum. Her şeyi zamanında yaşamak en güzeliymiş.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 03 Nisan 2024, 11:32:07 ös
Tüm sorunun kaynağı olduğu için önce babamı psikiyatriste götürmek için çabaladım olmadı. Sonra babama karşı mücadele edebilmesi için annemi psikologa götürmeye çalıştım kabul etmedi. En sonunda kendim psikologa, HK ya gittim. Ondan sonra ailemin bana karşı tavırları değişti. Aile dinamikleri kuramı olması lazım bir psikoloji kuramına göre aile bir çarklılar sistemi gibidir ve bir bireyinde meydana gelen değişiklik tüm aileyi etkiler, değiştirir. Kimseyi değiştirme gücümüz yok ama kendimizi değiştirme gücümüz var. Ailemiz değişse biz değişecektik ama olmadı. O zaman biz değişeceğiz ve böylece ailemiz değişecek. Çarkı tersinden döndüreceğiz.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 03 Nisan 2024, 11:32:37 ös
Eziklik duygusu doğuştan gelmez. Başkaları bize ezik hissettirdiği için ezik hissederiz. O yüzden öncelikle ya bize ezik hissettiren insanlardan uzaklaşmamız gerekir veyahut onları alt edip onları bizi ezemeyecekleri hâle getirmemiz gerekir. Bunun dışında başarılı olduğumuz alanlara yönelebiliriz. Sporla fizigimizi düzeltebiliriz. Kendi paranı kazanmak apayrı bir özgüven kazandırıyor. Ayrı eve çıkmak, kendi işini kendin görmek, yemeğini yapmak, çamaşırını yıkamak iyi hissettiriyor. Kendimize has bir giyim tarzımız olursa herkes bize değerli insan muamelesi yapacaktır bu da bizim kendimiz hakkındaki fikirlerimizi etkileyecektir. Bulunduğumuz ortamda varlığımızı hissettirmeliyiz. Dinimizi, ideolojimizi, görüşümüzü vs. savunmaktan çekinmemeliyiz. Kim ne der diye düşünmeden öfkemizi muhakkak ifade etmeliyiz. Haksızlık karşında susmamalı, mücadele etmeliyiz. Bizi seven, bize değerli olduğumuzu hissettiren insanlarla iletişim kurmalıyız. Aklıma gelenler şimdilik bunlar.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 03 Nisan 2024, 11:34:27 ös
Ve ozguveni ilişki yaşayarak veya porno izleyerek başkasının erkeklik organından veya erkeksi vücudundan elde etmeye çalışmak yerine kendi erkekliğimizi inşa etmeliyiz. Hal, hareket, tavır, tarz vs her şeyle.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: psikolog - 03 Nisan 2024, 11:37:04 ös
Hayır söylememiştim ama Hk ya gidince eril meselelere ilgim arttı. Artık inşaat, para, araba çok şey konuşabiliyoruz babamla. Anlaştığımız noktalar artınca anlaşamadığımız noktalar daha geri planda kaldı. Bir de kendisinde narsistik yapılanma söz konusu. Ben Hkya gidip daha güçlü bir insan olunca benimle çatışmak yerine daha uzlaşmacı bir yol izlemeyi tercih ediyor artık.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 24 Nisan 2024, 12:58:04 öö
ONUNCU TERAPİ

11/03/2024
   
Bir erkeği görünce heyecanlanabiliyorum ancak devamı gelmiyor, daha ilerisini düşünmüyorum. Bu heyecanlanma hoşuma gidiyor çünkü cinsel isteğe dönüşmüyor, bana zarar vermiyor, o tatsız his oluşmuyor. Beğendiğim erkeğe sahip olmak istemiyorum, onun dış görünüşünü kıskanmıyorum, onu tanrılaştırmıyorum, onu hor görmüyorum. Sadece aradığım erkeksiliği onda görmek beni heyecanlandırıyor o kadar.

12/03/2024
   
Benim terapiye başlama amacım evlenmek veyahut çocuk sahibi olmak değildi. Yaşadığım rahatsız edici cinsel gerilimden ve ağır depresif belirtilerden kurtulmak istiyordum. Terapi benim için için yüzde doksan beş oranında hedefine ulaştı. Hemcinslerime karşı cinsellik hissetmiyorum. Depresif ruh halinden uzak bir şekilde gündelik hayatıma devam edebiliyorum. Gerçi evlenmek ve çocuk sahibi olmak hususunda da bana yardımcı olmaya çalıştınız ancak ben maalesef bu konuda istekli değildim. Gerçi koca ve baba olmanın anahtarlarını da bana verdiniz. Ailemde gerçek bir koca ve baba görmediğim için bu ikisinin hayalini kuramadığımı, sağlıklı erkeklerle vakit geçirdikçe koca ve baba olma hayallerinin zihnimde belireceğini söylediniz.
   
Terapi süreciyle birlikte anladım ki benim eşcinsellik diye bir sorunum yokmuş sadece bağ kurma sorunum varmış. Bağ kurma sorunu kendisini eşcinsellik olarak göstermiş. Okb olarak, sosyal fobi olarak, çoklu kişilik bozukluğu olarak da gösterebilirmiş ancak hem mizacımın hem de çevrenin etkisiyle bağ kurma sorunu eşcinsellik olarak yüzeye çıkmış. Bağ kurma sorunu sebep, eşcinsellik sonuçmuş. Benim yapraklarım soluyormuş ancak asıl sorun köklerimin susuz kalmasıymış. Ben sevgiyle sulanmamışım. Sonraları bu susuzluk haline öyle alışmışım ki bana sunulan sevgi tekliflerini reddetmişim, susuzluğa hapsolmuşum. Sadece erkeklerle değil cinsiyet fark etmeksizin tüm insanlarla bağ kurma sorunu yaşıyorum. Ailemle, arkadaşlarımla, toplumla, terapistle, herkesle... Adanalı eski danışanınızla birkaç gün önce göl kenarında buluştuk. İş aradığını, Türkiye’nin herhangi bir yerine gidebileceğini ancak size yakın bir şehri tercih etmek istediğini söyledi. Kendimi tuhaf hissettim. Süreci tamamlayalı yedi yıl olmuştu, yedi yılda bir kez terapiye gelmişti ancak halen size yakın olmak istiyordu. Sizinle bu kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzüldüm. Evet süreç ilerledikçe sizi daha çok sevdim size daha çok yaklaştım ama maalesef onun kadar size yakın değilim halen. Terapi süreciyle birlikte insanlarla aramdaki on duvarın üçü yıkıldı, geriye kalanını da yıkmak benim çabama bakıyor artık.
   
Terapideyken bana, “İyileştik diyebiliyor muyuz?” diye sordunuz. Büyük engellerden kurtulduğumu söyleyebilirim, şimdi daha küçük engellerle uğraşıyorum. İyileştim diyemesem de hasta değilim diyebilirim.
   
Biliyorum gelene neden geldin, gidene neden gittin diye sormazsınız ancak son birkaç terapide sürecin sonuna yaklaştığımızı ima eden sözleriniz oldu. “İyileştik diyebiliyor muyuz?” sözünüz, terapi sürecinin sonuna geldiğimizi ifade ediyordu. Bir sonraki terapi için bilet almadım, muhtemelen son terapiyi gerçekleştirdik. Büyük bir bunalım yaşamazsam veyahut hayatımda büyük bir değişiklik meydana gelmezse bir süre terapiye gelmeyeceğim gibi görünüyor. Konuşulacak her şeyi konuştuk, açılması gereken tüm sandıkları açtık. Birkaç gün önce ya son perdeyi oynadık veyahut ilk perdenin son sahnesini oynadık. 21 Ekim 2023 tarihinde başladığım terapi sürecini 9 Mart 2024 itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Size beş buçuk aylık bir süre içerisinde on kez terapiye geldim. İyileşmek için olağanüstü bir çaba harcadım. Çok güzel bir mesafe kat ettik, bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. Sizin ofisinize gelmeden önce ben kendi değerimin farkında değildim. Kalemimin kuvvetli olduğundan, değerlendirme yeteneğine sahip olduğumdan dahi haberim yoktu. Siz ve danışan kardeşlerim yazılarımı ve fikirlerimi takdir ederek beni epeyce duygulandırdınız ve cesaretlendirdiniz. Sıradanmışım gibi yaşamak beni çok yoruyordu. Farklı yönlerimi ne ailem ne de çevrem fark ediyordu. “Bir dürr-i yetimem ki görmedi beni umman” dediği gibi Yunus’un, kayıp bir inciydim ve içinde bulunduğum deniz dahi benim farkımda değildi. Farklı yönlerimi gizleyerek yaşamak zorundaydım çünkü kendimi açtığım an kıskanılıyor, garipseniyor ve susturulmaya çalışılıyordum. Siz ve danışan kardeşlerim beni susturmadınız, yeteneklerime haset etmediniz aksine beni teşvik ve takdir ettiniz. Hatta zehirli oklarıma hiç ses çıkarmadan göğüs gerdiniz.  Size ve kardeşlerime minnettarım.

