İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 70 71 [72] 73 74 ... 89
1066
Cinsel Terapi: Penis Büyüklüğü - Penisim büyük mü yoksa küçük mü?

Cinsel danışmanlıkta en sık görülen konulardan bir tanesi de ''doğa tarafından haksızlığa uğramış'' olmak, doğuştan kısa bir penise sahip olma konusudur. Neredeyse her erkek "Cinsel organım küçük mü?"  ya da "Daha büyük olsaydı partnerim daha çok zevk alır mıydı?" sorusunu kendine sorar.'' Küçük'' olarak değerlendirilen bir penis, çoğu erkek tarafından erken boşalmadan daha büyük bir sorun olarak görülüyor.


Penis Büyüklüğü hakkında bilmek istedikleriniz:

"Seks Zihinde Gerçekleşir- Kadınların %92'sinin penisin uzunluğundan çok sertliğine önem veriyor. "
( Berlin / Almanya'da yapılan bilimsel bir anketin sonuçlarına göre )

Cinsel danışmanlıkta en sık görülen konulardan bir tanesi de ''doğa tarafından haksızlığa uğramış'' olmak, doğuştan kısa bir penise sahip olma konusudur. Neredeyse her erkek "Cinsel organım küçük mü?"  ya da "Daha büyük olsaydı partnerim daha çok zevk alır mıydı?" sorusunu kendine sorar.'' Küçük'' olarak değerlendirilen bir penis, çoğu erkek tarafından erken boşalmadan daha büyük bir sorun olarak görülüyor.

Kadınların büyük veya küçük bir penis arasında ki farkı hissetmediği doğru mudur?

Evet, bu doğrudur. Vajinanın iç duvarları sinir hücrelerinden yoksun olduğundan kadınlar için penis büyüklüğü bir fark yaratmaz. Gerçek şu ki : Bir klitoral ve vajinal (g-noktası) orgazm vardır. Klitoral orgazm daha  şiddetli ve yoğunken, vajinal orgazm daha ''derin'' ve ağır hissedilir.

Klitoral orgazm daha çok klitorisin uyarılmasından meydana gelirken, vajinal orgazm penisin vajinanın ilk 7cm'lik girişinde ( burada hassas sinir uçları bulunmaktadır ) uyguladığı baskı ve sürtünmeden oluşur. Cinsellik esnasında bu bölgeleri uyarabilmek için penis en az 7 cm vajinaya girmeli ve bu uzunlukta da baskı uygulayabilmek için belirli bir  kalınlığa sahip olmalıdır.

Kısacası : Normal boyutlarda olan bir penis vajinayı daha iyi doldurur.

Diğer taraftan çok uzun olan bir penis rahim ağzına şiddetle çarpınca çoğu kadın tarafından rahatsız edici olarak  hissedilmektedir. Sağlıklı bir orta değer burada en elverişli olanıdır. Penis büyüdükçe kadınlarda ağrılar artmaktadır. 18 cm ve üzeri olan bir penis büyüklüğünde, kadınlar ağrıdan başka bir şey hissetmemektedir.

Penis ne zaman küçük olarak değerlendirilebilir?

Orta Avrupa 'daki erkeklerin penis büyüklüğü istatistiksel verilere göre ortalama 12,5 cm'dir. Erkek için , ancak penisin  ereksiyon halinde vajinaya girebilmek için küçük olması durumunda , biyolojik bir dezavantajdan sözedilebilir.

Yani bir kadını klitoral ya da vajinal yoldan tatmin etmek için penisin ortalama 10 cm uzunluğunda olması tamamen  yeterlidir. 7 cm uzunluğunda olan bir penisin kadının orgazm olabilmesi için yeterli olduğunu unutmayın.

Ereksiyon halinde olmayan penisin uzunluğu

Bazı erkekler ereksiyon halindeki cinsel organlarının uzunluğundan memnun olsalar da, ereksiyon halinde olmayan durumda daha uzun bir penis arzular.

Ereksiyon halinde olmayan penisin uzunluğu bir çok faktöre bağlıdır ve ereksiyon durumundaki uzunluk ile  bağlantılı değildir.

Örneğin fazla kiloları olan insanların penisi, onu çevreleyen yağ tabakası yüzünden daha küçük gözükür.

(Abdullah Özer)

1067
Cinsel Terapi: G-Noktası ve Kadında Boşalma
Kadının vajinasında bir haz merkezi ararken Alman Jinekolog Ernst Gräfenberg 1950 yılında vajinanın ön iç duvarında oldukça yoğun orgazmlardan sorumlu olan bir bölgeden bahsetmiştir. Gräfenberg  vajinal cinsel ilişkide doruğa ulaşmada sadece klitorisi uyarmanın yeterli olmadığını düşünüyordu. Başka bilim adamları da aynı Gräfenberg gibi oldukça hassas olarak değerlendirilen bu "cinsel haz" bölgesinden bahsetmişlerdir.


G-Noktası Ve Kadında Boşalma
(Diğer adıyla Vajinal orgazm)

G-Noktası (G-Point, G-Noktası) Nedir?

Kadının vajinasında bir haz merkezi ararken Alman Jinekolog Ernst Gräfenberg 1950 yılında vajinanın ön iç duvarında oldukça yoğun orgazmlardan sorumlu olan bir bölgeden bahsetmiştir. Gräfenberg  vajinal cinsel ilişkide doruğa ulaşmada sadece klitorisi uyarmanın yeterli olmadığını düşünüyordu. Başka bilim adamları da aynı Gräfenberg gibi oldukça hassas olarak değerlendirilen bu "cinsel haz" bölgesinden bahsetmişlerdir.

Sonraları bu bölgeye Amerikalı bilim adamları John D. Perry ve Beverly Whipple (Rutgers University Newark, New Jersey) Gräfenberg'in onuruna "G-Noktası" adını verdiler. Eskiden beri bu konu hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Her kadının bir G-Noktasına sahip olduğu kesindir, fakat her kadını bu bölgenin uyarılması heyecanlandırmıyor. Her kadının göğüslerine dokunulmasını cinsel açısından tahrik edici bulmadığı gibi.

Bu hassas bölgeden daha 17.yüzyılda Hollandalı anatomist De Graaf bahsetmiş ve vajinanın ön iç duvarındaki doku ile erkeklerdeki prostat arasında bir benzerlik kurmuştu. Ayrıca Graaf, "kadının boşalmasından" bahsetmişti.

G-Bölgesi (G-Point, G-Noktası) nerede?

G-Bölgesi vajina girişinin ön duvarından  yaklaşık 4-5 cm iç tarafta bulunmaktadır. Konumu tam olarak vajina duvarında değil urethranın (siyek) arkasında bir yerdedir. Kadında urethra, erkekte penise benzer şekilde, ereksiyon esnasında kabaran ve sertleşebilen bir doku ile kaplıdır. Ayrıca bezlerin varlığı erkeğin penisi ile bir karşılaştırmayı mümkün kılıyor.

Cinsel uyarılma esnasında G-Bölgesinde (G-Point, G-Noktası) ne oluyor?

Vajinanın daha kuru olduğu bir anda bu bölgenin uyarılması daha çok rahatsızlık verir. İdrara çıkma hissi ile bağdaştırılır. Ancak arzunun ve cinsel hazzın şiddetlenmesi durumunda bu bölgenin uyarılması tahrik edici olarak hissedilir. Urethranın çevresi ,özellikle idrar kesesine geçiş kısmındaki çapı,  büyümeye başlar. 1,5- 2 cm arasında oval bir düğüm hissedilir hale gelir. Bu boyut standart olmayıp kadından kadına değişkendir.

Uyarılmanın devam etmesiyle orgazm esnasında bir sıvı atımı meydana gelebilir. Üst üste orgazm yaşama olasılığı da mevcuttur. Whipple ve Perry'e göre bu hassasiyet arttırılabilir. Alınan hazzın optime edilmesi kişinin kendisinin ya da partnerinin  bu bölgeyi bilinçli olarak uyarmasıyla elde edilebilir.

Cinsel ilişki esnasında G-Bölgesi (G-Point, G-Noktası) nasıl uyarılabilir?

Misyoner pozisyonunda bu bölgenin yeterince uyarılması penisden, yani anatomik nedenlerden dolayı, pek mümkün değildir. Cinsel birleşim esnasında kadının üstte oturması burada daha çok başarı vaadediyor. G-Noktasını bulabilmek için farklı pozisyonlar denenmelidir.

Kadının boşalması nedir?

Vajinanın ön duvarı uyarıldığında urethranın etrafı şişmeye başlar. Boya doğru bir şişme hissedilir hale gelir. Bu uyarılma özellikle zevk verici olarak algılanır. Bu esnada sıvı atımı mümkündür, sıvının kendisi kesinlikle idrar değildir. Bazen gerçek bir fışkırma oluşabilir. Fışkırma ya da yoğun bir ıslaklığın meydana gelmesi kişiden kişiye değişir. Sıvı miktarı da farklıdır, bir kaç damladan bir kaç mililitreye kadar değişkenlik gösterebilir. Bu sıvı, urethranın sağında ve solundaki skene kanalları adı verilen bezlerden kaynaklanır.

Kadının menisi incelendiğinde tabi ki sperm hücresi içermeksizin erkeğinkine benzerlik gösterir. Süt renginde ve açık sarı olabilir. Kokusu ise kadından kadına değişir, boşalma sayısına ve yaşam alışkanlıklarına göre farklılık gösterir. Bazı kadınlar cinselliğin farklı çeşitlerinde, örneğin oral sekste ve klitorisin uyarılmasında da boşalabilir. Fakat sıvı ile boşalma her orgazmda gerçekleşmek zorunda değildir. Kadının boşalma gerçeği olsa da cinsel hayatta her seferinde buna ulaşmak amaç haline de gelmemelidir.

Kadının boşalmasında ne gibi sorunlar yaşanabilir?

G-noktası doğum esnasında da önemli bir rol oynamaktadır. Bazı araştırmacılara göre doğum esnasında ağrıyı azaltıcı bir etkisi bulunmakatdır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bunu desteklemektedir. G-noktasına uygulanan baskı ya da bu bölgenin uyarılması doğum yapan kadında ağrı sınırının yükselmesine neden oluyor. Bunun nedeni ise G-noktası uyarıldığında vücud kendine özgü, endorfin adı verilen,  ağrı dindirici bir madde salgılıyor.

Bu gözlemi doğum yapan ve ağrı hassasiyeti oldukça yüksek olan Meksikalı bayanlar üzerinde yapılan bir araştırma da destekliyor. Bu araştırmada Meksikalı bayanlar tarafından oldukça fazla tüketilen chili ve bununla da birlikte capsaicin maddesi alımındaki  artış, G-noktasının hassasiyetini kaybetmesine ve ağrı azaltacı etkisini yitirmesine  neden oluyor.

Kadın orgazmı:

Orgazm cinsel aktivitenin doruğudur ve kadının cinsel organlarının uyarılmasının sonucudur. Orgazmdan sonra tümüyle bir rahatlama yaşanır. Orgazmın nasıl ve nereden oluştuğu kadından kadına değişir. Orgazmın farklı çeşitleri vardır ve bunların hepsi her kadın tarafından yaşanmak zorunda değildir. Doğru veya yanlış orgazm yoktur ve bu yüzden de nasıl oluştuğu çok fazla önem taşımaz. Bazı kadınlar orgazmı kendiliğinden yaşarken bazıları da hiç yaşamaz. Fakat bütün kadınlar için aynı olan orgazmın hepsi için de önemli olduğudur. Siz de yüzyıllardır tabulaştırılan kadın orgazmı hakkında daha fazla şeyler öğrenin.

Uzun bir süre boyunca bu kadınların hafif ve ahlaksız olduğu önyargısyla kadın orgazmı bir tabuydu. Kadının cinsellikteki tek rolü doğum yapmasıydı ve alınan haz değildi.

Kadınlar için hangi orgazm çeşitleri vardır?
 

   1) Klitoral orgazm
   2) Vajinal orgazm  (G-noktası)
   3) Anal orgazm

Her kadın klitoral orgazm yaşayabilir mi?

Nadir bulunan istisnalar dışında (fizyolojik nedenlerden dolayı) aslında her kadın klitoral orgazm yaşayabilir.

Her kadın klitoral orgazmı yaşayabilmeli. Eğer, bunu partnerinin yanlış yöntemlerinden dolayı, ya da kendi kendini uyarma isteksizliğinden dolayı yaşayamıyorsa, cinsel ilişki sonrasında çok gergin olacaktır. Bu da zamanla bir ilişkiyi olumsuz yönde etkileyecektir.

Burada şunu belirtmek gerekir ki ,orgazm her kadın için önemli değildir. Hassas yapıları nedeniyle kadınlar dokunma  ve şefkati sadece cinsel kaynaklı eylemlere tercih ediyor. Cinselliğin tadını çıkarıyorlar ve her ne pahasına olursa olsun orgazma ulaşmak için çabalamıyorlar. Bazen partnerlerini tatmin etmek için sahte bir orgazm canlandırıyorlar.

Bir ilişkinin başında daha katlanılır olan böyle bir durum, bir ay veya bir yıl sonra kavga sebebi haline gelebiliyor. Bu yüzden cinsel hayatta her iki tarafın da kendini geliştirmesi ve sorunlarını aşacak yöntemler bulması çok önemlidir.

Anal bölgede sinirler oldukça yoğun olduğu için bir kadının anal orgazm yaşabilmesi de şaşırtıcı değildir. Fakat anal orgazm ancak çok rahatlamış bir durumda, anal uyarılma ağrıya sebep olmuyorsa ve zevk veriyorsa yaşanabilir. Anal orgazm, her hangi bir vajinal uyarılma olmadığı durumda mümkün olsa bile, çoğu zaman kadın penisi vajinanın ince zar ayrımından  dolayı hissettiği için yaşanır. Yüksek yoğunluğundan dolayı anal ilişki esnasında vajinal ve klitoral uyarılma, çoğu kadının hoşuna gider.

Anal orgazma nasıl ulaşılır?

Anal ilişkide rahatlama ön planda olduğu için, anüs bölgesindeki kasların önce parmakla veya bir seks oyuncağı ile rahatlatılması gerekir. Yeterli miktarda kayganlaştırıcı bulunmalıdır.

Anal bir orgazma parmakla, seks oyuncakları, penis ya da oral uyarılma ile ulaşabilirsiniz. Parmaklar ya da el kullanıldığında bunların yeterince ıslak olmasına dikkat edilmelidir.

Cinsellikte anal orgazm:

Cinsellikte anal bir orgazma ulaşabilmek için kadının en çok zevk aldığı bir pozisyon seçilmelidir. Bir çok seçenek vardır ve hangi bölgenin uyarıldığı poziyona bağlı bir durumdur. Pozisyon ve uyarılma çeşidinin yanısıra anal orgazm penisin vuruş tarzından da etkilenir: bazıları yavaş ve duygusal bir tarzı severken, diğerlerinin tercihi hızlı ve sert olabiliyor. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için WebSitemizde yer alan Makaleler bölümünde ANAL SEKS yazısını okuyabilirsiniz.

Orgazm bozukluklarında ne yapılabilir?

Eğer bir kadın sekste doruk noktaya ulaşamadığını sorun olarak görüyorsa, öncelikle yetkin bir cinsel danışmana veya cinsel terapiste başvurmalıdır. (Abdullah Özer)

1068
BDSM, günümüzde genellikle sadomazoşim veya konuşma dilinde daha çok SM veya Sado-Mazo olarak tanımlanan tipte cinsel ilişki yaşama eğiliminde olan gruplar için, uzmanlık literatüründe kullanılan ortak toplu tanımdır. BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“


BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“

BDSM: “Kölelik (bağımlılık) ve Disiplin, Baskınlık (Dominantlık) ve Teslimiyet (İtaat), Sadizim ve Mazoşizm”

BDSM, günümüzde genellikle sadomazoşim veya konuşma dilinde daha çok SM veya Sado-Mazo olarak tanımlanan tipte cinsel ilişki yaşama eğiliminde olan gruplar için, uzmanlık literatüründe kullanılan ortak toplu tanımdır.

BDSM: „Bondage & Discipline, Dominance & Submission, Sadism & Masochism“

“Kölelik (bağımlılık) ve Disiplin, Baskınlık (Dominantlık) ve Teslimiyet (İtaat), Sadizim ve Mazoşizm” kelimelerinin İngilizce lisanındaki karşılıklarının baş harflerinden oluşturulan BDSM terimi, genel cinsel davranışlardan çok daha çeşitli ve diğer özelliklerinin yanı sıra, cinsel acı verme veya zincirle bağlama oyunları benzeri Baskınlık ve Boyun Eğme eğilimlerinin beraber görülebildiği bir grubu tanımlar.

Tüm BDSM çeşitlerindeki katılımcılarda kendi mevcut eşitlik haklarından, yine kendi iradeleriyle gönüllü olarak vazgeçme ortak görülen bir özelliktir. Kendini karşı tarafa adayan partner, kendi hak ve özgürlüklerinin belirli bir bölümünden vazgeçer ve bunları, baskın taraf olan partnere bırakır. Bundan, her iki katılımcı da cinsel haz elde ederler. Hakim konuma sahip olan taraf, "Baskın (İng: Dom)" veya "Üst (İng: Top)" olarak ve kendini adayan (köle) taraf ise, "Boyun eğen (İng: Sub)" veya "Alt (İng: Bottom)" olarak anılır.

BDSM oyunları, genellikle belirli bir zaman aralığı esnasında erotik rollerin sergilenmesinden oluşur; her bir BDSM oyunu tek başına bir oturum (İng: session) olarak anılır. Oral, vajinal veya anal cinsel ilişki benzeri seks ilişkilerinin, bir oturum esnasında ortaya çıkabilmesi gibi, bunun olması mutlak gerekli değildir.

BDSM uygulamaları temel prensip olarak, güvenli sınırlar dahilinde yetişkin partnerler arasında ve kendi özgür iradeleriyle gönüllü olarak ve karşılıklı anlayış içerisinde yapılmadır. Bu kapsamdaki temel prensipler, 1990’lı yıllardan bu yana kısaca İngilizce lisanındaki “güvenli, makul ve müşterek” kelimelerinin baş harflerinden oluşan SSC ibaresiyle özetlenmektedir. Bu, daha çok “güvenli, açık ve net bir şuur ve karşılıklı anlayış” anlamına gelmektedir. (SSC=„safe, sane and consensual” Türkçe karşılığı: “güvenli, makul ve müşterek”)

Katılımcılar arasındaki samimiyet ve dostluğu vurgulayan özgür irade, BDSM’yi hem yasal, hem de ahlaki açıdan sınırlar ve tarafları, zor kullanılarak suiistimale maruz kalmaktan veya kendi cinsel iradelerine karşı işlenebilecek suç ve saldırılara karşı korur.

