Gönderen Konu: öğrenmeyi öğrenme  (Okunma sayısı 6993 defa)

alıntı

  • Global Moderator
  • Full Member
  • *****
  • İleti: 142
    • Profili Görüntüle
öğrenmeyi öğrenme
« : 09 Mart 2009, 04:04:46 ös »
ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME

(Prof Ahmet İNAM)

GÖREVLİ – Sayın Hocamıza çok teşekkür ediyoruz.

Etkinliğimiz başka bir sunumla devam ediyor.
Konuğumuz Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sayın Ahmet İnam. Sayın hocamız “Felsefece Eğitişim” başlıklı bu konuşmasında, bize, aslında felsefenin de çekirdeğini oluşturan, öğrenmeyi öğrenme konusunda bilgi verip, irdeleyeceklerdir.

Kendisi de öğrenmeyi öğrenme etkinliği olarak felsefe; öğrenmeyi öğrenme üzerinde dururken, bir anlamda kendi etkinliği üzerinde duruyor. Bu konuşmada felsefenin 2500 yıldan beri çekirdeğinde bulunan öğrenmeyi öğrenme etkinliği yeniden gözden geçirilmiş olacaktır.

Buyurun Sayın Hocam. (Alkışlar)

PROF. DR. AHMET İNAM (ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Başkanı) – Sayın konuklar, günaydın efendim. Soru çok temel bir soru olarak görülüyor ve bu soruyla başlamak ve sonra felsefeyle öğrenme arasındaki ilişki üzerinde konuşmak doğru olur diye düşünüyorum. Soru şudur: Ne diye öğreneyim ki ? Sürekli olarak bana öğren diyen bir kültür içine doğmuşum ve öğrenmenin erdemlerinden söz ediyorlar. Üstelik öğrenmenin değil, öğrenmeyi öğrenmenin erdeminden söz ediyorlar, bu sırayı çok artırabilirim de, öğrenmeyi öğrenmeyi öğrenme diye böyle devam edebilir. Eğer, bu bir çeşit pragmatik bir kurnazlık ise, çağımıza çok uygun olduğunu düşündüğüm; o zaman, öğrenmeyi öğrenme ile herhangi bir öğrenme tarzı arasında hiçbir fark söz konusu olmayacak demektir; çünkü, öğrenmeyi öğrenme, bir maymuncuk gibi her kapıyı açan bir öğrenme biçimi olılacaktır. “Bana öğrenmeyi öğret de, ben bu öğrenme zahmetinden kurtulayım” anlamında bir öğrenme istiyorsak, bir kalıp veya belli teknik ile öğrenmeyi anlıyorsak, bu anlamda öğrenme, öğrenmeyi öğrenme olmuyor herhalde. Çünkü, neden öğreneyim ki, sorusu bana çok temel bir soru gibi gözüküyor. Öğrenen insanın kesinlikle talebi ile oluşan bir şey, öğrenmeyi öğrenme. Dolayısıyla, belki çok genç yaşlardaki insanların, öğrencilerin veya bir şeyler öğrenmesi için okula gönderilen insanların, öğrenmeyi öğrenmesi veya okul öncesi eğitimde öğrenmeyi öğrenmeyi sağlayabilmek, herhalde, onlarda öğrenmeyi talep etmeyi oluşturabilmekle olanaklıdır. Öğrenme talebinin, öğrenme merakının, öğrenme coşkusunun, öğrenme arzusunun ve tutkusunun, öğrenme ateşinin onların içinde yanmış olması gerekir ki, öğrenmeyi öğrenme eylemini, etkinliğini gerçekleştirebilsinler. Yoksa, öğrenmeyi de öğreneceksin, şimdi bak bunları bunları öğrendin; sıra öğrenmeyi öğrenmeye geldi gibi bir tavırla öğrenmeyi öğretmeye kalkma, öğrenmeyi öğrenme ruhuna pek de uygun olmayacaktır. Öğrenme karşısında, yaşam deneyimleri karşısında tavrı olmayan, yaşam deneyimlerini gözden geçirmeyen, yaşam deneyimlerini sürekli olarak tazelemeyen, tazeleme eğiliminde olmayan insanlara, öğrenmeyi öğretmenin hiçbir anlamı olacağını düşünmüyorum; öğrenebileceğini de sanmıyorum. Öğrenmeyi öğrenmenin hayat karşısında bir tavır ile gerçekleşebileceğini, daha doğrusu şimdiye dek, alışılagelen yaşama tavrının dışında bir tavırla, bir duruşla kazanılabileceğini düşünüyorum.