Benim reçetem belli: Hemcinslerimle sosyalleşeceğim, insanlarla bağ kuracağım ve bağ kurdukça iyileşeceğim. Bağ kurmazsam, yalnız kalırsam da maalesef gerileyeceğim. Şu an bulunduğum konum itibariyle erkeklere karşı cinsel ilgi hissetmiyorum, duygusal ilgi hissediyorum. Sadece onlarla konuşmak ve bolca vakit geçirmek istiyorum. Kadınlara karşı ise hem duygusal hem cinsel ilgim var. Eşcinselliğin bir ölçütü olarak evde tek başınayken aklına eşcinsel hayaller gelip gelmemesini söyleyebiliriz belki. Benim aklıma gelmiyor çok şükür. Geçenlerde rüyamda bir kulübe gittiğimi ve orada yüksek bir masanın önünde öylece dikildiğimi gördüm. Masama bir kız geliyor, sevgilim olup olmadığını soruyordu. Ben de olmadığını söylüyordum. Söz ve davranışlarıyla beni kendisine çekmeye çalışıyordu. Onunla birlikte olmak için istek duyuyordum ancak psikolojik olarak sağlıklı bir insan olmadığını düşündüğüm için onu reddediyordum.
   
Terapideyken size babamın ev teklifini reddettiğimi söylediğimde bana başka ihtimallerden bahsettiniz. Hem ev teklifini kabul edip hem de ona ezilmeyeceğim bir yol bulup bulamayacağımı sordunuz. Onun bilinçdışında bana karşı bir nefret var. Bana karşı hissettiği tek duygu nefret dersem haksızlık etmiş olurum ancak bana karşı hissettiği duygulardan birisi de nefret. Üniversite dönemim öncesinde yeterince erkeksi ve saldırgan olmadığım için benden nefret ediyordu, şimdi ise fazla saldırgan olup onun bileğini büktüğüm için benden nefret ediyor. Kendi öz oğlundan nefret etmeyi kendisine yakıştıramayacağı için bu nefretini bastırıyor. Hatta nefretini bastırabilmek için bana bugüne dek hiç olmadığı kadar iyi ve kibar davranıyor. Bastırdığı nefret yok olmuyor, benim hakkımda verdiği kararlarda kendisini gösteriyor. Bilinçdışında benden nefret ettiği için benim hakkımda hep en isabetsiz kararları veriyor. Bu yüzden kendimle ilgili hiçbir meseleye onu dahil etmek istemiyorum. O benim denklemimi bozuyor. Onu denklemden çıkarınca hayatım yoluna girdi. Geçen sene bu vakitlerde benim için uygun gördüğü o berbat evde bir sene boyunca yaşadım. Şimdi benim için satılık ev bulsa yine aynısını yaşayacağız. Ben bu sahneyi otuz yıldır defalarca izledim, bir defa daha izlemeye artık tahammülüm kalmadı. Benden nefret etmesini hiçbir şekilde üzerime alınmıyorum çünkü bana soracak olursanız o herkesten nefret ediyor. Kendinden güçlülerden daha güçlü oldukları için, kendinden güçsüzlerden daha güçsüz oldukları için nefret ediyor. O da benim gibi bağ kurmayı bilmiyor. Psikoterapi kuramları dersinde psikodramanın kurucusu Moreno’nun görüşlerini işliyorduk. Moreno’ya göre sağlıklı olmanın üç şartı mevcut bulunuyor: 1- Spontanelik (kendiliğindenlik) 2- Yaratıcılık 3- Eylem. Bizim gibi nevrotik insanlar spontane değiller, her hareketimizi kendimiz ayarlıyoruz. Otomatik değiliz de manuel'iz adeta. “Mış gibi” yaşıyoruz. Sağlıklıymışız gibi, heteroseksüelmişiz gibi, hiçbir sorunumuz yokmuş gibi... Ancak bu “mış gibi” yaşamak belli bir süre sonra çeşitli sorunlara yol açıyor. O şişmeye, o yapmacıklığa dayanamıyoruz ve kimimiz cinselliğe, kimimiz mastürbasyona yöneliyor. Babamın spontane olmadığını düşünüyorum. Hal ve hareketleri gözümün önüne geliyor da gülümsemesinden adım atışına dek tüm tavırları yapmacıktır. Bağ kurma sorunu ve spontane olmama hali maalesef olduğu gibi ondan bana geçmiş. Annemin babamın dikenlerinden etkilenmemek için kendini donuklaştırıp betona çevirmesi de sorunuma tuz biber olmuş. Buhran dönemlerinde yapaylığı iliklerime dek hissediyorum. Buhran zamanlarında içimden geldiği için değil yürümüş olmak için yürüyor, yazmış olmak için yazıyor, çalışmış olmak için çalışıyorum. “Yapmacık da olsa hareket etmek, hiç hareket etmemekten iyidir.” diye düşündüğüm için zorlanarak da olsa gündelik hayatıma devam ediyorum.

14/03/2024
   
“Terapi” vatsap grubuna yazdığım bazı mesajları bazı ufak değişliklerle buraya aktarmanın uygun olacağını düşündüm. İnşallah faydalı olur.

*
   
Hepimizin farklı farklı hikayeleri var ama ortak birçok nokta var. Biz birilerinin fiziksel veya psikolojik olarak tacizine, tecavüzüne maruz kalmışız. Erkekliğimiz yara almış. Ergenliğe girince zihnimizde şu düşünce beliyor: “İnsan düştüğü yerden kalkar. Ben cinsellikten düştüm, cinsellikten ayağa kalkacağım.” Böyle düşününce porno, mastürbasyon ve cinsel ilişki çukurunun içine düşüyoruz. Halbuki bu düşünce doğru değil. Aslında biz duygudan düştüğümüz için bizim duygudan ayağa kalkmamız gerekiyor. Çünkü tacize uğrayınca, “Ben yeterince erkek olmadığım için tacize uğradım.” diye düşündük. Önce düşünceden kaybettik, cinsellik ardından geldi. O yüzden terapi sürecinde önce duygu ve düşünceden tamir olacağız, davranış (cinsellik) ardından gelecek.

*

Erkek düşünmek erkeği sömürüyor. Erkek düşünmek erkeği zenginleştirmiyor. Erkek doğurgan değil, erkek ile erkek ilişkisinin bir sonraki aşaması yok, ilerleme yok, ilerlemenin olmadığı yerde gerileme var. ("Duran devrilir.", "Uçmayı bırakan düşer.", "Yüzmeyi bırakan boğulur." kuralı) Erkekle çatışıyorsun, erkekle savaşıyorsun, kılıçlar çarpışıyor. Erkek kara delik gibi. Kendine doğru çekiyor ama var kılmak için değil yok etmek için çekiyor.
Şunu da eklemek isterim ki; erotik sınıra (penis, oral, anal, öpüşme) ulaşmadan erkekle iletişim kurmak, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak kadar önemli bir besin, gıda ve şifa kaynağıyken erotik sınır geçildiğinde o faydalı ilaç, öldürücü bir zehre dönüşüyor.
Mutasavvıflar, "Nisan yağmuru yılanın ağzına düşerse zehre, istiridyenin içine düşerse inciye dönüşür." der. Erkek iletişiminin neye dönüşeceği de iletişime geçecek erkeğin tavrına bağlı olarak değişiyor.

*
   
Beğendiği düzcinsel bir erkekle arkadaş olmak isteyen ancak eşcinsel olduğunu söyleyip söylememek konusunda kararsız kalan bir arkadaşa şunları yazmıştım:
   
Kendinizi açmanız yine bir ayrışmaya sebep olabilir. Zaten bu sorun çocukluktan itibaren hemcinslerden ayrışmaktan kaynaklanmıyor mu? Kendinizi açarsanız o düzcinsel erkek, siz eşcinsel erkek olarak konuşacaksınız ve bir ayrışma olacak. Halbuki orada iki erkek olarak konuşmalısınız, başka farklılıkları dikkate almadan. Bir de kendinizi açtınız diyelim sizi olumsuz karşılarsa hayal kırıklığına uğrarsınız. Olumlu karşılaşırsa da belki acıyacak belki anlamsız bir sempati gösterecek belki konuşma hep bu konular üzerinden gidecek... İletişimi olumsuz etkileyebilecek türlü türlü ihtimaller... Velhasıl naçizane fikrim iki erkek olarak konuşmak yeterli, başka ayrışmalara gidilmemeli.
   
Bir de kendinizi bir şeyler gizliyormuş gibi de hissetmeyin. Kimse kimseye kendini tamamen açmıyor. Onun da size göstermediği birçok yönü var. Eşcinselliği söylememek, samimiyete engel değil.

*
   
Herkese merhaba, önemli gördüğüm bir husustan bahsetmek istiyorum. Terapi sürecindeki gerileme dönemlerinde yanlış bir kıyas yapıyoruz gibime geliyor. Süreç boyunca belli mesafeler kat ediyoruz, iyileşme belirtileri gösteriyoruz. Ancak bunalıma girip gerileme yaşadığımız an sanki hiç ilerleme göstermemiş, en başa dönmüşüz gibi hissediyoruz. Bence bunun temel sebebi terapi sürecindeki iyi halimizle yine terapi sürecindeki kötü halimizi kıyaslamamızdır. Halbuki terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki bunalım zamanlarında cinsel ilişkiye giren birisinin terapi sürecindeki buhran zamanında porno ve mastürbasyonla yetinmesi aslında büyük bir ilerleme değil midir? Ama bunalım yaşayan kişiye soracak olsak porno ve mastürbasyona tekrar başladığı için en başa döndüğünü söyleyecektir. Velhasıl kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Terapi sürecine başlamadan önceki kötü halimizle terapi sürecine başladıktan sonraki kötü halimizi kıyaslamamız gerekiyor.