Özgür irade, BDSM için belirleyici kriterdir. Samimi ve dostça bir sado-mazoşist ilişkiye rıza gösterme ve onaylama, sadece ve ancak tarafların kendi rıza ve onaylarını takiben olacaklar hakkında yeterince bilgiye sahip olması durumunda olabilir. Karar verme aşamasında, onay verecek olan tarafa yeterli bilgilendirme yapılmak zorundadır ve bu kişi, ruhsal açıdan gerekli özelliklere sahip olmalıdır. Genel olarak, onay veren tarafın her hangi bir an veya durumda ve her ne zaman isterse istesin bu onaydan vazgeçme hakkı olmak zorundadır, bunu örneğin daha önceden belirlemiş oldukları güvenlik kelimesi (İng: Safeword) olarak adlandırılan bir sinyal kelimesini söyleyerek yapabilmelidir.

Bir çok katmandan oluşan BDSM kısaltması, bu üst başlık altında toplanan bir çok fiziksel ve psikolojik konu için kullanılmaktadır:

BDSM'in AÇILIMI:

T Ü R K Ç E

B & D Kölelik ve Disiplin (Zincirleme ve Disiplin etme)
D & S Baskınlık ve Teslimiyet (Hükmetme ve İtaat)
S & M Sadizm ve Mazoşizm (Sadizm ve Mazoşizm)


İ N G İ L İ Z C E

B & D Bondage and Discipline
D & S Dominance and Submission 
S & M Sadism and Masochism

BDSM’nin üçlü ayrışımına yönelik bu model, günümüz literatüründe giderek artan düzeyde kullanılmaktadır, ancak sadece fenomenolojik bir ayrım denemesi vermektedir. Oysa, cinsel eğilimlerin kişiye özel sonuçları, genellikle burada birbirinden ayrılmış olan konuları kesmekte ve bir çoğunu bir arada kapsamaktadır.

Psikoterapik açıdan BDSM:

Daha eskiden, BDSM tecrübeleri yaşayan insanlar genellikle ya Sadizm ya da Mazoşizm tanısına dahil edilirlerdi ve psikiyatri tarafından, dürtü ve eğilim bozukluğu kapsamında bir hastalık olarak görülürdü.

ICD-10’a (ICD: Uluslararası Hastalık Sınıflandırma Sistemi) göre, sado-mazoşizm bir “Cinsel Eğilim Bozukluğu” olarak görülmektedir (Madde F65.5) ve burada şu şekilde tanımlanmaktadır: “Cinsel faaliyet, burada acı verme, aşağılama veya zincirleme uygulanarak yapılmaktadır. Eğer ilgili kişi bu tip bir uyarım şekline katlanıyor ve dayanıyorsa, o takdirde ilgili kişide mazoşizm söz konusudur; ancak eğer bunları başka bir kişiye uyguluyorsa, bu takdirde burada sadizm söz konusu olur. Burada etkilenen kişi, genellikle hem mazoşist, hem de sadist faaliyetlerden cinsel haz alır”.

İlk olarak, 1994 yılında DSM IV’in (Amerikan Ruhsal Hastalıklar Teşhis ve İstatistik Rehberi) yayınlanmasıyla, teşhis kriterleri ortaya konmuştur ve bunlara göre, BDSM açık ve net olarak cinsel tercih bozukluğundan öte görülmektedir. Buna göre, sadizm ve mazoşizmin teşhis ve tedavisi, bu bozuklukların cinsel motivasyondaki sonuçlarına ilişkin olarak, ancak bu etkiye maruz kalan tarafın sadist ve mazoşist uygulamalar dışında hiçbir şekilde cinsel haz alamaması veya kendi şahsına özel sadist veya mazoşist cinsel tercihlerinden kendi arzusuyla kurtulmak istemesi ve kendisini yaşam şartları içerinde sınırlandırılmış hissetmesi veya diğer bir şekilde kendini bundan muzdarip hissetmesi durumunda ele alınabilir.

24.Nisan 1995 tarihinde bir Avrupa Birliği üyesi ülke olarak ilk kez Danimarka sado-mazoşizmi hastalık tanımlarına ilişkin kendi ulusal sınıflandırma sisteminden çıkarmıştır ve bunu 2009 yılı Ocak ayında İsveç takip etmiştir.

İsviçreli Psikanalist Fritz Morgenthaler, Homoseksüellik – Heteroseksüellik – Sapkınlık (1984) konulu kendi araştırmasında, muhtemel problemlerin mutlaka standart dışı eğilimlerden kaynaklanması gerekmediğini, aksine kural olarak ve aslen eğilim üzerindeki etkilerin gerçek veya haklı nedenlerin yarattığı ortam reaksiyonundan kaynaklandığını tespit etmektedir.

Avustralya’da anket sorularının ulaştırıldığı 19.000 kişiyle yapılan bir anket çalışmasında, BDSM eğiliminin ve bunların tecrübe edilmesinin belirli bir azınlık grubu tarafından düzenli olarak uygulanan bir cinsel oyun türü olarak görüldüğü, neticesine varıldı. Her BDSM uygulayıcısı psikolojik bir travmaya sahip olduğu anlamına gelmez.

Aynı sonuca Psikanalist Theodor Reik, bugüne kadar hala güncel kalan “Acıyla Gelen Mutluluklar” isimli standart eserinde, 1940 yılında ulaşmıştır. Mazoşizm ve Toplum.

BDSM ibaresi nereden geliyor?

BDSM teriminin geliştirilmesi çok katmanlıdır. Psikolojik bakış açısından aslen Sadizm ve Mazoşizm uzmanlık terimleri mevcuttu ve bunlar psişik hastalık olarak sınıflandırılmıştı. Bu terimler, “Marquis de Sade” ve“Leopold von Sacher-Masoch” isimli yazarlar tarafından yeniden yönlendirilmiştir.

1843 yılında Macar Doktor Heinrich Kaan, Cinsel Psikopati tanımı altında bir yazı yayımlamıştır ve bu yazısında, tıbbi teşhislerde Hıristiyanlık aleminin günah tanımlamalarını yeniden yönlendirmiş ve değiştirmiştir. Aslen teoloji kaynaklı olan “Sapkınlık”, “Sapma” ve “Aykırılık” terimleri, ilk kez bilim lisanının bir parçası olmuştur. Alman psikiyatr Richard von Krafft-Ebing, 1890 yılında Cinsel Psikopati Alanında Yeni Araştırmalar isimli yazısında, “Sadizm” ve “Mazoşizm” terimlerini ilk kez tıbbi literatüre dahil etmiştir. Sigmund Freud tarafından 1905 yılında Cinsel Teori Kapsamında Üç Bilimsel İnceleme adlı eserinde, Sadizm ve Mazoşizmi çocukluk yıllarında ortaya çıkan psişik (ruhsal) hastalık kaynaklı gelişim kusuru (gelişimsel duraklama) olarak ele almasından ve konunun detaylı değerlendirmesinin müteakip on yıllık dönemi temelden etkilemesinden sonra, 1913 yılında Viyanalı Psikanalist Isidor Sadger tarafından "Sado-Mazoşist Kompleks Üzerine" isimli makalesinde, bileşik isim olarak “Sado-Mazoşizm” terimi ilk kez türetilmiştir.

Özel BDSM kelimeleri ve bunların anlamları:

Mazoşizm: Mazoşizm teriminden bir insanın kendisine “Acı verildiğinde” (cinsel açıdan) veya “Aşağılandığında” (ekseriyetle, Baskın veya Üst olan taraf aracılığıyla), haz (cinsel) alması/hissetmesi durumu anlaşılır. Bu kişi Mazoşist veya kısaca Mazo olarak tanımlanır. Mazoşizmin karşı tarafı ise, Sadizmdir.

Sadizm: BDSM kapsamında Sadizm, acıya maruz kalma veya aşağılanma yoluyla cinsel tatmine ulaşmanın yaşandığı uygulamalardır. Sado-Mazoşizmin ana prensibi olan SSC („safe, sane and consensual”) (TR: güvenli, makul ve müşterek) temelinde, sado-mazoşist ilişkinin sadist tarafı olan kişi, mazoşist partnerinim sağlığına dikkat etmek zorundadır.

SSC: SSC, İngilizce lisanındaki güvenli (emniyetli), makul (insan sağlığı kapsamında) ve müşterek anlayış (dostça) kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kısaltmadır. SSC, sado-mazoşist uygulamalar ve ceza hukukuyla ilişkili zor kullanma suçları arasındaki sınır ve ayrışma çizgisini belirleyen en bilinen modeldir. Bu, kimi yerlerde SSCF olarak da yazılmaktadır, buradaki F harfi “Eğlence” (İng: Fun) anlamında anlamında kullanılır.

Güvenli: İngilizce lisanındaki safe kelimesi (Türkçesi: güvenli), SSC kısaltmasının temel öğelerinden birisidir ve dostça bir BDSM’nin temel direği olarak görülür. Ve teklif olunan BDSM’nin makul güvenlik tedbirleri altında yapılacağı anlamına gelir.

Boyun eğen taraf (Devot): Boyun eğen taraf davranışı, bir bireyin daha yüksek statüde kabul ettiği karşısındaki partnere gösterdiği boyun eğme ve teslimiyetçi davranışları tanımlar. Karşı tarafta yer alan partner burada baskın konumdadır.

Baskın taraf (Dominanz): Biyolojide ve antropolojide Baskın taraf tanımından, karşısındaki diğer bireylere karşı daha yüksek bir sosyal statüsü olan ve diğerlerine aşağılayan bir tavırla yaklaşan birey anlaşılır.

Güvenlik kelimesi (Safeword): Güvenlik kelimesi, BDSM alanındaki uygulamalarda kullanılan bir sinyal kelimesidir, bu kelime yardımıyla, partnerlerden biri diğerine söz konusu uygulamayı devam ettirmek istemediğini anlatabilmesi için kullanılır.  Dostça yürütülen uygulamalar çerçevesinde, uygulamanın derhal bitirilmesi için ve buna uyulmanın mutlak şart olduğu önceden belirlenmiş bir güvenlik kelimesi (hukuksal nedenlerden ötürü) kullanılır. Güvenlik kelimeleri ikiye ayrılır: Birinci güvenlik kelimesi, partnerler arasında belirlenir ve o anda uygulanmakta olan faaliyetin şiddet ve yoğunluğunun azaltılması (“Yavaşlatma Kelimesi”) (İng: Slowword) gerektiğini ve ikinci güvenlik kelimesi ise, tüm oturumun derhal ve toptan sona erdirilmek zorunda olduğunu belirtir.

Vanilya: Vanilya veya İngilizce Vanilla olarak, BDSM olmayanlar tanımlanır.

Bondage: Bondage, Türkçe "Zincire vurma oyunu" olarak da anılır ve cinsel anlamda, tüm zincirleme veya bir yere bağlama türleri için kullanılan üst tanımdır.

Baskınlık ve Boyun eğme (Dominance and Submission): Baskınlık ve Boyun eğme terim çifti, İngilizce lisanındaki hükümdarlık ve hakimiyet, ayrıca aşağılama ve esaret kelimelerinden kaynaklanır. Burada, eşler arasındaki eşit olmayan güç ve kuvvet üstünlüğü tanımlanır, taraflar arasında bilerek kabul edilir ve uygulanır.

Psikoterapist ve Cinsel Terapistlere tavsiyeler:

1. Psikoterapist ya da Cinsel terapistler Sado Mazoşistleri otomatik olarak hemen hastalıklı/hatalı/ahlaksız olarak değerlendirmemelidir.
2. Psikoterapist, terapi uygulamasına neden olan problemlerin muhtemel sebebi olarak daima BDSM tipi cinselliği görmemelidir: SM’nin terapisi çerçevesinde, hemen otomatik olarak günah keçisi olarak ilan etmemek ve iyice incelemek kaydıyla, tüm diğer kişisel özellikleri ve tercihleri ele alınmalıdır.
3. Sağlıklı SM cinselliği (SSC) ile patolojik biçimleri arasındaki ayrımı yapabilmelidir. Bu kapsamda, terapistin erotik sado-mazoşizm üzerine belirli seviyede temel bilgilere sahip olması gereklidir.

Sado-Mazoşistlere yönelik tavsiyeler

Buna ters açıdan bakıldığında, tüm sado-mazoşistlere yönelik tavsiyeler ortaya çıkmaktadır, başka deyişle, terapistlerini seçerken, onu tam olarak izlemeli ve tartmalıdır. Bir terapiye başlamadan önce, daha önceden not alınmış özel sorulardan yaralanmanız ve terapist adayınıza şunları sormanız tavsiye olunur:

a) Terapist adayının, erotik BDSM üzerine yeterli bilgisi var mı?
b) Terapist adayı ne kadar sıklıkla BDSM tercihleri olan bireylerle çalışmış? Bu durumlarla sık karşılaşıyor mu? Telefon üzerindende Terapist adayınız hakkında bilgi almaktan sakınmayın. Eğer ki bu iki soruya da “evet” cevabı alamazsanız, ya da öyle gelişigüzel bir “evet” dendiğini hissediyorsanız, o zaman, belki de başka bir terapist bulmanız daha iyi ve faydalı olacaktır. (Abdullah Özer)

1069
Cinsellik / TANRI ANNE BABALAR KUL ÇOCUKLAR ve CİNSEL KİMLİK
« : 02 Ocak 2012, 10:56:35 ös »
TANRI ANNE BABALAR KUL ÇOCUKLAR ve CİNSEL KİMLİK

