İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 72 73 [74] 75 76 ... 89
1096
Psikoloji / Paranoid Kişilik
« : 06 Eylül 2011, 03:09:08 ös »
Paranoid Kişilik Bozukluğu

Paranoid Kişilik Bozukluğu, çocukluk veya ergenlik döneminde başlayıp kişinin hayatına yayılan bir kişilik bozukluğudur. Paranoid kişilik bozukluğuna sahip kişilerin gösterdiği en temel özel özellik “güvensizliktir”. İnsan ilişkilerinde mantıklı akıl yürütme yollarıyla aksi iddia edilemeyecek bir güvensizlik yaşarlar. Mantıklı düşünce örüntüleri ve gerçeklik algıları yıkıma uğramış, başkalarının kendilerine zarar vereceği yönünde güçlü paranoyalar geliştirmişlerdir. Bu paranoyalar, kendilerini korumak adına tercih ettikleri yalnızlığı daha belirgin kılar, sosyalleşme sürecinde tehdit edici bir unsur halini alır. Paranoyalar sağlıklı insanların da zaman zaman şüpheci yaklaşımlarından kaynaklı sahip olabileceği düşünce kalıplarıyken,  paranoid kişilik bozukluğu olan bireylerin paranoyaları günlük hayatın işlevini ve kalitesini bozacak derecede yoğundur. Bu durum paranoid durum olarak adlandırılır ve kişilik bozukluğu tanısında odak noktasıdır.

Paranoid Kişilik Bozukluğu - DSM IV Tanı Ölçütleri

Paranoid Kişilik Bozukluğu (Paranoid Personality Disorder), aşağıdakilerden en az dördünün olduğu ,genç erişkinlik döneminde başlayan ,başkalarının davranışlarını kötü niyetli şeklinde yorumlayıp, devamlı olarak güvensizlik ve kuşku duyma halidir.

1-Yeterli bir temele dayanmaksızın başkalarının kendisini sömürdüğünden , aldattığından ya da kendisine zarar verdiğinden kuşkulanır.
2-Dostlarının ya da is arkadaşlarının kendisine olan bağlılığı ya da güvenilirliği üzerine yersiz kuşkuları vardır.
3-Söylediklerinin kendisine karsı kotu niyetle kullanılacağından yersiz yere korktuğundan dolayı sır vermek istemez.
4-Sıradan sözlerden ya da olaylardan aşağılandığı ya da gözdağı verildiği biçiminde anlamlar çıkartır.
5-Devamlı kin tutar, haksızlıkları, görmezden gelinmeyi ya da onur kırıcı davranışları affetmez.
6-Başkalarınca hissedilmeyen ama kendisince algılanan , karakterine ya da saygınlığına saldırıldığı şeklinde bir yargıya vararak, öfke ya da karşı saldırı ile birden tepki gösterir.
7-Haksiz yere, eşinin ya da arkadaşının sadakatsizliğiyle ilgili kuşkulara kapılır.

Paranoid Kişilik Bozukluğu olan insanların genel tutumları incelendiğinde, iş arkadaşlarının ve yakın arkadaşlarının kendilerine bağlılığı konusunda sürekli şüphe halindedirler. Bu yüzden samimiyet kurmaktan uzak dururlar. Samimi ilişkiler kurduklarında;  bu ilişkideki paylaşımların gelecekte kendilerine koz olarak kullanılacağını düşünürler. Kendilerine yöneltilen kişisel sorulardan hoşlanmazlar, mahremiyet alanları oldukça geniş algılanırlar. Eşlerine, sevgililerine yönelik geliştirdikleri güvensizlik onları sürekli kontrol etme isteği yönünde ortaya çıkar. İkili ilişkilerde sadakatsizliğe uğrama korkuları oldukça fazladır. Bu yüzden çoğu yalnız kalmayı tercih ederler. Eleştiriye aşırı duyarlı oldukları halde insanları eleştirme eğilimleri yüksektir. Suçlanmayı kabul etmezler, suçlamalarda kolayca bulunabilirler. Bu yönleriyle değerlendirildiğinde kullandıkları mekanizma projeksiyon savunma mekanizmasıdır.

Ayırıcı Tanı

Paranoid kişilik bozukluğunda hezeyanlar, halisünasyonlar ve formal düşünce bozukluğu yoktur. Bu yüzden paranoid şizofreniden ayırt edilebilir.

Epidemiyoloji

Bu kişilik bozukluğu toplumun yaklaşık % 0.5- 2.5’inde görülür. Bozukluk erkeklerde kadınlara oranla daha fazladır.

Tedavisi

Durumunu inkar etme ve direnç gösterme söz konusu olduğundan paranoid kişilik bozukluğu olan hastalar bir uzmana başvurmazlar. Kişilik bozukluklarının tedavisi oldukça zordur. Farmakolojik tedavi kişilik bozukluğu tedavisinde ikincil tedavi yöntemidir. En temek ve birincil yöntem psikoterapidir. Fakat kişinin terapiye katılımı kişiye eşlik eden paranoya ve kaygılardan dolayı düşüktür. Tedavi konusunda kötü bir tablo karşımıza çıkmış olsa bile komorbiditesi olan Majör Depresyon, Obsesif- Kompusif Bozukluk gibi bozukluklar tedavinin odağı haline getirilebilir.

Ve son söz Freud’un:

“Güç ve güveni hep dışımda aradım. Ama bunlar insanın içinden gelir. Ve her zaman oradadırlar.”

1097
Somalili çocukların organları böyle çalınıyor!

Somalili çocukların organları çalınıyor! Her uçak en az dört “organ çantası” ile kalkıyor, BM izliyor.
 
 
 
 
 
Tarih 19 Ağustos... Saat 10: 10 ile 10: 15 arası... Bu fotoğraflar Somalili mültecilerin yaşadığı BM kamplarında çekildi. Havalimanında titizlikle korunan 4 soğutucu çantanın içinde ne vardı? Araçların arkasına gizlenen çantaların fotoğraflandığını gören BM çalışanları panikliyor.

Dadaab kampında çadırlar arasında dolaşırken bir babanın “Çocuğumu hastaneye gönderemem, zaten birini gönderdim cesedi çıktı, diğerine kıyamam” sözleri adeta beynimde şimşeklerin çakmasına neden olmuştu.

Yapılacak iş hastaneleri ziyaret etmekti. Öyle de yaptım. İlk durak Degahley'deki MSF'nin (Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü) hastanesinden işe başladım. Kapı etten duvar. Bir dayak yemediğim kalıyor. MSF'nin merkezine yöneliyorum. Tüyleri yeni bitmiş bir delikanlıya hastaneyi ziyaret etmek istediğimi ancak muvaffak olamadığımı anlatıyorum. Onun tepkisi hastanedekilere rahmet okutturacak cinsten; “Bana bak biz burada oyun oynamıyoruz. Safari de yapmıyoruz. Ciddi işler yapıyoruz. Öyle her aklı esen hastaneye giremez.” “Yanımdaki doktor girsin” teklifimi de reddediyor, BM'yi adres gösteriyor. Bizim hastanede neyi görmemizden endişe ediyordu. Dünyanın neresinde bir doktor ya da gazetecinin hastaneye girmesi kimi ne şekilde rahatsız edebilirdi. Bu defa BM temsilcisine bir haber uçuruyoruz. Biz hastaneleri ziyaret etmek istiyoruz. Eğer giremezsek...


ÇANTALARI SAKLADILAR

Bir gün sonra 12.00'de Hagadera'daki hastanedeyiz. Bildiğiniz görüntüler. Paspaslı amcalar işbaşında. Morgu görme talebimiz reddediliyor. 15 dakika sonra kapının önündeyiz. Bu defa BM'nin hastanelerindeki bu tip olayları araştırmaya başlıyorum. Sağolsun Google bu konuda oldukça cömert ve müzevir... Sıralamaya başlıyor. “Kosova'da organ kaçakçılığı, BM soruşturma izni vermiyor”, “Irak'ta organ kaçakçılığı arttı”, “Haiti'de BM görevlilerinin organ kaçakçılığı yaptığı anlaşıldı”, “Somali'de 1993 yılında Mogadişu havalimanına inen 18 doktor organ kaçakçılığı yaptıkları gerekçesiyle kurşunlanarak öldürüldü”, “Pakistan'da BM görevlileri saldırıya uğradı”.... örnekler birbirini takip ediyor.

Bulunduğum yerin çok yakınında BM'ye ait bir havalimanı var. Uçakların biri iniyor diğeri kalkıyor. Kamptaki mevzumuz yine aynı konu. O arada Avrupa Birliği İnsani Yardım uçağı kampın üzerinde alçalmaya başlıyor. Ardından bir başka uçak daha. Kamptakilerden biri, “İşte uçak iniyor. Gidin havalimanına bakın kargo uçağı değil” diyor.

Gidelim bakalım... Uçağın inişi ile birlikte 6 arazi aracı uçağın kuyruk kısmına yanaşıyor. Ömrümün çoğu havalimanlarında geçti. Çalışan bir uçağın motor kısmına aracın park ettiğini görmedim. Elimdeki iki fotoğraf makinesini de hazır hale getiriyorum. Araçların kapılarının açılıp yolcuların uçağa binme hazırlıkları ile birlikte an be an fotoğraflamaya başlıyorum. Tarih 19/08/2011 saat 10:10 ile 10:15. Ellerde kırmızı, mavi çantalar. Hepsi de soğutucu çantalar. Köy minibüsü olsa diyeceğim ki içinde soğuk su, kola falan var. Ama uçakta hepsinden istemediğin kadar zaten var. Aşı da olamaz. Zira aşılar bu çantalarla taşınmıyor. (Fotoğrafları ilgili yerlere gösterip onay aldığım için bu kadar net yazabiliyorum) Fark edilmem uzun sürmüyor. Perdeleme başlıyor. İki çanta araçlardan birinin arkasına gizleniyor. Diğerleri ise kalabalığın arasında kayboluyor. Arka tarafa dolaşıyorum. Tel örgülerin, çalıların arasından üç dört kare fotoğraf alıyorum. UN'nin aracı ile adeta saklambaç oynamaya başlıyoruz. El kol hareketleri işin tadını kaçırıyor. Araca biniyorum. Bu defa tel örgünün bir tarafından onlar bir tarafından biz parelel şekilde hareket ediyoruz. Şoför durumu fark edince onlar havalimanının içinden çıkamadan kaçmaya başlıyor. Makinelerdeki disketleri çıkarıp aracın muhtelif yerlerine gizliyoruz. Dadaab'ın tozlu sokaklarında izimizi kaybettirmeyi başarıyoruz.

KORKUDAN KONUŞAMIYORLAR

Akşam saatlerinde kamplara haber gönderiyorum. Böyle bir fotoğraf aldık, endişelerimiz var. Sizlere birtakım sorular sormak istiyorum diyorum. Sabah birkaç kişi geliyor. Fotoğraf ve görüntü almamak kaydıyla konuşmaya razı oluyorlar. Ş.Y., “Hastanenin morgunda bir yakınımızın cenazesini gördüm. Göğüs kafesinden göbeğine kadar, göbeğinden de iki yana 15-20 santimlik yarık vardı. Doktorlara sordum, 'doku örneği aldık' dediler. Sonra cesedi kefenleyip verdiler” diyor. Bir başka kişi ise “cenazelerimizi biz yıkamak istiyoruz vermiyorlar. Adeta paketleyip teslim ediyorlar” diyor. Morgdan fotoğraf alabilir misiniz? teklifime ise korku dolu bir cevap veriyorlar. “Maalesef yapamayız. Bu işin açığa çıkması halinde burada en iyi ihtimalle barındırılmayacaklarını söylüyorlar. Hasteneden bir doktora ulaşıyorum, o da konuşamayacağını belirterek, “Ben bir şey görmedim, duymadım bilmiyorum. Başkaları ile konuş” diyor. Başkaları ile de konuşuyorum. Hepsi aynı cümleleri kuruyor.

