Gönderen Konu: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)  (Okunma sayısı 6976 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« : 22 Ekim 2012, 12:25:49 ös »
SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)

                                    SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK  (Elective Mutism)

                  Ben Amerika Birleşik Devletlerinden döneli yirmi yılı geçti (Ağustos 1990); 2007 Temmuzunda <ikinci kez> emekli olduğumda, mesleğime, 33′ü Birleşik Devletlerde olmak üzere, geceli gündüzlü tam 55 yıl emek vermiş idim. Orada ve burada yüksek düzeyli üniversitelerde hocalık yaptım, türlü kliniklerde çalıştım; psikiyatrinin analitik ve organik gelişimine tanık ve bir parçası oldum, ama “Çocuk Psikiyatrisi” gibi 1953′denberi gelişim yolunda olan bir bilim dalında, hayat boyunca karşılaştığım, sayıları bir elin parmakları kadar sayılabilecek azlıkta ender rahatsızlıklar gördüm ki, zaman geliyor, yeni yetişen profesyonel arkadaşlar burada bunları “ilk” kez görüyor ve gerek doktor kardeşlerim ve gerekse aileler hayret içinde, bana müracaat ediyorlar. Bunlardan üç grubu sayabilirim: (1) Gilles de la Tourette <Çoğul Tikler-Küfür hastalığı>,(2) Çoğul Kişilikler: Multiple Personalities ve en sonuncusu, (3) Seçici Konuşmamazlık: Elective Mutism.
                  Bir hafta evvel, İnternetteki yayınlarım dolayısıyle ancak benim bilebileceğimi düşünen bir baba, e-mail ile info@ismailersevim.com bana beş yaşında ana okuluna giden çocuğuna, hemen İstanbul dışındaki bir Üniversite merkezinde bu tanının konduğunu, onların ilk kez böyle bir vaka ile karşılaştıklarını söylediklerini, çocuğun ilaç aldığını ama altı aydır bir gelişim kaydedilmediğini acıyla yazıyor ve yardım istiyor. Ben U.S.A.’da Klinik Şefi olarak böyle bir vak’a gördüğümü, hastanede nasıl tedavi ettiğimizi, ve iki dergide 1979′da yayımlandığından bahsederek İngilizce 30 sahifelik yayınımı gönderdim. Ümit ederim Üniversitedeki arkadaşlar benimle temasa geçer, ya da yazımdan faydalanır. Aynı şeyi geçen sene bir “Gilles de la Tourette” vak’ası için yapmıştım, dünyayı başlarına yıkılmış gören öğretmen bir aile, çocuklarının, çocuğun doktoruna salık verdiğim üç liralık bir damlayla tedavi edilen - yüzde doksan ‘kür’ü görünce, gözyaşları ve çiçeklerle evime ziyarete geldiler. Çapa İstanbul Üniversitesinde Ph.D. tezi yapan bir doktor arkadaşa da on beş yıl evvel benzeri yardımı yapmıştım. Demek, bizlerde de bilim yüceliyor ve şeref duyuyorum.

                     Şimdi, nedir bu “Seçici Konuşmamazlık”?
                     Türkiye’de, Ankara’da, 1994′de, “Hekimler Yayın Birliği” tarafından, tüm dünyada kullanılması istenen enternasyonal olarak kabullenilmiş “DSM-IV Tanı Ölçeği”,<Çev.: Doç.Dr.Ertuğrul Köroğlu> ki samimi olarak, büyük bir hizmet olarak yorumluyorum, 66. sayfasında şu satırları yazıyor (Özet): <313.23>
                      .Başka durumlarda konuşuyor olmasına karşın özgül birtakım durumlarda sürekli bir konuşamamazlık gösterme. (Okul beklentisinde..)
                      .Konuşulması gereken dili bilmek-bilmemekle bir ilgisi yoktur.
                      .Bu bozukluk, örneğin ‘kekeleme’ gibi bir iletişim bozukluğu olmayıp, Yaygın Gelişim Bozukluğu <Şizofreni, Otizm> gibi ciddi, psikotik hastalıkların da bir göstergesi değildir.

                      Cidden içler acısı bir sosyal faciadır: Çocuk, yalnızca annesiyle ya da okulda yalnızca bir arkadaşıyla görüşür, başka  bir kimseyle konuşmaz. Deneme, ısrar, cezalandırma ya da ödüllendirme, sıkıntıyı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Tedavisi güçtür, ama 9-12 ay, bilen bir kimsenin elinde, tim yaklaşımıyla, ilaç ve konuşma tedavisi dahil, başarıya ulaşırsınız.

                   Ben vak’ayı, Massachusetts’de, Boston’dan on mil mesafedeki “New England Memorial Hospital” da-Stoneham-, yeni seçilmiş Çocuk Psikiyatrik Servis Şefi olduğum zaman üstlendim. Yıl 1977  idi, çocuğu, Pediyatri’den ayırdığımız sekiz yataklı psikiyatri bölümüne koyarak tedaviye giriştik. Aylar süren tedaviden sonra taburcu olup, “out-patient” kliniğine gelmeye başladığında konuşuyordu. Bu vak’ayı, 1977′de, Washington,D.C.’ de uluslararası ORTHO-PSYCHIATRY’nin 29. toplantısında (16-20 Kasım’77 )ben ve yardımcı  arkadaşlarım takdim ettik. 1979′da da, aşağıda Türkçeye çevirdiğim yazıların İngilizcesi, iki Amerikan Tıbbi Dergisinde yayımlandı:
“Successful Treatment of an ‘Elective Mutism’ Case With Behavioral Modification Techniques and a Multidisciplinary Approach“. (Bir “SEÇİCİ KONUŞMAZLIK” VAK’ASININ, BEHAVİORİSTİK
ve ÇOĞULCU DİSİPLİNLERİ KULLANARAK BAŞARILI TEDAVİSİ!)

Yayımlandığı dergiler:
(1) Resources in Education (RIE), Febr. 1979 issue;
(2) Exceptional Child Education Resources (ECER), Febr.1979 issue.

Takdim eden ekip:
Ismail ERSEVIM,M.D., Child Psychiatrist, Cambridge Hospital Staff,
Harvard University;
Deborah PAVELLE,M.A., Konuşma Terapisti; Fredda ZUCKERMANN,ACSW.
Sosyal Çalışma Uzmanı-Kim’in ve Ailenin terapisti; Occupational Therapists.

                                                                       *    *

                      K i m, 8 yaşında, sarışın, çok sevimli kız çocuğu, Stoneham’daki New England Memorial Hospital’ın “Pediatrik Psikiyatri” servisine 6 Temmuz 1976′da kabul edilmişti. Kendisine annesi ve bir yaş büyük ablası refakat ediyordu.
                      Kim’in annesi Bn.C., bize gelmeden evvel, çevredeki bir “Ruh Sağlık Merkezi”ne kızını, okul rehberlik bölümünün ısrarı üzerine, son yedi aydanberi terapi için götürüyordu. Neden, çocuğun ‘konuşmaması’ ve ‘sosyal olarak içine dönük’ davranışları idi. Kızcağız, sınıf arkadaşlarıyla konuşmadığı gibi, hiç bir okul aktivitesine de katılmıyordu. Kim, arada bir yatağını ıslattığı gibi, öfke patlamaları da sergiliyordu. Çocuk okulda ikinci sınıfta olup hiç bir verbal konuşmaya katılmadığı halde, ‘yazılı’ iletişime çok iyi derecede katılıyor ve iyi notlar alıyordu.

                      Lokal Klinik’te Kim’in terapisti ayrıldığından ve yerine kimse bulunamadığından, aile hastaneye müracaat etmek zorunda kalmıştı. Terapist’inden ayrılışı halinde Kim’de bir az daha rahatlık ve ilerleme kaydedilmişti ama o evde ve okulda, annesi hariç, o kimseyle hiç mi hiç konuşmuyordu. Diğer yandan, annesi durumdan çok mutsuz olup, terapi’de hiç de aktif bir rol üstlenmemişti. Mamafih, hastaneye başvurulduğunda, anne cidden ilgili göründü bize.

                           Kim’in babası da, onun devam ettiği Çevre Mental Sağlık Kliniği stafı tarafından gayet iyi bilinirdi. O da, kızına benzer, son derece çekingen, gergin ve sinirli olup psikiyatristi tarafından “pasif-agresif kişilik bozukluğu” olarak tanımlanmıştı. Özellikle eşine ve evde onlarla birlikte yaşayan öz annesine (yani kadınlara) karşı davranış problemleri vardı. Bu iki kadın arasında, babayı kontrol etme yarışı vardı. Bu belirtiler, çiftin evlendiği 1965 yılına kadar gidiyordu. İş olarak bir postacı olarak çalışıyordu. Kendisine trankilizan ve anti-depresan karışımı bir ilaç da veriliyordu. Tuhaftır, çalışma saatlerini “rahat ve sessiz” diyerek gece şifti olarak seçmişti.

                    Kim, yaşayan dört çocuğun ikincisiydi; kendinden bir yaş büyük ablası, bir yaş küçük kız kardeşi, ve üç yaş küçük erkek kardeşi vardı. Kim’in doğumundan bir az öncesi dahil, anne üç çocuk düşürmüştü.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #1 : 22 Ekim 2012, 12:26:28 ös »
  E r k e n   Ç o c u k l u k   G e l i ş i m i :

                     Kim, Massachusetts Eyaletinde doğmuştu. Anneye göre gebelik süresi iyi ve olaysız geçmişti. Aynı şekilde, doğum, normal yollardan yapılmıştı. Kim altı ay anne sütü emmiş, ondan sonra anne, bebek mamalarına dönmüştü. Anne Kim’in bebeklik yıllarını: “Gerçekten çok sevimli bir bebekti, fakat kucaklanmaktan, beden yakınlığından pek hoşlanmaz” olarak niteledi.

                      Kim, daha beş aylıkken, otururken etrafında dönüp yerde yuvarlanabiliyordu; doğumdan bir iki hafta sonra gülümsemeye başlamıştı. Zemine, rahatça beş aylıkken oturabiliyordu; yedi buçuk aylıkken emeklemeye başlamıştı. Sekiz aylıkken “anne-mama” ve “baba-dada” diye-
bilmişti.Yürümesi ise on üçüncü ayda vuku bulmuştu.

                     Bu süreleri izleyen iki buçuk üç yıl – oyun yılları boyunca, anne Kim’i: “etrafındaki kimselerden sanki ürken”, “kend-merkezli, kendi kendini tatmin edebilir izlenimini veren” bir çocuk olarak tarif etti. Yaşamının 19.-20. aylarında -ki tam cümleler yapmaya yeni başlamıştı-, etrafında yabancılar olduğu zaman, ailesine ve dışardaki millete konuşmayı kesti. Bu, hastaneye gelinceye kadar sürdü.

                               P E D İ A T R İ K     D E Ğ E R L E N D İ R M E :

                         Genellikle fiziksel muayene normal sınırlar içinde bulundu. Bu, idrar ve kan dahil, tüm labaratuvar değerlendirmeleri için geçerli idi. 7 Temmuz 1976′da yapılmış olan bir   ECHO-Encephalogram) şöyle diyor: “single polaroid print shows no significant shifting of midline structure.”  (Elektrik dalgaları, beyin orta çizgisinin yapısında hiçbir göze çarpıcı değişiklik yaratmıyor-) BRAIN SCAN : Negatif (9 Temmuz 1976).
8 Temmuz 1976′da alınan ilk E.E.G. (Elektro-Encephalogram) raporu:
“abnormal record because of left sided slow wave activity in the Theta range <5-6/saniye> activity in temporal region.” (Sol Temporal-Şakak bölgesinde, saniyede 5-6 frekanslı Teta dalgalarında yavaşlama – anormal bulgu!). 30 Temmuz 1976′da, E.E.G. tekrarlanmıştı. Bulgular:
“-Uyku E.E.G.’si vermek adet olduğundan- yalnızca uykudan uyandırıldığı anda beliren bazı yavaşlamış Theta aktivitesi, ama ilk kez alındığındaki kadar değil. Sonuç: Borderline Abnormal <Hatalı denebilecek kadar, sıırda bulgular!>. Dolayısıyla, bir Nörolojik Konsültasyona gerek görülmedi.

