Gönderen Konu: TANRI'LAŞAN DEVLET  (Okunma sayısı 16159 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4310
    • Profili Görüntüle
TANRI'LAŞAN DEVLET
« : 15 Mart 2012, 06:24:07 ös »
TANRI ve ÇOCUK

Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91

İnsan anarahminden hayata ne kadar tutunur bilinmez. Çığlık çığlığa kutsal olanın kucağından acımasız bir dünyanın içine sürgün edilince umut en büyük gıdamızdır. Anneler kurtarıcı melekler; babalar koruyucu bir güç olarak bize hizmetle yükümlüdürler.  Bu çetin süreçte görev kusuru işlenmezse mucizeler yakamızı bırakmayacaktır. Umutla yürüdüğümüz hayatta  gülen gözlerle büyümekten başka yazgımız olmayacaktır.  Eğer ki anne-babanın kendilerine yönelik çatışmaları, kargaşaları, isyanları dinmemişse içimizi kaygılar ve korkular kaplayacaktır.  Oyunlarımızı ve rüyalarımızı karabasanlar kuşatacaktır. Bugün yarın bir an önce bizi sıkıntıdan boğan  yaşadığımız o evden kaçmak ve kurtulmak için düşünceler imizle boğuşacağız. Her seferinde yenilmiş olarak eve geri döneceğiz.  Anne babamıza biriken kızgınlıklarımızdan öfkelerimiz ve nefretlerimiz  artacak. Ben  diyemedikçe hep onlara teslim olacağız. Kaderimizi onlar umutsuzluk ve yenilgi olarak yazacaklar.  Çocukluğumuz esir alındıkça asi bir ruhumuz  oluşacaktır.  Asi ruhlar isyan ettikçe karşılarında Tanrısal bir güç göreceklerdir.  İçlerini derinden bir ürperti kaplayacak ve kan ter içinde uyanacaklar her sabah uykularından.  Ergenlik dönemi bu anlamda bir kırılma eksenidir.  Tanrı içsel gücünüzün kapılarını açacaktır size. Korkularınızı aşamazsanız ya Tanrı'ya da isyan edeceksiniz yada en sahtesinden teslim olmuş görünerek  uysallaşacaksınız Tanrı karşısında. Ellerinizi Tanrı'ya değil sadece göğe kaldırmış olacaksınız. Secdelerinizi Tanrı'ya değil sadece alnınızın değdiği yere yapacaksınız. Sevaplarınızı Tanrı'ya değil sadece üç beş insanın gözlerinden  ötesine sunamayacaksınız.  Korkularınızın esiri olarak hep çocuk kalacaksınız.   Kötü hayatlarının mahkumu  olanlar iyi bir oyuncu olarak sorunlarıyla baş edebilirler  ama  yenilmekten başkaca çözümlere erişemeyeceklerdir.  Ancak asi ruhlar çocukluklarının içinden çetin sınavlarla geçerek büyürler ve büyüdükçe Tanrı'ya teslim olurlar.  Oyunlara ve yalanlara tutunmayıp  gerçeğe susayanlar sadece akıllarıyla değil kalplerinden  de görecekler yazgılarını.  Oyunların ve yalanların sıkıntılarına sabrederek umutlarını yitirmeyenler gerçeğin şükrüne ereceklerdir.  İyi hayatlar yaratanlar mücadelelerinin karşılığında elde ettikleri sevginin ve güvenin gücüyle gerçeğin yakıcılığında olgunlaşırlar.

Emeği taktir eden bir yapı yoksa devlet adaletsizliklere isyan edenlerin susturucusudur.  Boyun eğenlerin köleleştirici efendisidir devlet. Adaletsizlikler bizi sancılar içinde bıraktıkça Hakk arayışımız artacaktır. Her isyan bir eşitlik ve özgürlük umududur.  Devlet isyanı teslimiyete dönüştürmeden terbiye etmekle görevlidir. Devletin ışığı Allah'ın nuru'nu gölgelemeye kalkışırsa bireylerin iç dünyalarında boşluk, korku/kaygı, suçluluk duyguları ile iç sıkıntıları oluşacaktır. devlet anne babaları kamusal bir dünyanın esiri olarak kuşatmışsa çocuklar; bu anne babalardan ruhsal anlamda sevgi/güven duygusu alarak beslenemeyecektir. Devlet bize kendi gücünü değil Tanrı'nın gücünü aşılamakla  yükümlü görmeli kendisini.

