5
« Son İleti Gönderen: Ömer Yılmaz 23 Temmuz 2024, 08:51:45 ös »
ON BİRİNCİ TERAPİ
30/06/2024
TERAPİ NOTLARI
Eşcinsel erkekler, hemcinslerine olan erotik ilgileri bittiğinde, erkek kimliklerini güçlendirmek ve hayatlarına bir kadın dahil edebilmek için terapilere devam etmelidir. Ayda bir görüşelim.
En verimli terapiler genellikle öylesine gelinen, anlatacak bir şeyi yokken gelinenler oluyor.
Duygusal ilgi ve tatmin bekliyorsun, burada eşcinsellik nerede? Eşcinsel değilsin.
Sağlıklı bir insan, duygusal bir tatmin yaşadıktan sonra bir süre (Ör: bir gün, bir hafta) mutlu olur. Sen neden bir saat sonra çöküşe geçiyorsun? Senin artık ilaç kullanma vaktin gelmiş demektir. Bu tespitimiz seni rahatlattı mı? [Evet, rahatlattı.] Acilen psikiyatriste gidiyorsun. Kesinlikle ilaç kullanman lazım. Sadece terapi alarak bunalımla baş edemezsin.
Beğendiğin bir kızla buluşman lazım. Kuracağın yanlış bir duygusal ilişki dahi seni besler. Üç ay sonra ayrılsan dahi besler. Hiçbir kusur bulmadan beğendiğin bir kızla buluşuyorsun. Kadın hususunda yapacağın hiçbir yanlışa hata denemez, tecrübedir.
Her erkekte kadın korkusu vardır ancak bu yenilebilen bir korkudur. Her erkek evlendiğinde anlar ki kadın korkusu çöptür, yersizdir.
Şimdi senin iki sorunun var. 1- Bağlanma sorunu 2- Hayatında kadın yok. Bağlanma sorununu hemcinslerinle ilişki kurarak yüzde elli aştın ancak kadın konusunda yerinde sayıyorsun, sıfırsın.
[İki tip kadına çekiliyorum. Birincisi sessiz sakin, sömürülmeye müsait olanlar. İkincisi cıvıl cıvıl, neşeli olanlar. Hangisini seçmeliyim?] İkincisini seçmelisin çünkü ilkini seçecek olursan babanın yaptığını tekrar etmiş, köle-efendi ilişkisi kurmuş olursun. İkincisi seni daha zorlar ama daha yüksek bir duygusal tatmin yaşarsın.
Ya evleneceksin ya da yalnız kalmayacaksın yoksa bunalıma girersin.
09/07/2024
Üç buçuk ay terapiye gelmeyince duygusal olarak epeyce gıdasız kalmıştım. O gün terapiye gelince yüzde elli sizin sayenizde, yüzde elli danışan kardeşlerimin sayesinde iliklerime kadar tatmin oldum. Koyugri, Veli, Karamanlı danışan ve Sinoplu ile muhabbet etmek çok iyi geldi.
O günü en başından itibaren anlatmak isterim.
Sabah 4 civarında uyandım. Hava henüz aydınlanmamıştı. Üzerimde tonlarca yük var gibiydi. Zar zor kalktım. Kendimi yataktan kazıdım adeta.
Uçak yolculuğunun başlamasından yarım saat kadar sonra üzerimdeki yük öyle bir ağırlaştı ki öleceğim sandım. Gözlerimi açmak için dahi kuvvet bulamıyordum bedenimde. Hayatın anlamını sorguluyordum. Hiçbir iz bırakmadan, hiç yaşamamışçasına yok olmak istiyordum. Derken dizime birisi dokundu. Gözlerimi açtım. Sağ ön çaprazımda oturan iki yaşlarındaki bir kız çocuğu, elini iki koltuk arasındaki boşluktan uzatıp dizime koymuştu. Gayri ihtiyari gülümsedim. Gözlerim doldu. Birkaç defa elini çekip dizime tekrar koydu. O dokundukça benim üzerimdeki ağırlık kalkıyordu. Mucize gibiydi. Uçaktan inip otobüse bindiğimizde aynı kız çocuğuyla yan yana denk geldik. İki eliyle otobüsün direğine tutunup sarkaç gibi sağa sola salınıyor ve sık sık bana çarpıyordu.