                    Bizlerin tanı ve tedavi süreçlerinin detayına girmeden, sizlere, Kim’in tedavi gördüğü, Stoneham-Massachusetts’deki Pediatrik-Psikiyatrik Ünite’nin yapı ve fonksiyonlarını özetliyeyim.

                   -O civarlarda, başka bir hastane’de: Melrose-Wakefield Hospital’ın Psikiyatrik Direktörü olan ben, bu “Seventh-Day Adventists” (Hz.İsa’nın gelmesinin yakın olduğuna inanan bir mezhep taraftarları) Genel Hastanesinin, rahmetli Dr. Herbert Siegert’in teşebbüs ettiği ve fakat Pankreas Kanserine yenilme nedeniyle, benim direktör yapıldığım hastanede, daha 1973′de zaten 29 yataklı yeniyetme-ergin kombine ünit vardı. Buna paralel olarak, genel Pediatri-Çocuk Hastalıkları servis salonunu, kilitli olmayan, döner bir kapıyla bölerek, 8-yataklı “Çocuk Psikiyatrisi-Pediatrik Psikiyatri” Ünitesi açtık. <Bir yıl sonra 16 yatağa çıktık!> Ben dahil, Harvard’da öğretim üyesi çocuk pskiyatr’ları, psikolog’lar, sosyal çalışma uzmanları, hemşireler, konuşma ve O.T. (Meşgale tedavisi: Occupational Therapy) uzmanlarından kurulu bir heyetimiz vardı. Yaklaşım metodumuz: “Team approach“: Yani, herkesin eli çocuğun cebinde olmak şartiyle. Sabah vizitesinden sonra her gün toplanır, herkes kendi dalında gördüğünü, bildiğini ve uzmanı olmasa dahi, gerektiğinde fikirlerini ortaya dökerdi. Benim bir analist olmama karşın, direktör yardımcım psikolog doktor hanım, patolojik davranışların metodik ve bilimsel bir şekilde uygulanması için, “Behavioral Modification” (Davranışçı Yaklaşım)’ı uyguluyordu. Her çocuk, terapistin profesyonel uzmanlığı ne olursa olsun, bir staff’ın kişisel gözetimi altında idi. Günün sekiz saati, yarımşar saatlik dilimler halinde tedavisel programlara bölünmüştü: Kişisel zamanlar, oyun zamanı, O.T., Gym., alan gezileri, serbest-dinlenme saati,ve, Pazar akşamları, Aile Tedavileri.

                  Her gün, öğleden sonraları, herkesin katılımıyla,  tüm terapi ekip’lerinin bir araya geldiği: “Community Meetings” yapılırdı. Hafta başında, bu toplantılarda, her çocuk için “o haftanın proğramı ve hedefi” masaya yatırılır, bunların nasuıl uygulanacağı konusunda fikir alışverişinde bulunulurdu. Hafta ilerledikçe, çocuklar, birer ikişer, ya da tümü, bu toplantılara çağrılır, onlara da kendi hedefleri ve yaptıkları, yapacakları işler hakkında sorular sorulur, eksik ve hatalar genellikle ortaya yatar ve çözüm yollarının ne olabileceği açıkça ve demokratik bir şekilde tartışılırdı. Haftanın son gününde, çocuklar “haftanın danışmanı”nı seçerler ve çocuklar ewl çırparlar; çocuklar da kendi aralarında, “haftanın çocuğu”nu seçerlerdi. Buna benzer sosyal promosyanların, adilane bir şekilde yapıldıkları zaman, kendilerine olan güvenlerinin artmasında, dolayısıyla sosyalleşmelerinde çok önemli rol oynuyor.

                     Ödüllenmelerin karşıtı, “cezalandırılma-punishment” süreçleri de bu terapistler-çocuklar grubunda oy birliğiyle verilirdi. Cezalandırmanın en küçük kademesi, sandalyasında beş, on dakika yalnız başına oturtmak, hiç kimseyle konuşmamak, daha sonra onun gelip bu cezalandırmadan ne hissetiğini ifade etmesi ve özür dilemesi gelirdi. En ağır ceza, çocuğun “Mavi Oda-Blue Room“a gönderilmesiydi. Buna zaten çocuklar karar verirdi. Bu, tertemiz boyalı, iyi ışıklandırılmış, orta boyutlardaki, yerde bir halıdan başka bir şey olmayan çıplak yerde yalnız başına oturma işi idi. Çocuk yanına oyuncak ya da kitap alamazdı. Oturup, düşünüp topluma geri rapor vermesi beklenirdi.

                       Psiko-sosyal rehabilitasyon ve terapilerin yanında, tabiidir ki, gereken çocuklara anti-depresan ve anti-hiperaktivite ilaçları da verilirdi.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #2 : 22 Ekim 2012, 12:27:16 ös »
 KİM İÇİN UYGULADIĞIMIZ TANISAL VE TEDAVİSEL PROGRAM:

                       Daha başından, tüm Staf’ın, tedavinin en temel ögeleri olan: Sözsel iletişim, yaptıklarını rapor etme, soru sorma, yüzleştirme, günlük aktivitelerini irdeleme gibi hemen hemen yüzde yüz “konuşma”yı temel alan bir ortamda, hiç kimseyle konuşmayan çocuk, tabii hiç bir zor kullanmadan, nasıl adapte olabileceği konusunda şüpheleri vardı. Programda, her yemek sofrasından, “may I be excused?” <Bana müsaade eder misiniz?> demeden kalkmaya bile izin yoktu. Doğru. İşimiz çok zordu. Ben de bu tür bir vak’ayla ilk kez karşılaşıyordum. Fakat, herhalde Kim’in sergilediği davranışa neden olan dış dünya imgeleri:  “düşman dünya… tehlikeli insanlar…v.b.” algısı, ancak, kendi yaş civarındaki çocukların yaşadığı, bir parçası olduğu, hiddet ve şiddetin, refüze edilmenin mevcut olmadığı böyle bir dünyada, zamanla değişebilirdi. Pratikte işimiz gerçekten zordu: Dinleyen, anlayan, gülen, zeki, okuyabilen, yazabilen, algısal sistemini tümüyle ve zevkle kullanabilen melek gibi bir çocuğa sempati duymamanın imkanı yoktu. Profesyonel arkadaşlar arasında uygulanan prensiplerin başlıcaları: kişisel duyguları oynamamak, sergilememek, “tedavisel ortam”
<therapeutic milieu> ne gerektiriyorsa, onu yapmak. Gerçek profesyonellik.

                       Aynı şekilde, çocukları tedavi etmek alanında, psikolojik-bilimsel oriyantasyonumuz ne olursa, olsun, eğer, koyduğumuz ‘tanı’ doğru ise, o tanı’nın tedavisinin gerektirdiği gibi harekt etmekten başka yolumuz yoktu ve hepimizin birbirimize gereksinimi vardı. Böyle bir çocuğa, -erken-Histeri ya da Otizm <hatta Çocukluk Şizofrenisi, Atipikal Çocuk< denebilirdi, fakat onların prognoz’(psikolojik gelecek) ları birbirlerinden o kadar farklı ki, her çocuğun ego’sunu kırmadan, belki zora sokarak, fakat kaldırabileceği yükün altına koyarak genç binasını yeniden inşa etmek <sanki depreme dayanıklı bir bina kurmak> zorundaydık ve hiçbir şey bizi yıldırmamalıydı. Zaman zaman bizleri de sıkıntı bastı, çocuk da ona tepki vermekten geri kalmadı. Zaman zaman, kararlarımızdan dönmeden, bizlerin de zorluk çektiğimizi ve fakat aynı kervanda yürüdüğümüzü çocuğa iletebildik. Geri adım atsaydık, çocuk onun üzerine kapitülasyon koyacaktı, ve eski ‘konuşmamazlık’ halini kabullenecekti. “Biliyoruz, evini özlüyorsun, ha keza sokakları, bildiklerini, ve fakat, konuşmadan eve dönmek yok, birlikte başaracağız!”ı adeta onun ruhuna nakşettik, çoğu kez o yaşlarla dolu melek yüzünü göğsümüze bastırarak.

                  Tanı bizlere yeni olduğundan, bir taraftan medikal literatürü taradık, diğer yandan, yemekhanede, yolda -Bu Harvard’ın çok saygıdeğer simgesidir- nerede yanıt verebilecek diğer profesyonelleri gördüğümüzde devamlı rapor verip soru sormaktan çekinmedik. En çok yararlandığımız kaynak, sondaki listede göreceğiniz gibi, Brown et al. grubunun, “J. of the American Academy of Child Psychiatry”de yayımlanmış, aynı tanı sahibi, on çocuk hakkındaki çalışmaydı.

                    Onlara göre, “Seçici Konuşmamazlık”, tabanda, aile’nin bir psikopatolojisi idi ve başlangıç odak orası olmalıydı. Çalışılan çocukların genel karakteristikleri, çocukların anneler ile yakın bağları oluşu ve o annelerin de eşlerine çok kızgın oldukları idi. Bulmacayı çözmek için gereken ana kayıp nokta, her çocukta, konuşma gelişimi’nin oluşmakta olduğu <1-1,5-3. yıllar> zamanda, oluşmuş bir “kişisel travma” (individual trauma)’yı çıkarıp bulmak kalıyordu. Bir analist olarak, -tabii söylemesi kolay-, e l e c t i v e  m u t i s m, çocuğun, gelişiminin <Freudian> a n a l   e p i z o d’
unda (1-3 yaşlar arası) dönemine bir  g e r i l e m e s i <regression> ve  s a b i t l e ş m e s i  (ANAL FIXATION!) denebilir.

                      K i m, gerçekten de son derece inatçı ve ‘dediğim dedik’ bir kızdı. Örneğin, yukarıda da söylendiği gibi, yemek sonunda gereken izni almak için belirli rutin kibarlık ifadesini vermediğinden, yemekhane masasındaki sandalyasında, poposu kızarana, hatta ağrız yaratan kabarıklar olduğu gibi uykuya düşünceye kadar oturduğu olurdu. Kendisi ıstırap çektiği gibi, etrafa da ondan biraz tat aldırttığını, hatta bundan bir ‘haz’ duyabileceğinin de farkındaydık (passive hostility – secondary gains <ikincil kazançlar>). Ama aynı şekilde farkında idik ki, onun ağzını kapalı tutması, “ya açsaydı… bir şekilde birileri onun hakkından gelecek, belki de mahvedecekti…” şeklinde fantazileri olabileceğinin -sonradan anladığımız gibi gerçekten de ‘olduğunun’ bir ‘savunma mekanizmsı=defans mekanizması‘nı kullanabilmesi içindi. Gerçekten de, terapi esnasında, onun “çözülmemiş oral-aggressive: Oral-ağız devresi <1.yıl> agresif <şiddet dolu>fantazilerle bocaladığını öğrendik. Bu tür problemi olan çocuklar, özellikle bu fantaziler onları koruması gereken anne ve baba’ya karşı olduğundan (ego alien-ego’ya yabancı), onların varlığında, sözsel olarak ifade edemezler, aksi takdirde psikolojik olarak mahvolacaklardır. Bilerek ve bilmeyerek özdeşleştikleri anne-babalarının kahredivi niteliğini kendilerinin abzorbe edemeyeceğini, ederlerse ‘kahrolacaklarını’ hissederler ve susarlar.

