İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 270 271 [272] 273 274
4066
YENİ BİR HAYATA MERHABA‏




Merhaba Huseyin BEY,
 
oncelikle tüm içtenliğimle size hayırlı,mutlu,huzurlu,bereketli güzel ışıl ışıl ve nurlu bir hafta diliyorum.
 
Sizden sonra daha yollarda yururken her attığım adımda sanki herşeyi geride bırak gercek hayata merhaba demek için ileri adımlar attım.
Eve vardığımda sadece ve sadece düşündüm  ilk yaptığım şey kendime GÜZELLLLLLLL bir cay demlemektiiiiiii. İçtiğin en güzel caydı :)
KENDİME SOYLE DEDİM ............, KENDİN İÇİN YASA, HAYAT COK GUZEL RABBIMIN SEVGİSİ YETER VE SEN ZATEN YANLIZ DEĞİLSİN.
EVİMİ TOPLAMAYA BAŞLADIM ona ait BANYO DOLABINDA EN DİP KOSEDE BULUNAN AKLA HAYALE GELMEYEN YERDEN bazı şeyleri çöpe attım. Ve gece yatağıma uzandığımda onu değil gelecekteki eger olursa eşimi düşünerek uyudum Pzar sabahı ki en önemli gündür benim için, son bir kez onunla beynimde mucadele edip o pazarı kendim için yaşamak istedim.Sadece o varken hazırladığım sıcak ekmek ve leziz sofrayı Oğlum ve kendim için kurdum,çay demledim, ve oğlumla harika bir kahvaltı yaptım.
 
Şöyle dedim: Geri kalan ömrümü hayatıma girecek olan erkeği bekleyerek gecirmek istemiyorum, kendim için artık yasıcam ve oğlum için havayı tenefüs ettim,kahvaltıyı edip kahvaltı sonrasıda keyif cayımı alıp içtim bunların hepsini sadece o varken yapardım. Kendime sadece onuniçin yaktığım çilek kokulu esansları yaktım içime cektim.
HARİKA YEMEKLER YAPTIMMMMMMMMMMMMMMMMMMM VARYA KEK BİLE YAPTIMMMMMM :)
 
Ama sunu fark ettim Oglum dersaneden geldiğinde onun onune koyduğum terlikleri kapının önününe Oglum koydummmm. K...... artık sadece onun yerinde oturuyo.
BENİM HARİKA Bİ OĞLUM VARRRR. gÜN GELECEK ONUDA kaybedicem yani gidicek henüz gitmeden bari onunla kalan zamanımı gecirim Annelik yapıpppp onun için cabalim ve birbirimizi sevelimmmm.BARİ O ANNE SEVGİSİNE DOYSUNNN.
Bense zaten aradığım tüm sevgilere sahibmişim sadece farkında değildim, İlk BUYUK SEVGİ Taabiki MEVLAYA OLAN sevgimmm O BANA YETER ZATEN,O AYRICA oğlumun SEVGİSİ.
Arkadaşlarımın,komsularımın,hocalarımın secelerin, oksuz ve yetimin, yaslıların sevgisi,mezarda yatan dedemin ve babanemin sevgisi.BASTA resullahın ve MURSIDIMIN sevgisi,saadatların sevgisi, BİR PAPATYANIN BEYAZ YAPRAKLARINDAN BANA KALBİME VURAN SEVGİİİİİ,DENIZIN DALGASINDAN GELEN ESINTININ SEVGİSİ DAHA.....
 
NICE SEVGILER,var aslında ben yanlız değilimmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm ki: ?
 
Bununla beraber boyle duşununce yasamaya karar verdim.YANI MANEVİ ANLAMDA cunku sanırım pek yaşamıyodum.Annemi babamı veya beni kıranları veya kendimi ifade edemediğim herkesi de affetim ve bosverdim.
 
Şuanda benim için onemli olan şeyler 1- BEN VE OGLUM 2-HAYATIMI DUZENE KOYMAK3-GELIRSE OLURSA BEYAZ ATLI OLMASADA KREM RENKLI ........
 
 
Hayat benim istediğim gibi olmadı belki bu güne kadar ama;RABBİMMMMMMMMMMM KALBİMİ BİLİYO tek isteğim onun rızası doğrultusunda,onun sevgilileri arasına girebileceğim hayata sahib olmak.KENDİMİ VE AİLEMİ MITLU EDEBİLECEĞİM BİR ESE SAHİB olmak ama gercek olan ese.
 
Biliyomusunuz hafta sonu ne geldi aklıma ya ben hiç sevmemişimmmm. Gercek sevgi nasıl ?
Gercek sağlıklı bir erkek nasıl ? inanın gülmeyin ama tanımıyorum.
 
Ona gelince o silik kafamda var la yok goruntu geliyo gidiyoooo,onsuz yaşayabilirim başarabilirim benim ALLAHTAN başka kimseye ihtiyacım yok ama sadece denemeliyim bunu ıspatlamalıyım.
 
K...... bütün hafta sonu dersaneye fazla fazla gitti :) BİLİYOMUSUNUZ BEN HAFTA SONU SARKI MIRILDANDIMMMM MUTLUYDUMMMMMMMMM
 
UZUN ZAMAN SONRAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAABEN burdayım artık varımmm Ben geldimm :)
 
Ayrıca sacıma bakım yaptım,diyet yapmayı duşunuyorum, yuruyus yapmak kendim içinnnnn, sac kurutma makinamıda seviyorum ayımıda canımı acıtmıyolar artık.
 
HAYAT BUNU GEREKTIRIYOSA BUNU KABULLENMELI VE GELECEKSE HAYIRLIYSA ILERDE BELKI durum değişir yada değişmezzz.
 
Ben 35 yasında OLGUN BIR KADINIM VE ANNEYIM bunu bılıyorum artık ve ne istediğimi hayatdan ne beklediğimiiiiiiiiiiiiiiiii
 
 
AMMMAAAAAAAAAA BIR GULUN USTUNDEKI YAGMURCUK DAMLASININ YANSIMASINDA GOKKUSAĞININ RENKLERİNİ,GORMEYE DEVAM ETMEK ISTIYORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM.
Nesemi, yasam sevincimi,umutlarımı, hayalerimiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii,guzelikleriiiiiiiiiiiiiii, şen olmayııııııııııı kaybetmek istemiyorum.
 
HERKESİN VE BAŞTA BENIM SEVDİĞİM P....İ ISTIYORUM.Ve artık onun zarar gormemesı için yapmam gerekenleri öğrenmiş oldum bunları uygulayarak yaşamak istiyorum.
 
HAYKIRMAKKKKKKKKKKKKKKKKK VE BEN DE VARIMMMMMMMMM YASIYORUM DEMEK İSTİYORUM.
 
Neyse ellerime hakim olmadımmm soyliyeceğim daha cok sey var,ama ...... bugunluk bu kadar kendimi iyi hissediyorum,kalıcı olması için allaha dua ediyorum 2 gun iyi 3 gun yine yıkılmak ve hayal kırıklığı istemiyorumm NE OLUR ALLAHIM.Sabit inişsiz ve çıkışsız orta bi hayat istiyorummm diğer insanlar gibiiiiiii
 
Bugun iik kez saclarımı actım küpe taktım ve guzel giyindim.Kendim den emin yurudummmm  ,
 
Biliyomusunuzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz iyi ki size rastladımmmmm. Belki diğer bir doktor bana sizin kadar yardımcı olamazdı umarım bu konuda siz bana son olursunuz
 
tahminimde yanılmadımmm,siz bende ki leri söküp alabiliyosunuz ve ben hemen uygulamaya gecebiliyorummm.
 
Sadece bi sorun var sizin ozel hayatınızı merak ediyorum bu doğrumu ? sizi tanımaya calışmak istemem bilinç altı bi durum mu yoksa bi erkeğin nasıl olduğunu sizinlemi tanımaya calısıyorum acaba ? sizi model mi alıyorum bu ne derece doğru?
 
kendinize iyi bakın yarın gorüşürüz inşallahhhhhhhhhhhhhh :)


27 Ekim 2008



4067
bilmiyorum‏



Tekrar yazmak zorunda kaldım çünkü suanda cok kötüyüm o aradı ve bana hiçbirşey yokmuş gibi davranıyo.bende gel konuşalım karara bağlıyalım ona gore sana sıcak davranabilirim yada davranamam dedim.Ama kendimi berbat hissediyorum onu kaybetmek istemiyorum.Ben onu seviyorum ama eskiden olduğu gibi aynı tarzda da yasayamam oda buna yanasacak mı bilmiyorum aynı evde ve nikahla , onsuz ayaklarımın üstüne basamıyacakmısım hayatla bas edemiyecekmişim gibi hissediyorum. Ha yanıma ayda 1 uğrasada bununla yetinebiliyorum.bundan kurtulmak istiyorum sevgi mi bu ne bağımlılık mı bilmiyorum

 

23 Ekim 2008 Perşembe

4068
son durum‏



Merhaba Hüseyin Bey,

 

Öncelikle Allahtan iyi olmanızı temenni eder iyi çalışmalar dilerim

Şuan için görülen bi aksilik olmazsa Cumartesi günü görüşebiliriz Ben daha erken gelme taraftarıyım .saat 09.00 gibi size de uygun mu acaba:? Uygun ise bana haber verirseniz sevinirim.

 

Bu hafta yeterince zor bir hafta oldu benim için en kötü birgün dayanamayıp k.... ı dövdüm çünkü sözümü dinletemeyince ,kaba kuvvetle annelik yapmaya calıştım

Ertesi gün daha sakın daha olgun olmaya ve daha mesajlarımı oğluma net vermeye calıştım.kararlılığımı ona anlatabilmek için bayağı bi cırpındım nasıl göstermem gerektiğini bilmediğim için bocaladım.once kızdım,sonra bağırdım sonra her zamanki gibi dövdüm….. tek farkkkk bu sefer pes etmeyip kendimi toparladım daha soft yumuşak ve kararlı bir tavır sergilemeye calıştım umarım basarılı olurum,başka nasıl sergilemeliyim bilmiyorum.

 

Hayırlı günler dilerim size

23 Ekim 2008


4069
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#



Merhaba Hüseyin Bey,

Ben .............   bir Oğlum var 13 yasında 13 yıl once evlenip ayrılıdım. Ve bundan dolayı oğlumun piskolojisi ile ilgili görüşmek isterim sizinle.

Oğlum ve ben 13 yıldır tek yasıyoruz babasız büyüttüm. Bundan kaynaklanan bazı sornları görüşmek isterim. Kendisi cok tatlı bir cocuk fakat sorumluluk duygusu olmadığı gibi,dedesiyle sürekli kavga ediyor, korkak bi yapıya sahip.fakat ileri zekalı bir genc olma adayı.10 seans bayka bir pedegogdan terapi aldık 2 yıl ama sonuç yok.Büyümeyi kesinlikle redediyo,en büyük sorunumuz buydu .

 

Okullar acıldıktan sonra size gelmek ve görüşmek isteriz sizi bir arkadaşımın arkadaşı tavsiye etti.Bulursa Hüseyin bey bu soruna cözüm bulur dedi.

 

Başta Allahtan olmak üzere sizden şifa bulacağıma inandığım için bir görüşme talep etmekteyim.

 

En yakın zamanda görüşme ümidi ile insallah

 

Saygılar

28 Ağustos 2008


4070
Psikoloji / Ynt: AİLE HUKUKU
« : 11 Nisan 2009, 10:00:38 ös »
Bölüm 4 : Boşanmanın Sonuçları
Maddi Sonuçlar
1- Boşanma ile birlikte Maddi ve Manevi Tazminat istenebilir mi?
Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.
Maddi ve manevi tazminatın miktarını hakim belirler. Bu talepler boşanma davası ile birlikte ve dava süresince her zaman bir dilekçe ile mahkemeye sunulabilir. Ayrıca, boşanma hükmünün kesinleşmesinden sonra 1 yıl içinde de istenebilir. 
2- Yoksulluk nafakası nedir?
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Boşanma davası sürerken hakim, davacı eş ve çocuklar için tedbir nafakası adı altında karşı tarafın ekonomik gücüne göre bir miktar nafaka takdir edebilir. Bu nafaka boşanma sonuçlanmadan da karşı taraftan istenebilir. Boşanma davası kesinleştikten sonra, tedbir nafakası,  yoksulluk ve iştirak nafakası olarak devam edebilir.

Velayet Hakkı:
3-- Mahkeme çocukların kimin yanında ve nerede yaşayacağına nasıl karar verir?
Boşanma davası açıldığında hakim müşterek çocukların hangi eşin yanında kalacağına kendisi karar verir. Bu konuda hakim gerekli araştırmaları yapar, çocukların yaşı uygunsa onların da görüşünü alır. Çocuklar kendisine bırakılmayan diğer eş ise gücü oranında tedbir nafakası öder.  Ayrıca hakim, eş ve çocukların barınması için gerekli tedbirleri alır. Boşanma kararı ile birlikte çocukların velâyetinin hangi eşe bırakılacağı da hakim tarafından kararlaştırılır.
Çocukların velayeti kendisine bırakılmayan eşin görüşme hakkı var mıdır?
Hakim çocuğun velayetinin hangi tarafa bırakılacağını belirlerken, Çocukların velayeti kendisine bırakılmayan eşin de çocuklarla kişisel görüşme günlerini düzenler. Olağan üstü durumlarda ve özellikle çocuğun menfaatine aykırı sayılabilecek hallerde kişisel görüşme hakkı yeniden düzenlenebilir veya ortadan kaldırılabilir.

Boşanmanın  Çocuklar Üzerindeki Etkisi Nedir?

Boşanmanın gerçekleştiği zamanda çocuğun içinde bulunduğu gelişim evresi ve yaşı göz önünde bulundurulmalıdır. Yapılan araştırmalara göre, ailelerin tutumları kadar, çocuğun cinsiyeti ve yaş dönemi bu zamanda çok önemlidir.

Okul öncesi dönemde ( 3-6 yaş arasında) bulunan çocuklar , bebeksi davranışlar gösterebilirler. İlgiye ihtiyaçları vardır ve yeterli ilgi göremediklerinde , saldırgan, agresif ve şaşkın olabilirler. Annelerinden ayrılmak zorunda kaldıklarında büyük bir panik ve endişe yaşarlar. Okul öncesi donemdeki çocuk “Ben Merkezli” dönemde olduğundan, ebeveyn arasındaki olumsuzlukların kendisinden kaynaklandığını düşünür ve kendini suçlamaya başlar. Genelde huzursuz ve tepkili olabilirler.

Okul çağındaki (7-12 yas arasındaki ) çocuklar ise, sürekli üzüntü halinde olabilirler. Bu yaş grubundaki çocuklar boşanmanın farkındadırlar. Uç noktalarda duygularını yaşayabilirler ve gelecek kaygısı yaşarlar. Kendileri için güvenli bir yer olmadığını ve dışlandıklarını düşünebilirler. Boşanmadan dolayı utanabilirler ve bu olayı kimseyle paylaşmak istemezler. Başarılı bir öğrenciyken, başarısı düşebilir.  Yıkıcı davranışlar içinde olabilirler.

Boşanmadan en fazla etkilenen ise ergenlik dönemindeki gençlerdir. Boşanma ile birlikte gelen karmaşık duygular gelişimlerine engel olabilir. Anne ve Babaya en çok ihtiyaç duyulan zamanda , boşanma gibi büyük bir etkenle bocalayabilirler. Gelecek hakkında endişeleri doğmaya başlar. En küçük olayı bile büyütebilirler.