Nihayet Çapa’ya gelebildim. Kapıdan girmeden önce Veli’yi arayayım dedim. Veli, daha önceki yazılarda “gerizekalı” rumuzuyla andığım kişinin ofiste olduğunu ve ondan rahatsız olduğu için dışarıya çıktığını söyledi. Çok öfkelendim. Adaletsizlikti bu! Veli gibi beyefendi bir insan öğlen sıcağında dışarılarda dolaşmak zorunda kalacaktı da danışanlara zarar vermekten başka işlevi olmayan o herif ofiste keyif çatacaktı öyle mi? Zaten ona kinliydim. Birkaç ay önce de benim bir günümü zehir etmişti. Onu iyi bir şekilde anan bir danışana hiç rastlamadım. Birkaç ayda bir gelmesine rağmen bir yolunu bulup hemen her danışana zarar vermeyi başarmıştı.
Kapıyı çaldım. Kapıyı gerizekalı açtı. Beni görünce gülümsedi. “Oooo” diyerek elini uzattı. Zarar verecek yeni birini bulmanın mutluluğunu yaşıyor olmalıydı. “Senin elini sıkmak istemiyorum.” deyip elini sıkmadan içeri geçtim. Sonrasında bağırıp çağırmaya başladım. Ne söylediğimi pek hatırlamıyorum sadece kanunen başımı belaya sokacak sözler söylememek için gayret ettiğimi ve hukuka uygun bir şekilde hakaret ettiğimi hatırlıyorum. Bağrışmalar üzerine terapi odasından çıkıp bekleme odasına geldiniz ve çok kibar bir üslupla gerizekalıdan dışarı çıkmasını rica ettiniz. O eşek herif dışarı çıkarken benim için, “Rahatsız ya!” dedi. Gülse miydim acaba? Onlarca erkeğin altına yatmış, şizofreni tedavisi görmüş, bugüne dek başladığı hiçbir işi sona erdirememiş, hiçbir yere ve hiç kimseye uyum sağlayamamış, hiçbir danışanın kendisini sevmediği, bekleme odasında danışanları rahatsız etmekten başka işlevi olmayan, hayatında sadece sizin tarafınızdan fedakarlık şemanızın tetiklenmesi neticesinde şartlı bir kabule mazhar olmuş, yokluğu varlığından hayırlı bir herif-i nâşerif benim için “rahatsız” diyordu. Bir de, “Ben onun derdini biliyorum, sevgilisini elinden aldım.” dedi çıkarken. Bu dediğine gülmek az gelirdi, kahkaha atmalıydım. Yavuz Efeyle aramızda olan iletişimi kast ediyordu. Erkek sevgili yapmayı kendisi bilir oysa, ben o işlerden anlamam.
Ofisten kovulmayı hazmedemeyip birkaç dakika sonra Yavuz Efe’ye mesaj atmış. “Ömer seninle konuşmamı istemediğini söyledi. Ofise gelip olay çıkarttı. Seni benden kıskanıyor. Ya benimsin ya kara toprağınsın der, deşer seni. Ömer sana aşık. İstiyorsan Hüseyin Kaçın’a sor. O da benimle aynı fikirde.” demiş. Ulan eşek herif! Sende olup bende olmayan ne var ki seni kıskanayım! Sabancı ailesinin bir üyesi, bir tablacıyı kıskanır mı hiç? Öğrenmek istiyorsan söyleyeyim, ben onun abisiyim o da benim kardeşim. Diyelim ki Yavuz Efe’ye aşığım. Onun en az senin altına yattıkların kadar yakışıklı birçok arkadaşı var. Kıskansam onlardan kıskanırım, senin gibi bir mendeburdan değil. Elli yaşına gelmişsin, çocuğun yaşındaki bir adama attığın mesajlara, uğraştığın işlere bak. Yazık! Senin yerine ben utanıyorum. Evliyim, çocukluyum diye övünüyorsun ama zihnin hâlen eşcinsel. Hâlen eşcinsel akıl oyunları oynuyorsun. Eşcinsel entrikalar peşinde koşma ihtiyacını bekleme odasındaki danışanlar üzerinden karşılıyorsun. Bedenen eşinin ve çocuğunun yanında olsan da zihnen gay barların