Son İletiler

Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10
81
02.03.2024
Üçüncü Terapi Seansı
Yazımı nasıl toparlayacağımı bilemiyorum. Yine aslında bir hafta sonra anca oturup yazıyı yazabildim. Seans benim geçen hafta yaşadığım olaylar üzerinden başladı. Bir danışanla konuşmuştum ve sinirlenmiştim sonra bu fanteziye dönuşmüştü kafamda. İşte burda başkalarının düşüncelerinden kolay etkilendiğim ya da fazla etkilendiğim, insanların etkisine girdiğim anlaşılıyor. Burda anlık sinirlenmem normal, hatta tepkimi de koyabilirdim. Önemli olan sonrasında bu siniri içime atıp sindirmemeliyim. An anda kalmalı, en azından hayatımda rutin bir yeri olmayan insanların düşünce, fikir ve duyguları için. Olay bittikten sonra kafamın içinde sürdürmenin manası yok.

Ondan sonra şöyle bir konu geçti: eşcinsellerin iyilesmeleri için özel ilgi lazım. Kitabi bilgilerle olmaz. Aile içindeki çatışmalarımı çözmeliyim, beni eleştirmelerine izin vermemeliyim. Şu anki  aile yapımda iyilik yapmak, mutlu olmak peşinde koşmamalıyım. Çok iyi insan olup sürekli bir şeyler vererek aileyi bir araya getirdiğim fanteziler kurmamalıyım. Bunu yapmak zorunda değilim. Bu benim görevim değil, önemli olan kendi ihtiyaçlarım. Kendimi tatmin etmeliyim. Kendimin ihtiyaclarini umursamıyorum, gezmem lazım, keyifli zaman geçirmem lazım, mutlu olmam lazım, sevdiğim insanlara takılmam lazım, kimden hoşlanıyorsam ona takılmam lazım. Olması gereken bu. Ama HK ye göre ben bu noktada bir şeyleri engelliyormuşum, daha çok daha çok çabalıyormuşum ilerde mutlu olurum diye. Yani kendi kendimi sabote ediyorum, bunu anlayabiliriz. Bunun arkasında da obsesyon, çok fazla düşünme, kaygı, stres gibi etkenler yatıyor. Tabi her istediğimi yapabilecek bir konumum da yok. Çevre ve koşulların etkisi de yadsınamaz bir gerçek. Mesela istediğim kişiyle takılmak sadece bana bağlı olan bir şey değil. Ya da maddiyat da bir problem yaratabilir. Neyse bunları geçersek en azından elimde olan kısmını değiştirebilirim. Yukarda saydığım kendi mutluluğumu sabote etme sebeplerimi. Bunu da burda bitirdigimize göre bir sonraki konuya başlayayım.

Tepkilerimi verirken açıklamasını yapmalıyım, en azından önemli insanlar için. Yani kendimi ifade edişim eksik kalmamalı. Açıklama yapmak beni güçsüz göstermez. Bir şeyleri içime atıp küsüp trip atmamalıyım, alınganlık yapmamalıyım. İnsanların gözündeki algım üzerinde tanrıcılık oynamamalıyım. Yanlışlarım ve doğrularım olacaktır, zaten herhangi bir ilişkiyi de kusursuz yurütmek sağlıklı ve gerçekçi bir düşünce değil. Ben mükemmel değilim. Başkası da degil. Bunun için kendimi zorlamamalıyım. Eleştiriye açık olmalıyım. Eleştiriye açık olmayışım açısından narsist-obsesif bir yönden bahsetti HK. Yani narsist diyince hemen akla gelen kendini beğenmiş, ukala, egoist kişiliğim yok. Bunun izahı, değer verdiğim herkesin gözünde en değerli olma çabası. Yani bir nevi tüm ilginin, sevginin ve değerin benim olmasını istiyorum. Kendi düşünceme göre HK bu yüzden narsist kelimesini kullandı. Bana kalırsa da biraz daha mükemmelliyetçilikle ilgili olabilir. Tabi hiç sevgi görmeden büyüyen birisinin de uçlarda yaşamasına ve uçlarda isteklerine de şaşmamalı. Seansın, belki de en önemli kısmı şimdi anlatacağım yerdi:

Kendimi ya da eylemlerimi ya da olan biten her şeyi doğru-yanlış, siyah-beyaz, hayır-evet diye yargılıyorum. Hayatı bu iki zıtlığa indirgemeye çalışıyorum. Her şey üzerinde kar zarar hesabı yapıyorum. Bunu yapmak da sadece duygularımı öldürür. Her şeyi bir formül yapmayı bırakmalıyım. Sanırım bunun için kullanmaya başlamam gereken kelime "OLABİLİR".  Yani bence bu kelime zıtlığın ortasında ve sınırı olmayan istenilen şekle sokulabilir bir kelime. Mesela bir hatam oldu diyelim: "Bu hatam kötüydü, bu hatam yanlıştı, bu hata değil doğruydu" gibi söylersem yine hayatı ve tüm duyguları iki zıtlığa indirgemiş olurum. Ama eğer şöyle dersem: "Bu olabilir bir hataydı ya da olabilir bir durumdu" bu sadece o anda kalan basit bir şey olarak kalır. Mesela bu yazıyı yazmadan önce gay porno izleyip mastürbasyon yaptım. Sebebi de bu haftayı depresif ve yalnız geçiriyor oluşum muhtemelen. O kadar canım sıkkındı ki aciziyet duygusuyla muhtemelen bu aklıma düştü ve gidip izledim. Sonra o suçlulukla gelip yazı yazdım. Şimdi o suçluluğum azaldı ve açıkçası bugün bir tane daha izleyip yine aynı şeyi yapacağım. Sonuçta her eylemi yanlış doğru diye kodlamamalıyım. Her şeye dört dörtlük de uyamadığıma göre bugünlük de böyle olsun. Bu bir süreç ve bu OLABİLİR. Zamanla zaten kendimi aciz hissettiğimde de bu duygular kabarmazsa muhtemelen iyileşiyorumdur.
82
8.terapi
-Tanrıyla aramda güvensizlik ilişkisi oluştu.Beni anlamadığını düşünüyorum. Travmalarımdan dolayı böyle hissettiğimi biliyorsa neden lanetleniyorum bilmiyorum.Bu yüzden tanrı ve İslama karşı soğuğum. Hz alinin eşcinsellerin yakılmasıyla ilgili uygulamasını söyledim.Siz de dini değil adet ve töreyle ilgili bazı kararlar dediniz. Sanırım farklı düşünüyoruz ben pek yakınlık hissetmiyorum din büyüklerine ve tanrıya karşı.Çözüm olarak pek derin düşünme ve sorgulamada bulunma dediniz.Sürekli lanet,cehennem düşünerek kendimi aşağılamış oluyormuşum.
-Okulda veya sokakta gördüğüm sevgililere imrenip kızın yanındaki erkek olsaydım, keşke benim de böyle bir ilişkim olsaydı diye kendini erkeğin yerine koyma dediniz.Bu benim elimdeki bir şey değil,kendimi erkek olarak görmeyi bilincimle yapmıyorum.Duygusal olarak kadınlardan tatmin olmadığın için ,bir kadına karşı erkek rolü üstleniyorsun dediniz.Ama ben zaten erkek kimliğine sahip değil miyim?Bu çok normal gibime geliyor.
-Trans erkeklerin hayatındaki kadın er ya da geç başka bir erkeği seçiyor ve mutlu son yok dediniz.Katılıyorum.Erotizm, kadın ve erkek arasındaki bağı güçlendirir,hemcinsler arasındaki bağı zayıflatır dediniz.Yani bana göre zaten hemcins görmüyorum kendimi kadınlarla ama pratikte partnerim tarafından  tam bir erkek görülmeyeceğim ve lezbiyen gibi bir ilişkim olacak sanırım.
-Anne ve babamdan nefret ediyorum,yatak odalarına tanık olmam sürekli beni sinir ediyor.İkisine de gıcık oluyorum,ortada hiç sebep yokken sırf bu aklıma gelince evdeki herkese özellikle anneme bağırıp çağırıyorum sonra da ağlıyorum.
-Çekingenlik atıldı ama samimi ve arkadaşlık kuran biri değilim .
-İnsanları genel olarak sevmiyorum ve güvenmiyorum.
-Sevgiyle ilgili Cengiz Aytmatov -Cemileyi okumamı önerdiniz.
83
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI 2)