2012 nin ilk yazısının konusu ne olacak diye düşünürken, her zaman olduğu gibi yine geldi buldu beni. Evde birlikte yaşadığım 2 kadının öğrenilmiş çaresizlik, herkesin kötü olduğu, erkeklerin yalancı, sadece cinsellik düşünen yaratıklar olduğu, her şeyi onların bilmeleri gibi konularda ödül alacak derecede inanmışlıkları olduğunu söyleyeyim baştan. Anne kız olan bu 2 kadın aslında birbirinin aynısı, aralarında 25 yaş var, bunun bir önemi yok ama. Arkadaşımın bana hediye ettiği malum yılbaşı batıl inancını taşıyan kırmızı renkteki şeyle başladı her şey. Komik buluyorum bu batıl inançları ve bu tarz bir şeyi kullanmayacağımı söylediğimde gelen cümle darbeyi vurdu : ‘Evlenince giyersin, şimdi giymezsen.’ Bir an zaman durdu benim için, bakışlarım falan değişti hissettim bunu.
 Şimdi buradan gelelim, aslında herkesin az biraz kıyısından köşesinden acı çektiği, aa sus ayıp cümlelerini içeren konuya. Cinsellik. Öğretilmeyen, üstü kapatılan, ayıp, günah hep bunlarla tanımlanan şeyler bunlar, halbuki hiçbirimizi leylekler getirmedi, en basit açıklamayla. Ama inandırıldı çocuklar bunlara, inandırıldık hepimiz. Anne babalarımızın sevgileri var mıydı, aa hiç olur mu, onlar birbirleriyle evlenmişler, çocuk kısmı kurcalamaz gerisini, hep merak ederdim, acaba ilk ne zaman aşık oldular, ilk ne zaman mideleri karıncalandı, ya da hiç böyle oldu mu? Pek de öğrendiğim söylenemez bunları, konuşmazlardı zaten bunları. Çok masum çocuk sorusu aslında anne ve ya baba sen hiç aşık oldun mu, ya da ilk ne zaman aşık oldun, ne olur yani cevap alsa çocuklar bunlara. Sonra gelir en dalgalı dönem. Er gen lik. Ne çocuk, ne yetişkin olunan, ama kendimizi çok büyümüş, her şeyi bilir, ama bir o kadar da bir hiç gibi hissettiğimiz zamanlar. Suratlarda sivilceler, vücutta değişmeler, kilo almalar, şunlar bunlar. O zamanda da olur bir merak, ilk öpüşmeler, ilk koklaşmalar. Yine sorasınız gelir anne babaya, bu sorulamaz zaten, ne seni biri mi öptü, ne seni bir erkek mi aradı, sen ne işler çeviriyorsun diye başlarlar dırdıra. Aşağı yukarı yaş oldu mu 18 biz sokaktan, arkadaştan öğrendiğimiz yarım yamalak şeylerle devam ettik mi yola ettik. Anne babalarımız pek memnundur bu durumdan ama, ay çok terbiyeli bizim kızımız, daha hiç sevgilisi olmadı, oğlansa çapkınlığıyla övünülür tabi de şimdi öyle feminist bir havaya girmek istiyorum, gördüğüm çoğu aile erkek çocuklarına kız çocuklarından fazla zulüm yapıyorlar. Zaman su gibi akıp giderken, üniversite çağları gelir. Ailenin yanında okuyorsanız yine değişen pek bir şey olmaz, kandırmalarla çıkarsınız akşamları, o kütüphanelerde ders çalışmalar hiç bitmez, okulda kulüp etkinlikleri sürekli devam eder. Kör topal bir ilişkiniz olduğunda çatırdamalar başlarsa, hep karşı taraf suçlanır, ama aslında siz ne ilişki kurmayı ne cinselliği bilmediğinizden olabilir mi bu ters giden şeyler. Bir de böyle düşünmek lazım belki de.
 Gelelim bugünkü olayı, e üniversite bitiyor, çoğu kişi evlenmemi bekliyor, kendileri evlendi de ne olduysa, evlilik bir statü tabi, sosyal paylaşım sitesinde bile, ilişki statüsü var. Varsa biri hayatımda bir adım önde olacağım onlara göre. Değilse sadece ben, aman işte sıradan, huysuz, aksiliğinden kimseyi bulamıyor, çok büyük konuşuyor yorumları falan. Hadi bunlara da alıştık artık diyelim bu evlenince yaparsın, evlenince giyersin geyikleri nedir hala anlayamıyorum. Erkekler istiyormuş bir de böyle deniliyor. Kadının istediği hiçbir şey yok. İmzayı atınca nasılsa her şey serbest, yaptığı bedava, oh ne güzel dünya değil mi. Böyle değilmiş işte ben de 1 senedir boşuna gitmiyoruz o seanslara. O tipik kadınlara göre, güzel ol, seksi kırmızı bilmem neler giy ki kocan seni beğensin. Ya bu adam benimle evlenmeden önce beni onunla mı gördü, hayır. O kırmızı şeylerle mi adam cinsellik yaşayacak benimle mi. Ben onlarla kadın olacaksam, iş çok kolay o zaman. Evlenince farklı düşünürmüş insanlar, ümitleri var yani düşüncelerimin değişeceğinden, çok beklerler. Kendimi bir an o kadar değersiz hissettim ki ama, bütün dinlerin, büyük düşünürlerin, peygamberlerin değer verdiği ‘kadın’, ‘ana’ diye tanımladıkları yere göre sığdıramadığı insan, ne hale geliyor. Bu hale getiren de erkekler mi kadınlar mı iyi sorgulamak gerekli. Bugün duyduklarımı bir kadın söyledi bana. He bir de dışarıda arasa daha mı iyi dedi. Daha da beter bir cümle yani. İşte bu aldatmayı tamamen haklı çıkaran bir zihniyet. Bu demek oluyor ki bir erkek aldatırsa karısı bakımsızdır, kırmızı bilmem ne giymemiştir, kadın adamı elinden kaçırmıştır. Adam haklı sonuç olarak.
 Gözümüzü açtığımız andan itibaren bize ahlakı, doğruluğu, iyi bir çocuk olmayı öğretmekle yükümlü olan ailelerimiz bize neler öğretiyormuş meğerse. Evlenmeden önce odalara kapatılan kadınlar, kibar bir erkek olan, bazen yüksek sesle güldüğünde, hemen karı gibi gülme diye azar yiyen erkekler çocukları. Çıplak fotoğrafları duvarlarda asılı erkek çocukları, büyümelerine rağmen hala anneleri tarafından banyo yaptırılan erkek çocukları; o annelerinin artık sallanan sarkan vücutlarını görmeye mecbur kalanlar, ergenlikte bile ağbileriyle aynı odayı paylaşan genç kadınlar; giyinirlerken ağbileri odaya girdiğinde aman ne olacak sanki diye odaya kovboy gibi girenler. Hepimiz bu çok iyi bildiğimiz anne babalarımızın çocuklarıyız. Şaka olsun diye uzun zaman devam eden mıncıklamalar, el şakaları, evlendikten sonraki günlerde sorulan sorular ve daha bir sürü şey. İşte biz böyle büyüyoruz sizin sayenizde. Bu yazıyı okuduğunuzda eminin çoğunuzun ağzından şu cümle çıkacak: sen bir anne baba ol da görürüm ben seni. Olduğumda da yazarım inşallah bu yazının bilmem kaç sonraki versiyonunu. Anne baba bir tanedir dünyada, sizin eksikliğiniz hiçbir şeyle doldurulamaz, bunu kesinlikle inkâr etmiyorum. Ama biraz durmak gerekiyor. Gözümüzü açtığımızda bizim tanrımız siz oluyorsunuz. Ağlayınca size geliyor, hasta olunca size geliyor, düştüğümüzde size geliyoruz, acıktığımızda, susadığımızda. Sonra bizi hayata bırakıyorsunuz, başarısız olunca kızıyorsunuz. Hiçbir şey öğrenmedin diyorsunuz. Dırdıra başlıyorsunuz yine. Peki siz ne kadar öğreniyorsunuz, siz ne kadar sorguluyorsunuz, nasıl bir çocuk yetiştirdiğinizi, bizi suçlamak kolay, eşcinsel çocuğunuzu reddetmek çok kolay, hatta en kestirme çözüm, benim artık senin gibi bir çocuğum yok cümlesini kurmak. Kuşak farkı var dersiniz hep, bir gün de bu çocuk ne izliyor, ne seviyor, tutup elinden nereleri geziyor diye düşünmeyebilirsiniz. Kötü arkadaşlar edinme tavsiyelerindense getir arkadaşlarını tanışalım demek zor gelebilir. Çocukların başarıları, çoğu zaman sizin başarınızdır, dershanelere, okullara paraları siz ödersiniz, çocuk zaten çalışmak zorundadır, fen lisesi falan kazanırsa ondan kıymetlisi olmaz. Çocuklar sizin narsist uzantılarınızdır. Sonra o uzantılar da birer narsist olur. Böyle gider gider durur bu. Anne babanızdan dayak yediyseniz, siz çocuğa az da olsa şiddet uyguluyorsanız, çocuk buna şükretmelidir, çünkü siz neler çekmişsinizdir. Sizin yaptığınız her türlü duygusal, fiziksel şiddette ne var ki. Şimdiki çocuklara hiç laf söylenmiyor zaten canım. Hiç eleştiriye gelemiyorlar. Hakareti hiç kaldıramıyorlar. Kimden çıktı bu çocuklar bilmiyoruz ki, hiç anne babalarına benzememişler, hep o arkadaşları, ya da hep bu televizyon, ya da hep bu internet, suçlu hep başkası. Çocuğun gözü açılırsa büyümeye başladıkça, sizi kabullenmiş gibi görünerek, sizi az da olsa değiştirir, orta yolu bulur, bir de bakmışsınız çocuk size bir şeyler öğretmeye başlamış, o sizleri sinemaya, yemeğe götürmeye başlamış, arabayı o kullanmaya başlamış, siz arka koltuğa geçmişsiniz, yaş ilerlemeye başladıkça da siz çocuk olmuşsunuz.
 Yazının bir yerinde söyledim, her şeye rağmen sizden vazgeçemeyiz, yine size sığınırız, dikkat edin ama sizden nefret ediyor da olabiliriz, hayatımız boyunca sizi yaşadıklarımızdan, seçimlerimizden sorumlu da tutabiliriz. Ama siz hep bizim iyiliğimizi düşündünüz değil mi, hep o güvenmediğiniz dışarısı yaptı bize her şeyi, siz her imkânı verdiniz bize de biz kıymetini bilemedik. Siz hep iyi anne baba oldunuz, hep öğrendiniz, hep didindiniz nasıl daha iyi anne baba olurum diye. Bunun için çabalayanlarınız da gerçekten var, hepiniz o tipik anne babalardan değilsiniz tabii ki de. Ama şunu kabul edin, biz büyütüyoruz sizi. Bizimle büyüyorsunuz, öğreniyorsunuz, çatışmalarımızla güçleniyoruz. Hatta bazen çocuklarınız daha da güçleniyor. Sonra aşk da o güçlü kadınların, erkeklerin işi oluyor işte. Peki sizde var mı o güç?

1070
2012 nin ilk yazısının konusu ne olacak diye düşünürken, her zaman olduğu gibi yine geldi buldu beni. Evde birlikte yaşadığım 2 kadının öğrenilmiş çaresizlik, herkesin kötü olduğu, erkeklerin yalancı, sadece cinsellik düşünen yaratıklar olduğu, her şeyi onların bilmeleri gibi konularda ödül alacak derecede inanmışlıkları olduğunu söyleyeyim baştan. Anne kız olan bu 2 kadın aslında birbirinin aynısı, aralarında 25 yaş var, bunun bir önemi yok ama. Arkadaşımın bana hediye ettiği malum yılbaşı batıl inancını taşıyan kırmızı renkteki şeyle başladı her şey. Komik buluyorum bu batıl inançları ve bu tarz bir şeyi kullanmayacağımı söylediğimde gelen cümle darbeyi vurdu : ‘Evlenince giyersin, şimdi giymezsen.’ Bir an zaman durdu benim için, bakışlarım falan değişti hissettim bunu.
 Şimdi buradan gelelim, aslında herkesin az biraz kıyısından köşesinden acı çektiği, aa sus ayıp cümlelerini içeren konuya. Cinsellik. Öğretilmeyen, üstü kapatılan, ayıp, günah hep bunlarla tanımlanan şeyler bunlar, halbuki hiçbirimizi leylekler getirmedi, en basit açıklamayla. Ama inandırıldı çocuklar bunlara, inandırıldık hepimiz. Anne babalarımızın sevgileri var mıydı, aa hiç olur mu, onlar birbirleriyle evlenmişler, çocuk kısmı kurcalamaz gerisini, hep merak ederdim, acaba ilk ne zaman aşık oldular, ilk ne zaman mideleri karıncalandı, ya da hiç böyle oldu mu? Pek de öğrendiğim söylenemez bunları, konuşmazlardı zaten bunları. Çok masum çocuk sorusu aslında anne ve ya baba sen hiç aşık oldun mu, ya da ilk ne zaman aşık oldun, ne olur yani cevap alsa çocuklar bunlara. Sonra gelir en dalgalı dönem. Er gen lik. Ne çocuk, ne yetişkin olunan, ama kendimizi çok büyümüş, her şeyi bilir, ama bir o kadar da bir hiç gibi hissettiğimiz zamanlar. Suratlarda sivilceler, vücutta değişmeler, kilo almalar, şunlar bunlar. O zamanda da olur bir merak, ilk öpüşmeler, ilk koklaşmalar. Yine sorasınız gelir anne babaya, bu sorulamaz zaten, ne seni biri mi öptü, ne seni bir erkek mi aradı, sen ne işler çeviriyorsun diye başlarlar dırdıra. Aşağı yukarı yaş oldu mu 18 biz sokaktan, arkadaştan öğrendiğimiz yarım yamalak şeylerle devam ettik mi yola ettik. Anne babalarımız pek memnundur bu durumdan ama, ay çok terbiyeli bizim kızımız, daha hiç sevgilisi olmadı, oğlansa çapkınlığıyla övünülür tabi de şimdi öyle feminist bir havaya girmek istiyorum, gördüğüm çoğu aile erkek çocuklarına kız çocuklarından fazla zulüm yapıyorlar. Zaman su gibi akıp giderken, üniversite çağları gelir. Ailenin yanında okuyorsanız yine değişen pek bir şey olmaz, kandırmalarla çıkarsınız akşamları, o kütüphanelerde ders çalışmalar hiç bitmez, okulda kulüp etkinlikleri sürekli devam eder. Kör topal bir ilişkiniz olduğunda çatırdamalar başlarsa, hep karşı taraf suçlanır, ama aslında siz ne ilişki kurmayı ne cinselliği bilmediğinizden olabilir mi bu ters giden şeyler. Bir de böyle düşünmek lazım belki de.
 Gelelim bugünkü olayı, e üniversite bitiyor, çoğu kişi evlenmemi bekliyor, kendileri evlendi de ne olduysa, evlilik bir statü tabi, sosyal paylaşım sitesinde bile, ilişki statüsü var. Varsa biri hayatımda bir adım önde olacağım onlara göre. Değilse sadece ben, aman işte sıradan, huysuz, aksiliğinden kimseyi bulamıyor, çok büyük konuşuyor yorumları falan. Hadi bunlara da alıştık artık diyelim bu evlenince yaparsın, evlenince giyersin geyikleri nedir hala anlayamıyorum. Erkekler istiyormuş bir de böyle deniliyor. Kadının istediği hiçbir şey yok. İmzayı atınca nasılsa her şey serbest, yaptığı bedava, oh ne güzel dünya değil mi. Böyle değilmiş işte ben de 1 senedir boşuna gitmiyoruz o seanslara. O tipik kadınlara göre, güzel ol, seksi kırmızı bilmem neler giy ki kocan seni beğensin. Ya bu adam benimle evlenmeden önce beni onunla mı gördü, hayır. O kırmızı şeylerle mi adam cinsellik yaşayacak benimle mi. Ben onlarla kadın olacaksam, iş çok kolay o zaman. Evlenince farklı düşünürmüş insanlar, ümitleri var yani düşüncelerimin değişeceğinden, çok beklerler. Kendimi bir an o kadar değersiz hissettim ki ama, bütün dinlerin, büyük düşünürlerin, peygamberlerin değer verdiği ‘kadın’, ‘ana’ diye tanımladıkları yere göre sığdıramadığı insan, ne hale geliyor. Bu hale getiren de erkekler mi kadınlar mı iyi sorgulamak gerekli. Bugün duyduklarımı bir kadın söyledi bana. He bir de dışarıda arasa daha mı iyi dedi. Daha da beter bir cümle yani. İşte bu aldatmayı tamamen haklı çıkaran bir zihniyet. Bu demek oluyor ki bir erkek aldatırsa karısı bakımsızdır, kırmızı bilmem ne giymemiştir, kadın adamı elinden kaçırmıştır. Adam haklı sonuç olarak.
 Gözümüzü açtığımız andan itibaren bize ahlakı, doğruluğu, iyi bir çocuk olmayı öğretmekle yükümlü olan ailelerimiz bize neler öğretiyormuş meğerse. Evlenmeden önce odalara kapatılan kadınlar, kibar bir erkek olan, bazen yüksek sesle güldüğünde, hemen karı gibi gülme diye azar yiyen erkekler çocukları. Çıplak fotoğrafları duvarlarda asılı erkek çocukları, büyümelerine rağmen hala anneleri tarafından banyo yaptırılan erkek çocukları; o annelerinin artık sallanan sarkan vücutlarını görmeye mecbur kalanlar, ergenlikte bile ağbileriyle aynı odayı paylaşan genç kadınlar; giyinirlerken ağbileri odaya girdiğinde aman ne olacak sanki diye odaya kovboy gibi girenler. Hepimiz bu çok iyi bildiğimiz anne babalarımızın çocuklarıyız. Şaka olsun diye uzun zaman devam eden mıncıklamalar, el şakaları, evlendikten sonraki günlerde sorulan sorular ve daha bir sürü şey. İşte biz böyle büyüyoruz sizin sayenizde. Bu yazıyı okuduğunuzda eminin çoğunuzun ağzından şu cümle çıkacak: sen bir anne baba ol da görürüm ben seni. Olduğumda da yazarım inşallah bu yazının bilmem kaç sonraki versiyonunu. Anne baba bir tanedir dünyada, sizin eksikliğiniz hiçbir şeyle doldurulamaz, bunu kesinlikle inkâr etmiyorum. Ama biraz durmak gerekiyor. Gözümüzü açtığımızda bizim tanrımız siz oluyorsunuz. Ağlayınca size geliyor, hasta olunca size geliyor, düştüğümüzde size geliyoruz, acıktığımızda, susadığımızda. Sonra bizi hayata bırakıyorsunuz, başarısız olunca kızıyorsunuz. Hiçbir şey öğrenmedin diyorsunuz. Dırdıra başlıyorsunuz yine. Peki siz ne kadar öğreniyorsunuz, siz ne kadar sorguluyorsunuz, nasıl bir çocuk yetiştirdiğinizi, bizi suçlamak kolay, eşcinsel çocuğunuzu reddetmek çok kolay, hatta en kestirme çözüm, benim artık senin gibi bir çocuğum yok cümlesini kurmak. Kuşak farkı var dersiniz hep, bir gün de bu çocuk ne izliyor, ne seviyor, tutup elinden nereleri geziyor diye düşünmeyebilirsiniz. Kötü arkadaşlar edinme tavsiyelerindense getir arkadaşlarını tanışalım demek zor gelebilir. Çocukların başarıları, çoğu zaman sizin başarınızdır, dershanelere, okullara paraları siz ödersiniz, çocuk zaten çalışmak zorundadır, fen lisesi falan kazanırsa ondan kıymetlisi olmaz. Çocuklar sizin narsist uzantılarınızdır. Sonra o uzantılar da birer narsist olur. Böyle gider gider durur bu. Anne babanızdan dayak yediyseniz, siz çocuğa az da olsa şiddet uyguluyorsanız, çocuk buna şükretmelidir, çünkü siz neler çekmişsinizdir. Sizin yaptığınız her türlü duygusal, fiziksel şiddette ne var ki. Şimdiki çocuklara hiç laf söylenmiyor zaten canım. Hiç eleştiriye gelemiyorlar. Hakareti hiç kaldıramıyorlar. Kimden çıktı bu çocuklar bilmiyoruz ki, hiç anne babalarına benzememişler, hep o arkadaşları, ya da hep bu televizyon, ya da hep bu internet, suçlu hep başkası. Çocuğun gözü açılırsa büyümeye başladıkça, sizi kabullenmiş gibi görünerek, sizi az da olsa değiştirir, orta yolu bulur, bir de bakmışsınız çocuk size bir şeyler öğretmeye başlamış, o sizleri sinemaya, yemeğe götürmeye başlamış, arabayı o kullanmaya başlamış, siz arka koltuğa geçmişsiniz, yaş ilerlemeye başladıkça da siz çocuk olmuşsunuz.
 Yazının bir yerinde söyledim, her şeye rağmen sizden vazgeçemeyiz, yine size sığınırız, dikkat edin ama sizden nefret ediyor da olabiliriz, hayatımız boyunca sizi yaşadıklarımızdan, seçimlerimizden sorumlu da tutabiliriz. Ama siz hep bizim iyiliğimizi düşündünüz değil mi, hep o güvenmediğiniz dışarısı yaptı bize her şeyi, siz her imkânı verdiniz bize de biz kıymetini bilemedik. Siz hep iyi anne baba oldunuz, hep öğrendiniz, hep didindiniz nasıl daha iyi anne baba olurum diye. Bunun için çabalayanlarınız da gerçekten var, hepiniz o tipik anne babalardan değilsiniz tabii ki de. Ama şunu kabul edin, biz büyütüyoruz sizi. Bizimle büyüyorsunuz, öğreniyorsunuz, çatışmalarımızla güçleniyoruz. Hatta bazen çocuklarınız daha da güçleniyor. Sonra aşk da o güçlü kadınların, erkeklerin işi oluyor işte. Peki sizde var mı o güç?


