28
« : 02 Ocak 2024, 10:27:58 öö »
Zoom üzerinden yine bir tecavüz mağduruyla görüşeceğim. Bilgisayarın koca ekranında kocaman gülen bir yüzle karşılaştığımda yaşadığım şaşkınlığı es geçeceğim ama rahatlığı ve ilk sözleriyle nasıl ters köşe yaptığını anlatmadan geçemem.
Enerjisi ekrandan bana geçiyor o kadar diyeyim size; başladı seri biçimde anlatmaya; “Ben sizi tanıyorum ama siz beni tanımıyorsunuz, yani bir sıfır öndeyim. Arama motorlarını doğruluk açısından sıkıntılı bulduğum için sizi oradan sorgulasam da bu sadece bir ön bilgi edinme, bir ufak merak giderme çabasıydı. O çetrefilli sürecinizi de bizzat sizden dinlemeyi çok istiyorum. Siyasete ya da medyaya ilgisiz gençlerden değilim.
Bak sen! Pazarlık yapıyor benimle, çok hoşuma gitti, gerçekten çok hoşuma gitti bu rahat ve samimi hali, hadi hayırlısı bakalım.
Bir İklim Hanım vardı Ergenekon’dan yargılanan ama sağdan sola her cepheden vurgun yedi, hatta iş linçe kadar vardı. Sonra kayboldu İklim Hanım. Şimdi de ben onunla hayatımı konuşacağım, bu çok acayip heyecan verici, benim açımdan çok özel bir durum. Şimdi bugün A’dan Z’ye beni konuşalım, zaten çok gönüllüyüm size detaylarıyla uzun uzun anlatmaya ama söz verin bir başka müsait gün de ben sizi dinlemek istiyorum.
Söz verdim tabi ki. Vermez miyim, bu kadar içten bir isteği nasıl geri çeviririm.
ELİF BUNU GERÇEKTEN DEDİ AMA BENİ YENİ TANIYAN GENÇ OKURA GEÇMİŞ MAZİMİ HATIRLATMAK OLMUYOR MU BU YAPTIĞIM, YANİ ÇOCUĞUN DEDİĞİ HER ŞEYİ YAZMA ZORUNLULUĞU YOK YAZARIN AMA YAZMIŞIM. NE YAPSAK SİLSEK Mİ BU KISMI NE DERSİN FİKRİNİ SÖYLE OKURKEN BU SATIRLARI?
Bu görüşme biraz farklı olacak, özel ve güçlü bir genç var karşımda, yaşından çok daha olgun. Benim tüm görüşmelerin tanışma faslında söylediğim kalıplaşmış kelimelerim var; biri “Bazı sorularıma şimdiki aklınla, terapi görmüş halinle değil o küçücük yaşlardaki ruh halinle cevap ver lütfen” diye rica ederim ama okuyunca anlayacaksınız ne kadar özgüvenli ve tüm kalbiyle kendini ortaya koyduğunu. Diğer kalıplaşmış kelimemi de ilk defa ben söylemeden Zahit bana söyledi; çıkış yolumuz sadece iyilik, tek isteğimiz; iyilik. Yani bağcı dövmek değil üzüm yemek derdindeyiz.
O da iyi gelsin istiyor hikâyesi okuyanlara. Acıyı değil, geçilen yolu örnek alsınlar istiyor. Çok fazla önemsiyor çocukları. Karşılıklı planladık, onun yaşam öyküsünü iki kısımda ele alacağız; terapi öncesi ve sonrası. Böyle aktarırsa çok daha verimli olacağına ikna etti beni. İşim zor, karşımda duygularını çok güzel anlatan bir genç var, kendine vakıf. Yani ıkına sıkıla irdelediğim, soru sormaya çekindiğim, geçmişi çok deşersem kırarım üzerim diye kılı kırk yardığım bir görüşme olmayacak belli. Çok araya girmeyeceğim, pazarlık etti resmen; o anlatacak, ben dinleyeceğim; anlaşmamız böyle. Bu bölümün dümeninde Zahit var, biz onun rüzgârı nereye götürürse oraya savrulacağız, sıkı tutunun, başlıyoruz.