03/03/2024
   
Eski DSM’de kesitsel yaklaşım benimsenmişken yeni DSM’de boyutsal yaklaşım benimsenmiş durumda. Artık hastalık var veya hastalık yok denmiyor, hastalığın hangi boyutta olduğuyla ilgileniliyor. Eskiden bir insan ya depresyondaydı veyahut değildi. Artık kişinin ne derecede depresyonda olduğuyla ilgileniliyor. Kişi 10 üzerinden 2, 3 veya 4 derecede depresyonda olabilir. Bu durumda Freud’un “Nevroz bir derece sorunudur.” sözüne geri dönülmüş oluyor. Freud’a göre yaşamakta olan herkes psikolojik olarak hastadır ve önemli olan bu hastalığın hangi derecede olduğudur.
   
Sizin eşcinsellikteki ölçütünüz öpüşmek ve penis ilgisi. Bir erkek başka bir erkekle öpüşmek istemiyorsa veyahut başka bir erkeğin penisiyle ilgilenmiyorsa o kişi eşcinsel değildir diyorsunuz. Bir erkeği beğenmeyi veyahut bir erkekle temas ederken erekte olmayı eşcinsellikten saymıyorsunuz çünkü duygusal tatmin yaşandığında da erekte olunabildiğini savunuyorsunuz. Sağlıklı bir heteroseksüelin eşcinsellik seviyesi 10 üzerinden 0 ila 1 arasındadır diyelim. Çünkü sadece bakıyor, “yakışıklı adammış” diyor ve bir saniye sonra unutuyor. Öpüşmek ve penis ilgisine 10 üzerinden 5 verelim. 10 üzerinden 0-1 arasındakileri “heteroseksüel”, 1-5 arasındakileri “eşcinsel eğilimli”, 5-10 arasındakileri “eşcinsel” olarak sınıflandırabiliriz. Narsist eğilimleri olan herkesin narsist, borderline eğilimleri olan herkesin borderline olduğunu söyleyemeyeceğimiz gibi eşcinsel eğilimleri olan herkesin de eşcinsel olduğunu iddia edemeyiz.
   
Peki ben bu derecelendirmenin neresinde duruyorum? Bir erkeğin dudaklarıyla veyahut penisiyle en son ne zaman ilgilendiğimi hatırlamıyorum. Bu durumda kesin olarak 10 üzerinden 5’in altında bulunuyorum. Kendimin 10 üzerinden1 ila 2 arasında durduğumu söyleyebilirim. Çünkü sadece sosyalleşemediğim zamanlarda hemcinslerime karşı “tatsız bir his”le doluyorum ki bu hissin cinsellikle bir alakası olduğunu zannetmiyorum. Hem zaten illa birisiyle cinsellik yaşayacaksam bu kişinin kadın olmasını isterim, erkek olmasını asla istemem. Şu sıralar durakladığımı düşünüyorum fakat belki de fark etmeden 10 üzerinden önce 4’e sonra sırasıyla 3’e ve 2’ye inmiş ancak gelişim bir anda olmayıp uzun bir sürece yayıldığı için gelişimi fark edememişimdir.

*
   
Gayriihtiyari bir şekilde bir erkeğin omzuna elini atmak, kolundan tutmak veyahut ayakkabısının ucuna ufak bir tekme atmak gibi olağan düzcinsel davranışlarında bulunduğumu hayretle gözlemliyorum.

*
   
Hayatımdaki durgunluğu belki de bu kadar abartmamalıyım. “Her gün birisiyle buluşmazsam gerilerim.” gibi gerçekdışı düşünceleri zihnimden atmalıyım. İki üç günde bir buluşsam ne olur ki? Evet bir arkadaş grubunun içine girsem veyahut sadece bir kişiyle çok yakın bir iletişimim olsa hızla iyileşeceğimin ben de farkındayım ama elinden ancak bu kadarı geliyor. Kimi spor salonuna, kimi tiyatroya, kimi ney kursuna giderek sosyalleşiyor. Bende hiçbirisi yok. Nasıl sosyalleşileceğini bilmiyorum. Bu durgunluk da fena değil sanki. Bir pazar akşamı bu satırları yazıyorum ve iki gündür kimseyle pek irtibatım olmadı. Bol bol uyudum, biraz kitap okudum, tıraş oldum, spor yaptım, sohbet dinledim, evi temizledim, yemek yaptım, yazı yazdım, yürüyüş yaptım, okulun içindeki gölün karşısında oturup tek başıma kahve içtim... Bazen ardı ardına her gün birileriyle vakit geçiriyorum bazense günlerce kimseyle konuşmuyorum. Galiba Bulgar göçmeni eski danışanınızın “Terapi sürecini akışına bırak!” tavsiyesine uyup gerisine karışmamak en iyisi.

*
   
Terapilerle birlikte mükemmeliyetçilik gibi bazı psikolojik kusurlarım da zayıflamaya başladı. Geçen sene bizim üniversite camisi imamının saçmalamalarına deli olurdum. Halbuki CİMER şikayetinden fazlası elimden gelmezdi ki onu da yapmıştım ve etkili olmuştu. Uzun bir aradan sonra üniversite camiinde cuma namazı kıldım. Herif vaazda ve hutbede saçmalamaya devam ediyordu. Bu sefer o kadar tetiklenmedim. Şikayetimi yapıp gerisine karışmayacağım. Caminin dibinde ilahiyat fakültesi var, o kadar ilahiyat talebesi ne işe yarıyor? Yirmi tanesi vaazda olay çıkartıp, olanları videoya alıp, videoyu sosyal medyada yaysa o herifi derhal açığa alırlar. Fazla abartmadan mücadeleci bir tavırla hayatımı yaşamaya çalışıyorum. Devlet kurumlarında sıkça söylendiği gibi: “Dik dur ama diklenme!” Cuma namazına rahatça yetişebilelim diye cuma günü öğle yemeğinin on dakika erkene alınmasını sağladım. Vekalet ücretlerinin dağılımı konusunda koordinatör avukata usulünce itiraz ettim. Bana hak verdi ve dağılımı değiştirdi. Tüm bu karşı çıkmalar bana iyi geldi, özgüvenimi tazeledi. Ben bazı yanlışlılara itiraz edince çalıştığım kurumda beni hem takdir ediyorlar hem garipsiyorlar. Küfretmeden, hakaret etmeden, devlete isyan etmeden bazı uygulamalardan duyduğum rahatsızlığı belirtmemin ne sakıncası olabilir ki? İnsanları anlamak çok zor. Sadede gelecek olursak mükemmeliyetçilik şemamın zayıflamasından -ki narsizmin iki temel şemasından birisidir- memnunum. Hayat bu şekilde daha güzel. “Felaketleştirme” huyumu aşamadım. Mesela dişim ağrıyınca dişimin çekilmek zorunda olduğunu zannediyorum ve elbette dişim çekilmiyor. Bazı işleri bazı gün ve vakitlerde yapma takıntım vardı, onu kısmen aştım. Evet, tırnakları pazar günü yerine cumartesi günü kesince ölünmüyormuş, bizzat tecrübe ettim. Ancak halen hafta içi yemek yapamıyor ve evi temizleyemiyorum, ikisinin de hafta sonuna ait işler olduğunu düşünüyorum. “Ya hep ya hiççilik” huyundan kurtulduğumu zannediyorum. Mesela o gün kendime dört saat kitap okuma hedefi koymuşsam ancak üç saat elli dakika okuyabilmişsem sinirden küplere biniyor, kendimi başarısız sayardım. Ben neden kendime bu kadar eziyet ediyormuşum ki? Ya kaza yaparsam, ya eşyalarım bozulursa, ya dişim ağrırsa gibi takıntılarım vardı, bunları yaşayarak aştım. İki sene önce bir arabaya 80 km/s hızla çarptım; ikimizin de aracı pert oldu. Birkaç ay önce evimin elektrik devreleri kısa devre yaptı hem bilgisayarımın hem telefonumun şarj aleti yandı. Bu hafta sonumu da diş ağrısıyla geçirdim, insanın bir uzvu ağrıyarak da birçok işi halledebileceğini yaşayarak tecrübe etmiş oldum. İnşallah geriye kalan takıntılarımı yaşamaya gerek kalmadan aşabilirim. Velhasıl eşcinsellik zayıfladıkça başka rahatsızlıklar da çözülüyor, başka rahatsızlıklar çözüldükçe eşcinsellik de zayıflıyor. Ama maalesef bu denklemin tersi de doğru: Eşcinsellik kuvvetlendikçe başka rahatsızlıklar da kökleşiyor, başka rahatsızlıklar kökleştikçe eşcinsellik de kuvvetleniyor.