"Çocuk eline tutuşturulan okul çantası ile devletle ilk tanışmasını okulda yaşamaktadır. Her sabah okul bahçesinde okunan antla, bayrak direğe çekilirken tek cümleymiş gibi okunan ve anlamını çok sonraları
fark edeceği İstiklal Marşı'yla;" kuru ve kurgusal bir hayatın kölesi öğretmenlerin rehberliğinde devleti içselleştirmektedir. Devlet bir güç olarak iç dünyayı şekillendirdikçe ruhsal bütünlük bölünmektedir. Oysaki okul çocuğu devletin değil Tanrı'nın gücüyle tanıştırmalıdır. Öğretmenler öğrencileri devletin ışıklı/çağdaş yollarında değil Allah'ın ışıklı/sonsuz yollarında dünyayı keşfe çıkarmalıdır.

Anne babanın aşklarıyla döşedikleri evleri yoksa çocuklar için dış dünya daima tehlikeli ve korkutucudur.

İçinde yeniden bir hayat kuracaksın.  Kimselere sığınmadan tırnaklarınla tutunacaksın hayallerine.

devletin dini ruhun afyonudur; allah'ın dini ise ruhun gıdasıdır..

(bitmemiş yazı)

Devletin kuşatmasından kurtulmuş özgür ruhlu bireylerin işbirliğinden adalet doğar. Adaleti devletin yargıçlarının hükümlerinden  değil yüreklerimizin birlikteliğinden güç alarak bulabiliriz.

« Son Düzenleme: 11 Şubat 2016, 05:12:48 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4310
    • Profili Görüntüle
Ynt: TANRI'LAŞAN DEVLET
« Yanıtla #1 : 15 Mart 2012, 07:15:39 ös »
Benliklerini putlaştıranların ikbal sofralarının karşısında, ezilerek, büzülerek, secdelere kapanarak kutsayıcı ayinlerde bulunmadığım için kınanacağım. Aşağılanarak lanetleneceğim. Aforoz vesikam damgalanarak elime uzatılacak. Tapınaktan kovulmuş bir müntesip olarak hürriyetin anlamını ve yanlızlığımı yanıma alarak hayata yöneleceğim. Putlardan hür olarak Allah’ın teslimiyet sığınaklarında barınacağım. Yanılmadan, yılmadan, yüreğinden sükunetle ağlayarak hayatı anlamlandırmaya çalışacağım. Yarına dair, büyük ihtiras dalgalarında savrularak küçülmektense, yalnızlığın elemli saadetlerinde, başarılı olmak mecburiyetinden, gösteriş budalalıklarından, servet düşkünlüğünden, küçük dağları yaratan benim ve bana bakacak olanlar başlarını kaldırarak baksınlar diyen tepeden bakışlardan arınarak, soyunarak ve gerekirse kafa derisinin kafadan yırtılmasının benzeri bir ızdırap ile yaşamak.


https://www.habervakti.com/ruya-i

https://www.habervakti.com/ruya-ii

https://www.habervakti.com/ruya-iii



devamını okumak için tıklayınız
« Son Düzenleme: 23 Şubat 2023, 10:44:34 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4310
    • Profili Görüntüle
Ynt: TANRI'LAŞAN DEVLET
« Yanıtla #2 : 15 Mart 2012, 09:33:17 ös »
TECAVÜZ MAĞDURU ERKEK ÇOCUKLARI ....

Onun öncesinde kendi durumundan bahsetmek istiyorum.Durumu iyi olan bir ailede doğdum.küçüklüğüm hep ilgi ve alaka ile geçti.fakat 6 yaşımda annemin bir anlık dalgınlığı ile beni sokakta tek başıma oyun oynamaya bırakması sebebi ile mahalledeki sapık bir fırıncı çırağı tarafından tecavüze uğradım.O andan itibaren hayatım köklü olarak değişti.Annem durumu eve döndüğünden farketti.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=954.0

tıklayınız

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4310
    • Profili Görüntüle
Ynt: TANRI'LAŞAN DEVLET
« Yanıtla #3 : 02 Nisan 2012, 08:48:42 öö »
SOL YANIMDA İSYAN VAR / SAĞ YANIMDA BİTMEYEN BİR SANCI