Kolay kolay insanlarla tanışabilen biri değildim, onca berbat şey yaşamışım, gelin tanışalım, anlatayım demek imkânsızdı. Bu rahatlığa uzun zamandır yaşadıklarımı terapilerde düzenli olarak anlattığım için ulaştım. Benim için aşırı rahatsızlık veren bir duygu; taciz ve tecavüz!
- Hikâyeni özellikle sansürsüz yazmam için gönüllü hatta ısrarcı olmanın sebebini çok merak ediyorum, önce bunu açıklar mısın? Kaldı ki bunu yapmayacağım biliyorsun, konuştuk. Yani kurumlar, gerçek isimler, ikamet yerleri ve benzeri gerçekler kişisel tercihimle bu kitapta yer almıyor. Görüştüğüm insanların benden dolayı zerre kadar zarar görmesini istemediğimi ve sebeplerini uzunca konuşmuştuk, anlaştık seninle. Neydi; “bağcı dövmek değil üzüm yemek isteğimiz.”
Yeter ki bu kitaba bir faydam olsun İklim Hanım, saklanmak gizlenmek gibi bir derdim yok çünkü tecavüz olayıyla ilgili dava açıldığı için adli kayıtlara girdim. Linç yedim, aşağılandım; sırf buna tepki olsun diye her şeyi açıkça konuşmaya başladım epey zamandır çevremde. Tek derdim ihtiyacı olanlar yaşadıklarımdan pay çıkarsın.
- Tecavüz gibi korkunç bir olayın, bir de davası içinde bulunmak çok zor olmalı, genelde psikoloğa anlatmakta bile zorlanıyorsunuz, nasıl bu kadar cesur oldun?
Dava açma kısmı biraz doğaçlama gelişti aslında. Benim cesaretim değildi açıkçası, olamazdı da. Hukuk sürecinde yaşadığım adaletsizliklerden sonra kayış kopardım, cesaret sonra kendiliğinden geldi. Haksızlığa uğramanın ne olduğunu iyi bilirsiniz, haklılığın getirdiği çok sesliliğe cesaret diyor birileri, oysa insanda olması gereken bir özellik değil midir; dilsiz şeytan olmamak... Tek istediğim yaşadıklarım örnek ve ibret olsun, birileri uyansın, toplum kendiyle yüzleşsin.
- Dava açmak doğaçlama gelişti ne demek? Hiçbir şey oluşmadı kafamda bu cümlene dair, açar mısın?
Baştan anlatayım. Her zamanki gibi tartışma yaşandığım bir gün, üç beş eşya ile kendimi sokakta buldum. Ailem resmen evden attı, sokakta kaldım, sokak çocuklarının takıldığı bilinen bir yere gittim. Bir süre sonra orası tehlikeli oldu, tuhaf bir sürü insan geldi, garip garip baktılar, laf attılar, çok korktum ve polisi aradım. Ekip geldi, beni oradan aldı, çocuk şubeye götürdü; anlamsız biçimde nezarethanede geçirdim iki geceyi. Sonra yurda yerleştirmeye kalktılar ve mecburen ailemi aradılar. Bizimkiler tabi ki yine umursamıyor. Ailemden sağlıklı bir tepki görmeyen memur bana bilgi veriyor: “Seni yurda yerleştirdikten sonra, bakmakla yükümlü oldukları halde sana bakmadıkları için ailene devlet olarak biz kamu davası açacağız, hatta dilersen sen bile yüklü tazminat davası açabilirsin” şeklinde. Tabi o anlarda bu söylenenin zerre karşılığı yok bende, söylenenleri algılamadığımı net görüyorum geriye dönük baktığımda.