04/03/2024
   
İki gün önce sabah 7:30’da babam aradı. “Bu saatte hayırdır inşallah!” diye düşünerek telefonu korkuyla açtım. Ses tonunun sakinliğinden ötürü olağanüstü bir durum olmadığını anlayıp rahatladım. Bir buçuk saat sonra duruşmam olduğu için de acele ediyordum. Hal hatır sorduktan sonra ağzındaki baklayı çıkarttı. Kardeşimin oturduğu binada bir ev satılıkmış, onu bana almak istiyormuş. Şimdilik ev sahibi olmayı düşünmediğimi, bir süre eşyalı 1+1 kiralık bir evde yaşayacağımı söyleyip teklifini reddettim. Ben bunu deyince komşumuzun Adana’da 1+1 boş evi olduğunu, istersem ona yerleşebileceğimi söyledi. Bu teklifini de reddettim. Sonra bana Kuveyt Türk’ün ilk evini alanlara kampanya düzenlediğini, ben de Kuveyt Türk müşterisi olduğumdan evi benim üzerime almak istediğini söyledi. Bu teklifini de reddettim. Hiç üstelemeden “Peki” deyip telefonu kapattı. Peki ben gerizekalı mıyım da çoğu kişinin bir ömür boyu peşinde koştuğu bir imkanı tek hamlede elimin tersiyle itiverdim? Gerizekalı olduğumu zannetmiyorum sadece narsistik kişilik bozukluğu olan insanları çok iyi tanıyorum. Onların zihin yapıları çok farklıdır. Erişkin bir insan gibi değil beş yaşındaki bir çocuk gibi düşünürler. İyilik yaptıkları insanları köleleri olarak görürler. 5 yaşındaki bir çocuk eğer oyuncaklarını topladıysa her istediğini yapmaya hakkı olduğunu düşünür değil mi? Narsistler de benzer şekilde düşünür. Geçen sene bu vakitlerde şu an içinde yaşamakta olduğum ve bir sene boyunca birçok sıkıntı çektiğim bu kötü eve beni “geçici bir süre” kalacağım gerekçesiyle yerleştirdi. Elbette ona karşı çıkmasını bilirdim ancak ertesi gün göreve başlamam gerektiğinden ve her şeyi aceleye getirerek tüm algılarımı alt üst ettiğinden karşı çıkamadım. Planı belliydi: Hem onu terk ettiğim için benden intikamını almış olacaktı hem de kötü bir kiracılık tecrübesinin sonunda kendimi onun satın aldığı eve atacak böylece tekrardan onun hükmü altına girmiş olacaktım. Onun plansız hiçbir adımı yoktur, on sene sonrasının dahi hesabını yapar. Ben onun teklifini reddederek onun planını bozmuş oldum. Hem onun satın aldığı eve yerleşmenin terapi sürecini kötü etkileyeceğinin de farkındayım. Bu kadar aşama kat etmişken geriye dönemem.
   
Babama karşı öfkeli değilim. Terapinin bir aşamasında ona karşı öfke doluydum ancak geçti. İlerleyebilmek için öfke bağından da kurtulmak gerekiyor. O şimdi benim için benden fiziki olarak yüz kilometre uzakta yaşayan, kendisine karşı bazı hak ve sorumluluklarımın bulunduğu bir ebeveynden ibaret.

05/03/2024
   
Birkaç gündür farklı olaylar yaşıyorum. Fazla sosyallik yaşamamama rağmen eşcinsel eğilimlerim kuvvetlenmiyor aksine zayıflıyor. Okulda veyahut iş yerinde yaşadığım ufak ama kaliteli sosyallikler benim için yeterli oluyor. Mastürbasyon yaparken hayal ettiğim kadınlara yine hayalen çok sadistçe davranmaya başladım, onları sadece bedenden ibaret görüyorum. Gün içinde canım sıkılırsa aklıma bir kadınla cinsellik yaşadığım hayali geliyor. Canım sıkkın değilken de aklıma kadın cinselliği gelebiliyor ve hafifçe erekte olabiliyorum. Ergenlik öncesi dönemde aklıma erkek hayali geldikçe heyecanlanır, hafifçe erekte olurdum. Aynı süreci tersinden yaşıyorum. Ergenliğe yeni girmiş, kadın cinselliğini yeni keşfeden on iki yaşındaki bir erkek çocuğu gibi hissediyorum kendimi. İnançlı olmasam her gün farklı bir kadınla beraber olma yoluna gidebilirdim. İlgi alanıma girebilecek erkeklere rastladığımda sadece biraz heyecanlanıyorum ama bu heyecandan rahatsız olmuyorum çünkü birkaç saniye sonra geçiyor ve heyecanın cinsel isteğe dönüşmemesinden ötürü mutlu oluyorum. O tatsız hissi de yaşamıyorum. Bazen içimden bazı kadınlara karşı adım atmak geliyor sonra kendimi geri çekiyorum. Eğer bu hislerim bir süre daha devam ederse ve tipik bir eşcinsel davranışı olan iyi çocuk rolüne girme halini yaşamıyorsam durgunluk aşamasından başka bir aşamaya geçmiş olacağım. Terapi süreci engebeli bir koşu parkuruna benziyor, sürecin her aşaması krizlerle dolu ve eğer kriz sağ salim bir şekilde atlatılabilirse kriz hâli gerçek hayatta olduğu gibi ilerlemeyle sonuçlanıyor.
   
Galiba kadın üzerinde tam hakimiyet kuracağıma inanınca bazı değişimler başladı. Erkek üzerinde hiçbir zaman bu kadar yüksek bir hakimiyet duygusu hissetmemiştim. Çünkü iki tarafta da kılıç varsa her zaman için savaş çıkması ve savaşın sonucunda yenilme ihtimali mevcuttur. Benim şimdiki hislerimi bir arkadaşım kendisi yaşıyormuş gibi anlatsa onun ya gizli eşcinsel olduğuna veyahut eşcinsel eğilimleri olan bir düzcinsel olduğuna hükmederdim. Zaten erkeklik dediğimiz kavram kadınla duygusal bağ kurma yeteneğinden ibaret değil mi? Kadınla duygusal bağ kuramayan erkeğin erkekliği eksik geliyor bana. Yine Zahid Efendi’nin: “Bir kadını idare edemeyene ben erkek mi derim!” sözüne geliyoruz. Babama bakacak olursan haşin, sert, öfkeli, dediğim dedik, baskın, güçlü bir erkek. Ama annemle duygusal bağ kuramıyor. Neden? Çünkü erkekliği eksik. Çünkü erkeklik kırıp dökmekten ve cinsellikten ibaret değil. Eğer mesele cinsellik yaşamaksa birçok eşcinsel erkek sırf denemek için bile olsa kadınlarla cinsel ilişki yaşıyor ancak bu yaşantılar onları erkekleştirmiyor çünkü duygusal bağ kurulmuyor. Bana, “Baban seni duygusal olarak hiç beslememiş.” demiştiniz. Kendisinde yokmuş ki beni beslesin.