İştirak Nafakası (çocuklar için nafaka)
Çocuğun velayeti kendisine bırakılmayan eş, çocuk ya da çocuklar için eğitimi süresince veya her halükarda 18 yaşına kadar iştirak nafakası adı altında bir miktar nafaka ödemekle yükümlü tutulabilir.
Nafaka miktarı ileride değiştirebilir mi?
Nafaka borçlusunun ekonomik durumunun değiştiği hallerde nafaka miktarı mahkemeye başvurularak arttırılabilir veya azaltılabilir.
Nafakayı ödemeyen yükümlü eş, İcra İflas Kanununa göre, hapis ile de cezalandırılabilir.


Bölüm 5 : Evlilik Devam Ederken Alınabilecek Tedbirler ve Eşlerin Hukuki İşlem Özgürlüğü
1-  Aile Konutu nedir, nasıl korunabilir?
Aile konutu, evlilik birliği devam ettiği süre içinde eşlerin ve varsa çocukların birlikte oturdukları ve ailenin yaşam merkezi olan mekandır. Kanun eşlerin aile konutunu tanımlamamıştır. Aile konutu bir taşınmaz, bağımsız ev, kulübe, gecekondu, çadır, prefabrik ev, tekne, karavan, vb. üstü kapalı korunaklı her türlü mekan olabilir.
Aile konutu, malik olan eşin, diğer eş ve çocukları mağdur edebilecek kötüniyetli davranışlarına karşı kanun tarafından korunmuştur.
Kanuna göre,
Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili  kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş,  hâkimin müdahalesini isteyebilir.
Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana(ev sahibine)  yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.

Malik eşin hangi işlemlerine karşı aile konutu korunmuştur?
Aile konutu üzerindeki mülkiyet hakkının devri, üçüncü kişi lehine sınırlı ayni hak kurması, aile konutu üzerinde kullanma ve yararlanma hakkı tanıyan irtifaklar, aile konutuna ilişkin taşınmaz üzerinde taşınmaz rehni ipotek tesisi, üçüncü kişi lehine kişisel hak tanınması,  eşin aile konutu üzerinde sahip olduğu sınırlı ayni haktan feragat etmesi, kiracı eşin kira sözleşmesini feshi gibi işlemlerine karşı korumuştur.

Aile konutu şerhi nasıl verilebilir?
Eşlerden biri evlilik cüzdanı ve birlikte aile konutu olarak özgülenen yerde ikamet ettiklerini gösterir muhtarlık evrakı ile birlikte Tapu Sicil Müdürlüğüne başvurduğunda her hangi bir ödeme talep edilmeden tapuya bu şerh koydurabilir.
Yargılama sırasında veya bir dava olmaksızın da aile konutu şerhi konması talebi hakimden istenebilir.Bu durumda Aile Hakimi kararı ile de şerh koydurulabilir.
Ek : dilekçe
Tapuda İstenen Belgeler
1- Aile konutunun bulunduğu yerden alınmış ailenin yerleşim yeri (ikametgah) belgesi,
2-  Gerektiğinde  taşınmaz malın şerhi talep edilen taşınmaz mal ile aynı olduğunun kadastro müdürlüğünce tespit edilmesi,
3- İstemde bulunan eşin, tapudaki malikin eşi olduğuna dair nüfus kayıt örneği,
4- İstemde bulunanın nüfus cüzdanı veya pasaportu, varsa bir adet vesikalık fotoğrafı.

İstem Belgesinin Yazımı (Dilekçe Örneği)

“Yukarıda nitelikleri yazılı taşınmaz malın maliki/hissedarı bulunan Mehmet D.......',  ekte sunduğum Nüfus Kayıt Örneğinden de anlaşılacağı üzere eşimdir. Yine ekte sunduğum Çankaya ilçesi, Anıttepe Mahallesi Muhtarlığından aldığım ../../2009 tarihli Yerleşim Yeri (İkametgah) Belgesinden de anlaşılacağı üzere bu taşınmaz malı,  aile konutu olarak kullanmaktayız. Bu itibarla, Medeni Kanunun 194. Maddesi uyarınca tapu kütüğüne aile konutu şerhi verilmesini arz ve talep ederim.”

2- Ayrı Yaşama Hakkı ve Katkı Payı Talebi ne demektir?
Eşlerden biri ortak hayat sebebi ile kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.
Böyle bir durumda boşanma davası açmak istemeyen eş, Aile Mahkemesinden ayrı yaşamaya karar verilmesini, diğer eşin aile giderlerine katkıda bulunmasını, katkıda bulunmaktan kaçınırsa, işveren, kiracı vb. borçlularından da bu katkının sağlanmasına ilişkin talepte bulunulabilir.

3- Eşlerden birinin mal varlığı üzerindeki yetkilerinin kısıtlanması talep edilebilir mi?
Ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan malî bir yükümlülüğün yerine getirilmesi gerektirdiği ölçüde, eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, belirleyeceği malvarlığı değerleriyle ilgili tasarrufların ancak onun rızasıyla yapılabileceğine karar verebilir.
Hâkim bu durumda gerekli önlemleri alır. Hâkim, eşlerden birinin taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisini kaldırırsa, re'sen durumun tapu kütüğüne şerh edilmesine karar verir.

Bölüm 6: Evliliğin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde eşlerin Yasal Mal Rejimi ve Mirasçılık Hakları

1- Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi (Yasal mal Rejimi) ne demektir?
Yeni Medeni Kanun, evlilik içinde edinilen mallar üzerinde malik olmayan eşe ½ oranında alacak hakkı tanımaktadır. Yeni yasal mal rejimi olan “edinilmiş mallara katılma rejimi”, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten önce evlenenler için , bu tarihten (1 Ocak 2002’den sonra) sonra evliliğin sona ermesine kadar edinilen mal varlıkları üzerinde hak talep edebilirler. Buna mal rejimi tasfiyesi denir ve özel bir hesaplama gerektirir. 
1 Ocak 2002 tarihinden önce eşler arasında mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan, kural olarak, o dönemlerde kazanılan mal varlıkları için sadece katkıda bulunduğunu ispat eden eş, katkısı oranında bir alacak hakkı talep edebilir. Örneğin, o dönemlerde çalıştığını, takılarını bozdurup veya başka yollarla diğer eşin mal edinmesine katkıda bulunduğunu ispat edebilirse katkı payı isteyebilir.
1 Ocak 2002’den sonra edinilen mal varlıkları için mal rejimi tasfiyesi ile birlikte, katılma alacağı talep edilir.
Mal rejimi tasfiyesi, ölüm halinde de talep edilebilir. Bu durumda sağ kalan eş, hem mal rejiminden hem de miras hakkından yararlanabilir.  Ölüm halinde, aile konutu ve ev eşyaları da sağ kalan eşe özgülenebilir.
Ölüm halinde sağ kalan eşin yasal miras hakkı, ölenin altsoyu varsa tüm mirasın ¼’üdür.  Ölen eşin altsoyu yoksa, o zaman ikinci zümre mirasçıları olan ana-babası veya kardeşleri, onlar da yoksa kardeş çocukları ile mirasçı olur ve sağ kalan eşin miras payı ½’dir. 

Bölüm 7: Aile İçi Şiddet
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanuna göre;
Eşin, aile içinde şiddet uygulaması, diğer eşi tehdit etmesi, eşin istememesi durumunda iş yerine gitmesi, eşe hakaret etmesi, evdeki eşyaları kırıp dökmesi, iletişim vasıtaları ile rahatsız etmesi gibi  durumlarda 4320 sayılı kanun uygulanır.
4320 sayılı kanuna göre, tarafların resmi olarak evli olması gerekmektedir. Tarafların resmi olarak evli olmaması durumunda ise, uluslararası sözleşmeye (CEDAW’ a) göre tedbir kararı verilebilir.
Şiddet gören eş, doğrudan Aile Mahkemesi Hakimi’ ne, Cumhuriyet Savcılığı’ na veya karakola başvurabilir. Başvurunun yapılmasında durum tespitinin çabukluğu bakımından karakola gitmek daha uygundur. Karakol tarafından, durum tespitinin uzman vasıtasıyla yapılması gerekir. Karakol, uluslararası sözleşmeyi ( CEDAW’ ı ) tam olarak uygulamıyorsa hakim tarafından yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunulabilir.
Karakol tarafından evraklar, mahkemeye intikal ettikten sonra mahkeme şiddet uygulayan eşe karşı evden uzaklaştırma veya uyarı kararı verir. Mahkeme tarafından verilen kararda 6 ay gibi süre sınırlaması bulunmaktadır. Fakat bu süre evden uzaklaştırma kararı içindir. Şayet eş, diğer eşi tehdit ediyorsa bu hususta süre sınırlaması olmaz.
4320 sayılı kanuna göre verilen karar, posta kanalı ile tebliğ edilmez, zabıta tarafından 24 saat içerisinde tebliğ edilir. Kararda belirtilen süre ise, eşe tebliğ edilmesinden itibaren başlar. Mahkeme tarafından verilen tedbir kararı bakımından zamanaşımı süresi yoktur. Mesela karar verildiği tarihten itibaren 6 ay boyunca eş bulunamamışsa, zabıta tarafından 6 aylık süre doldu zamanaşımına uğradı diye evrak mahkemeye geri gelmemelidir.
Mahkeme tarafından verilen koruma kararları; evi terketmesi, işyeri veya mağdurun sıklıkla uğradığı yere uğramaması, mağdurun sağlık ödemelerini karşılaması, ortak malları tek taraflı olarak elden çıkarmayı önlemesi şeklinde olabilir.
Aile Mahkemesi tedbirle birlikte nafakaya hükmedilebilir. Özellikle çocuk var ise, çocuk için kesin hükmedilmelidir. Ayrıca evden uzaklaştırma kararı verilmesi durumunda, bu süreç zarfında evin giderlerinin karşılaması için nafakaya hükmedilebilir.
Derdest boşanma davası var ise, 4320 sayılı kanuna göre tedbir bu dava dosyası üzerinden istenmelidir.
Tedbir talebinde bulunabilecek olan kişiler, mağdur eş, sosyal hizmet uzmanı, mağdurun akrabası ve  mağdura yardım eden kişilerdir.
Mahkeme, tedbir talebinin iletilmesinden itibaren 10 gün içinde hüküm vermelidir.
4320 sayılı kanuna göre verilen tedbir kararlarına karşı  temyiz yolu kapalıdır. Yargıtay bu hususta, tedbir kararının kesin olarak verildiğini belirtmiştir. Fakat; bazı hukukçularımızın görüşüne göre  4320 sayılı kanuna göre verilen tedbir kararına karşı itiraz yolu açık olmalıdır. Tedbir kararına itiraz edildiğinde; mahkeme tarafından hemen duruşma günü açılıp; uzman görüşü alındıktan sonra 15 gün içinde karar verilmelidir. Çünkü mahkeme tedbir kararını diğer eşi dinlemeden verdiği için, bazı durumlarda bu durum eş tarafından kötüye kullanılabilir ve bunun sonucunda mesela mahkeme tarafından diğer eş hakkında haksız olarak evden uzaklaştırma kararı verilmiş ve eş bu karara rağmen eve girmiş ise ceza uygulamaktadır. Bu durumda eşin savunması alınmadan ceza verilmesi durumu ortaya çıkmaktadır.
Tedbir için başvuran mağdur, şiddet gördüğünü belirtiyorsa rapor alınması gerekmektedir.
4320 sayılı kanunda belirtilen tedbirler sınırlı olarak sayılmamıştır. Mahkeme, aile birliğinin düzenini sağlamak bakımından gerekli gördüğü tedbirleri alabilir. Mesela, çocukla şahsi ilişki kurulması sırasında, çocuk geri verilmezse 4320 sayılı kanuna göre tedbir kararı verilebilir. Çünkü bu durumda çocuğa karşı şiddet uygulayabilir ve karşı tarafa bu hususta korku vermektedir ve kaba kuvvet unsuru bulunmaktadır. Eğer verilen tedbir kararına uyulmazsa ceza verilmektedir. 

Kanundaki “eş” kavramı resmi nikahlı evlilikler için geçerli ise de, bazı Aile Mahkemesi kararlarında görüldüğü üzere, resmi evlilik olmadan fiilen bir arada yaşayan, ancak dışarıdan bakıldığında aile görüntüsü yansıtan beraberliklerde de bu Kanunun uygulanacağına ilişkin Mahkeme kararları mevcuttur. Ancak bu halde şiddet gören eşe nafaka takdir edilmemektedir.

Hürriyet Aile İçi Şİddete Son Kampanyası ve İstanbul Valiliğinin ortaklaşa işbirliği ile kurulan 7 gün 24 saat çalışan ACİL YARDIM HATTI telefonları : 0212 656 96 96 ve 0549 656 96 96 (24 saat psikolog, 14.00-18.00 arası avukat desteği verilmektedir)


AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN

KANUN NO: 4320
Kabul Tarihi: 14 Ocak 1998
Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı: 17 Ocak 1998 - Sayı: 23233

Madde 1 - ( Değişik: 5636 - 26.4.2007 / m.1 ) Türk Medeni Kanunu 'nda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hakimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re' sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilir:

Kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin;

a ) Aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması,
b ) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin
     birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması,
c ) Aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,
ç ) Aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi,
d ) Varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi,
e ) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun 
      yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri 
      kullanmaması,
f ) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması.

Yukarıdaki hükümlerin uygulanması amacıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hakkında hapis cezasına hükmedileceği hususu şiddet uygulayan eş veya diğer aile bireyine ihtar olunur.

Eğer şiddeti uygulayan eş veya diğer aile bireyi aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise hakim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak daha önce Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir.

Bu Kanun kapsamındaki başvurular ve verilen kararın infazı için yapılan icrai işlemler harca tabi değildir.

Madde 2 - ( Değişik: 5636 - 26.4.2007 /m.2 ) Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını genel kolluk kuvvetleri marifeti ile izler.



4071
Psikoloji / Ynt: AİLE HUKUKU
« : 11 Nisan 2009, 10:00:11 ös »
EVLİLİK HUKUKU

Bölüm I : Türk Medeni Kanununda Evlilik ve Boşanma             
1- Evlilik nedir, nasıl kurulur?
Evlilik, eşlerin hayat ortaklığıdır. Hukuki anlamda evlilik bir medeni hukuk sözleşmesidir. Resmi nikâh akdi ile kurulur.
Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur ve eşlerin birbirlerine karşı bazı hakları ve yükümlülükleri doğar.
Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.
Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.

2- Kimler evlenebilir?
Erkek veya kadın, on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim (aile mahkemesi), olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Örneğin, 16 yaşını bitirmiş bir kızın hamile kalması, yurt dışına gitmesinin zorunlu olması vb.
Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler. Şizofren, epilepsi, manik – depresif, obsesiflik, davranış bozuklukları, paranoya vb. gibi hastalıklar, psikiatri alanında birer hastalık olarak kabul edilse de,  evlenmeye engel sayılmazsa, bu kişiler evlenebilirler.
Cinsel yolla geçen bulaşıcı hastalıklar, ya da kalıtımsal bazı hastalıklar da evlenmeye engel olarak kabul edilebilir. Bu durumlarda, evlenirken zorunlu olarak istenen sağlık taramasında ortaya çıkar.
Yakın kan hısımları ile (kardeşler, altsoy, üst soy, hala, dayı, teyze, amca ile yeğen), kayınpeder, kayınvalide, veya eşin önceki evliliğinden olan altsoyu (örneğin üvey evlât ) ile,  evlatlık ve evlat edinen ile bunların eşleri ve altsoyları arasında evlenmek kanunen yasaktır.