*
   
Eşcinsellerin neden kendi gibi olamadığını, yapmacık davrandığını soran bir arkadaşa şu cevabı vermiştim:

Bence bunun birkaç sebebi var:

1- Sağlıklı insanlar spontanedir, kendiliğindendir, doğaldır. Halbuki nevrotik, psikolojik rahatsızlığı olan insanlar doğal değildir. Her hareketini içinden kendine komut vererek yapar. Bizde de maalesef bu hal var. Otomatik değil de manuel'iz.

2- Özgüven eksikliği diyen arkadaşıma katılıyorum. Heteroseksüel erkekler özgüvenli bir şekilde kendini ifade edebiliyor hatta kendi kendileriyle bile dalga geçebiliyorlar ama eşcinsel erkeklerde tuhaf bir tutukluk var. Eşcinsel erkekler daha çok çekingen davranıyor, aman ne derler diye düşünerek davranıyor. Bu düşünceyi atmak gerekiyor.

3- Eşcinsel erkekler iyi çocuk rolünü oynamayı seviyor. Aynı çocukluklarında yaptıkları gibi. Diğer erkekler üstü başı çamur içinde eve gelip annelerinden azar işitirken eşcinsel çocuklar mutfak penceresi önünde uslu uslu oturup annelerinden aferin alıyorlardı. Bu iyi çocuk hali büyüyünce de devam ediyor, bunu aşmak lazım. Diğer erkekler gibi laf sokmak, kendinle ve diğerleriyle dalga geçmek, kendi sorunlarını çekinmeden açarak yapay olmayan derin iletişime geçmek gerekiyor. Yani doğal olmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor ironik bir şekilde.

Üç maddeyi tekrar okudum, üçü de birbirinin aynısı gibi geldi.

*

Tamamen silinmemek veya insanları tamamen köle etmemek şartıyla düzcinsel erkekler arasında olan hiyerarşiden herkes memnun çünkü o hiyerarşi herkesin mizacına göre şekilleniyor. Çekinik olan baskın olanın liderliğinde rahat ediyor veyahut bir yerde çekinik olan başka yerde baskın, bir yerde baskın olan başka yerde çekinik olabiliyor.

Eşcinsel erkek kendini bu hiyerarşinin dışında konumlandırıyor. Kök olmayı da gövde olmayı da yaprak olmayı da kabul etmiyor. Canlı olmayı kabul etmiyor. Canlı olmayınca taş oluyor, toprak oluyor, cansız oluyor. Gri bölge yani bunalım bölgesi tam olarak cansızlık bölgesi, ölüm bölgesi. O hiyerarşiye katılmayınca canlı olamıyoruz, erkek olamıyoruz. Mutfak penceresi önünde oturup, sokakta futbol oynayan erkek çocuklarını izleyen, anasına bağımlı, uysal çocuk olarak kalmaya mahkum oluyoruz.

HK bana bir erkekle çok yakın bir duygusal ilişkim olması gerektiğini söylediğinde epeyce şaşırmıştım. Nasıl yani, sekiz yıl yurtta kalmıştım ben, yüzlerce arkadaşım olmuştu, bunu bugüne dek başaramamış mıydım? Neyse dedim hocayı dinleyelim bakalım. Mersin’e, bir arkadaşımı ziyarete gittim. Bir kafeye oturup sohbet ettik. Daha önce bahsetmediğim konulardan bahsettim ona, kendimi açtım. O da bana kendini açtı. İkimiz de birbirimizle daha önce kurmadığımız derinlikte bir iletişim kurduk. O günden sonra erkek cinselliği bitti benim için. Sonraki terapide HK, "Yüzde seksen iyileştin." dedi. Velhasıl ne yapıp edip o sistemin içine girmemiz gerekiyor. Sistem dışı kalmak demek ölmek demek.

*
   
Bende üç halde erkeğe karşı çekim meydana geliyor.

1- Sosyalleşemediğimde, yalnız kaldığımda.

2- Başarısızlık yaşadığımda.

3- Düzenim bozulduğunda, yeni bir hayat düzenine geçtiğimde. Ör: Taşınma, ramazan, iş değiştirme vs.

*

Çalıştığım kurumda kadınlar bitmez tükenmez bir iletişim halindedir. Çay içerler, kahve içerler, evlilik konuşurlar, doğum konuşurlar, konuşurlar da konuşurlar... Kadınların birbirine olan ihtiyacı erkeklerin birbirine olan ihtiyacından daha fazla sanki. Hele bir de ölüm, evlilik, doğum gibi büyük bir olay yaşanmayagörsün... Hepsi toplanır, büyük bir toplantı yaparlar ve saatlerce konuşurlar. Çalıştığım odada bugün biri kırk, biri otuz beş, biri yirmi beş yaşında olmak üzere üç kadın konuşuyordu. Konu daha çok evlilik gibiydi ve bekar olan yirmi beş yaşındakini ilgilendiren pek bir şey yoktu ama o kız konuşulanları hipnotize olmuş gibi dinliyordu. Adeta o büyük kadınlardan kadınlık öğreniyordu. Orada eşcinsel bir kadın olsaydı direk kendini soyutlar, hiçbir konuşmaya katılmazdı herhalde. Bir de kurumda iki tane evlenmemiş kadın var. Nedense onların kadınlığı eksik geliyor bana, diğer kadınlarla çok yüzeysel iletişim kuruyorlar, derine inmiyorlar, diğer kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Kadınlıkları eksik kalmış da ondan evlenememişler gibime geliyor. Diğer kadınlara nazaran çok daha cansız ve donuklar. Kendi cinsiyetinin cinsiyet rollerini benimseyememiş insanlar ister eşcinsel olsun, ister düzcinsel daha donuk ve yavan oluyor.

Kendi hikayemden de bahsedeyim. Annesinin başörtüsünü takan, eteğini giyen bir erkek çocuğuydum ben. Ama sonra taşraya taşındık. Daha eril bir ortam vardı orada. Sonra sekiz yıl erkek yurdunda kaldım. Hemcinslerime karşı ne kadar duvar örsem de bana bir şeyler geçmiş olmalı ki bekleme odasındayken diğer danışanlar hal ve hareketlerimin erkeksi olduğunu söylüyorlardı. Şu an hemen hemen tüm erkek konularını konuşabilirim. Para, araba, tamirat, din, siyaset... Halen zorlandığım oluyor ama zorlukların üzerine gitmemiz gerekiyor.
Velhasıl hocam erkeklik erkeklerden, kadınlık kadınlardan öğreniliyor. Kadın gibi olmak istiyorsan zorlansan da canın yansa da saatlerce, günlerce, yıllarca kadın ortamlarında bulunman lazım, büyük bir sabır göstererek... Başka bir çözümü yok gibime geliyor.

*

Bizim kurumdaki evlenememiş kadınlar, başka kadınlarla konuşurken kendilerini kaybetmiyorlar. Gözlemci gibiler adeta. Oyunu oynamıyorlar sanki, sadece izliyorlar. Oyuncu değil izleyiciler. İşte o izleyicilikten oyunculuğa geçince çok şey değişiyor. Sahne benim sahnem, ışıklar beni gösteriyor, oyuncu benim demek çok önemli. Yoksa kendini soyutlayınca olmuyor. İzleyicilik gerekli ama yeterli değil. İstediğimiz kadar matkap kullananları izleyelim, kendimiz kullanmadıkça öğrenemeyiz.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 24 Nisan 2024, 01:05:12 öö
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI)

Özellikle ergen ve genç erkeklere dikkat et, hep sarmaş dolaştırlar. İşte HK’nın "ruhsal döllenme" dediği mesele. Ruhsalını yaşayamayınca cinsel olanını yaşamaya çalışıyoruz ki işte orası korkunç, orası cehennem.

*

Düzcinsel erkeklerle olan bağlılığımı kuvvetlendirmek hususunda en çok derin iletişimin faydasını gördüm. Yani mahremini açmak, korkmadan çekinmeden bana zarar verirler diye düşünmeden erkekçe kendi zayıflıklarından yakın arkadaşlarına bahsedebilmek. Onun zayıflıklarını dinlemek. Konu sınırlamasına pek gitmemek. Onun evlilik sorunlarını da dinlemek. Biraz zorlanarak da olsa ben de evlenince şöyle şöyle yapacağım diyerek kendimi ona denk hale getirmek. Haksızlığa karşı gelmek, reddedilmesi gereken insan ve davranışları reddedebilmek, öfkeni ifade edebilmek...