07/03/2024
   
Erkeklere karşı o tatsız hissi artık nadiren yaşıyorum. Hayatım bir düzen içinde devam ediyor. “Her gün muhakkak biriyle buluşmalıyım!” takıntısını aşmak bana iyi geldi. İşten eve geldikten sonra biraz dinleniyor, ardından akşam yemeğini yiyor, daha sonra da yürüyüşe çıkıyorum. Yürüyüş sona erip eve dönünce bilgisayarın başına oturup yazı yazıyorum. Yazmaktan yorulunca biraz müzik dinleyip ardından uyuyorum. Hafta sonlarını ev işi yaparak ve dinlenerek geçiriyorum. Fazla geç yatıp gündüzleri uykusuz kalmaktan başka bir sorunum yok. Bugün bir kira sözleşmesi imzaladım, inşallah en kısa zamanda başka bir eve taşınacağım. Hayat akışında devam ediyor. “Görelim âyîne-i devrân ne sûret gösterir”
84
DOKUZUNCU TERAPİ (DEVAMI)

02/03/2024

“Birisine karşı ilgi duyup o tatsız hissi yaşadığın zaman onunla duygusal olarak yakın olduğunu, onunla arkadaş olduğunu, ona sarıldığını hayal et.” demiştiniz. Uyguluyorum ve işe yarıyor. Duygusal olarak tam tatmin olduğum zaman o tatsız his dahi olmuyor, bakıp geçiyorum, ilgimi çekmiyor. O tatsız hissin aslında bir uyarı işareti olduğunu söyleyebiliriz. “Derhal bir hemcinsinle iletişim kurman lazım!” anlamına gelen bir işaret. Anlık duygusal fantezi kurmak veyahut başını çevirip bakmamak geçici bir çözüm. Bir erkekle oturup samimi bir şekilde sohbet etmedikçe o düğüm çözülmüyor.

*
   
Abi ve kardeş rolünü çok iyi biliyorum ama koca ve baba rolünden epeyce uzağım. Sanki bu iki elbise benim bedenime göre dikilmemiş gibi. Üzerime giyince ya bol gelecek palyaçoya dönecekmişim veyahut dar gelecek boğulacakmışım gibi seziyorum. Yanlış bir sezgiyle karşı karşıya bulunduğumun farkındayım ancak salt farkındalık değişim için yeterli olmuyor.

*
   
Bir kızla ilişki yaşamadığım için vicdan azabı hissetmiyorum. Henüz o aşamaya gelmediğimi düşünüyorum. Terapi sürecini tamamlayan danışanlarınız kadın meselesine çok takılmamam gerektiğini, kadının sebep değil sonuç olduğunu, zamanı geldiğinde o meselenin kendiliğinden hallolacağını söylüyor. Bir kıza açılmak şimdilik irade sınırlarımın dışında kalan bir eylem. İrademin kolları oraya uzanmıyor.

*
   
Geçen hafta psikoterapi kuramları dersinde hoca altı dakikalık bir kısa film izletti. Filmde gördüklerimizle terapi süreci aşamalarını kıyaslamamızı istedi. Film, yaşlı bir kadının tramboline tırmanıp oradan havuza atlayışını konu ediniyordu. Filmin bir yerinde kadın öyle bir noktaya geliyordu ki merdivenden tırmanmaya devam ediyordu ancak merdivenin ne başını ne de sonunu görebiliyordu. El kaldırıp bu aşamanın terapideki duraklama aşamasına denk düştüğünü söyledim. Hoca fikrimi doğru buldu ve bu aşamada terapistin danışanı yüreklendirebileceğini, nereden geldiğini ve neleri başardığını hatırlatabileceğini söyledi. Ben tam olarak bu  aşamadayım. Önümü göremiyorum, nereye gittiğimi bilmiyorum. Aynı döngüyü tekrarlayıp duruyorum. Hiçbir şekilde bir erkeğe karşı cinsel arzu duymuyorum. Kaliteli sosyallikler yaşarsam hemcinslerime karşı duygusal ilgi de duymamaya başlıyorum, zihnimde kadın hayalleri belirmeye başlıyor. Sosyallik yaşayamayınca erkeğe karşı duygusal ilgi devam ediyor ve bir erkeğe bakınca içinde cinsellik barındırmayan ama ne olduğunu da tam tanımlayamadığım o tatsız hissi tecrübe ediyorum. Denklem hiç değişmiyor. Sosyalleşince rahatlıyorum, yalnız kalınca bunalıma giriyorum. Bunu bildiğimden ötürü bir ara her gün birisiyle buluşuyordum. İyi de geliyordu ancak çok yoruluyordum. En iyisi bir arkadaş grubunun içinde kaybolmak veyahut bir erkekle çok sıkı bir iletişim kurmaktı. Bunlardan birisini yapmış olsaydım iyileşme sürecim epeyce hızlanırdı ancak yapamadım. Denedim ama olmadı. Araştırma görevlisi olan arkadaşım kafayı yazdığı tezle bozmuş durumda, ayda bir ancak görüşebiliyoruz. Aynı kurumda çalıştığımız arkadaşım otuz yaş bunalımı yaşıyor. evinden çıkmak istemiyor. Üç çocuklu aileymişim gibi tatlımı alıp misafirliğe gidiyorum herife. Sağdan soldan apardığım iletişim parçalarıyla hayatımı idame ettirmeye çalışıyorum.  Sosyalleşmenin benim için bir takıntı haline gelmeye başladığını fark edince her gün birileriyle buluşmayı bıraktım. Evet yalnız kalınca bunalıma giriyorum ama bundan daha fazla ne yapabilirim? Ben nasıl sosyalleşileceğini de pek bilmiyorum. Ne maça giderim ne spora giderim ne de bir hobi kazanmak için kursa giderim. Sosyallik de rızık gibi, ne zaman nereden geleceği belli olmuyor.

(Birkaç gün sonra...)