Ülkemizde bilimsel düşüncenin ve anlayışın yüksek seviyelerde olduğu böylesine sancılı günlerde okumuş yazmış yöneticilerimiz ne zamandır ellerine kitap alıp okumamışlardır büyük bir ihtimal. Mahkeme koridorlarında adalet var mıdır yok mudur bilinmez ama bilmemiz gerekir ki bilimsel düşünce dava dosyalarından çıkıp topluma ışık tutmaz. Sözün özü yöneticilerimiz, akıllarının fikirlerinin erdiğince binbir zahmetle geldikleri mevkilerinde ve makamlarında bürokrasinin bitmeyen çekişmelerinden vakit bulurlarsa kendilerine bir kitabı okumalarını önermiş olalım. Prof Dr Atalay Yörükoğlu'nun Gençlik Çağı'nı bir okusunlar, işlerinden güçlerinden vakitleri olursa;

Kimi gençler de başka bir yol tutarlar; o da her şeye boş verme yoludur. Genç kendini toplumu değiştiremeyecek kadar güçsüz bulabilir, ama toplumun körü körüne boyun eğen bir üyesi olmayacak kadar da bağımsızlığına düşkündür. Bu durumda topluma sırt çevirme yolunu seçer. Toplumun düzensizliğine, bozukluklarına ortak olmak istemediği için hiçbir sorumluluk almaz; edilgin (pasif) direniş yolunu seçer. Hippiler, bitnikler ve benzer akımlara kaptırır kendini. Sevgi, barış ve kardeşlikten yanadır, ama topluma hiçbir katkısı yoktur, asalak olarak yaşar. Kendini arayıp bulma çabasına giremez. Uyuşturucu ilaçlara sarılıp yarattığı yalancı bir dünyada bunalımlarını unutmaya çalışır. Kendi sorunlarıyla yüzleşmek, kendine bir çıkış yolu bulmak yerine sorunlarını ertelemeyi yeğler, kimlik arayışını askıya alır. Şurası açıktır ki bu yollardan sonuncusu, en sağlıksız olanıdır.
Baş kaldırma eğilimi ve buna eşlik eden saldırganlığın yoğunluğu gençten gence çok değişir. Bunu gencin içinde yaşadığı koşullar belirler. Bir bakıma saldırganlık, engelleme ile doğru orantılı olarak dışa vurulur. Saldırganlığın nereye yöneleceğini ise toplumdaki güncel sorunlar belirler. Bunun sonucu olarak genç, dinsel, siyasal ya da başka türden akımlara katılır. Kişisel öfkesini belli bir akımın buyruğuna sokar.
Gençlerdeki saldırganlık hoş görülmese bile, onlardaki öfkenin nedenlerini anlamak zor değildir. Çevresinde tanık olduğu düzensizlikler, eşitsizlikler onun coşkulu benliğinde tepki uyandırmadan edemez. Buna ek olarak önündeki yolların tıkalı oluşu onu umutsuzluğa sürükler; kendi kişisel yazgısı ile toplumun yazgısını özdeşleştirir. Sağda olsun, solda olsun gençlerin ortak özlemlerini dile getirmeleri bundandır. Bağımsız Türkiye'den yana ve kapitalizme karşı ortaya atılan savsözlerin (sloganların) sağda da, solda da duyulması anlamlıdır. Çünkü gençler, yöntemleri yasa dışı olsa da, amaçlarından saptırılmış olsalar da temelde bağımsızlıktan, özgürlükten yanadırlar. Her şeyden önce kendi kişisel özgürlüklerinin arayışı içindedirler.
Bağnazlıkla birleşen sağ ve sol eylemciler, bir yerde birbirinden ayrılırlar. Otoriteye baş kaldırma yöntemleri ve bağımsızlığa ulaşma yolları değişiktir. Sol eylemci baş kaldırma eğilimini açıkça ortaya koyabilen insandır. Evde baba otoritesine, toplumda da egemen düzeni simgeleyen her şeye karşıdır: Öğretmene, yöneticiye ve genel olarak kurulu düzene savaş açmıştır. Dizginleyemediği saldırganlık eğilimlerini bir yere boşaltma gereksinimini duymaktadır. Aile içi ilişkileri bozuktur; özellikle babasıyla arasında çözemediği çatışmaları vardır. Çocukluğunda çok baskı görmüş, sindirilmiş ve aşağılanmıştır. Saldırganlık dürtüsünü sağlıklı yollara aktarma olanağı bulamamıştır. Kişilik