Bölüm 2 : Evlilik Öncesi Sözleşme (Mal Rejimi Sözleşmesi)
1- Evlilik öncesi sözleşmesi nedir?   
Türk Medeni Kanunu’na göre, evlenmeden önce nişanlılar arasında sadece “mal rejimi sözleşmesi” yapılabilir. Halk arasında evlilik sözleşmesi olarak bilinen anlaşmalar, ancak mal rejimi sözleşmesi şeklinde yapılırsa geçerli olur. Bu sözleşme ya her iki nişanlının evlenme başvurusu esnasında yazılı olarak veya noterde birlikte yapacakları resmi bir sözleşme ile yapılabilir.

Bölüm 3 : Evliliğin Sona Ermesi
1- Evlilik nasıl sona erer?
Evlilik, ölüm, mutlak ve nisbî butlan sebeplerine dayalı dava ve nihayet boşanma davası ile sona erer.

a) Ölüm
Eşlerden birinin ölümü halinde evlilik kendiliğinden sona ermiş sayılır. Bu durumda sağ kalan eş, ölen eşin yasal mirasçısıdır. Soyadını kullanmaya devam eder, varsa sosyal güvencesinden yararlanır, miras paylaşılırken aile konutunun kendisine verilmesini talep edebilir, ölen eşin varsa edinilmiş mallarının tasfiyesini ve tasfiye sonucu bu malların yarısının değerini parasal olarak diğer mirasçılardan talep edebilir. .
Şayet gaiplik söz konusu ise, yani eşlerden birinin uzun süreden beri kayıp olması halinde, mahkemeden gaiplik kararı alınır, ancak bu karar, tek başına evliliği sona erdirmez. Bu dava ile birlikte veya daha sonraki bir zamanda “evliliğin feshi” mahkemeden talep edilmelidir.   
b) Evliliğin iptali nedenleri:
Mutlak butlan sebepleri : Kanunda mutlak butlan sebepleri belirlenmiştir. Buna göre, resmi olarak evliyken ikinci bir evlilik yapmak, eşlerden birinin evlendiği esnada akıl hastası olması, evlenme yaşına ulaşmadan her nasılsa evlenilmiş olması, kanunda sayılı yakın akraba evlilikleri (örn. kardeşler, alt ve üst soy, hala, dayı, teyze, amca ile evlilik, evlatlık ve evlat edinen ile bunların eşleri ve altsoyları arasında evlilik) gibi nedenler, bu yasaklara aykırı olarak yapılan evliliği sakatlar. Bu durumda eşlerden biri, yasal temsilcisi veya her ilgili tarafından (cumhuriyet savcısı da kamu adına) bu evliliğin iptali dava edilerek, evlilik geçersiz olur. 
Nisbî butlan sebepleri: Evlendiği esnasında sarhoşluk ve benzeri sebeplerle iradesinin yerinde olmaması, eşlerden birinin kimliğinde yanılma (örneğin, yanılarak nişanlısının ikiz kardeşi ile evlenme)  veya bilinseydi kabul edilmeyecek bir vasıf eksikliği olması (örneğin eşlerden birinin kısır, cinsel yolla bulaşıcı hastalığı olması, bir eşin diğerini namus ve onuru hakkında aldatması veya onun alt soyunun sağlığı için ağır tehlike oluşturan bir hastalığını gizlemesi (örn. AIDS, bazı kalıtımsal hastalıklar vb. ). Ayrıca, korkutma ve tehdit altında yapılan evlilikler de iptal edilebilir.

Mutlak butlan davası her zaman ve her ilgili tarafından açılabilir. Buna karşılık nisbî butlan davası yukarıdaki durumlarda öğrenmeden itibaren 6 ay, evlenmeden itibaren 5 yıl içinde açılabilir.

c) BOŞANMA
1- Boşanma sebepleri nelerdir?

Genel boşanma sebebi: Eşlerin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Medeni Kanun’un 166. maddesinde bu boşanma nedeni “Evlilik birliğinin sarsılması” olarak tanımlanmıştır. Bu genel boşanma sebebidir.

Bunun dışında Medeni Kanun’da özel boşanma sebepleri sayılmıştır: Zina, Hayata kast(öldürmeye teşebbüs etme), pek kötü veya onur kırıcı davranış (şiddet uygulama, ağır hakaret vb.) , Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (örneğin yüz kızartıcı bir suç işleme, cinsel sapkınlıklar, ayyaşlık, kumar bağımlılığı vb.) , Terk (bir eşin haklı bir sebep olmaksızın ortak konutu terk etmesi)  ve Akıl hastalığı (her akıl hastalığı değil, evlenmesinde sakınca olan akıl hastalıkları) boşanma sebepleridir.

Zina sebebiyle boşanma davası açılmak istenirse, zinayı öğrenen eşin, öğrenmesinden itibaren 6 ay ve her halde zina eyleminin üzerinden 5 yıl geçmeden dava açması gerekir. Affeden tarafın zina sebebiyle boşanma davası açma hakkı yoktur. Zina ilişkisinin mahkemede her türlü delille ispat edilmesi gerekir.

Terk sebebiyle boşanma davasında, eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise;  terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, terk nedeniyle boşanma davası açmak için terkten itibaren dördüncü ay bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
Eşine ihtar çekerek eve dönmesini isteyen eş, terk eden eşin dönüş yol masraflarını mahkemeye yatırması gerekir. Ayrıca, dönecek eşin eve girmesini sağlayacak şekilde evin hazır edilmesi gerekir. (Bir eş kayınvalide, kayınpeder, elti, görümce vb. kişilerle birlikte oturmaya zorlanamaz. Aksi takdirde evi terk eden eş haklı sayılır)

Anlaşmalı Boşanma
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır (buna boşanma protokolü denmektedir).
Anlaşmalı boşanmaya başvurmak için eşler aralarında, çocukların velayeti ve maddi konuları düzenleyen bir sözleşme hazırlamalı ve bunu mahkemeye sunmalıdır. Eğer sözleşme hazırlamadılarsa, hakim karşısında sözlü olarak anlaşmalarını beyan ederler. Her iki tarafın da aynı şartlar üzerinde anlaşıyor olması gerekir.

Fiili Ayrılık Nedeniyle Boşanma
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan bir boşanma davasının reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak 3 yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa, evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

2- Bir eş nasıl boşanmaya başvurur ?
Boşanmak isteyen eş, boşanma sebebini açıklayan bir dilekçe ile Mahkemeye başvurarak boşanma davası açabilir. Boşanma davası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilir. Bakınız,  Ek- örnek boşanma davası dilekçesi.
Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer Aile Mahkemesidir.

3- Boşanmak için mahkemeye başvurulduktan sonra ne olur?
Boşanma davası açıldıktan sonra, Mahkeme davalı taraf olan eşe, davacı eşin boşanma talepli dilekçesini göndererek bu dilekçeye 10 gün içerisinde cevap vermesini ve varsa tanık ve delil listesini göndermesini ister. İlk duruşma tarihi günümüz şartlarında dava açıldıktan 2 ay sonrasına kadar kalabilmektedir. İlk duruşmada Hakim tarafları dinler ve ikinci duruşmaya tanıklarını getirmelerini, verilecek süre içinde de varsa delillerini dosyaya koymalarını ister. İkinci duruşma itibariyle artık tanıklar ve diğer delillerin sunumu ve değerlendirilmesi aşamaları başlar. Delil listesi ve güvenilir tanık beyanları ile Hakimde kanaat oluştuğu zaman artık davanın sonuna gelinmiş olacaktır.
Davacı eş davayı bir vekil (avukat) aracılığıyla veya şahsen takip etmezse, davası müracaata kalmış olur ve dava 3 ay içerisinde yenilenmezse düşer. 
Mahkeme boşanmaya karar verirken, talep edilmişse ve şartları oluşmuşsa, maddi ve manevi tazminat ile nafaka miktarını da belirler. Mahkemenin gerekçeli kararı taraflara tebliğ edildikten itibaren 15 gün temyiz süresi vardır. Bu süre içinde her iki taraf da kararı temyiz etmez ise, boşanma kararı kesinleşir.

4- Kadının yeniden evlenmek için bekleme süresi nedir?
Kadın önceki evliliğin ölüm, iptal ve boşanma nedeniyle sona ermesinden başlayarak 300 gün geçmedikçe yeniden evlenemez. Bu düzenleme ile, azami hamilelik süresinin geçirilmesi ve böylelikle doğacak çocuğun soy bağının karışmaması hedeflenmiştir.  Ancak, daha önce evlenmek isteyen kadın, Aile Mahkemesine bir dilekçe ile başvurarak önceki evliliğinden hamile olmadığının tespitini ve evliliğine izin verilmesini isteyebilir.

5- Boşanan Kadının Soyadı
Boşanma hâlinde kadın, eşinin soyadını kaybeder ve evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Bu durumda resmi kimliklerini yeni soyadına göre yenilemesi gerekir. Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilir.
Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir. Boşanma davası esnasında bu talep edilmese bile, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde aynı mahkemeden boşandığı eşinin soyadını kullanmasına izin istenebilir.

6- Boşanma Davası açmak için Avukata başvurmak zorunlu mudur?
Herkes bir avukata başvurmadan da boşanma davası açabilir. Avukatlardan dava öncesi veya dava süresince en azından hukuki görüş almak dava süresince yasal işlemleri doğru olarak yapmanıza yardımcı olacaktır. İsterseniz bir avukata vekalet verip davanızı başından sonuna kadar takip etmesini isteyebilirsiniz. İsterseniz davanızı açar ve yardıma ihtiyaç duyduğunuz zaman bir avukata danışırsınız. Eğer maddi durumunuz bu yardımı almanıza engelse o zaman İstanbul Barosu Adli Yardım Bürosuna başvurabilirsiniz.

Avukat yardımı: İstanbul Barosu Adli Yardım Bürosu, hafta içi her gün hukuki yardıma ihtiyacı olup avukatlık hizmetinden yararlanmak için maddi olanağı bulunamayanlara, iki şubesi ve merkez bürosuyla hizmet sunmaktadır.
Başvuru sırasında istenen belgeler; Muhtardan alınacak fakirlik belgesi, Muhtardan alınacak ikametgah belgesi, Nüfus cüzdan fotokopisi, Dava için gerekli belgelerin fotokopisi
İLETİŞİM
Merkez Büro: Adres: İstiklal cad. Orhan Adli Apaydın sok. Baro han. Kat: 3/304 Beyoğlu/İstanbul
Tel: (0212) 251 63 25 (dahili 148 ve 163)
Fax: (0121) 245 83 67






4072
Psikoloji / Aile Hukuku ve Evliliğin Psikolojik Boyutu
« : 11 Nisan 2009, 09:59:03 ös »
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#

         EVLİLİĞİN PSİKOLOJİK BOYUTU

I. EVLİLİK KURUMU

  “Aile” bir grup ya da örgüt, “evlilik” ise karşı cinsten iki kişinin birlikte yaşamak, yaşantıları  paylaşmak, çocuk yapmak ve yetiştirmek gibi amaçlarla yaptıkları bir “sözleşme” dir. Evlilik kurumsallaşmış bir yol, bir ilişkiler sistemi, kadınla erkeği “karı-koca” olarak birbirine bağlayan, doğacak çocuklara belli bir statü sağlayan ve toplumsal yönden üzerinde “devletin” kontrol, hak ve yetki iddiası bulunan yasal bir ilişki biçimidir.

            Evlilik yaşamının iki kişinin  biyolojik, sosyal ve psikolojik gereksinim ve güdülerini doyurmayı amaçladığı gözlenmektedir. Farklı cinsten kadın ve erkek beraberliğinin temelinde bu gereksinimlerin karşılanması ve doyurulması yatmaktadır.

Evliliğin temel işlevleri arasında, “Biyolojik” bir gereksinim olarak “cinsel güdüyü doyurmak”, evliliğin en önemli işlevlerinden birisidir. Cinsel doyum evliliğin temel koşuludur. Eşler cinsel ilişkinin kendilerine verdiği bir olanak olarak da, “çocuk yapmak, yetiştirmek ve kendi nesillerini üretmek” gereksinimini de karşılayabilmektedirler.
 
Evlilikte eşler, “sosyal” gereksinim olarak, birlikte güven içinde olma, korunma, dayanışma içinde olduklarını hissetme, geleceğe güvenle bakabilme, toplumda bir yer edinebilme, birbirlerinden onur ve kıvanç duyabilme gibi “bireylerin destek, korunma ve yaşam gereksinimlerini de doyurma” olanağı bulurlar. Yalnız olmadıklarını bilmek, yaşama dört elle sarılabilmek, “ortak amaca yönlenmek” gibi gereksinimler de evlilikte doyurulan sosyal gereksinimlerdir.

Evlilikte birçok “psikolojik” gereksinimler de doyurulmaktadır. Kadının ve erkeğin her ikisi de sevilmek, beğenilmek isterler. İnsan için en önemli gereksinimlerden biri olan “sevgi” özellikle evlilik ilişkileri içinde doyuma ulaşmakta, taraflar kendilerini eşlerine adamakta, acı ve tatlı yaşamlarını paylaşabilmekte ve birlikte olma hazzı duymaktadırlar. Eşler birbirlerini “koşulsuz” sevebildiği oranda bu gereksinimler doyuma ulaşmaktadır.

Evlilikte her iki taraf içinde temel kural “vermek” tir. Evlilikte birey kendisinden daha çok karşı tarafı düşünür, eşini “empatik bir anlayış” içinde anlamaya çalışır, yaşantılarını “paylaşır”. Gereksinimlerin önem sırası kişiden kişiye değişir ve bireysel bir nitelik taşır. Ancak kadın ve erkek karşılıklı olarak birbirlerinin bütün gereksinimlerini karşılama ve paylaşma çabası içinde olurlarsa evlilikte denge sağlama ve uyumlu bir yaşamı gerçekleştirme olasılığı artmaktadır.

 


II. EVLİLİKTE  ÇATIŞMALARA YOLAÇAN SEBEPLER
 
A. AİLE İÇİ ÇATIŞMALARDA BİLİNÇ DIŞI YANSITMALAR

Evlilikte iki farklı kültür ve iki ayrı aile öyküsüyle bir araya gelen bireyler birbirleriyle uyumlu ve sorunsuz bir yaşam için uzlaşma ortamları oluştururlar. Bu uzlaşma ortamlarının oluşturulamadığı durumlarda aile içinde çatışmalar meydana gelmektedir.

Aile içi çatışmalara sebep olan etkenler:

    Aile - içi ilişki ve etkileşimde aile üyelerinin birbirlerine uyguladıkları bilinç dışı yansıtmalar çeşitli karşılıklı çatışmalara yol açar. Bu yansıtmalarda ailede karşılıklı rol ilişkileri sağlıksız bir biçime bürünmüşlerdir.
1- Başkasının yerine koyma:
Eşlerden birinin diğer eşi, kendisinin ruhsal çatışmaları olan bir başka kişi yerine koymasıdır. Böyle bir yansıtmada kişi genellikle geçmişteki ve çocukluk dönemindeki çatışmalarını, geçmişte çözümlenmeden kalmış ruhsal sorunlarını, şimdi o role uygun gördüğü eşi üzerinde, yeniden yaşayarak yeni çatışmalara yol açar. Bir zamanlar annesiyle olan çatışmalarını şimdi karısıyla sürdüren bir koca, ya da babasıyla olan çatışmalı duygusal ilişkilerini kocası üzerinde yeniden yaşayan kadın buna örnek verilebilir. Annesiyle olan otorite çatışmasını karısıyla yaşayabileceği gibi, annesine bağımlılığını karısında yaşamak, ya da küçükken kardeşiyle yaşadığı yarışma duygularını erişkin yaşamında eşiyle yaşamak da buna örnek gösterilebilir.
2- Ayna Rolü:
Ailenin bir veya birkaç üyesinin aynen kendileri gibi, kendilerinin bir aynası olmasını istemeleri. Burada, ailedeki egemen kişi veya kişiler ötekileri buna zorlarlar, en ufak aykırılıklara izin vermez ve giderek büyük çatışmalara yol açarlar.
3-İdeal-ben Rolü:
Kişinin kendisinin olmak isteyip de olamadığı şeyi ailede bir başkasında görmek isteğidir. Yani kendisi için ideal olmuş ama bir türlü gerçekleştirememiş olduğu bir duruma, aileden bir başkasının ulaşmasıyla, kendisi de onun üzerinden doyuma ulaşacaktır. Örneğin, kendi istediği yüksek eğitimi yapamamış veya arzu ettiği mesleği seçememiş olan  bir ebeveynin, kendi ideallerini gerçekleştirmek için çocuğuna yapmış olduğu eğitim baskısı.
4-Negatif-ben Rolü:
Kişi, kendi negatif yanını, yani beğenmediği veya kabullenemediği bir yönünü onun üstünden alması için eşine gereksinim duymaktadır. Bu iki şekilde olmaktadır:
a- Günah keçisi rolü: Kişi kendisinde var olan, ama varlığını kabul etmediği bütün kötü niteliklerini eşinin üzerine atarak onun suçlanmasını sağlar.
b- Zayıf yönün üstlenilmesi rolü: Kişi kendisinde var olan zayıf yönleri eşinin üzerinden gösterip kendini güçlü hissedebileceği bir duruma sokar.