“Her gün birisiyle buluşmalıyım.” kuralı gerçekdışı bir kuraldı ve beni yoruyordu. Gerçekdışı kuralları gerçekçi kurallarla değiştirmedikçe takıntılardan kurtulamıyoruz. Bu yüzden artık “İki üç günde bir, kaliteli sosyallik yaşasam yeterli.” kuralıyla hayatıma devam ediyorum. İlk terapilerden birinde evde kalınca cinsel hislerimin arttığını bu yüzden çok yorgun olsam dahi işten çıktıktan sonra saatlerce yürüyüş yaptığımı anlatmıştım. Siz bu yaptığımdan pek hoşnut olmamış, “Cinsellik hissetmemeliyim!” takıntısı da dahil olmak üzere her türlü takıntının eşcinselliği kuvvetlendirdiğini söylemiştiniz. “Bu adam da kafayı obsesif kompulsif bozukluk ile bozmuş!” diye düşünmüştüm ancak haklıymışsınız. Eşcinsel zihni en faydalı bir alışkanlığı dahi takıntıya dönüştürebiliyor. Sosyallik hususunda bu kadar ısrarcı olmamalıyım çünkü onun dışında ruh sağlığıma iyi gelen birçok faaliyet var. Mesela hafta sonları genellikle yalnız olmama rağmen bunalıma girmiyorum. Evimi temizliyorum, yemek yapıyorum, bolca uyuyorum, yürüyüş yapıyorum, kitap okuyorum vs. Başarı kazanmak, günlük sorumluluklarımı yerine getirmek, çalışmak, görevimi yapmak beni iyileştiriyor. Gerçi onu da takıntı haline getirmek mümkün ve bu takıntı bende köküyle, budağıyla mevcut. Geçen gün eve geldiğimde planım yemeği yiyip yürüyüşe çıkmaktı. Vatsapta kurmuş olduğunuz “Terapi” grubunda yazışmalar başlayınca o yazışmalara katılmadan edemedim çünkü o gruptaki bir danışana yardım etmem gerekiyormuş gibi hissettim. Tabii birkaç saat yazışmalarla geçti ve programım aksadı. Sonra tivitırda dolaşırken yakışıklı bir adamın profilindeki birkaç normal/erotik olmayan fotoğrafına baktım ve cinsellikle alakası olmayan o tatsız hissi hissettim. Neden birkaç saat önce sokakta yürürken o adamdan daha yakışıklı onlarcasını görmeme rağmen hiçbirisine aklım takılmamıştı veyahut birkaç saat sonra yapacağım yürüyüşte kimse dikkatimi çekmeyecekti de şimdi baş parmağımın kesit alanı kadar bir profil fotoğrafından tetiklenmiştim? Çünkü birkaç saat önce işten çıkmıştım ve görevimi yapmış olmanın özgüveniyle kimseyi gözüm görmemişti. Oysa yazışmalarla oyalanıp planım gecikince özgüvenim düşmüş ve o eksikliği yakışıklı bir erkek fotoğrafıyla gidermeye çalışmıştım. “Duygusal dünyanda kriz çıkınca erkeğe yöneliyorsun.” sözünüz doğru çıkmıştı. Basit bir planın gecikmesinden dahi rahatsız olmam, mükemmeliyetçilik şeması ve ona bağlı bazı gerçekdışı kurallardan, takıntılardan, ve narsistik taleplerden kaynaklanıyordu. “Her zaman istediğim olmalı”, “Her zaman başarılı olmalıyım”, “Asla düşmemeliyim”, “Her zaman en iyisi olmalı” gibi... Bunun gibi takıntılardan kurtulmadıkça ne bana ne de herhangi bir eşcinsele rahat yok.

Son üç haftanın benim için en büyük kazanımı bu sürecin bir günde sona ermeyeceğini kabullenmek oldu. Ümitsizliğe düştüğüm oluyor ancak bu kadar yol kat etmişken bırakmak istemiyorum. Benden daha ağır hikayesi olan birçok kişinin dahi iyileştiği aklıma gelince ümitleniyorum. Umut ve umutsuzluk arasında gelip giden bir sarkaçtayım. Terapideyken yaşayacağım tüm aşamaları biliyormuş gibi bakıyorsunuz. Bildiklerinizi bana da bildirmenize, süreci belirginleştirmenize ihtiyacım var. Merdivenin ucunda beyaz bir bulut parçasından başka bir şey göremiyorum. Nereye doğru gittiğimi bilmek istiyorum. Ne yalan söyleyeyim siz de kolay bir terapist değilsiniz. Zor danışanlarla uğraşa uğraşa zorlaşmak durumunda kalmışsınız.

*
   
Erekte olma meselesini kendi içimde hallettim. Düzcinsel bir erkeğin de yoğun duygusal tatmin yaşadığında erekte olabileceğini söylediniz ancak bu fikrinize katılmıyorum. Duygu ve cinselliği birbirine tamamen karıştıkları için duygusal tatmin yaşayınca erekte olma halini sadece eşcinsellerin yaşadığını düşünüyorum. Ben birkaç sene öncesinde bir kediyi severken dahi erekte olurdum. Elbette bir kediye karşı cinsel arzu beslemezdim ancak duygusal tatmin erekte olmama sebep olurdu. Bir arkadaşımla sarıldığımı hayal edince erekte olursam endişelenmiyorum çünkü bu durumun duygusal tatminden kaynaklandığını biliyorum. Arkadaşım bana cinsel amaçlarla yaklaşmaya kalksa ben onu yere iterim. Yolda yürürken birini beğenince onunla cinsellik yaşamak istemiyorum, onunla saatlerce sohbet etmek istiyorum. Eşcinsellerin duyguyla cinselliği karıştırma konusuna bir örnek vermek isterim. Cinsel isteğinin yüksek olduğunu bildiğim bir arkadaşımla oturuyorduk. Karşılanamayan duygusal ihtiyacın kendisini cinsel istek olarak dışa vurduğunu söyledim. Bunun üzerine bana; altı yıl bir kızla sevgili olduğunu, ilk beş yılda cinsel isteğinin fazla olmadığını ancak kızla sorunlar yaşamaya başlayınca cinsel isteğinin yükseldiğini, kızdan ayrılınca cinsel isteğinin en üst noktaya ulaştığını anlattı. Eşcinsel erkek, bir erkeği önce cinsel olarak olarak arzularken; sağlıklı bir düzcinsel erkek bir kadını önce duygusal olarak arzuluyor, cinsel hisler duyguların ardından geliyordu. Bu bilgiyi bana daha ilk terapide söylemiştiniz ancak zihnimde soyut bir bilgi olarak kalan bu kuramın uygulamadaki yerini düzcinsel bir arkadaşımdan hele de cinsel isteği yüksek bir düzcinsel arkadaşımdan dinlemek, benim için kıymetli bir tecrübe oldu. 

*
   
Terapi sürecinde gerileme yaşamak çok doğal hatta olması gereken bir durum çünkü gerilemenin bir sebebi var ve bu sebep terapi odasında ortaya çıkartılıp gerekli müdahaleler yapılırsa gerileme birdenbire ilerlemeye dönüşüyor. Mesela fazla dinleyici rolünde olmanın beni gerilettiğini size söyleyince bana bu durumu aşabilmem için bazı tavsiyeler verdiniz ve o tavsiyeleri uygulayarak dinleyici rolünden kurtulmak beni ilerletti. Gerileme yaşamak danışanı ilerletiyor da duraklama yaşamak danışana nasıl etki ediyor? İşte bunu bilmiyorum. Şu sıralar bir duraklama yaşıyorum ve bu durumu nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Daha da kötüsü “duraklama aşaması”nın terapi sürecindeki yerini, vazifesini, sebebini ve sonucunu zihnime oturtabilmiş değilim. Hayatımın her aşamasında durgunluk yaşıyorum. Eşcinsellik bunalımlarını atlattıkça otuz yaş bunalımı meydana çıkıyor. Kariyerim konusunda endişeliyim, yeni arkadaş edinemiyorum, aile kurmak gibi bir niyetim yok, artık eşcinsel olmasam da düzcinsel olduğum da söylenemez vs. Zihnimin kepenkleri indirip kendini tadilata aldığını ümit ediyorum yoksa bu kadar durgunluk hayra alamet değil.

*
   
Bazı davranışlarınızı şahsıma yönelik algılamamaya karar verdim. Siz de bizim gibi bir savaşın içindesiniz ve o savaşın gereklerini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Yedi yıl aradan sonra eşcinsellik dışı bir sebeple size terapiye gelen Adanalı danışanınız beni ofisinizin dış kapısına kadar uğurlamıştı. Dış kapının önünde de on dakika kadar sohbet etmiştik, sonrasında beni yaşadığı şehre davet etmişti. Sosyalleşmeye neden bu kadar meraklı olduğunu anlayamamıştım. Bu süreci tecrübe ettikçe anlıyorum. Sosyalleştikçe eşcinsellikten kurtulmuştu ve anlaşılan bu savunma mekanizmasını ömrünün sonuna dek sürdürecekti. Öyle seziyorum ki siz yaşamınızın bir evresinde bir şeyden veyahut bir şeylerden korkmuşsunuz. Eşcinsel olmaktan olabilir, kendini gerçekleştirememekten olabilir, Edirne’ye hapsolup kalmaktan olabilir... Ben sizin ömrünüz boyunca bir erkeğe dahi cinsel çekim duyduğunuzu zannetmiyorum ancak aile hikayeniz ve kişilik yapınız sizi eşcinselliğe sürüklemeye çok müsait. Katil mizaçlı birisinin dedektif olması gibi siz de eşcinsel yapılanmaya müsait kişiliğinizi lehe kullanmışsınız. Sosyal medyada genellikle eşcinsellikle ilgili paylaşımlar yaptığınız için sizi tanımayan birçok insan sizin gizli eşcinsel olduğunuzu düşünüyor. Bir dedektife “gizli katil” denemiyorsa size de gizli eşcinsel denemez. Eşcinsel olabilecekken eşcinsel terapisti olmuşsunuz, burada garipsenecek hiçbir şey yok. Eşcinsellik korkunuza karşı belirli savunma mekanizmaları geliştirmişsiniz. Bu mekanizmalar işe yaramış olacak ki onları halen kullanıyorsunuz. İnsanlara karşı çıkmak olsun, fikirlerinizi ısrarla savunmak ve yaymak olsun hepsi sizin kendi savaşınızda kullandığınız silahlar ve o silahlar biz danışanlarınıza değil sizi bastırmaya çalışan içinizdeki ve dışınızdaki tehditlere yönelmiş durumda. (Terapiste alışma sürecimin hayatla barışma sürecimle atbaşı gitmesi de ilginç elbette.)
   