*

Ben hep dini ortamlarda büyüdüm. Orada da erkekler fiziki olarak yakın olurdu. Kimi birinin dizine yatardı, öbürü diğerinin omzuna elini atardı vs. Türkiye kültüründe de hemcinslerin birbirine fiziken yaklaşması garipsenmiyor. Buna dini bir engel de yok. Bence eşcinsel çocuğun hemcinslerinden uzak durması dışsal değil içsel sebeplerden kaynaklanıyor. Bir kopukluk var orada. Eşcinsel çocuk hemcinsleriyle bağ kuramıyor, kendini onların grubuna ait hissetmiyor. Eşcinsel çocuğun arkadaşlarıyla bağ kuramaması da aslında anne babasıyla bağ kuramamasından kaynaklanıyor. Daha en yakınlarıyla bağ kuramamış ki daha uzaktakilerle bağ kursun... Joseph Nicolosi ilk kitabında eşcinsel erkeğin babasıyla bağ kuramadığı gerçeğine odaklanırken daha sonraki kitabında aslında anneyle de bağ kurulamadığını söylüyor ve meselenin anne tarafına odaklanıyor. Eşcinsel erkeklerin anneleriyle araları fazlasıyla iyi denebilir ancak bu fazla iyilik hâli doğru bağ kurma anlamına gelmiyor. Ona bağ değil bağımlılık demek daha uygun olur. Kendi hikâyemden de şu şekilde örnek verebilirim. 0-5 yaş arasında olduğum dönem, ailemin en kaotik dönemiydi. Sekiz aylıkken ve düşük doğum ağırlığıyla doğuyorum. Beş yaşına dek hastayım, dışarı çıkıp hemcinslerimle oynamam mümkün değil. Beş yılda iki kez taşınıyoruz, üç farklı yerde yaşıyoruz. Babam askere gidiyor, annem hiç sevmediği kaynanasıyla sekiz ay aynı evde yaşamak zorunda kalıyor vs. İstemeden de olsa bir ihmal var ortada, büyük ihtimalle fazla sevgi görmüyorum. Velhasıl eşcinsel çocuğun bağ kurma sorunu, toplum kuralları ve çevre baskısından ziyade aile ihmalinden kaynaklanıyor.

*

Eşcinsel terapi süreci, çocuklukta yaşanılması gerekenleri terapist desteğiyle terapi sürecinde yaşayıp sağlıklı cinsel kimliğe kavuşmaktan ibarettir. Anneye sınır çekilmesi, babayla yakınlaştırma çabaları, hemcinslerle dostluk ilişkisi kurmaya teşvik vs. Hepsi çocuklukta yaşanan ihmali telafi etme çabası.

*
   
İlgi duyduğumuz insanda aradığımız bir şey var. (Erkeksilik, kadınsılık, testosteron vs.) Ondan ona ilgi duyuyoruz. O aradığını cinsellik yoluyla değil de dostluk yoluyla elde etmek insana kendini muhteşem hissettiriyor. Sömürme-sömürülme ilişkisi olmadığı müddetçe, ilgi duyduğumuz sağlıklı insanlarla arkadaş olmalıyız.
   
Düzcinsel erkeğe aşık olmak bunalıma sokmuyor çünkü aradığımız şey onda mevcut. Aradığımızı duygusal yolla elde etmekte hiçbir sakınca yok. Eşcinsele aşık olmak ise bunalıma sokuyor çünkü aradığımız onda da yok. Yok olan varmış gibi davranıyoruz ama bir noktada iş illaki rayından çıkıyor. Hangi oyun sonsuza kadar devam ettirilebilir ki?
   
Sağlıklı düzcinsel bir insanı sevmek rahatsız etmiyor çünkü bizdeki arızaları onun sağlıklı yapısı dengeleyebiliyor. Bizdeki iniş çıkışları, normal dışılıkları hetero erkek kaldırabiliyor. Eşcinsele aşık olunca büyük sorunlar ortaya çıkıyor çünkü iki taraf da sıkıntılı. İki taraftaki sorunlar birbiriyle etkileşerek bambaşka büyük sorunlara yol çıkıyor. Dikenler birbirine sürtünce iki tarafı da kanatıyor.

Velhasıl düzcinsellerle vakit geçirmeli, onlarla arkadaş olmalıyız. İllaki birine aşık olacaksak yine düzcinsele aşık olmalıyız. Zaten tüm bunlar başımıza zamanında hemcinslerimizle kaliteli ilişkiler kuramadığımız için gelmedi mi?

5 yaşından 80 yaşına kadar her yaştan erkek grubunu gözlemliyorum. Hepsi birbiriyle iletişim kuruyor. 5 yaşındakileri görünce 5 yaşındaki, 15 yaşındakileri görünce 15 yaşındaki hallerim aklıma geliyor. Hiç böyle arkadaşlıklar kuramadığım için üzülüyorum. Altı aydır otuz senenin ilişki eksikliğini gidermeye çalışıyorum. Çok zorlanıyorum. Her şeyi zamanında yaşamak en güzeliymiş.

*
   
Gerçek sevgi/aşk nedir?
   
Gerçek sevgi/aşk bence iki tarafın da birbirinin eksiğini tamamladığı değil de birbirini çoğalttığı, birbirinin tamlığına katkı yaptığı sevgidir. Malum iki tane tek kanatlı kuşu birbirine bağlasak bir tane çift kanatlı kuş etmez. Diyelim eşlerden birinde aşırı fedakarlık, öbüründe de ciddi bir sevgi açlığı var. Bir süre idare edebilirler belki ama bir gün elbette tıkanacaklardır. Aralarındaki sevgi, bağımlılık ilişkisine dönüşecektir. O yüzden bence gerçek sevgi, kolu olmayan bir insanın kolunun yerini tutsun diye birini sevmesi değil de kol ihtiyacını protez kol gibi araçlarla karşılayıp, o protez koluyla sevdiği insanın koluna girmesidir. Mesela baskın birisiyle çekinik birisinin beraberliğini anlarım. Ama ilişki gemisini beraber yönetmiyorlarsa, biri kaptan öbürü tayfaysa ortada ciddi bir sorun vardır bence. İlişki köle-efendi ilişkisine dönmüştür. Belli bir ölçüye kadar eksik tamamlama çabası doğal karşılanabilir ve bu çaba her ilişkide mevcuttur. Ama bu çaba belli bir sınırı aştığında sorunlara yol açar. Eşlerden birisinin gemide birinci kaptan, öbürününse ikinci kaptan olmasını anlayabilirim ama birisi kaptan öbürü elleri bağlı esirse burada ciddi bir sorun var demektir.

Eşcinsel ilişkilerde sevgi yok bağımlılık var, şema tetiklemesi var, köle efendi ilişkisi var.

*

Benim en temel sorunum bağ kurma sorunu. Sadece erkeklerle değil kadınlarla, aileyle, dünyaya her şeyle kavgalıyım. Kendimi koruyabilmek için herkesle arama duvarlar örmüşüm. Terapiyle birlikte on duvarın üçü yıkıldı. Diğerlerini de yıkmak için çaba harcıyorum. Terapilerle birlikte daha çok insanla iletişim kurdum ve halihazırda var olan insan ilişkilerim daha doyurucu hale geldi. Mesela yeni taşındığım yerde yaşı bana yakın erkek bir komşum var ve onu çaya davet edeceğim. Eskiden olsa mümkün değil yapamazdım. Arkadaşlığımızın bir iki buluşmadan öte gidemeyeceğini öngörebiliyorum ancak yine de onunla iletişim kurmaya çalışacağım. Velhasıl sosyalleşmek ve duvarlarımı yıkmak için çaba harcıyorum. Etkili de oluyor ama bir günde yıkılmıyor o duvarlar işte, bir günde yapılmadı çünkü. Zaman istiyor iyileşmek.

*

Terapilerden önce tam olarak anlattığınız gibiydi, mükemmel anlatmışsınız. Ancak terapilerden sonra tam bir sağlıklı insan avcısı oldum nerede sağlıklı bir insan görsem hemen iletişim kurmaya çalışıyorum. Bunu şöyle bir örnekle açıklayayım. Şimdiki okuduğum okulda epeyce ilgi duyduğum narsist, yalancı, egoist ve maalesef son derece de çekici bir tip var. Geçen beni telefonla aradı on dakika konuştuk ama gerçekten ona tahammül edemediğimi fark ettim. Ömrümden ömür gitti onunla konuşurken. Gece boyunca onu rüyamda gördüm. O ranzanın üst katında yatıyordu da ben yanağımı okşuyordum. Cinsellik yaşanmadı. Sabah kamyon çarpmış gibi uyandım. Sağlıksız insanlara tahammül edemiyorum artık, sağlıklı insanlarla iletişim kuruyorum. Sağlıksızlar da bana meyletmiyor zaten çok şükür. İlgi duyduğumuz sağlıksızlar yerine başlangıçta fazla ilgi duymadığımız sağlıklılarla iletişim kurmamız gerekiyor. Çekildiğimiz tipler sağlıklılarsa iletişim kurmalıyız, sağlıksız olunca faydalarından çok zararları dokunuyor.

*

Sosyal izolasyon (yalnızlık) ve içedönük olmak hemen hemen tüm psikolojik rahatsızlıklar için risk faktörü. Yalnız veya içedönük insanların hasta olma ihtimali daha yüksek. Tabii psikolojik rahatsızlığa sahip olunca yalnızlaşıyor insan. Yalnız olunca hasta oluyoruz, hasta olunca yalnızlaşıyoruz. Garip bir kısır döngü. Daha çok sosyalleşebilseydim daha ileri bir noktada olurdum eminim. Hele bir de sınav dönemlerinde kimseyle görüşemiyorum, bayağı bunalıyorum. Tek yaşamak da bir ölçüde sıkıntı. Aileden ayrılmak, tek başına ayakta durmak insana ayrı bir özgüven katıyor, ailedeki sorunlu iletişimden kurtulmuş oluyoruz, iyileşme yönünde ilerliyoruz ama onun yerini başka insan ilişkileriyle doldurmak gerekiyor yoksa eve gelince saatlerce soğuk duvarlarla bakışmak hiç hoş değil.