5-Yoldaş rolü:
    Kişi kendi düşünce, etkinlik veya savaşımlarında eşiyle aynı paralelde olmayı ve onun yoldaşlığını ister ve onu zorlar. Kendisine eşlik edecek bir eş seçer ve ona bu rolü yükler.



  B. AİLE İÇİ UYUMSUZLUĞA SEBEP OLAN TEMEL FAKTÖRLER.

1- Kadın, erkek birlikteliğinden kaynaklanan “Psiko-Sosyal” sorunlar:
Gelenek, görenek, dinsel inançlar, ahlak yaptırımları, sosyal değerler v.b. gibi çok boyutlu süreçler etkileşiminden doğan sorunlar.

2-  Birlikte yaşamı sürdürmeye yönelik, “Sosyo-Ekonomik” sorunlar:
Araştırmalardan çıkan genel bir sonuç olarak, “alt” sosyo-ekonomik kesimdeki ailelerde, çatışma ve uyumsuzluk nedeni, daha çok maddi gereksinimler ve saldırganlık olarak, “orta” ve “üst” sosyo-ekonomik kesimde ise duygusal etkileşim ve psikolojik faktörler olarak gösterilmektedir. Ayrıca, her iki faktörün önemli olduğu evlilik çatışmaları da sayıca kalabalık bir grubu oluşturmaktadır. Erkeğin ailede çalışan tek kişi olduğu durumlarda, kumar, içki ya da tembellik gibi durumlar,  ailenin maddi olanağını sağlayamadığı şikayeti, çoğu zaman altta yatan ve gizli kalmış duygusal sorunları da beraberinde taşımaktadır.

3- Ana- Baba ve Çocuklarla, Ana – Baba’nın yakınlarıyla ilgili sorunlar:
Buna “Üç kuşak” birlikteliğinden doğan sorunlar da diyebiliriz. Özellikle bizim toplumumuzda, geleneksel aile ilişkilerinde bu “üç kuşak” çatışmasından doğan sorunlar zaman zaman evliliğin sarsılmasına ve bozulmasına neden olabilmektedir. Örneğin kayınvalide-gelin ilişkilerinde meydanda gelen çatışmalar.

4- Karı- koca’nın cinsel sorunları: 
Eşler arasındaki çatışma kaynaklarından önemli olan biri de, cinsel ilişkinin paylaşılması ve doyum sağlanmasıdır. Eşlerin cinsel ilişkiden hoşlanabilmeleri ve doyum sağlayabilmeleri için birbirlerini karşılıklı olarak “uyarabilmeleri” ve cinsel duyguları “paylaşmaları” gerekir. Eşlerin cinsel ilişkinin tadını çıkaramama nedenlerinin temelinde, birbirlerine  karşı çekingen davranmaları ve cinsel ilişkinin kimin tarafından kontrol edileceği sorunu yatmaktadır.
    Eşler arasındaki bütün cinsel anlaşmazlıklar çeşitli şekillerde gelişebilir. Örneğin, bir koca yalnızca kendi canı istediği zaman karısına yaklaşabilir ve onunla sevişmek isteyebilir. Kadın ise bu tür ilişkinin, kendisini ikincil bir konuma ittiğini belirterek kocasının isteklerine karşı çıkabilir. Karı ve kocanın isteklerini, birbirlerine açıkça ifade edebildikleri durumlarda çatışmaların çözümü nispeten kolay olmaktadır. Ancak, cinsel ilişkiye öncülük etme konusunda, farklı alt kültürlerde, toplumsal değerler ve cinsiyet rolleri arasında da önemli farklar bulunmaktadır. 
İlişki biçimlerinden birinde ya da birkaçında çatışmaları olan karı-koca arasında, cinsel sorunların da ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü insanda, özellikle kadınlarda cinsel yaşam, ruhsal olaylarla çok sıkı ilişki içindedir. İnsanda cinsel işlevlerin hepsi, “ruhsal-cinsel” işlevlerdir. Böyle olduğu için de karı-koca arasındaki cinsel sorunlar, diğer sorunlardan soyutlanamayan ve çoğu güncel evlilik sorunlarından kaynaklanan özel bir iletişim biçimidir.






C. EŞLER ARASINDA İLİŞKİYİ BOZAN VE ÇATIŞMAYA YOL AÇAN KONULARA İSTATİSTİKİ BAKIŞ

Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre evli kadınların sürekli sorun olarak yakındıkları ve karı-koca ilişkilerini bozan, insan insana ilişkide çatışmalara yol açan konular şunlardır:
1- Evli kadınlar, kişi olarak kendi varlıklarını ortaya koyamadıklarından, öncelikle insan olarak kendilerine kocalarının yeterince değer vermediklerinden yakınmaktadırlar. Kocaları tarafından kişiliklerine değer verilmediğini ileri süren ve bunu sürekli ciddi sorun olarak görenlerin oranı, araştırmaya alınan 300 evli kadın arasında %86’dır.
2- Karı-koca arasında iletişim yetersizliğinden kaynaklanan bazı sorunların çözüme ulaşmadan devam ettiğini, bu yüzden sık sık tartıştıklarını, buna rağmen esas sorunlarının ne olduğunu bir türlü ortaya koyamadıklarını ileri sürenlerin oranı%96’dır.
3- Sağlıklı bir iletişim kuramadıkları için, karı-koca birlikte ortak bir amaca ulaşma yerine, birbirlerine zıt davranıyorlar. Bu yüzden de ortak bir amaç uğrunda birlik ve beraberlik kuramazlar. Bu sorundan yakınanların oranı %90’dır.
4- Eşlerin ana babaları ve yakın akrabaları, karı kocanın evlilik ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Ana-babalar, karı-kocanın evlerini idare etmelerine karışıyorlar, müdahale ediyorlar. Eşler istemediği halde öğüt veriyorlar. Bundan yakınanların oranı %56’dır.
5- Karı-koca evde kimin ne yapacağı konusunda anlaşamıyorlar. Bu anlaşmazlık giderek ilişkilerin soruna dönüşmesine sebep oluyor. Bundan yakınanların oranı %93’tür.
6- Eşlerden biri ya da her ikisi, topluluk içinde birbirlerine karşı gösterdikleri ilgisizlikten ve kırıcı davranışlardan yakınıyorlar. Evde, eşlerden birinin diğerine söylediği bir sözü, ya da yönelttiği bir eleştiriyi hoşgörü ile karşıladıkları halde, başkalarının yanında söylenen aynı söz, aynı eleştiri yaralayıcı oluyor, kırılıyorlar. Bunu ciddi sorun olarak ileri sürenlerin oranı %96’dır.
7- Dışarıda çalışmayan, bütün gününü ev içinde geçiren evli kadınlar, kocalarının akşam eve gelince bütün gün evde neler olup bittiğini sormadıklarından ve kendileriyle ilgilenmediklerinden yakınmaktadırlar. Bunu ciddi sorun görenlerin oranı %86’dır.
8- Evinde çalışan kadın, kocasının dışarıda günü nasıl geçirdiğini merak etmektedir. Fakat kocasının dışarıda geçirdiklerini kendisiyle paylaşmadığından yakınmaktadır. Bunu sorun görenlerin oranı da % 96’dır.

4073
Genel Tartışma / Bu toplumda ergenler için hayat var mı?
« : 11 Nisan 2009, 07:49:17 öö »

Bir film seyrettim, öyle bir iz bıraktı ki bende...
Hatta öyle bir yara açtı ki...
Ne kabuk bağlıyor, ne de sızısı diniyor.
Reha Erdem'in son filmi " Hayat Var "dan söz ediyorum.
Günlerdir o sızıyı bastırıp film üzerine iki çift laf edeyim diyorum, başaramıyorum.
Peki nasıl bir film "Hayat Var?"
Sinemanın iki saatlik eğlence olmanın ötesinde nasıl derin imkânlar taşıdığını en düz, en sıradan seyirci tipine bile kanıtlayan bir film.
Belki süresi uzun ve bazı bölümleri çok zorlayıcı...
Fakat etkisi de uzun ve güçlü.
Bir de...
Söylemeden geçemeyeceğim.
Filmi seyredeli iki hafta oldu.
Hâlâ zaman zaman gözlerimi kapattığımda sisli bir Haliç manzarası beliriyor gözlerimin önünde..
Ve işte o sırada tıpkı filmdeki gibi ergen ve yanık bir gırtlak Orhan Gencebay'ın şu şarkısını söylüyor zihnimin ta içlerinde...
Gün gelecek isyan edip
Niye doğdum diyeceksin
Gün gelecek isyanına
Kahkahayla güleceksin.

Hayat aslında filmin ana kahramanı14 yaşındaki kız çocuğunun adı.
O anlamda Hayat var! Fakat o kız çocuğu için bir hayat var mı gerçekten?
Ben tam bu noktada filmin peşini bırakıp şöyle sormak istiyorum.
Bu dünyada yoksullar, dağılmışlar, kimsesizleşmişler, kaderin sillesini yemişler ve genel olarak bütün ergenler ve özel olarak da ergen kızlar için...
Hayat var mı?
Ergen oğlanlar yine iyi...
Bir yandan "ana kuzuluğu"yla, bir yandan öfke ve sivilce patlamalarıyla adına ergenlik denen hüzün burcunun sıkıntılarını iyi kötü atlatıyorlar.
Ya kızlar?
Bu toplum...
Ergen kızları görmezden geliyor.
Ya çocuk sayıyor onları, ya yetişkin! Hüzünlerini ve kırgınlıklarını ciddiye almıyor.
Hele küçük kardeşleri varsa eğer...
Canlarının sıkılmasına bile izin vermiyor; hemen bir anne gibi sorumluluklar ve yorgunluklarla kuşatıyor onları...


Nerden nereye...
Bir filmden çıkıp bu noktaya gelmenin ne alemi var, diyeceksiniz belki..
Geçen gün cadde ortasında ağabeyi tarafından ve tabii ki incir çekirdeğini doldurmayacak bir şey için ağır biçimde azarlanan 14-15 yaşında bir kız çocuğu gördüm.
Eriyordu sanki oracıkta...
Belliydi, çaresizlik içini yakıyordu. Kızmak istese kızamaz, kaçmak istese kaçamazdı!
Üstelik herkes ona bakıyordu.
Anladım. O an yeniden çocuk olmak istemişti. İmkânsızdı. Yetişkin olsa peki? Ne değişirdi ki!
Bir his geldi yerleşti içime...
Acaba, dedim...
Bu toplumun mutsuzluklarında, acılarında, çözümsüzlüklerinde ergen kızların ahının payı var mı?






http://www.sabah.com.tr/2009/04/09/haber,35C9ECCA1D7543A5988AFB4456E60B82.html

4074
17 yaşında bir lise öğrencisinin yaşadığı ağır obsesif-kompülsif durum

 

G.A. nın

ANNESİNİN NOTLARI
01.02.2009

Neden insanlar en sevdiklerinden yana şanssız oluyorlar. 17 yıllık evliyim. Eşim bana ihanet etti.42 yaşından sonra azdı. Onu affetmiş olsam da kalbim kırık. Zaten bir kere artık eskisi gibi olmuyor. Güven saygı sevgi hepsi gidiyor. Eğer bir işim olsa kendi paramı kendim kazansam bugün çeker giderdim. Kimisi diyor ya çocuk için evliliğimiz sürüyor ne alaka bu ortamda daha sağlıksız büyüyor. En azından ayaklarının üstünde durmasını daha iyi bilir. İşte böyle eşim için bir yabancı gibi çünkü sorumsuz ben nereye gidersem gideyim umursamıyor bile sormuyor bile, parmağımdaki evlilik yüzüğünü çıkardım onu bile fark etmiyor. Kendi zaten takmıyor başka alemler içine girmiş ben evde nasıl olsa üstünü yıka yemek pişir bedava hizmetçi isyan ettim ne yemek yapmak ona ne de çamaşırını yıkamak, artık ondan nefret ediyorum . inşallah en kısa zamanda iş bulup kendime çalışıcam. Ayaklarımın üstünde durunca ondan ayrılıcam. Sevgi emek ister yürek ister. Sevgi güven ister eğer yoksa bırak değmez.

10.03.2009

Eve geldim kızım yine banyodan çıkmış . Her gün bir bahane, bu seferde sabunluğa takmış kafayı sabun sürüyormuş ama köpürmüyormuş. Onun banyodan her çıkış bir sorun. 17 yaşındaki o akıllı kız gidiyor yerine  zeka özürlü biri geliyor. Su kesildi mi avazı çıktığı kadar ağlıyor hem de avazı çıktığı kadar bağırarak ne söylesem fayda etmiyor. Artık tükendim her şeye ağlıyorum. Sinirlerim yatışsın diye atarax içiyorum..aslında psikoloğa gideceğim ama para sorun. Sigortası bile yok eşimin .çalışıyor ama boşuna , sözüm ona kazanamıyor. Hep böyle söylüyor , kendime çok kızıyorum, neden zamanında ise girip çalışmadım gerçi izin vermiyordu ama şimdiki aklım olsaydı dinlemezdim ki iki kuruşa köle oluyor insan bana ananın kapısına gider orada çalışırsın dedi hep, mantıksızlığa bak benim alem sensin ikimizde aklı başında insanlarız ama doğruları yanlışları ayırt edemiyor.gelelim asıl meseleye oturduğum evden nefret ediyorum. Nedeni bizim aile geleneklerine hiç uymayan şeylerle karşılaştım. Kayın pederim 10 yıldır tek başlına yaşıyor ama eşiyle aynı apartmanda oturuyorlar. Ama ayrı oturuyorlar. Ama evliler hala. Kayın pederim kızlarını istemiyor. Oğluyla katları aynı ama evleri ayrı işi düşerse konuşuyor torunu g.a. yı çağırıyordu kim ne yaptı aslında çok yanlış sonra da kafası kızdı mı kızlarını kovuyordu evinden .asıl sorun oradan başlıyor. Aile dediğin toplanır sorunlar neyse onların çözümü için çözüm yollarına gider ama bu insanın merhameti yok. Evladın evlense bile gözeteceksin kollayacaksın ama kayın pederim onlar artık evli benim işim yok sorumlulukların var dedi bana yeni gelinken çok şasırmıştım. Aile olucak. İnsan değilmiş böylelerine çocuk doğurmayacaksın bu kelimelerim sorunlu aileler için geçerli şimdiki aklım olsaydı doğurmazdım ve böylece topluma herkes böyle yapsa sağlıklı insanlardan bir topluluk oluşturdu.