Küçük çocuk gibi kandığımız oyunlar, sahte sözler, vaatler, itiraflar, mecburi gülümsemeler, usuleten yapılan iyilikler. İşte bunlar bizi kendimize yabancılaştırmada başrolü alan, kendimizden uzaklaşıp bambaşka bir ben yaratan mikroplardır denilebilir. Vücuda girerler, yavaş yavaş yayılırlar, son darbelerini sonradan yaparlar belki, ama bu arada hasta etmeye başlarlar. Başarısız ilişkiler, her erkek türünden ya da kadın türünden oluşturulmuş koleksiyonlar, başarısızlık, değersizlik hissi, hayat çok kötü, insanlar kötü cümleleri, güvensizlik ve türevlerinde birçok şey bu mikroplarla yaşadığımızı gösteriyor aslında.
 Kurtulmak çok kolay olmuyor ne yazık ki, savaşırsanız çamaşır suyu etkisi yaparsınız, kökten öldürürsünüz hepsini, yok ben alt edemem bunları derseniz, onlar sizi yener, ve oyun biter. Ya da arada kalmışlık da olur, mikropların etkisi biraz azalır, ama hala kanınızda dolanmaya devam ederler, en ufak bir durumda hortlarlar, hemen üşüşürler başınıza akbaba gibi. Savaşanlar ne yapıyor peki, direniyor her şeye rağmen. Yorulmuyorlar mı, yorgunluktan ölüyorlar, zihinlerinden geçen binlerce düşünceden dolayı hızlı konuşuyor, otobüste, minibüste, vapurda her yerde düşünüyorlar, ama sadece soyut düzeyde düşünmekler yetinmiyorlar, bunları uyguluyorlar, toka alınan adamla sohbet etmekten başlayıp, evdeki yaşlı teyzenin anlattığı hikayeyi 20. kez dinliyorlar, şaşırma numarası bile yapıyorlar. Tabi ki her öğrenilen yeni şey kaçırılan, yanlış yapılan bir şeyi de hatırlatıyor, haliyle durum ağırlaşabiliyor bazen, suçluluk duyuyorlar, çünkü sahte ilişkileri artık sarumanın kuleleri gibi yıkılıyor. Yerine sağlam kuleler yapmak istiyorlar, ama bu arada birileri bu durumun dışında kalıyor. Bazen anne, bazen baba, bazen kardeş, abla, ağabeyi, arkadaş. Kim olduğu belli olmuyor. Ama bu süreç önemli bir şey de öğretiyor. Gerçekten sevmek, gerçekten kıymet vermek veya kıymet görmek, insanların içine bakmak, kendi kendimin içine bakmak. İşte şimdi hissetmek neymiş öğrenmeye başladım. Kölelik zamanı bitti, şimdi bana verilen görevlerde kullanıldığımı değil, bana faydası olan bir şeyin ben yapabildiğim için bana verildiğini düşünüyorum. Ah şu narsisizm, henüz gitmedi yanımdan, fazla şımarmazsa iyi anlaşıyoruz gerçi. Bana zarar verirse haydi güle güle dediğimde iyi oluyor bu benim için. Ayrıca iyi bir avcı da oluyorsunuz, koku alma duyunuz gelişiyor. Sahteliğin, yüzsüzlüğün, yanlışların kokusunu bir güzel alıyorsunuz ki, bazen hemen geri çekiliyorsunuz. İlk zamanlar soğuk, asık suratlı, aman ne yapacağız biz bununla dedirtebiliyorsunuz karşınızdakine. Ama dürüstlük varsa, iyilik varsa da o içinizdeki gelişmeye çalışan acılı kadın son derece açık, sevecen, samimi, sevilmeye hazır bekliyor sizi.
 İşte bunların hepsi yaşanmışlıkları anlatıyor. Damdan düşenin halini en iyi damdan düşen anlıyorsa, beni de benim yolumdan geçenleri de yine onlardan birileri anlamaz mı?
22 ocak 2012
gokkusakgok@mynet.com



1071
Türkiye Cumhuriyeti  Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül

Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve her insan gibi yaşanabilir bir hayatı düşleyen tecavüz mağduru binlerce gençten biriyim. Yapılan bir araştırmaya göre, geçen yıl 7 bin çocuk tecavüze uğradı, son 10 yılda cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 250 bin.Ülkemizin iç meselelerinden dolayı gündemi meşgul eden bu kadar olay varken bu soğuk istatistikler ve acılarla ne kadar ilgilenirsiniz bilmiyorum.Bildiğim ve ümit ettiğim bir şey var ki o da bu konunun gündemin ilk sıralarında olması ve çözümüne yönelik çalışmaların bir an önce başlatılmasıdır. Ülkemizin sosyal yapısı düşünüldüğünde bu konuların gündeme gelmesinin ve çözümünün zor olacağı düşüncesi devletin ve bilim camiasının ataletinden başka bir şey değildir.
Taciz ve tecavüzler bir çok genç bireyi suça ve şiddete meyilli hale getirirken bir çok bireyde eşcinsel eğilimler oluşturduğu henüz bilim camiası tarafından kabul edilmeyen fakat sonuç olarak var olan bir gerçektir.Ben de 22 yaşında bir birey olarak hayatımı felakete çeviren bu eşcinsel dürtüleri çocukken uğradığım taciz ve tecavüzlerden dolayı yaşıyor olduğumu biliyorum.Bilinçsiz ailelerin yetiştirdiği “uslu” fakat savunmasız çocuklar sokakta bekleyen binlerce sapık tarafından kurban olarak seçilmektedir.Sayıları net olmamakla beraber 250 bini bulan bu mağdur çocuklara devletimizin gerekli desteği sağlaması gerekiyor.Aksi takdirde sonuçlarına yine devlet katlanır.
Ülkemizde sayıları 12 milyonu bulan eşcinsel bireylerin bir çoğu normal cinsel yönelimlerini geri kazanmak için mücadele vermekte ve psikologların kapısını aşındırmaktadır.Fakat bir çoğu kapıdan geri çevrilmektedir.Tedavisini gerçekleştirmeyi becerememiş bilim topluluğu bu kişilerin ümitlerini boşa çevirmekten başka bir şey yapmamışlardır.
Tedavi arayışında olan binlerce gençten biri olarak geçen sene sanal ortamda keşfettiğim bir yazının tedavi alan eşcinsel bir bireye ait olduğunu ve zamanla olumlu sonuçlar aldığını yazısını görünce ben de bu imkandan faydalanmak ve terapi desteği alarak bu dürtülerden kurtulmak için Psikolog Hüseyin Kaçın’la görüştüm.Eşcinselliğin tedavisi için yıllarını harcamış olan bu insanın hiçbir camiadan destek almadan aksine işine engel olan çok sayıda kurum ve kuruluş tarafından yıpratılmaya çalışılması terapileri danışanlarla sağlıklı olarak sürdürmesine imkan bırakmamaktadır.Sayın Cumhurbaşkanı’m sizden ricam eşcinsel terapilere devletimiz tarafından gerekli desteğin sağlanmasıdır.Umarım sizin gibi değerli biri bizim gibi çaresiz gençlerin sesine kulak verecektir. Saygılarımla ......... ........

mavidunya_63@hotmail.com

1072
EŞCİNSEL TEDAVİ / CİNSEL KİMLİĞİMLE BARIŞMAK

Selam Hüseyin Bey,
 
Insallah iyisiniz,
 
Istanbul'da yüksek lisans yapan 26 yaşında Islam'ın değerini idrak ederek yaşamak isteyen biriyim. Küçüklüğümden beri hemcinslerime olan ilgim yüksek lisansımı yaptığım laboratuardaki arkadaşlarıma karşı hislenimlere sebep oluyor ve bundan rahatsız oluyorum. Islam açısından değişmesi gereken bir durum olduğunu düşünüyorum ve değişmek istiyorum. Ancak öğrenciyim ve cuzzi bir miktar burs ile okuyorum. öğrencilere indirim yapıyor musunuz? Yahut görüşme sıklığını terapi devamlılığını bozmadan az tutmak mümkün müdür ki ekonomik olarak kaldırabileyim?
 
Çok teşekkürler, saygılar,
 
17 Aralık 2011


1073
   BABA OĞUL AŞK

Baba'larına isyan etmekten korkan oğul'lar Tanrı'ya isyan ederler. Oğul'lar Allah olmayan Tanrı'larına isyan ettikçe kör düğümlerle düğümlenir ve sevgisizleşir kalpleri. Sevgisiz yürekler bir hayalin ardı sıra bitimsiz bir arayışla yürürler. Aradıkça kendilerinde yok olurlar. Baba'larına şükreden oğul'lar ise Allah'a aşkla teslim olurlar. Şükredenlerin kalpleri Allah'ı görür. İsyan edenlerin akılları Tanrı'larını öldürür. Aklın Tanrı'sından kurtulamayanlar Kalblerin Allah'ını bilemez. Bizlere helal lokma yedirmek için alın teri akıtmış Baba'larımızın kalplerinde Allah'ı görmedikçe Aşk bize haramdır.


                                    Ağır gelen yüzleşme, yukarı çıkma çabası, kabullenme, ailemi affetme çabası

 Omuzlarımdaki 30 kiloluk ağırlığa rağmen yazmaya çalışmak. Bugün hayatımın en zor denilebilecek gününü de seansını yaşadım. Ağırlığının altından kalkmaya çalışmak kaç günümü alacak bilmiyorum ama çabuk olacak gibi görünmüyor. Terapi bitiminde genelde aynı otobüsle dönüyorum, o otobüste hep düşünceliydim, hep derinlere gidiyorum, ama ilk defa gözyaşlarıma şahit oldu o otobüs koltuğu dakikalarca hem de. Bir de üstüne radyoda şu son zamanlarda herkesin bunalımını kaşıyan adam Halil Sezai çıkmaz mı, acıma acı katlandı. O yol bitmedi benim için. Bunu anlattığım biri sordu başkaları ne der diye çekinmedin mi dedi. Umurumda bile olmadığını söyledim. En fazla yan koltuktaki adam görür, vah vah der, geçer. Bugün konuştuklarımız karşısında ağlamamam mümkün değildi. Hayatımın son 7 senesini tekrar yaşadım, hatta daha da fazlasını çocukluğum, ergenliğim de dahil daha öncelere de gittim.
  Bilmem kaç tane takla atan bir arabadan sağ çıktım, ama o kaza benden çok şey almış, şimdi ben onları toparlamaya çalışıyorum ama o kadar zorlanıyorum ki bugün bunu anladım. Yanımda ölen annemi, beni o arabaya ısrarla bindiren kadını bugün hatırladım, bugün dokundum ona galiba. Halbuki kimseyi suçlamamıştım. Yaa kandırmışım ya kendimi, kaderci olmak lazım, kimse böyle olmasını istemezdi. Senaryolarımdan bir oyun kurmuşum oynayıp oynayıp duruyorum. Ama bugün oyun bozuldu. Hiç sevmiyorum böyle zamanları, ne güzel kendimi kandırıyordum işte, ne gerek var şimdi bunları deşmenin. Bu içimdeki bir tarafın bana söylediği. Ama bir taraf da ki bu benim gerçek düşüncelerim, aslında o seanslara götürmek istediğim şeyler bunlar, daha da fazlası var, ama nereden başlayacağını bilemiyordun, çayı tabağa döktüğün 2 bardak sana bunların açığa çıkma şansını verdi. Kabul ediyorum, buydu doğrusu.
 Anne babalar ile ilgili daha önce yazı yazmıştım, başkasını yazmak daha kolay geliyor, açığı görmek, eleştirmek hep daha kolay. Şimdi sıra kendime geldi. Uzaktan akraba olan biri 28, biri de 31 yaşında olan bir kadın ve bir erkeğin evliliğinden fiziksel olarak sağlıklı doğmuş, ama şu anda ruhani olarak pek iyi olmayan bir kadınım. Çocukluk, anneden korkmak, babadan yüz bulmaktı benim için. Ergenliğe doğru ikisinin korkusu, kısıtlamalar, bana hayatları boyunca vermedikleri güven, engellenmeler. Bir kez duyduğumu hatırlamıyorum büyüyene kadar, bizim kızımız bunu yapar dediklerini. Takdir aldığımda aferin sana hep böyle ol, ya da o zaten senin görevin, yediğin önünde yemediğin arkanda tabii ki alacaksın. Ortaokulda 41 aldığım matematik sınavından sonra eve gitmek istememiştim, çocuk aklı bir yerde gizlenmeyi falan düşündüm. Hiç dayak yemedim, ama dayaktan daha ağırdı belki yaptıkları. Bir yanım kinlendikçe kinleniyor, bir yanım da her evlilik güçlü kadın ve erkekler tarafından yapılmıyor diyor. İlk ameliyatını 4,5 yaşında olan ben, bademcikleri alındıktan sonra daha da sık hastalanır, ve fanusta yaşatılılır gibi korunmaya alınır. Çok sık hasta olur, sokak geçmişi yoktur pek. 8 yaşından sonra taşındığı evde geliştirmeye başlar sokak kültürünü, onda da 9. kattan bağrışmalarla arkadaşlarına rezil ola ola. Klasik akşam ezanı okundu hadi eve, ya da gözümün önünde oyna. İyi de saklambaç oynuyoruz, beni görmeliysen ben nasıl oyun oynayacağım. Mutfakta heveslenip bir şey yapma girişiminde bulunduğumda ise uff beceremiyorsun çekil şuradan cümlesi gelirdi. Doğal olarak da sonrasında bizim kız çok tembel, ay bu evde kalacak, bir şey beceremiyor, doğru yapmıyor, acaba fırsat verdiniz de yapmadım mı? Diğer arkadaşlarım kendi başlarına dershaneye giderken beni hep biri götürürdü, onun için de bizim kız rahata çok alıştı derler. Yanlışları yapan onlar, suçlanan bendim hep. Ergenliğimin en ağır cümlesi de annemin apartmandan sevmediği arkadaşımla dışarı çıktıktan sonra söylediğiydi. Çok uzun zaman geçtiği için hatırlamıyorum, ama bakkala mı gitmiştik apartmandan erkek çocuklarla, ya da başka bir yerde miydik tam hatırlayamıyorum. Her durumda da o kelimeyi hak etmediğim kesindi. ‘Orospu mu olacaksın başıma’. Benim annem bunu bana layık gördü ve söyledi, 15 16 yaşında hiç erkek arkadaş nedir bilmemiş, ev kızı havasındaki bene bana bu cümleyi söyledi. Şimdi anlıyorum ki, evde bir kız varsa o evdekiler hep tetikte, eyvah kızın namusu elden gidecek. Sinirle, öfkeyle her ne ile çıktı ise bu cümle o kadar içime dokunmuş ki 9 sene mi geçti daha da mı çok sene geçti, hala hatırlıyorum ve hala beni ağlatıyor. O zamandan başlamış erkeklerle olan kötü ilişkilerimin tohumları. Annemle babama kaç sevgiliniz oldu diye sorduğumda, suratlar iner, bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler cevabı gelirdi. Defterime kalp çizmiştim, ağabeyim de ne bu, niye çizdin diye bağırdı bana, babam da genç kızdır sana ne dedi. Cık cık yaptı ağabeyim, suratında bana kızgınlık vardı. Babam da daha fazla bir şey söyleyemedi. Bizim ailede kim otoritermiş anlayamadım zaten. Annem en cadaloz tipli görünendi, bir bayramda makyaj yaptı diye ağbim tonla laf söyledi ona, o oturdu ağladı, babam bu sırada ne yaptı, en fazla sen karışma, ağbim her şeyin i. ettikten sonra. Ama şu çok açık ki herkes önceki büyüklerden ne gördüyse o zihniyeti bırakmamış, değişime hep kapalı, hiç büyüyememiş, çaba göstermeden bir şeylere sahip olmak istemiş. Kimisi kendini temizliğe, kimisi çalışmaya, kimi ibadete, birilerinin işini görmeye vermiş. Kimse bu ailenin gerçekten iyi bir aile olması için çabalamamış, akıllarına gelmemiştir belki de. 2 kişi çalışıyorsa ya da 1 kişi çalışıyorsa 1 evde, 1 ev, araba varsa, akşam yemek pişiyorsa, çocukluk okullarına gidip geliyorlarsa tamamdır daha ne. Ama şimdi böyle bir hayat beni o kadar korkutuyor ki. Aa ne buldum. Beni korkutan aslında hayat değil, eskisi gibi yaşamaya devam etmek, çünkü kurtulmak istiyorum eskilerden. Eski beni geri getirmek istediğimi söylemiştim, ne boş bir hayal bu, eski deneyimsizlikten, bilgisizlikten dolayı burada değil miyim, neden bir daha oraya döneyim. Yeni bir ben bulmak gerekli. Buluyor, güçlendiriyorum onu, ama daha çok yol olduğu için önümde zaman zaman düşüyorum böyle. Bugün tıpkı terapiye ilk başladığım günlerdeki gibi gelir gelmez yatağa girmek bir daha da çıkmak istemedim. gözlerim şişti, yüzüm sarardı. Kusur gördüğüm şeyler gittikçe artıyor mu ne. 5 ameliyatın bende bıraktığı izler de arttı mı nedir? Aynanın karşısına geçip baktığımda görünüşte büyük değil, ama etkisi kuvvetli o izleri gördüm. Otobüste herhangi bir kadının büyük çantası sağ yanımdan ya da sol yanımdan geçtiğinde çektiğim acı, bana zaten bunları hatırlatıyor. Sağ ayak bileğimin, bacağımın bir kısmının hissizleşmesi bana hatırlatıyor. İçimde bir burukluk var, ama kime gideyim, kimse isyan edeyim, kimden hesap sorayım, kimle yüzleşeyim bilmiyorum, kendi kendime yardım etmekten başka çözüm yolu yok galiba. Bu uğraşı bırakamıyorum da, bırakırsam hayatım boyunca vicdan azabını çekeceğim, ama baş etmek de o kadar zor ki. Odam üstüme geliyor bugün, duvarlar beni sıkıştırıyor.
  Umudum olmasa bu işi yürütemezdim. Evet ne kadar kaç gram, veya yüzde kaç bilmiyorum ama umudum var, koca bir çocukluğun, tecrübesizliğin, hülya Koçyiğit tarzı kişiliğimin, narsistik tarafımın aynalarına bakıyorum ve kendimi görüyorum. Gördükçe umutlanıyorum belki de, acı çeken bir ben daha kıymetli olabiliyor. Vay be bu kadar şey yaşadım, hayatta neler gördüm ve bilmem kaç sene sonra öğrendim demek bana ayrı bir keyif verecek ve tabii ki de narsistik yönümü okşayacak bir güzel. O kadarcık da olsun.
  Ben bugünün acısyla göz yaşlarımı akıtırken, arkamda genç 2 çocuk oturuyordu, konuşmayı bilmeyen tipler bağıra bağıra konuşuyorlardı. Kuzenlermiş, biri babası ile konuştu, sen beni bugün o ajansa yolladın ama boş işler bunlar, çok kötüymüş, herkese haber vermişler, mesaj atmışlar dedi, bütün günüm gitti dedi babasına, ne yapacaktıysa bütün gün. Yaptıkları espriler, kız muhabbetleri, bir elinde cımbız bir elinde ayna umurunda mı dünya tavırları, beni bir an onları ve kendimi yan yana koymaya götürdü. Hakikaten rahatlardı buna eminim. Benim kafam o kadar doluyken o telefonda annesine bulgur pilavı yemeyeceğini söylemekle, başka yemek yap demekle meşguldü. Peki ya sonrası? Bu ve bunun gibi 5 yaşında oynadığımız evciliği oynayanlar ve bir şeyleri çözmeye çalışan, hayatını temizlemeye çalışanlar. Hayatta kim daha çok şey kazanacak:? Tabii ki 2.gruptakiler, 30 yaşından sonra evlenecekler belki, belki daha az para kazanacaklar, belki plazma değil de tüplü televizyon kullanacaklar, belki her yere arabayla değil de otobüsle gidecekler akbil basıp. Öğrenecekler sonunda, en büyük kazançları bu olacak. Öğrenmeye devam da eder bunlar. Diğerleri gibi, gelmişim bilmem kaç yaşına daha ne demezler. Başa çıkma hevesi öyle bir işlemiştir ki içimize, yok gibi görünür, bitiyor gibi görünür, ama bir kere tozunu aldıysanız çıkaramazsınız hayatınızdan. Tıpkı terapiyi bırakmak gibi, herkes bilmem kaç kere aklından geçirir, kimisi bırakır kimisi devam eder. Organlarından birine bir parça tutunmuştur ayrılamaz ondan. İşte bu heves mi azim mi, irade mi ne ise, ya da hepsini kapsayacak bir kavram. Sensiz olmaz ki!
22 ocak 2012
gokkusakgok@mynet.com