Bunun çok önemli bir nokta olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum; çünkü, öğrenmek, zaten bir anlamda, çok geniş anlamıyla düşündüğümüzde, olağan yaşam içinde sürekli yaşadığımız bir süreç; ne yapsak bir şeyler öğreniyoruz. Hiçbir çaba, emek sarf etmeksizin, yaşarken duyu organlarımıza ulaşan, malumatların bir anlamda yoğrulmasında, örneğin, kulağımıza bir haberin ulaşması, gözümüzün bir gazete kupürüne ilişmesiyle öğrendiğimiz şeyler zaten söz konusudur. Ama, bu tip öğrenmeler, olağan yaşayışın içerisinde kaçınılmaz olarak edindiğimiz şeylerdir. Oysa, benim öğrenmeyi öğrenme ilkesinden anladığım şey; yaşadığımız yaşantıların bir çeşit düzenlenmesi ve yeniden anlamdırılmasıyla ilgili bir durumdur. Zaten öğrendiğimiz bilgilerin, zaten olağan yaşam içerisinde yaşanması anlamında değil de, öğrendiklerimize yeni bir bakışla bakmak, şimdiye kadar öğrendiklerimizi yeni bir süzgeçten geçirip, bundan sonra öğreneceklerimize karşı bir tavır içerisine girebilmek demektir; öğrenmeyi öğrenmek, bir yaşama tarzıdır, bir yaşam biçimidir, bir hayat tarzıdır. Dışımızdaki ve içimizdeki gerçekliğe karşı bir duruştur diye düşünüyorum. Onun için bu duruşu, bu tavrı, bu tutumu gerçekleştiremeden, çok mekanik bir biçimde, işte öğrenmeyi öğretmenin yahut öğrenmeyi öğrenmeye kalkmanın çok anlamlı olmayacağını düşünüyorum. Nedir bu duruş, bu tutum değişikliği?..

Buna yakından baktığımızda, Batı düşüncesindeki felsefe serüveniyle çok yakından ilişkili olduğunu görürüz. Sokrat’ı biliyorsunuz, Sokrat’ın bir misyonu vardı, bazılarımızın tuhafına gidebilecek bir şeydi bu, o misyon da “biliyorum” savını taşıyan insanların, bilgilerini ve bildiklerini onlarla tartışmak ve aslında, biliyorum diye ortaya attıkları bilgilerin çok da sağlam olmadıklarını onlara göstermekti. Tabiî, bu, insanlık tarihinde de bence çok önemli bir dönüm noktası idi; çünkü, bilmek, öğrenme ile başlayan, öğrenmenin belki bir aşaması olan, belki de bir sonucu olan; ama, bitimi olmayan bir çabadır; bu bir süreç olarak düşünüldüğünde, temellerinin gösterilmesi gereken, hesabının verilmesi gereken bir insan etkinliğidir. Bilmek, sadece bazı sınavlardan geçmek ve yapabilmek, sonuç elde edebilmek anlamında bir bilmek değil, Sokrat’ın anlatmak istediği. Bilmek, bildiğimizi ileri sürdüğümüz şeylerin temellerini, dayanaklarını gösterebilmek demek; yani, bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına geliyor. Böyle bir bilgi edinilmesi, bu anlamda insanın bilgiye kavuşması, bilgisiyle yaşaması, bilgisiyle olması anlamına geliyor. Demek ki, felsefenin başlangıcında, Sokrat’tan öğrendiğimiz şey, bilmenin, temellerini, köklerini bilmekle başladığı, sadece birtakım malumat kırıntılarıyla yapılabilecek bir iş, yüzeysel, sığ malumatla yürütülecek bir etkinlik olmadığı ve o kökleriyle bildiğimiz şeyle, insanın ruhsal bütünlüğünün birleşmesi gerektiği, yani bilmekle, olmak arasındaki uçurumun ortadan kalktığı, bilen insanın olan insan olduğu, yani bilen insanın, bilgisini tamamen hücrelerine, dokularına, yaşam biçimine, huyuna, suyuna işlediği, onu içselleştirdiği, onu içine sindirdiği gerçeğidir. Bilgisiyle, şimdi, birçok çağdaş insanın yaptığı gibi, yaşamı arasında boşluklar, uçurumlar olan bir insan olmadığını, bilen insanın bildiğiyle olan bir insan olduğu, bilgisiyle yaşadığı, bilgisiyle arasındaki boşlukları kapatan bir insan özelliği taşıdığını görmekteyiz. Bu da, en azından iki şeyi gerektiriyor; birincisi, özgür insan olmayı gerektiriyor; çünkü, eğer, öğrenmek aşamasında olan, öğrenme durumunda olan bir insan, öğrenmeye zorlanmışsa, gerçekten bu zorlanma içerisinde birtakım malumatı kavrayabilir ve sorduğunuz zaman da karşılığını verebilir. Ama, kendi içinden, kendi iç özgürlüğünden kaynaklanan bir çıkışla, edinilmiş bir öğrenme olmadığı için, o öğrenme, o kişinin belleğinde veya bir anlamıyla ruhunda bir yama gibi duracaktır ve büyük bir olasılıkla da, birçok öğretmen arkadaşın da bildiği gibi, çok kısa bir zamanda, o bilgi yahut o malumat kırıntıları belleğimizden uzaklaştırılacak ve bellek rahatlatılacaktır, sınıf geçilmiş, sınavlar verilmiş ve o bilgi yükünden kurtulmuş olacaktır.