                  Bu hipotez’i, bilimsel bir şekilde, onun kendine zarar vermeyecek -benim gibi bir erkek, baba gibi bir direktör v.s.- biri tarafından, kabul edile-bilir bir tarzda, ya da o ümitle, boğayı boynuzlarından tutar gibi, ona prezante etmek gerekiyordu. Bir sabah, odasında yalnızken, onu ziyaret ederek ve gözlerinin içine tüm şefkatimle, birkaç inç mesafeden bakarak sordum: “Kim, sen eğer milletle konuşurken onların seni hooop çiğ çiğ yutacağından mı korkuyorsun, ya da buna benzer bir şey?” Tabii sözsel bir yanıt vermedi, ama yüz hatları sabitleşti, katılaştı, hiç kımıldamadı. Bu sefer onun babasına en yakın imajı temsil ettiğimi bildiğimden, son kozumu oynadım: “Bana bak Kim, dedim, gözlerimin içine bak! Sen eğer benimle konuşacaksan, seni hooop yutacağımdan mı korkuyorsun?” Kız bayılabilirdi, yatağa kapanıp hıçkırıklara boğulabilirdi, ya da odadan fırlayıp gidebilirdi; ama o benim sevgi dolu gayretlerimi, meleksi bir gülümsemeyle ödüllen-dirdi, gözlerinde bir gülümseme, gevşemiş, rahat bir yüzle, başını olumsuz olarak iki tarafa salladı. Ben de onu bağrıma bastım. Bu, terapinin dönüm noktası idi.

                      Hiç şüphe yok ki, terapi en yüksek düzeyde bir sanattır. Niyetiniz dürüst ise ve bazı imgeleri, bilimsel amaca hizmet olarak sunabilirseniz, diğer koşullarda saçma, çocuksu gibi görünen bazı akt’lar, çocuğun korkuları yenmesinde çok yardımcı olabilir. Tabii aramızda bir oyun olarak, “şuradan buradan çıkıp gelen, çamaşır dolabına gelen, hatta yemekhanede bile bizleri izleyen karıncalara kızgındık, sonra karar verdik, Kim ve ben, karıncaları -onlara dokunmadan, uzaktan, ağzımızı sonuna kadar açarak- yiyecektik. Bunu bir sürpriz olarak yemekhanede onunla birlikte diğer çocuklara bir oyun olarak takdim ettik, bir elektrik dalgası gibi, gülmekten gözyaşları içinde kalan herkesle, masaları istila eden karıncaları şevkle yiyip bir de ardından “Oooh!” çekiyorduk. Onun ağzından çıkan “Oooh!” sesini de ilk duyan ve alkışlayan bendim.

                     İlk günlerin geçici kargaşalığından sonra, terapi programını kat’ileştirmek için bir genel toplantı yaptık, ve, gerektiği zaman revizyona ve yeni yönlere dönüş kapısını açık bırakmak koşuluyla, şu ana kararları prensip olarak kabullendik:
                     (1) ‘Konuşma’ değerlendirilmesi ve “‘Konuşma tedavisi”,
                     (2) “Olumlu davranışları kuvvetlendirme=Positive re-inforcement
                            -genellikle, eksiklikleri kaydetme ve ısrar yerine-,
                     (3) Konuşma hariç, diğer tüm iletişim ve beklentilerde ona normal
                            muamele etme;
                     (4) Ünit’teki diğer çocuklarla konuşarak, onlardan Kim için konuş-
                            mamaları, yardımda bulunmamaları, ama anlayış göstermeleri
                     (5) İlaç olarak: “Chlorpromazine=Thorazine” -trankilizan- 25 mgr.
                            tabletler, günde üç kez
                     (6) Benim ötemde Fredda Hanım (Sosyal Hizmetler Uzmanı)’ın
                            Kim’in özel ve aile terapisti olması.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #3 : 22 Ekim 2012, 12:28:04 ös »
Bence bu çok müşkil hastanın konuşmasına yardım eden en büyük faktör kolayca seçilemez: Tehdit etmeyen-anlayışlı bir ortam -herkesin bir problemi var ve herkes korunuyor burada- , sıkıntısını hafifleten, panikten koruyan ilaç, benim kişisel ilgim ve çalışmam ve bence en önemlisi: Konuşma tedavisi. Bunda esas, hasta sanki ‘afazik’ ya da ‘felçli’ gibi alınıp, harfler ve heceler teker teker tekrarlanarak yapılan alıştırma ve her ne kadar küçük olursa olsun, kazanılan her bir adımın, bir ‘çevre’ tarafından takdiri.

                       Şimdi “Konuşma Terapist”i Bayan Anne Deborah Pavelle’in bu makale için yazdığı notları okuyalım:

                       “Kim, ‘Seçici Konuşmamazlık’ problemleri dolayısıyla bana “Konuşma Tedavisi” için havale edilmişti. Kim evde anne-babasıyla ve kardeşleriyle konuşuyordu, fakat hepsi bu. Yalnızca bir kez bir komşuyla konuşmuş, bir daha da tekrarlamamıştı.
                        Kim benimle,  burada, 16 Ağustos ile 13 Ekim arasında terapi gördü ve tüm seanslar kaydedildi. Buraya gelmeden evvel, onun “yazma” işlevi, bir ‘konuşma patolog’u tarafından incelenmiş ve her şey onun yaşına uygun, kabul edilebilir gramatik kurallar içinde bulunmuştu. Ebeveynlere göre Kim’in ‘hecelemesi=articulation‘ tamamen normaldi. Normal konuşma hariç, ev yaşamının gerektirdiği davranışların tümü normal sınırlar dahilindeydi.

                         İlk seans için oturduğumuzda, Kim sürekli olarak kikirdeyip durdu, domuz yavrusunun çıkardığı sayhalara benzer bir “ih” dedi. Ben, hayvan sesleri çıkarınca o güldü durdu, ama beni taklit etmesi istendiğinde, birkaç kez ricayı ödüllendirmedi. Çalışma işbirliği için bir güçlük yoktu, ama alfabe’nin harfleri ne ses çıkarır diye sorduğumda yanıt vermedi. Ama, alfabe’yi kopya etmesini söyleyince kıvançla yaptı onu. Kendisi hakkında sorulan sorulara ‘evet’ ya da ‘hayır’ı işaret etti. Ben odada olmamak şartiyle, isterse kayıt makinesine kayıt yapması rica edildiğinde, bunu refüze etti.

                         İkinci seansımızda, ortaya çıkardığım oyuncak ya da oluk malzemeleriyle oynadı, yerleştirdi vb. Bir az sonra, oyun oynamayı ‘konuşma’ ile şartlandırma yolunu deneyince, Kim onu refüze etti. <Bence bu bir az erkendi!> Kızcağız, birlikte çalışırken, göz kontağında bulunmadı, özel olarak son denemeden sonra, iskemlesinde dimdik, biraz katı, oturdu ve odayı terketmekte tereddüt gösterdi. Hiç bir zaman gülümsemedi ve elle temsaa, gıdıklamaya pek tepki vermedi. Belli ki mutsuz olmuştu ve o anda, zaten bir zaman için konuşmaya davet etmemeye karar verdim.

                         Bir sonraki terapi seansında, Kim daha rahatlamış ve sakin göründü. Birlikte “Pamuk Prenses – Snow White” kartonlarından diğer karakterleri çıkardığımızda bundan çok hoşlandı, “Happy-mutlu” karakteri için güldü, “Sneezy-tıksıran” karakter için tıksırdı, “Huysuz-Grumpy” karakteri için suratını astı, “Utangaç-Bashful karakteri için mahçup bir kız tavrı takındı ve bol bol öpücükler gönderdi. Yani böyle kısa kısa, içeriğini bildiği < onu ürkütmeyecek> imajlarla mutluluk hissetti. Ama, kendisine ümit bağlamanın henüz o kadar kolay olmadığını gösteren şu tepkiye bakın: Birlikte bir ‘Hayvan çiftliği” kurduk, ben hayvan seslerini çıkardığım zaman o güldü, ama ondan beni tekrarlamasını istediğimde, yanıt vermedi.

                         Bir sonraki seans, mutsuz geçtiği sonradan öğrenilen bir “aile terapi” seansından hemen sonra yapıldığı için, cidden kötüydü; kızcağız nerdeyse sürekli ağladı. Oyunumuzu erken bitirmek zorunda kaldık. Kendi odasında belki daha rahat hisseder diye, terapi alanını, benim ofisimden onun odasına çevirdik. Kartonlardan çiftliği yapmaya devam ederken, ben ona bu değişikliğin nedenini açıkladım. Bu arada ona, geçen seansta ne denli mutsuz olduğunu teyp’i çalarak dinletiyordum. Teyp’te, ağladığı yere gelince kendi sesine güldü, ve ilk kez olarak, bir fare’den çıkmış gibi, “e” sesini çıkardı ve yalnız çıkarmakla kalmadı, sesi indirip yükselterek farklı tonlarda söylemekten hoşlanmış göründü. Ben başka hangi hayvan o sesi çıkarır deyince, bir civciv’i örnekledi. Ben cesaretlenip de civciv için “peep- cik cik, civciv sesi” sözcüğünü tekrarlaması için rica edince, refüze etti.

                       Bu olumlu günü izleyen günlerde <her gün terapi yapıyorduk!> çiftlikle oynamaya devam ettik ve Kim kolaylıkla ‘e’ sesini çıkardı; o aynı zamanda, bu sesi çıkarırken kayıt aletinin iğnesinin yerinden sıçradığını görünce hayret nidası çıkardı; bu ‘yeni’ sesiyle heyecanlanmış ve merakı artmıştı, ama başlangıçta, ‘e’ sesinin yalnız tini, yani yükseklik derecesiyle ilgiliydi. Dönüm noktası 10 Eylül’de geldi: Kim, ‘kızgın bir kedi’ için ‘fff’, bir ‘kuş’ için ‘e’, bir ‘cüce’nin ‘öpücük’ işaret ve sesi için aynı temayı, “Happy’ için de sessiz bir esneme ve ardından gülme sergiledi. Bu şekilde, güvenilebilir ve sürekliye benzer bir ilinti kurmaya başlayınca, ben ona, kağıttan yapılı çiftliğin tamamlanması bitince, hayvanların çıkardığı sesleri tekrarladığı sürece, tüm parçaları kendi odasında tutabileceğini söyledim. Burada benim teklif ettiğim metod: “successive approximation=art arda benzetme” idi. Yani, her tekrarda çocuğun sesini bir az daha yükseltmesi ve bir az daha uzatması bekleniyordu. Kendiliğinden bu denemenin yalnız bir kısmını yapıyordu başlangıçta, ama ısrar edince, eskisi gibi refüze etmeyip tamamlıyordu, yani desteğe gereksinimi vardı. <Deborah’ın kısaltılmışı> ‘Debby’, her tekrarda bir az daha belirgendi. Sonra, O.T. (Occupational Therapy-Meşgale Tedavisi) yapan hanımın ismi: Mary Ellen, ve tek sözcük olarak “Play-Oyun” rahatlıkla söylendi ve bunlar kaydedildi. <Terapist, hepimiz için bu ilk yanıt sözcüklerini ayrı ayrı teyp’lere alarak bizlere hediye etti, biz de bunu hastanede çevre grup toplantısında, Washington’daki konferans’ta da dinlettik. Sonuç, başlangıçta da olsak, gerçekten göz yaşartıcı idi!>”

                      Yukarda da söylediğim gibi, tüm ekip arasında en büyük başarı ödülü ‘Konuşma Terapist”ine gidiyor, ama ben de, bunca yıllık doktor olmama karşın, orkestra şefi olma konumundan, hem bir hekim olarak, ve hem de bir insan olarak çok mutlu idim.