AYNADAKİ TANRI & NARSİST KADIN / ERKEK YÜZLEŞMESİ

Bugün, bu terapilere benim gelmemi sağlayan insanla hala birlikte olsaydım 2 yıl olmuş olacaktı. Onunla geçecek kabus gibi 2 yıl, hayatımdan giden, üzüntü, ağlamak, güvensizlik, teslim olmak, zorlanmak, nefret etmek, mecbur kalmak gibi duygularla geçen 2 yılın sonunda acaba ne olurdum. 1 yıldan fazla süredir toparlamaya çalıştığım halet –i ruhiyem kim bilir nasıl zarar görecekti. OYUNumu oynamaya bir güzel devam edecektim, o aslında iyi biri, onun da sorunları var ondan böyle davranıyor, ben psikolojik danışman olacağım, insanları anlamam lazım gibi saçma, anlamsız düşüncelerle de senaryomu hazırlayacaktım.
 Şimdi çok şanslı olduğumu düşünüyorum bunları yaşamadığım için. Kendimi keşfetme yolculuğuna çıktığım için. Belki çok acı çekiyorum, kabullenemiyorum, deri değiştiriyorum adeta, ama bunları kendim için yapıyorum, kimseye yaranmak için değil, e güzel yatırım kendinedir derler ya büyükler, doğru söylüyorlar, kendimi iyi yapmak için, iyi hissetmek, iyi bir insan olmak için çabalıyorum, o ilişki diye tanımladığım ama aslında 2 narsistin egolarını savaştırdığı, … yarışına girdiği şeyde yaptığım, sözde çabaladığım her şey o ilişkinin devam etmesiydi, diğerleri yine mi bitti demesin diye kalıyordum bu ilişkide. İçime oturan şeylerdi bir zamanlar bunlar, şimdi artık rahat itiraf edebiliyorum. Cezamı çektim çünkü. Şimdi klasik, aciz bir kadın olarak benim bugün ağlamam lazımdı değil mi, eski sevgilimi aramaya kalkışmam falan lazımdı, bir mesaj atmam lazımdı, ahh keşke yanımda olsa da beni yerden yere vursa razıyım buna da demem gerekiyordu. Gördün mü bak ne oldu?, hiç ümidim yoktu bu kadar duyarsız olacağıma dair, ama gerçekten de durum bu kadar iyi olmuş. Allah’a şükür kurtuldum diyorum ben bugün. Ama ona çok büyük bir teşekkür ediyorum, beni o terapi odasına gitmeye karar vermemde büyük rol oynadığı için, ve bu olayların beni büyütmeye başlattığını görüyorum. Piskopat bir insanla beraber değilseniz, günlük çatışmalarda karşı tarafı suçlamak nereye kadar doğru olan bir şey, sorgulamak gerek bunu. Freud’un dediği gibi suçlu diye başkasını gösterirken 1 parmak onu gösterirken, neden kalan 3 parmak insanın kendisini gösterir. Suçlu bunlar, bu erkek milleti şöyle diye söylerken, aslında kendimizi mi eleştiriyoruz da bunu itiraf edemiyoruz kimseye. İşte hayatın 6 ayının bana öğrettiklerinin bir kısmı bunlar.
 Sırada 2011 in son seansından sonraki hissettiklerimi yazmak var. Öğrendim ki, yazılarımı takip eden okuyanlar var, bende de bir köşe yazarı havası mı oldu nedir, çocukken de hep olmak isterdim zaten, hadi bir oyun da burada kurayım kendime. Yine şunu konuştuk, bunu konuştuk, bu ortaya çıktı, şunu öğrendim gibi şeyler yazacağımı bekliyorsunuz, ama durum bu sefer çok farklı sevgili dostlar. Seansım bittikten sonra, çılgın psikoloğumla birlikte genç biri girdi odaya, merhabalaştık, bu kişi de 1 senedir terapi gören erkek danışan. Buraya kadar her şey normal mi gidiyor, cevap evet. Ben zannediyorum ki, aynı bölümü okuyoruz, fikir alışverişi falan yapacağız. Tabi ki sıra dışı bir terapistle yapılan oturumdan bunu beklemek çok mantıklı değilmiş. Buraya neden geldiğimi anlatarak başladım konuşmaya. Karşımda zavallı, ahlaksız olduğumu düşünen bir erkek oturuyordu. Sonra o anlattı neden geldiğini. Buram buram sıkıntı, üzüntü, acı kokmaya başladı bir anda oda. Ben hala anlam veremedim ama neden ortak bir seans gibi bir şey yaptığımıza. Dakikalar geçtikçe her kes eteğindeki taşları dökmeye başladı. 2 narsist karşılaşmış, anlattıkça anlatıyor. İkisi de diğerlerini beğenmiyor, sorun aslında onlarda diye düşünüyormuş bir zamanlar. Biri diğerinden daha iyi gibi görünüyor sanki, daha bir ödev yapan, biraz daha teslim olmuş terapiste (bu ben oluyorum), ama sonra hemen toparlandım, içimdeki efendinin hortlamasını durdurmaya çalıştım. Burada kimse kıyaslanmıyordu, ortak acılar, duygular konuşuluyordu. Bunlardan en göze çarpanı ikimizin de kafasında yankılanan terapi cümleleri, sesleri. Ben hala bunları yaşıyorum ve zaman zaman deli olduğumu düşünüyordum, bir şey yapmadan önce ay bunu terapide nasıl söylerim, saklasam mı söylesem mi diye kırk defa düşünüyorum. Hatta bazen hayatımı terapiler mi yönlendirecek ya ne bu diye çatışıyordum o odayla. Ama bir yandan da bırak şu kibiri bir yana, bir şeylerden şüphe ediyorsan sorgulamaya başladıysan zaten yanlış yoldasın. Demek ki o odada öğrendiğin şeylere ters bu yaptıkların diye düşünüyorum. Tek direnç gösteren, psikologla çatışan ben değilmişim. Karşımdaki erkek de çatışıyor daha kuvvetli belki. Birimizin erkeklerle derdi var, birimizin kadınlarla. Ben cinsel deneyimimi anlattığımda, benim suçlu olduğumu söyledi, tabi canım ne işim var adamın yanında cümlesini kurmadı, onun yerine ben kurdum. Kadınları sevmiyor mu, bundan dolayı mı onları suçluyor, onlarla iletişime geçecek kadar neden korkuyor henüz anlayamadım. Ben ise son günlerde kadınlığımı neden bu kadar kullanıyorum erkeklere karşı, onlardan intikam almak için mi acaba? İkimiz de çakma bir otorite figürünü Tanrı’yı oynuyoruz, ama çakma eşofman altı gibi, bir yıkamada çekecek, pamuklanacak cinsten. Zaten herkese tutmuyordu bu rol, bulduğumuz birkaç tane karşı çıkmayacak, güçsüz insanı, onlarla güzel, ama ya bizden güçlülerle. Tabi ki ya puf diye söndü bu güç, ya kaçış, ya aldığımız yıkım. Sonra insanlar kötü, erkekler kötü ya da kadınlar kötü. Ama tabii çıkarımıza hizmet ediyorlarsa çok iyiler. İkimizde psikoloğumuza da öyle baktık aslında, neden bu adam sürekli bir şeyleri çıkarıyor ortaya, niye benim iyi yönlerimi konuşmuyoruz, ah aslında biz harikayız. Ama gerçek hiç mi hiç böyle değil. Ben bunu kabullenmeye başladım, bunu değiştirmeye çalışıyorum, çabalıyorum. O terapide de söyledim ilk zamanlar o kadar kötü hissederdim ki terapiden geldiğimde, kendimi yatağıma zor atar, uyurdum, uyumasam da yatardım, her bir hücremde hissederdim yorgunluğumu. Uzun zamandır hissetmezken ilk defa o seanstan sonra eve geldiğimde yorgunluktan bitik durumdaydım. Zaten yorgunum bir de bu geldi üstüne. Nedeni karşıma bir ayna koydular, ve kendimi, bir zamanlardaki beni gördüm. Şimdi harikayım seviye atladım demiyordum tabi ki, ama en azından bazı şeyler geride kaldı. Nasıl da yanlış biliyormuşum aslında her şeyi. Farklı bir dünyada yaşıyormuşum ya. Öğrenmişim şuradan buradan bir şeyler, kimseye iyilik etme, dizginleri kaptırma erkek milletine, erkek adatır, kadın onu yapar, bunu yapar. Bir güzel de yutmuşum onları çiğnemeden. Şimdi ikimizin de öğrendiği bu gerçekçi olmayan şeyleri değiştirmesi tabii ki de kolay olmuyor. Ama uğraşmadan, o pembe incili kaftanı çıkarmadan da bu iş olmuyor. Kimse bizim için bir şey yapmayacak, o bahsettiğin sorumluluğu bizim için alacak kimse yok, olsa da zaten bu bizim için iyi olmayacak emin ol, bu sefer ona bağımlılık, ona düşmanlık, ona hükmetme, ya da hükmedememe gibi bir şeyler olacak, en iyisi kendi işimizi kendimiz görelim de başımıza yeni işler açmayalım. Böylesi daha iyi olacak sanki.
 Karşılıklı oturan bu 2 insanın kurduğu ilişki sağlıklıymış, düşünmemiştim hiç böyle ama galiba ben de ilk defa kendimi bu kadar rahat açtım, bir erkek de kendini bana bu kadar rahat açtı. O yine sorguluyordu bunu, psikoloğu istedi diye yaptı sanıyordu bunu aslında. Ama ona da söyledim odadan çıkıp gitmek kendi tercihi, o an ben istemiyorum böyle bir şeyi der ve çıkıp giderdi. Ama gitmedi bu karşımdaki adam. İkimiz de birbirimize iyi gelecektik, bu belli oldu ikimiz de oturmaya karar verdiğimiz anda. Konuşulanları duymamak için veya kabullenemediğin için gözlerini kaçırdığını, ellerini ovuşturduğunu, oluyor mu bilmiyorum ama karnından boğazına doğru çıkan bir hava gelir gibi olmasını yalnız sen yaşıyor zannediyorsan hiç öyle düşünme, ben de bunların aynılarını yaşıyorum. Yazılarımda içten yaşanmış şeyler var ya, bu yazıyı kaç saattir yazıyorum biliyor musunuz, kaç sefer ara verdim, kaç sefer bırakayım dedim. Ama artık öyle bir noktaya gelmişim ki kaçmaktan korkuyorum, yanlışı bildiğimde onu yapmaktan çekiniyorum. Doğruyu yap, inandığını yap diyor bir şey içimden bana, ve biliyorum da doğrunun, iyinin ne olduğunu.
 Ben de senden çok şey öğrendim, sadece bana ait değilmiş yaşadıklarım, senin deneyimin daha kıymetliydi ama bence, bir kadından bir şey öğrendin. Şimdi ikimiz de farklı bir şekilde birbirimize dokunduk, kendimize de dokunduk, hangi el daha güzel, hangi kol daha güzel, hangi dokunuş daha güzel bilmiyorum ama bunların bize ne hissettirdiğini düşündüğümüzde o dokunuşu görebiliyor musun? Gördük bunu çoktan.

gokkusakgok@mynet.com

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=862.0

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=444.0

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=829.0



1074
LEZBİYEN MİYİM YOKSA PANİK ATAK MIYIM? (YENİDEN KADIN OLMAK )

Bu tarz ilişkilerimi düşündüm ve artık lezbiyen ilişkile yaşamak istemediğime karar verdim. Düşününce benim psikolojimi bozan bu tarz ilişkilerim olmuş hep.  Sıkıntılarımın lezbiyen ilişkilerim sonucunda artmış.  Bir kere ben bayanım. Biyolojik olarak kadın olmama rağmen  psikolojik olarak hep erkek olarak yaşamışım. Kendimi erkek rolüne soktum. Hep onların istekleri doğrultusunda, onların bana ihtiyacı oluğunu düşünerek erkek rolünü oynadım. Lezbiyen ilişkilerimde ben erkek rolünü oynadıkça onlarda hayatlarında beni hep erkek rolüne soktular.  Aslında erkek olmadığım için bir bayan olarak bu ilişkiler beni tüketmiş oldu. Kadınlığımı unutmuşum. Yıllarca ilişki yaşadığım bayanlar, çevremdeki insanlar beni  erkek olarak gördüler. Giyim tarzım, erkeksi görünmem buna sebep oldu.
Ben bile kendime inanamıyorum gecen hafta gerçekleştirdiğimiz terapiden sonra kadınlar artık ilgimi çekmiyor.  Düşündükçe artık bu tarz ilişkiler yaşamak istemediğime karar verdim. Terapiden sonra lezbiyen ilişkilerin bana zarar verdiğini, aşırı derecede yıprattığını düşündüm ve sıkıldığıma karar verdim.
Aslında etrafımda gördüğüm lezbiyen çiftler bana komik ve saçma gelmiştir. Erkek rolündeki kadın daha saçma gözüküyor gözüme. Bana garip gelmesine yıllarca bende böyle ilişkiler yaşamış oldum.


LEZBİYEN TERAPİ
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91



1075
Psikoloji / BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« : 02 Aralık 2011, 09:05:21 ös »
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
www.huseyinkacin.com

27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.

http://www.youtube.com/watch?v=u1iMl9dDm-o&feature=related  tıklayınız


http://www.youtube.com/watch?v=tYzUWd-BFag&feature=related tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#





Yansıtmalı özdeşim kavramı, tanımlandığı günden bu yana birçok klinisyen ve kuramcının  dikkatini çekmiş, kavramla ilgili farklı görüşler öne
sürülmüştür. Literatüre bakıldığında, kavram üzerinde fikir birliği olmadığı görülmektedir. “Nesne İlişkileri Kuramı”nın kurucusu olarak bilinen
Melanie Klein, kavramı ilk kullanan teorisyendir
(Klein 1946). Onun bakışını ve ardından gelen di-
ğer yaklaşımları özetlemek, hem kavramın doğası-
nı anlamakta yararlı olacak, hem de bu yazı içinde
göstermeyi amaç edindiğimiz gibi, kavramın insan
ilişkilerinin tüm alanlarını nasıl etkilediği konusunda bir fikir verecektir.
 “Nesne İlişkileri” içinde yer alan yaklaşımlarda yansıtmalı özdeşim, üç şekilde ele alınmaktadır.
Birinci bakış açısı, yansıtmalı özdeşimi, yalnızca
“borderline kişilik bozukluğu” gibi ruhsal yapılanmanın ağır bir biçimde zedelendiği kişilik patolojilerinde kullanılan bir savunma düzeneği olarak
görmektedir. Buna Kernberg’in ortaya koyduğu,
“borderline” kişilik örgütlenmelerinde görülen di-
ğer patolojiler de eklenebilmektedir. İkinci bakış
açısına göre, yansıtmalı özdeşim, psikanaliz sürecinde, “aktarım” (transference) ve “karşı-aktarım”
(counter-transference) içinde psikanalist/terapist
ile analiz edilenin/hastanın/danışanın arasındaki ilişkide kendisini gösteren bir mekanizmadır.
Üçüncü görüş ise, yansıtmalı özdeşimin aslında
insan ilişkileri içinde, kişinin herhangi bir öteki
(kişi, kurum, grup ya da ulus) ile ilişkisinde yaşanan her şey olabileceğini iddia etmektedir (Göka
ve ark. 1993).
Melanie Klein
Klein kuramını, bebeklerin içsel çatışmalar,
saldırgan, yamyamsı dürtüler ve ilkel yok edilmezarar görme anksiyeteleriyle baş etmek için ortaya
çıkardıkları ilkel savunmalar üzerine inşa etmiştir.
Kuramında bebeklerin yaşamın ilk yılında sırayla “Paranoid-Şizoid konum” ve “Depresif konum
”lardan geçtiğini ifade eder. Burada sözü geçen
“konum” kavramını, bir gelişim evresi gibi değil
de, “kendine özgü anksiyeteleri, savunmaları ve
içsel nesne ilişkileri olan, bir benlik örgütlenme
durumu” olarak anlamak gerekir (Alford 1989).
Bu iki pozisyonda temel motivasyon, saldırganlık
dürtüsünden kaynaklanır. Bebek, nesneleri kısmi
nesneler (part objects) olarak yaşar. Bebek için
ilk kısmi nesne anne memesidir. Bebeğin yaşam
alanının en büyük bölümünü dolduran anne memesi, aslında onun saldırganlığı ve diğer dürtüleri
için kendi düşlem dünyasını dolduran imgelerin
depolandığı bir mekanı da oluşturmaktadır. Paranoid-şizoid konumda bebek, kaygısını azaltmak
için kendi içindeki istemediği saldırganlığı ve
kötü yanlarını anneye, yani memeye yansıtarak
kendinden uzaklaştırmaya çalışır. Bu pozisyonda
“kötü”, annedir. Daha sonra Klein’ın depresif konum dediği dönemde daha farklı ilişkilere giren
çocuk, anneyi ve kendisini daha tam, yani “iyi” ve
“kötü”lerin toplamından oluşan bir bütün olarak
görmeyi başardıkça, geçmişte annenin iyi yanlarını görememiş olmaktan dolayı suçluluk duygusu
yaşar. 