idrar ve döl kokulu tuvaletlerinde kalmışsın. Terapilerden önce bir insanın eşcinsel olup olmadığını anlamak için hemcinsine mi yoksa karşı cinse mi ilgi duyduğuna bakmak gerektiğini düşünürdüm. Şimdiyse bir insanın eşcinselliğini ne kadar obsesif, ne kadar sosyal fobik, ne kadar sadist-mazoşist, ne ölçüde kişilik bozukluğu sahibi olduğuyla ölçüyorum. Sen kurduğun zihin oyunlarıyla tipik bir eşcinselin. Evli ve çocuklu olman hiçbir anlam ifade etmiyor. Hk’nın, “Herkes gider, gerizekalı kalır.” sözünü iltifat olarak algılıyorsundur eminim o mercimek kadar beyninle. İltifat değil acı bir tespit. İyileşen danışanlar genellikle başka eşcinsellerle görüşmek ve bekleme odasında bir dakika bile geçirmek istemiyor. Oysa sen hâlen ofise gelip tüm gün orada vakit geçiriyorsun. Hk’dan danışanların numarasını alıp onlara saçma sapan mesajlar gönderiyorsun. 16 ve 19 yaşındaki iki danışana, “Siz sevgili olsanıza!” diyecek kadar düşük bir adamsın. İstediğin kadar evli ve çocuklu ol, sen halen bu mahalledensin ve ölene dek karşı mahalleye geçemeyeceksin. Evet ben de bu mahalledenim ama aramızda önemli bir fark var. Ben bu mahallenin camisiyim sense kenefisin. Hk’nın iddia ettiği gibi sen o odanın bir parçası değilsin. Sen o odann uru/tümörü/kanseri ve def-i hacet edilmesi gereken bir pisliğisin. Sen gittikten sonra o odada ettiğimiz sohbetlerden muhteşem bir keyif aldık. Herkesin yüzü gülüyordu. Danışanlar beni takdir edip teşekkür ettiler. “İyiki olay çıkarttın da gerizekalıyı kovdurttun yoksa burada bu kadar rahat oturamazdık.” dediler. Benim bağırıp çağırmam bile danışanlara fayda veriyorken senin sadece oturman zarar veriyor.
*
Bu heriften neden bu kadar tetiklendiğimi düşünüyorum. Cevabı zor değil. Tetikleniyorum çünkü o odada, danışanlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bense kimse üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmıyorum.
Ne benden rükû vü ne senden kıyâm
Selâmün aleyküm aleyküm selâm
diye düşünüyorum. Oysa o herif türlü oyunlarla karşısındaki insanı konuşamaz hâle getirip kendi aklınca üstün gelmekten şeytani bir haz alıyor. Siz terapi sürecinde bazen danışanı öfkelendirecek davranışlarda bulunuyorsunuz ya, bu yarım akıllı da güya sizi taklit ederek danışanların damarına basıyor. Bu adam bir yerde, kendisinin aslında kimseye karışmadığını ama durduk yere herkesin ona sataştığını iddia etmiş. Hadi oradan palavracı! Kötü bir şekilde dahi olsa dikkat çekmek istiyorsun sen. Gittiğin her yerden anlamsız hal ve hareketlerinle kovdurtuyorsun kendini. Senin varlığın külliyen zarar. Bir an önce ölüp gitsen de kurtulsak senden. Benden önce ölürsen, aşağıdaki beyitle anacağım seni:
Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr
Yıkıldı gitti cihândan dayansın ehl-i kubûr
(Ne kendisi rahat etti ne de halka huzur verdi.
Bu dünyadan yıkılıp gitti. Allah kabir ehline sabır versin.)
10/07/2024
Dikkat ettim de pasif eşcinseller diğer erkeklere karşı hitap ifadeleri kullanmıyor. Abi, amca, hoca vs. demiyorlar; sadece isimle hitap ediyorlar. Erkekler dünyasındaki hiyerarşi içinde bulunmayı reddediyorlar.