                        Konuşma terapisti, bundan sonra, Kim’le diğer çocukları işaretler ya da jest’ler yerine, dolaysız konuşmaya teşvik ve liderlik etti. Sobra sıra ‘erkek terapist’lere geldi. Beklendiği gibi, Kim konuştukça, sesi, çok daha az zayıf, ürkek, çoğu kez gözyaşlarıyla bulanmış olarak çıktı ama artık dış dünyaya güvenmeye başlamıştı ve bu küçük çevre’nin (Benim onu çağırdığım gibi) Pamuk Prenses’i olduğunu içten benimsemişti. Tabii, iyi bir gramatik yapı ve yeterli yükseklik icra etmek bir iki ayı daha aldı. Bazı yanlışlıklara bilerek göz yumduk, örneğin ‘that’ sözcüğündeki ‘th’ için ‘d’ diye telaffuzda bulunuyordu. Sıra, tüm bu çalışmanın “kendi değerlendirmesi”ne geldiğinde, bu zeki kız, bu işin ne denli zor olduğunu ve özellikle herhangi bir yardım istemenin onun için adeta ölüm olduğunu söylemekten çekinmedi. Bu iyileşme süresinde, konuşmakla “ne denli rahatlık kazandığını” samimi bir eda ile ifade ediyordu.  Terapi, Kim’in hastaneden taburcu edildiğ tarihe kadar sürdü
           <Terapist Deborah hanım o kadar ehil ve o kadar iyi bir insan idi ki, biz bu makaleyi Washington’da konferans için hazırladığımızda, bize verdiği notta şunları söylüyordu: “Thank you and I regret not being here to deliver this speech personally!” (Teşekkür ederim, bu konuşmayı kendim yapamadığım için üzüntülüyüm!)  Ben onun yerine bu satırları okuduğumda, konferans salonundan cidden uzun süreli, samimi alkışlar gelmişti!>

Kişisel terapist, ‘Social Worker’ Fredda Zuckermann’ın Notları :

                 “Benim Kim’e uyguladığım “Oyun Terapisi” seansları, onun hastaneye kabulünden birkaç gün sonra başlamıştı. O zamanlar o, genel görünümüyle, durgun, yavaş ve çok basitçe davranıyordu. Oynadığımız oyunlar koşmaca ve yakalamaca, saklambaç ve anide birbirimizi buluşumuz gibi, sözcüz, küçük çocuk oyunları idi. O da kendi hesabına, oyunlara peluş bebeklerini de getirmeye başladı. Bu başlangıç zamanlarında, yakın temas başladığında, o önce bir az ilgi gösterir sonra, karşılıklı etkileşim, organizasyon  başlayınca, çekingen bir tavırla yatırımını daha aza indirirdi. Bazı günler bir köpek olur, yerde halı üzerinde yuvarlanırdı ve bunlardan hoşlanırdı. Kişisel olsun diye, onun diğer terapistin kaydettiği teyp’lerdeki kikirdemeleri ve diğer tip müzikleri dinlerdik. ‘Kil-clay‘ ,ile oynamayı hiç sevmedi <Kil, bilindiği gibi, ‘anal’ dışkıya çok benzer ve onun gibi anal devrede fikse olmuş çocuklar ya çok sever adeta ona yapışırlar, ya da nefret ederler.> Kim, kimi zaman terap seanslarına gelme konusunda direnç gösterdi, kimi zaman da, ayrılan zaman bittikten sonra bir türlü ayrılmak istemedi. <Bu, ‘ikilem-ambivalence‘ı işaret eder!>. Ona, içinde diğer birlikte yaşadığı çocukları da içeren Ünit hakkında konuşmak istedim, daha konuşamadığından, soruları ben sordum, acaba öyle mi tarzında sorduğum sorulardan bana vermek istediği mesaj, ‘diğer çocukların onu sevmediğinden korktuğu’ idi.

                       İlk sekiz seanstan sonra, ben ilişkimizi bir az daha yaklaştırmak istedim, bunu da, onun davranışlarını t a k l i t  ederek ona iletmeye çalıştım. Yine daha ziyade, onun kendi oyuncaklarını paylaşmayı yeğledim: blok’lar benden, hayvanlar ondan’dı; arada, onun genel davranışını, aynada akis yapar gibi, aynen tekrarlamaya devam ettim. ‘Çizme’ de çalışmamızın başka bir öenmli tema’sı idi. Daha sonra önem arzedecek bir çizim, beraberce tamamladığımız bir ‘balina’ idi. <Yutma? Yutulma? problemleri!> Bizler tarafından planlanmış olarak, iki hafta için tüm yardımcı-oyun seanslarını ve aile ziyaretlerini kestik <Yorum: yine saklambaç oyunu: acaba kaybolanlar geri geliyor mu? Kaybedilme korkusuyla uzaklaşan imajların tekrar ele geçmesinin vereceği garanti ya da güvence hissi vb.> Anne-baba aile terapisine geldiklerinde, programın bu kısmından, kendilerini ‘suçlu’ hissettiğinden ötürü şikayetçi olduklarını bildirdiler. Baba, gözle görülür bir şekilde, geldiğinde işinden kaybettiği zamanı hesaplıyor ve Kim’in ne zaman eve döneceğini soruyordu. Her ikisi de hem devam ve hem de diğer anne-babalarla paylaşma yetilerini geliştirmeleri bakımından çok takviye aldılar. Anne, onunla yalnızca dolaysız olarak konuşulduğunda birilerine yanıt verirdi; Kim’in eve dönebileceği konusunda da oldukça umutsuz idi.

                      Terapi planı: ‘ kişisel ve aile, meşgale, konuşma, oyun terapileri’�
yine tüm zamanlı uygulanmağa başlandığında, hiç olmazsa Kim’in gündüz davranışları ve diğerleriyle etkileşimi göze görülür bir şekilde arttı, bunlara karşılık akşamları yine deprese ve gözleri yaşlı idi.

                       Bu ikinci dönemin ilk sensında, Kim göze görülür bir şekilde
deprese idi. Mamafih, başlangıçta olduğu gibi, tüm peluş hayvanları, iskemleye koydu. Balinayı beslemek istedi, sonra vazgeçti. Bebeklerle oynarken benim onu görmediğim zamanlarda özlediğimi söylediğime çok olumlu yanıt verdi. Bunu izleyen seansta balina üzerinde çalıştık. Ondan sonraları daha aktif ve inisiyatifi benden önce alan kişi o oldu.

                         Üç hafta aradan sonra ailesi ile beraber tekrar Aile seanslarına başladık. Kim ailesini ancak bu seanslarda görebiliyordu, serviste vizite izin vermedik. Ümit ettik ki, Kim, gerçekten istiyorsa, bu beraberliği de ayrılığı da gerçekten hissettiği gibi kullanmalıydı ve bize ailesi hakkındaki duyguları ifade için bazı ‘veri’-done‘ler vermeliydi. Ayrılıktan sonraki ilk toplantıda Kim, annesinin kucağında oturdu. İkinci seansta ise babasının kucağına oturdu, sonra inip ofisteki oyuncaklarla kendi kendine oynadı. O arada ben anne-babanın evde, akşamları ne şekilde ve nasıl konuştukları, oynadıkları konusunda bazı soruları ortaya attığımda, Kim kauçuk bir kedi’yi sıkarak sesler çıkartıyordu. Baba, çocuklarla oyun oynamaktan, özellikle Kim’i kucağında hissetmekten çok hoşlandığını ama bunların istediği kadar olamadığından şikayet etti. Babanın bu konudaki yetersizliği, Kim’i göze batar bir şekilde sıkıntıya koyuyordu. <İşte terapinin büyüklüğü ve olumlu etkisi burda: taraflar gerçek duygularını sözle ya da jestlerle ifade imkanını bulabiliyorlar!>

                    Gelecek seansta, çocuk-aile ilişkilerinin ötesinde, çocukların birbirleriyle nasıl (oyun vb.) iletişimde bulundukları sorulduğunda, Kim’in sıkıntısı kabardı ve, o temiz kız, idrarını donuna yaptı. <Tabii bu, onun ifade yeteneğini bu dereceye yükselttiğinden, terapi noktasından çok olumlu idi, ister nefretini ister korkusunu ifade etmiş olsun!> Aile, Kim’in evde kardeşlerine bir “Kraliçe” olduğunu söyler dururmuş, ablası ise onu alabildiğine küçültürmüş. Diğer seansta, ailesi geldiği zaman ofisimdeki kartonlar arkasında saklandı; arada bir başını çıkararak, ailesinin çocuklara nasıl kızdıklarını yüz mimikleriyle sergiledi. Babası, çocuklarının onu nasıl taklit ettikleri ya da yok saydıkları zamanlardan bahsederken, Kim, o anda kikirdiyordu. Bir daha altını ıslatma olayı da bundan sonra yine oldu.

                      K i ş i s e l  terapi seanslarımızda, Kim balina çizmede göze görünür değişiklikler yaptı. Balina rengarenk boyanmıştı, onun içinde olduğu ortam da dikkatle boyanmıştı. Şunu da bildirmeliyim ki, bunu izleyen seanslarda Kim, adeti olan, iskemleyi hayvanlarla donatmaktan vazgeçmişti. Balinaya da keskin dişler eklemişti <Kendisinin de dişlerini göstermesinin alameti!> ve ağzı etrafında bir sürü ufak balık dolanıyordu. Konuşmaksızın, bana da ayni şeyleri yapmamı telkin etti.

                       İzleyen aile toplantısında, babası yine -çocuklar konusunda-  kendi duygularından bahsettiğinde, Kim’in tepkisi daha az çocukça idi. O seansın sonlarına doğru, tesadüfen ofis dışından ben geçiyordum, açık kapıdan Kim’le göz göze geldik, bir kovalamaca oynadık kısa bir zaman için. Aileyle, geri kalan zamanda “hisleri kontrol” konusunu ele aldık. O sırada Kim, hayvanlarla oynuyor, pasif olarak konuşmayı dinliyordu. Bir dahaki toplantıda anne açıkça deprese idi, kendi ‘yetersizlik’ duygularından hissetti. <Belli ki, tüm ailede bir tür depresyon ve yetersizlik, tatminsizlik duyguları ve gösterileri var, ailenin en hassas çocuğu da ‘konuşamama’ semptomu yaratarak dikkatleri tüm aileye çevirtiyor ve hepsinin terapi görerek aile içinde yeniden bir yapılanma-denge kurulmasını temin ediyor.> Hemen hemen tüm seans, anne bu tür duygularından bahsetti.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #4 : 22 Ekim 2012, 12:28:51 ös »
Diğer yandan, anne yanıp kavrulurken, baba ona hemen hemen hiç dikkat göstermedi, yerine, Kim’e ilgi gösterdi. Ebeveynler evlerine gittiği zaman Kim ağladı.<Bu şekilde o da yetersizliklerin nasıl kurbanı ve tekrarcısı olduğunu sergilemiş oldu!>

                      İzleyen seans’a psikiyatrist <Dr.İ.E.> de katıldı; doktor, Kim’i, onun genellikle kendi davranışı konusunda nasıl “hiddet” de sergilediğini belirtti. Çocuk ağladı. Matem havasına dönüşmüş seans’ta, anne, Kim’den eve döndüğünde “daha farklı ve olumlu” davranışı hususunda söz vermesini istedi ve onda, hastane tedavisinin pek de etkili olmadığını gördüğünü belirtti. <Ben, çocuğun doktoru olarak, ilerleme süreci içinde olduğumuzu, aile içi etkileşimi ve davranışı-beklentileri değişmedikçe, çocuğuğun harikalar yaratamayacağını; yukarda da belirtildiği gibi, özet olarak, onun hastalığının, ailenin hastalığı olduğunu söyledim ki pek de ailenin gözünde pek de popüler değildim o anda. Baba, önce sessiz, sonra Kim’i, ‘hassas’ bir çocuk olarak niteleyip müdafaaya kalktı. Yarı donuk, yarı kızgın, aile döndü. Kim de Ünit’te, ağladı durdu.