1076
Genel Tartışma / Babasız çocuklar ülkesi Türkiye
« : 02 Aralık 2011, 02:21:11 öö »
Babasız çocuklar ülkesi Türkiye

“Çocuklarını tanımayan, onların yüreklerinde ne fırtınalar koptuğunu, zihinlerinde ne tasalar olduğunu kavrayamayan babalarla dolu bu toplum... Varlıkları sadece birer kelimeden ibaret, evlatları tarafından sevilmemenin ne korkunç bir eksiklik olduğunu anlamayan kâğıttan pederler var bu pederşahi diyarında. Elbette istisnalar da çok. Ama ortalamaya baktığımızda çıkan tablo düşündürücü. Üstelik belli ki bir zincir var kolay kolay kırılmayan.”

www.elifsafak.com.tr Y eri geldi mi övünürüz. Ne kadar genç ve dinamik bir toplum olduğumuzu anlatırız ballandıra ballandıra. Avrupa yaşlanırken işte biz terütaze duruyoruz karşılarında. Gençlerimizin sayısı az buz değil, 14 milyonu buluyor ne de olsa. Gururlanırız bu durumdan ama doğrusu pek güvenmeyiz gençlere. Kulak vermeyiz dertlerine, endişelerine. Su küçüğün, söz büyüğündür ya. Şimdi sussun, yaşlanınca konuşsunlar. Gençleri dinlemez, onlara kendilerini ifade etmeleri ve geliştirmeleri için platformlar açmaz, fırsat vermeyiz. Hal böyle olunca gençlere yönelik çalışmalar da parmakla gösterilecek kadar azdır. Herkesin yapacak daha mühim, daha acil işleri varken...

Genç Hayat Vakfı’nın büyük bir tutarlılık ve sebatkârlıkla 1218 yaş arası kesim için yaptığı çalışmaları ilgiyle, takdirle izliyorum. Çocuğa Karşı Aile İçi Şiddetin Önlenmesi için başlattıkları proje o kadar önemli ki. Senelerce bu konuda devekuşu misali kafamızı kuma gömdük. Ensest başta olmak üzere her türlü aile içi taciz ve istismarın Batı ülkelerinin sorunu olduğuna, bizim gibi manevi değerleri yüksek toplumları ilgilendirmediğine kendimizi inandırmaya çalıştık. Halbuki hakikat, yok saydığımız hakikat önümüzde durdu, duruyor. Çocuklara ve kadınlara yönelik şiddetin giderilmesinde kat etmemiz gereken uzunca bir yol var önümüzde. Utanç hikâyeleri var dinlememiz, duymamız gereken.

                                                   *

Kadın milletvekillerimiz Meclis’te birbirlerinin üzerine yürümek yerine, görmekten bıkıp usandığımız o husumet ve hamaset dolu sahneleri yeniden üretmek yerine, bir araya gelseler, birbirlerini dinleseler, sorunlarımızın çözümü için uğraşmayı deneseler keşke. Çünkü, ister AK Partili olun ister BDP’li, gençlerimizin meseleleri ve aile yapılarımızın kronikleşmiş eksiklikleri hepimizin ortak derdi. Bugün Genç Hayat Vakfı, 12-15 yaş arasında 450 çocukla yola çıkarak aile içi şiddete yönelik kapsamlı bir çalışma yürütmekte. Bu konuda daha fazla bilinçlenmek, hakikatleri öğrenmek, hikâyelerimizi paylaşmak, eski yasaların, uygulamaların ve zihniyetlerin aciliyetle değişmesi için el birliğiyle didinmek... Bir şeyler yapmak. Tekerrüre değil, pozitif bir değişime katkıda bulunmak. Hayıflanmayı, şikâyet etmeyi, böyle gelmiş böyle giderciliği bırakıp çaba göstermek. Karınca kararınca, adım adım. “Çocuk hakları” yeni yeni bir kavram olarak yeşermekte, henüz ne yazık ki insan haklarının kâfi derece olgunlaşmadığı, ifade özgürlüğünün su gibi, ekmek gibi, hava gibi elzem ve yaşamsal olduğunun anlaşılamadığı canım memleketimizde. Vakıf tarafından İstanbul’da farklı semtlerde, değişik sosyal kesimlerden gelen liseli gençlerle bir başka çalışma daha yapılmış. Böylece belki ilk defa elimizde liseli gençlerin ruh hallerine ve açmazlarına dair somut, güncel veriler var. Rakamlara yaslanarak konuşabiliyoruz, uzaktan tahmini senaryolar yazmak yerine.

Ankette dikkatimi çeken bir nokta: Gençlere bir dertleri olduğunda, birine danışmak istediklerinde kime gittikleri soruluyor. Bu soruya “babama” diyenlerin oranı sadece % 4.7. Keza boş vakitlerini kimlerle beraber geçirdikleri sorusuna bilhassa kız çocukların verdikleri cevaplar ilginç. İçlerinde sadece % 0.7’si babalarıyla sohbet edip zaman geçirmekte.

                                                                *

Babalar ve kızları... Babalar ve oğulları... Belki kendim de babasız büyüdüğüm için merakla, dikkatle inceliyorum anket sonuçlarını. Türkiye’de gençler babalarından ya kopuk ya da korkarak büyüyorlar. Baba bir sevgi merkezi olmaktan ziyade otorite simgesi. Cam ardında duran bir biblo, istesen dahi dokunamıyor, ulaşamıyorsun. Güçlü ve heybetli zannediyorsun uzaktan bakınca, halbuki o senden sırça, senden kırılgan çıkıyor. Çay bardağında eritemediğin şeker küpü adeta. Çocuklarını tanımayan, onların yüreklerinde ne fırtınalar koptuğunu, zihinlerinde ne tasalar olduğunu kavrayamayan babalarla dolu bu toplum... Varlıkları sadece birer kelimeden ibaret, evlatları tarafından sevilmemenin ne korkunç bir eksiklik olduğunu anlamayan kâğıttan pederler var bu pederşahi diyarında. Elbette istisnalar da çok. Ama ortalamaya baktığımızda çıkan tablo düşündürücü. Üstelik belli ki bir zincir var kolay kolay kırılmayan. Kendileri baba otoritesi altında ezilerek büyüyen gençler ileride beter babalara dönüşüveriyorlar. Ya beter ya gölge. Ya aşırı tahakkümperver ya da varla yok arası, “bir varmış bir yokmuş” hayatlarımızda.

Ne hikmettir ki seneler içinde bu tür babaların çoğu yumuşuyor. Kalp krizi, trafik kazası, beklenmedik bir hastalık, iflas, hayatın envai çeşit sillesi sonrası beter babalardan lokum dedeler çıkıyor. Çocuklarına vermedikleri sevgi ve ilgiyi, hoşgörü ve sabrı torunlarına gösteriyorlar o zaman. Çay bardağındaki şeker küpü nihayet eriyor. O acı tat dağılıyor. Ama bir kuşak için çok geç artık. Onlar babasız büyüyen fertler. Sessizce, kedi gibi, görünmeyen yaralarını yalamak zorundalar, kendi kendilerini iyileştirmek...

http://www.elifsafak.com.tr/koseyazilari.asp

1077
Sayın Hüseyin Kaçın. Bir süredir adınızı ve düşüncelerinizi sosyal medya içerisinde görmeye başladım. Öncelikle eğer bir bilim insanı iseniz lütfen çağın gerisinde kalmış bilimsel bilgilerinizi güncelleyiniz. Salt çoğunluğu hala cahil olan insnaların oluşturduğu bir ülkede ve nitelikli çoğunluğu güncel akademik bilgilerden yoksun ailelerin oluşturduğu bir ülkede korku salarak ve tamamen tıp ve psikoloji bilimine aykırı davranarak rant elde etmeye çalışıyorsunuz. Özellikle facebook üzerinde bir süredir bir çok profile reklamınızı yaptırıyorsunuz. Şüphesiz bu sizin içerisinde olduğunuz bir kara propaganda çalışmasıdır. Bu adres sahiplerine ya siz bir bedel karşılığı bu reklamı yaptırıyor ya da fake adresler ile siz bizzat bu reklamı yapıyorsunuz. Eşcinselliğin bir hastalık olduğu düşüncesi çok uzun yıllar önce rafa kaldırılmış revize edilmiş bir bilgidir. Ayrıca patalojik olarak bir bozukluk sonucu meydana gelmeyen bir şeyin tedavisi mümkün değildir. Yapmış olduğunu söylediğiniz tedavi bize göre insnaları doğal seksüel yaşamlarındna uzaklaştırmak ve olmadıkları bir birey bir şablon üzerinde yaşmaya zorlamaktan başka bir şey değildir.

Nefret Cinayetlerinin günden güne arttığı ülkemizde Lgbtt bireylerin kabullenirliğini engellemeye çalışmanız bir ölçüde sizide bu cinayetlerin azmettiricisi konumuna taşımaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında bilgi edinme yasası çerçevesince mezun olduğunu iddia ettiğiniz üniversiteye resmi yazı ile başvurularak bu bilginin doğruluğunu sorgulayacağız. Çünkü İstanbul Üniversitesi gibi köklü bir üniversitenin mezunu sizin içine düştüğünüz hataya düşemez. Elde ettiğimiz bilgi sonucunda ise Türk Psikologlar Derneği aracılığı ile hakkınızda mümkün olan tüm yasal işlemleri başlatacağımızı ilan etymek istiyoruz. İnsanların hayatları üzerinden oyun oynuyorsunuz ve bu hiç bir şekilde ne etik ne de ahlak kavramları içerisinde yer almaz.

İyi günler...

noyan noyanoviç
kafkamania@hotmail.com

http://www.edirnekenthaber.com/yazar.php?id=3041

1078
 erdem:
 hocam iyi akşamlar
 müsaitseniz
 size bir kaç şey danışacaktım
 erdem :
 hocam öncelikle kendimi tanıtayım
 ben adanadan
 erdem
 sizin internetten sayfanızı gördüm
 ve bu beni çok mutlu etti
 eşcinsellik üzerine
 kendimde psikolojik problemlerin olduğunun farkındayım
 ancak yardım alabileceğim kimse yok
 sizin sayfanızda da sizden destek alan danışanlarınızı görünce çok umutlandım
 ve ben bu beladan gerçekten kurtulmak istiyorum
 yardımcı olabilecek misiniz acaba bana da
www.huseyinkacin.com:
 www.escinselterapi.net teki tüm yazıları okudunuz mu
erdem:
 neredeyse tamamını okudum
 danışanlarınızın konuşma kayıtları
 dinledim
 hocam eğer uygunsanız sitenizdeki 0 555 ile başlayan telefon numaranızdan sizi aramak istiyorum
 şuan
 bir de hocam adanadan bu konu üzerine çalışan güvenilir bir psikolog tanıyor musunuz
www.huseyinkacin.com:
 bu konu ile genelde ilgilenmezler
 doğutan der
 kabul et derler
 gidecekleriniz
 istanbul?a yolunuz hiç düşmüyor mu
 işiniz nedir
erdem:
 devlet sektöründeyim
 yazdan önce gelmem mümkün değil
 gelsem de istanbul?da bir adım yer bile bilmiyorum
www.huseyinkacin.com:
 bu konuyu önemserseniz o da iyileşmenin parçası oluyor
erdem:
 çok önemsiyorum hocam her gün allah?a dua ediyorum kurtulayım diye ama yine de kendimi alıkoyamıyorum
 ancak özellikle bir kaç aydır
 bu konuda daha iradeliyim
www.huseyinkacin.com:
 tüm hikayenizi tüm detayları ile yazarsanız mail atarsanız okuruz
 anne babaa çocukluktan alarak
 tüm sürecinizi vs
erdem:
 bu yazıştığımız adresinize yollayım değil mi hocam maili
www.huseyinkacin.com:
 evet
 yaşadığınız zorluklar
 nasıl çözümler
 ürettiğiniz
 suçluluk
 pişmanlıklarınız
erdem:
 hocam bir de 0555 li numaranız açıksa konuşabilir miyiz şu an
www.huseyinkacin.com:
 yarın 15:00 ten sonra ararsanız
erdem:
 tamam hocam
 hocam bendeki kadınsılık da değil kendimi maskülen hissetmemin yanında zaman zaman feminen duygular oluşuyor hemcinslerime karşı
 bu bozukluğun tam içinde değilmişim gibi hissediyorum biraz destekle kendimi kurtarabilirim diye düşünüyorum
 hocam bir de yanlış anlamazsanız seans ücretlerinizi merak ediyorum
www.huseyinkacin.com:
 http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=459.0
 tıklayın bunu iyi okursanız
 birde bu
 http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=429.0
 bu ikisini iyi okursanız
erdem:
 ilk gönderdiğinizi de okumuştum öğlen