12/07/2024
Terapiden birkaç gün sonra psikiyatriste gittim. Bunalımlarımın 17 yaşında başladığını, iki sınav senesi boyunca kendimi kötü hissettiğimi, sonrasında üniversiteye başlayınca hayatımın düzene girdiğini ama her şey yolundayken bile bunalımı dip akıntı olarak hissettiğimi, 24 yaşında yurttan ayrılıp eve çıktıktan sonra akşamları okuldan eve dönünce akşamları içime olumsuz duyguların çöktüğünü, ondan sonraki beş yıllık işsizlik sürecinde tamamen bunalımda olduğumu, o süreçte bazen günde elli kelime bile konuşmadığımı, işsizlik süreci bitmiş olmasına rağmen bir yıldır hayatımı güçlükle devam ettirdiğimi, mutlu olduğum anların elbette olduğunu ancak o anları yaşamak için fazladan çaba sarf ettiğimi mesela arkadaşlarımla buluşmak için kendimi epeyce zorladığımı, mutlu olduktan sonra da mutlu anların etkisinin fazla sürmediğini, yine bunalım çukuruna düştüğümü, psikoloğa gittiğimi, terapilere insan ilişkilerimi iyileştirmek ve bunalımdan kurtulmak için başladığımı, insan ilişkilerim iyileştikçe bunalımdan tamamen kurtulacağımı düşündüğüm için terapilerde bunalım konusunu fazla açmadığımı ancak insan ilişkilerim iyileşmesine rağmen bunalımdan kurtulamayınca son terapide bunalım konusunu detaylı bir şekilde anlattığımı, yarım saat boyunca bu konu hakkında konuştuğumuzu ve ilk defa bir konu için bu kadar vakit ayırdığımızı, bunalımdan önce ve bunalım esnasında aklımdan geçen düşünceleri yakalamaya çalıştığımızı ancak aklıma hiçbir düşüncenin gelmediğini bunun üzerime psikoloğumun sorunun biyolojik olabileceğini düşünerek beni psikiyatriste yönlendirdiğini anlattım. Psikiyatrist hanım son derece sevecen ve ilgiliydi, beni sabırla dinledi. İnternette depresyonla ilgili bir makalesine rastladığım için ona gelmeyi tercih etmiştim. Majör/ağır depresyon geçirdiğim dönemlerde depresyon tedavi edilmediği için bende kalıntı depresyon olduğunu, ağır bir depresyon bulunmadığını, ancak kalıntı depresyonun dirençli olduğunu, beş altı ay tedaviye ihtiyaç duyduğunu, fiilen çalıştığım için bana ağır bir ilaç yazmayacağını, normalde kalıntı depresyonun Wellbutrin 300 mg ile tedavi edildiğini ancak şimdilik Wellbutrin 150 mg yazacağını, bu ilacı bir ay boyunca kullanmam gerektiğini, antidepresanların genellikle iki hafta sonra etki etmeye başladığını söyledi. Teşekkür edip muayenehaneden ayrıldım. Bir devlet hastanesi psikiyatristinin bu kadar ilgili olmasından ötürü memnundum. İyileşme sürecimde yeni bir sayfa açılmıştı. 13 yıldır muztarip olduğum bir sorundan kurtulma emareleri belirmişti. Hiç olmazsa yaşadığım soruna bir isim konulması yani sorunun belirsizlikten çıkıp ete kemiğe bürünmesi beni rahatlatmıştı.
15/07/2024
Birkaç gün önce Yavuz Efe ile “kendi sınırlarını bilmek” üzerine konuştuk. “Kendi sınırlarını bilmek” ifadesini bir makaleden ona ben nakletmiştim ama ne yalan söyleyeyim makaleyi okurken o ifade hiç dikkatimi çekmemişti. Bu ifadeye Yavuz Efe dikkatimi çekti.
Sağlıklı insanlar neleri yapıp neleri yapamayacaklarını az çok bilirler ve bu sınırları aşmamaya özen gösterirler. Nevrotik insanlar ise kendilerini olduklarından çok daha üstün veya çok daha aşağı görebilirler. Yavuz Efeyle konuşurken sorunlu, sıkıntılı, nevrotik ve tahtası eksik insanlar olduğumuzu ve bundan ötürü bazı sorumluluklarımızı yerine getiremezsek kendimizi suçlamamamız gerektiğini kabul ettik. İkimizin de ailesine ve çevresine karşı bazı sorumlulukları vardı ancak bu sorumlulukları hakkıyla yerine getiremiyorduk. Sahibi olduğumuz araç bizi yol üstünde hızla ilerletmiyordu. O aracı biz itekleyerek götürmek zorundaydık.