gelişmesi engellenmiş, kendine güveni örselenmiştir. Bu genç evde başaramadığını toplumsal alanda başarma çabasına girer. Özgürlüğünü kanıtlaması, başarısıyla öz güvenini kazanması gerekmektedir. Amacına ulaşması için kestirme yollardan gider. Çünkü bilinçdışı dürtüleri onu sürekli tedirgin etmektedir. Kendini kanıtlamanın en kolay ve en tehlikeli yolunu dener. Kendi gibi öfkeli, beklemeye zamanı olmayan gençlerle siyasal örgütlerde yazgısını birleştirir. Sol eylemci, bilinçdışı eğilimleri nedeniyle sol örgütteki önderlere de uzun süre katlanamaz. Her çeşit otorite ona, tahtından indirmeye çalıştığı baskıcı babasını anımsatır. Sol kesimdeki sürekli bölünmenin bir nedeni de bu ruhsal eğilimdir. Sol eylemci için önder değil, kendi yaşıtlarıyla dayanışma, kardeşlik ve yoldaşlık önemlidir.
Sağ eylemci de baş kaldırma eğilimini şiddetle duyan gençtir. Ancak bunu sol eylemci gibi doğrudan açığa vurmaz. Çünkü çok daha geleneksel ve baskıcı bir aile ortamında yetişmiştir. Ataerkil aile düzeninin sürüp gittiği, daha tutucu ve daha yoksul bir kesimden gelmektedir. Dolayısıyla daha ezik ve yazgısını değiştirme umudu olmayan bir gençtir. Ne yaklaşabildiği, ne de başkaldırabildiği babasına uysalca boyun eğer. Özgürlük ve kendini kanıtlama isteklerini ev dışında doyurmaya çalışır. Kendisine, babasından daha anlayışlı davranacak bir otorite örneği arar. Güvenebileceği, sığınabileceği, kendisine yol göstereceğine inandığı bir önder ya da siyasal bir dernektir bu.
Bu siyasal örgüt ya da dernekte benimsendiğini, adam yerine konduğunu görür. Artık sahipsiz ve desteksiz değildir. Bir okula ya da bir işe yerleştirilir. Tam boyun eğmesi koşuluyla yepyeni olanaklar önüne serilir. Kendini kanıtlaması için görevler verilir, sınanır. Başarısı alkışlanır, rütbesi yükselir. Öfkesi iyice bilenir; saldırganlığını boşaltabileceği yeni amaçlar gösterilir. Ortak düşmana karşı açılan kutsal bir savaşta önemli bir yeri olduğu duygusu aşılanır. Katıldığı derneğin önyargılarını ve heyecanla söylenen sloganlarını benimser. Yaşdaşlarıyla dayanışma içindedir, ama onun bağlılığı ilk elde arkadaşlarına değil, önderedir. Her türlü otoriteye, başkaldıran sol eylemcilerin tersine, sağ eylemci tek bir önderin buyruğuna gözü kapalı girer. Yücelttiği bu öndere bağlanmakla aradığı özgürlüğü yitirmektedir, ancak bunun karşılığında güven duygusuna kavuşmaktadır. (Fromn, 1971). Davranışlarından örgüt ya da dernek sorumlu olduğu için yasa dışı eylemlerinden suçluluk değil, tersine övünç duymaktadır. Yanılmaz olarak bildiği önderi uğruna katlanamayacağı özveri, göze alamayacağı tehlike yoktur. Çünkü yüce önder onu koruyup, kollayacak, başı derde girince onu kurtaracaktır.
Demokratik bir toplumda aşırı da olsa, sağ ve sol akımlar toplumsal çelişkilerin sonucu olarak yandaş bulurlar. Bunlara yasa çerçevesinde yaşama hakkı tanınması, özgürlükçü demokrasinin baş koşuludur. Ancak şiddet yoluyla sağ ve sol eylemcilik, demokratik bir düzende sağlıksız belirtileridir. Çünkü eylemcilik siyasal bağnazlıktan kaynaklanır. Eylemci, hangi kanatta çarpışırsa çarpışsın, amacından sapmış kişidir. Çıkış noktası da ne denli haklı olsa da saplantılarına yenik düşüp yolunu şaşırmıştır.