1079
1977 mardin doğumlu, 4 yıllık evli, 3 çocuk babası bir eşcinselim. 12 yıllık tarih öğretmeniyim.
nişanlılık döneminde yoğunlaşan ruhsal sıkıntılarım devam ediyor (kendimi bildim bileli genel ruh halim depresiftir), evliliğimin ikinci gününde aşırı sıkıntılı bir ruh haliyle hastaneye gittim. majör depresyon tanısı kondu ; antidepresan ilaçlar ve ekt...9 ekt seansı,birkaç günlük yatış ve antidepresanlar... sıkıntılarım,huzursuzluğum,çökkün hallerim tedaviye rağmen devam ediyordu.
doktorla da konuşuyorduk, sıkıntılı halime neden olan şeyi kendince belirlemişti kafasında :eşcinsellik... dışardan bakıldığında en ufak bir eşcinsel imajım veya feminen halim yoktu, nasıl oluyordu da doktorum benim eşcinsel eğilimlerimin olduğunu tahmin ediyordu, bilmiyorum.
belki de şu var: hangi sağlıklı erkek evliliğinin ikinci gününde depresyona girmiştir?
hastaneye ikinci kez yatışımın sebebi yaşadığım sinir kriziydi:bahçede bulunan kuyuya atlamak istiyordum ailemin ve arkadaşlarımın beni ikna etme çabaları hiçbir sonuç vermiyordu o sırada,ben o kuyuya atlamayı kafama koymuştum bir kere.orda bulunan herkes benim karalılığımı görünce kollarımdan bacaklarımdan tuttukları gibi ambulansa koymaya çalıştılar beni,direniyordum o ambulansa binmeyecektim,yaklaşık 10 dakika ambulansın kapısına yapışıp kaldım ellerimi bir türlü ayıramıyorlardı o kapıdan.yaklaşık 10 kişi binbir güçlükle beni ambulansa koymayı başardılar.kollarımdan,bacaklarımdan,göğsümden tutup bastırıyorardı beni ve ben avazım çıktığı kadar bağırıyordum:ulan!!! ulan!!! ulan!!! ...bütün dünyaya haykırıyordum: ulan sizsiniz!
hastaneye vardık,hastanenin içinde benim haykırışlarım yankılanıyordu: ulan!!! ulan!!! ulan!!! ...psikiyatri servisinin demir parmaklıklarına yapışıp kaldım bu sefer,orda da bir on dakika beni ayıramadılar demir parmaklıklardan.yine binbir güçlükle içeriye tıktılar beni,doktorum karşımdaydı,''ne oluyor halil,niye böyle yapıyorsun,böyle yapmaya devam edersen sana güç kullanır yatağa bağlarız seni'' dedi.doktora bir hareket yaptım o sırada şu an bile aklımda ,sağ kolumu havaya kaldırdım,yumruğumu sıktım ve olanca gücümle sallamaya başladım:) ve naaaahhhh!!! dedim.beni yatağa doğru sürüklüyorlarken ben yine bağırıyordum: ''babanız geliyor ,İsmet ÖZEL,İsmet ÖZEL,İsmet ÖZEL...şuna inanıyordum o an bütün inanmışlığımla İsmet ÖZEL çıkıp gelecekti...yüzüstü yatağa bağladılar beni,kıçıma bir iğne ondan sonra ne İsmet ÖZEL kaldı ne haykırış ...tıssss diye sönüvermiştim adeta ...sonrası derin bir uyku...
ikinci yatışım kaç gün sürdü hatırlamıyorum ama doktora birşeyler itiraf etmenin vakti gelmiş gibiydi,koridorda rastladım doktoruma,odasına geçtik ve şunu söylediğimi hatırlıyorum,benden önce o davranmıştı gerçi,işimi kolaylaştırmak için kalın bir kitap çıkardı,homoseksüallite maddesini okudu ve şunu dedi:''halil, homoseksüallite çok normal bişey'' ben de şu bilinen ama şu ana kadar dillendirilmeyen gerçeği söyledim doktora:'' evet ben halkın tabiriyle ibne,bilimsel tabirle eşcinselim.' dedim doktora,başka da birşey konuşmadık ayaküstü ve ben yatağıma döndüm.itiraftan sonra rahatlamış gibiydim beni yiyip bitiren sıkıntım,huzursuzluğum bir nebze dinmişti ve ben eşcinselliğin normalliğine inandırmaya çalıştım kendimi,elbette şundan haberdardım bir döneme kadar hastalık olarak kabul edilmişti eşcinsellik ondan sonra gelişen politik gay hareketiyle birlikte hastalık olmaktan çıkarılmıştı,neydi bu şimdi hastalık mıydı değil miydi?
hastaneden sonraki günlerim...internetteki chat sitesiyle tanışmam,üye oluşum ve arkadaş bulmam...hızla oldu her şey ...madem normal bir şeydi ben de normal olanı yapmaya çalışıyordum büyük bir istekle,heyecanla ve dizginleyemediğim bir cinsel arzuyla...evliyken ki ilk deneyimim...netten bulduğum biriyle oldu elbette.ilişki öncesi heyecan duyuyordum büyük bir istekle de sevişiyordum ama sonrası...sonrası hala çözemediğim büyük bir dert benim için: pişmanlık...evet çok pişman oluyordum,normal mormal yakıştıramıyordum kendime,evli oluşum,yakında baba olacak olmam..toplum içindeki rolüm...ailem...arkadaşlarım...içimdeki bu etmenlerin hiçbiri bana bu zevki ağız tadıyla yaşatmıyorlardı.
doktorum kardeşlerime durumu açıklayınca ben de eşime açıkladım.eğilimimden bahsettim,aramızdaki sorunun bundan kaynaklı olduğunu söyledim,mutsuzluğumuz,sıkıntılarımız benim soğukluğum vs vs. hep bu yüzdendi...boşanmak istiyordum,daha çocuğumuza hamile değildi eşim ve ben boşanmak istediğimi söyledim,''depresyondasın ,o yüzden sıkıntılısın,depresyonun geçince boşanma isteğin de olmayacak ,mutlu olacağımıza inanıyorum,eşcinsel olduğuna da inanmıyorum bu da psikolojik birşey '' dedi.
evli oluşumu bir türlü hissedemiyordum,baba olacağımı öğrendiğimde de öyle sevindiğimi hatırlamıyorum,belki diyordum,çocukla birlikte evliliğimizde de birşeyler değişecek,gelişecek...az da olsa böyle bir ümidim vardı...
netten tanıştığım birine aşık oldum bir keresinde sevgilisi vardı sadece cinsellik amaçlı bir arayıştaydı ama ben ona aşıktım...sabahlara kadar muhabbet ediyorduk nette,her şeyimi paylaştım onunla, o da aynı şekilde her şeyini anlattı.eşinden ayrı yaşıyordu,çocukları vardı.sevgilisi vardı,ben evliydim ve çocuğum vardı artık...bütün bunlara rağmen onu seviyordum,görmek onunla sohbet etmek mutlu ediyordu beni.bir iki çay içmişliğimiz,bir iki yemeğe gidişimiz dışında pek bir araya gelmedik.elazığdan mardin’e beraber bir yolculuğumuz ve bir keresinde ona yemek yapıp götürüşüm de aklımda.e-postayla her gün haberleşirdik.ona olan sevgimden,yazdıklarımdaki hayranlık dolu ifadelerden memnundu sadece bu yüzden sevilmek ilgi görmek duygusu yüzünden her şeye rağmen irtibatını koparmıyordu.aramızda neler yaşandı daha sonra tam olarak hatırlamıyorum ama mesajlarıma,aramalarıma cevap vermez olmuştu artık.bütün bu karşılıksızlığa rağmen ben onu aramaya ona mesaj göndermeye devam ettim,acı çekiyordum,sürekli aklımdaydı,okuldayken ders aralarında bile cep telefonum elimde ona mesaj çekiyordum.hiçbir şekilde cevap vermedi ve ben artık yavaş yavaş içimdeki ona dair duygulardan kurtulmam gerektiğini anladım,kolay olmadı ama kurtuldum gerçi şimdi görsem ne hissederim emin değilim.
mutsuzluğum devam ediyordu,evde mutsuzdum, okulda mutsuzdum,sürekli geç kalıyor,aklıma estikçe gitmiyordum bile..derste hayalet gibiydim ne anlattığımı ne yaptığımı bilmez bir haldeydim.
çocuğumun varlığından sonra depresyonum arttı,neydim ben, neden baba oluşumu hissedemiyordum,neden içimde en ufak bir heyecan yoktu.çocuğumu görmek bile istemiyordum.eşcinselden baba olur mu ,hata yapmıştım,hata üstüne hata..evlenmem büyük hataydı,evlenip bir de çocuk yapmak ondan daha büyük hata.kendime,eşime ,aileme beni tanıyan herkese acı çektiriyordum resmen.eve gitmek istemiyordum,evde olduğum zamanlarda da sabahlara kadar nette, eşcinsel sitelerde zaman geçiriyordum,arayıştaydım.
bir iki heyecanlı cinsel deneyim daha...ama sonuç hep aynı:pişmanlık,bir türlü kendine yakıştıramama...
mutsuzluğuma bir de paranoyalar eklenmişti,her şeyden şüphe eder olmuştum,kendimi dünyanın merkezine koymuştum,her şey benle ilgiliydi, insanlar benim ne yaptıklarımı biliyorlardı ama yüzüme söylemiyorlardı,beni tanıyan herkes biliyordu eğilimimi,yaptıklarımı...sokakta beni gören herkes ilk bakışta eşcinsel olduğumu anlıyor vb. takıntılar, kuruntular...
çare arayışım da devam ediyordu, mardin’de bu kez özel bir psikiyatri merkezine gittim,hiçbir şey anlatamadım nerdeyse hiçbir şey konuşmadık doktorla,sadece kardeşim şunu söyledi doktora:ilk gittiğimiz doktor bize ağabeyimin eşcinsel olduğunu söyledi,doktor da bana dönüp:''erkeklerden mi hoşlanıyorsun ?'' diye sordu.evet diyemedim ,hayır dedim erkeklerden hoşlanmıyorum,üç çocuğum var,dedim
(kızlarımda doğmuştu: tek yumurta ikizleri...) yalan söylemiştim,erkeklerden hoşlanıyordum,erkeklerle beraber oluyordum benden ve allah'tan başka kimse bilmiyordu bunu,eşim,ailem,bunun eğilim düzeyinde olduğunu sanıyorlardı,eşcinsel bir ilişki yaşamış olmam kimsenin aklına gelmezdi,bunu bana yakıştırmazlardı diye tahmin ediyordum.neyse bu doktor da yeni ilaçlar yazdı,yeni bir tanı kondu:paranoid şizofreni...) şizofrendim artık,hem eşcinsel hem şizofren,aynı zamanda üç çocuk babası,okula devam etmek zorunda olan bir öğretmen...bir yandan adı şizofreni olarak konmuş rahatsızlığım, bir yandan aile içindeki rolüm ve yakamı bırakmayan mutsuzluğum,bir yandan eğilimlerim ve fırsat buldukça yaşadığım cinsel deneyimlerim...her şey karmakarışık,her şey paramparça,her şey bölük pörçük...
esrarla tanıştım,içen bir arkadaşım vardı,ilk başlarda acayip rahatlıyordum,mutlu oluyordum,neşeleniyordum...ayıkken yaşayamadığım bir sürü duyguyu yaşatıyordu bana esrar.esrar içip seviştiğim bir kişi  oldu hayatımda,bir araya geldiğimizde esrar içiyorduk ve anlatılmaz bir hazla ve yoğunlukla sevişiyorduk.esrar içip seviştiğimde ve sonrasında çatışmalarım,pişmanlıklarım da yoktu artık.yeni partnerimin kendini kabullenmiş olması ,sözde rahatlığı beni de etkilemişti madem eşcinseldim,madem normal bir şeydi ,pişmanlık da olmamalıydı ve bu ilişkim boyunca sevişme sonrası pişmanlıklardan kurtulmuştum.
ama hayatımda yine eksik olan bir çok şey vardı:mutluluk,huzur,dinginlik, ne bileyim bir aile sıcaklığı ,anlamlı paylaşımlar,anlamlı güzel anlar...yoktu bunlar hayatımda.esrarın yalancı mutluluğu artık yavaş yavaş huzursuzluğa dönüşmüştü.ayıkken, olduğumdan daha huzursuz ve sinirliydim.beraber esrar içtiğimiz partnerimle ilişkimiz de bitmişti ve esrardan onun yarattığı yalancı mutluluk rüyasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım.son bir yıl içinde bir sefer içtim esrarı.o seferde de sinir krizi geçirdim tekrardan,mutsuzluğumu su yüzüne iyice çıkarmış,paranoyalarımı azdırmıştı esrar .yine bağırıyor çağırıyor,akla hayale gelmeyen ithamlarda bulunuyordum ,İsmet ÖZEL vurgusu yine vardı kriz anımda,herkes birbirine soruyordu kim bu İsmet ÖZEL?diye...eve çağrılan sağlık ekipleri ve ardından direnmeme rağmen kıçıma bir iğne ve sakinlik...
ertesi günü kardeşim: ''istanbula gidelim ,orda çok başarılı bir özel hastanenin çok başarlı bir psikiyatristi varmış,ona görünelim''dedi.
kabul ettim,ilk uçakla istanbuldaydık,o çok başarılı hastanenin çok başarılı psikiyatristinin karşısındayım.kardeşim hikayemi anlattı:yaşadığım krizlerden,gördüğüm ekt lerden,kullandığım ilaçlardan,konulan tanılardan bahsetti doktora.o anlatırken ben araya girdim büyük bir cesaretle ''ben eşcinselim'' dedim.doktor kızgınlıkla susturdu beni.
hastanede bir süre yatmam gerekitiğini söyledi,o hastanede de 15 günlük bir yatış...ilaçlar...ve 3 seanslık ekt...
kardeşime daha sonra da bana şunu söyledi doktor:''sen eşcinsel değilsin,eşcinsel olduğunu sanıyorsun,bu bir takıntı,bir kuruntu...''elbette takıntı falan değildi düpedüz eşcinseldim,ta çocukluktan başlayan evlilikten sonraya kadar bile devam eden cinsel deneyimlerim,bir karşılıksız aşkım vardı.ne demek kuruntu,ne demek takıntı?
hastanedeki yatış sürecini azaltmak için biraz rol yaptım,kendimi olduğundan iyi göstermeye çalıştım,eşcinsellğimden de bahsetmez olmuştum.üstüne üstlük çocuklarımı çok özlediğimi söyledim doktora.genel halimdeki iyileşmeyi göz önünde bulundurdu doktor ve beni taburcu etti.taburcu olduktan sonra aylık rutin kotrollerim olacaktı,ayda bir istanbula kontrole geliyordum ,özel hastanedeki psikiyatri doktorlarının ve psikologlarının açmış oldukları nişantaşındaki özel muayenehaneye.
kontorollerimizde doktora cinsel deneyimlerimden bahsetmedim ama psikologa anlattım.doktor,hepimizin içinde bir takım arzuların oluşabileceğini ,kendi cinsimize karşı da uyanan bu arzu ve isteklerin eğilim düzeyinde kalması şartıyla bir sorun olmayacağını söyledi.psikologa da şu son bir kaç seansta açıkladım durumu,deneyimimin son bir yılda olduğunu söyledim,istanbula gelirken takıldığım gay bardan bahsettim,kabul ettiğim eşcinselliğimin benim için artık bir gerçeklik kazandığından bahsettim.psikologun tavrı herhangi bir yöne yönlendirici değildi benim mutlu olmamla,sağlıklı olmamla ilgileniyordu.evli bir eşcinsel olmamdaki problemi de şu şekilde çözüyordu ya da bu şekilde çözen insanların hayatından örnek veriyordu:eşimle veya herhangi birine anlatmadığım sürece eşcinsel arzu ve isteklerimi sağlıklı bir kişiyle düzgün bir ilişki çerçevesinde hayata geçirmem mümkündü.evli eşcinsellerin çoğu böyle bir hayat yaşamıyor muydu zaten,ben de öyle yaşayabilirdim ve hem eşcinsel olup hem evli kalmayı başarabilirdim.evli kalmam gerekiyordu çünkü üç tane çocuğum vardı,bana hala bağlı bir eşim, saygın bir işim,feodal bir ailem vardı.içinde yaşadığımız toplum da en az bir yüz yıl daha eşcinselliği hoş görmeyeceğine göre benim yapmam gereken şey herkesten gizli bir eşcinsel hayatı yaşamaktı
istanbula gelişlerimde ara sıra ünlü bir gay bara uğruyordum,ortamdaki rahatlıktan etkileniyordum açıkçası,kimse rol yapmak zorunda değildi dejenere de olsa eğlenceli zamanlar yaşanıyordu o gay barda.
hayatım boyunca bir yerlere ait olamama sorunu yaşadım,çoğu zaman kendi ailemde bile bir yabancı gibiydim.şu son dört yıldır yaşadığım sıkıntıları da eklersek gay bar ortamı bana çekici geliyordu.alkol,müzik ve çılgınca dans ...dans dediysem içimden geldiği gibi,bazen abartılı saçmasapan figürler...ama eğlenceliydi işte...herkes eğleniyordu,hiçbir şey hiçkimsenin umrunda değildi.sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyordu eğlence ama sabah olup herkes dağılınca ben dahil herkes olanca yalnızlığına ve mutsuzluğuna dönüyordu.
son doktorumun verdiği psikotik ilaç sayesinde paranoyalarımdan kurtuldum diyebilirim.
 çocuklarımla olan ilişkimizde belirli bir düzelme var,özellikle oğlumla zaman geçirmek hoşuma gidiyor,kızlarımı da seviyorum ama oğluma gösterdiğim ilgiyi onlara gösteremiyorum şimdilik.
eşimle olan ilişkimiz çok kötü maalesef,öyle kavgalı gürültülü bir hayatımız yok ama ayrı yataklarda yatıyor oluşumuz,benim onunla bir türlü sağlıklı,sıcak bir ilişki  kuramayışım çocuklarımıza rağmen boşanma formülleri düşünmeme ve bunu ona söylememe yol açıyor.tepkisi duygusal oluyor,eşcinselliğimin bir bahane olduğunu asıl nedenin onu sevmeyişim olduğunu söylüyor.
boşanmak fikri ilk bakışta beni rahatlatacak bir formül olarak gözükse de büyük bir bencillik de taşıyor;çocuklarımı babasız büyütmeyeceğim.anne şefkatinden mahrum kalmayacaklar.ama daha sağlıklı bir şekilde, bir aile sıcaklığında olmalı bu.
ne benim ne eşimin çocukken yaşayamadığı ilgi,sevgi,şefkati çocuklarımızdan esirgememiliyiz.ama nasıl?anne,baba,çocuk ilişkilerimiz,yaşantılarımız nasıl daha sağlıklı olabilir,nasıl daha anlamlı olabilir.evimizi,ailemizi mutluluk kaynağına nasıl çevirebiliriz?
bunun için ümidim ve çabam olmalı aksi taktirde önüme çıkan çözüm formülleri hiçkimse için hayırlı olmayacaktır. ''içimde intihar korkusu var.'' diyor şarkısında ahmet kaya,benim de.
eşcinsel onarım terapisi görmek fikri açıkçası son çarem. belki hayatımda bir şeyler düzelir,güzelleşir ümidimi tümden kaybetmek istemiyorum çünkü hayatımın bu mutsuzlukla devam etmeyeceğini biliyorum,çocuklarımızın bir kaç yıl sonra evdeki mutsuzluk havasından etkilenip mutsuz,başarısız bireyler olmasını istemiyoruz.
mutlu,huzurlu bir çocukluğum olmadı.annem babam vardılar ama yoktular.annemle ya da babamla ilgili hatırladığım bir şefkat,sevgi anım yok maalesef,onları da suçlamak çare değil biliyorum.ama şunu yapmış olabilseydim çocukluğumda:babam benim için aşırı sert bir figür olmasaydı ve ben onunla özdeşim kurabilseydim(bugün bile yanında rahat hissetmiyorum kendimi).annem anneliğini yaşayıp bize yaşatabilseydi(o da babamın dayaklarından çok çekti,gözümüzün önünde feci bir şekilde  döverdi babam annemi.)
belki de bugün sağlıklı,mutlu bir ailem;sağlıklı bir ruh halim,heteroseksüel bir cinsel eğilimim olurdu.
geriye dönüp birşeyleri değiştiremeyeceğimiz bir gerçek.önemli olan bundan sonra ne yapabiliriz.
küçükken anneme bana olan ilgisizliğinden dolayı küstüğümü hatırlarım,küserdim ve hazırladığı yemeği yemezdim.
allah'a da küstüm sanırım,onun varlığını en az çocukluğumdaki kadar hissedebilseydim hayatın ve yaşattığı zorlukların daha tahammül edilebilir olacağına inanıyorum.
ne dersiniz Hüseyin Bey,Allah'la,kendimle,ailemle,hayatla barışabilir miyim?