*
   
“Eziklik duygusundan nasıl kurtulurum?” diye soran bir danışana şu cevabı vermiştim:

Eziklik duygusu doğuştan gelmez. Başkaları bize ezik hissettirdiği için ezik hissederiz. O yüzden öncelikle ya bize ezik hissettiren insanlardan uzaklaşmamız gerekir veyahut onları alt edip onları bizi ezemeyecekleri hâle getirmemiz gerekir. Bunun dışında başarılı olduğumuz alanlara yönelebiliriz. Sporla fiziğimizi düzeltebiliriz. Kendi paranı kazanmak apayrı bir özgüven kazandırıyor. Ayrı eve çıkmak, kendi işini kendin görmek, yemeğini yapmak, çamaşırını yıkamak iyi hissettiriyor. Kendimize has bir giyim tarzımız olursa herkes bize değerli insan muamelesi yapacaktır bu da bizim kendimiz hakkındaki fikirlerimizi etkileyecektir. Bulunduğumuz ortamda varlığımızı hissettirmeliyiz. Dinimizi, ideolojimizi, görüşümüzü vs. savunmaktan çekinmemeliyiz. Kim ne der diye düşünmeden öfkemizi muhakkak ifade etmeliyiz. Haksızlık karşında susmamalı, mücadele etmeliyiz. Bizi seven, bize değerli olduğumuzu hissettiren insanlarla iletişim kurmalıyız. Özgüveni ilişki yaşayarak veya porno izleyerek başkasının erkeklik organından veya erkeksi vücudundan elde etmeye çalışmak yerine kendi erkekliğimizi inşa etmeliyiz. Hal, hareket, tavır, tarz vs. her şeyle. Aklıma gelenler şimdilik bunlar.

*

Tüm sorunun kaynağı olduğu için önce babamı psikiyatriste götürmek için çabaladım olmadı. Sonra babama karşı mücadele edebilmesi için annemi psikoloğa götürmeye çalıştım kabul etmedi. En sonunda kendim psikoloğa, HK’ya gittim. Ondan sonra ailemin bana karşı tavırları değişti. Aile dinamikleri kuramı olması lazım bir psikoloji kuramına göre aile bir çarklılar sistemi gibidir ve bir bireyinde meydana gelen değişiklik tüm aileyi etkiler, değiştirir. Kimseyi değiştirme gücümüz yok ama kendimizi değiştirme gücümüz var. Ailemiz değişse biz değişecektik ama olmadı. O zaman biz değişeceğiz ve böylece ailemiz değişecek. Çarkı tersinden döndüreceğiz.

*

Çok fazla müzik dinliyorum ve bundan zarar görüyorum. Durmadan hayal dünyasında yaşamak hiç eril gelmiyor bana. Aslında bulaşık yıkamak bile beni müzikten daha çok rahatlatıyor. En azından bir iş başarmış oluyorum. Ama müzik dinlerken saatlerce hayal dünyasında dönüp duruyorum. Yağmurlu bir günde ellerini cama dayamış halde kulaklığıyla müzik dinlerken hayal kuran bir kızı düşünebiliyorum ama öyle bir erkeği düşünemiyorum. Erkek her zaman bir işin içinde olmalıymış gibime geliyor. Fazla dinleyici olmak, konuşmacı olmamak, fazla müzik dinlemek, fazla hayal kurmak... Bunların hepsi geriletiyor beni. Çünkü hepsi dişil faaliyetler. Kendimizi gerçek hayattan soyutlarsak bu bizi gri bölgeye, bunalım bölgesine götürür ve oradan çıkabilmek için cinsel ilişki veya PMO’ya yöneliriz. Fazla hayal, müzik gibi bizi pasifleştiren tüm faaliyetlerden uzak durmamız lazım. Gerçek hayata daha sıkı tutunursak gri bölgeye girmeyiz, müziğe, hayale, cinsel ilişkiye, PMO’ya yönelmeyiz ve terapi sürecinde gerilemeyiz.

*

Sağlıklı insanlar büyük değişimlere kolayca uyum sağlayabilirken biz sağlayamıyoruz. Maalesef psikolojik olarak hastayız ve psikolojik esnekliğimiz ve dayanıklılığımız bütün psikolojik rahatsızlığı olan insanlar gibi diğer insanlara nazaran daha düşük. Bütün hayat değişikliklerinde darmadağın oluyoruz. Yeni evime taşınalı üç hafta oldu ama hala uyum sağlayamadım, uyum sağlamak için bir hafta yeterli halbuki. Ramazana genellikle Ramazan biterken uyum sağlamış oluyorum. Ama psikolojik esneklik ve dayanıklılığımızı kuvvetlendirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü ne savaş bitecek ne sınav bitecek ne imtihan bitecek. İllaki birinden biriyle imtihan olacağız. Tüm bunlarla mücadele ederken aynı zamanda iyileşmek için ne gerekiyorsa yapmak mecburiyetindeyiz çünkü iyileşmek için suların durulmasını bekleyecek olursak sular hiç durulmayacak. İyileşeceğiz ve o durulmayan sularla mücadele etme gücünü kazanacağız inşallah.

15/03/2024
   
Narsist zihninin kendisini korumak için harcadığı çabaya hayran kalmamak elde değil. Bu sabah babamla telefonda konuşuyordum. Bana, kalacağım evde zaten geçici bir süre vakit geçireceğim için evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söylüyordu ki daha cümlesini tamamlamadan bu fikrine itiraz ettim. Bu itirazın iki sebebi vardı. Birincisi doğduğum günden bu yana otuz yıldır on altı kez taşınmış olduğum için -bir yerde ortalama olarak iki yıl bile yaşamamışım- taşınmanın iması bile beni delirtmeye yetiyor. İkincisi, beni geçen sene aynı gerekçeyle -geçici bir süre kalacağım gerekçesiyle- o iğrenç eve bir yıl boyunca mahkum etti. Bu iki sebepten cümlesi bitmeden ona itiraz ettim. Daha benim itirazım bitmeden bana katıldığını, bir günlük beyliğin dahi beylik olduğunu, yaşanılan evin özelliklerinin çok önemli olduğunu söyledi! Sırf ona saldırmayayım diye bir anda fikir değiştiriyormuş gibi yapmıştı. Sırf ona saldırmayayım diye beni durdurup kendi kendine saldırmıştı. Bu aralar bu taktiği çok kullanıyor. Hangi taktiği kullanırsa kullansın onu alt etmenin bir yolunu buluyorum. Bulmak zorundayım çünkü o beş yaşındaki bir çocuk, bense onun mürebbisiyim. Baskınlığımı yitirdiğim an tepeme çıkacağını biliyorum. Bir daha aynı taktiği kullanırsa ona, “Tabii bunu bir anlığına değil her zaman savunmak gerekir.” diye cevap vereceğim. Bakalım bu sefer ne yapacak?