Şimdi birilerinin Nairobi-Dadaab arasında günde birkaç sefer yapan küçük uçakların ne taşıdığını incelemesi ve yolcuların profilini ve nerelerde çalıştıklarını ortaya dökmesi gerekiyor. Yoksa cevap bekleyen soruların ve BM'ye yönelik ithamların ardı arkası kesilmeyecek!

BM havaalanına her gün, organ taşıdığı tahmin edilen özel jetlerin biri iniyor biri kalkıyor...

İŞTE CEVAP BEKLEYEN SORULAR

Kamplarda görünmeyen bu kadar insan üstelik de günde birkaç küçük uçağın geldiği havalimanını hangi amaçla kullanıyor?

Soğutucu özelliği olan çantalarla organ değilse ne taşınıyor? Ya da içinde bir şey olmayan çanta niye gizleniyor?
 Çantaların fotoğraflanması kimi niye rahatsız ediyor?

Hastanelere giden cesetlerden hangi amaçla doku örneği alınıyor. Bu örnekler nerede kullanılıyor?

Bir doktor ya da gazetecinin hastaneye girmesi niye engelleniyor?

21 yıldır var olan üstelik de dünyanın en büyük mülteci kampı olarak bilinen bir mekandaki sağlık istatistikleri niye yayınlanmıyor?

Cenazeler niye kefenlenmeden sahiplerine teslim edilmiyor?

Hastaneler neden bazı doktor örgütlerinin haricinde başka doktorlar tarafından işletilemiyor?
 Neden BM'nin girdiği her bölgede bu tip olaylar oluyor ve her seferinde soruşturulmasına izin verilmiyor?

Kargo uçağı inmesi gereken alana neden küçük uçaklar iniyor?

Neden UNICEF çocuk ölümlerini mercek altına almıyor?

Bugüne kadar hastanelere giden ve tedavi edildikten sonra taburcu edilen kaç hasta var? Kaç hasta hayatını kaybetti? Ne gibi operasyonlar yapıldı?

Neden kriz bölgesi Somali olmasına rağmen açlıktan ölmek üzere olan insanlar 300-550 kilometre arası yolu yürüyerek Kenya'daki bu kamplara ulaşmak zorunda?

Dünyanın her yerinde savaşta dahil olmak üzere doktorlar dokunulmazlık zırhına sahipken bu insanlar neden Somali yerine Kenya'da faaliyet gösteriyorlar.

Havalimanındaki o araçlar hangi örgütlere ait?

Türkiye

 


1098
EŞCİNSELLİK DEĞİŞTİRİLEBİLİR .‏

 
1.5 sene öncesine kadar bende bir eşcinseldim . Yani hiçbir zaman kabullenemedğim hislerim ve yönelimlerim vardı . Herşeyin kökeni aslında küçük yaşlarda yaşanılan olaylara dayanıyor . 23 yaşında bir ünvste mezunuyum . . Çocukluğum büyük bir aile içerisinde kadınların arasında geçti diyebilirim . Evde tek erkek çocuğu bendim . Abim veya evin içinde benden başta herhangi bir erkekte yoktu . Benle ilgilenmeyen , beni kucağına almayan , parka götürmeyen  bir babanın daha doğrusu Şam babasını erkekten saymazsak tabi .Geniş bir ailede kızlarla beraber büyüdüm , 5 yaşından beri kızlarla , onların bebekleriyle oynadım . Küçükken kadın bedenine özendiğimi , makyaj yapma arzusu taşıdığımı , kadın gibi yürüyüp , kadın gibi konuşmaya özendiğimi gayet net olarak hatırlıyorum . Bu tabi benim suçum değil . Çevremde rol olarak kendisini örnek alacak bir erkek göremeyince erkek çocuk otomatik olarak çevresindeki kadınları örnek alıyor , bu anne veya kızkardeşte olabiliyor . Küçükken bana erkek olduğumu hissettirecek , yani erkeksi kimliğimi geliştirecek bir aktivitede bulunduğumu hatırlamıyorum . Sokaktaki çocuklar top oynarken ben onları çok vahşi ve kaba yaratıklar olarak algılardım , onlara bir yandan benden güçlü oldukları için öfke duyardım , bir yandan da hayran kalırdım . Kişi kendi zıddına aşık olur , kız gibi büyüyen , erkeksi paylaşımları 0 ın altında olan bir çocuktan kızlardan hoşlanmasını beklemek hayal ötesi bir durum . Çocuk yaşlarda çevremdekiler tarafından ''kız gibi bir çocuk'' olarak algılandığım ve bana bu yakıştırmanın etkisiyle geçirdiğim ve giderek artan bunalımlarda cabası . Kadınları rol model alma , baba figüründen yoksunluğun üzerine birde 8 yaşlarında 20 yaşlarındaki bir gencin tacizine uğradım , bunu korkumdan ve etraf ne der diye kimseyede söyleyemedim . Tacizden sonra içime kapandığımı ve dışarı çıkmak istemediğimi hatırlıyorum . Tüm bu travmaların etkisiyle ergenlik çağına girdim . Çok fazla utangaçdım , toplum içerisinde  kendimi hiçbir zaman net olarak ifade edemedim okul çağlarında . En basit bir konuyu topluluk önünde ifade ederken bile kızarır , renkten renge girerdim . Okul çağlarında tüm erkekler bilirki kavga mutlaka olur , mutlaka en sakin çocuklar bile birbirine girer . Ben hiçbir zaman bir kere bile kavga ettiğimi hatırlamam . Kavga ederken bir yerim incinecek ve sakat kalcam diye o kadar korkardımki ve küçük yaşlarda futbol oynarken gözümde güçlü olan erkek figürü , bu seferde kavga ederken benim gözümde güçlüydü . Hem güçlü ve sempatik hemde alabildiğine itici tabiki . Okulda beden derslerinden nefret ederdim , malum beden eğitimi derslerinde erkekler futbola , kızlar voleybola , ben ise cesaret edip futbol oynamaya kalksam elim ayağım birbirine dolaşacak gibi gelirdi . O kadar özgüvensizdimki erkeklerle dostluk kuramazdım , kurduğum nadir erkeklere de kadınsı yönümü gösterirdim ve onları koruyucum ilan ederdim , onların beni bir kız gibi koruyup kollaması , sarıp sarmalaması öyle hoşuma giderdiki anlatamam . Çünkü psikolojik olarak erkeklikle ne kadar alakam vardı tartışılır .
 
 
Ergenlik çağına girdiğimde cinsel arzularım iyice artmıştı , derslerimi hiçbir zaman aksatmadım , okulumu başarılı bir dereceyle bitirdim . Ama bir yandan da pornoya yöneldim , internette gay pornoları izlemek tek eğlencem haline gelmişti . Yine msn ve sohbet siteleri üzerinden kurulan arkadaşlıklar birbirini izledi . En başlarda utangaçlığmın ve biri görürde ne olur halim korkularının verdiği tutukluk , cinsel arzuların artmasıyla yerini buluşmalara bırakmıştı 18-19 yaşlarında . Derken birkaç yılım ''aşk'' ve ilgi arayışıyla geçti . Ne kadar cinsel dürtülerim yoğunlukta olsada esas istediğim şey beni sarıp sarmalayacak , yalnızlığımı , beceriksizliğimi , ezikliğimi ve zayıflığımı unutturacak güçlü bir erkek figürüydü . Aslında o güçlü erkek benmişim , ta kendimmiş . Ben diğer erkekler kadar değil , hatta birçok erkekten de daha erkekmişim bunu tabi psikolojik terapiler sürecinde anlıyosun ve o sahte benliğinden ve ezik yanından sıyrılıyorsun . 22 yaşlarımda artık eşcinsel yaşam beni o kadar bunaltmıştı . Bu doğuştan gelen bir durummuydu ? Öyleyse neden ben ? Bula bula benimi buldu , banamı layık görmüştü Allah bu hastalığı ? Benim ona ne zararım dokunmuştu . İnternet elimin altındaydı , bu konuyla ilgili pekçok iddia vardı kimi sözde psikolog ve uzmanlar bunun doğuştan gelen bir durum olduğunu savunuyorlardı . Oysaki eşcinselliğin geni yoktu . Genlerden yana emindim . Sonra hormonlarımı ölçtürdüm , hormonlarım gayet sağlıklı ve normal bir erkekten bile daha dengeli çıktı ? Öyleyse geriye tek bir seçenek kalıyordu . Sorun psikolojik . Tedavimi Hüseyin Kaçın beye yaptırmadım . Ama ona ve forumuna çok güvendim siteyi (www.escinselterapi.net) inceleyince . Tedavimi başka bir dernekte kadın bir cinsel terapiste yaptırdım . Allah ondan razı olsun diyebilirim , bana maddi olarak ve anlayış olarak kimsenin göstermeyeceği kolaylıkları gösterdi . Önce neden eşcinselim sorusunu sorduk beraber ve bunu keşfettik . Ben ilk gittiğimde çok depresyondaydım ve intiharı düşünüyodum sürekli . Önce kendimle barışmayı öğrendim , depresyondan çıktım ve sosyal fobiyle ilgili terapiler gördüm . Bu 4 ayı geçkin sürdü . Daha sonra psikologumun davranışçı terapi , hipnoz terapi ve fantazi çalışmaları gibi birçok teknik uyguladıkları bir süreç geçirdim . İlk 6 ay her hafta gittim , 6 ay sonunda epey bir değiştim , hemcinslerime ilgim devam ediyordu ama karşı cinsede büyük bir ilgi duyuyordum . Daha yürümem gereken yolum vardı . 6 ay sonrası kimi zaman 15 günde bir kimi zaman ayda 1 uzmanımın önerdiği gibi terapilere gelerek büyük bir değişim geçirdim . Anladımki ben aslında hiçbir zaman eşcinsel değilmişim , zaten benim durumumda olanlara yalancı eşcinsel deniliyormuş . Bunun gibi bilgiler edildim. Terapi süreci bıyunca eşcinselikle ilgili pek çok şey öğrendim .  Mesela kendimi yalnız hissettiğim anlarda uzmanımın bana yüzde 12 i eşcinsel var Türkiyede demesi beni umutlandırıp yalnız olmadığımı hissettirmişti . Gençlere tavsiyem doğuştan diyenlere kulak asmayın . Bu gelişimsel bir problem aşabilirsiniz inandıktan ve istedikten sonra herşey kolay . Kendi tercih etmediğiniz birşey için acı çekmeyin , ana babamızın yaptığı hataların sonucu bazen böyle ağır olabiliyor ama değişim mümkün . Ben tedavi ücretim için işe girdim , çalıştım , insan başlarda parayı bahane ediyor ama inanınki istedikten sonra parayı da hallediyorsunuz . Şimdi huzurlu ve mutluyum . Kız arkadaşım var, bazen onu aldatmamak için kendimi zor tuttuğumu hissediyorum o kadar ki kızlara ilgim var . Erkeklere olan ilgimi sorarsanız , daha önce bir erkek gördümmü altüst olurdum . Şimdi hiçbir erkekle kafamda cinsel fantazi kuramıyorum , zevk almıyorum , hayal etmiyorum . Sadece yakışıklı bir erkek görünce sevimli geliyor ama cinsel açıdan arzulayamıyorum . Bu sevimli gelmesi de sadece geçmişten kalan bir alışkanlık .  Değişim gerçekten mümkün inanın , isteyin ve yılmadan yürüyün , yürüyün , yürüyün ve cinsel kimliğinizi bir ödül gibi çekip alın .
 

1099
Hastalıklara sebep olan beslenme alışkanlıklarımız

5 MART 2011’de Kansere Umut Vakfı’nın
İstanbul Sultangazi’de
“KANSERE SEBEP OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ”
konusunda düzenlediği toplantıda
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.



Karaciğer yağlanması, Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap. Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza. Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor. Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan. Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır. 30 gram, 8 kesme şekeri yapar. Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok. Ama karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser. O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.


- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım. Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır. Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar. Peki oksitleyen ne? Şeker. Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur. Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor. Bugün yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar. O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?

- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.

- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?

- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,

- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım. O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor. Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda. Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz.

Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor.

Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor. Yani musluk suyu için Allah aşkına.

- Arıtıcılar hocam?

- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için. Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir. İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?

- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?

- Evet polipropilen

- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.

- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.

1100
Eşcinsellik tedavi edilebilir bir hastalık mı?

    "Eşcinsel olmayı kabul etmek demek; size çocuk yaşta cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir."

 

Sitede daha önce yazdığım yazılara bakınca gülmekten öte önce sinirlenirdim;Bana ait olduğunu kabullenemezdim,şimdi bakıyorum o yazılara da kaygılı bir çocuğun dışlanmışlığını hissettiren basit yazılar.Bu yazımda da çok farklı bir şey yazmayacağım ama bir şeyler eksik kalacak telaşım yok,rahat rahat yazabiliyorum duygularımı...

 

Eşcinselliğin psikolojik cinsel bir sapma olduğunu destekleyen bir örnek benim hayatım

Hayatımı daha ayrıntılı anlatmak ve net bir tablo çıkarmak benim de işime gelir;zira kafama taktığım bir sorunu çözümleyemeden üstünden geçersem ben de problem yaratıyor

 

Ben 8 çocuklu bir ailenin en küçük ferdi olarak dünyaya geldim;kalabalık bir aileydik 4 kız 4 erkek anne baba ve büyükaanne olarak.Güneydoğunun güzel bir şehrinde ve ama problemli bir ailede dünyaya gelmiştim.Olacakları Allah biliyordu ya!

 

Babam, ben ilk okulu bitirene kadar şehir dışında çalıştı,bu yüzden babamla çocukluğuma dair tek bir anım yoktur.Arada seferden döndüğünde çeşitli oyuncaklar alır bizi bu şekilde tatmin etmeye çalışırdı ama abim babamın getirdiği oyuncaklar yüzünden bile benimle rekabete girerdi;onca kavgadan sonra hep onun dediği olurdu,bu tartışmalardan sonra tuhaf olan şey ağabeyimle ben konuşmadığımız halde o önce konuşmaya başlar ve hiç bir şey olmamış gibi davranırdı.Bu durum benim çok zoruma giderdi.”Nasıl olur da hiçbir şey olmamış gibi davranır” derdim kendime hep.Onunla kavgalarımız ben üniversiteye başlayana kadar devam etti,o yine pervasız halini devam ettirdi.Gerçi onun bu kadar kızgın ve şiddet yanlısı olmasının sebebi küçükken geçirmiş olduğu menenjitten kaynaklanıyor ve tabi annemim onu sürekli bu endişesinden dolayı şımartmasından.Misafir çocuklarını ısıran gelin görün kardeşine ne yapar.

 

Ben ilk okul 1.sınıfa başladığımda öğretmen ailemi çağırmış ve bir sene daha beklememi söylemiş;boyum o zamanlar çok kısa olduğunda öğretmen ezildiğimi ve diğer çocuklar tarafından dışlandığımı söylemiş her neyse ben 1.sınfın 1 dönemini bitirip ayrıldım okuldan.

 

Aynı sene başka bir şehre taşındık.7 yaşına ayak basmıştım.Geldiğimiz bu şehirde de pek huzur bulamadık açıkcası.Annem o sene çok ciddi migren krizlerine giriyordu,ben o telaşlı halimle annem ha öldü ha ölecek diye korkudan tir tir titrerdim.Annem çok yere başvurduysa da çare bulamadı;bu hastalığının babama olan öfke ve nefretinden kaynaklandığını bir tek bilen ben değildim elbet ama o bu nefretinden hala vazgeçmiş değil,Hani benim de umrumda değil.Onların evliliklerinden bu yana süren 30 yıllık kavgaları herkesi canından bezdirmişti.Son kavgalarında ben patlayınca daha kavga etmemişlerdi;galiba üzülmüşler!!!

 

Yıllardır sessiz sedasız okulunu,derslerini ve masumane(!) sevdiği öğretmenlerini anlatmaktan başka hiçbir sorun yaratmayan bu çocuğa ne olmuştu da bu cinnete benzer bir tavır sergilemişti o son kavgada?

 

Ben 7 yaşını bitirirken şehirden ayrılıyorduk,memlekete dönecektik.Bu memlekette başlayan içe çekilme kendi memleketimde de devam edecekti.Daha dün gibi hatırlarım,gittiğimiz bu memlekette bazı arkadaşlar saçım uzun olduğundan kız mısın erkek misin diye sorarlardı.Ben cevaptan ziyade sorunun şaşkınlığından ne diyeceğimi bilemezdim.

 

Babamın yoğun ısrarlarıyla tekrar memlekete dönmüştük.İlk okul ikinci sınıfa başlamıştım.Hayat fena gitmiyordu anne babam dinmek bilmeyen kavgalarına rağmen;alıştık diyorduk.Bir küsüp bir barışıyorlar;ya annem evden ayrılıyor ya babam;ama eni sonu akrabalar araya girer tekrar bir araya gelirlerdi.Akraba demişken bahsetmeden geçemeyeceğim.Ben bu yaşıma kadar akrabalarımın varlığını hiç hissetmedim;aile ilişkilerimize destek olmaktan ziyade köstek olurlardı.Akraba değil akrep derler ya aynen doğru.

Anne babamı da çok suçlayamam,onlarda istemedikleri bir evlilik yapmışlar.Annem daha 15,babam 17 yaşındayken evlenmişler,Annemin babası da annemden nefret edermiş,babamda baba görmemiş.Buralar da böyle olaylar sıradan aslında.

 

Ben 8 yaşın verdiği çocukluk heyecanıyla sürekli sokakta arkadaşlarla oynardım gece yarılarına  kadar.Derslerim de çok iyiydi,zeki bir çocuktum,ilk okul 5 e kadar sürekli 5 lerle doluydu karnem.Sokak gezmelerim çok olunca haliyle üstüm başım çok kirlenirdi,sıklıkla banyoya girerdim,annem,ablam ve bazen yengem yıkardı beni.Yıkanırken kadınların benim vücudum ve cinsel organımla dalga geçmeleri sık yaşadığım bir durumdu.

 

Ben hayatım boyunca unutamayacağım acı tecrübeyi yine bu hiç sevmediğim mekanda yaşadım.Geçenlerde vizyona giren bir filmde geçen sözün ıspatıydı yaşadığım.”İnsanlar yaptıklarınızı unutabilir ama hissettirdiklerinizi asla”. Diyordu film,öyle de oldu.Evlatlarını başı boş sevgisiz ,ilgisiz bırakan,para sevdasından başka derdi olmayan,hır gür etmekten çocuklarının halini hatrını sormayan bir anne babanın 2.erkek evladı 4.erkek evladı üzerinde cinsel hakimiyet kurmuş ve beni korkularımın yaratacağı  hayal dünyasına itmişti.İlginç bir şeye dikkat çekmek isterim.O yaşta bir çocuk babasının yani erkeksi gücün rekabeti yerine abisiyle cinsel bir rekabete girmiştir.Bu dengenin değişmesi eşcinselliği tetikleyen en önemli unsur.Çoğu eşcinsel bu kritik virajdan geçmiştir fakat hatırlayamaz çünkü bu tür taciz ve tecavüzler bir tür kendini suçlama psikolojine bürünüyor.Yani bize zarar veren şahıs yerine “bu benim hatam” diyip kendi içimize çekiliyoruz.Abime karşı yıllarca hiç nefret beslemedim,besleyemedim;olmadı,elimde değildi;olağan bir şey gibiydi,sanki her evde yaşanacak bir hadise gibiydi,bu tür şeyler herkesin başına gelirdi ve ben susmalıyım,kaderime razı olmalıyım.Hala hata onda diyemiyorum tam anlamıyla.

 

Yaşadığım bununla sınırlı değil.Aile içinde çok sayıda psikolojik problemi olan kardeşlerim vardı,abim ve  ablam uzun yıllar bizi panik atak krizleriyle hop oturup hop kaldırmıştı,gece yarısı gelen ambulanslar beni öyle tedirgin ederdi ki.Yine birgün ortaokul yıllarındayken anne babamın akrabalar arası kavgadan mahkemeye kadar gidecek bir tartışmasının ortasında kalmıştım.Annem ve diğer kardeşlerim evden ayrılmışlardı,ben babam ve benden büyük ablam kalmıştık.Babam biz evde yokken misafirliğe gitmiş,annem de iki büyük ağabeyimi doldurarak babamı dövmeleri için ikna etmiş,misafirlikten bize telefon gelince ablam çığlığı koparmış ve ben belki korkuyla büyüyen hayal dünyamı daha bir derine gömmüştüm.Abilerim babamı dövmüş haberini alınca benim için babamın fethedilmeye ve rekabete girilecek bir yanı kalmamıştı;O zaten baştan kaybetmişti.Burada ilginç bir detayı yine belirtmek isterim,ben bu dönemlerde heteroseksüel eğilimler göstermeye yeni yeni başlamıştım ama bu olaylardan sonra o eğilim yerini homoseksüel eğilimlere bıraktı

 

Bu olayda yine akrabaların araya girmesiyle son bulmuştu.Yıllarca birbirine surat asan ,kavga etti edecek bir halde pusuda bekleyen bir ailenin en küçük ferdiydim ben, alıngandım ya da bu hale  geldim.8.sınıf bitmiş sbs sınavlarına girmiştim yine aynı ilde iyi bir Anadolu öğretmen lisesini kazanmıştım.

 

Depresyonla o yaz tanışmıştım.Yoğun stres altından kalkmak için nur cemaatlerin birine takılmaya karar vermiştim.Şehir dışında bir okuma programı ayarlanmıştı ;ben de gitmek istemiştim.Programın başında bulunan kişi bir vakıf(evlenmeyen ve kendini dine adıyan kişi)abi! idi.Daha ilk gittiğimde tuhaf tuhaf tavırları vardı.İnsanlara sarkıntılık ettiği bilindiği halde yine de ses çıkarılmıyormuş,bunu sonradan öğrendim.Bu vakıf herif,gittiğimiz medrese de ben uyurken (-ki aslında uyumuyordum) beni taciz etmişti,daha sonra birkaç hareketi daha oldu,sonra ayrıldım zaten ordan.

 

Lisede derslerim yine iyiydi.Gülen cemaatine takılıyordum;onların dershanelerinde  uzun dönem kaldım.Kendime baba adayı bulma telaşım bu kurumlarda daha yoğun bir hal almıştı.İlk sene sınavı kazanamadım,ikinci sene eğilimlerimden dolayı ne yana kaçacağımı şaşırmış bir halde dershane hocama durumumu açtım olmadı,birkaç psikiyatra gittik ;çare yoktu.Ben ikinci senemde İstanbul dolaylarında bir şehirde tıp fakültesi kazanmıştım.Ama hiç mutlu değildim.Çare arıyordum ama hiçbir yerde yoktu,ümidimi kaybedip çıldıracağım bir günde internette gördüğüm bir yazı beni çok etkilemişti,o yazı vesilesiyle Psikolog Hüseyin Kaçını aradım.