1080
1977 mardin doğumlu, 4 yıllık evli, 3 çocuk babası bir eşcinselim. 12 yıllık tarih öğretmeniyim.
nişanlılık döneminde yoğunlaşan ruhsal sıkıntılarım devam ediyor (kendimi bildim bileli genel ruh halim depresiftir), evliliğimin ikinci gününde aşırı sıkıntılı bir ruh haliyle hastaneye gittim. majör depresyon tanısı kondu ; antidepresan ilaçlar ve ekt...9 ekt seansı,birkaç günlük yatış ve antidepresanlar... sıkıntılarım,huzursuzluğum,çökkün hallerim tedaviye rağmen devam ediyordu.
doktorla da konuşuyorduk, sıkıntılı halime neden olan şeyi kendince belirlemişti kafasında :eşcinsellik... dışardan bakıldığında en ufak bir eşcinsel imajım veya feminen halim yoktu, nasıl oluyordu da doktorum benim eşcinsel eğilimlerimin olduğunu tahmin ediyordu, bilmiyorum.
belki de şu var: hangi sağlıklı erkek evliliğinin ikinci gününde depresyona girmiştir?
hastaneye ikinci kez yatışımın sebebi yaşadığım sinir kriziydi:bahçede bulunan kuyuya atlamak istiyordum ailemin ve arkadaşlarımın beni ikna etme çabaları hiçbir sonuç vermiyordu o sırada,ben o kuyuya atlamayı kafama koymuştum bir kere.orda bulunan herkes benim karalılığımı görünce kollarımdan bacaklarımdan tuttukları gibi ambulansa koymaya çalıştılar beni,direniyordum o ambulansa binmeyecektim,yaklaşık 10 dakika ambulansın kapısına yapışıp kaldım ellerimi bir türlü ayıramıyorlardı o kapıdan.yaklaşık 10 kişi binbir güçlükle beni ambulansa koymayı başardılar.kollarımdan,bacaklarımdan,göğsümden tutup bastırıyorardı beni ve ben avazım çıktığı kadar bağırıyordum:ulan!!! ulan!!! ulan!!! ...bütün dünyaya haykırıyordum: ulan sizsiniz!
hastaneye vardık,hastanenin içinde benim haykırışlarım yankılanıyordu: ulan!!! ulan!!! ulan!!! ...psikiyatri servisinin demir parmaklıklarına yapışıp kaldım bu sefer,orda da bir on dakika beni ayıramadılar demir parmaklıklardan.yine binbir güçlükle içeriye tıktılar beni,doktorum karşımdaydı,''ne oluyor halil,niye böyle yapıyorsun,böyle yapmaya devam edersen sana güç kullanır yatağa bağlarız seni'' dedi.doktora bir hareket yaptım o sırada şu an bile aklımda ,sağ kolumu havaya kaldırdım,yumruğumu sıktım ve olanca gücümle sallamaya başladım:) ve naaaahhhh!!! dedim.beni yatağa doğru sürüklüyorlarken ben yine bağırıyordum: ''babanız geliyor ,İsmet ÖZEL,İsmet ÖZEL,İsmet ÖZEL...şuna inanıyordum o an bütün inanmışlığımla İsmet ÖZEL çıkıp gelecekti...yüzüstü yatağa bağladılar beni,kıçıma bir iğne ondan sonra ne İsmet ÖZEL kaldı ne haykırış ...tıssss diye sönüvermiştim adeta ...sonrası derin bir uyku...
ikinci yatışım kaç gün sürdü hatırlamıyorum ama doktora birşeyler itiraf etmenin vakti gelmiş gibiydi,koridorda rastladım doktoruma,odasına geçtik ve şunu söylediğimi hatırlıyorum,benden önce o davranmıştı gerçi,işimi kolaylaştırmak için kalın bir kitap çıkardı,homoseksüallite maddesini okudu ve şunu dedi:''halil, homoseksüallite çok normal bişey'' ben de şu bilinen ama şu ana kadar dillendirilmeyen gerçeği söyledim doktora:'' evet ben halkın tabiriyle ibne,bilimsel tabirle eşcinselim.' dedim doktora,başka da birşey konuşmadık ayaküstü ve ben yatağıma döndüm.itiraftan sonra rahatlamış gibiydim beni yiyip bitiren sıkıntım,huzursuzluğum bir nebze dinmişti ve ben eşcinselliğin normalliğine inandırmaya çalıştım kendimi,elbette şundan haberdardım bir döneme kadar hastalık olarak kabul edilmişti eşcinsellik ondan sonra gelişen politik gay hareketiyle birlikte hastalık olmaktan çıkarılmıştı,neydi bu şimdi hastalık mıydı değil miydi?
hastaneden sonraki günlerim...internetteki chat sitesiyle tanışmam,üye oluşum ve arkadaş bulmam...hızla oldu her şey ...madem normal bir şeydi ben de normal olanı yapmaya çalışıyordum büyük bir istekle,heyecanla ve dizginleyemediğim bir cinsel arzuyla...evliyken ki ilk deneyimim...netten bulduğum biriyle oldu elbette.ilişki öncesi heyecan duyuyordum büyük bir istekle de sevişiyordum ama sonrası...sonrası hala çözemediğim büyük bir dert benim için: pişmanlık...evet çok pişman oluyordum,normal mormal yakıştıramıyordum kendime,evli oluşum,yakında baba olacak olmam..toplum içindeki rolüm...ailem...arkadaşlarım...içimdeki bu etmenlerin hiçbiri bana bu zevki ağız tadıyla yaşatmıyorlardı.
doktorum kardeşlerime durumu açıklayınca ben de eşime açıkladım.eğilimimden bahsettim,aramızdaki sorunun bundan kaynaklı olduğunu söyledim,mutsuzluğumuz,sıkıntılarımız benim soğukluğum vs vs. hep bu yüzdendi...boşanmak istiyordum,daha çocuğumuza hamile değildi eşim ve ben boşanmak istediğimi söyledim,''depresyondasın ,o yüzden sıkıntılısın,depresyonun geçince boşanma isteğin de olmayacak ,mutlu olacağımıza inanıyorum,eşcinsel olduğuna da inanmıyorum bu da psikolojik birşey '' dedi.
evli oluşumu bir türlü hissedemiyordum,baba olacağımı öğrendiğimde de öyle sevindiğimi hatırlamıyorum,belki diyordum,çocukla birlikte evliliğimizde de birşeyler değişecek,gelişecek...az da olsa böyle bir ümidim vardı...
netten tanıştığım birine aşık oldum bir keresinde sevgilisi vardı sadece cinsellik amaçlı bir arayıştaydı ama ben ona aşıktım...sabahlara kadar muhabbet ediyorduk nette,her şeyimi paylaştım onunla, o da aynı şekilde her şeyini anlattı.eşinden ayrı yaşıyordu,çocukları vardı.sevgilisi vardı,ben evliydim ve çocuğum vardı artık...bütün bunlara rağmen onu seviyordum,görmek onunla sohbet etmek mutlu ediyordu beni.bir iki çay içmişliğimiz,bir iki yemeğe gidişimiz dışında pek bir araya gelmedik.elazığdan mardin’e beraber bir yolculuğumuz ve bir keresinde ona yemek yapıp götürüşüm de aklımda.e-postayla her gün haberleşirdik.ona olan sevgimden,yazdıklarımdaki hayranlık dolu ifadelerden memnundu sadece bu yüzden sevilmek ilgi görmek duygusu yüzünden her şeye rağmen irtibatını koparmıyordu.aramızda neler yaşandı daha sonra tam olarak hatırlamıyorum ama mesajlarıma,aramalarıma cevap vermez olmuştu artık.bütün bu karşılıksızlığa rağmen ben onu aramaya ona mesaj göndermeye devam ettim,acı çekiyordum,sürekli aklımdaydı,okuldayken ders aralarında bile cep telefonum elimde ona mesaj çekiyordum.hiçbir şekilde cevap vermedi ve ben artık yavaş yavaş içimdeki ona dair duygulardan kurtulmam gerektiğini anladım,kolay olmadı ama kurtuldum gerçi şimdi görsem ne hissederim emin değilim.
mutsuzluğum devam ediyordu,evde mutsuzdum, okulda mutsuzdum,sürekli geç kalıyor,aklıma estikçe gitmiyordum bile..derste hayalet gibiydim ne anlattığımı ne yaptığımı bilmez bir haldeydim.
çocuğumun varlığından sonra depresyonum arttı,neydim ben, neden baba oluşumu hissedemiyordum,neden içimde en ufak bir heyecan yoktu.çocuğumu görmek bile istemiyordum.eşcinselden baba olur mu ,hata yapmıştım,hata üstüne hata..evlenmem büyük hataydı,evlenip bir de çocuk yapmak ondan daha büyük hata.kendime,eşime ,aileme beni tanıyan herkese acı çektiriyordum resmen.eve gitmek istemiyordum,evde olduğum zamanlarda da sabahlara kadar nette, eşcinsel sitelerde zaman geçiriyordum,arayıştaydım.
bir iki heyecanlı cinsel deneyim daha...ama sonuç hep aynı:pişmanlık,bir türlü kendine yakıştıramama...
mutsuzluğuma bir de paranoyalar eklenmişti,her şeyden şüphe eder olmuştum,kendimi dünyanın merkezine koymuştum,her şey benle ilgiliydi, insanlar benim ne yaptıklarımı biliyorlardı ama yüzüme söylemiyorlardı,beni tanıyan herkes biliyordu eğilimimi,yaptıklarımı...sokakta beni gören herkes ilk bakışta eşcinsel olduğumu anlıyor vb. takıntılar, kuruntular...
çare arayışım da devam ediyordu, mardin’de bu kez özel bir psikiyatri merkezine gittim,hiçbir şey anlatamadım nerdeyse hiçbir şey konuşmadık doktorla,sadece kardeşim şunu söyledi doktora:ilk gittiğimiz doktor bize ağabeyimin eşcinsel olduğunu söyledi,doktor da bana dönüp:''erkeklerden mi hoşlanıyorsun ?'' diye sordu.evet diyemedim ,hayır dedim erkeklerden hoşlanmıyorum,üç çocuğum var,dedim
(kızlarımda doğmuştu: tek yumurta ikizleri...) yalan söylemiştim,erkeklerden hoşlanıyordum,erkeklerle beraber oluyordum benden ve allah'tan başka kimse bilmiyordu bunu,eşim,ailem,bunun eğilim düzeyinde olduğunu sanıyorlardı,eşcinsel bir ilişki yaşamış olmam kimsenin aklına gelmezdi,bunu bana yakıştırmazlardı diye tahmin ediyordum.neyse bu doktor da yeni ilaçlar yazdı,yeni bir tanı kondu:paranoid şizofreni...) şizofrendim artık,hem eşcinsel hem şizofren,aynı zamanda üç çocuk babası,okula devam etmek zorunda olan bir öğretmen...bir yandan adı şizofreni olarak konmuş rahatsızlığım, bir yandan aile içindeki rolüm ve yakamı bırakmayan mutsuzluğum,bir yandan eğilimlerim ve fırsat buldukça yaşadığım cinsel deneyimlerim...her şey karmakarışık,her şey paramparça,her şey bölük pörçük...
esrarla tanıştım,içen bir arkadaşım vardı,ilk başlarda acayip rahatlıyordum,mutlu oluyordum,neşeleniyordum...ayıkken yaşayamadığım bir sürü duyguyu yaşatıyordu bana esrar.esrar içip seviştiğim bir kişi  oldu hayatımda,bir araya geldiğimizde esrar içiyorduk ve anlatılmaz bir hazla ve yoğunlukla sevişiyorduk.esrar içip seviştiğimde ve sonrasında çatışmalarım,pişmanlıklarım da yoktu artık.yeni partnerimin kendini kabullenmiş olması ,sözde rahatlığı beni de etkilemişti madem eşcinseldim,madem normal bir şeydi ,pişmanlık da olmamalıydı ve bu ilişkim boyunca sevişme sonrası pişmanlıklardan kurtulmuştum.
ama hayatımda yine eksik olan bir çok şey vardı:mutluluk,huzur,dinginlik, ne bileyim bir aile sıcaklığı ,anlamlı paylaşımlar,anlamlı güzel anlar...yoktu bunlar hayatımda.esrarın yalancı mutluluğu artık yavaş yavaş huzursuzluğa dönüşmüştü.ayıkken, olduğumdan daha huzursuz ve sinirliydim.beraber esrar içtiğimiz partnerimle ilişkimiz de bitmişti ve esrardan onun yarattığı yalancı mutluluk rüyasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım.son bir yıl içinde bir sefer içtim esrarı.o seferde de sinir krizi geçirdim tekrardan,mutsuzluğumu su yüzüne iyice çıkarmış,paranoyalarımı azdırmıştı esrar .yine bağırıyor çağırıyor,akla hayale gelmeyen ithamlarda bulunuyordum ,İsmet ÖZEL vurgusu yine vardı kriz anımda,herkes birbirine soruyordu kim bu İsmet ÖZEL?diye...eve çağrılan sağlık ekipleri ve ardından direnmeme rağmen kıçıma bir iğne ve sakinlik...
ertesi günü kardeşim: ''istanbula gidelim ,orda çok başarılı bir özel hastanenin çok başarlı bir psikiyatristi varmış,ona görünelim''dedi.
kabul ettim,ilk uçakla istanbuldaydık,o çok başarılı hastanenin çok başarılı psikiyatristinin karşısındayım.kardeşim hikayemi anlattı:yaşadığım krizlerden,gördüğüm ekt lerden,kullandığım ilaçlardan,konulan tanılardan bahsetti doktora.o anlatırken ben araya girdim büyük bir cesaretle ''ben eşcinselim'' dedim.doktor kızgınlıkla susturdu beni.
hastanede bir süre yatmam gerekitiğini söyledi,o hastanede de 15 günlük bir yatış...ilaçlar...ve 3 seanslık ekt...
kardeşime daha sonra da bana şunu söyledi doktor:''sen eşcinsel değilsin,eşcinsel olduğunu sanıyorsun,bu bir takıntı,bir kuruntu...''elbette takıntı falan değildi düpedüz eşcinseldim,ta çocukluktan başlayan evlilikten sonraya kadar bile devam eden cinsel deneyimlerim,bir karşılıksız aşkım vardı.ne demek kuruntu,ne demek takıntı?
hastanedeki yatış sürecini azaltmak için biraz rol yaptım,kendimi olduğundan iyi göstermeye çalıştım,eşcinsellğimden de bahsetmez olmuştum.üstüne üstlük çocuklarımı çok özlediğimi söyledim doktora.genel halimdeki iyileşmeyi göz önünde bulundurdu doktor ve beni taburcu etti.taburcu olduktan sonra aylık rutin kotrollerim olacaktı,ayda bir istanbula kontrole geliyordum ,özel hastanedeki psikiyatri doktorlarının ve psikologlarının açmış oldukları nişantaşındaki özel muayenehaneye.
kontorollerimizde doktora cinsel deneyimlerimden bahsetmedim ama psikologa anlattım.doktor,hepimizin içinde bir takım arzuların oluşabileceğini ,kendi cinsimize karşı da uyanan bu arzu ve isteklerin eğilim düzeyinde kalması şartıyla bir sorun olmayacağını söyledi.psikologa da şu son bir kaç seansta açıkladım durumu,deneyimimin son bir yılda olduğunu söyledim,istanbula gelirken takıldığım gay bardan bahsettim,kabul ettiğim eşcinselliğimin benim için artık bir gerçeklik kazandığından bahsettim.psikologun tavrı herhangi bir yöne yönlendirici değildi benim mutlu olmamla,sağlıklı olmamla ilgileniyordu.evli bir eşcinsel olmamdaki problemi de şu şekilde çözüyordu ya da bu şekilde çözen insanların hayatından örnek veriyordu:eşimle veya herhangi birine anlatmadığım sürece eşcinsel arzu ve isteklerimi sağlıklı bir kişiyle düzgün bir ilişki çerçevesinde hayata geçirmem mümkündü.evli eşcinsellerin çoğu böyle bir hayat yaşamıyor muydu zaten,ben de öyle yaşayabilirdim ve hem eşcinsel olup hem evli kalmayı başarabilirdim.evli kalmam gerekiyordu çünkü üç tane çocuğum vardı,bana hala bağlı bir eşim, saygın bir işim,feodal bir ailem vardı.içinde yaşadığımız toplum da en az bir yüz yıl daha eşcinselliği hoş görmeyeceğine göre benim yapmam gereken şey herkesten gizli bir eşcinsel hayatı yaşamaktı
istanbula gelişlerimde ara sıra ünlü bir gay bara uğruyordum,ortamdaki rahatlıktan etkileniyordum açıkçası,kimse rol yapmak zorunda değildi dejenere de olsa eğlenceli zamanlar yaşanıyordu o gay barda.
hayatım boyunca bir yerlere ait olamama sorunu yaşadım,çoğu zaman kendi ailemde bile bir yabancı gibiydim.şu son dört yıldır yaşadığım sıkıntıları da eklersek gay bar ortamı bana çekici geliyordu.alkol,müzik ve çılgınca dans ...dans dediysem içimden geldiği gibi,bazen abartılı saçmasapan figürler...ama eğlenceliydi işte...herkes eğleniyordu,hiçbir şey hiçkimsenin umrunda değildi.sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyordu eğlence ama sabah olup herkes dağılınca ben dahil herkes olanca yalnızlığına ve mutsuzluğuna dönüyordu.
son doktorumun verdiği psikotik ilaç sayesinde paranoyalarımdan kurtuldum diyebilirim.
 çocuklarımla olan ilişkimizde belirli bir düzelme var,özellikle oğlumla zaman geçirmek hoşuma gidiyor,kızlarımı da seviyorum ama oğluma gösterdiğim ilgiyi onlara gösteremiyorum şimdilik.
eşimle olan ilişkimiz çok kötü maalesef,öyle kavgalı gürültülü bir hayatımız yok ama ayrı yataklarda yatıyor oluşumuz,benim onunla bir türlü sağlıklı,sıcak bir ilişki  kuramayışım çocuklarımıza rağmen boşanma formülleri düşünmeme ve bunu ona söylememe yol açıyor.tepkisi duygusal oluyor,eşcinselliğimin bir bahane olduğunu asıl nedenin onu sevmeyişim olduğunu söylüyor.
boşanmak fikri ilk bakışta beni rahatlatacak bir formül olarak gözükse de büyük bir bencillik de taşıyor;çocuklarımı babasız büyütmeyeceğim.anne şefkatinden mahrum kalmayacaklar.ama daha sağlıklı bir şekilde, bir aile sıcaklığında olmalı bu.
ne benim ne eşimin çocukken yaşayamadığı ilgi,sevgi,şefkati çocuklarımızdan esirgememiliyiz.ama nasıl?anne,baba,çocuk ilişkilerimiz,yaşantılarımız nasıl daha sağlıklı olabilir,nasıl daha anlamlı olabilir.evimizi,ailemizi mutluluk kaynağına nasıl çevirebiliriz?
bunun için ümidim ve çabam olmalı aksi taktirde önüme çıkan çözüm formülleri hiçkimse için hayırlı olmayacaktır. ''içimde intihar korkusu var.'' diyor şarkısında ahmet kaya,benim de.
eşcinsel onarım terapisi görmek fikri açıkçası son çarem. belki hayatımda bir şeyler düzelir,güzelleşir ümidimi tümden kaybetmek istemiyorum çünkü hayatımın bu mutsuzlukla devam etmeyeceğini biliyorum,çocuklarımızın bir kaç yıl sonra evdeki mutsuzluk havasından etkilenip mutsuz,başarısız bireyler olmasını istemiyoruz.
mutlu,huzurlu bir çocukluğum olmadı.annem babam vardılar ama yoktular.annemle ya da babamla ilgili hatırladığım bir şefkat,sevgi anım yok maalesef,onları da suçlamak çare değil biliyorum.ama şunu yapmış olabilseydim çocukluğumda:babam benim için aşırı sert bir figür olmasaydı ve ben onunla özdeşim kurabilseydim(bugün bile yanında rahat hissetmiyorum kendimi).annem anneliğini yaşayıp bize yaşatabilseydi(o da babamın dayaklarından çok çekti,gözümüzün önünde feci bir şekilde  döverdi babam annemi.)
belki de bugün sağlıklı,mutlu bir ailem;sağlıklı bir ruh halim,heteroseksüel bir cinsel eğilimim olurdu.
geriye dönüp birşeyleri değiştiremeyeceğimiz bir gerçek.önemli olan bundan sonra ne yapabiliriz.
küçükken anneme bana olan ilgisizliğinden dolayı küstüğümü hatırlarım,küserdim ve hazırladığı yemeği yemezdim.
allah'a da küstüm sanırım,onun varlığını en az çocukluğumdaki kadar hissedebilseydim hayatın ve yaşattığı zorlukların daha tahammül edilebilir olacağına inanıyorum.
ne dersiniz Hüseyin Bey,Allah'la,kendimle,ailemle,hayatla barışabilir miyim?

Sayfa: 1 ... 70 71 [72] 73 74 ... 89