                      İzleyen aile tedavi seansında, anne, sanki kedere keder katmak istercesine, daha doğrusu problemleri daha karmaşık bir şekle koymak istercesine, “hamile” olduğunu müjdeledi (?). Kim buna gülümseyerek yanıt verdi; kızcağızın belki haberi vardı bundan, zira, balina’nın yanına küçük bir bebek balina çizmişti haftanın başında. Baba, yeni duymuş gibi davrandı, açıkça deprese idi, kendi kullandığı ilaçların faydasızlığından bahsetti. Bir hastane ziyareti yaparken, önceden bizlere de sormaksızın, küçük kızı önünde, gayet fütursuzca, yakın bir arkadaşının, aile baskılarına ve işten gelen yorgunluk ve fazla çalışma isteklerine dayanamayarak başına bir kurşun patlattığından söz etti. Diğer aile üyeleri sessizdi. <Ailenin diğer çocukları, terapi seanslarına katılmıyorlardı. Aile istememişti, bu da bizim işimizi biraz daha kolaylaştırıyordu. Benim fikrim, öyle bir aile terapisinin, kendi evlerinde, natürel bir ortamda yapılması daha uygun olur: Hem daha iyi gözlersiniz kim ne istiyor ne istemiyor, kim şikayet ediyor, telefon çalınca kim yanıt veriyor vb.> Ben <aile terapisti> babanın bu deprese duygularını bir az hafifletmek için, genel sözler söyleyerek biraz empati gösterdim, anne de arka çıktı, bu konuda eşiyle rahatça konuşup paylaşmalarını yeğledim.

                      Kim, bunu izleyen kişisel seans’ında, “candyland-zarla oynanan, yılankavi bir yolu izleyerek, ileri geri gidilip bir tepeye varılan basit bir yarışma oyunu” oynarken, anlamsız bir takım gürültüler yaptı, yorumunu sorduğumda hiçbir şey söylemedi. Bundan sonraki aile toplantısında, aile ile daha az ilgilendi <sanki konuşulacakların hepsi konuşulmuştu, ama dünyada değişen bir şey yoktu>. Anne, biraz da bencil olarak, kendinin evlilikte karşılanmamış olan gereksinimlerinden bahsetti; baba da, yorgunluk ve aile ve iş yükünün gitgide ağırlaştığını konuştu. Bizler de pasif olarak paylaştık.

                        Bu konular, çocuk ve ben sessizce oyun oynarken, aynı odada, tekrar be tekrar konuşuldu. Tam bu sırada, Kim bizlere bombayı patlattı: Özel terapist’le olan seansında ilk sözcüklerini söylemişti: “Debbi”. Tüm servis bayram yapıyordu; özellikle erkek yardımcılarla ve psikiyatrist’i ile daha rahatça, bir iki sözcükten ibaret, tamamlanmamış cümleler halinde, sessiz bir ton’da konuşuyordu. Ebeveynler de bayram ediyorlardı ama onların ilk duyduğu aile seansında, Kim, <sanki onları cezalandırırcasına> onlarla hiç konuşmadı. Mamafih benimle <terapist> bir dahaki toplantıda, konuşmak istedi ama dışarda. Beraberce bahçeye çıktık; yürürken Kim yerden yabani menekşeleri koparıyor ve konuşma işlevinin onun için ne denli zor olduğunu belirtiyordu. Ben, doğal olarak, bizlerin işinin çocuklara yardım olduğunu, kendisinin çok zor koşullar altında bu işi başardığından onu tebrik ettim ve yanaklarından öptüm. Gözleri parladı ve çok mutlu göründü.

                   Diğer seanslarda, “Doll House-Bebek Evi”ni kullandık. Kim, meşhur
Frankeştayn’ın onun evine girdiğini ve birçok aile üyelerini kaçırdığını söyledi ve oynadı: onları evden alıp kenara koydu. <Bu kısım, onun için pek korkutucu olmalı ki> bir az sonra, bunun “Sihirli-magical” bir canavar olması nedeniyle, evin üyelerini tekrar eve getirdi. Oyun esnasında ev halkını bir anne, bir baba, bir kız bebek, bir abla olarak sayımladı. Aileden haber aldık ki, ‘yeni bir hayata başlamak için yeni bir eve taşınmışlar’, bunu Kim’e söylediler, pek ilgilenmedi. Tabiidir ki bu yeni evini henüz görmemişti. Biz seanslarımızda, genel çevre planlamasında artık Kim’in okula başlaması gerektiği hususunda bir karara vardığımızdan, oyun materyalini ve olup biten konuşmaları, o olay üzerinde odaklaştırmaya başladık.”

                   “Böylece, Kim, hastaneye girişinden aşağı yukarı iki buçuk ay sonra  okul yaşamına döndü.  <Öncekilere ilave edilmiş iki handikapı anımsatalım: Kim yeni bir okula başlıyordu, herkes yabancıydı. Eve daha taburcu olmadığından yeni çevre o anda çok fazla etken değildi. İki, annesi yeni bir bebek bekliyordu. Bu, çocukta ‘Kim istendiği kadar iyi bir çocuk değildi, konuşmasını bile beceremiyordu; öte yandan, annesi yeni bir kız çocuğu ediniyordu. Ben onun psikiyatrı olarak, bunu özellikle onunla müzakere ettim. Kısa kısa cümlelerle kendini yeterli derecede bana açıklayabilen Kim, annesi hakkındaki hisleri sorulduğunda gözle görülebilir ekstra bir sıkıntı gösterdi, sorularımı yanıtsız bıraktı, başka meşgalelere döndü, yüz ifadesi okunmaz oldu, ama benim onu destekleyici yorumlarımı dikkatle dinledi ve hiç bir zaman ağlamadı da.>

                  Okula gidiş-gelişi Hastane temin etti, ve ben, onun meşgale-terapisti olarak, okula daha güvenle gitmesi, hastanede kazandıkları korumasını ve daha ileriye gitmesi için günlerce ben de ona refakat ettim. Çantacığına, ikimizin pek sevdiği ve sık sık oynadığı bez oyuncaklarından birini de sıkıştırdım. Bu, bir “transitional object” <’geçici nesne’ : çocuğun gelişiminde, onun dış dünya ile sağlam temellere dayanan bir ilişki kurması için yardımcı olarak kullanılabilecek herhangi bir şey. -Evlenirken çocukluk maskot’unu da götüren genç hanımlar gibi->ödevini görecekti. Mamafih, �
sınıf arkadaşlarının tüm yakınlık ve gayretlerine karşın, başlangıç Kim için pek zor oldu: katı ve ilgisiz postuna büründü. Arkadaşları tarafından kabul hissi ona çok ağır geliyordu. Genellikle bir köşede durup, bir kimsenin -ya da kimselerin- onu yönlendirmesini bekledi. Söylemeye gerek yok ki, en büyük yardım öğretmenden gelebilecekti. Anlayışlı ve bilgili genç öğretmen hanım, Kim’e samimi bir yakınlık gösterdi ve rahat bir rehberlik sergiledi, onun sayesinde daha evvelki yıllarda hiçbir öğretmenle konuşmamış kızcağız, bu öğretmeniyle sınırlı bir etkileşime girebildi. Önceden de söylendiği gibi, Kim’in yazılı ödevleri çok iyi, hatta mükemmel nitelikte idi. Sanat-Resim boyaması da takdir almaktaydı.

                    Okula başlamasına karşın, beklediğimizin aksne, Kim’in hastane personeline karşı olan davranışı pek değişmedi: soğuk ve mesafeli, sınırlı. İnatçılığı ve etrafı kontrol gayretleri oldukça provakatif idi amd herkes onu anlıyor ve şımartmadan destek oluyordu. <Bir gün, ben Dr. Ersevim, ona bir sürpriz yaptım, üç dört çocuğun oynayacağı bir perdelik bir piyes yazdım ve ona da ‘Evde entrika çeviren, çocuklarla hırlaşan bir davranışı’ olan Hizmetçi
kadın rolünü verdim. Ben ve diğer terapistler de yardım etti. Onun şerefine verilen hastaneden ayrılma partisinde, benim yönetimimde ve suflörlüğümde, ailesinin de hazır olduğu bir gün, oyununu biraz tutuk, ama başarılı bir şekilde icra etti, tüm yazılanları konmuştu ve bol bol alkış aldı. Böylece, üç aylık bir hastane tedavisinden sonra Kim, şu koşullarla eve gitti:
1) Out-Patient olarak meşgale tedavisine-gruplara gelecekti;
2) Aile tedavisi de haftada bir -hafta sonlarında- sürecekti,
3) İlaç: Thorazine, 25 mgr. tabletler, günde üç kez, bir aylık. Bu süre boyunca haftada bir psikiyatrını da görecekti. Ondan sonra, doktorunu, gerekirse görecekti.                            �
 

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #5 : 22 Ekim 2012, 12:29:35 ös »
   Hastalığın Analizi: KURAMSAL BİLGİLER

                       Yukarda sözü edilmiş Brown ve arkadaşlarının (3) yorumundan başka, en önemli yorumlar Margaret MAHLER (7) tarafından yapılmıştır. Mahler bunu, <çocuk gelişiminde 3-3,5 yaşlar arasında yaşanan> “<anneden ‘ayrılma ve kişileşme’ (separation and individuation) periyodunun bir kısmı sayılan: (raproachment) ‘uzlaşma, yeniden dostluk kurma’ devresinin problemli bir şekilde çözümünün süreci olarak yorumlar. Şöyle ki:

                         “… Yeni yürümeye <konuşmaya ve oynamaya> başlayan küçük çocuk, kendi algı sistemin gitgide büyümesi ve olgunlaşmasının ve yürüme sayesinde fiziksel olarak anne’den uzaklaşmanın da farkındalığında olup, kendisinin bu yeni macera esnasında atacağı her adımı öğreneceği her yeni ‘deneyim’ hakkında annesinin de haberdar olması ve paylaşmasını da ister. <Buna analik enstitüde hocalarımız, geçen asırda söylenmiş sözleri bize de öğretirlerdi: Çocuk -sanki bir araba-, benzini bitince, bir benzin istasyonuna (anne) dönerek, emin bir şekilde deposunu doldurur ve ‘çevre keşfi’ne devam eder: “re-fueling” derlerdi. Bu gereksinimler, ileri-geri gidiş gelişler, bu nedenle (Uzlaşma periyodu) olarak nitelendirilirler.