Terapi dışında sizinle iletişim kurmak bana hayli ilginç geliyordu. Hangi rolünüzle karşı karşıya bulunduğumu ve o rolün karşısında hangi rolü oynayacağımı şaşırıyordum. Karşımdaki terapist HK ise danışan Ömer, baba HK ise oğul Ömer, abi HK ise kardeş Ömer, hoca HK ise öğrenci Ömer olmalıydım. Zaman içerisinde bu kafa karışıklığı dağıldı. Kitapçıya gittiğinizde elinize rastgele aldığınız bir kitabın rastgele açtığınız sayfasında dahi eşcinsellikle ilgili bir mevzuyla karşılaşıyorsanız hayatınızı gerçekten eşcinsel terapi etrafında şekillendirmişsiniz demektir ve terapi dışında danışanlarınızla kurduğunuz her türlü iletişim de terapiye dahildir. Geçenlerde beni görüntülü aradınız ve telefonda bir saat kırk üç dakika konuştuk. Hem beni aramanıza hem de benimle uzun süre konuşmanıza şaşırdım. Bazen sizi aramak istiyorum ama korsan terapi talebinde bulunuyormuşum gibi görünmekten çekiniyorum. Gerçi zaten her gün benimlesiniz. Bana teklif edilen herhangi bir sosyalleşme talebini reddedecek gibi olduğumda görüntünüz gözümün önüne geliyor, sesiniz kulaklarımda çınlıyor ve o talebi reddedemiyorum.

Sizinle konuşurken ben gayri ihtiyari danışan rolüne girdikçe beni o rolden çıkarıyor; kardeş, arkadaş, öğrenci rollerimle iletişime geçiyordunuz. Size ilk terapiye geldiğimde beni lezbiyen bir danışanınızın terapisine almıştınız. Onun karşısında takındığınız tavır ile sadece siz ve ben varken bana karşı takındığınız tavır bambaşkaydı. Galiba çoklu rol ilişkilerinin yol açtığı olumsuzlukları rolleri birbirinden ayırarak önlüyorsunuz. Terapi süreci bittikten sonra iletişimimizin hangi rollerle devam edeceğini merak ediyorum.
85
DOKUZUNCU TERAPİ

25/02/2024
   
Terapiye o adamdan bahsederek başladım. O adama karşı duygusal davranıyorsunuz. İlk defa bir konunun üzerine gitmediğinizi, bir konudan kaçtığınızı gördüm. “Psikolog olunca onun gibiler karşına çıkmayacak mı?” dediniz. Halbuki ben sizin ofisinize danışan olarak geliyorum. “Sen de Yavuz ile birlikte dışarı çıkıp bir kafede otursaydın.” dediniz. Ben de bu fikrinizin çözüm değil kaçış olduğunu söyledim. Hem o günkü kadro epeyce zengindi. Neden bekleme odasındaki insanların güzel sohbetinden sırf o adam yüzünden mahrum kalacaktım? Hem neden ben dışarı çıkıyordum? Öğretmenler yaramazlık yapanı mı sınıftan atıyor yoksa uslu duranı mı? O adamın bekleme odasında olmaması gerektiğinin siz de farkındaydınız ancak duygusal davrandınız. Onun bir zamanlar şizofreni tedavisi gördüğünü, yarı şizofren bir kişilik yapısı olduğunu, onu terk etmeniz durumunda ruh sağlığının daha da kötüleşeceğini söylediniz.  O adamın bekleme odasından atamayacağınızı söylediniz ben de onu gördüğüm an olay çıkartacağımı söyledim, itiraz etmediniz. On dört yıl boyunca aranızda danışan-terapist ilişkisini epeyce aşan bir bağ oluşmuş. Bu bağdan rahatsız olduğunuzu ancak bu bağı kopartmak için artık çok geç olduğunu düşündüğünüzü sezdim. Herkesle çok kolay duygusal bağ kuruyorsunuz. Benim gibi önüne çıkan herkesi bin tane süzgeçten geçirmiyorsunuz. Kolayca suiistimal edilebilecek saf, temiz hatta çocuksu bir iyi niyetiniz var. Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Ben herkese evliya gibi muamele etmekten hiçbir zarar görmedim. Layık değil ise layık olmaya çalışsın.” sözüne katılıyor olmalısınız.
   
O adamı sizin bir zaafınız olarak kabul ettim ve bu kabulleniş beni size yaklaştırdı. Çünkü ona karşı takındığınız ayrıcalıklı tutumun bir kasıt veyahut ağır ihmalden kaynaklanmadığını gördüm. Bu sizin zaafınızdı ve bize de sizi bu şekilde kabul etmek düşerdi, aynı sizin bizi tüm arızalarımızla birlikte kabul ettiğiniz gibi. Yedi yıl önce terapi sürecini tamamlamış bulunan Adanalı danışanınızın anlattığı kırılma noktası aklıma geldi. Babası yaşındaki adamlara ilgi duyar halde iken 16 yaşında sizden terapi almaya başlamış. Dördüncü veya beşinci terapide sizi elinizde bardakla terapi odasına girerken görmüş. O an onun için bir kırılma noktası olmuş. Muhtemelen sizin o zamanki yaşınızdaki erkekleri zihninde tanrılaştırıyordu, tanrılaştırdıkça da duygusal ilgi yerine cinsel ilgi duyuyordu. Terapilere gidip geldikçe siz ve akranlarınız onun gözünde tanrılıktan çıkıp insanlaşmış ve sizi elinizde bardakla gördüğü an onun için sembolik bir kırılma noktası olmuştu. Kırılma noktası zihninde zaten gerçekleşmişti. O gün olansa zihinde yaşananın gerçek hayattaki temsili, gerçek hayatta ete kemiğe bürünmesiydi.
   
Bu olay beni size yaklaştırdı ancak sizi bana yaklaştırdı mı ondan emin değilim. İki hafta boyunca hiç mesaj atmadınız. Konyalı danışanınız vasıtasıyla selam gönderdiniz o kadar. Bu davranışınızın çeşitli anlamları olabilir. O adama olan zaafınızdan ötürü bana kırılmış olabilirsiniz çünkü sekizinci terapi yazısında ona ağır hakaretler ettim. “Terapistin olmam bana istediğini söyleyebileceğin anlamına gelmiyor, ben senin şamar oğlanın değilim.” diye düşünüp son yazıdaki size yönelik sert ifadelerimden ötürü bana kırılmış olabilirsiniz. Belki de bunların hepsi sadece benim kuruntularımdır. Belki de vatsabınız kapalı olduğu için ve tivitırdan mesaj atmayı sevmediğiniz için bana yazmamışsınızdır. Nitekim vatsabınız açılınca dün bana yazdınız ve beni bir vatsap grubuna dahil ettiniz.