O yüzden, belki öğrenmeyi öğrenmenin çok temel koşullarından biri, biraz önce konuşmamın başında söylediğim gibi, öğrenmeye olan talebin yaratılması; yani, neden öğreneyim ki, sorusunu soran bir insana, gence, bunu tartışabilmek, neden öğrenmesi gerektiğini söyleyebilmek, öğrenmek istemiyorsa, belki öğrenmek istememesine saygı göstermek veya böyle bir düşüncesinin öğrenmeye olan kapalılığının ardında ne yattığını anlamak çok önemli bir şey. Eğer, bu iç özgürlüğüne sahip bir kişi ise, o zaman öğrenmeye olan talebinin gerçekten bu özgürlüğüyle olan ilintisinin olup olmadığına bakmak gerekir. Bir talep oluşturmak birinci amaç, öğrenmeyi öğrenmede, bu talebi oluşturacak insanın özgürlüğünün yaşamasına dikkat etmek; daha aile içi eğitimde, özgür olabilen, kendisi olabilen, kendi varlığına, kendi ruhuna, kendi duygularına, kendi düşüncelerine sahip çıkabilen bir insanın yetişmesini sağlamak lazım; çünkü, bu özgürlükle birlikte özerklik anlamına geliyor; kendine sahip çıkmak isteyen, kendi yaşamına sahip çıkmak isteyen, kendi ayakları üzerinde durmak isteyen, kendisi olmak isteyen insanların başarabileceğinin bir şey olduğunu düşünüyorum öğrenmeyi öğrenmenin; çünkü, orada, kendi varlığına, kendi özgürlük ve özerklik alanı doğrultusunda öğrenmek isteyen, edindiği yaşantı birikimlerini, kendi bakışı, kendi anlayışı, kendi yorum çabaları içerisinde yoğurmak isteyen bir insan görüyoruz. Öyle bir insan ki, bu insan, kendi yaşamını kurabilecek, kendi gözleriyle görebilecek, özerk, özgür bir insan. Elbette, bireysel olarak bunu düşündüğümüzde, bu bireysel özerkliğin ve özgürlüğün kurulabilmesi, ancak bir arada, özerk ve özgür insanlarla etkileşim halinde sağlanabilecek bir şeydir. Öğrenmede bireyin özerkliğinden ve özgürlüğünden söz ettik; ama, yalnızlığından ve tamamen içinde bulunduğu toplum yaşayışından, soyutlanmasından söz etmedik. Bir arada, diğer insanlarla birlikte, onlarla etkileşim, iletişim, haberleşme durumunda, diğer insanlarla birlikte, diğer insanlarla kendileri olan özgür ve özerk insanlarla birlikte yaşayarak, onlarla etkileşerek, onlarla haberleşerek, öğrenmeyi bir arada kotaracakları bir dünyanın oluşumunda, öğrenmeyi öğrenmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Demek ki, en azından birkaç olmazsa olmaz koşulu var gibi gözüküyor, öğrenmeyi öğrenmenin. Bir tanesi, çok sağlam bireylerin oluşumuna gereksinim var. Tersinden de düşünebiliriz: Bu öğrenmeyi öğrenen insanların da, özgür ve özerkliğe kavuşabileceğini söyleyebilirsiniz. Özgür ve özerk, yani kendisi olan, kendi potansiyelini keşfedebilen, kendi gücünün farkına varabilen ve kendisini gerçekleştirmek isteyen insanların olduğu bir toplumda, ama böyle insanların birbiriyle haberleşme ve birbiriyle etkileşme gereksinimi duydukları bir toplumda öğrenmeyi öğrenmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum. Öğrenmeyi öğrenmeyi sağladığımız zaman, anlamalıyız ki, bu sürekli gerçekleştirilen, bir çabadır;”ben artık öğrenmeyi öğrendim, işim bitti diyebileceğimiz bir anlık, bir dönemlik, bir sürelik bir iş değildir; çünkü, öğrenmeyi öğrenmenin insan yaşamında açık uçlu bir etkinlik, beşikten mezara kadar süre gelen çaba olduğunu da görmüş olacak, öğrenmeye çalışan kişi. Belki de öğrenme bu anlamda kendi öğrendiği bilgilerin yükü altında ezilmeyen, öğrendiklerinin egemenliği altında savrulmayan, öğrendiklerini yorumlayabilen, denetleyebilen, onlarla başa çıkabilen, onları yorumlayıp, yeni bilgiler talep eden, öğrenmiş olduklarının eksik ve gediklerini görebilen, o eksik ve gediklerini nasıl kapatabileceğini bilebilen, neyi öğrenebileceğini seçebilen insanın bir başarısı.