                     “Genç kaşif, zamanla, kendi “sevgi nesneleri”nin (love objects) -bunların aile üyeleri, oyuncakları, tanışlar, hatta kendi dışkısı olabilir-, ayrı ayrı bireyler ve kendilerine özgü ilgi’leri olduğunun farkına varır. Oyun çocuğu, küçük küçük adımlarla, anne ve babasının dünyada herşeyleri bildiği, her şeyi yapmaya kadir oldukları, ve bizzat kendisinin de, onların bir parçası, hatta hemen hemen aynısı (özdeşleşme-identification) olması dolayısıyla, aynı kudrete sahip olduğu “delusion of grandeur – büyüklük hezeyanı)ndan vazgeçmesi gerektiğini duyumsar ki bu çok ağrılı bir kendi-keşiftir. Nedenlerini bilinçli olarak bilmeksizin, bu safhadadır ki çocuğun “temper tantrums – öfke nöbetleri” ve benzeri günlük dramatik gösterileri sahnelenmeye başlar.

                     “…18. aylardan itibaren, normal bir çocuk, kendisinin çabuk çabuk başkaldıran özgürlüğünü (autonomy) denemeyi ve bu deneyimleri sergilemeye dönüktür. İhtiyati tedbir olarak anneler bazı koruyucu ikazlar yapmaya kalkınca, bundan pek hoşlanmazlar <elini ateşe yaklaştırma, tehlikeli olabilecek merdiven basamakları, pencere kenarları, ev hayvanlarının canlarını yakacak manevralar v.b.> Diğer yandan, artık anneye o denli tabi olmamak, onun direksiyonuna ve ‘radarına’ çok çok gereksinimi olduğu halde yardımın ondan geldiğini -majikal bir şekilde- duyumsamamak, bunu inkar etmek ve anımsatıldığında yine kızmak, tamamen olumsuz bir müdahale olarak yorumlandığından, dışavurum ve inkar -denial- en kolay savunma mekanizmalarıdır. Böylece, vakaların çoğunda, genel mutsuzluk ve dengesizlik, çabuk duygudurum iniş çıkışları ve değişiklikleri <mood swings> sahnelenip durur.

                      Böylece, özet olarak, bu “rapproachment” periyodu, bir yandan “anneyi refüze etme: “hem de çok çabuk” duyguları, bir yandan da ısrarlı ve baskılı bir şekilde anneye ‘asılmak’, ta’biyetin verdiği rahatlığı biraz daha uzatmak davranışları ile donatılmıştır.

                      Bizler eğer bu psikanalitik yorumları Kim’in vak’asına uygulamak istersek, rahatça, Kim “gelişiminin ‘ayrılma ve kişiliğini kazanma’<separation and individuation period>fazında problemleri olan bir çocuktu; annesiyle olan ‘parazitik-symbiotic‘ devre’yi başarıyla bitirememişti, sıkıntılarının�
derecesine göre, ego’sunu ileri geri sallayarak gemisini yürütüyordu.”

                     Blau (2), görüşlerini, Hebb‘in  “brain function and sructure – beynin işlevselliği ve yapısı” üzerine yapmış olduğu açıklama üzerine inşa etmişti: ‘dış dünyadan gelen uyarılar, nöron hücreleri ve birikimlerini özel bir şekilde aktive eder, bu uyarıların tekrarları da hücreler-arası bağları kuvvetlendirir”. Bu şekilde, kişinin, fizyolojik ve davranışsal patern’lerini bağdaştırdığını şu tümcelerle ifade etmiştir:
                      “Halihazırdaki bilimsel araştırmalar, gözle görülür durumdaki zihinsel işlevselliğin, kişinin iç-nörolojik yapısındaki beklenen dengeli fonksiyonundan çok, dışardan gelen uyarılar üzerine” oluşturulduğunu göstermektedir. ‘Ayırma-Tecrit’ ve “Sensory deprivation-Duygudan masun kılma” deneyimleri (Lilly, 1956), bize, ego fonksiyonlarının çok ‘gevşek’  (labile) ve dıştan gelen diğer uyarılar ortadan kaldırıldığında, dengenin bozulduğunu kanıtlamaktadır. Örneğin, dış uyarıların maskelenmeleriyle yapılan deneylerde, ego, kolaylıka parçalanarak, bir iki saat içinde,  şizofreni’ye benzeyen davranış bozukluklarının ortaya çıkmasına neden olabilir; diğer yandan o anda dış uyarılar yeniden tesis edildiğinde, yine normallik geri gelir. Bu da gösteriyor ki, ‘normal yaşam’ için, ego ile dış dünya-çevre arasında, karşılıklı geri-itilim (feed-back) ilgisi bulunmak zorundadır. Buna benzer bir olay, geceleyin, göreceli olarak dış dünya uyarılarından uzaklaşıp uykuya gidip, psikoz’a pek çok benzeyen rüya olayını yaşayabiliyoruz, ve dış dünyaya döndüğümüzde, evvelki davranış biçimine dönüşüyoruz. Benim söylemek istediğim şu ki, beynin yapısı ve fonksiyon tarzı ile ego arasındaki ilinti, ne tümüyle organik ve yapısal ve ne de basitçe dışsal etkenlerden etkilenmiş değildir. Kişilik (total personality) göstergeleri, hem ‘ruh’u (psyche) ve hem de organik ‘vücut’u (soma) içerir. Her ikisinden birinde olacak bir bozukluk, diğerini de etkiler. İç nörolojik yapımızın ve daha soyut bir oluşum olan ‘ego-ruhsal organizasyon’un böyle bir ortaklık içinde düzenli çalışması, beyinsel sinir sisteminin çok özel bir  fizyolojik ve ona ortaklık eden psikolojik işbirliğinin sonucudur. K i ş i l i k, uyarı yaratan bir çevre içinde beslenir ve gelişir, ve deneyim, yapısal olarak beyinde imgelenmiştir (imprinted!) Fizyolojik ve psikolojik yetiler, birlikte dokunmuşlardır (interwoven) ve ancak sun’i bir ortamda, yani bu dengenin bozulduğu konumlarda, bunların birbirlerinden farklı oluşumlar olarak inceleyebiliriz.

                    Tüm bu teorik bilgileri Kim’e uygularsak, şunları söyleyebiliriz:
Kim’in ‘ego’su, geçici olarak, şizofreniğe benzer bir kliniğe gerilemişti (regres-yon) ve, gerçekten psikotik  <hayal görme, yanlış algılama, hikayeler uydurma ve onlara inanma, uygunca davranma vb.> belirtiler gösterme-mekle beraber, “Geçici  Ç o c u k l u k   Ş i z o f r e n i s i – Transient Childhood Schizophrenia“  tanısı olarak tanımlamak yanlış olmaz. Neden: Normal dış uyarılara yeterli derecede teşhir edilmemişti.  <Tedavide yaptığımız neydi? Ego’nun fonksiyon alanlarını daraltarak, sıkıntı’larıyla gerek ilaç ve gerek ‘milieu-ortam” terapisiyle başedebilmesini sağlayarak; gerekli ‘takviye-support‘ sistemleriyle ego’nun tümüyle daha parçalanmasını engellemek. Tüm semptomlarıyla bir Çocuk Şizofrenia vak’ası olsaydı, yine iyileşebilirdi, zira Çocuk Şizofreni’leri Ergin Şizofrenilerine dönmezler.

                       <Hatırlarım, Harvard’da Çocuk Psikiyatrisi Fellow’luğu yaptıktan yıllar sonra, (1963-65), Massachsusetts’de ofisimde otururken on dokuz, yirmi yaşlarında bir genç beni ziyarete gelmişti. Hemen tanıyamadım kim olduğunu. Güler bir yüzle, elini uzattı ve dedi: “Benim ismim M.. yıllar evvel ben Çocuk Birimi’nde yatmıştım, bana da Çocuk Şizofrenisi teşhisi koymuş idiniz. 9 ay bana hizmet verdiniz, şimdilerde Koleje gidiyorum. Bir merhaba demek istedim!” Memnuniyetimin derecesini tahmin edemezsiniz. İ.E.>

                    Mowrer (8) ise, Freud’un “Pleasure Principle-Haz Prensipi” ile “cathexis-olumlu ruhsal yatırım” ve “Learning Theory-Öğrenme Kuramı”nı birleştiren şu görüşü ortaya atmıştır:

                    FREUD’dan başlayarak, bizler, herhangi bir ‘dürtü’ eğer haz verici bir nitelikte ise, onun ‘alıcı’ da “olumlu bir kateksis- positive cathexis” yarattığını; ve tersi, eğer acı verici bir nitelikte ise: “olumsuz bir kateksis-
‘anti-cathexis” yarattığını öğrendik ve kabullendik. O zamanlar Freud bir adım daha ileri atıp da, her ‘olumlu’ şeyin: ‘dürtü-uyarı’nın daha rahat öğrenenilebileceği; sıkıntı veren ve olumsuz etki yaratan bir ‘uyarı’nın ise kişide olulmsuz bir etki yaratarak ‘onun öğrenilemeyeceğini” söyleyebilir ve bugünkü “ÖĞRENME KURAMININ” kurucusu olmuş olurdu.

                    Şimdi Kim’i, MOWRER’e göre yorumlamak istersek; onun, ebeveyn’lerinden <gayet tabii onlar tarafından bilinmeksizin ve bir kasıt olmaksızın>korku içinde, tekrarlayan, olumsuz kateksis materyalini adeta ‘emerek, absorbe ederek, yalnız sözleri kendi yalın anlamlarında değil de, sözcüklerin bağlı oldukları telaş, sıkıntı, olası kötülük hatta felaket püskürten duygu ipuçlarını da sindirmeye çalışarak büyüdüğünü betimleyebiliriz. Bunlar, yukarıda da ebeveynler tarafından dolaysz olarak toplantıda ortaya atıldığı gibi: Hayat hakkında güvencesizlikler, saklı-re’sen söylenmemiş�
ikilem ve sebatsızlıklar, hiddet-kızgınlık vb.,sessiz bir stil’de, davranış <esasında ego’nun varlığını tehlikelerden korumak için kurulmuş bir bara hatta savunma sistemi olarak içselleştirildiklerini, “pasif bir şekilde öğrenip acı çekmeyi engelleme”nin (passive avoidance learning) , bir “yaşamı öğrenme” stil ve davranışı olarak kabul etmek çok mantıklı olur gibime geliyor. Bu şekilde, organizma, kendisine acı verecek, ıstırap çektirecek dürtüleri elimine etmiş oluyordu ama ne bahasına.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #6 : 22 Ekim 2012, 12:30:19 ös »
EYSENCK (4), bu tür davranışı, “histerik afazya -hysterical aphasia”  olarak yorumlar; zira, çocuk dışarda ne olup bittiğinin farkındadır, günlük yaşamın acılarıyla savaşacak kudreti yoktur; histeri’lerin yaptığı gibi o da
sanki ‘bayılır da ne olup bittiğine yanıt vermez gibi’, kendini, -maalesef- tüm zamanlı olarak, dünyadan kısmen tecrit eder-soyutlar, hem de bunu pek çabuk, tepkisel (reaktif) olarak yapıverir. O, aşağıdaki gözlemleri bize sundu:

                   “…Behaviyor -davranış- terapist’lerine göre, ‘histerik afazi’ (isterik menşeli konuşamama), basitçe, “öğrenilmiş bir alışkanlık-adet” (learned habit) . Bir sada çıkar(a)mama (aphonia-afoni), kişinin ‘olumsuz bir alışkan-lığı’ olarak yorumlanabilir. HULL, bizlere, yalnızca ‘tekrarlama ‘ olayının olumlu ya da olumsuz bir davranış sergilemeye yeterli olmadığını ve fakat eğer imdat arayan çocuğun çevresinde sürekli olarak ‘bir takviye sistemi-inkar etmeye adeta zorlama- mevcut ise. Onlar kendi klinik deneyimlerinde, ‘istirahat’ ve ‘seans’ların uzunluğunun azaltılmasını”, ‘takviye-reinforcement ajan-eleman’ları olarak kullanmışlardı.‘ <Yani çevrede aynı ıstırap yaratıcı müzik çaldıkça, pasif olarak bu acıyı soluyan çocuğun başka türlü dans etmesine imkan yoktu. Ek olarak, ‘hasta’yı oynayarak, ebeveynlerinden ‘intikam’ da alıyordu; onları kendi yetersizlik düzeyine indiriyordu (İkincil kazanç – secondary gain! >

                    EYSENCK, ilaç açısından ‘uyarıcı’ (stimulant) ilaçların beyin kışrının inhibe edebilme (cortical inhibition) yetisini azalttığını, ve beyni uyardığını (cortical excitation), sonuçta da “içe dönük davranış patern’leri- introverted behavior patterns” oluşturduğunu iddia eder. Biz, Thorazine (Bir rahatlatıcı, sakinleştirici) bir ilaç kullandığımızdan bahsetmiştik; yukarki kuramlar doğruysa, orada açıklananların tersi bir iş yapmış olabildik demektir: a) Beynin kışrının inhibe edici (bastırıcı) etkisini yükseltmiş; b) Kortikal dürtü ve ahareket yükselmesini azaltmış, ve, c) Dışa dönük (ekstravertik-extravertic behavior pattern)i savet etmiş olduk demektir.