23/03/2024
   
Bir hafta önce yeni eve taşındım. Ramazandan ötürü düzenim bozuldu. Uzun zamandır kimseyle oturup konuşamadım. Tüm bu saydıklarım ve başka etkenler bir araya gelince yaklaşık bir hafta önce bunalıma girdim. Hemcinslerime gözümü ayırmazcasına bakıyordum. Cinsellik hissetmiyordum ancak o tatsız hissi saç telimden topuğuma dek yaşıyordum. Her bunalıma girdiğimde yaptıklarımı yaptım. Başa döndüğümü düşündüm, terapinin etkililiğini sorguladım, terapistin yeterliliğini sorguladım, bir daha düzelmeyeceğimi düşündüm... Bunalıma girmiş bir danışanınıza birkaç gün önce, “Sen kuyudan çıkarak büyük bir sorunu halletmişsin. Şimdi ayağın çukura girdi diye karalar bağlama.” diye teselli veren ben onun yaptığının aynısını yapıyordum. Baktım ki olmayacak araştırma görevlisi arkadaşımı aradım. Onunla buluşunca epeyce rahatladım. Eve dönünce o günkü yaşadıklarımı gözden geçirdim. Sadece birilerine gözümü fazla dikmiştim o kadar, niye bu kadar abartmıştım ki? Biz danışanlar terapi sonrası kötü halimizi, terapi sonrası iyi halimizle kıyaslayarak büyük bir hata yapıyoruz. Halbuki terapi öncesi kötü halimizle terapi sonrası kötü halimizi kıyaslamalıyız. Terapilere başlamadan önce bunalıma girince ne yapıyorduk, terapilere başladıktan sonra bunalıma girince ne yapıyoruz? Benim büyük buhranlar yaşadığım zamanlarda pornografi ve mastürbasyon bağımlılığına doğru yaklaştığım oluyordu ancak terapilerden sonra bu hiç olmadı. Kıyaslamayı doğru yapmamız gerekiyor. Yaşadığım buhranı değerlendirmeye devam ediyordum. Aklıma erkek ilgisini öldürücü bir zehir olarak tanımladığım yazım geldi. Erkekle sarılmayı, erkeğe bakmayı, belli sınırlar aşılmadıktan sonra erkeği hayal etmeyi eşcinsellikten saymıyorsunuz ama bu yaşadığım bunalımdan ötürü erkeklerle heteroseksüel erkeklerin yaşadığından daha fazla bir etkileşim yaşamamaya karar verdim. Erkek yerine kadın hayal edecektim. Nasıl ki mastürbasyonda başlarda kendimi zorlayarak kadın hayal etmiştim ve sonrasında erkeğe karşı cinsel ilgim yok olmuştu, bu sefer de duygusal olarak kadın hayal edersem erkeğe karşı duygusal ilgim yok olabilirdi. Kendimi zorlayarak eş olduğumu, baba olduğumu hayal ettim. Bu hayal bana çok iyi geldi. Devamında zihnime akın akın kadın hayalleri hücum etti. Eskiden en fazla birkaç dakikalığına kadın hayali kurabilirdim ancak iki gündür sabah akşam kadın hayaliyle meşgulüm. Kah mutfakta birlikte yemek yaptığımızı kah göl kenarında kamp sandalyelerine yayılıp kahve içtiğimizi kah evde karşılıklı oturup sohbet ettiğimizi hayal ediyorum. Eğer bu hayaller devam edecek olursa bu bunalımdan ilerlemeyle çıkmış olacağım. Eğer bu hayaller devam edecek olursa erkeğe karşı duygusal ilgim de bitmiş olacak. Gerçi siz bana birkaç terapi önce eş olduğumu, baba olduğumu hayal edebileceğimi söylemiştiniz ama bir süre aseksüellikte durmak istediğim için sizi dinlememiştim. (Sizi seviyorum ancak her konuda haklı çıkmanızda beni rahatsız eden bir şey var.) Biz durmak istesek de hayat durmuyor. Fıtri olan, aslolan erkek-kadın ilişkisi olduğu için bünyemiz bizi o noktaya götürmek için olanca gücüyle çalışıyor. Belki de son bunalımın sebebi “kadın”a doğru gitmekte direnmemdi, direnmeseydim bunalıma girmeyecektim. Eninde sonunda fıtri olan gerçekleşti, bunalımdan ancak kadın hayaliyle çıkabildim. Önceleri, “Allah’ım bana saliha bir eş ve hayırlı evlatlar ver!” diye dua edemezdim. Dün akşam teravihten sonra ilk defa içtenlikle bu duayı ettim. Karşıdan bana doğru bir kadın ve bir erkek yürüyorsa ilk olarak kadın dikkatimi çekiyor artık. İnşallah güzel gelişmeler devam eder.

24/03/2024
   
Dün akşam size epeyce benzeyen, deli dolu, çok sevdiğim avukat arkadaşımla telefonda iki saate yakın görüntülü konuştuk. Çok keskin bir görüşü vardır, insanlar hakkında yaptığı yorumlar genelde doğru çıkar. Konuşmamızın sonlarına doğru bana KPSS ile atanıp iş meselesini hallederek çok iyi yaptığımı, terapi sürecinin bana çok iyi geldiğini ancak yaralarımın henüz kabuk bağlamadığını, içimdeki ateşin ufak tefek çıtırtılarını duyduğunu, üç beş ay içerisinde tamamen iyileşeceğimi, evlilik öncesinde terapi sürecinden geçerek çok iyi yaptığımı söyledi. Onun güzel yorumları ve ümit verici tavrı beni mutlu etti.

26/03/2024
   
Epeyce kuytu bir köşemde özgüven eksikliği sorununun mevcut bulunduğunu seziyorum. Sizinle özgüven eksikliği üzerine hemen hiç konuşmadık. Ben de buna ilişkin bir şikayet dile getirmedim. Ancak yine de böyle bir sorun yaşıyorum. Eşcinsellikten mustarip olan herkesin az veya çok özgüven eksikliği yaşadığını düşünüyorum. Bir kadına sahip olabileceğini düşünmek gerçekten kendine güvenmeyi gerektiriyor. Bir kadına sahip olabileceğini düşünen, kendine güvenen erkeklerin aslında pek de büyük meziyetleri yok. Düzcinseller eşcinsellere nazaran çok daha sıradanlar. Ancak eşcinseller, obsesif yapıları ve zekaları yüzünden kendi kusurlarına mikroskopla, meziyetlerine ise buzlu camla bakıyorlar. Yetmiyor; başkalarının kusurlarına buzlu camla, meziyetlerine de mikroskopla bakıyorlar. Kendilerini eksik gördükleri için bir kadını tamamlayabileceklerine ihtimal vermiyorlar aksine bir erkekle tamamlanmaya çalışıyorlar. Karşıdaki erkek de büyük ihtimalle özgüven eksikliğini narsizmi ile gölgelemeye çalışan bir başka yarım adam olunca doyumsuz ilişkiler ortaya çıkıyor. Eşcinsel terapi ile özgüven eksikliği giderilip, obsesif yapılanma asgariye indirilince eşcinsel erkek, erkekten kadına yönelmeye başlıyor.
Başlık: Ynt: HER EŞCİNSEL YALNIZDIR VE ERKEK ERKEĞE BAĞ KURMAK İYİLEŞTİRİR
Gönderen: Ömer Yılmaz - 24 Nisan 2024, 01:12:20 öö
ONUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

28/03/2024
   
Dikkat edecek olursanız uzun zamandır benden size yönelik bir eleştiri gelmiyor. Aslında kavgam sizinle değil de sizin şahsınızda tüm erkeklerleymiş. Hatta kadınlarla, dünyayla ve  maalesef Cenab-ı Hak ileymiş. Kavga eşitler veya birbirine yakınlar arasında olduğu için Cenab-ı Hak ile olan olumsuz ilişkiye “kavga” değil de “isyan” dersek daha doğru olur. Eşcinsel terapi süreciyle birlikte erkeklerle, kadınlarla, dünyayla ve hatta Cenab-ı Hak ile barışınca size yönelik eleştirilerim sona erdi. Yine burada bir şerh düşmek gerekir ki barışmak fiili birbirine denkler veya yakınlar arasında söz konusu olabildiğinden Cenab-ı Hak ile olan olumlu ilişkiye “itaat” demeliyiz. Öğretim üyesi mizaçlı olduğumun farkındayım ve galiba öğretim üyeliği bir miktar obsesiflik gerektiriyor.
   
Sadece ben değil tüm eşcinseller bağ kurma sorunu yaşıyor ve bağın, bağlılığın olmadığı yerde kavga var. Cinselliğin de bir nevi saldırganlık olduğunu düşünecek olursak cinsel ilişki, eşcinsel erkeğin bağ kuramadığı erkek dünyasına ve dolaysıyla tüm dünyaya saldırma şeklidir. Her kavganın eninde sonunda sona ermesi gerektiğinden bu kavgayı bitirmek isteyen eşcinsel soluğu sizin ofisinizde alıyor.
   
Geçen bayramda içimde her tarafa oklar fırlatan, zehirler saçan bir benlik olduğunu fark ettim. Tüm dünyayı kılıçtan geçirmeye ant içmiş bir katil vardı içimde. Tabii bu okların, kılıçların, zehirlerin ilk hedefi bendim. Önce kendime zarar veriyordum hatta başkalarına zarar vermemek için o kötü benliğin saldırılarını çoğunlukla kendime doğru çeviriyordum. Fark etmeden kendime düşman bir ben büyütmüşüm içimde. Böyle bir benliğin doğuştan geldiğini zannetmiyorum ancak sonradan öğrenmeyle oluşabilir böylesine kötü bir yapı. Bayram namazına gitmek için evden çıkmıştım. Camiye birkaç dakika geciktim. İçimdeki o ses birkaç dakika geciktim diye top atışına tuttu beni. Arabanın bagajından aldığım poşeti açtım ki ne göreyim seccade yerine cübbemi getirmişim. İçimdeki ses yine rahat durmadı. Namaz bitti, camiden eve yürürken cübbeyi camide unuttuğum fark ettim. Geri döndüm mecburen. Cübbeyi aldım, bu sefer de yağmur çiselemeye başladı. “Evden çıkarken havanın kapalı olduğunu gördün de neden şemsiye almadın?” diye beni sıkıştırmaya başladı beni o ses. Bütün bu tecrübelerin sonucunda o sesi dikkate almamam gerektiğini fark ettim. O ses benim aslî bir parçam değildi adeta nefsimdeki bir urdu. Ya ondan kurtulmalı veyahut kurtulamıyorsam onu susturmanın bir yolunu bulmalıydım. Yazılarımı okuyan herkesin tahmin edebileceği gibi aslında o ses benim değil, babamın/babannemin sesiydi. Meseleye psikanalitik bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak benim için ölü hükmünde olan babamı içimde yaşatmaya devam etmiştim. Onun eleştirilerine, aşağılamalarına tahammül edemediğim için kendi nezdimde onu daha yaşarken öldürmüş, ölü saymıştım ancak tamamen yok oluşuna da tahammül edemeyeceğim için onu içimde, kendi kontrolümde yaşatmaya devam etmiştim. Otuz yıl maruz kaldığım bu ses nefsime eklemlenmişti. Onu bünyemden söküp atamadım, açıkçası bu yönde bir çabam da olmadı. Ancak artık onun farkındayım. Farkında olmak, mücadele edebilmeyi de beraberinde getiriyor.