Öğrenmek güzel bir şey, neden öğreneyim ki, sorusuyla birlikte gelen, neyi öğreneyim ki, sorusu da var. Malumatın ve bilgilerin bu denli hızlı biçimde üretildiği bir dünyada, seçebilen insanların, ancak kendisi olabilen, kendi gönlüyle, kendi beyniyle, kendi ayaklarıyla yaşabilen insan olduğunu da unutmamak gerekiyor. Onun için öğrenelim; ama, neyi, neden, nasıl sorularının yanıtlarından biri, belki de bu programın temel ilkesidir. Öğrenmeyi öğrenerek, öğrendiklerimizi kendi hayatımıza yedirerek, öğrenmeye başladıklarımızın, öğreniyor olduklarımızın arasında seçmeler, yorumlar, elemeler, eleştiriler yaparak öğrenmeli. Öğrenmeyi öğrenmek, öğrenilen karşısında edilgen olmak değildir, öğrendiklerimizin karşısında etkin olmaktır. Kendi hayatına sahip çıkan insanların, kendi hayatı ve kendisi hakkında talebi olan insanların çabası olduğuna göre öğrenmeyi öğrenmek, elbette öğrenen insanın, öğrendiğine karşı sorumluluk, öğrendiğine karşı tepki, öğrendiğine karşı yanıt vermeye çalışan insan olması gerekecek..

Onun için, öğrenmeyi öğrenmek, aslında, insanın insan olma çabasında büyük bir mücadelesidir. Öğrendikleriyle bir anlamda kavgasıdır. Öğrendiklerinin önünde elbette saygı duymasıdır, ama öğrendiklerinin önünde köle olması, onları gözü kapalı kabul etmesi demek değildir.

O halde, öğrenmeyi öğrenme, ama nasıl, neden, neyi sorularıyla birlikte anlamlı olacaktır ve bütün bu soruların yanıtı nasıl yaşayacağım, nasıl insan gibi insan olacağım sorularıyla çok yakından ilgilidir. Bana öyle geliyor ki, bu eğitimin gerçekleştirilebilmesinde siz eğitimci arkadaşlarımızın elbette deneyimleri çok değerlidir ve öğretebilecekleri çok şey vardır; ama, öğrenmeyi öğrenmenin veya öğrenmeyi öğretmenin galiba en değerli ve en önemli yollarından biri de, öğrenmeyi öğrenen insanlar olarak öğretmenler ve eğiticiler olarak, öğrencilerle etkileşim haline girmektir. Yani, öğrenmeyi öğrenme üzerinde bizler burada nutuk atarken, bunun nasıl gerçekleştirildiğini de kendimizde örnek olarak anlatmamız lazım. Yıllar önce geliştirmeye çalıştığım bir kavramı hatırlatayım:Eğitişim. Ben öğretmen olarak öğrenciyi eğitirken o da beni öğrenci olarak eğitecek; böylece aramızda bir eğitişim süreci başlayacak. Öğrenmeyi başarmış bir öğretmen olarak öğrencimden öğrenmeye hazır olduğumu tavır olarak ona belli edeceğim. Öğrenmeyi öğrenen bir öğretmenin öğrencisini ve öğrencisinden öğrenmeye hazır olduğunu öğrenci benimle ilişkinde yaşayacak Ben, öğrenmeyi öğrenen bir insan olarak, nasıl bir insanım, öğrenmeyi öğrenip, öğrenmiş olduğumu iddia eden biri olarak, öğrenmeyi öğrendim de, nasıl bir insan oldum, ben de ne gibi erdemle gelişti, yaşam biçimimde, hayata bakışımda, toplumdaki ilişkilerimde ne gibi olumlu yanlar oluştu, işte bunu öğrencim görebilirse, o zaman, öğrenmeyi öğrenmeyi yaşayan insanlardan, yaşayan örneklerden çok canlı biçimde, öğrenebilecekler, bu etkileşim içerisinde. Yoksa, öğrenmeyi öğrenme başlığı altında hiçbir anlayış ve tutum değişikliğine gitmeden sağdan soldan öğrendiğimiz bilgileri öğrencinin taleplerini gözetmeden gözü kapalı öğretmeye kalkarsak,değişen sadece slogan olur.Yeni sloganlar arkasında eski bildiklerimizi okumaya devam ederiz. Bu konuda özeleştiriyi elden bırakmadan,çok dikkatli olmamız gerekiyor. Teşekkür ederim. (Alkışlar)