 

7 ay oldu yaklaşık bugün geldiğim noktada memnunum,tam anlamıyla iyileşmedim ama biliyorum o gün yakın.Terapilerde zorlansam da çok memnunum,zor ve sıkıntılı günler atlattık ama çok bir yolum kalmadı,esaretimin ve korkularımın bağları bir bir çözülüyor.Terapinin ilk günlerinde öyle kötüydüm ki varoluşsal sıkıntılar dahi çekiyordum,yanılmıyorsam son terapiydi;Psikologa onu görebildiğimi ve karşısında oturduğumu söylemiştim;bunlar garip gelebilir ama insanın korkuları hayal dünyasını inşa ediyorsa bir çocuk için varlığı reddetmek içten bile değil

 

Yaz olduğundan ailemle beraberim 2 ay ara verdim terapilere doğal olarak.Babamla belki çocukluktaki gibi olmayacak ama bir rekabete girmeye çabalıyorum.Annemi reddettim önce ,onunla çok ciddi kavga ettim;hatta öyle bir kavgaydı ki ona bağırırken ben ben değildim desem kesinlikle yeridir .İlk geldiğim günler babama karşı çocuk gibi davrandım,ona koz verdim,yakında onunla rekabete gireceğim ve ben o zaman kendi gücüme kavuşacağım.Ona olan nefretim büyük ölçüde azaldı;ama sevgi zor şey;o hemen elde edilmiyor .Hem onu çok da sevmek zorunda değilim;yani güçlü olanı sevmek bir çocuk için zaruri bir şey ama bu gücü sevmeyle eşdeğer bir durum değil,sevilecek bir güç varsa o babamın olmayacak kendi gücüm olacak buna eminim ve yapmayı istiyorum.Sona çok yaklaştım.Bu terapileri eğilimlerinden memnun olmayan herkese içtenlikle önerebilirim;içiniz rahat olsun

1101
Genel Tartışma / Türkiye antidepresanda rekora koşuyor
« : 20 Ağustos 2011, 03:14:38 ös »
Türkiye antidepresanda rekora koşuyor

Metin Münir
mmunir@milliyet.com.tr





Son altı yıl içerisinde Türkiye’de antidepresan ilaç satışları yüzde yetmiş oranında arttı.
İlaç endüstrisinden aldığım verilere göre 2005-2010 yılları arasında satışlar 20 küsur milyon kutudan 34 milyon kutuya yükseldi.
Bu, aynı dönemde toplam ilaç satışlarında meydana gelen artışın iki mislidir.
Ne oluyor? Ülkede ruh hastalıkları salgını mı var?
Cevap, soruyu kime sorduğunuza bağlı.
İlaç endüstrisine göre, son yıllarda sağlık reformları daha çok insanın ilaç ve sağlık hizmetlerine ulaşmasını sağladı. Doktora gidemeyen veya ilaç alamayan ruh hastalarına yol açıldı. İlaç satışları bu nedenle arttı.
Bu pek inandırıcı bir açıklama değil.
Eğer ilaç kullananlar artıyorsa, iyileşenlerin de artması, dolayısıyla yıllar içinde ilaç kullanımının azalması gerekir. Ama tam tersi oluyor.
Artışın iki esas nedeni var. Birincisi endişe, depresyon ve benzer hastalıkların tanımının birçok ruh halini kapsayacak şekilde genişletilmesidir. İkincisi, sinir hastalıklarının tedavisinde en son düşünülecek şey olan ilacın ilk başvurulan çare haline gelmesidir.
Bunda ilaç firmalarının doktorlara sağladıkları teşviklerin büyük katkısı var.
Oysa salt hap ile tedavi çağdışı bir tedavi yöntemidir.
Son görüşlere göre, ilaç psikolojik hastalıkların tedavisinde yeterli değildir. Bazı düşüncelere göre hiç işe yaramıyor. Bazılarına göre ise düpedüz zararlıdır. Hastanın psikanalize tabi tutulması, yeni bir hayat perspektifi kazandırılması gerekir.
“Bunu yapmazsanız ilaç hiçbir işe yaramaz” diyor deneyimli bir psikiyatrist. “İlacı kestiğiniz anda hasta eski haline döner.”
İlaç vermek doktorun işine geliyor. “On dakikada teşhisini koyuyor, ‘al bakalım ilacı’ diyor. Ne kadar çok hasta bakarsa o kadar çok para kazanıyor. Ne kadar çok ilaç yazarsa ilaç şirketlerinden çıkarı da o kadar büyük oluyor.”
Doğru yol hastanın sorunu ile başa çıkması için aletler veren psikoterapidir. Psikoterapi hastanın sorununun nereden kaynaklandığını bulmak ve ona bu sorundan kurtulmasını öğretmek sanatıdır. “İlaç son duraktır” diyor konuştuğum bir psikolog.
Ama sigorta psikoterapiyi karşılamıyor. Birçok hasta para ödemek istemiyor veya ödeyecek durumu yok.
Genel olarak bilinenin ruh ve sinir hastalıklarının beyindeki kimyasal dengenin bozulmasının sonucu olduğudur. Bunun böyle olduğuna dair bilimsel kanıt yoktur.
Bugüne kadar yapılan hiçbir bilimsel araştırma ruh hastalıklarının beyin kimyasallarının bozulmasından kaynaklandığını kanıtlayamadı.
Dünya doktorları için neyin ruh ve sinir hastalığı olduğunu tayin eden Amerikan Psikiyatri Derneği’dir. Bu kuruluş her birkaç yılda bir kısaca DSM diye bilinen bir Akıl Bozukluğu Teşhis ve İstatistik El Kitabı yayınlar. Bu kitapta hastalıkların listesi ve nasıl teşhis edileceği yazar. “Hastalıkları” bilimsel verilere göre değil, belirtilere ve gözlemelere göre tespit edilir.
Her yeni baskıda yeni hastalıklar var. 1970’lerde 182 “ruh hastalığı” varken 2000’de bu sayı 365 oldu. Yakında yayımlanacak yeni baskıda birçok yeni hastalık olacağı da konuşuluyor. Okuduğuma göre utangaçlığın bir ruh hastalığı olarak sınıflandırılması düşünülüyor.
Türk doktorları bu listeyi tercüme ettirdi. Teşhis ve tedavilerini ona göre uyguluyor.
Yani, sadece ilaçları ithal etmiyoruz. Hastalıklar da dışarıdan geliyor.
Türkiye’de psikiyatri, büyük oranda, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve yabancı ilaç şirketlerinin dümen suyundadır.
Hastaları haptan, onları bu boyunduruktan kim kurtaracak?

http://ekonomi.milliyet.com.tr/turkiye-antidepresanda-rekora-kosuyor/ekonomi/ekonomiyazardetay/19.08.2011/1428650/default.htm

1102
"eşcinsel olmayı kabul etmek demek; size çocuk yaşta cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir."


Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve (anne-baba) ihmallerin bir sonucu gelişen bir durumdur. Bu açıdan baktığımızda da eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur. Bu neden psikoloji biliminin eşcinsel yaşam tarzının ve toplumsal kimliğin sağlıklı olup olmadığını ayrıştırma, eşcinselliğin nedenini, yapısını ve tedavisini araştırmaya devam etme sorumluluğu vardır, olmalıdır, olacaktır. Bu bağlamda, kendi özgür seçimi ile eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkanı sağlamamak, “bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir” demek gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.

Eşcinsel Terapi sürecinde aşağıdakine benzer öyküler sık sık dile gelmektedir.

"herşey çocukluktaki o kısırdöngü anına dönüyor.annemin bir anlık ihmali ile tecavüze uğramam aynı anlama geliyordu.daha hiçbirşeyden anlamayan 6 yaşındaki ben ve beni seksi bir tema görüp tecavüze yeltenen o sapık.ne olduysa oldu o gün.hayatımı değiştiren o olay bir anlık ihmalin sonucu ile oldu,beni hiç ihmal etmeyen annem ne olduysa o gün ben ihmal etti.o günün akşamı sıradan bir akşam değildi.artık erkekliğini odunlukta bırakmış,hürriyeti elinden alınmış,bir tercihe zorlanmış bir hırpani beden vardı.annem durumu farkettiğinde benim içinde onun içinde iş işten geçmişti.yapacağı tek iş bunu ölene kadar saklamaktı.öylede yaptı bu sırrı babam haric herkesten sakladı.içine düştüğüm kuyunun ne kadar derin olduğunu bilmeyen ben,tecavüz sonrası verilen parayı bir ödül olarak kabul etmiştim.herhalde bu  doğruydu dedim.nasıl düşünebilirdim ya 5 yada 6 yaşındaydım? günler ilerledikçe her kavga edişimizde annem bu olayı bir kase önüme sundu içinde bolca küfür hakaretle beraber.bu olayı benim yaptığım iddasına yeltenip kendi ihmalkarlığını çoktan unutmuştu.her sene her kavga benim annemden daha çok uzaklaştırıyordu."

Terapi odasının duvarlarında kalan bu psikolojik çığlıklar psikolog ve danışanı belli bir aşamadan sonra toplumsal bir haykırışa zorlamaktadır. Çocukken taciz ve tecavüz mağduru yada anne babaların yarattığı duygusal istismarlarının mağduru olan bireyler yıllarca süren suskunluklarını haykırmak için çabalamaktadırlar.

Son dönemde medya dünyasında sürekli olarak eşcinselliğin normalleştirilmesine yönelik çabalar gören gözlere aşikardır. Psikoloji giriş kitaplarında insan tanımlanırken " biyolojik, psikolojik, sosyolojik " bir varlık olarak ifade edilmektedir. Eşcinsel Derneklerinin çabaları ile eşcinselliğin genetik olduğuna yönelik  sözde bilimsel açıklamalar sık sık dile getirilmektedir. Bu metinlerde eşcinsellik söz konusu olduğunda insan " biyolojik ve sosyolojik " bir varlık olmaktadır.
Biyolojisi insanı eşcinsel yapmışsa, psikolojik süreçler dikkate alınmadan eşcinsel bireyin sosyal hakları gündeme getirilerek sosyolojik bir örgütlenme çabaları sarfedilmektedir. Aileler ergenlik döneminde kendileri için sarsıcı bir gerçekle karşılaştıklarında yıkılmaktadır. Çocuklarının eşcinsel olduğunu öğrendiklerinde kendilerini elleri kolları bağlanmış olarak çaresiz hissetmektedirler. Eşcinsel Terapi konusunda yeterli kuruluş ve yayın olmadığı için ilk adres genelde Eşcinsel Dernekleri olmaktadır. Bu derneklerin kapısını çalan aileler bir acı gerçekle karşı karşıyadırlar. Buradaki sözde yetkili ve yetkin kişiler eşcinselliğin tedavisinin olmadığını ve bunun doğal bir yönelim olduğunu ifade etmektedirler. Moral yitimi yaşayan ailelere bu durumu kabullenmeleri önerilmektedir.

Onarım Terapisi kitabının türkçeye tercümesi ile bu alanda çığır açan Kaknüs Yayınları, toplumsal anlamda bir birikime vesile olmuştur. Eşcinsel bireyler eşcinselliğin psikolojik kökenli olabileceğini belki de ilk defa düşünmeye başlamışlardır. Bu çizgide sessiz sedasız bir dönüşüm başlamıştır. Eşcinseller için bir umut ışığı yanmıştır. İçsel bir karanlığın içinde yürümek zorunda kalan eşcinseller bu ışıkla psikolojik destek arayışlarına yönelmişlerdir. Bu yöndeki terapi deneyimlerimiz arttıkça bu konunun önemini duyurma arayışlarımız başlamıştır. Onarım Terapisi kitabının başlattığı sürecin devamı olabilecek nitelikte Eşcinsel Terapi deneyimlerimizin kitaplaşması hem eşcinsel bireyler hem de aileleri için sağlıklı bir başvuru kaynağı olabilir. Böylece kendi kültürel dokumuzdaki psikolojik bozukluklar örneklendirilmiş olacaktır. Eşcinsel Terapi konulu kitabımızı okuyacak olan anne babalar ister istemez kendileri başka açılardan da sorgulamak durumunda kalacaklardır.

Kitabımıza düşündüğümüz isim " Tanrı'yı Affeden Erkekler & Eşcinsel Terapi "

Kitap özetle eşcinselliğe çözüm önerisi;

Kendileri ile yoğun çatışmaları olan bireylerin bu sorunlarının psikolojik kökeni genellikle babalarına duydukları kızgınlık,öfke ve nefrete dayanmaktadır. Çocuklukta baba otoritesi ile çatışan kişiler ergenlik döneminde varlıklarının anlamlarını sorgularken; Tanrı'ya da bir kızgınlık, öfke ve nefret duymaya başlamaktadırlar. " Neden beni böyle yarattın yada neden beni korumadın? " sorularının cevabını bulamamaktadırlar. Böylece
kendilerine yönelik bitip tükenmez kaygıları arttıkça artmaktadır.