05/04/2024
   
Geçenlerde rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun bir videosunu izledim. İnsanın mizacına uygun olan işi yapması gerektiğini söylüyordu. “Baktın ki eline taş alsan altına dönüşüyor, ticaretle ilgileneceksin.” diyordu. Bakıyorum da ne iş yaparsam yapayım yolum yazıya çıkıyor. Üniversite okurken hikaye yazardım, hikayelerim beğenilirdi. Terapi sürecine başladım, terapi yazılarım ilgi gördü. Hukuk alanından pek hazzetmeme rağmen önüme sıra dışı bir olay gelince o olayla ilgili dilekçeyi yazarken kendimden geçiyorum. Yargıtay/Danıştay kararları arasında cirit atmak, o kararlar arasında işime yarayanını bulmaya çalışmak, oradaki metinleri birleştirerek kendime ait bir dilekçe inşa etmek... Hepsi beni büyülüyor. Yazmayı eril bir faaliyet olarak görüyorum, yazmak içimdeki eşcinsel eğilimleri de epeyce azaltıyor. Bana ya öğretim üyeliğinin ya da yazarlığın yolları gözüküyor.

08/04/2024
   
Bekleme odasında oturmayı istememek, eşcinsellikle ilgili konularda konuşmamak, bir iki kişi hariç diğer danışanlarla iletişime geçmekten kaçınmak gibi hâller bende birkaç ay önce ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu hâllerin iyileşme sürecinin sonuna yaklaşmanın belirtisi olduğunu söylemiştiniz. Forumu dahi okuyamaz olmuştum. Ancak benim sadece danışan kimliğim yoktu aynı zamanda psikolog kimliğim de vardı ve ofisinizin bekleme odası ile forumunuz benim için eşi bulunmaz bir laboratuvardı. Ama yine de psikolog kimliğiyle dahi olsa eşcinsellikle ilgili konulara tahammül edemediğimi fark ettim. Psikologluğum dahi bu konuların ağırlığını kaldıramıyordu. Bu yüzden kurmuş olduğunuz “Terapi” grubundan ayrıldım. Danışanların başka danışanlarla görüşmesini istemediğiniz herkesin malumu. Bu isteğinize iki taraftaki psikopatolojilerin birbirini tetikleyip krize yol açmasını gerekçe olarak gösteriyorsunuz haklı olarak. Geçenlerde bu konu hakkında düşünürken bir gerekçe daha aklıma geldi. Başka danışanlarla konuşmak başlangıçta bize büyüleyici geliyor çünkü o güne dek hiç kimseye bahsedemediğimiz konuları bizimle aynı sorunları yaşayan başka birisiyle konuşma imkanı doğmuş oluyor. Ancak danışanlarla fazla hemhâl olmanın şöyle bir tehlikesi var ki kendimiz gibilerle fazla iletişim kurmak bizi konfor alanına hapsedip tembelleştiriyor. Çünkü danışanla konuşurken o güne dek içinde bulunduğumuz davranış kalıplarından çıkmamız gerekmiyor. Halbuki düzcinsel erkeklerle iletişim kurunca kendimizi geliştirmek zorunda kalıyoruz. O dünyanın kurallarını öğreniyor ve o kurallara göre yaşamaya başlıyoruz. Danışanların terapi sürecindeki sağlıklı gelişimi adına danışan-danışan iletişimini oldukça sınırlı tutmak gerekiyor.

12/04/2024
   
Burayı okuduğunu bildiğim bir danışan bana “Allah neden bu derdi bana verdi?” diye sormuştu. Bu soruyu kendimce cevaplamaya çalışacağım.
   
Öncelikle bu soru benim aklıma daha önce hiç gelmemişti. Yaşadığım eşcinsellik sorunu o kadar gerçek ve somuttu ki hep bu sorunun üstesinden nasıl gelirim diye düşündüm. Sorunu soyut bir zemine kaydırıp soyut bir zeminde tartışmak daha önce hiç aklıma gelmemişti.
   
İnsanın kendisine ve çevresine dair sorularının işlevsel olması oldukça önemlidir. Amiyane tabirle soru bir işe yaramalıdır. Elime lacivert kravatı alıp, “Allah neden lacivert kravatı yaratmış?” diye bir soru sormanın bir anlamı yoktur. Önemli olan o kravatın ne zaman, nerede, hangi gömlekle ve hangi takım elbiseyle takılacağını belirlemektir. İnsanoğlu hayatta cereyan eden olayların büyük çoğunluğunun sebebini bilmemekte ve araştırmamaktadır. Mesela kapı zili bozulan birçok insan bu olayın neden kendi başına geldiğini sorgulamak yerine zili yapabilecek kabiliyette bir usta bulmaya çalışmaktadır. Ezcümle, “Allah bu derdi neden Ahmet’e, Mehmet’e değil de bana verdi?” sorusunu sormanın herhangi bir anlamı yoktur.
   
Yukarıda zikrettiğim soruyu soran kimse Allah’a inanmaktadır ancak başına gelen olayın sebeb-i hikmetini merak etmektedir. İnsan zihninin azami faydayı elde etmeye yönelik çalıştığını hesaba katacak olursak bu soruyu soran kişi bu derdin kendisine verilişinin sebeb-i hikmetini keşfettikten sonra iyileşebileceğine inanıyor olabilir. Halbuki farkındalık/iç görü, her zaman için iyileşmeyi beraberinde getirmez. Psikolojik rahatsızlığının sebebini bilen birçok danışan/hasta yapması gerekenleri yapmadığı için iyileşememektedir. Bilgi her zaman şifayı doğurmamaktadır. Kişi derdin sebebini öğrendikten sonra şifaya kavuşacağına inanıyor olabilir ancak belki de şifaya kavuştuktan sonra derdin sebebini öğrenecektir? Bilen bilir ki ders çalışmak için ilham gelmesini beklerseniz ömür boyu ders çalışamazsınız. Ders çalışmak için masaya oturursanız ders çalışma ilhamı gelir. Önemli olan derdin sebebini keşfetmek değil derdin şifası için çaba harcamaktır. İlacın içeriğini öğrenmek eczacılık fakültesinde okumuyorsanız pek de gerekli değildir. Önemli olan ilacı içmektir. Çok merak ediliyorsa ilacın içeriği iyileştikten sonra öğrenilebilir. Yükseklik korkusu olan birinin uçurumun kenarındayken yapması gereken neden yükseklik korkusuna sahip olduğunu sorgulamak değil uçurumdan aşağı bakmayarak kendisini geriye atmaktır. Tehlikeyi atlattıktan sonra korkusunun sebeplerini araştırabilir.

Karanlık bir odaya konulan insanın o odadan çıkmadan karanlık odaya hapsedilişinin sebebini öğrenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Önemli olan o odadan çıkmak için gerekli olan çabayı göstermektir. Odanın dışındayken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimali odanın içindeyken odaya konuluşunun sebebini öğrenme ihtimalinden oldukça yüksektir. Tüm bu söylediklerimizi göz önüne alacak olursak, “Allah neden bu derdi bana verdi?” sorusu, obsesif bir zihnin iyileşmenin önüne çektiği bir setten daha fazlası değildir. Çünkü iyileşmek, obsesif zihnin dönüştürülmesiyle mümkündür. Obsesif zihinse dönüşmemek/ yok olmamak için tüm gücüyle direnecek, anlamsız sorularla danışanı meşgul edecektir.

15/04/2024
   
Terapilerle birlikte ne oranda iyileştiğimi sorguluyorum. Size gelmeden önce nefsim ağır yatalak bir hasta gibiydi. Yürüyemiyordum, hareket edemiyordum. Sadece ciğerlerime yüzlerce iğne batıyormuşçasına acı çekerek nefes alabiliyordum. Şimdi maraton koşacak kadar sağlıklıyım diyemem ancak yürüyebiliyorum, ihtiyaçlarımı giderebiliyorum, dayanılamayacak kadar büyük acılar çekmiyorum. Üç yüz metre yürüyüp nefes nefese kalıyorum. Bir banka oturup soluklanıyorum. Gücümü topladıktan sonra tekrardan yola devam ediyorum. Size gelmeden önce ağır bunalımlar yaşıyordum. Şimdilerde bunalım duygusu hüzün duygusuna dönüştü. Bunalımın bir tanımı yok. Eni, boyu, derinliği, bir hacmi yok. Geldiği zaman tüm dünyanı ele geçiriyor. Sebebini tespit edemiyorsun. Nasıl giderileceğini bilmiyorsun. Hüznün bir tanımı, bir hacmi var. Sebebini tespit edebiliyorsun, onunla nasıl baş edilebileceğini biliyorsun. En önemlisi de bunalım gibi seni kötürüm bırakmıyor, onunla birlikte yaşayabiliyorsun. Hatta, “Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor ya şair, belli bir sınırı aşmadığı müddetçe hüznün tatlı bir yanı bile var. Freud, “Terapinin amacı nevrotik üzüntüyü gerçek üzüntüye dönüştürmektir.” diyor. Yani amaç bunalımı hüzne dönüştürmek. Bu açıdan bakıldığında terapi benim için amacına ulaşmış sayılabilir. Terapilerden önce ne yapacağımı da nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Şimdi en azından ne yapacağımı biliyorum, nasıl yapacağımı da öğrenmeye çalışıyorum. Mesela daha insan canlısı olmam gerektiğinin farkındayım ancak bunun nasıl olacağı kafamda tam olarak netleşmiş değil veyahut bir kadınla iletişime geçmem gerektiğini biliyorum ancak nasıl iletişime geçeceğim hakkında pek bir fikrim yok.