Ertesi gün sevk dosyamı hazırlarken son bir kere daha aramışlar ailemi ve bunları onlara da söylemişler. İşte o zaman babam apar topar gelmiş, hele “Tazminat davası” lafını duyunca gerçekten uçarak gelmiş. Sonra memur “Niye çocuğunuzu dışarıya attınız?” diye sorular sorup ifade alıyordu. Babam nasıl faka bastı bilmiyorum ama orada tüm sakladıklarını ortaya döktü. “Benim çocuğum tecavüze uğramış ve bu yüzden çok sorunlu oldu, çok kızdırıyor beni, o yüzden attım evden ve evlatlıktan reddedeceğim” dedi.
O sırada komiser, “Şu an bu söylediklerinizi tutanağa geçirmek ve kamu davasına döndürmekle yükümlüyüm” Memur babama fırça attı. “Sen çocuğunun tecavüze uğradığını sakladın, devlete bildirmedin, üstüne evden attın ve bunları ifaden alınırken ikrar ettin” dedi.
Babam şeriatçı biri; dava işine girmez, inancından dolayı devlet mahkemeleriyle hatta devletin hiçbir kurumuyla muhatap olmaz. Allah büyük işte, güya polislere beni şeytanlaştırıp kötüleyerek kendisini savunurken Rabbim ona hata yaptırdı. O an aklına kamu davası veya mahkeme ihtimali gelse asla anlatmazdı. Tecavüz olayımı ona ilk söylediğimde, kurumu şikâyet etmek bir kenara, kurumdan hesap dahi sormadılar! Bu konu hiç konuşulmadı evde, hatta aralarında karar aldılar; “Konu komşu duymayacak, hiçbir Allah’ın kulu duymayacak, ilahi adalete bırakacağız” dedi de başka bir şey demediler!
- Sen tecavüze uğradığını söyledin ve konu ev içinde kapandı öyle mi?
Evet, ama şimdi dava sürecini anlatayım, bu sorunuzun cevabı zaten kendiliğinden çıkacak ortaya.
- Peki, öyle olsun, söz verdik bir kere uslu bir dinleyici olacağımıza, susuyorum anlat istediğin gibi.
Neyse işte o gün resmi işlemler yapıldı, evraklar savcılığa, oradan mahkemeye gitti. Sonra üç defa canlandırmalı ifadem alındı. Bu kısım şahane, dikkatle dinleyin İklim Hanım, böylesini duymamışsınızdır. Ayarlarınızla oynayacağım birazcık, artık idare edin?
Belli geliyor gelmekte olan, bu çocuk aklımı alacak, hissediyorum, hadi hayırlısı.
Ev adresine gelen resmi mahkeme davetiyle çağırıyorlar, tıpış tıpış gidiyorum. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi çocuk bölümünde bir oda var, siyah camlı, filmlerde ki sorgu odalarına benzeyen boş bir oda. Camekânın arkasında kâtip, savcı ve psikiyatrist bulunuyor. Yaşadığın tecavüz olayının gerektirdiği kadar kişi getiriyorlar o boş, siyah, soğuk odaya. Bunlar bildiğiniz oyuncu, figüran kişiler; çok affedersiniz İklim Hanım, orada bana şöyle tecavüz ettiler, beni böyle becerdiler şeklinde bayağı açık, net, birebir pozisyonlarıyla göstererek detay detay anlatıyorsunuz.
Yaşadığınız o korkunç anı, bir nevi yetkililerin önünde oynuyorsunuz, yeniden fiziksel ve sözlü olarak canlandırıyorsunuz. En ince ayrıntısına kadar anlatmak zorundasınız, eğer kem küm ederseniz, sorular yükseliyor mikrofonik sesten, odaya o ses yayılıyor ansızın, yani sizin zorlandığınız ya da onların yeterli bulmadığı anlarda açık seçik sorular sorarak daha net anlatmanız bekleniyor.
Bu çok aşağılayıcı bir durum, buna rağmen çok zorlanarak bu işkenceye katlandım, verdim canlandırmalı ve sözlü ifademi.