Eşcinsel Terapi süreçlerinde babalarına yönelik bilinçaltı duygu ve düşünceleri ile yüzleşen bireyler; babalarını affetmeyi deneyimlemektedirler. Kendileri için çok zor olan bu süreci başaran danışanlar Tanrı'ya olan sitemlerini yeniden gözden geçirmektedirler. Geçmişte suçladıkları ve hesap sormak istedikleri Tanrı ile içsel olarak barışmaktadırlar. Bu süreç çözüm için nirengi noktası olmaktadır. Baba ve Tanrı ile barışan birey Kendisini de affederek kişiliğini ve kimliğini yeniden yapılandırmaktadır.

https://www.habervakti.com/tanri-yi-affeden-erkekler-escinsellikten-kurtulmak-mumkun-mudur-makale,1374.html



1103
Medya / BIG Partisi eşcinsellik dersine karşı çıktı
« : 17 Ağustos 2011, 07:04:10 ös »
BIG Partisi eşcinsellik dersine karşı çıktı

Almanya'da göçmenler tarafından kurulan Yenilik ve Adalet İttifakı (BIG) adlı parti, Berlin eyalet hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Sol Partili politikacıların, okullarda 1. sınıftan itibaren eşcinsellik konusunda ders verilmesi istemine karşı çıktı

Berlin'de 18 Eylül'de yapılacak eyalet meclisi seçimleri için BIG partisinden milletvekili adayı olan üç çocuk babası İsmail Özkanlı, "Berliner Kurier" gazetesine yaptığı açıklamada, bu dersin verilmesi durumunda, ailelerin çocuklarına değerler konusunda verdiği eğitiminin etkisinin ortadan kalkacağını belirtti.

Özkanlı, seçimlerde BIG partisi olarak meclise girmek için şansları olduğunu da ifade ederek, Türk ve Arap kökenli seçmenlerin sandık başına gitmesinin sağlanması durumunda yüzde 5'lik seçim barajını aşabileceklerini savundu.

http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=13966&Itemid=0

1104
gokkusakgok@mynet.com

Aşk güçlü kadınların işidir. Oyunu kuralına göre oynar, kendi isteklerinizin esiri olmazsanız, ilişkiyi dizginlerin ele alınması gereken bir at yarışı olarak görmezseniz ancak başarıya ulaşırsınız.
Şimdiye kadar hep sığınabileceğim liman gibi gördüğüm sevgilimi listeme baktığımda hepsinin şimdi dönüp bakmayacağım erkekler olduğunu rahatça söyleyebilirim. Birçoğu dönmeyi denedi, 3 gün öncesinde hayatımızın vazgeçilmezi olan Facebook denilen siteden bir girişimde bulundu eski sevgililerimden biri. Hissettiğim tek şey umursamamaktı ve itiraf ediyordum bir çeşit zafer kazanma duygusuydu, ama bu zafer geri dönmeme veya etkilenmeme gücümün verdiği bir zafer, ve tabii ki az da olsa bir kadın içgüdüsü olan evet işte döndü bana ama ben yüz vermedim zihniyeti. 2010 ekim ayının sonunda da biten bir ilişkim yüzünden gelmiştim size, halbuki o ilişkinin içinde neler varmış; ağbim, babam, annem, kendim, cinselliğim, gururum, güvensizliğim, güçsüzlüğüm, ve bir çok şey.
Peki şimdiki durum nedir diye sorguluyorum. İlk defa başlayan bir ilişkimi değerlendiriyorum aslında, aynı zamanda karşımdaki insanı da değerlendiriyorum. Bundan önce kollarına atladığım, kendimi bıraktığım adamlara yaptığımı yapamıyorum, tam tersi sarmalanmak istendiğimi hissettiğim anda o zincirlerden kurtulmaya çalışıyorum artık. Yaklaşık 1 ay oldu bu ilişkiye başlayalı ve ben hayatımda ilk defa bir erkek arkadaşıma, sert bir mesaj attım, kaba bir tabirle posta koydum ve 1 gün boyunca mesaj yollamadım ve aramadım. Bu tabii ki bir mağrifet değil, ama bu benim yapmak istediğim bir şeydi, bir sefer de ben sinirleneyim, ben telefon açmayayım, ben alttan almayayım diye düşünürken bun yapma fırsatı elimde geçti. Eski sevgilisinden rahatlıkla bahseden bir erkeğe haddini bildirmek gerekiyordu, yargılamak bir kul olarak bana düşmez belki de, ama içimden böyle davranmak geldi. Ben oturup eski sevgililerimle olan iyi veya kötü anılarımı anlatmıyorum, evet bazen laf arasında geçebilir, ben bir sevgilimle de şöyle yapmıştım gibi bir cümle, ama
‘bir erkeğin evinden çıkan eski sevgilisine ait olan ojeyi babası sorduğunda ev arkadaşına (erkek) ait olduğunu söylemesi bunu dalgaya alması ve facebook denilen tuvalete gittiğimizi bile neredeyse yazacağımız sitede ilan etmesi’. He bir de bunu pişkin pişkin yeni sevgilisiyle paylaşması
bana sıradışı geldi açıkçası. Bunu ilan etmesi önemli değil, önemli olan buradaki içerik. Eski sevgiliniz bir zamanlar sizin evinize girip çıkıyor, ondan kalma oje geçiyor babanızın evine hah hah babacığım ev arkadaşımın tabii diyorsunuz, ve bunu yeni sevgilinizle çok komik bir şeymiş gibi paylaşıyorsunuz. Hemen ipe götürmeyelim bu erkeği, alternatifleri düşünelim:
1.   Olaydaki erkek gerçekten masumdur, oje çıkıvermiştir bir yerder, kız facebooktan bu olayı görüp hesabı sorunca dürüst davranmak istemiştir
2.   Olaydaki erkek, eski sevgilisi ile ilgili bazı duyguları henüz bitirememiştir, belki de unutmak için yeni kız arkadaşı ile birliktedir
3.   Bu erkek çok rahattır, ee ne olmuş yani, o eskisiydi sen yenisisin ne kıskançlık yapıyorsun şimdi diye düşünerek bunu söylemiş olabilir

Olaydaki kızı yani beni en çok rahatsız eden ciddiyetsiz bir tavırla bunun deşifre edilmesi, erkeklere bazı şeyler serbest mi, aldatmak, evinden oje çıkması, kadına ait bir kıyafet çıkması, neden bunlar çıktığında çapkın oğlum benim, aynı benim gençliğim gibi yorumlar gelir anne ya da babalardan,hatta daha çok babalardan. Bu olaydaki baş karakter bir kız olsaydı, utançtan yerin dibine girer ne yalan söyleyeceğini şaşırırdı herhalde, erkek arkadaşının bir şeyi çıksa evden. Hemen kötü kız olurdu galiba. En azından benim ailemi göz önüne alırsam böyle davranırladı.
Gelelim bu olaydaki kızın ne yaptığına. Bundan rahatsız olduğunu anlatan bir mesaj yazar, ve ne tesadüftür ki o akşam aralarında buzdolabında gibi bir konuşmalar geçer, kız sabah kalktığında sevgilin olduğumu hissetmek istediğini ona göre samimi cümleler duyana kadar konuşmamak istediğini söyler, ve kızın hayatında ilk defa olan şey gerçekleşir, bu tavırdan sonra hiç mesaj gelmez, kız da mesaj atmaz. Bu kadar zor mu bazı şeyleri anlamak, çok mu kalın kafalı hayatıma giren erkekler de akıllarına girmiyor bazı şeyler, rahatsız olduğum şeyi söyleyemeyeceksem hayatımdaki insana, bir şeyleri paylaşamayacaksak, nasıl gidecek bu ilişki, ne konuşacağız, sürekli cinsel obje olarak mı hayal edeceğiz birbirimizi. Bu yazıyı psikolojiden uzak biri okuduğunda büyük ihtimalle, PDR ya da Psikoloji okuyan biriyle birlikte olmanın zor olduğunu düşünür hele ki bu bir kadınsa. Ama mesele sadece bu değil, ben bu ilişkinin terapistliğini yapmıyorum. Kadın kimliğimle ilişkimin ciddiye alınmasını, saygı görmesini istiyorum, sadece eski sevgili anıları anlatmak da değil konu, bir ilişki yaşamak, amaan buldum nasılsa birini yanında göbeğimi de kaşırım, en bakımsız halimle de dolaşırım rahatlığımı veriyor, yoksa tam tersi, hem kendinizi, hem karşınızdakini incitmeme adına bazı şeyleri hoş görme, ince düşünüp konuşma gibi sorumluluklar mı veriyor size. Bana açıkçası bu 2. Alternatifi veriyor. Evet kendim gibi davranmaya çalışıyorum, ama bunun yanında aklıma her geleni, canımın her istediğini yapmıyorum, yapmanın da doğru olduğunu düşündüm. Şimdiye kadar 1 gün süren bu sessizlik ne kadar sürer bilmiyorum ama, kırgınım ve bu konuda anlaşılmayı ve daha itinalı davranılmasını istiyorum. Ve bu sefer cesurum, en kötü ihtimali düşünüp, bu ilişki bittiğinde benim başarısızlığım değil, aksine onun korkaklığı olacak, çünkü ben biliyorum ki en güçsüz olduğum anda bile aslında içimde kendime olan bir güven besliyorum ve oldukça yüksek bir güven bu. Çünkü ben şanslıyım, öğreniyorum, evet belki yanarak öğreniyorum, görüyorum sadece bakmıyorum, ama yolumu buluyorum, ama bu dünyada bir şeyleri duymaktan korkan, kendisiyle yüzleşmekten korkan, geçmişinde yaşayan, kötü tecrübeleri yüzünden hep başkalarını suçlayan çok fazla insan var, hatta bir kısmı burnumun dibinde. Bu işe yarıyor mu peki, yarıyor olsaydı şu an onlar çok farklı durumda olurdu, ve ben düşündüklerimi savunmaktansa, şu an o çocuktan çoktan özür dilemiş ve lütfen bir daha bu olmasın gibi yakarışlarda bulunacaktım.
Bir yandan da egoma mı yeniliyorum diye düşünüyorum. Bunu anlamanın en iyi yöntemi aslında bu olayı karşılıklı konuşmak, ama karşımdaki insan henüz buna hazır değil belki de ya da yüz yüze konuşmayı bekliyor, bunu zaman gösterecek. Ama bildiğim şu ki istediğim, beklediğim şeyden oldukça eminim. Doğru veya yanlış, iyi veya kötü ama bir şey istiyor bu kız, bir şey bekliyor, bir derdi var ve bunu açıkça anlatıyor. Köle değil artık, efendisine hizmet etsin, ilişkisi bitmesin diye uğraşmıyor, o kadar umarsız ki hatta bu konuda neredeyse biterse bitsin, kaybeden o değil, bu kızı kaybettiği için o üzülsün dedirtecek neredeyse.
Bir insanı tanımak sonra hoşlanmak ve en son sevmek diye tanımladığımız süreç bu belki de, böyle şeyleri tecrübe etmek bazı anlarda dert ya da eziyet değil bir lütuf gibi geliyor. Bunu yaşayarak keşfettim ne istediğimi. Bugün kendimi tebrik ediyorum, cesaret göstererek yaptığım şeyden ve bunları bu sayfaya dökebilmekten dolayı.

1105
 
GÜNEŞİ GÖREBİLECEKMİYİM!!!