Bir ara hayal ettiğim mesleği yapamadığım için hüzünleniyordum. Sonra düşündüm ki akranlarım sağlam ayakla koşarken ben aynı maratonu kırık bacakla koşmuştum. Onların içinde eşcinsellik gibi bir karadelik yoktu. Bana, “Canın sıkıldığında neler yaparsın?” diye sorduklarında şaşırırdım çünkü eşcinsellik yüzünden canım hep sıkkın olurdu ve mutlu olduğum anlar nadirdi. Dolayısıyla onlardan daha başarılı sayılmam gerekir. Bir ara evli ve çocuklu olmadığım için üzülüyordum ancak kendi serüvenimi dikkatli bir gözle tekrar inceleyince bu durumun da benim için normal dışı olmadığına karar verdim. Akranlarımın hayat ödevi otuz yaşına dek evlenmek ve çocuk sahibi olmaksa benim de hayat ödevim otuz yaşına dek eşcinsel ilişki yaşamamaktı. Onlar başarmıştı, şükürler olsun ben de başarmıştım.

23/04/2024
   
Geldiğim son noktayı özetleyip onuncu terapi yazısını bitirmek istiyorum.
   
Aylardır iki defa haricinde herhangi bir erkeğe karşı cinsel çekim hissetmedim. Hatta bir defa da diyebiliriz, açıklayayım.
“Terapi” grubunda temiz yüzlü genç erkeklerden hoşlanan bir danışanla atışmıştık. Yaşadığımız gereksiz gerilimden ötürü epeyce rahatsız olmuştum. Birkaç saat sonra teravihe gitmek üzere evden çıktım. Yolda yürürken kılsız tüysüz genç bir arkadaşı görünce zihnimde onun bana pasif olduğu hayali belirdi ve bu hayal yarım saat boyunca zihnimden gitmedi. Fazla endişelenmedim çünkü o danışanla yaşadığımız atışmadan ötürü bu geçici gerilemeyi yaşadığımın farkındaydım ancak oldukça şaşırdım. Danışanların birbirini bu kadar kötü etkileyebileceği aklıma gelmezdi.

İkinci gerilemeyi de hayat düzenimin alt üst olduğu bir dönemde yaşadım. Kendime hiç dikkat etmiyordum. Yemek yapmıyordum, bir aydır evi temizlemiyordum, bulaşıklar lavaboda yığılı hâlde bekliyordu, uyku düzenim alt üst olmuştu... Bir krizin yaşanacağı belliydi. Gece üçte internette dolanırken twitter'da bir eşcinsel pornosuna denk geldim. Sonra yarım saat boyunca kısa pornolar izledim. Ancak bunu neden yaptığımı anlayamıyordum. Yarım saatin ilk on beş dakikasında sertleşmemiştim bile. İzlediklerimden cinsel bir keyif aldığım şüpheliydi. Neyse yarım saat izledikten sonra banyoya girdim ve aklıma erkek değil her zamanki gibi kadın hayali geldi. Banyodan çıktıktan sonra oturup bir süre düşündüm. Elbette endişelenmiştim ancak psikoloji bilgilerimi kullanarak endişemi asgariye indirmeye çalıştım. Bu olay içsel sebeplerden mi kaynaklanmıştı dışsal mı? Genel miydi özel miydi?  Geçici miydi kalıcı mıydı? Eğer bu olayın benden kaynaklandığını, bu olayın bu duruma has değil de her durumda meydana geleceğini, geçici değil de kalıcı olduğunu düşünseydim ertesi gün bilet alıp İstanbul’un yolunu tutardım ama bu şekilde düşünmedim. Yeni taşınmıştım, Ramazan yeni sona ermişti ve sınavlar yeni bitmişti bu yüzden dengemin bozulması normaldi. Her dengem bozulduğunda porno izleyeceğim diye bir şey yoktu nitekim bugüne dek defalarca dengem bozulmuştu ve büyük çoğunluğunda porno izlememiştim. Ve nihayet önceki pasif hayalinde olduğu gibi bu ilgi geçiciydi ve bir güne kalmadan bitecekti. Ertesi gün öğlene dek uyuyup uykumu aldım. Kendimi zorlayarak da olsa hocamın bir sohbetini dinledim. Yapmam gereken zikirleri yaptım -tüm bu fiilleri rutine dönme çabası olarak değerlendirebiliriz. Bulaşıkları yıkadım, evi temizledim, bir haftalık yemeğimi yaptım derken saat akşam dokuzu bulmuştu. Ardından yürüyüşe çıktım. Yürüyüşten sonra telefonla Yavuzla konuştum ve yattım. Çok şükür bugüne dek de bir kriz yaşamadım.

Genel olarak durumumdan bahsedeyim. Mastürbasyonda kadın hayal ediyorum. Günlük hayatta da kadınlar ilgimi çekebiliyor. Sık sık bir eşim olduğu hayalleri kuruyorum. Hatta aşk şarkıları dinlediğimde bir kadına sarıldığım aklıma geliyor. Duygulanıyorum, gözlerim doluyor -hiç alışık olmadığım şeyler. Erkek cinselliği asla yok. Bazen bir erkeğe sarıldığımı hayal edebiliyorum ancak bir kadına sarıldığımı hayal ettiğim anlar daha fazladır. Yolda yürürken erkeklerin dikkatimi çekmesi durumu halen sona ermedi maalesef ancak terapilerden öncesi ile sonrası arasında büyük farklar var. Eskiden birisi dikkatimi çektiğinde aklıma direk cinsellik geliyordu artık cinsellik gelmiyor sadece mahiyetini açıklayamadığım bir ilgi duyuyorum. “Böyle bir durum yaşadığında onunla arkadaş olduğunu, sarıldığını, dizine yattığını hayal et. Duygusal fantezi kur.” tavsiyeniz kısmen işe yarıyor. Terapilerden önce yolda gördüklerimin etkisi birkaç gün devam ederken şimdi genelde birkaç dakika sürüyor. Gergin rumuzlu arkadaşın bir yazısında yer alan bir eski danışanın yorumuna katılıyorum. Özgüven düşünce, başarısızlık artınca, dengeler bozulunca ilgi artıyor. Bu ilgiyi olduğu gibi kabullendim. Bu ilgi var, bu ilgi bir parçam ve kolay kolay da yok olacağa benzemiyor. Allahtan artık hayatımı alt üst edebilecek derecede bir ilgi yok, onu kontrol edebiliyorum. Şu anki halime o kadar şükrediyorum ki... Terapilerden önce akşam cinsellikle yatar, sabah cinsellikle kalkardım. Yaşadığım her anı cinsel gerilimle içinde yaşardım. Çıldırtıcı bir şey değil mi?

İstediğim kadar sosyalleşemiyorum ancak yine de fena sayılmam. Artık erkek sohbetinden daha çok keyif alıyorum. Başka şeyler düşünmeden, aklımın bir köşesinde binlerce değerlendirme yapmadan, sadece anda kalarak arkadaşımın sözlerine odaklanabiliyorum. Sohbetin içinde kendimi kaybedebiliyorum. 

Bir kadınla duygusal bir iletişimim olmadı ancak o günün yaklaştığını ümit ediyorum.

Size beş buçuk ay boyunca on kez terapiye geldim. Önceleri iki haftada bir geliyorken sonraları ayda bir gelmeye başladım. Bugün itibariyle son terapinin üzerinden bir buçuk ay geçti. Yeni bir buhran yaşamadığım veya yeni bir gelişme olmadığı müddetçe tekrar terapiye gelmeyi düşünmüyorum. Temel süreci tamamladığımı düşünüyorum. Bundan sonra terapiye gelirsem de terapi yazılarını “On birinci terapi”, “On ikinci terapi” olarak isimlendirmem çünkü dediğim gibi temel süreç benim için tamamlandı.

Kendimi demir bir kapının önünde bekliyormuş gibi hissediyorum. Kapının önüne dek gelmişim ancak kapı açılmıyor. Israrla bekliyorum, kapının önünden ayrılmıyorum. Bazen kapı aralanıyor. İçeriden göz kamaştırıcı bir ışık süzülüyor, mis gibi kokular sarıyor her yanı. Sonra kapı yine kapanıyor, bir gün tam olarak açılacağı ümidini bende bırakarak...

Bana kattığınız her şey için size teşekkür ederim. İnsan ilişkilerinin önemini, sevginin önemini, duygunun önemini, doğallığı sizden öğrendim. Daha özgüvenli bir insan oldum. Mesleki anlamda geliştim. Sizinle diğer danışanlarla aranızdaki bağ kadar kuvvetli bir bağ kuramadığım için üzülüyorum. Gerçi mizaçlarımız o kadar farklı ki bu kadarına bile mucize denebilir.

Bir daha terapiye gelir miyim bilmem. Bir daha buraya yazar mıyım bilmem.

“Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”