Hitler Nazi gençliğini ustaca örgütlemiş ve dilediği amaçlara yöneltmişti. Bunu şeytanca bir sezi ile gençlik psikolojisini anlamasına borçluydu. Çünkü kendi gençliğinde başkaldırma eğilimini yoğun bir biçimde yaşamıştı. Babası çok içen ve içtikten sonra karısını ve çocuklarını dayaktan geçiren bir insandı. Hitler 13 yaşına kadar baba baskısı altında ezilmiş, onun ölümüyle kendini hem özgür, hem de boşlukta bulmuştu. Gençlerdeki çelişkili duyguları çok yoğun olarak kendi benliğinde duymuştu. Onlar bir yandan başkaldırmak, öte yandan da daha iyicil bir otoriteye sığınmak isterler. Bu gerçeği gördüğü için ?Kavgam? adlı kitabında yöneticilere meydan toplantılarını akşama doğru düzenlemelerini öğütlüyordu. ?Çünkü insanlar akşama doğru karamsarlaşırlar ve bir kimseye, bir kümeye sığınma eğilimini gösterirler, bu saatlerde onları istediğiniz gibi etkileyebilirsiniz? diyordu.
Hitler, gençliğinde mimar ya da ressam olmak istiyordu. Linz kenti belediyesine, kenti yıkıp yeniden yapılması için düşüncelerini bildirmiş, opera binası için önerdiği planın geri çevrilmesi onu çok sarsmıştı. Yıkıp yapmakla ilgili hayallerini başka bir alanda, devlet yönetiminde uygulamak üzere ertelemişti. Hitler bu tasarısının ancak ilk bölümünü, yıkmakla ilgili bölümünü gerçekleştirebildi. Alman halkına bin yıllık bir gelecek vermeyi düşlerken kendi ülkesini yakıp yıktığı gibi, birçok ülkeye de ölüm ve yıkıntı getirdi. Hitler olumsuz, yani negatif kimliğin çok açık bir örneğidir. Negatif kimliğin daha küçük çapta çarpıcı bir örneği de önce gazeteci Abdi İpekçi'yi öldüren, sonra da Papa'yı yaralayan Mehmet Ali Ağca'dır. Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Ağca, her ne pahasına olursa olsun kendine bir kimlik arayan, başkaldıran bir genci temsil eder. Toplumda bir yer, bir konum elde etmek için çırpınmış, başaramayacağını anlayınca, aşırı sağda bir örgüte sığınarak kendini kanıtlamayı denemiş, kendi başına bir değer olamayacağını gördükten sonra, değerli kişileri yok ederek üne kavuşma yolunu seçmiştir. Çocukluğundan gelen birikmiş düşmanlık ve saldırganlık dürtülerini tutkusunun buyruğuna vermiştir. Ezilmişliğinin, çektiği yoksullukların acısını toplumdan çıkarmakla kalmamış, yalancı bir büyüklük duygusuna da kavuşmuş, dünyayı parmağında oynatan, bütün düğümleri çözebilecek tek kişi konumuna gelmiştir. Aradığı üne ve kimliğe kavuşmanın sevincini ve mutluluğunu yaşadığı her halinden bellidir.
İtalya ve Almanya gibi ülkelerde faşist düzenlerin kurulması yalnız toplumsal ve ekonomik etkenlerle açıklanamaz. Bu ülkelerde de aile yapısına ataerkil düzen egemendir. Toplumsal koşullar oluşunca bu ülkelerde bir baba örneğine, bir kurtarıcıya bir Führer ya da Duçe'ye duyulan özlem kendini belli etmektedir. Toplumsal kargaşa ve çalkantılar, zorda kalan çocuğun babasına sığınmasına benzer biçimde, güçlü bir önder aramaya itmektedir kalabalıkları.
Bir bakıma, Hitler ve Mussolini'yi içinde yaşadıkları toplumlar yaratmıştır. Onların yaptığı, onuruyla oynanmış, kolu kanadı kırılmış, halklarının başkaldırına dürtülerine yön vermekti. Özellikle işsiz yığınların sahipsiz gençlerini örgütleyerek saldırganlıklarına amaç göstererek başlangıçta başarılı oldular. Onları umutlandırarak, coşturarak, suç ortağı ederek kendi tutkuları doğrultusunda kullanıp sömürdüler.
Özetlersek sağ eylemci de sol eylemci de özgürlüğüne kavuşmak, kendini kanıtlamak için otoriteye başkaldırdılar. Sağcı genç, katı kaba otoritesinden kaçayım derken daha acımasız ve sömürgen bir otoriteye tutsak oldu. Solcu genç, her çeşit otoriteye karşı çıktığı için gerçeklerden koptu (Yörükoğlu, 1979).