“Gerçek dünyada tatmin olamazsan fantezi dünyasında tatmin oluyorsun.”

“O adamın olayında neden çıldırdın? Yavuzla duygusal tatmin yaşayacaktın. O adam planını yok etti. Sen duygusal tatmin arıyorsun, erotik tatmin değil.”

“Seni birisiyle buluşturmaya kalkıklarında önce fotoğrafına bak, estetik olarak beğenirsen buluş. Hiç bakmadan reddetmen, erkekliğini reddetmen demek.”

“Evlendiğini hayal et, çocuk sahibi olduğunu hayal et, gerekirse hayal etmek için kendini zorla. Her şey hayal etmekle başlıyor, sen hiç hayal kurmamışsın. Bugüne kadar kadını hayatına sokmamışsın, yanına yaklaştırmamışsın.”

“Erkek tatminini yaşadıktan sonra kadın tatmini aramaya geçeceğin fikrine katılıyorum. Elbette kadına şu anda geçmek zorunda değilsin ancak hayal kurabilirsin. Evli olduğunu, çocuk sahibi olduğunu hayal edebilirsin. Bu konuda eksik kalmışsın, bu konuda çaban olmamış. Doğal yoldan olmamış, iradenle yapabilirsin.”
   
Okuldan iki arkadaşla buluşmuştuk. Sohbetleri beni pek tatmin etmedi. Yaşadığım tatminsizlikten ötürü gün boyunca kurumdan aramızın iyi olduğu arkadaşla sohbet ettiğimizi hayal ettim. Ertesi gün lise arkadaşım Bora ile buluştuk, saatlerce sohbet ettik. Epeyce tatmin olmuştum. Onunla sohbet etmeden önce kadın hayali sadece sarılmakla sınırlı kalırdı oysa Bora’yla sohbet atikten sonra zihnimde bir kadınla birlikte oturup televizyon izlediğim hayali canlandı. Aynı evde, aynı kanepede oturup birbirimize dokunur haldeyken birlikte aynı ekrana baktığımıza göre evli olmalıydık. Düzenli ve temiz bir evdi. Sanki çocukları daha yeni uyutmuştuk da baş başa kalmanın keyfini çıkarıyorduk. Yüksek bir erkek tatmini yaşadıktan sonra kadın hayalinde şimdiye dek vardığım en uç noktaya varmış olmam elbette tesadüf değildi.
   
Bora ile olan iletişimimiz de ayrı bir paragrafı hak ediyor. Bora ile 2010 yılında lise üçüncü sınıfın yazında tanıştık. Çok sosyal bir insandı. Bana bir geometri sorusu sormuştu, ben de soruyu çözmüştüm. Arkadaşlığımız böyle başladı. Sorduğu soru ne çok kolaydı ne de çok zordu. Eğer soru kolay olsaydı onu küçümseyebilirdim. Eğer soru çözemeyeceğim kadar zor olsaydı rahatsız olabilir ve onunla konuşmayabilirdim. Bu tür ayrıntıları fark edebilecek kadar insan ilişkilerinde usta olduğundan bana ortalama bir soru sormuştu. İkimiz de ikinci kez üniversite sınavına hazırlandık. İkimiz de aynı okulu kazandık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu ancak onu fazla sıkmaya başlamıştım. O da artık benden boğulduğu için beni etrafından uzaklaştırmak için saçma sapan davranışlar sergilemeye başlamıştı. Nihayet onunla iletişimi kestim. Benimle birkaç defa konuşmaya çalışmıştı ancak kendisine yüz vermemiştim. Onunla küstükten yaklaşık dokuz ay sonra kendisiyle Karanfil Sokak’ta buluştuk. Dikimevi’ne varana dek bana neden tuhaf davrandığını sorguladım ancak herhangi bir cevap alamadım –asıl sebebin onu fazla sıkmam olduğunu yıllar sonra keşfettim. O konuşmadan sonra rahatlamıştım ancak bu sefer ağırlık Bora’ya yüklenmişti. Birkaç yılda bir beni arayıp yaptıklarına ne kadar pişman olduğunu anlatıyordu. Yedi sekiz ay önce İnönü Parkında karşılaşmıştık ve beni ofisine davet etmişti. Aslında ofisine birkaç yıl önce gitmiştim ancak bu sefer de kendisi iletişimimizi devam ettirmemişti. Bir hafta önce beni aradı, buluşalım dedi ben de kabul ettim. Bir kafede saatlerce sohbet ettik. Lisedeyken benimle neden tanıştığını anlattı. Sınıfta kızlarla onun kadar iyi iletişim kuran sadece ben varmışım, yazım güzelmiş, başlıkları ayrı kalemle diğer cümleleri ayrı kalemle yazmak gibi kendisiyle aynı takıntılara sahipmişim. Tabii tüm bu tipik eşcinsel özelliklerine sahip oluşumu başka birinden dinleyince kendimi bir tuhaf hissettim. Kendisinden beş yaş büyük erkek bir müvekkiliyle birkaç yıl önce aynı evde yaşamaya başlamışlardı, halen aynı evi paylaşıyorlarmış. Her işi birlikte yaptıklarını, her yere birlikte gittiklerini söyledi. “Evlenmeyi düşünüyor musun?” diye sordum, düşünmediğini söyledi. Kendisi bir ara psikolojide yüksek lisans yapmaya başlayıp tez aşamasında bıraktığından temel psikoloji bilgilerinden haberdardı. Erikson’un gelişim aşamalarından ve hayat arkadaşını bulmanın öneminden bahsettim. Hayat arkadaşı hakkında söylediklerime katıldığını ancak evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Dini inanç konusuna inanmak ile inanmamak arasında bir yerlerde bulunduğunu ancak bu durum hakkında fazla kafa yormadığını bana birkaç yıl önce söylemiş bulunduğundan o konuda fazla üzerine gitmedim. Muhafaza ettiği bazı değerleri bıraktığını ve bu sebeple rahatladığını belirtti. Bu yazıyı buraya kadar okuyan her eşcinsel Bora’nın eşcinsel olduğunu ve müvekkiliyle karı koca/koca koca hayatı yaşadığını anlamıştır. Onda iki husus tespit ettim. Birincisi evi, arabası, mesleği, sevgilisi, arkadaşları dahil her şeyi olmasına rağmen hayatında anlam yoktu. Sanki birçok üzüm tanesine sahipti de o taneleri bir arada tutan bağdan yoksundu. İkincisi eşcinselliğin onu sömürdüğü, içten içe çürüttüğü belliydi. Gözlerinde anlam ve ışık yoktu. Benim enerjimi yüksek buldu ve bu durumdan memnun oldu. Ben de terapiye başladığımı, yıllardır çözemediğim bazı sorunları çözdüğümden ötürü epeyce rahatlamış olduğumu söyledim. Büyük ihtimalle hangi sorundan bahsettiğimi anladı ancak bu konunun derinlerine inmedik. Karşılıklı konuşurken ben koltuğumda yayıldıkça o ellerini kucağında birleştiriyor adeta kendisini benden korumaya çalışıyordu. Bu hareketinden iki sebeple rahatsız oldum. Birincisi ben onun kendisini korumaya almasını gerektirecek kadar saldırgan bir insan değildim. İkincisi ise karşımda en zayıf düzcinsel bile bu şekilde bir tavır takınmamışken kendisinin bu hareketleri eşcinsel olduğunu belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
   
O günden sonra da Bora ile haberleşmeye devam ettik. Mesajlaşırken kullandığı dili tuhaf buluyorum. O nezaketmiş gibi görünen hırçınlığı, mütevazılıkmış gibi görünen kibirli tavrı, iyi çocuğun ardına saklanmış kötü çocuğu, müsamaharlıkmış gibi görünen öfkeyi -kendine, aileye, topluma ve nihayetinde Tanrı’ya duyulan öfke- çok iyi biliyorum. Bir kedinin ağzında aslan dişleri görmüşçesine irkiliyorum. Aynı soğukluk, donukluk, kendini duvarlar arkasına gizleme, o duvarları yıkmak için can atma ancak çelişkili bir şekilde o duvarlara her geçen gün bir yenisini ekleme... Tüm bunları on altı yaşındayken mümkün değil fark edemezdim. Bütün bu davranışlarını gerçek zannedip ona hayran olurdum. Yıllar geçtikçe kendimle aramdaki duvarlar, insanlarla aramdaki duvarlar ve insanları kendileriyle arasındaki duvarlar benim için şeffaflaşmış; insan denilen mahluku daha iyi tanır olmuştum. Göz aynı kalmış ancak bakış yenilenmişti. “Bir gün eşcinselliğin bir lütuf olduğunu anlayacaksın!” demiştiniz. Anlamış bulunmaktayım.