Aradan beş ay geçti adliye kaleminden aradılar; “Sizin dosyanın içi boş, ifade kayıtlarınız yok, tekrar gelmeniz lazım”
Girdik bir yola artık dönüş yok, kaçışı da yok babamın, akıl aldığı avukat arkadaşı da “Olmuş bir hata, insanlık hali kaybolmuş işte evraklar, tekrar gitmeniz lazım” deyince. “Bu da beni bulmuş, şansıma tüküreyim” diyerek, ya sabır çeke çeke gittim. Tekrar aynı şeyler. Yetkililer geldi, figüranlar geldi, tabi ki başrol oyuncusu, büyük aktör bendeniz hazır ve nazır bulundum, sahne ışıkları yandı. Dekor hazır; soğuk, kara, büyük camlı, tozlu bir oda ve iki sandalye.
Yönetmen siyah camın arkasında, bir iki üç kayıt sesi duyuldu. Ben başladım oynamaya, Allah için bu defa figüranların hakkını yememek lazım daha bir tecrübeliydiler; sen arkama geç, sen şöyle ağzımı kapa, sen önümde dur demeden kendileri leb demeden leblebiyi anlıyordu, bayağı yardımcı oldular sağ olsunlar. Bakmayın şimdi böyle deliliğe vurmama; iğrenç detaylarıyla, dakikalarca saçma sorulara, yeniden gerçek cevaplar vererek ne kadar çöktüğümü, yorulduğumu tekrar etmeyeyim, şu an size de kıyamam. Der demez, bir de siz yormayın aktörü diyerek gülmeye başladı Zahit.
Sinirinden gülmüyor çok net bayağı gülüyor, sinirden gülümseyen benim. Öte yandan Zahidin kıkırdamasını, anlatışındaki film benzetmesini de garipsiyordum ki meseleye niye öyle yaklaştığını anladım. Çünkü bu rezil senaryoyu yedi ay sonra üçüncü kere oynaması için çağırılmanın verdiği yıkılmayla, yani çocuk artık delirmemek ya da adliyeyi yakmamak için dalgaya vurmuş durumunu.
İklim Hanım şok kelimesi yetersiz, nasıl olabilir yani devletin kurumunda yetkililer kendi düzenledikleri bir evrakı koruyamaz! Adliye içinde alınmış, yok benim dosya, sanki bir gizli el tarafından yürütülmüş. “Yasal bir dosyaya sahip çıkamıyorsanız ben ne yapabilirim” dedim ve gitmedim tekrar çağırdıklarında.
O an orada bulunan herkes günlük para alıyor bu hizmetten ama ben 8 yaşında yaşadığım o korkunç olayı yeniden, yıllar sonra tıpkı o an yaşadığım gibi anlatmak, bir nevi yaşamak zorunda bırakılıyorum. Hem de defalarca. İşkence gibi değil mi bu?
Savcının arada absürt sorularına cevap veriyorum. Kâtip böyle ekşi yüzle, o kadar tiksinerek bakıyor ki inanın o bakışı hiçbir insan unutmaz. Aşağılayıcı şeyler söyleniyor aslında, soru sormak adı altında. Bu yasal süreç iğrenç bir deneyimdi, mağdursunuz dibine kadar ama bir de hukuk tarafından da mağdur ediliyorsunuz.
Ve sürekli bu evrak kayboluyor, mahkeme kaleminin numarasından dördüncü kere aradıklarında telefonlarını bile açmadım.
İfadeler ve savcı kısmı böyleyse mahkemeye zaten hiç gitmek istemedim. Kendime bu kötülüğü yapamazdım. Avukat gitti, psikolog gitti. Şahitlik ve bilirkişilik eden psikolog ve avukat; “Hâkim senin davanda resmen sesi açık olarak telefonunda oyun oynuyordu. Yüzümüze bile bakmadı, duruşma 10 dakika bile sürmedi” dedi bana.
Bunu ben yaşamamışım gibi, sanki dizi film ya da roman kahramanıymışçasına, kendimden ayırarak algılamayı seçtim, bu normal yaşamımı bir nebze kolaylaştırıyordu. “O anı yaşayan ben değildim” gibi inandırdım yıllarca kendimi. Ben zaten o mahkeme kısmını da hiç yaşamamış saymak istediğim için en son duruşmaya gitmedim, dosyamı bile almadım.