Sağ ve sol eylemcinin davranışlarında ailesel ve kişisel sorunların payı büyüktür. Genç bu sorunlardan kendini siyasal bir akımın buyruğuna vererek kurtarmaya çalışır. Ailesel ve kişisel çatışmalardan kaynaklanan öfkesini ve saldırganlığını toplumsal alana kaydırır, başka bir deyimle eylemci, eylemini sürdüremediğini zaman bunalımlar içine düşer, kendi sorunlarıyla yüz yüze gelir. Hele "Kimlerin hangi amaçlarına hizmet ediyorum" diye kendine sormaya başladığında çok geç kaldığını anlar. Artık dönüş yapamaz. Ya sürekli kaçmak ya da sağ kalabilmek için suç ortaklığını sürdürmek zorundadır.
Böylece başlangıçta kendince soylu davaları gerçekleştirmek için yola çıkan genç, bilinçdışı etkenlerden kaynaklanan, kör tutkular içinde tükenir. Kimliğine ve özgürlüğüne kavuşmak isterken karanlık güçlerin oyuncağı olup çıkar (Yörükoğlu, 1979).
Doğu Ergil'in (1980) Ankara Kapalı Cezaevi'nde şiddet eylemleri nedeniyle hükümlü ya da tutuklu bulunan 287 sağ ve sol eylemci üzerinde yaptığı araştırma sonuçları yukarıda belirttiğim düşünceleri destekler niteliktedir. Eylemcilerin yüzde 80 i 16-24 yaşları arasındaki gençlerdir. Yüzde 40'ı da 19 yaşlarındadır. Eylemcilerin yüzde 75?i yaşamlarının büyük bir bölümünü büyük kentlerde geçirmişlerdir. Ancak eylemcilerin babalarının meslekleri incelendiğinde bunların yarısından çocuğunun işçi ve çiftçi, yani köy kökenli oldukları görülmektedir. İkinci sırayı memur babalar almaktadır. Sol eylemcilerin daha çok işçi ve memur babaların çocukları oluşu dikkati çekmektedir. Gerek sağcı, gerekse solcu gençlerin babalarının yüzde 73'ü ortaokul ve ilkokul çıkışlıdırlar. Lise bitirmiş olanlar yüzde 7'dir. Başka anlatımla sağ ve sol eylemcilerin büyük çoğunluğu eğitim düzeyleri düşük. Sağ eylemci oranı, daha tutucu kesim sayılan esnaf ailelerinde daha yüksektir (Ergil, 1980).
Eylemciler arasında lise mezunu ya da lisede bir süre okuduktan sonra ayrılanların oranı yüksektir. Üniversitede birkaç yıl okuduktan sonra ayrılanlar ikinci sırayı almaktadır. Yüksekokulu bitirmiş eylemci oranı yüzde 3-4 ü geçmemektedir. Okulu yarıda bırakma oranı sağcılarda daha yüksektir.
Gençlerle babalarının eğitim düzeyi çok farklıdır. Babaların çoğunluğu köy kökenli oldukları halde oğullar kentte büyümüşlerdir. Bu ayrımlar gençlerle babaları arasındaki kuşak çatışmasını arttırıcı niteliktedir.
Sağ ve sol eylemciler arasındaki başka ilginç bir ayrım akıl danıştıkları, düşüncelerine önem verdikleri kişiler sorulduğu zaman belirmektedir. Solcu gençlerin yüzde 57'si en çok örgütte çalışan arkadaşlarına danıştıklarını, onların düşüncelerine değer verdiklerini söylemelerine karşılık, sağcıların yüzde 22'si örgüt başkanına danıştıklarını belirtmişlerdir. Bu durum sağcıların daha çok boyun eğen, otoriteye sığınma gereksinimleri ağır basan, solcuların ise bağımsızlıklarına düşkün, başına buyruk olan gençler olduğunu kanıtlamaktadır. Sağcılar emir-komuta zincirine uyan, bir baba örneği, bir önder izinden giderek başkaldırma gereksinimlerini doyurmaya çalışmaktadır.
Aristo bu gerçeği 2300 yıl önce görebilmiş, sosyal ve politik değişmelerin temelinde babalarla oğulların karşıtlığının yattığını söylemiştir. "Politik devrimler yalnız yoksullarla zenginlerin çatışmasından değil, babalarla oğulların çatışmasından doğar". Babalarla oğulların çatışmasından çıkabilecek en olumlu sonuç oğlun babayla yarışması, onu geçmesidir. Freud'un dediği gibi "Kahraman kişi babasına meydan okuyarak zafere ulaşan kişidir." İyi bir baba, oğlunun başarısını destekleyen ve onun kendisini aşmasından kıvanç duyan babadır.
Bizim tarihimizde baba oğul ilişkisinin en uç örneklerini bulabiliriz. 2.Murat oğlu Fatih Sultan Mehmed'i genç yaşta (22 yaşında) tahtına oturdu. Buna karşılık Yavuz Sultan Selim babası 2. Beyazıt'ı çekilmeye zorlayarak tahtını ele geçirdi.
Kuşaklar arası karşıtlık 1980 yılından önce tam bir kutuplaşma ve silahlı çatışmaya dönmüştü. Bunun tüm sorumluluğunu doğal olarak sabırsız ve heyecanlı gençliğe yükleyemeyiz. Erişkinler tutuculuklarıyla, gençlerin ilerici düşüncelerine dudak büküşleriyle aralarındaki iletişimi tümden kopardılar. Gençlerin beğenmedikleri davranışları yanında, haklı düşüncelerini, soylu duygularını da yadsımak yolunu seçtiler. İlişkilere kuşku, güvensizlik ve yabancılık egemen oldu.