Bu dünyada en yakınım erkek kardeşim, 2008 yılından itibaren sırdaşım. Ailevi sorunlar özeldir ama danıştım oda gelip eşime ve bana ayrılık kolay ama önemli olan sorunları nasıl çözebilmek dedi ve çok doğru ama kalp kırıldı mı tamiri çok zor 17 yıl sonra eşim beni aldattı cep telefonundaki mesajda “ günaydın aşkım bana para bırakmamışsın dudaklarından öptüm “diye yazmış bende telefon numarasını aldım.pastaneden aradım , bir kadın çıktı telefonu kapadım eve geldim moralim sıfır, o gün bugün eşimden nefret ediyorum. Kendisi taksi şöförü ve tabi gece eve geldi. Karşıma otur bana bu mesajın ve bu telefon numarasını açıkla dedim. Senin kalbin bozuk dedi bana. Gidip uyudu o günden sonra gece gündüz içmeye başladı ve bir gece ben senden boşanmak istiyorum dedim tamam biri var ama yatmadım dedi bende güldüm karşında çocuk yok dedim. Kadın evli 7 yaşında  kızı varmış bende mi sen eve gelmediğin geceler birinimi bulayım senin namus kavramın bu mudur dedim ,tek kurşunda işin biter dedi bana. En çok kızdığım şeyde ben üç kuruşla evi geçindirmeye çalışayım o paraları başkasına yedirsin. Ki ben dantel yapıp eve katkıda bulunuyordum. Mutfak masrafını ben karşılıyordum. . Güvercinde bakıyor kendisi meraklı bende o yokken bakıyordum ta ki kümeslerini temizlerken telefonu çaldı baktım gülün arıyor yazıyor kim bu dedim abonelerindenmiş gidip bir köşede ben duymayayım diye sessiz konuşuyor işte o zaman ipler koptu. İyice anladım ki hiçbir mücadeleye değmeyen bir adam var karşımda . güvercinlerine de bakmadım bir daha . artık benim için yabancı. Kayın pederimin de haberi var. Belki oğlunu çağırır siz ne yapıyorsunuz der dedim derler ya denize düşen yılana sarılır kendine hayrı yok ki bize olsun . torununa demiş ki “anan kıçını döner yatarsa olacağı bu “ demek ki aramızda geçen şeyler babasına anlatıyor. sözüm ona çok namus düşkünü insanlar meğerse namuslu geçinen namussuzlar bunlar .     

 

G.A.nın  annesinin  kızı hakkındaki gözlemleri

 

İzledikleri genelde şiddet içerikli şeyler. Dexter izliyor ve Stephen King okuyor. Yıkandıktan sonra neşeli. Ancak sular kesildiğinde devamlı kurt gibi uluyor. Yorulana kadar bağıra bağıra ağlıyor sonra ise bir kenarda çıplak bir şekilde sinmiş ve kafasını dizlerine dayamış ve ellerini de dizlerine bağlamış bir şekilde kenarda öylece uyuyor. Çok canı yanıyormuş gibi, can çekişir gibi sesler çıkarıyor. Ve devamlı tekrarladığı şey “ yıkanamadım, yıkanamadım,yıkanamadım” yıkandıktan sonra kendi giysilerini giymiyor. Kendi kıyafetleri pismiş o yüzden her duştan sonra hep annesinin kıyafetlerini giyiyor. Çamaşır makinasına çamaşırı atıyor. Saate bakıyor. 9-10 sefer tekrar tekrar çamaşırları çıkarıyor tekrar makinaya atıyor . 9-10 saat çamaşırları yıkıyor. Psikiyatristlere gitmiş annesi Şirin Düvenci’ye götürmüş bir çare  bulamamış. Yemek yerken sofra düzenini bile planlıyor. Kağıda çiziyor belli bir düzen içersinde yemek yiyor. 

Annesinin  getirdiği özel evrak

G.A. nın yaptığı program

AJANDA

 YAPILACAKLARIN STANDARTLARIN LİSTESİ

10.11.2008

Okuldan geldikten sonra banyo yapılacak(2+1)

Atıştırma , tv ve uyku

 

11.11.2008

Okuldan geldikten sonra çarşıya çıkılacak ,Pazar gezilecek

Banyo yapılacak (2+1) atıştırma tv ve uyku

 

12.11.2008

Okuldan geldikten sonra banyo yapılacak (2+1)

Atıştırma tv ve uyku

 

13.11.2008

Okuldan geldikten sonra banyo yapılacak(2+1)

Atıştırma tv ve uyku 

 

14.11.2008

Okuldan gelirken çarşıya uğranılacak

Banyo yapılacak(2+1)

Atıştırma tv ve uyku

 

15.11.2008

Banyo yapılacak (2+1)

Temiz kıyafetler giyilecek

Bu hafta giydiğim eşofman takımı , pijama ve havlularım makinaya atılacak bir güzel yıkanacak

Atıştırma tv ve uyku

 

16.11.2008

Sabah kalkıp ütü yapılacak (yıkanan çamaşırlar, yatak çarşafları, koltuk çarşafları vb..)

Dolap silinecek

Tüm halılar süpürülecek, kişisel bakım ve banyo (3+1)

Atıştırma tv ve uyku

 


4075
Bülent Akyürek'in "kişisel gerileyiş kitabı"

"Gayret bizden, tevfik Allah'tan" mı diyorsunuz? "Nasip"li, "kısmet"li, "kader"li mi konuşuyorsunuz? Hayırlısı ne ise onun olmasını mı diliyorsunuz? Her hâlükârda takdir-i ilahiye boyun mu eğiyorsunuz? Öyleyse siz, nefsini şahlandıran her insanın mutlaka ama mutlaka "başarılı, güç sahibi, zengin" olacağını vazeden ve buna tevessül etmeyenleri keriz ilan eden bazı "kişisel gelişim" gurularının tefe koyduğu insanlardansınız. Bunlar kadere inanmayı ve mütevekkil olmayı ayıp sayarlar. Derler ki: "İyi ya da kötü, yaşadığınız her şey değişmeyen, kaçınılmaz yasanın bir sonucudur ve bu yasayı yöneten de yalnızca sizsiniz… Zenginlik ve başarı doğuştan hakkınız ve yaşamınızın her alanında, büyük olasılıkla hayal edebileceğinizden daha zengin olmak için anahtarı elinizde tutuyorsunuz; istediğiniz bütün iyi şeyleri hak ediyorsunuz ve hayatınıza çağırmayı bildiğiniz takdirde evren hak ettiğiniz bu güzellikleri size verecek… İnandığımız, kabullendiğimiz ve güvenle beklediğimiz her şeye sahip oluruz…"

Bülent Akyürek, ortalığı kasıp kavuran "kişisel gelişim" furyası hakkında bir kitap yazdı. "Kişisel gelişim"i yerin dibine batıran bir "kişisel gerileyiş kitabı". Sert bir kitap. Yakıcı bir kitap. Kurunun yanında belki yaşı da yakan, ama "kişisel gelişim" kültünü tartışmaya açmakla çok iyi eden bir kitap. Adı: "İçinizdeki Öküze Oha deyin!" Hülasası: "Kişisel Gelişim Şeytanları, Kur'an'ı tersten okuyup yorumlayarak modern dünyanın yeni dini olmaya çalışıyorlar… Yabancı dillerden çevrilen kişisel gelişim kitapları, bizim kültürümüze ve insanımıza uygunluğuna bakılmadan bolca reklamı yapılarak okutturuluyor. Çevrilen kitapları okuyup özümseyenlerin, bizim ülkemizde sevilen değil, nefret edilecek adamlar olacaklarını bilmiyorlar mı? 'İçindeki Devi Uyandır, İçindeki Tüccarı Fişekle vs…' kitaplarının binlerce benzeriyle içimizin şeytanlarını serbest bırakmalarına inat, bir Allah'ın kulu da çıkıp; 'İçinizdeki Mümini, dervişi uyandırın!' diyemedi! Sabahları uyanır uyanmaz tüm dünyaya av hayvanı gibi bakan, kazanmaya kilitlenmiş, para avcısı insanlar topluluğuyla nasıl birlikte yaşayacağız? Bunlara nasıl 'Çüş!' diyeceğiz, kim diyecek? 'Milli Çüş Hareketi'ni başlatmakla ne kadar gecikmişim yeni anlıyorum ve bin dört yüz yıl öncesine gidip kaldığımız yerden devam edersek, kaybettiğimiz yüzyılları geri kazanacağımızı sanıyorum…" (İçinizdeki Öküze Oha Deyin!, sayfa 303 / KENTKİTAP, Ankara 2008)

Dediğim gibi, sert bir kitap. Bol miktarda argo da var. Tehlikeli madde.

Hakan Albayrak/ Yeni Şafak

4076
Şiir / Ynt: ÜŞÜYORUM (Muhsin YAZICIOĞLU)
« : 28 Mart 2009, 06:54:06 ös »
Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı.Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...

Bugün perşembe; 26 Mart Perşembe.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun bindiği helikopterin enkazına, neredeyse 24 saatten beri ulaşılamadı; modern zamanların en şeddâdî iz ve sinyal takib etme teknikleri bir işe yaramadı. Yüzlerce insan, bilmem kaç helikopter ve uçak seferber... Haber yok! Kulağımızda İHA muhabiri İsmail Güneş'in gittikçe zayıflayan sesi yankılanıp duruyor,

- Kimseden ses gelmiyor, gelmiyor. Eyvah çok kötü!..

Saat 13 sularına geldi; hâlâ bir haber alamıyoruz.

Ve saatler geçtikçe bir mucize, şaşırtıcı bir "iyi haber" bekliyoruz ama...

*

18 yaşlarında kocaman çocuklarız. Senelerden 1972. Mevsim güz; içimizde Ankara rüzgârı. Taşralardan Ankara'lara okuyup "büyük adam" olmak için gelip resmî yurtların kasvetli odalarında yalnızlığın çukurlarına düşünce, "anne, anneciğim" diye başımıza yorganı çekip bir güzel ağlamışlığımızın günleri.

Muhsin Yazıcıoğlu'nu ilk defa Veteriner Fakültesi'nde görüyorum; adam 18 yaşında bile efsâne; öyle karizmatik. Yıldırım Beyazıt'taki yurt binasının bahçesinde bir duvar önünde sohbet ediliyor. O günlerde bir "başkan"lık vâkıası var; yurt başkanı, fakülte başkanı: Yazıcıoğlu ya yurdun ya Veteriner'in başkanı.

Bazı insanlar vardır; hep böyledir; vasıflarında lider olmak tabiatı ile doğar, öyle yaşarlar. Muhsin Yazıcıoğlu da öyle. Hep yaşından büyük, hep sorumlu, hep ağır...

Gençlik hâtıralarımı çağırıyorum; onu hep bulunduğu mekânda, insanların ilgi odağı ve çekim merkezi halinde hatırlıyorum. İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Orada Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimad duygusu gelip yerleşiyor.

Ankara'da Hacettepe sırtlarında bir tarafta fakültelerin, öteki yanda kalabalık yolların bulunduğu meydan gibi bir yerdeyiz. Bin kişi var mıyız? Varız. Hacettepe Tıp Fakültesi'nin olduğunu tahmin ettiğim binaların tepesinden aşağıya doğru silah tarrakaları yankılanıyor. Sene 75, belki 76... Kalabalık dalgalanıyor. Mesele nedir? İşgal, boykot, güç gösterisi? Hatırlamak zor. Heyecan yüksek. Polis panzerleri kalabalığı çevreleyip dağılın ikazları yapıyor megafonla.

Orada yüksekçe bir yerde görüyorum onu,

-Dağılmayın, dik durun; ben söylemedikçe bir yere kımıldamayacaksınız, diyor ve ilâve ediyor:

-Yanınızdaki arkadaşınızı polise bırakmayacaksınız. Nasıl geldiysek öyle gideceğiz!

Yine silah sesleri...

- Şimdi İstiklâl Marşı'mızı okuyacağız; rahat, hazır oll!

*

Ülküdaşım, genel başkanım, hemşehrim, arkadaşım...

Günün birinde patronum da oluyor. Ankara'da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinin yayınlandığı Dörtyol semtindeki apartman dairesine uğruyor ara sıra. Dergi yapıyoruz, mizanpaj yapıyoruz, kapak yapıyoruz, sonu "kahrolsun"larla, "yaşasın"larla biten sert yazılar yazıyoruz, pikaj, montaj işleri, ışıklı masalar... Vaktiyle Nihat diye bir arkadaş vardı; o derginin dizgi işlerini görmekte. Kaç ay sürdü bilmiyorum, talebeyim henüz, biraz alacağım birikmiş. Alacağımı veriyor patronum; kaç lira hatırlamıyorum; o parayla Anafartalar'da bir kuyumcudan bir çift altın küpe alıyorum nişanlım için.

O küpeleri her görüşümde yıllardan beri o günleri, onu hatırlıyorum.

*

Saat onbeşe geliyor; bakanlar açıklama üstüne açıklama yapıyorlar. Helikopter sinyal vermiyormuş.

Kelimeler... Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire...

Veya bir Allah'ın kulu olsun da, sırtından pardesüsünü çıkarıp yirmi dört satten beri kar altında, tipi altında hayatla ölüm arasında gidip gelen kazazedelere ümit versin, su versin, söz olsun...

Ne işe yarıyor ki kelimeler?

*

Günün birinde Sivas'tan milletvekili seçiliyor; önceleri, sandık başına bile gitmeyeceğimi işiten eski ülküdaşlarım bana çok şirin bir şaka hazırlıyorlar. Yolda yürürken iki kişi koluma giriyor, bir arabaya bindiriyorlar. Şehir dışında bir yere gidiyoruz, iniyoruz; diyorlar ki, "sen oy vermeyeceğim demişsin; doğru mu?" "Doğru" diyorum, "kimseye oy vermeyeceğim bu seçimde". İçlerinden biri elini beline götürüyor, "Sen yine sözünde durmuş ol; sorarlarsa silah zoruyla oy verdim dersin!"

Gülüyoruz, gülüşüyoruz. İşin ucunda "Muhsin Başkan" var çünkü. O seçimlere koalisyon halinde giriyor sağdaki partiler.

O Meclis'e yakışıyor; Meclis de ona. Sonra partisinden ayrılıp kendi partisini kuruyor. Seçimler, seçimler, seçimler... Karşılaştıkça beni onurlandırmak için "üstad" diye hitab ediyor; ben ona "Başkan".

Karşılaştığımız ilk gün de "başkan"dı; şimdi ve hâlâ yine başkan.

İstatistiklere bakanlar, Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisini tek kişiden ibaret bir küsurat partisi gibi görürler; sayılar böyledir; bu yüzden akıllı adamın biri, "saymalı değil, tartmalı" demiş vaktiyle.

Sayılacak değil, tartılacak adamdır o; tabii özgül ağırlık denilen şeyin terazisi varsa...

*

Nedendir bilmem yıllar geçtikçe ikiye bölünen o iki partinin irice olanına değil de ufak ama sevimli olanına ısındı kalbim. Rahmetli anacığımın vefatında bir evvelkiler kapımı çalmazken Muhsin Başkancılar, fakirhanemize gökten indirilmiş paraşütçü birlikleri gibi akın etmişlerdi de nasıl onurlanmıştım, nasıl içim kabarmıştı...

O gün dedim ki içimden, "ki bunlar kara gün dostlarıdır; salımıza girecek arkadaşlardır; hatırları büyüktür".

*

Saat 16'ya geliyor. Haber yok; bir nefes de mi yok?

Kelimeler, ne işe yararsınız siz; karlı dağların başında bir kibrit kadar olsun ışık olup ısıtmadıktan sonra...