                  Bu son görüşler PAVLOV‘un “behevyoristik-davranışçı kuram”ına da uygundur.

                  WELLS,  PAVLOV’un yirmi yıl ‘uykudan sonra’ normal fonksiyon yapabilen “kronik şizofrenik” hastasından bahisle, şöyle yazıyor:

                   “Konuşma, ‘istem’e bağlı bir işlevdir. Böyle volunter hareketleri idare eden merkez organlar, beyin yarımkürelerinin seçkin hücre topluluk-larıdır.  Hasta, görebilmesi, işitebilmesi ve ne olup bittiğini anlayabilmesi
nedeniyle, -tüm fonksiyonların idare edildiği ve etkileşimlerin yapıldığı- beyin korteks’inin diğer özel hücrelerinde hiçbir hasar yoktur. Hipnoz’da olduğu gibi, bu hastalıkta da, beyin yarıkürelerinin motor alanında “izole edilmiş inhibisyon” (isolated inhibition) söz konusudur. Bu tedbir, uyku gibi, hipnoz’un faz dereceleri gibi, ve kısmi uyku gibi hallerde de alınır ve amaç “koruyucu engelleme-protective inhibition“dir. İnsan organizmasında, bazen böyle insan ruhunun tahammül hudutlarını aşan şiddetli heyecani hallerde-felaketlerde, hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı sistemlerin alış ve yanıt veriş sınırlarının ötesinde vuku bulan olaylarda, şu veya bu şekilde, organizmayı organik bir hasardan korumak için blokaj koyabilirler. Organizma yaşamaya devam ederse, zamanla, bu aşırı itilime maruz kalmış hücre grupları dinlenir ve normal işlevlerine dönebilecek konuma gelecek bir denge kurabilirler.

                    Kim’in vak’asına bu açıdan bakarsak, diyebiliriz ki, gördüğümüz klinik, “psikolojik eşdeğeri” -gördüğümüz- klinikten pek de farklı olmayan, fizyolojik içerikli bir “koruyucu engelleme-protective inhibition“den başka bir şey değildir.

                ASTRUP (1), çok zeki ve parlak bir şekilde, Pavlov’cu Düşünce Okulu’unu yeniden sentezleyerek; hayvanlarda, deneysel olarak oluşturul-muş hastalıklar ve onlara tekabül eden davranışlara örnekler vermiştir. İşte onlardan bazıları:

                 CHERNIGOVSKI, (kolesistit-cholecystitis)-safra yolları iltihabı-’  den ıstırap çeken hasta hayvanların, suni olarak uygulanmış sinirsel baskılardan ötürü tekrarlanmalarına ve hatta, “had pankreatit-acute pacrea-titis-pankreas’ın akut iltihabı”na neden olduğunu kanıtlamıştır. BUSHUJEV
veremli köpeklerde, hastalık geçtikten sonra maruz kaldıkları şiddetli sıkıntılar sonucu “katatonik-taş gibi donup kalma” hallerle başbaşa kaldıklarını gözlemiştir.

                 KANIN, farelerde, beyin korteks’inin kısmi olarak alınmasından sonra, karaciğer enfeksiyonu (toksik hepatit) geçirdikten sonra, karaciğerin anatomik ve fizyolojk olarak yapılanmasında gecikmeler izlemişlerdir.

                 FRAMISHTEIN ve LİFSHITS, beyin kışırlarında hiçbir bozukluk olmayan köpeklerde, kalbin kasında (myokart) oluşan lezyonlarından dolayı izlenen fonksiyonel değişikliklerin aynını, beyin kışrı (cerebral cortex)
cerrahi olarak ameliyatla alınmış köpeklerde izlediler. Şifa geri geldikten sonra, deneysel olarak uygulanmış elektrik şokuyla yaratılmış kasılmalar (convulsions), korteksleri alınmış köpeklerde kalp arazlarını geri getirdi, buna karşılık normal diğerlerinde hiçbir şey görülmedi.

                  BALITSKY, tavşanlarda böbreklerden birini ameliyatla çıkardı ve böbreği alınmamış hayvanlarla bu hayvanı ve serebral korteks’i de alınmış diğer tavşanlarda böbreğin idrar ifrazını inceledi. Dokunulmamış beyinli tavşanlarda yalnızca bir böbreğin ameliyatla alınışı, idrar’ın özgül ağırlığını hiç değiştirmedi. Buna karşılık, böbreğin çıkarıldığı tarafla aynı taraftaki beyin korteks’i kesildiğinde idrar yoğunluğunda bir azalma (hyposthenuria) tesbit edildi;  aksi yöndeki beyin korteks’i alınmış olanlarda ise, çıkarılmış böbreği telafi etmek-dengelemek üzere, tek kalan böbrek genişledi.

                  Kan Kan, hayvanın ait olduğu gelişim düzeyi yüksek olduğu derecede, beyin korteks’inin telafi-dengeleme işinin de daha çok önem kazandığını saptadı. Örneğin, kurbağalarda korteks’in tek taraflı alınması, hayvanların iç organlarda pek az ya da hiç bir bozukluk-değişiklik yaratmadı; buna karşılık, kuşlarda, benzer operasyonlar yapıldığında; kalp, nefes alma ve mide hareketliliğinde kayde değer ve sürekli engellemeler husule geldi.

                  Yukarıda bahsedilen tüm bilimsel araştırmalar, “lokal dirençler”in (locus resistentiae) fizyolojik kaynaklarının varlığını ortaya koyar. Birçok vakalarda olagelen eksiklikler dengelenebildiği halde, fakat refleks mekanizmalarına bağlı bazı zayıf noktalar mevcut olabilir. Sinir sistemini etkileyen her vak’a, daha zor ve tehlikeli seyreden bir hastalık ve azalmış bir direnç oluşturur. Özellikle, içsel organların tekrarlayan rahatsızlıkları, beyinsel (kortikal) düzenlemeleri engelleyen ve bozan ajan olurlar.

                  Böylece, K i m’in vakasında, duyu-motor (sensory-motor) yolları ve “konuşma merkezi” (speech-center) alanlarındaki beyin hücrelerinde, beyin dolaşımında bir tür bozukluk mevcut olduğuna inanabiliriz.

                  ASTRUP, “şartlı refleks-conditional reflex” kuramı üzerinde de yaptığı çalışmalar sonucu, k o n u ş m a  sürecini, çocuk ile onun hemen en yakın çevresi arasında bir  p s i k o – f i z y o l o j i k  e t k i l e ş i m  olduğunu söyleyerek şu beyanda bulunur:
                  “Bir ile iki yaş arasında bulunan çocuklarda, her karmaşa uyarının oluşturduğu ‘şartlı refleks’ların sözcüklerle olan ilintileri gözlenebilir. İlk olarak, “temporal-beynin şakak bölümü” ile olan ilişkiler ‘dokunma-tactile’ üzerinedir; sonra ‘kinesthetic-hareki’, sonra ‘visual-görsel’ ve en sonra
‘auditory-işitsel.’ Yani, “işitme”, en son farkedilen ve dış dünya ile en son somut (concrete) olarak anlaşma yapılmış uyarıdır.

             Bu büyüme ve gelişme devresinde, somut seslere en uygun tepkiler, ‘şartlanmış reflekslerin oluşumu’nu simgeler ve kanıtlar. Dıştan gelen uyarılara, şartlı reflkes olarak yanıt verebilmek, hem insanda ve hem de hayvanda aynı genel koşullarla gelişir. Tüm bu uyarılar “Temporal” lob’ta, gelişleri süresince “ilk sinyal sistemi-first signaling system“in temelini atar.
Mamafih, nöro-fizyolojik bir açıdan bakarak, insanoğulları, hayvanlardan farklı olarak, sözcük ve kavramları, daha “ilk sinyal sistemi”nden başlayarak kullanırlar. Böylece Pavlovian fizyolojide, k o n u ş m a, “ikinci sinyal sistemi- second signaling system“‘indeki tepkiler olarak yorumlanır.

                    Bu “İkinci Sinyal Sistemi”, tabiidir ki,  ‘Birinci’ Sistemden çok daha karmaşadır; bu, ilk sinyalde alınan elemanter konuşma yanıtlarını temel alıp zamanla en yüksek soyut düşünceleri kapsar bir hale gelir. O düzeyde, konuşma, yalnız zeka fonksiyonlarını içeren (intellectual) bir bildiriden çok, çok daha karmaşa duygusal ve isteğe bağlı düşünce elemanlarını iletir.

                  En yüksek psişik faaliyet, “ilk sinyal sistem”in ilkel kademelerindeki beyin kışrının fonksiyonları etüd edilebilerek de anlaşılabilir. Bu inanış, geleneksel olarak kabul edilmiş olan “ikili-dualistic” prensip: ‘ruh-psyche’ ve ‘vücut-soma’ birbirlerinden ayrı olaylardır’ bir köprü ile birbirine bağlanmış
olacaklardır; zira, “şartlı refleks”, ‘ruhsal’ olarak algılanmış olan ‘fizyolojik’ bir süreçtir.

                   Son olarak, başlı başına bir ekol olan PIAGET‘nin kavramsal görüş ve yorumlarını alalım:

                   “P r e -Psychotic (gerçek psikoza girmeden son denge savaşlarını yapan, neredeyse psikotik) çocuklar, klinik olarak, sanki “entelektüel” ve “duygusal” bir ikilem içinde apışmış kalmış görünümü verirler. Diğer kişilerle duygusal alışverişte bulunmaktan, fiziksel gerçek nedeniyle, ‘Engelleme’ ve ‘kendilerini geri çekme” mekanizmaları geliştirirler. Bu nedenle, aldıkları bilgileri <information-diğer insanların kimlikleri, konuştukları konular, türlü davranış şekilleri vb> ‘ego-centric- içe dönük, benlikçi’ bir şekilde içselleştirmeye ve onları psişik gereksinimleri ve korkuları süzgecinde değiştirmeye çalılşırlar. Pre-psikotik çocukların bu kişilerarası ilişkileri saptırma uğraşısı bizlere, algılama-(bilişsel gelişme-cognitive development)  ‘nın yapılanmasının, ‘düşünce’nin uyum sağlama niteliği ile ne denli yakın bir işbirliği ve bütünleşme gerektirdiği konusunda ışık tutuğunu öğretir.