Sevgili Okur;

Aslında mahkeme koridorlarında başlayan büyük bir kavga arasında kaldık millet olarak. Biz de kayıtsız seyrediyoruz... Allah hepimizi korusun.

Sözün Özü : Bilimsel Düşünce Akla Işık Tutar.

« Son Düzenleme: 24 Aralık 2018, 09:41:20 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4310
    • Profili Görüntüle
Ynt: TANRI'LAŞAN DEVLET
« Yanıtla #4 : 23 Şubat 2023, 10:46:13 ös »
Tanrılaşan devlet!
       
İnsan, anarahminden hayata ne kadar tutunur bilinmez. Çığlık çığlığa kutsal olanın kucağından acımasız bir dünyanın içine sürgün edilince umut en büyük gıdamızdır. Anneler kurtarıcı melekler; babalar koruyucu bir güç olarak bize hizmetle yükümlüdürler. Bu çetin süreçte görev kusuru işlenmezse mucizeler yakamızı bırakmayacaktır. Umutla yürüdüğümüz hayatta gülen gözlerle büyümekten başka yazgımız olmayacaktır. Eğer ki anne-babanın kendilerine yönelik çatışmaları, kargaşaları, isyanları dinmemişse içimizi kaygılar ve korkular kaplayacaktır. Oyunlarımızı ve rüyalarımızı karabasanlar kuşatacaktır. Bugün yarın bir an önce bizi sıkıntıdan boğan yaşadığımız o evden kaçmak ve kurtulmak için düşünceler imizle boğuşacağız. Her seferinde yenilmiş olarak eve geri döneceğiz. Anne babamıza biriken kızgınlıklarımızdan öfkelerimiz ve nefretlerimiz artacak. Ben diyemedikçe hep onlara teslim olacağız. Kaderimizi onlar umutsuzluk ve yenilgi olarak yazacaklar. Çocukluğumuz esir alındıkça asi bir ruhumuz oluşacaktır. Asi ruhlar isyan ettikçe karşılarında Tanrısal bir güç göreceklerdir. İçlerini derinden bir ürperti kaplayacak ve kan ter içinde uyanacaklar her sabah uykularından. Ergenlik dönemi bu anlamda bir kırılma eksenidir. Tanrı içsel gücünüzün kapılarını açacaktır size. Korkularınızı aşamazsanız ya Tanrı'ya da isyan edeceksiniz yada en sahtesinden teslim olmuş görünerek uysallaşacaksınız Tanrı karşısında. Ellerinizi Tanrı'ya değil sadece göğe kaldırmış olacaksınız. Secdelerinizi Tanrı'ya değil sadece alnınızın değdiği yere yapacaksınız. Sevaplarınızı Tanrı'ya değil sadece üç beş insanın gözlerinden ötesine sunamayacaksınız. Korkularınızın esiri olarak hep çocuk kalacaksınız. Kötü hayatlarının mahkumu olanlar iyi bir oyuncu olarak sorunlarıyla baş edebilirler ama yenilmekten başkaca çözümlere erişemeyeceklerdir. Ancak asi ruhlar çocukluklarının