*

Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı. Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...




28.Mart.2009 07:19:15

4077
Şiir / Ynt: ÜŞÜYORUM (Muhsin YAZICIOĞLU)
« : 28 Mart 2009, 02:16:56 öö »
Önceki gün 5 kişiyle birlikte bindiği helikopter düşen ve bugün acı haberi gelen BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 19 Mart günü partisinin Karaman Seçim Bürosu’nda şunları söylemişti:
“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.”


4078
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:07:09 ös »
Bu on bilişsel çarpıtmanın hepsi olmasa bile çoğu depresyona eşlik eder. Aşağıda bunların bir özeti bulunmakta, bu on maddeyi adınız gibi bilmenizde yarar var. Bunlar hayatınız boyunca faydalanacağınız bilgilerdir.

Bu maddeleri daha iyi anlayabilmeniz David Burns'ün hazırladığı bir testi değerlendirelim. Aşağıdaki özeti okurken kendinizi tarif edilen özelliklere sahip bir insan olarak hayal edin. Birden çok cevabı işaretleyebilirsiniz. İlk sorunun cevabını açıklanıyor, bu size yol gösterebilir. Diğerlerinin cevaplarını yazının sonunda bulabilirsiniz. Ama hemen bakmayın. Eminim ki ilk soruda en az bir çarpıtmayı tanımlayabileceksiniz ve bu bir başlangıç olacak.

Bilişsel çarpıtmaların özeti

Ya hep ya hiç düşüncesi : Olayları siyah ya da beyaz olarak kategorize edersiniz. Eğer performansınız azalırsa kendinizi tamamen başarısız bulursunuz.
Aşırı genelleme: Tek bir olumsuz olayı sonu gelmez bir yenilgi kalıbı olarak görürsünüz.
Akıl süzgeci: Tek bir olumsuz detayı seçip onun üzerine yoğunlaşmak
Olumluları değersizleştirme: olumlu şeyleri bu sayılmaz diyerek yok sayma
Sonuçlara atlama: Sonuç olarak birşeyin olumsuz olduğuna dair yorumlar yapma i. Düşünce okuma: Birisinin hakkınızda olumsuz düşündüğünden eminsinizdir bunu doğrulama gereği bile duymazsınız.
ii. Kehanet hataları: Hislerinize dayanarak olayların kötü gideceğine inanmak
Büyütme ya da ufaltma: Olumsuz şeyleri büyütme güzel olanları ise küçültme.
Duygusal ilişkilendirme: Hissettiğiniz şeylerin gerçek olduğunu düşünmek
''Olmalılar''konumu: yapmalıyımlarla kendinizi motive etmeye çalışırsınız ancak engellenmiş hissedersiniz ve paradoksal olarak motivasyonunuz azalır. Sonuç suçluluk duygularıdır.
Damgalamak ve yanlış damgalamak: Bu aşırı genellemenin uç bir örneğidir. Hatanızı tanımlarken sonuna da yani ben başarısız bir insanım diye ekleyiverirsiniz.
10) Kişiselleştirme: Sizin sorumluluğunuzda olmayan bir çok olaydan dolayı kendinizi suçlarsınız.

--------------------------------------------------------------------------------

TEST

1) Bir ev hanımısınız, eşiniz etin biraz fazla pişmiş olduğunu söylediğinde kalbiniz kırılıyor. Ben hiç birşeyi doğru düzgün yapamıyorum, başarısız bir insanım diye düşünmeye başlıyorsunuz. Artık dayanamıyorum, bir köle gibi yaşıyorum ve aldığım ödül bu, seni aptal diyorsunuz. Bu düşünceler sizi kızgın ve üzgün yapıyor. Hangi çarpıtmalar kullanılmış?
a. Ya hep ya hiç düşüncesi
b. Aşırı genelleme
c. Büyütme
d. Damgalama
e. Hepsi

Bu sorunun cevabı hakkında biraz yorum yapacağım. İşaretlediğiniz her cevap doğrudur. Ben başarısız bir insanım derken ya hep ya hiç düşüncesi kullanılıyor. Buna bir son verin. Et biraz kuru olabilir ama bu sizin tamamen başarısız olduğunuz manasına gelmez. Hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyorum dediğinizde aşırı genelleştiriyorsunuz demektir. Artık dayanamıyorum dediğinizde çektiğiniz acıyı büyütüyorsunuz. Eşinizin söyledikleri sizin duymak istedikleriniz değil ama sizin değerinizi ölçen cümleler de değil. Bir köle gibi çalışıyorum ve aldığım tek ödül bu dediğinizde ikinizi de damgalamış oluyorsunuz. Eşiniz bir aptal değil sadece huzursuz ve duyarsız davrandı. Aptallar yoktur aptalca davranışlar vardır. Benzer şekilde kendinizi köle olarak görmeniz de saçmadır. Bu ruh halinin akşam yemeğinin tadını kaçırmasına izin verdiniz.

Teste devam edelim.

2) Bu kendini ölçme testini yapmanızın iyi olacağını söylediğim ilk cümleyi okudunuz. Canınız sıkılmaya başladı ve hayır test falan yapmak istemiyorum, hayatım boyunca can sıkıcı testler yaptım, kitabın bu bölümünü geçmek istiyorum, bu beni sinirlendiriyor o halde bana bir faydasının olacağını düşünmüyorum demeye başladınız. Kullandığınız çarpıtmalar:
a. sonuçlara odaklanmak( kehanet hataları)
b. aşırı genelleme
c. ya hep ya hiç
d. kişiselleştirme
e. duygusal ilişkilendirme

3) Bir üniversitede psikiyatristsiniz. Depresyon hakkında yazdığınız kitabınızla ilgili yeni düzenlemeleri göstermek için editörünüzle buluşmaya hazırlanıyorsunuz. Editörünüz yeterince kibar olduğu halde siz sinirlisiniz ve kendinizi yetersiz hissediyorsunuz, şu düşüncelere sahipsiniz. ''Benim kitabımı seçmekle korkunç bir hata yaptılar, iyi bir iş çıkaramayacağım, bu kitabı asla çarpıcı, taze ve yaşayan bir kitap haline getiremeyeceğim, yazım çok sıkıcı düşüncelerim yeterince iyi değil''.. bilişsel çarpıtmalarınız:
a. ya hep ya hiç
b. sonuçlara odaklanmak
c. akıl süzgeci
d. olumluyu değersizleştirme
e. büyütme

4) Yalnızsınız ve bekarlar için hazırlanmış bir sosyal etkinliğe katılmayı planlıyorsunuz. Geldikten sonra ani bir ayrılma ihtiyacı hissediyorsunuz, gerginsiniz. Aklınıza gelen düşünceler şunlar: ''büyük olasılıkla ilginç insanlar değiller, niye kendime işkence ediyorum, burası kaybetmiş insanlar topluluğu, çok sıkıldım, bu parti sıkıcı olacak..'' kullandığınız çarpıtmalar:
a. damgalamak
b. büyütmek
c. sonuçlara odaklanmak (düşünce okumak ve kehanet hataları)
d. duygusal ilişkilendirme
e. kişiselleştirme

5) Patronunuzdan geçici olarak işten çıkarılabileceğinize dair uyarı aldınız. Çılgına döndünüz ve tutuklaştınız. Şöyle düşünmeye başladınız ''bu dünyanın berbat bir yer olduğunu ispatlıyor, asla rahat bir nefes alamayacağım''. Çarpıtmalar:
a. ya hep ya hiç
b. olumluyu değersizleştirme
c. akıl süzgeci
d. kişiselleştirme
e. ''olmalılar'' konumu

6) Bir konferans vermeye hazırlanıyorsunuz ve kalbinizin çarpmaya başladığıni farkediyorsunuz. Gergin ve sinirli hissediyorsunuz çünkü 'büyük olasılıkla söylemeyi planladığım herşeyi söylemeyi unutacağım, konuşmam yeterince güzel olmayacak, aklım duracak ve kendimi aptal durumuna düşüreceğim'… düşünce hatalarınız:
a. ya hep ya hiç
b. olumluları değersizleştirme
c. sonuçlara odaklanma ( kehanet hataları)
d. ufaltma
e. damgalama

7) Sevdiğiniz kişi hastalandığından dolayı son anda buluşmanızı iptal ediyor, kızgın ve üzgün hissediyorsunuz çünkü şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: ''terk edildim, işlerin bu duruma gelmesinde nasıl bir hata yaptım''…. düşünce yanlışlarınız:
a. ya hep ya hiç
b. ''olmalı'' konumu
c. sonuca odaklanmak (düşünce okumak)
d. kişiselleştirme
e. aşırı genelleme

8) Yazmak zorunda olduğunuz bir rapor var. Her gece başlamaya uğraşıyorsunuz ancak proje gözünüze o kadar zor geliyor ki onun yerine oturup TV seyrediyorsunuz. Kendinizi boğulmuş ve suçlu hissediyorsunuz. Şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: '' o kadar tembelim ki asla bu işi bitiremeyeceğim, bu lanet işi yapamıyorum, bu iş sonsuza kadar sürecek, hiçbir şekilde işler yoluna girmeyecek'' düşünce hataları:
a. sonuca odaklanmak (kehanet yanlışları)
b. aşırı genelleme
c. damgalama
d. büyütme
e. duygusal ilişkilendirme

9) Bu kitabı okudunuz ve bazı metodları uyguladıktan birkaç hafta sonra kendinizi iyi hissetmeye başladınız. Depresyon skorunuz 26dan (ciddi depresyon) 11 e (sınırda depresyon) geriledi. Sonra aniden kötü hissetmeye başladınız ve 3 gün içinde skorunuz 28 e çıktı. Umutsuz ve üzgün hissetmeye başladınız şöyle düşünüyorsunuz 'bu yöntemler bana yardımcı olamayacak, şu andan itibaren kendimi toplamalıyım, bu gelişmeler bir şanstı, daha iyi olduğumu düşündüğümde aslında kendimi aptal yerine koymuş oluyorum, asla iyi olamayacağım'' bilişsel çarpıtmalar:
a. olumluyu değersizleştirme
b. ''olmalı'' konumu
c. duygusal ilişkilendirme
d. ya hep ya hiç
e. sonuçlara odaklanma

10) Diet yapmaya uğraşıyorsunuz. Bu hafta sonu sinirliydiniz ve yapacak hiçbir şeyiniz yoktu, yavaş yavaş durmadan atıştırdınız, dördüncü şeker parçasını yedikten sonra kendi kendinize şöyle düşünmeye başladınız '' ben kendimi kontrol edemiyorum, her hafta diet ve yürüyüş yapma planlarım suya düşüyor, dışardan bir balon gibi görünüyor olmalıyım, bunu yememeliydim ama kendimi durduramıyorum, bütün hafta sonunu domuz gibi yiyerek geçiricem''. Suçluluk duymaya başladınız ve kendiniz daha iyi hissedebilmek için ağzınıza bir avuç dolusu daha şekerleme attınız. Çarpıtmalar:
a. ya hep ya hiç
b. yanlış damgalama
c. olumsuz kehanet
d. ''olmalı'' konumu
e. olumluyu değersizleştirme

CEVAP ANAHTARI

1) A B C D E
2) A B C E
3) A B D E
4) A B C D
5) A C
6) A C D E
7) C D
8) A B C D E
9) A B C D E
10) A B C D E


4079
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:05:01 ös »
DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ ŞEKİLDE HİSSEDERSİNİZ

Yoğun olumsuz düşünceler çoğunlukla bir depresif dönem ya da acı veren bir duyguya eşlik eder. Düşünceleriniz genellikle üzgün olmadığınız dönemlerde daha farklıdır. Zihninizi dolduran olumsuz düşünceler sizi yıpratan duyguların oluşmasına sebep olur. Bu düşünceler sizi yorgun yapar ve yetersiz hissetmenize neden olurlar. Bu olumsuz düşünceler depresyonunuzun en önemli belirtileridir.

Depresif hissettiğiniz her dönemde buna neden olabilecek olumsuz bir düşüncenizi tanımlamaya çalışın. Çünkü büyük olasılıkla bu düşünceler sizin kötü ruh halinizin oluşmasından sorumludur, bunları yeniden yapılandırabilirseniz bu ruh halini değiştirebilirsiniz.

Büyük olasılıkla bu anlatılanlara şüphe ile bakıyorsunuz çünkü otomatik olarak işleyen olumsuz düşünceleriniz artık hayatınızın bir parçası haline gelmiştir. Bu yüzden ben olumsuz düşüncelere otomatik düşünceler diyoruz. Hiçbir çaba harcamanıza gerek kalmadan otomatik olarak zihninize gelirler. Sizin için bu düşünceler yemek yemek kadar doğal ve sıradandır. Düşünmek ve hissetmek arasındaki ilişki şöyledir. Duygularınız olaylara nasıl baktığınızın sonucudur. Bir işi gerçekleştirmeden önce aklınıza getirmek ve anlam vermek nörolojik bir gerçektir. Bir şey hissetmeden önce size ne olduğunu anlamanız gerekir.

Eğer size ne olduğunu doğru anlamış iseniz duygularınız normal olacaktır. Eğer algılamanız bir şekilde bozulmuşsa , duygusal cevabınız da anormal olacaktır. Depresyon bu kategoriye girer. Her zaman aklın durağan çarpıtmalarının bir sonucudur. Bu ruh haliniz kanalı tam ayarlanamamiş radyodan çıkan cızırtılı ses gibidir. Sorun tüplerde ya da transistörde değildir, kötü havadan dolayı radyo istasyonundan radyo dalgaları ulaşamıyordur. Radyonun ayarıyla oynarsanız müzik sesi tekrar berrak gelmeye başlayacak ve depresyonunuz düzelecektir.

Aşağıdaki depresyonunuzun temelini oluşturan on bilişsel çarpıtmayı okuyun. Üzgün hissettiğinizde kendinizi aptal durumuna düşürmekten koruyacaktır.