                Burada bir kez daha psikopatoloji, psikanaliz ve “bilişsel-cognitive” gelişim’in hep birlikte sebatlı ve sürekli bir şekilde incelenmesinin anlamı gitgide daha net bir değer kazanır. G e l i ş i m’in duygusal ve entelektüel bölümleri birbirlerinden ayrı gibi mütalaa edilemez ve “bilişsel-cognitive” fonksiyonun dinamikleri, duygusal gelişim dinamiklerinin bir kopyasından başka bir şeyi değildirler.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #7 : 22 Ekim 2012, 12:30:58 ös »
  RYAN, PIAGET’nin, “Çocuğun dil ve sosyal gelişimi” konusundaki görüşlerini şöyle yorumlar: “Sosyolojik alan, çocuğun sosyalizasyon’da en önemli bir alettir.”�
                 PIAGET, şimdiye dek, “dil”in gelişiminde, başlangıçta, olmazsa olmaz kabilinden birtakım “önceden olması gerekli sözcüksüz şeyler: prerequisites”
konusunda sürekli ve sebatlı bir ilgi göstermiş olan biricik psikologdur.
                 Piaget (1946), dilin gelişimini, “duygusal-motor: sensory-motor” bir safhadan,”birçok düşünce temsilciliği”ne bir geçiş olarak tarifle başlar. Bu
‘erken konuşma’nın, ne konuşmanın yapısı ve ne de, erginlerle yapılan
etkileşmenin içeriği ile hiç bir ilgisi yoktur.

                  Piaget, lisana, diğer bilişsel gelişme ögelerinden farklı olarak  “sui generis-(Lat.): kendine özgü” bir tür yapı ve fonksiyon ile varlığını kanıtlaması gereken bir öge olarak bakmaz. Aynı şekilde o, halihazır psikanalitik çalışmaların yapmaya uğraş verdiği gibi, ‘çocuğun bilgisinin bir nesnesi’ olarak da kabul etmez. Ya nedir? Daha eski devrelerden çok farklı olarak, “bilme” ve “düşünme” yetilerinin bir alaşımıdır.

                  Piaget, l i s a n ı, basitçe, “bilişsel gelişim’in, ‘gerçek’i temsil eden ve bu konuda çok değerli ‘ekonomik‘ <bir öğretiyi, kişinin gereksinimlerine uyacak şekilde ele alan> anlamlar sunan bir parçası olarak kabul eder.

                  Piaget’nin kuramlarında iki önemli kavram vardır. (1) Piaget’ye göre “temsilci-örnek” (representative)  ya da  “sembolik fonksiyon”, ve, bunlarla ilintili olarak, sözcüklerin ‘gerçek-true‘ ve ‘objective-nesnel’   �
kullanılışları ile aynı sözcüklerin, daha erken aylarda “değişim ve öznel-subjective‘ kullanılışları.  �
                  Geniş anlamlarıyla, “temsilci” nin ‘düşünce’den farkı yoktur, örneğin tüm z e k a, ‘algılar-perceptions‘ lar ve ‘işler-actions‘ların ötesinde, “fikir, görüş-concept‘  ya da ‘akli şema’lar-mental schemes‘ üzerine kurulu bir sistemdir. Ek olarak, “temsilcilik, şimdiki zamanın ötesinde de geçer, uygunluk sağlayabilme yetisini mekan ve zamana uyumlu” bir şekilde icra eder.” Temsilci düşünce” bu geniş anlamıyla, eşzamanlı olarak birbirlerinden farklı alanlarda gelişir, örneğin çocuğun nesneler, mekan, zaman ve nedensellik kavramlarını da kapsar.

(2): Başlangıçtanberi, yani “non-verbal“- konuşmanın henüz olmadığı evrelerde dilin ve temsilcilerin gelişimini izlemek. Bunun ayak izlerini, “oyun-play” ve “taklit-imitation” de buluruz.

                Piaget’ye göre, t a k l i t, çocuğun sensory-motor (duygusal-motor)
faz’ının sonlarına doğru, içselleştirdiği imgeleri sahneye koyması demektir. Bu, önceden denenmemiş, var olup göze görünmedikleri zamanlarda onlar hakkında bir bilgisi ya da deneyimi olmayan model ve aksiyonlardır. Böyle bir sistem, daha sonra işleyebilmesi için, daha önce gelişip yerleşmeye başlamış bir iç simgesel temsilcilik sisteminin taslağının bulunması gerekir. Bu roller için, Piaget, “mental imaj’lar” der. Böylece, “taklit’in, halihazırda oynanan bir role gereksinimi yoktur; çocuk, içsel olarak, aksiyonların imaj ya da vermek istedikleri bir seri modelleri taklit etmeye yetisi olan bir varlık haline gelir.”

                  <Ana konferans’ta, zaman nedeniyle, ayrı ve büyük bir kitle bilgiyi bilerek es geçmiştik: O y u n. Piaget’nin bu konudaki görüşünü, bir iki cümle ile özetleyelim:
                   . Sensori-motor düzeyden, somut (concrete) düşünce” düzeyine geçiş (transition), kişisel gelişimin başlangıcının bir kanıtıdır.
                   . O y u n, dış dünyayı ‘içselleştirme’ sürecinde çok önemli bir değiş-tokuş eylemidir. Örneğin ‘toplama’ ve ‘çıkarma’ mental operasyonları, somut dünyada, somut maddelerin bizzat manipüle edilmeleriyle mümkün olur.>

                   Böylece, Piaget’ye göre bizler eğer Kim’in “elective mutism“ini yorumlamak istersek şöyle söyleyebiliriz:
                   Piaget’nin esas ilgisi “konuşma’nın halihazır gelişimi” olduğu için pek de direk bir referans bulmak zor; fakat diyebiliriz ki, Kim’in açmazı, onun sözcükler-öncesi ve ilk-primitif oyunlar safhasaında, sensori-motor gelişim-inin bitiminden evvelki devrede idi. Belli ki, ‘mental imaj’ların enternalize olması-içselleştirilmesi geçici olarak bulandırılmıştı ve sonuç sanki onlar hiç başarıyla yerleşmemişlerdi. Ya da, eğer  k o n u ş m a, ‘bilmek ve düşünmek’ ise, kızcağız, geçici olarak “sanki bilmedi” ve “sanki düşünmedi”, sonuçta da, bazı mental imaj’lar, verbal olarak temsil edilememişlerdi.

                                                                      Ö Z E T

                 Kim, hayat boyunca ebeveynleri hariç hemen hiçbir kimseyle verbal olarak konuşmamış, sekiz yaşında bir kız çocuğu idi. Mass. Eyaletinin Stoneham kentindeki bir genel hastanenin pediyatrik-psikiyatrik tanı ve tedavi nedenleriyle kabul edilmişti.

                    Fiziksel ve psikolojik araştırmalarımız, onun, konuşmanın esas you olan duyusal-motor sinir sisteminin, sözcüklerinin anlamlarını anlamakta ana araç olan bilişsel yapının ve sözcüklerin fonetik ifadelerini temin eden tüm sistemlerin normal sınırlar içinde olduğunu saptadı. Kaba ve ince motor fonksiyonların işlevselliği de normal idi. Tüm bunlara karşın, Kim, “Elektif Mutism”‘i, ‘konuşmaya yeğlemişti.

                    A i l e  dinamikleri, küçük kızyla yakından özdeşen ve eşiyle “düşmanca-edilgen: hostile dependent” bir ilişki gösteren bir anneyi ön plana koydu. Baba da, pasif-agresif eyilimler ve ‘Borderline-Normal ile patoloji arası, sınırda’ araz gösteren bir kişilik bozukluğu- sergiledi. Kim’in kendisi,�
oral devreye ait fantazileriyle, ebeveynlerin ilişkileri konusunda duyumsadığı agresif-şiddet duygularını ifade edemeyen, içine atan, suskunluğunda bile hiddet saçan ve duygusal olarak tutarsız, bilimsel olarak “anal’li agresif çocuk’ olarak nitelendirilebilir. Belli ki, “konuşmama” semptomu, oral agresyon’a karşı kendi için bir korunma mekanizması ve ebeveynleri kontrol cihazı işi görüyordu.

                 T e r a p i “çevre-milieu”‘yü en iyisine kullanarak kişisel, grup, oyun ve konuşma terapilerini, O.T.’yi, aile tedavisi ve az miktarda ilaç: pheno-thiazines kullanımını içerdi. Sonuç, hepimizi mutlu kılan parlak bir sonuçtu. Hastaneden yeni bir ortamda okula gittiği gibi, hastane sahnesinde de yazar’ın tasarımladığı bir piyeste bizzat konuşarak, tüm dünyaya başarısını ilan etti. Son aldığımız haberlere göre, hastaneden taburcu olduğundan on üç ay sonra, Kim hem evde ve hem de okul’da rahatça konuşabiliyor. Anne’nin yeni bir bebek dünyaya getirmesi ve ev’den başka bir çevreye taşınma ilk bakışta olumsuz etkenler gibi göründüyse de, iç yapısını-motorunu yenilemiş Kim için, kim bilir belki bir avantaj bile oldu:
Arzuladığı yeni bir hayata başladı.

 Not: Metinde, <   ……  > olarak nitelenmiş bütün ara ekler, İngilizce metinde var olmayıp, 34 yıl sonra Türkçe’ye çevirdiğimde, Türkçe okuyan kardeşlerime yardımcı olsun diye yazılmışlardır.
              �
                                                                                                Prof.Dr. İsmail Ersevim

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4100
    • Profili Görüntüle
Ynt: SEÇİCİ KONUŞMAMAZLIK (Elektif Mutizm)
« Yanıtla #8 : 22 Ekim 2012, 12:32:57 ös »
               K A Y N A K Ç A

1.     Atrup, Christian: “Pavlovian Psychiatry – A New Synthesis”, Charles C.
         Thomas, Publ., Springfield, Ill. 1960
2.     Blau, Abram: “Chilhdood Schizophrenia”, J. of the Amer. Acad. of Child
         Psychiatry, 1:225-235, 1962
3.     Browne, Evelyn et all.: “Diagnosis and Treatment of Elective Mutism in
         Children”, J. of the Amer. Acad. of Child Psychiatry, 2:605-617, 1963
4.     Eysenck, H.J.: “Behavior Therapy and Newuroses”, Pergamon Press,�
         London, 1960
5.     Inhelder, Barbel et all.: “Piaget and His School – A Reader in Develop-
         mental Psychology”, Springer Verlag, N.Y. 1976
6.     Lewis, M.M.: “How Children Learn To Speak?”, Basic Books, Inc., N.Y.
         1959
7.     Mahler, Margaret S.: “Symbiosis and Individuation”, The Psychological
         Study of the Child, 29:89-106, 1976
8.     Mowrer, O. Robert: “Learning Theory and Behavior”, John Wiley and�
         Sons, Inc., New York, 1960
9.     Richards, Martin P.M. (Ed.) – Ryan, Joanna: “The Interaction of the
         Child Into a Social World”, Cambridge University Press, New York,�
         1974
10.  Wells, Henry K.: “Ivan P. Pavlov”, International Publications, New York,
         1956.



http://www.ismailersevim.com/?p=1772