içinden çetin sınavlarla geçerek büyürler ve büyüdükçe Tanrı'ya teslim olurlar. Oyunlara ve yalanlara tutunmayıp gerçeğe susayanlar sadece akıllarıyla değil kalplerinden de görecekler yazgılarını. Oyunların ve yalanların sıkıntılarına sabrederek umutlarını yitirmeyenler gerçeğin şükrüne ereceklerdir. İyi hayatlar yaratanlar mücadelelerinin karşılığında elde ettikleri sevginin ve güvenin gücüyle gerçeğin yakıcılığında olgunlaşırlar.

Emeği taktir eden bir yapı yoksa devlet adaletsizliklere isyan edenlerin susturucusudur. Boyun eğenlerin köleleştirici efendisidir devlet. Adaletsizlikler bizi sancılar içinde bıraktıkça Hakk arayışımız artacaktır. Her isyan bir eşitlik ve özgürlük umududur. Devlet isyanı teslimiyete dönüştürmeden terbiye etmekle görevlidir. Devletin ışığı Allah'ın nuru'nu gölgelemeye kalkışırsa bireylerin iç dünyalarında boşluk, korku/kaygı, suçluluk duyguları ile iç sıkıntıları oluşacaktır. devlet anne babaları kamusal bir dünyanın esiri olarak kuşatmışsa çocuklar; bu anne babalardan ruhsal anlamda sevgi/güven duygusu alarak beslenemeyecektir. Devlet bize kendi gücünü değil Tanrı'nın gücünü aşılamakla yükümlü görmeli kendisini.

"Çocuk eline tutuşturulan okul çantası ile devletle ilk tanışmasını okulda yaşamaktadır. Her sabah okul bahçesinde okunan antla, bayrak direğe çekilirken tek cümleymiş gibi okunan ve anlamını çok sonraları fark edeceği İstiklal Marşı'yla;" kuru ve kurgusal bir hayatın kölesi öğretmenlerin rehberliğinde devleti içselleştirmektedir. Devlet bir güç olarak iç dünyayı şekillendirdikçe ruhsal bütünlük bölünmektedir. Oysaki okul çocuğu devletin değil Tanrı'nın gücüyle tanıştırmalıdır. Öğretmenler öğrencileri devletin ışıklı/çağdaş yollarında değil Allah'ın ışıklı/sonsuz yollarında dünyayı keşfe çıkarmalıdır.

Anne babanın aşklarıyla döşedikleri evleri yoksa çocuklar için dış dünya daima tehlikeli ve korkutucudur.

İçinde yeniden bir hayat kuracaksın. Kimselere sığınmadan tırnaklarınla tutunacaksın hayallerine.

Devletin kuşatmasından kurtulmuş özgür ruhlu bireylerin işbirliğinden adalet doğar. Adaleti devletin yargıçlarının hükümlerinden değil yüreklerimizin birlikteliğinden güç alarak bulabiliriz. Devletin dini ruhun afyonudur; Allah'ın dini ise ruhun gıdasıdır..

https://www.habervakti.com/tanrilasan-devlet