Bilişsel çarpıtmaların açıklamaları:

Ya hep ya hiç düşüncesi : Bu kişisel özelliklerinizi siyah ya da beyaz iki kategoride değerlendirmenizdir. Örneğin bir politikacı eğer seçimleri kaybederse bir hiç olduğunu düşünüyordu. Sınavdan A almayı hedefleyen bir öğrenci B aldığında tamamen başarısız olduğunu düşünüyordu. Ya hep ya hiç düşüncesi mükemmeliyetçiliğin temelidir. En ufak bir yanlış yapmaktan korkmanıza neden olur çünkü yaptığınız iş mükemmel olmazsa kendinizi kaybetmiş, yetersiz ve değersiz hissedersiniz. Olayları bu şekilde değerlendirmek gerçekdışıdır çünkü hayat seyrek olarak ya bir uçtadır ya da diğer uçta. Örneğin kimse tamamen zeki ya da aptal değildir. Benzer şekilde kimse ne kusursuz şekilde çekici ne de yüzüne bakılmayacak kadar çirkindir. Oturduğunuz odanın döşemesine bir bakın. Mükemmel bir şekilde temiz mi? Yoksa her bir santimetre karesi toz ve pislik içinde mi? Yoksa yeterli derecede mi temiz? Evrende tamamenler yoktur. Eğer yaptıklarınızı tamamen kategorisine sokmaya çalışırsanız beklentileriniz gerçekçi olmadığı için sürekli depresyonda olacaksınız. Ne yaparsanız yapın asla abartılmış istekleriniz karşılanmayacak. Bunun teknik adı ikilikçi düşüncedir. Her şeyi siyah ya da beyaz olarak görürsünüz, gri gölgelere yer yoktur.
Aşırı genelleme: Depresyondaki bir adamın arabasının camına kuş konduğunda bu kuşlar da hep benim pencereme pisliyor diye düşünür. Bu genellemeye verilecek harika bir örnektir. Daha önce ne zaman böyle bir şeyin olduğunu sorsanız yirmi yıl önce diye cevap verir. Reddedilmenin acısı da çoğunlukla genellemeden kaynaklanır. Bunun yokluğunda, kişisel bir küçük düşme üzüntü verici olabilir ama ciddi olarak yıkıcı değildir. Utangaç bir genç adam tüm cesaretini toplayıp kızdan randevu isteyecekti. İlk randevuyu nazikçe reddettiğinde kendi kendine ''asla bir randevu alamayacağını, hiçbir kızın kendisine randevu vermeyeceğini, hayatı boyunca yalnız kalacağını'' düşünmeye başladı. Düşünceleri çarpıtılmaya başlamıştı. Eğer onu bir kere reddettiyse hep reddedecekti, %100 bütün kadınlar reddedecekti, sonsuz kere dünyadaki bütün kadınlar tarafından reddedilecekti.
Akıl süzgeci: Herhangi bir durumda olumsuz bir detaya takılır ve bunu genelleştirirseniz tüm durumu olumsuz algılarsınız. Örneğin depresyondaki bir lise öğrencisi diğer öğrencilerin en yakın arkadaşıyla dalga geçtiklerini duyar. Küplere binmiştir, insanlar ne kadar acımasız ve duyarsızdır. Kendisine karşı da acımasız ve duyarsız davranmış birileri var mıdır diye araştırmaya başlar. Diğer bir durumda ise 100 soruluk bir sınav olurlar 17 soruyu yapamaz ve yapamadığı bu 17 sorudan dolayı kolejden bile atılabileceğini düşünmeye başlar. Notlar açıklanıp sınav kağıtları dağıtıldığında üzerinde bir not vardır.100 sorudan 83 ünü cevapladınız. Bu sene sınıfta alınmış en yüksek not, A+. Depresyonda olduğunuzda olumlu olan hiçbir şeyi göstermeyen bir gözlük takarsınız. Bilincinize çıkmasına izin verdiğiniz tek şey olumsuz düşüncelerdir. Bu gözlüğü taktıkça her şeyi olumsuz olarak algılarsınız. Bunun teknik ismi algıda seçiciliktir. Bu sizi gereksiz üzüntülere sürükleyebilecek kötü bir alışkanlıktır.
Pozitifi değersizleştirme: Depresyondaki insanların yaptığı ilginç şeylerden biri de olumlu şeyleri olumsuza çevirebilmeleridir. Olumlu şeyleri yok saymakla kalmaz bunları da bir şekilde tam aksi gibi göstermeyi başarırsınız: ters simyacılar diyebiliriz bu kişilere. Simyacılar değersiz metallerden altın oluşturma hayalinin peşindeydiler. Eğer depresyondaysanız bunun tam tersi olarak altın eğlenceleri duygusal kurşunlara çevirebilirsiniz. Büyük olasılıkla kendinize nasıl zarar verdiğinizin farkında bile değilsiniz. Buna verilecek günlük örneklerden bir tanesi iltifatlara verdiğimiz cevaplardır. Birisi bizi ya da yaptığımız işi övdüğünde sadece iyi görünmeye çalıştığı için böyle yaptığını düşünürüz. Hemen küçük bir manevra ile yaptığı iltifatı değersizleştiririz ve hayır hiç de öyle değil cevabını yapıştırırız. Eğer her güzel olaya bu şekilde çamur atarsanız tabii ki hayat size sevimli görünmez. Olumlu şeyleri değersizleştirmek, bilişsel çarpıtmaların en yıkıcı olanıdır. Depresyonda olduğunuzda kendinizi değersiz hissettirecek hipotezler arayan bilim adamına dönersiniz. Ne zaman kendinizi değersiz hissettirecek bir kanıt bulsanız ona yapışırsınız. Ne zaman olumlu bir olay olsa bu bir istisna sayılmaz dersiniz. Bunun ödülü yoğun bir sıkıntı, güzel şeylerden mahrum kalmaktır. Bu bilişsel çarpıtmalar ortalama her depresyonda görülse de depresyonun çok farklı formlarında da görülebilir. Örneğin: ciddi bir depresyon nöbetinden dolayı hastanede yatan bir kadın, korkunç bir insan olduğundan dolayı kimsenin onu ciddiye almadığını, hayatta tek başına olduğunu, dünyada ona değer verecek kimsenin olmadığını düşünüyordu. Hastaneden çıktığında ona ilgi gösteren birçok hasta ve sağlık personeli vardı. Düşünebiliyor musunuz bunların hepsini reddetti ve kendisini gerçek hayatta görmedikleri için bu şekilde davrandıklarını söyledi. Hastane dışındaki gerçek insanlar beni asla ciddiye almazlar dedi. Hastane dışındaki onu seven onca arkadaş ve aile bireyini nasıl açıklayacağını sorduğumuzda, 'onlar sayılmaz çünkü gerçek beni bilmiyorlar' diye cevaplamıştı... ''Gördüğünüz gibi doktor, gerçekte benim içim çürümüş, dünyadaki en kötü insan benim, herhangi bir insanın beni bir dakikalığına bile sevmesi imkansız.'' Bu şekilde olumlu şeyleri değersizleştirerek gerçekçi olmayan inançlar oluşturmuştu. Bir başka hastam dünyanın bütün günahlarını kendisinin işlediğini, yeryüzünün en günahkâr kişisinin kendisi olduğunu söylüyordu. Yaşlı bir erkek hastam, maddi varlığı yerinde olmasına rağmen, her şeyini kaybettiğini, tamamen aç ve açıkta kaldığını düşünüyordu. Bu örnekteki kadar uçuk olmasa da sizin de negatif düşünceleriniz hayattaki güzel olayları görmezden gelmenize sebep olabilir. Bu düşünceler sizi hayatın güzelliklerinden uzaklaştırır ve hayatınızı sıradanlaştırır.
Sonuca atlamak: Henüz doğrulanmamış olumsuz sonuçlara hemen atlarsınız. Bunlardan en önemli ikisi düşünce okuma ve kehanet hatalarıdır. Düşünce okuma: Diğer insanların sizi hor gördüğünü düşünüyorsunuz bundan o kadar eminsiniz ki gerçek olup olmadığını araştırmaya bile gerek duymuyorsunuz. Bir konferans veriyorsunuz ve ön sıradaki adam uyukluyor. Bütün geceyi ayakta geçirmişti ve sizin bundan haberiniz yok. Sıkıcı bir konuşma yaptığınızı düşünüyorsunuz. Kendi düşüncelerine dalmış olan bir arkadaşınızın sizi fark etmediği için selam vermeden geçtiğini düşünün. Beni görmezden geldi demek ki artık beni sevmiyor diye düşünmeye başlarsınız. Bu arkadaşınız iş yerinde patronu tarafından azarlandığı için çok üzgün olduğundan dolayı sizinle konuşmak istemiyor olabilir. Kalbiniz kırılmıştır ve sessizliği yorumlamaya başlarsınız. Eskiden beni çok severdi, neyi yanlış yaptım. Daha sonra bu yanlış algılamalara kendinizi geri çekme ya da karşı atakla cevap verirsiniz. Bu ilişkinizin eskisi gibi olmamasına sebep olur. Kehanet hataları: Size sadece felaketleri haber veren bir kristal küreniz vardır. Kötü bir şey olmak üzeredir, bu ne kadar gerçekdışı olsa da siz bundan adınız gibi eminsinizdir. Bir kütüphane memuru gerginlik atakları esnasında sürekli kendi kendine bayılacağını ya da delireceğini tekrarlıyordu. Bu gerçekdışıydı çünkü hayatı boyunca asla bayılmamıştı. Hiç kendinizi bunlar gibi neticeye atlarken bulduğunuz oldu mu? Bir arkadaşınız cevapsız aramanıza zamanında karşılık vermediyse üzgün hissedersiniz ve çağrınızın sizi geri arayacak kadar ilgisini çekmediğini düşünürsünüz. Buradaki çarpıtma? Düşünce okumaya çalışma. Kendinizi kötü hissedersiniz asla onu aramayacağınızı ya da arayıp aramadığını kontrol etmeyeceğinizi, onu tekrar ararsanız kendinizi aptal durumuna düşüreceğinizi düşünürsünüz. Tüm bu negatif düşüncelerden sonra arkadaşınızdan uzaklaşır ve kötü hissedersiniz. Üç hafta sonra arkadaşınızın böyle bir mesaj almadığını öğrenirsiniz. Böyle bir olay başıma geldi. Bir arkadaşımı iki defa cep telefonundan aradım ve telefon çalmasına rağmen açılmadı. Aradan geçen birkaç gün içinde de beni aramadı. 'Normalde beni hemen geri araması gerekirdi, aramızda bir sorun olmalı' diye düşündüm. İçim içimi yemeye başladı. Ne olmuş olabilirdi ki? Neyse günler sonra bir mesaj attım, gelen cevabi mesajda telefonları duymadığını, bir kırgınlığın asla söz konusu olmadığını bildiriyordu.
Aşırı büyütme ya da minimalize etme: Düşebileceğiniz diğer bir tuzak da devleştirme ya da cüceleştirme eğilimidir, çünkü bir olayı ya gereğinden fazla büyütüyorsunuzdur ya da önemsizleştiriyorsunuzdur. Devleştirme genelde kendi hatalarınız, korkularınız, yetersizliklerinizi tanımlarken kullanılır ve bunların önemleri abartılır. ''Aman Allahım bir hata yaptım, ne kadar kötü ne kadar korkunç'' hatalarınıza büyüteçle bakarsınız. Buna aynı zamanda felaket tellallığı da denir. Sıradan olumsuz olayları kabuslardaki canavarlara dönüştürürsünüz. Güçlü yönlerinizle ilgili olarak ise tam tersini yaparsınız büyüteçle tersten bakarak olayları ufaltırsınız. Eğer yetersizliklerinizi büyütür güzel noktaları ise küçültürseniz kendinizi aşağı hissetmeniz kadar doğal bir şey olamaz. Fakat sorun sizde değil taktığınız o yanlış gözlüklerde.
Duygusal ilişkilendirme: Gerçeğin kanıtlanmasında duygularınızı kullanırsınız. Bu çeşit bir ilişkilendirme yanlış yönlendirici olur çünkü duygularınız sizin düşünce ya da inançlarınızı yansıtır. Eğer çarpıtılmışşa ki genelde böyle olur sizin duygularınızın hiçbir geçerliliği yoktur. Buna örnek : 'suçlu hissediyorum o halde kötü bir şey yaptım', '' boğulmuş ve umutsuz hissediyorum demek ki benim benim problemlerimin çözümü yok'', ''kendimi yetersiz hissediyorum demek ki değersiz bir insanım'' , ''canım bir şey yapmak istemiyor o halde bugün bütün gün yataktan çıkmamalıyım''. Duygusal yorumların depresyona büyük katkısı vardır. Çünkü olaylar size olumsuz görünür ve siz de gerçeğin böyle olduğunu düşünürsünüz. Duygusal yorumlar yapmanın diğer bir yan etkisi ise ertelemektir. Masanızı temizlemeyi ''Bu dağınık masayı görmek canımı sıkıyor, temizlemek imkansız'' diye düşünerek erteler durursunuz. Altı ay sonra kendinize küçük bir uyaran verirsiniz ve aslında masayı toplamanın o kadar da zor olmadığını fark edersiniz. Negatif duygularınızın etkisinde kendinize zarar vermişsinizdir.
''Olmalılar'' konumu : Kendinizi bunu mutlaka yapmalıyım diye mi motive ediyorsunuz. Bu sözler sizi baskı altına alan sözlerdir. Çelişkili bir biçimde motivasyonunuzu bozarlar. Eğer bunu çok fazla yaparsanız kendinizi engellenmiş hissedersiniz. Bunu hayatınızda yaygınlaştırırsanız birçok gereksiz duygusal karmaşıklığa neden olur. Eğer sizin yapmalıyımlarınız gerçekle bağdaşmıyorsa suçluluk duygularına neden olur. Beklentilerinizin altında işler yaptıkça kendinizi daha da kötü hissetmeye başlarsınız. Ya gerçekçi olmayan beklentilerinizi azaltacaksınız ya da sürekli kendinizi huzursuz hissedeceksiniz.
Damgalamak ya da yanlış damgalamak: Kişisel damgalama hatalarınızı temel alarak oluşturduğunuz olumsuz kendilik imajınız demektir. Bu genellemenin uç bir örneğidir. Bunun arkasındaki felsefe '' bir adamın değeri yaptığı hatalarla ölçülür''. Kendinizi damgalamak sadece yıkıcı bir davranış değildir aynı zamanda da gerçekdışı bir davranıştır. Yaptığınız tek bir şeyle kendinizi değerlendiremezsiniz. Hayatınız çok çeşitli duygu ve düşüncelerle dolu karmaşık bir süreçtir. Statik değil dinamiğizdir. Kendinizi olumsuz şeylerle damgalamaktan vazgeçin çoğunlukla bunlar basite indirgenmiş ve yanlıştırlar. Eğer diğer insanları damgalamaya başlarsanız bu sizi saldırgan yapar. Sekreterinin yeteneksiz olduğunu düşünen bir patron onu eleştirmek için fırsat kollar hale gelir. Sekreter de patronu duyarsız bir şovenist olmakla suçlar ve her fırsatta ondan şikayet etmeye başlar. En sonunda boğaz boğaza gelirler birbirlerine değersiz olduklarını ispatlayabilmek için fırsat kollamaya başlarlar . Yanlış nitelemede ise olaylar gerçekten farklı ve duygu yüklü olarak yorumlanır. Mesela diyet yapan bir kadın bir tabak dondurma yer, pişmanlık duyar, ne kadar iradesizim diye kendine kızmaya başlar. O kadar mutsuz olur ki dondurmanın geri kalanını da yer !
Kişiselleştirme: Bu çarpıtma, hataların en büyüğüdür. Bütün olanlar sizin hatanızdır ya da sizin yetersizliğinizden kaynaklanır, bunlar sizin sorumluluğunuz olmasa bile. Bir anne çocuğunun karnesinde zayıf görse kendini suçlar ve iyi bir anne olmadığını düşünmeye başlar. Kişiselleştirme sizde suçluluk duygularına neden olur. Tüm dünyanın yükünü sırtlanmaya kalkarsınız. Anne, baba, klinisyen, öğretmen olarak etkileşimde olduğunuz herkesi kontrol etmeye kalkarsınız ama kimsenin sizden böyle bir talebi yoktur. Diğerlerinin yapması gerekenler onların sorumluluğudur, sizin değil. Bir anneyle görüşüyordum. Kızı bilinçli bir şekilde diyet yapıyor ve kilo kaybediyordu. Anne, 'acaba benim hatam ne ki çocuğum yemeden içmeden kesildi' diye düşünüyordu.

4080
Psikoloji / Ynt: NEDEN DEPRESYONA GİRİYORUZ?
« : 26 Mart 2009, 04:03:28 ös »
SÖMÜRMEK VE İTİMATSIZLIK

Kandırılmaya karşı bir hassasiyetle dünyaya geliriz, çünkü kandırılmak bir tehdittir. Kandırıldıklarında insanların ne kadar kızgın olduklarını hatırlayın. Sevgilinizin sadık olmaması, arkadaşlarınızın sizi yarı yolda bırakması, verilen bir sözün yerine getirilmemesi hepimizde olumsuz duyguların oluşmasına yol açar.