Dava sürecini de hiç takip etmedim; ne oldu, ne bitti, babama bir geri bildirim oldu mu mahkemeden bilmiyorum. Ben reşit değildim, ailem de bu süreçten kendini tamamen soyutladı. Allah biliyor ya bu dosyanın sürekli kaybolması, mahkemenin önemsiz bir alacak verecek davasına bakar gibi olan tutumu ve bu kadar uzun yıl alması zaten içime kurt düşürmüştü. “Babamla tecavüzcülerim birlik olup davanın gidişine etki etmiştir” noktasına kadar gelince paranoyalarım pes ettim, etmesem kaç yazardı. O dakikadan sonra süreçle ilgili tek eylemim, eylemsizlik oldu.
“Anksiyete” ya da “huzursuz bağırsak sendromu”nu bilirsiniz, sanki roller coaster’a bindiğinizde içiniz çekilir gibi olur ya, işte o hissin fiziksel olarak hiç bitmediğini hissedin, sürekli iç organlarınız çekiliyormuş gibi yaşadım o süreçte.
Sekiz yaşında cinselliğin C’si hakkında bir bilgim, bir keşfim yoktu, şartlar gereği olamazdı zaten. Şeriatçı bir ailede bu konulardan zerre haberdar olamazsınız. Duyduğum, gördüğüm, hissettiğim bir konu değildi. Sıfır his, sıfır eğitim, sıfır bilgi.
Dehşet vericiydi, o gün bunu algılamam mümkün değildi. Grup mastürbasyonuna dönüşen, ancak fuhuş çetelerinin yapabileceği bir şeydi o günlerde yaşadıklarım, bugün bakınca geriye görünen tablo bu.
- Zahit, ailenden başlamalıydık ama kaptırdın gitti. Seni özgür bırakacaktım, çok fazla soru sormayacaktım ama bence burada gerçekten bir aile özeti yapmanın zamanı geldi, en azından benim seni daha iyi anlayabilmem için.
Eyvallah İklim Hanım, uyar oğluyuz, sizi kıran taş olur.
Kendi içinde boğulan baskın bir anneyle, içine kapanık ve depresyondan hiç çıkamayan, kendi çapında baskın, sinirli, öfke patlamaları yaşayan bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. İkisi de ülkemizde iyi bilinen, güzide üniversiteden mezun birer mühendis.
Annem yönetmeye çok alışmış ve olaylar kontrolünün dışına çıktığında çok sinirlenen bir insan, bize göre fazla mükemmeliyetçi ve uçlardaydı, ona göre ise tam olması gerektiği gibi bir anneydi. Babama karşı kendini hiç korumayan kadın, bana gelince panter kesilirdi. Annem sürekli mutlu etmek istediğim bir insandı, uydusuydum onun, oksijen maskemdi.
Sekiz yaşıma kadar evin tek çocuğuydum, gözler üzerimdeydi. Babamla hiç sağlıklı bir iletişimim olmadı; ya şiddet uygular, ya da sessiz sedasız etrafta gezerdi. Ben hep annemleydim. Saatlerce konuşurdum, o yemek yaparken, ev işi yaparken etrafında oynardım. Akşamları babam işten eve gelince annemin içine giresim gelirdi, babamdan saklanmak için, yok olmak için. Kızardım ona, bir nevi gelip de annemi benden alıyormuş gibi hissederdim, öte yandan çocuk kitapları okur, babası ile balığa çıkan çocukları kıskanırdım. Dışarıya çıktığımızda nerede ebeveynleri ile mutlu mutlu oyun oynayan bir çocuk görsem kıskanırdım. Yalnızdım, bir tek iletişim kurduğum insan annem ve babaannemdi. Aslında annemle iletişimim tek taraflıydı. Ben konuşurken o dinler ama hiç müdahil olmazdı. Resim yapardım, çevremizdekiler resim yeteneğime hayran kalırlardı.