Merhaba ben izmirden yazıyorum

Eşcinsellik denen acımasız hastalıktan kurtulmak için bir ışık gördüm sanki 28 yıldır bu mağarada yaşıyorum tek ışık görmedim her hamlemde canım yandı tarifsiz acılar çektim gücüm kalmadı aslında tek gerçek ölümün gerçekliyi ama yaradılanın buna hakkı yok çünkü cennet ucuz deyil cehennem lüzümsuz deyil bu bir dehşetli imtihan başarı imkanı varmı bilinmez ama başaranın mükafatı çok yüksektir eminim... çünkü erkeklerin kadınlarla her türlü münasebeti önlenmiş yaratıcı tarafından erkeklerinde öyle ya peki biz erkek bedeninde kadın olan ruhlarımız bu azaba nasıl katlanacak kimdir bana haram olan hiç birşey hissetmediyim kadınlarmı yoksa en derin hisleri hissettiyim erkeklermi peki kime sorabilirim ? benim asla başımı okşamamış elimi hiç tutmamış sürekli şiddet ve yasaklarla herkesden hemcinslerimden beni koparmış benden uzak durmuş onu hiç tatmadan bana modellik yapması gereken erkekliyi öğrenmem gereken babamamı yoksa benim kadınsı davranışlarımı gördükleri halde beni kendi işlerinde kullanan onları taklit etmeme bile aldırmayıp gülüp geçen birlikte büyüdüyüm iki ablam ve anneme mi yoksa bana yasak olan sokağa her çıktığımda karı gibisin topsun kız gibisin sen karısın sözleriyle beni sürekli aşşağılayan sokağımdaki büyük küçük çocuklaramı...bende bilmiyorum kime soracağımı çocukluğumun bana sunduğu bu hislerle ergenliği adım attım potansiyel var nasıl olsa herkes seninle bunu yapmak istiyor korku endişe ve koşulların müsait olduğu bir ortam ve ben içindeyim... askere kadar babamın ve ailemin baskısı hiç dinmedi zaten olan olmuştu artık erkekler benim için sadece cinsellik değil aşktı hemde ne aşk asla olmayacağını bidliğim halde kurduğum hayaller her aşk da çektiyim tarifsiz acılar bir gün ortaya çıkacakmı endişeleri ve ayakta durmak bu acımasız hayatta evet ben eşcinselim ama bunu ben istemedim bundan sonraki hayatımın devamında bu olmak istemiyorum...(Allahım ya beni bu dertten kurtar ya canımı al yada buna karşı bana güç kuvvet ver bu hataya düşmek istemiyorum senin karşında boynum bükük günahkar bir kul olmak istemiyorum sana inanıyor ve sadece sana güveniyorum) ben hüseyin bey için ışık dedim umarım o ışık beni bu mağaradan kurtarır bu hafta randevusuna gidicem devamını burdan payşalıcam...




1.Terapim

İzmirden istanbul otobüsüne bindim bende sadece umutsuzluk ve merak var bu duygularla istanbul yolundayım uykusuz bir gecenin sonunda  mecidiyeköy meydanındayım erken gelen otobüs nedeniyle randevuya daha çok var bu zaman zarfında önce hüseyin hocanın ofisinin yerini saptadım sonra kahvaltı yaptım ve bir kaç kitap aldım 'aşkın gözyaşları şems ve mevlana' artık o saatin gelmesini bekledim nihayet saat geldi ve ben içerdeydim msn den soğuk olan telefonda resmi olan adamın aslında karşımda gülümseyen 3.ifadesini gördüm evet buyurun başlayalım dedi ve zaten ben uzun zamandır hazırdım bu konuşmaya ne varsa döktüm önüne önce kapatmam gerekenler vardır düşünceside kalktı kafamdan güven vardı o yüzünde dahasıda umurumda deyil artık herşeyi göze aldım sadece acılarım ve umutsuzluklarım son bulsun artık kimse canımı yakmasın istiyordum en başından başladım anlatmaya çocukluğumdan aslında o günlere dönmüştüm daha çok küçüktüm ve tertemizdim sonra ailem başta benim bu olmamda %90 payı olan babam ve diğer aile ve çevre faktörleri (hepsine hakkımı helal ediyorum...ben bu dünyada bunun acısını bukadar çekerken onlar öbür dünyada bunun hesabını veremezler)sonra konuşmalar devam etti hüseyin hoca bir yandan not tutuyordu A4 kağıdına kocaman isimler yazıyordu bende aşk çok sağolsun sıkılmadan dinledi sonra bir ucundan yakaladı ruhumu farkındamısın aşık olduğun cinsel arzu duyduğun kişilerin ortak bir noktası var sonra kafamda bir şimşek aslında evet öyleydi hepsinin ortak yanı aynıydı 'sorunlu,ezik,çaresiz beni umut olarak gören ve benim yardımımla ayağa kalkan sonra ayakda durmayı öğrenince benden uzaklaşan beni kullanan benim onlara karşı olan çaresizliğimi anladıkca daha çok canımı yakan ve benden uzaklaşan kişiler bendeki etkiside onlar kaçtıkca bendeki aşk cinsel arzu dayanılmaz hale gelmesi sonra ard arda gelen hatalar bu mana kafamda inkişaf edince suratımda saçma bir gülümseme belirdi demekki gerçekten ben hastayım böyle doğmadım ve böyle ölmemeliyim sonra o ses duyuldu evet toparlayalım isterseniz sonuç belliydi bir kaç tavsiyede bulundu hüseyin hoca sonra oradan ayrıldım harika hissettim kendimi camiye gittim öğlen namazımı kıldım ve bolca dua ettim Allahım benim durumumda olan herkese sabır güç kuvvet versin 2. terapiye nezaman gideceyimi bilmiyorum ama mutlaka gidicem gidince burda tekrar paylaşıcam Allaha emanet olun...

1106
Genel Tartışma / Yalnızlığın Keşfi / Paul Auster
« : 03 Ağustos 2011, 12:53:14 öö »
Paul Auster, Yalnızlığın Keşfi.   
         
   
“Baba öldüğü zaman, diye yazar, oğul hem kendi babası, hem kendi oğlu olur.” Yıllarca başucu kitabım olan romanın, Görünmeyen bir Adamın Portresi adı verilen birinci bölümü yazarın babası ile ilgili anılarına ayrılmıştır. Büyük bir sarsıntının ardından oturur masanın başına Auster, babasını yitirmiştir ve en sarsıcı romanını yazar. Bir anı romandır bu. Duru, net, içe oturan cümlelerle doludur. Romanın sayflarında karşımıza çıkan bu katıksız cümleleri okurken, dönüp dönüp kendi geçmişize gitmemek neredeyse imkansızdır.

Yalnızlığın Keşfi bir anı-romandır ve  Paul Auster’i meşhur eden kitap olduğu söylenir. “Bir gün bir yaşam vardır. Bir adam, örneğin, sağlığı yerinde, yaşlı bile değil, hiç hastalık geçirmemiş. Her şey eskiden olduğu gibi, bundan sonra hep olacağı gibi... Sonra ansızın ölüm geliverir. Adam yavaşça iç geçirir, oturduğu yere yığılır. İşte bu ölümdür.”

Babasını yitirdikten sonra yalnızlığın kara deliklerinde kaybolan Auster, oradan çıkmak için oturur ve babasının yalnızlığını yazar. Başka birinin yalnızlığına girmenin olanaksız olduğunu bilerek. Gene de bu yalnızlığı anlamak zorundadır, kendi yalnızlığının ipuçları da oradadır çünkü, babasını anlamaya başlamak kendi yaşamını anlamaktır.

Baba-oğul, resimler, ölmüş bir adamın eşyaları. Yaşarken yok olan bir babayı bulmaya, şurda burda ele geçirdiği küçük parçaları bir araya getirme yoluyla babasının yaşamını, dolayısıyla da kendi yaşamını açıklamaya gayret eder yazar. Okurken içimizi kaskatı eden anılardır bunlar.

“İlk anım: Babamın yokluğu” diye yazıyor Auster. Varken de dalgın, ilişkiye giremeyen, dünyayla iletişim sorunları olan bir babadır onunki. Dışarı tükürmek için arabanın camını indirmeyi unutacak kadar dalgındır babası. Penceredeki tükürük ve camdaki tükürüğün aşağı kayışını izleyen oğulun duyduğu sınırsız sevinç. Yazdıkça karanlığa gömülen baba. “Bana öyle geliyor ki, bir şey anlayacaksam, karanlığın bu imgesini delmek ve dünyanın mutlak karanlığına girmek zorundayım.”

Yalnızlığın Keşfi’ni tek tek bu nefis cümleler tutar ayakta. Auster’ın insanın yalnızlığının derinliğine ulaşmak için tutunduğu cümleler. Kuşkusuz ölümle ilgili, çocuklukla ilgili sarsıcı pek çok bölüm yakalanabilir romanda. Beni en etkileyen cümleye gelince, “Belki de asıl önemli olan bu işte: Ortada görünenle yetinmeyip insanca duyguların özüne inebilmek”; Van Gogh’un bir mektubunda, ressamın “Herkes gibi ben de  aile, ve arkadaşlık, sevgi ve dostça ilişki gereksinimi duyuyorum. Bir yangın musluğu ya da lamba direği gibi taş ya da demirden yapılmadım ki!” itirafını okuduktan sonra yazar Auster müthiş cümleyi.
Babasını kaybetmiştir. Ölüm yalın ve direktir. Artık itiraf zamanıdır. Ölümün sonuçlarını da böyle süssüz, yalın cümlelere anlatır Auster.
Ne kadar çok itiraf edersek o kadar iyidir!

Avrupa’da kendi memleketi Amerika’dan daha meşhur olan Auster, gerek insanın kendine karşı savaşını anlattığı “Yükseklik Korkusu”nda, gerek “New York Üçlemesi”nde okura sürükleyici, ufku geniş hikayeler sunar o maharetli kalemini konuşturarak. Ama “Yalnızlığın Keşfi”’ndeki derinlik başkadır.
Yalnızlığın derinliğidir ne de olsa bu.

İkinci bölümde yazar, masallar ve kutsal kitaptan metinler üzerinden kendi babalığını sorgular. Pinokyo, Yunus’un Masalı,
Binbir Gece Masalları. Pinokyo ve babası Gepetto’nun öyküsünün oğluyla kurduğu ilişkide özel bir yeri vardır. Masalı oğluna okurken kendi kendine sorar Auster: Gerçek bir evlat olabilmek için insanın denizin derinliklerine dalıp babasını kurtarması gerektiği doğru mu?
Defalarca okunan bir masal ve yine defalarca okunan bir kitap, “Yalnızlığın Keşfi”. Kitabı ilk okuduğum tarihte oğlum henüz doğmamıştı. Daha sonraları, iki üç yaşında bir oğlanla şehirde gezinirken, bazen Auster’ın sayfalarında geziniyor gibi oluyordum. Çocuğun hafızası, çocuğun masalları. Oğlum aradan altı ay geçtiği halde annesinin arabayla duvara çarptığı yeri hatırlıyor “Anne bumm” diyerek, duvarın önünden her geçişimizde unutmadığı bu ana geri dönüyor, beni de kitaba döndürüyordu.

Oğlunun hafızasının keskinliği dehşete düşürür zaman zaman Auster’ı. Babasının unutur sandığı hiçbir şeyi unutmuyordur aslında çocuk. Hatırlıyor ve gerçekle başa edebilmek için babasının öyküler anlatmasını istiyordur. “İnsanın gece düş görmezse delireceği söylenir. Aynı biçimde, bir çocuğa düş dünyasına girmesi için izin verilmezse, o çocuk gerçekle asla başa çıkamaz” diye yazar bu anı-romanda Auster. Arkasından, Karamazov Kardeşler’den o muhteşem yorum cümlelerini alıntılar: “Gerçeği ele geçirmek için gerekli olan acı birikimini oluşturmakta çocukların çektiği acılar kullanılacaksa, önceden söyleyeyim ki gerçeğin tümü bile böyle bir bedel ödemeye değmez.”

Böylece bir metin ötekine ulamlanır, bir kitap ötekine uzanır. İnsanın içinden, baba-oğul temasını açmışken, “Sonsuzluğa Nokta”dan, her okuyuşumda tekrar hayran olduğum, “bir baba yaratmak” bölümünü aktarmak, babasının gölgesi olmaktan kurtulmak için şehre kaçan adamın öyküsünü anlatmak geçer. Ama gelin, Hasan Ali Toptaş’ın bu yetkin eserinden ilerde tek başına söz edelim. Burada ise sözü tekrar yalnızlığa verelim.