Eğer depresyondaysak aldatılmaya her yerde rastlayabiliriz çünkü tehdit altındayken beyin hemen sonuca gitme eğilimindedir. Depresyonda olduğumuzda diğerlerinin bize sevimli görünmek için aldatıyor olabileceği ihtimaline karşı daha hassas oluruz. Eğer insanlar bizden herhangi bir nedenden dolayı biraz uzaklaşırsa buna benzer bir sürü yorumlar yaparız. Çünkü depresyonda her türlü tehdide daha da duyarlı hale geliriz.. Temel inanışlarımız bu düşünceleri göz ardı etmemizde bize yardımcı olabilir.

Sömürülmeyle ilgili düşünceler:

İnsanlar yalnızca kendini düşünürler
Eğer insanlar bana karşı iyi iseler mutlaka benden bir şey isteyeceklerdir
İnsanlar kendini daha iyi hissetmek ya da iyi bir insan olarak görünebilmek için rol yaparlar
Eğer ben insanları kullanmazsam onlar beni kullanır
Eğer benim güçsüzlüğümü fark ederlerse beni sömürürler
STATÜ

Daha önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi depresyon kendimizi sosyal olarak nerede gördüğümüz ile de ilgilidir. Kendimizi diğerleri ile eşit mi görüyoruz yoksa daha aşağı mı? Kendimiz kaybedenler in mi yoksa kazananların tarafında mı görüyoruz? İlişkilerin üzerinde etkili olabilmek için yeterli gayreti sarf edecek gücümüz var mı yoksa diğer insanlar bu konuda bizden daha mı etkili? Araştırmalar göstermiştir ki depresyondaki insanlar her zaman diğerlerinin daha güçlü olduğunu düşünürler. Aşağıdakiler kendi statümüzle ilgili temel düşüncelerdir.

Daha düşük bir statüde olmakla ilgili düşünceler

Diğerleriyle kıyaslandığında ben yetersiz, işe yaramaz ve değersiz bir insanım
Dikkate değmez bir insanım
Diğerleri benden daha yetenekli ve daha güçlü
Diğerlerinin benimle ilişki kurmak isteyecekleri kadar çekici ve yetenekli bir insan değilim
İstediğimi elde edebilmek için yeterli güvene sahip değilim
SOSYAL ÇEVRE

İlişki kurma şeklimiz ve bu konudaki düşüncelerimiz depresyon gelişmesinde önemli rol oynar. Aynı zamanda sosyal çevrenin de bunun üzerinde önemli etkisi vardır. Dünyanın bazı bölgelerinde çocuklar beş yaşından önce ölürken, bazı yerlerde bebek ölüm oranı çok düşüktür. Kimimiz ilgili ve sevgi gösteren bir aileye sahipken, diğerlerimiz çocuklarını suistimal eden , alkolik ebeveynlere sahip olabiliriz. Hepimiz çok farklı sosyal çevrelerde yaşarız ve bu sosyal çevre bizim ne çeşit bir strese maruz kaldığımızı, kendimiz ve diğerleri ile ilgili düşünce ve değerlerimizi belirler. Bazı sosyal çevrelerin stres ve depresyonu artırdığına şüphe yoktur. Bazı sosyal çevreler psikolojik olarak zehirlidir.Daha önce de söylediğimiz gibi depresyona yatkınlık diğer insanlarla derdimizi anlatacak kadar yakın ilişki kurmamakla ilgilidir. Düşük özsaygı, yetersizlik, aşağılık, değersizlik duyguları, düşük statü de yatkınlık faktörlerindendir. Kendimize olan güvenin bir kısmını statümüz ve arkadaşlarımızın bize vermiş olduğu değer oluşturur. Bazı insanlar ebeveyn olmanın ve çocuk yetiştirmenin özsaygılarının gelişmesinde yeterli olduğunu düşünürler ama araştırmalar bunun doğru olmadığını göstermiştir. Çocuklarımızı çok seviyor olabiliriz, bize büyük bir mutluluk veriyor olabilirler ancak tüm hayatımızı eve kapanıp onlarla ilgilenerek geçirdiğimizde her zaman yeterince özsaygı elde etmiş olmayız. Çocuklarımıza onların ihtiyaç duyduğu zamanı bolca vermek zorundayız ama hayatta başka heves ve uğraşlara da zaman ayırabilmeliyiz. Orada dinleneceğimiz, kendimizi ifade etmemizi sağlayan uğraş ve hevesler. Ülkemizde çocukları evlenip gittikten sonra depresyona giren çok sayıda ev hanımı vardır.

Depresyonu tetikleyen olaylar genelde bizi boğan, aşan olaylardır. Sevdiklerimizden ayrılmak, işimizi kaybetmek gibi bizi ekonomik olarak zorlayacak bir olay, çocuğumuzun ciddi bir hastalığa sahip olması ya da kişisel başarısızlıklar olabilir. Uzun dönem etkileri olan olaylar bizi ilk adımı atmaktan alıkoyabilir, uçurumun sonuna yuvarlar ve depresyona gireriz. Aniden bitkin hisseder, kontrolü kaybettiğimizi ve kapana kısıldığımızı düşünürüz.

SOSYAL ROLLER

Sosyal psikologlara göre, özsaygımız ve stresimizin büyük çoğunluğu, anne, baba, çalışan, patron, sevgili, öğrenci gibi rollerimizden daha doğrusu ne yaptığımızdan kaynaklanır. Bu sosyal rollerimiz aynı zamanda bize statü, sosyal kabul ve kendine güven sağlıyor. Üzücü olmakla birlikte bugün çocuk yetiştirmek ve ev hanımı olmak, modern toplumda statü oluşturucu bir rol sayılmıyor.

Eğer genç insanlar belirgin rollerden yoksunsalar, kendilerini topluluğun bir parçası olarak hissedemiyorlarsa depresyon geliştirebilirler. Diğerlerine bazı önerilerimizin olduğunu düşünüyorsak, yaptıklarımızdan dolayı takdir ediliyor ve değer görüyorsak, yaptığımız işler kendimize güvenimizi artırıyor ve bize sosyal statü sağlıyor demektir. Mesleğin de hayatımız üzerindeki kontrolümüzde etkisi vardır, geleceği planlayabiliriz, diğer insanlarla etkileşime girme imkanımız doğar. Mesleğimiz olmazsa toplum tarafından istenmediğimizi düşünebilir, planlar yapmakta zorlanabiliriz. Sosyal olarak yalnız bırakılmış hissedebiliriz.

Bazen bir rolümüz diğerlerinin önüne geçer ve bu rolümüzle ilgili başarısızlıklar bizde büyük etkiler yapar. Batı tarzı hayat, doğal olandan giderek uzaklaşıyor ve rekabeti, vahşi bir savaşı öne alıyor. Bu hayat tarzı birçok problemin oluşmasından sorumludur. Çocukların küçücük evlere tıkılmadığı, dışarıda aktif olabilecekleri, arkadaşlarının ve yakınlarının gözlerinin üzerlerinde olabileceği küçük topluluklar şeklinde yaşama taraftarıyız. Genç annelerin bugün olduğu gibi çalışma hayatından tecrit edilmediği bir yaşam şekli. Depresyonun bu kadar sık görülmesinin nedeni anormal sosyal ilişkiler ve hayat tarzlarımızdır.

Sosyal çevrenin depresyon üzerindeki nedenlerini anlatmamızın bir nedeni de depresyonun kişisel zayıflıklardan kaynaklanmadığını gösterebilmektir. Hayatınızda depresyona girmenizi kolaylaştıracak bazı şeyler olabilir. Eğer kendinizi suçlamayı ve yetersiz bulmayı bırakırsanız, değişimi görebilirsiniz.

Niçin kadınlar daha yüksek oranda depresyon riskine sahiptir?
Kadınlar erkeklere oranla 2 ya da 3 kat daha sık depresyona girerler. Bununla ilgili birçok teori vardır.

Biyoloji
Kadınlarda depresyonun daha sık görülmesinin nedeninin üreme biolojisindeki farklılıklardan kaynaklanabileceği düşünülür (bazı hormonların seviyesi gibi). Aynı zamanda kadın ve erkek beynindeki bazı farklılıklardan da kaynaklanıyor olabilir. Duygusal uyarılar kadın ve erkek beyninde farklı değerlendiriliyor olabilir.

Psikoloji
Bu farklılık büyütülürken yaşadığımız sosyalleşme süreçlerindeki farklılıklardan kaynaklanıyor olabilir. Kadınlar biraz daha fedakar olmaları yönünde yetiştirilirler, erkeklere oranla daha az baskın ve yarışmacı olma konusunda eğitilirler. Kadınlarda cinsel istismar oranı erkeklerden daha yüksektir. Kadınların ve erkeklerin olaylarla başa çıkma stratejileri farklıdır (ilişkilerinde sorun varsa kadınlar duygulara odaklanmaya ve kendilerini suçlamaya daha yatkındırlar). Kadınlar daha fazla duyguları ile hareket ederler ve mutsuzluk ve üzüntü hissine daha çabuk kapılırlar ve daha fazla yakın ilgiye ihtiyaçları vardır. Sosyal olarak izole olduklarından dolayı daha kolay mutsuz olurlar. Erkekler daha çok başkalarını suçlama eğilimindedir, üzüntülerini daha az gösterirler (erkekler ağlamaz), çoğu yakınlık ve sevgi ihtiyacını zayıflık olarak görür.

Sosyal faktörler
Depresyon oranlarındaki farklılığın bir başka nedeni de iki cinse sosyal olarak verilmiş farklı rollere bağlıdır. Kadınlara ailede ve toplumda daha fedakar bir rol verilmişken erkeklere baskınlık hatta kadınları suistimal etme hakkı verilmiştir. Evlilik her zaman kadına yardımcı bir durum değildir.

Bazen sağduyu işe yaramaz
Evet bazen sağduyu işe yaramaz. 'Kafanı takma geçer', 'Herşey zamanla düzelir' , 'Canım hayatında her şey yolunda, boşver gitsin' tarzı değerlendirmeler sorunu asla hafifletmez. Şimdi bu konuda bilişsel tedavilerin mucidi ve ustası Aaron T. Beck'ten bir okuma yapalım : 'Her zaman yaşama büyük bir tutkusu olan, kendisiyle ve başarılarıyla gurur duyan, çocuklarını açık bir sevgi ve duyarlılıkla bakan bir kadın depresyona girdiğinde suratını asar ve daha önceden onu heyecanlandıran her şeye ilgisini kaybeder. Bir kozaya çekilir, çocuklarını ihmal eder, kendini eleştirip durur ve ölmeyi arzular. Bir an gelir, kendini ve çocuklarını öldürmeyi planlar fakat planını gerçekleştirmeden durdurulur.

Geleneksel halk bilgeliği bu kadında görülen, normal durumundan bu belirgin değişikliği nasıl açıklar? Diğer çökkün hastalarla birlikte bu kadın insan doğasının en temel ilkelerine aykırı görünmektedir. İntihar arzuları ve çocuğunu öldürme isteği en fazla kutsallaştırılan "var kalma içgüdüsü" ve "annelik içgüdülerine" karşı gelmektedir. İçe çekilmesi ve kendini hakir görmesi insan davranışının bir diğer kabul görmüş kanuna -haz prensibine açık bir karşıtlıktır. Sağ duyu onun depresyonun bileşenlerini anlamada ve bir araya getirme çabasında şaşakalmaktadır. Bazen hastanın yoğun ızdırabı ve içe çekilmesi "sadece dikkat çekmeye çalışıyor" gibi geleneksel kavramlarla açıklanmaya çalışılır. Kişinin dikkat çekmenin vereceği şüpheli bir doyum için kendisine intihar noktasına kadar eziyet / işkence etmesi büyük ölçüde safdillik olur ve gerçekte sağ duyuya da aykırı düşer.

Çökkün kadının neden kendi yaşamını ve çocuklarının yaşamını bitirmek istediğini anlayabilmek için, onun kavramsal sistemine girmek ve dünyayı onun gözlerinden görmeye gereksinimimiz vardır. Çökkün olmayan kişilere uygulanabilen kavramlara bağlı kalamayız. Bir kez çökkün hastanın bakış açılarına aşina hale gelirsek, onun davranışları anlamlı olmaya başlar. Hastayla bir empati süreci ve özdeşim yoluyla, onun yaşantılarına verdiği anlamları anlayabiliriz. Ardından, onun anlamlandırma çerçevesinden makul açıklamalar önerebiliriz.

Bu çökkün kadınla olan görüşmede, onun düşüncesinin kendisi ve dünyayla ilgili yanlış fikirler tarafından yönetildiğini keşfettim. Karşı kanıtlara karşın o bir anne olarak başarısız olduğuna inanıyordu. Kendisini çocuklar için gereken asgari bakım ve şefkati vermekte çok yetersiz olarak görüyordu. Değişmeyeceğine ama sadece daha kötüye gidebileceğine inanıyordu. Öngördüğü başarısızlık ve yetersizliği sadece kendine atfettiğinden, sürekli kendi kendini azarlayarak yiyip bitiriyordu.

Bu çökkün kadın geleceği gözünde canlandırdığında, çocuklarının da kendisi gibi perişanlık hissedeceklerini umuyordu. Çözümü araştırdığında, değişmeyeceğine karar verdiği için, tek çıkış intihardı. Ayrıca çocuklarını bir annenin verebileceğine inandığı sevgi ve bakım olmaksızın annesiz bırakmak onu dehşete düşürüyordu. Sonuçta onları yaşadığı türden perişanlıktan korumak için onların da yaşamlarını sona erdirmeliydi. Bu aldanışlar hastanın bilinçliliğine egemen olmasına karşılık şurası not düşülmelidir ki düşünceleri ve planlarıyla ilgili dikkatli bir sorgulama olmaksızın ortaya çıkmazlar.

Bu türden depresif düşünce çok aşırı mantık dışı olduğu için bize şaşırtıcı gelebilir fakat hastanın kavram çerçevesinden anlamlıdır. Eğer onun temel (üstelik yanlış) öncülünü kabul edersek, yani kendisinin ve çocuklarının, öngördüğü/ kabul ettiği kusurları sonucu değiştirilemez bir biçimde cezalandırılmış olduğunu- mantıksal olarak durumun sona erdirilmesi herkes için daha iyidir. Yetersiz ve hiç bir şeyi beceremeyeceği şeklindeki ön yargısı onun tam olarak içe çekilmesinden ve güdülenme kaybından sorumludur. Onu ezen hüznü kaçınılmaz olarak devamlı kendini eleştirmesinden ve şu anını ve geleceğini umutsuz gören inancından kaynaklanmaktadır. Hastanın yanlış inançlarının tam içeriğini ortaya çıkararak, onun yanlış kavramlarını düzeltmek ve inanç sisteminin gerçekçi olmayan ön yargılarını incelemesini sağlamak için çeşitli yöntemleri kullanabildim.

Bu örnek sağ duyunun depresyon gibi duygusal bir bozukluğu açıklamakta neden başarısız olduğunu gösterir. Hayati bilgi (bu vakada hastanın kendisi, dünya ve geleceğine olan çarpık bakışı) eksiktir. Bununla birlikte, ortada olmayan bu bilgi sağlandığında; bulmacayı çözmek için sağ duyunun araçlarını kullanabiliriz. İlgili materyali yerine yerleştirdiğimizde kavranabilir, anlamlı bir örüntü ortaya çıkmaya başlar. Bu bulgudan güvenilebilir genellemeler çıkarabilmek için, aynı duygusal bozukluk olan hastalarda bu türden örüntülerin varlığını kontrol etmeliyiz.'

Evet bu örnekte de görüldüğü gibi çökkünlük hisseden hastaların iç dünyalarına girmeden onları anlamak mümkün değildir. Düşünceler bazen fazlasıyla mantık dışıdır ve çarpıtmalar içerir. Şimdi bu düşüncelere daha yakından bakalım.


Sayfa: 1 ... 270 271 [272] 273 274