16/07/2024
Akşam vakti yürüyüş yaparken ufak bir parkta bir çiftin baş başa oturduğunu gördüm. Zehirli bir soru zihnime kancasını attı: Kadının yerinde mi olmak isterdim yoksa erkeğin mi?
Kadının yerinde olmak istemezdim. Bir erkeğin üzerimde sahiplik iddia etmesine tahammül edemem. O kim oluyormuş ki bana sahip olacakmış?
Erkeğin yerinde olduğumu düşündüm. “Ne hissediyorsun?” diye sordum kendime. “Korku” cevabını aldım. Kadından korkuyordum. Daha doğrusu kadının korkulacak bir varlık olduğunun farkındaydım. Oysa heteroseksüel hemcinslerim bunun farkında değildi. Onlar kadının işvesine, cilvesine aldanıp kadının içindeki gizli gücü göremiyordu fakat ben görüyordum. O gücün erkeği zirveye taşıyabileceği gibi yerin dibine geçirebileceğinin bilincindeydim. Tam olarak bilmediğim bir mekanizma vardı karşımda. Elimdeki verileri girince hangi sonucun geleceğini bilmiyordum. Bu korkudan ötürü mastürbasyon yaparken fahişelerle, çirkin ve yaşı büyük kadınlarla yani kadınlığının eksik olduğunu düşündüğüm kadınlarla ilişkiye girdiğimi hayal ediyordum. Benim yaşlarımda, benim dengimde bir kadının beni arzulayamayacağını düşünüyordum istemsizce. Bu en derinlerimde saklanmış özgüvensizlikten kurtulamıyordum.
Gelelim o zehirli sorunun cevabına: Ne kadının ne de erkeğin yerinde olmak isterdim. O erkeğin yanına bir erkek olarak oturup onunla sohbet etmek isterdim. Halen aklım fikrim erkeklerle sohbet etmekte, arkadaş olmakta, vakit geçirmekte... Erkek önümde bir dağ olmuş, onu aşmalı mıyım, yıkmalı mıyım? Erkekle iletişim bir yere kadar tatmin ediyor, bir yerden sonra korkunç bir boşluğa düşüyorum. Başımdan aşağı dereler akmasına ihtiyacım var ama bir mendilin ucundan damla damla su emiyorum. Aslında bu sorunun nasıl çözüleceğini biliyorum da bilmezlikten geliyorum. Kırık bir kemiği kendi haline bırakırsak iyileşmez değil mi? Eşcinsellik de kendi hâline bırakılınca iyileşmiyor. Zamanında yaşanamamışları yaşamak gerekiyor. Hemcinslerimle iletişimim kendi kendine iyi hâle gelsin deseydim kıyamete kadar gelmezdi. Kadın mevzuunda da bahanelere sığınmadan çaba harcamam gerekiyor. Ergen bir erkek bile kadına içinden gelerek adım atıyor olabilir ancak benim kendimi zorlamam gerekiyor. Onunla ben bir değiliz. Onun kolu sağlam, benimkisi kırık. Benim alçıya ihtiyacım var, onun yok. Erkek iletişimiyle bir yere kadar geldim, daha ötesine geçemiyorum. Yeni bir mekan, yeni bir zaman istiyorsam yeni bir yol denemem gerekiyor. Daha önce denenmemişi ve maalesef daha zor olanı denemeliyim.
Yeniliklere uyum sağlayabilmek benim için epeyce zor. Hayatta ilerlemek esasken, iki günü birbirine denk olan zarardayken, havada uçan kuşun kanat çırpmayı bırakınca düşmesi kaçınılmazken, ben otistik bir tavırla hayatımdaki her şeyi kontrol etmeye ve tekdüzeleştirmeye çalışıyorum. Yeniliğe fazla açık değilim ancak bir yandan da yenilik olmazsa hayatın tahammül edilemeyecek ölçüde sıkıcı hâle geleceğini biliyorum. Sadece çok daralıp dayanamayacak hâle gelirsem hayatıma yeni bir unsurun girmesine izin veriyorum. Hayatı kalıplara sıkıştırmayı bırakmam, eski söyleyişle zuhurata tâbi olmam gerekiyor. Yeniliğe “düzenimi bozacak yabancı bir nesne” olarak değil de “hayatımı güzelleştirecek farklı bir yol” olarak bakmayı öğrenmeliyim.