Masalların öykülerini kendi öyküsüyle içiçe örerken, Anı Kitabı adını verdiği ikinci bölümde, Binbir Gece Masalları’nı şöyle özetler yazar: Konuş ya da öl. Konuştuğun sürece ölmeyeceksin.
Yalnızlığın Keşfi’ni ise biz şöyle özetleyebiliriz. Oku. Okuduğun sürece ölmeyeceksin.

http://www.gonulkivilcim.com

1107
Genel Tartışma / Babaya Mektup (Franz Kafka)
« : 02 Ağustos 2011, 07:28:43 ös »
Babaya Mektup (Franz Kafka)

“…beni kıskıvrak yakalayan şeyin, sana dokunması bile gerekmez ya da tersi; senin için masumiyet olan şey, benim için suç olabilir ya da tersi; sende hiçbir etki yaratmayan şey, benim mezarım olabilir.” (s:55)

Kafka’nın Babaya Mektup’u 1919′da yazılmış, yazıldıktan 30 yıl sonra, 1950′lerin başında arkadaşı Max Brod tarafından gün yüzüne çıkmış bir eser. Bir oğul’un babaya söylemek istediği ama söyleyemediği bir iç döküş, kendini ifade etme… Varlığın var’dan çok hiç’e yaklaşmasındaki etmenlerin Kafka tarafından mümkün olduğunca objektif bir üslupla yazıya dökülmüş hali.

Babayı değerlendirirken, onun her hareketini ol’duğu insan olmasının nedeni olarak görme vardır bu mektupta. Bu ol’uşun iki temel nedeni olarak, babasının eğitimini ve kendi itaatkârlığının sonucunu gösterir. Ezik, korkak, silik, zayıf, ürkek, kararsız, huzursuz… bir karakter olarak kendi tahlilini yapan Kafka’nın kaygısızlığa ve soğukluğa yönelmesinin ardındaki asıl neden, Baba korkusu’dur.

Sadece ruhsal özellikleriyle değil, fiziksel özellikleriyle de(s:18-19) oğlunu ezen bir babadan duyulan korku. Çocuk Kafka’nın bu korkusuyla Kafka, dünyasını üçe böler: “benim, yani kölenin, yalnızca benim için icat edilmiş ve üstelik bilmediğim bir nedenle asla tümüyle yerine getiremediğim yasaların boyunduruğu altında yaşadığım bölüm, sonra senin, yöneterek, emirler yağdırarak ve bunlara uyulmadığında öfkelenerek yaşadığın ve benimkinden alabildiğine uzak bir ikinci dünya ve nihayet tüm diğer insanların, emirler ve itaatten bağımsız, mutlu yaşadıkları üçüncü bir dünya.” (s:22-23)

Baba korkusunu yenmenin çözümü: Kaçış.

Kaçmak… Evlilik bile bu kaçma girişiminin bir sonucudur. Çünkü evlilik, babayla denk olma, onun otoritesine ve haklarına sahip olma… şeklindeki bir mantıkla -istememesine ve bunun da kararsızlığını yaşamasına rağmen, sırf evlenmek için- evlenerek bir yarayı kapama girişimi anlamına gelmektedir. Aslında onun çocukluğundan kazandığı bir savunma mekanizması olan kaçış’ın olgunluk döneminde evlilik olarak somutlaşmış halidir bu.

Kardeşi Elli’nin evliliğiyle(s.38) babasıyla arasındaki savaşı kazandığını düşünmesi, kendisinde de evlilik fikrinin bir tür savaşı kazanma, özgür olma… anlamına geleceği düşüncesine neden olur: “Gerçekte evlilik girişimleri, senden kaçmak için en görkemli ve umut verici çabaya dönüştü, ne ki ardından gelen başarısızlık da aynı ölçüde görkemli oldu.” (s:53)

Oysa istediği evlilik değildir. Ki babası, Kafka evlenmek istediğinde -mantık evliliğidir bu- kendisini eleştirince babasına kızma nedeni çok farklıdır. Sorun, babasının kızı reddetmiş olması değildir; Kafka’yı üzen, babasının kendi karar erkini ezmesi, aldığı kararı beğenmemesi, kendisini -bir kez daha- bir hareketi yüzünden eleştirmesidir. Evlilik, bağımsızlaşmak anlamına gelse de, evlenmemesinin ardındaki tek suçlu babası değildir ve farkındadır kendisi de bu durumun. “zihinsel açıdan evliliğe yatkın olmamak”(s:60)tır asıl neden ve bu çözümün/evlilik, aslında kendi içindeki tutarsızlığını da belirtir.

Yazmak bile bu kaçış’ın (s.62-63) sonucudur aslında; yazmak, özgür olmaya çalışmaktır.

“Yazdıklarım seninle ilgiliydi, orada senin göğsünde yakınamadıklarımdan yakınıyordum yalnızca.” (s:48) der -bu mektubu yazdığında, üç eseri yayımlanmıştır- ve burada henüz özgür olamadığını belirtir. Yazma ediminin temelinde dahi babası vardır, babadan kaçmak, özgür olmak… olarak belirtse de nedenlerini, aslında babası tarafından onaylanmak isteminin dışavurumudur bu.

İlginç olansa bu baba-oğul ilişkisinin güçlü-güçsüz, ezen-ezilen, otorite-çalışan, bürokrasi-halk… gibi Kafka’nın en önemli konularına ve karakterlerine-edilgen, değersiz, başarısız…- bir temel oluşturmasıdır. Özellikle babasının yanında çalışanları ezmesi ve zalimliğini(s.35) aktardığı bölüm, baba figürünün; otorite baskısını anlattığı romanlarının ardındaki temel neden olduğunu göstermektedir.

Mektubun sonunda babasının kendisine verdiği cevabı hayal ederek kendi sorularına, değerlendirmelerine, kendi bakışına cevap verir. Ama babasının bu savunmasına verdiği cevap neredeyse mektubun geneline yayılmış olan fikirdir:

“Beni sen böyle eğittin.”

Baba-oğul çatışmasının, onaylanmak istenen oğulun, oğlunu seven ama bunu gösteremeyen bir babanın, sevgisini göstermekten çok eleştiren, kendi yaşadığı zorlukları yaşamayan ve bunu devamlı çocuklarının yüzüne vurarak kendi yaşadıklarıyla çocuklarını ezen bir babanın anlatımı Babaya Mektup. Aynı zamanda kendi kişisel hikayesini yaşadığı döneme aktaran/uyarlayan ve tespitleriyle kendisinden sonraki kuşakları etkileyen ve hala etkilemeye devam eden bir yazarın biyografik özellik gösteren eseri.

Babası olmasaydı Kafka olur muydu?

Babası olmasaydı Kafkaesk roman dediğimiz tür doğar mıydı?!

Babası olmasaydı günümüzde dahi kendimizi öyle hissettiğimiz Kafka karakterleri olur muydu?…

Her olayın bir sebebi bir de sonucu vardır ve sebepler sizi üzerken, kırarken… sonuçlar tam tersi olabilir. Sizin kaybınız başkalarının kazancı olabilir. Sizi kırıp inciten başkalarına ders olabilir… ve yazıya dökülen hayatınızın şifreleri, değeri yıllar sonra anlaşılan ve hiç tanışmayacağınız insanların hazinesi olabilir… Hayatın ironisi olmalı bu.

Kafka’nın Babaya Mektup ve Milena’ya Mektuplar’ını okuduğumda soğuk, uzak ve yazar Kafka, yaşayan kanlı canlı insana büründü; hayatımdaki en önemli ve değerli insanlardan biri haline geldi. Milena’ya Mektuplar’ın kimi yerinde kendimi Kafka gibi hissettim, aslında o, benmişim gibi hissettim. Yalnızlığı, rahatsızlığı, zaafları, güçsüzlüğü, beklentileri… Uzaktan görünen ulaşılmaz, soğuk fildişi kulenin aslında yalnızlıkla ve hayal kırıklıklarıyla örülü dünyasında onun güçsüzlüğünü ve hastalığını ve bunun asıl nedenlerini o kadar derinden paylaşıyor ve o kadar iyi biliyorum ki… Şimdi geriye ondan bir ya da iki eser kaldı okumadığım, onlar da tamamlandığında, başa döneceğim, özellikle kendi yaşamına dair kelimelerin, hislerin, dünyanın olduğu yapıtlara: Babaya Mektup’a ve Milena’ya Mektuplar’a.

Milena’ya Mektuplar hakkında da bir şeyler yazar mıyım, henüz bilmiyorum…

 
Suzan Nur Başarslan

Franz Kafka, Babaya Mektup, Can yayınları, çev. Cemal Ener, 3.basım.

1108
Medya / Digitürk'e Eşcinsel Evlilik Cezası
« : 02 Ağustos 2011, 04:20:17 öö »
Digitürk'e Eşcinsel Evlilik Cezası
Eşcinsel Evlilik Töreni Yayınlayan Digitürk'e Ceza Geliyor.


RTÜK, ''Sex And City 2" adlı filmde yer alan tören nedeniyle savunma istedi. Savunma yeterli bulunmazsa para cezası verilecek.

RTÜK, ''Eşcinsel evlilik töreni" yayınlayan Digitürk kanalına ceza için harekete geçti. Salon 2'de, 18 Şubat gecesi yayınlanan ''Sex And City 2" adlı filmde yer alan eşcinsel evlilik töreni nedeniyle savunma istendi. Savunma yeterli bulunmazsa para cezası verilecek.

Gazeteport'un edindiği bilgiye göre RTÜK'ün son toplantısında filmdeki eşcinsel evlilik töreni değerlendirildi. 17 dakikalık bölüm, ''Genç ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyici" nitelikte bulundu. Karara üyeler Korkmaz Alemdar, Hülya Alp ve Esat Çıplak karşı çıktı.

''EŞCİNSELLER DE BİRLEŞMELİ"

RTÜK Başkanı Davut Dursun ise, cezanın "Milli ve manevi değerler ile Türk aile yapısına aykırılıktan" verilmesini istedi ve şöyle dedi:

''Kuşkusuz kendisini homoseksüel olarak tanımlayan kimselerin de yasal ve kültürel imkanlar elverdiği ölçüde bir akit dahilinde birleşmeleri mümkündür. Böyle bir durumun, olağanlaştırılarak, sunulması ise, çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etki oluşturacak, toplumun temeli aile kurumunu zafiyete uğratacaktır. Bu tür ilişkilerin normal gösterilmeye çalışılması, Türk aile yapısına zarar verici niteliktedir. "

Esat Çıplak ise cezaya karşı çıkarak ''Toplumsal normların dışında kalan meşruiyet dışı ilişkinin olağanmış gibi sergilenmesi rahatsız edicidir. Ancak bu yayın şifreli bir kanaldadır. Yayın içeriğinden ötürü ilgili yayın kuruluşuna müeyyide uygulamak demek, Üst Kurul'un amacını aşarak topluma neyi tercih etmesi gerektiğini dikte etmek anlamına gelmektedir" dedi.

1109
EŞCİNSEL TERAPİ

Hepimiz dünyaya gözlerimizi açtığımızda bize gülümseyen  gözlerle karşılaşırız. Annemizin kucağında Babamızın ocağında hayata tutunmaya çalışırız. Eğitim sürecimiz küçük yaşlardan itibaren aile bünyesinde gerçekleşir. Aile ortamının sıcaklığında nasıl yemek yeneceğinden, ilişkilerimizi nasıl geliştireceğimize değin sosyal kodlarımız belirlenmiş olur. Sosyal ilişkiler kurma becerimizi ailemizin değerleri ile örtüşerek geliştirmiş oluruz.  Ailenin bireyin kişilik ve kimliğinin gelişimindeki etkisi yadsınamayacak kadar büyüktür. Ailelerin bir kuşaktan diğerine geçiş sürecinde çok sayıda sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik  vb değişimlerde otaya çıkmaktadır.  Toplumsal dönüşümlerin temelleri öncelikle aile içinde şekillenmektedir.  Çocuk için anne sevgi baba ise güven kaynağı olmaktadır. Anne babanın kişilik yapısı psikolojik açıdan sağlıklı ise çocuğun psikolojik yapısında  ona göre olumlu gelişim gözlemlenecektir. Eğer ki anne baba duygu ve düşüncelerinde çatışmaları olan bireyler ise çocuk açısından güvensiz bir ortamda yaşamak kaçınılmaz bir yazgı olacaktır.  Sevginin ve güvenin olmadığı bir ortamda çocuğun kişilik yapısında “güç”lenme olmamaktadır.  Güç dengesi kuramayan çocuğun psikolojik gelişiminde aksamalar ortaya çıkmakta ve çatışmalı bir süreç başlamaktadır.  Anne babasından sevgi ve güven duygusu alamayan çocuklar  bilinçaltı cinsel dürtülerinde anne yada babasına  cinsel imgeler taşımaktadırlar. Psikoterapi süreçlerinin ilerleyen aşamalarında eşcinsel bireylerin yüzleşmelerinde, terapi aynasında görünen, uzak, ilgisiz yada  tersi “ aşırı korumacı “  ebeveynlerin çocuk için gerekli duygusal ihtiyaçları karşılayamadıkları gözlemlenmektedir.Suçluluk duyguları ve kaygılarla hayata tutunmaya çalışan çocuk kendi içinde kendisi ile savaşmaktadır.  Çocuklukta barışı olmayan bu savaşı gençlik çağına kadar çocuk hep keybetmektedir.  Ergenlik döneminde cinsel kimlik kazanma sürecinde kendisi ile çatışması yoğun olarak süren eşcinsel bireyler  başka erkekleri kendilerinden daha güçlü görerek onlara duygusal yatırımlar ve aktarımlar geliştirmektedirler.  Çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar  bedensel tatmin arayışlarına yönelmektedir.  Anne sevgisi ve Baba güveni alamamış eşcinsel birey ruhsal çatışmalarını dindirmek için Güç  kazanmaya çalışmaktadır.  Kendisini suçlu ve değersiz hisseden  kişi bu gerçekle çatışmasını çözümlemek için bilinçaltı bir süreçle fantezi (hayal) kurgularına sığınmaya başlamaktadır.  Kendisinin güçsüz ruhunu;  güçlü sandığı kendicinsinde aramaktadır.  Güçsüz bir erkek olarak güçlü sandığı erkeklere olan duygusal aktarımları belli bir aşamadan sonra erotikleşmektedir. Fantezi dünyasında kendi içindeki barışı olmayan savaştan kendisini kurtaracak  kahramanını bulan eşcinsel birey zihninde kurguladığı erotik oyunlar oynamanın zevki ile hayatta belki de ilk defa bir umut keşfetmektedir.  “Kurtarıcı güç” kendisine yıllardır ihtiyaç duyduğu sevgiyi (anlayış)ve güveni (değer)kendisine verecek inancındadır.  Çocuklukta bilinç gelişiminde yaşanan savaş  ergenlik döneminde bilinçaltında fantezi çözümlemelerle bir barışa dönüşmektedir.  Fantezi yöntemi ile elde edilen bu barışın getirdiği psikolojik rahatlama ile bu “kurtarıcı güc”ü ödüllendirmek için ona erotik yatırımlar yapılmaktadır. Eşcinsel ilişkiler kurma dönemi bu süreçte başlamaktadır.  Eşcinsel ilişkilerde cinsel arzular anksiyete giderme boyutunda olmaktadır. Eşcinselliğin kimliğin yarattığı bunalım ve arayış döneminde tutkular ve arzular  tutunarak, duygusal ihtiyaçları gidermek için “aşk”la başlayan ilişkiler genellikle cinsel birleşme odaklı cinsellikle sınırlanmaktadır.  Zamanla “aşk” mağduru olan eşcinsel bireyler ;    bu fantezi (hayal) “kurtarıcı güc”ün sahteliği “gerçeği” ile yüzleşmek zorunda kalıp  depresif duyguların etkisine girerek sıkıntılı, gergin bir süreç yaşamaktadırlar. Bu ruhsal kavşakta eşcinsel birey bilinçli olarak ya iyileşme arayışı sürecine girecek yada bilinçaltı fantezi çözümlemesinde bu sorunu duygusal arayışlarını baskılayıp sadece cinsel arayışlara indirgeyecektir.  Birinci şıkkı seçen kişiler için başlangıçta heyecanlı fakat daha sonra zor bir süreç başlayacaktır. Kaygılınarak, utanarak  ve belki bir umut diyerek ama umutsuzca bir psikolog kapısını çalmak gerekecektir.   İlk terapide yoğun kaygıları nedeniyle psikologla göz teması kurmaktan kaçınan “danışan”, sürecini yani yıllardır içinde sakladığı sırrını çekinerek ve sıkılarak dili döndüğünce anlatmaya  çalışmaktadır. Zaman zaman gözyaşlarının eşlik ettiği sürecin sonlarına doğru bir rahatlama ortaya çıkmaktadır.  Terapi odasında güven duygusu oluşmuşsa iyileşme sürecine ilk adımlar atılmış olmaktadır.  Çocuklukta yaşanan duygusal yada cinsel travmalar psikologa iyileşme umudu ile anlatılmaktadır. Eşcinsel danışan büyük sırlarını içinde sakladığı ruh kutusunu açar. Yalnızlığını ve sırrını paylaşabileceği terapi limanına sığınmıştır.  Artık onun istek ve irade gemisi  fırtınası ne zaman çıkacağı hiç bilinmeyen bilinçaltı-bilinç okyanusunda yol almaya başlamıştır. Umulan iyi bir yolculuk olması ve  güvenli kimlik adasına çıkmaktır.

http://www.edirnekenthaber.com/yazar.php?id=3041  tıklayınız

1110
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
www.huseyinkacin.com

"eşcinsel olmayı kabul etmek demek; size cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir."

İklim hanım merhaba ben hüseyin beyin 2 aylık danışayınım.kendisi ile düzenli terapilere başladıktan sonra hayatımın nasıl değiştiğini ve şekillendiğini sizlere elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım.
 
herşey çocukluktaki o kısırdöngü anına dönüyor.annemin bir anlık ihmali ile tecavüze uğramam aynı anlama geliyordu.daha hiçbirşeyden anlamayan 6 yaşındaki ben ve beni seksi bir tema görüp tecavüze yeltenen o sapık.ne olduysa oldu o gün.hayatımı değiştiren o olay bir anlık ihmalin sonucu ile oldu,beni hiç ihmal etmeyen annem ne olduysa o gün ben ihmal etti.o günün akşamı sıradan bir akşam değildi.artık erkekliğini odunlukta bırakmış,hürriyeti elinden alınmış,bir tercihe zorlanmış bir hırpani beden vardı.annem durumu farkettiğinde benim içinde onun içinde iş işten geçmişti.yapacağı tek iş bunu ölene kadar saklamaktı.öylede yaptı bu sırrı babam haric herkesten sakladı.içine düştüğüm kuyunun ne kadar derin olduğunu bilmeyen ben,tecavüz sonrası verilen parayı bir ödül olarak kabul etmiştim.herhalde bu  doğruydu dedim.nasıl düşünebilirdim ya 5 yada 6 yaşındaydım? günler ilerledikçe her kavga edişimizde annem bu olayı bir kase önüme sundu içinde bolca küfür hakaretle beraber.bu olayı benim yaptığım iddasına yeltenip kendi ihmalkarlığını çoktan unutmuştu.her sene her kavga benim annemden daha çok uzaklaştırıyordu.Ettiği küfürlere bende aksiyle ağır karşılıklar veriyordum.işte bu önemli bir noktadır.Annemi kalpten sevemedim.ergenlik çağına geldikçe cinsel dürtülerinden uyanan filizler yerşemeye başlamıştıı artık,bilinçli bir cinsel tercih söz konusuydu.ve ben aklımın odak noktasında kalan ve tek kabullenilmiş gerçek olan eşcinselliği yeğliyor ona yöneliyordum.küçük bir karadeniz kasabasında bir kızla ilişkiye girmek demek ölmek anlamına gelebilirdi.hayatın sürüklediği ben,zamanla cinsel duygularımın yoğunluğunu fazlasıyla hissettim.herşey olmamaması gerektiği gibiydi.çünkü ben erkeklerden daha çok hoşlanıyor onlarla daha fazla birlikte zaman geçirmek istiyordum.zaman ilerledikçe artık bir boyfriend bulma zamanı gelmişti.sanal alemin ilk çıtırları elime düşüyordu.ne farkederdi evli yada bekar olması,erkek olsun yeter.bana mı sordular? sürüklenen ve girdap içinde kalan benliğimin anlamını bile bilmiyordum.sadece bir cinsel yön ve sıradan ben vardı.zamanla cinsel arzularım fazlasıyla ileri gidince bir gün durumu bir şekilde şüphelenerek öğrenmeye çalışan babamdan ağzım burnumdan gelene kadar dayak yedim.artık damgalanmıştım kimi tabirle i.ne olmuştum.fakat içimde bitmek bilmeyen bir nefret gelişiyordu.bunu ben nasıl hakettim? neden ben? bu başkasına olamazmıydı? hedef tahtasına neden ben geldim? çok üzüldüm içime kapandım bir zaman.sonra yeniden alevlenen ve sürekli erkek/gay muhabbetleri çeviren bir ortama doğru sürüklendim.bu süreçte bile bir ilişki yaşadım.tatsız ve anlamsız.yorgun düşen hırpani bedenim artık tek kurtuluşu maneviyatta görüyordu.hoş tabi her zaman maneviyat duygularım ağır basıyordu.hiçbir zaman inançsız olmayı kalpten geçirmedim.gördüğüm etkileyici bir rüya hayatmın 90 derece dönmesine sebeb oldu.sahip olduğum kazanımlarımdan hızla uzaklaştım.kendimi dine adadım.uzunca bir süre aklıma cinsellik gelmedi.gel zaman git zaman içimde kıvranan o pis yaratık yeniden güç buldu ve bu sefer madem öyle bu sefer dindarlıkla bu işi yürüteceğiz dedi.nasıl olurdu ve bu gerçekten riskli bir oyundu.dindar arkadaşlar bulunacak,tanışalacak,evine gidilecek cicilenecek bicilenecek sonra...sonrasımı? sonrası malum...kaybettiğim zamanlardı hep.eli ayağı düzgün/dindar birisi ve sonu hep aynı biten masallar.ruhum ve bedenim bu hastalığın içinde kıvranırken yine bir eşcinsel sitelerde birşeyler ararken hüseyin hocanın reklamına rastladım,belki! dedim şaşırdım.böyle bir şey de mi var ya? eşcinsel terapi? eee! ama derken iyice düşündüm tarttım hayatımdaki önyargıları kırmam lazımdı yoksa ben orta yerinden kırılacak duruma gelmiştim.hocayla tanıştım,terapilere düzenli başladım.evet anladımki eşcinsellik tedavi edilebilir bir hastalıktı,kanser gibi olmasada tüm vücüdunuzu kaplayan bir hastalıktı.karakterimdeki bölünmeler bende iki farklı tip yaratmıştı birincisi Cinsel Ben ikincisi Dindar ben.ikisi arasında gidip gelen ondan ona kaçıp duran ben.ve benliğimin yani şu satırları size yazan BENliğim.unuttuğumu GERÇEK BENİ hatırlamam yardımcı olan bu uğurda gerçekten birçok tehlikeyi göze alan hocamla bu yolculuğa başladığımda hiçbirşeyin kolay olmayacağını düşündüm ama güzelliklere sabretmeden ve mücadele vermedende erişilmeyeceğinide biliyordum.zorlandım,belki düştüm kalktım ve şu anda tedavimin dönüm noktalarındayım.eşcinselliğin dini yoktur bunu anlıyorum.iki yüzlü riyakar ve yalancı bir hastalıktır.fakat devasız dert  yaratılmadığına göre bununda elbette bir çıkış yolu vardır.
 
 
Sizlere şimdilik bunları yazmak istedim.Sorularınızı içtenlikle cevaplayacağım.Gizlilik esastır.mesleğini yapmayan bir meslektaşınızım.bunu bilmeniz yeterlidir.
 
Yanıt bekliyorum,yardımcı olmaya çalışacağım.
 
 
İyi Çalışmalar.

İklim BAYRAKTAR
a.iklim.bayraktar@gmail.com



Sayfa: 1 ... 72 73 [74] 75 76 ... 89