17/07/2024
Borderline kişilik bozukluğu narsistik kişilik bozukluğundan daha yaygın görülüyor. Borderline’ların iyileşme ihtimali narsistlerden daha yüksek. Freud narsistlerin tedavi edilemez olduğunu çünkü narsistlerle terapötik bağ kurulamayacağını düşünüyor. Size gelenlerin ve iyileşenlerin çoğunluğunu borderline eğilimli pasifler oluşturuyor. İyileşme ihtimalleri yüksek çünkü yanlış kişileri yanlış biçimde seviyor olsalar da en nihayetinde sevmeyi biliyorlar, borderline’lar ile terapötik bağ kurmak mümkün ancak terapisiti önce idealleştirip ardından değersizleştirme ihtimalleri yüksek, terapistin dikkatli olması gerekiyor. Borderline’ler içlerinde mevcut bulunan sevme yeteneğini doğru kişilere doğru şekilde yöneltebildikleri zaman iyileşme gerçekleşiyor.
Size gelenlerin arasında narsist eğilimli aktifler azınlıkta. Terapiyi yarıda bırakma ihtimalleri daha yüksek, iyileşme ihtimalleri daha düşük. Öncelikle sevmeyi, sevilmeyi ve bağ kurmayı öğrenmeleri gerekiyor. Aksi takdirde iyileşemiyorlar.
18/07/2024
Saat akşama doğru dört civarı olunca içime bir ağırlık ve mutsuzluk çöküyor. “Şimdi ben yatana kadar ne yapacağım?” diye soruyorum. Bu konuda hiçbir fikrim olmuyor. Her gün birisiyle buluşmak mümkün değil.
Üç günlük tatil bana epeyce iyi gelmişti ancak dün yine bunalıma girdim. Dün akşam uzun zamandır yaşamadığım kadar kuvvetli bir kriz yaşadım. Olumsuz duygular beni yerden yere vurdu. Parmağımı oynatacak mecalim kalmamıştı. Ne oldu bilmiyorum, yavaş yavaş geçti. Bugün birkaç tane borderline/sınırda kişilik bozukluğuyla ilgili makale okudum. Bir saat yürüyüş yaptım. Kırk dakika kadar Koyugri ile konuştum. Şimdi iyiyim ancak bu iyi olma hâli ne kadar devam eder bilmiyorum.
Üniversite yıllarında bunalıma/mutsuzluğa karşı kitaplara sığınırdım. Okurken olağanüstü bir keyif alır, dünyadan kopardım. Sınav akşamlarında bile okurdum. Şimdiyse depresyona karşı kime ve neye sığınacağımı bilmiyorum. Öyle bir kale var mı, onu dahi bilmiyorum. Ben tek sorunun eşcinsellik olduğunu zannediyordum meğerse eşcinsellik sadece bir örtüymüş. Örtü kalkınca altından ürkütücü bir enkaz çıktı. Bu enkazı çözümlemeye çalışıyorum. Depresyon bana kök salmış ben de depresyona kök salmışım. Öz sularımız birbirine karışmış. Nasıl ayrılırım, ayrılırsam o boşluk ne ile dolar bilmiyorum. Somut hedeflerim yok. Dost sohbeti ve ufak tefek başarılar haricinde beni heyecanlandıran bir şey yok. Ben gün batımında bir ağacın rüzgarda sallanışından bile keyif alan bir insandım. Şimdiyse mutlu olabilmem için büyük olaylar yaşamam gerekiyor, küçük hayat olayları mutlu olmam için yetmiyor. Uyku düzenim yok. Yemek düzenim yok. Hobim yok. Bunca yokluktan bir varlık nasıl çıkacak? Kendimi sakinleştirmeyi beceremiyorum. Okul-iş-ev üçgeninden çıkamıyorum. Öyle parçalanmışım ki sanki her bir parçamı başka bir dağın tepesine atmışlar. Nereden toplamaya başlayacağımı ve toparlanmak için gereken gücü nereden bulacağımı bilmiyorum.
“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerede?”