Bir gün benden bir dava ile ilgili bilgi istedi. Ben de elimden geldiği kadar kendisine yardımcı oldum. Kendisine verdiğim bilgilerden sonra bana saatlerce yazmadı. Eskiden olsa darılır ve dargınlığımı içime atıp hiçbir şey söylemezdim. Bu sefer, “İşe yaradı mı?” diye mesaj atıp hesap sordum. Cevap vermeyi unuttuğunu, kusura bakmamamı, teşekkür ettiğini söyledi. Yani bilgilerin işe yarayıp yaramadığını yine öğrenemedim. Bu hastalıklı tavra maruz kalmayan veyahut birilerini bu tavra maruz bırakmayan bir eşcinsel var mıdır acaba? Bora’nın mesajlarını okuyunca o güne dek iletişime geçtiğim herkesten özür dileyesim geldi. Sağlıklı insanlar nevrotik insanlardan rahatsız olur ve onlarla fazla vakit geçirmek istemezler. Bu rahatsızlığı bugüne dek o kadar çok kişiye yaşattım ki... Hatta muhatabımın yüzündeki şaşırmakla dehşete düşmek arasında kalmış ifadeden narsistik bir haz alırdım. O ifade bana kendimi ayrıcalıklı ve üstün hissettirirdi.

“Lise ve üniversite yıllarında erkek erkeğe duygusal tatminin doruklarına çıkman gerekiyordu, çıkmamışsın.”

“Duygusal tatmin yaşayamamış insan, duygusuz ve sevgisiz kalmış bir insan büyüyemez, çocuksu kalır.”
   
Biliyorsunuz terapilerden önce de benim porno bağımlılığım mevcut değildi. Sadece büyük bunalımlar yaşadığımda birkaç gece arka arkaya porno izliyordum. İzledikten sonra kendimden tiksinip uzun bir süre porno izlemiyordum. Porno izlerken önceliğim duygu geçişiydi. O geçişi yakalamak benim için çok önemliydi. O ânı başa sarıp tekrar tekrar izlerdim. Hatta o birkaç sahne günlerce aklımdan gitmezdi. Bir sarılma, bir bakış, bir öpüş... Tabii pornonun amacı duygu ihtiyacını karşılamak değil cinsel arzuları tatmin etmek olduğu için o duygu geçişine on dakikalık bir videoda birkaç kere ya rastlardım ya rastlamazdım. Yapaylığından ötürü profesyonel çekimleri sevmezdim. Sosyal medyada dolaşan bir dakikalık amatör bir çekim, on dakikalık profesyonel bir çekimden daha izlenesiydi benim için. İki tane yetmiş yaşında amcanın öpüşmesini izlemeyi, iki tane yirmi yaşındaki gencin her türlü fanteziyi gerçekleştirdiği videoyu izlemeye tercih ederdim. Çünkü birincisi sahiciydi ve duygu geçişi vardı, ikincisiyse yapay ve duygusuzdu.

“Evlenmemen hiç iyi olmaz, sen evlenmemeyi kaldıramazsın.”

“Bence evliliğe ve baba olmaya odaklan. Duygun yok ya, gerçek duygusal tatmini orada yaşayacaksın. Erkeği sevmenin bir kalıcılığı, değeri yok.”

“Her şey bir insanı sevmekle başlar. Sende de her şey bir kadını sevmekle başlayacak. Kadın yoksa senin düzenli, başarılı, istikrarlı bir hayatın olma ihtimali yok.”
87
24. seans devamı

Bu seansa gelirken elimde ''seansta sorulacak sorular''   notum fazla yoktu. HK bunun iyileşme belirtisi olduğunu, en iyi terapi seanslarınında  soracak birşeyin yokken gelindiğinde olduğunu söyledi.

Elif ile şehir dışına kursa gittik hem birazda tatil yapmış olduk. 2 gece kaldık. Aynı yatakta beraber yattığımız için ister istemez yine öpüştük seviştik, zevk aldım. En fazla oral seks düzeyinde oldu. evlilik öncesi hala cinsel ilişkiye girmemekte kararlılıyım. elif de beni bu konuda çok zorlamıyor zaten bekaret endişesinden de dolayı. Bu seferki sevişmemizden sonra diğerlerinden farklı birşey oldu. Bittikten sonra uyudum ve rüyalandım boşaldım. Gördüğüm rüya beni kendime getirdi ve HKnın terapinin başından beri yapmamamı söylediği hatayı  çok daha iyi anladım. Rüyamda ben, tam kriterlerime uyan bir erkeğe oral seks yapıyordum. Daha önce hiç bu kadar detaylı olarak hatırladığım bir erkekle sevişme rüyam olmamıştı. Demekki bana oral seks yapılması anlık olarak zevk verse, erkeksi hissettirse de; bende hala pasif fanteziler bitmediği ve ilişkiyi de genel olarak elif yürüttüğü için böyle bir rüya gördüm. Bu aşamada Elif ile sevişmem eşcinselliğimi arttırıyor çünkü bir yerde tatminsizlik var ve bende hala pasiflik devam ediyor. Bu durumu bekleme salonunda daha önce evlenmiş bir danışanla da konuştuğumda ''Bu durumda sen onu değil, Elif seni s.kiyor çünkü. Bu yüzden öyle bir rüya görmüşssün'' demişti:D   Artık Elif ile bir önce evlenene kadar öpüşmeleri, sevişmeleri bitirmem gerekiyor.
Tekrardan erkeklere yönelme, eve erkek atma mevzusunda ise Hk artık o tılsımın benim için kaçtığını söyledi. Bunca terapilik bilgi birikim deneyim ile, daha onceden iliski gecmisleri olan danışanlarla konuşmalarımdan sonra artik escinsel erkekle  duygusal iliski, aşk vs. olamayacagina kesin inandim. Artik o tılsım kaçtı. Erkekle iliskiye girme istegim olsa bile onun sonuclarını göze almaya cesaretim yok, aklim mantigim da kabul etmiyor. Bunca yıllık emegimi değmeyecek anlık bir gay iliskiyle heba etmek asla istemiyorum.
 
Eliften ayrılmaktan çok korkuyorum. Bu korkumun önemli 2 sebebi var. Birincisi ayrıldığım takdirde bir daha böyle kız bulabilecek miyim? sonrasında tekrardan erkeklere yönelir miyim? artık ailemden ayrı tek yaşıyorum boş evim var, eve erkek atar mıyım? Hk bununla alakalı: ''Elif seni asla bırakmaz 1 sene boyunca, sen ayrılmadığın sürece, buna güvence veriyorum'' dedi. Kafamda yine çok fazla ve saçma kaygılar senaryolar üretiyormuşum. HK: ''İlişki bir süreç , ayrılık buna dahil . Tecrübe olacak, eğer ayrılırsanız Elif asla senin gibi biriyle birlikte olmaması gerektiğini anlayacak. Bu konuda kendini suçlama, kadere bırak. Bu bir serüven. her erkek bunu yaşar. evleneceği kadına karar vermekte zorlanır. Senin en az 1 sene sevişmeden öpüşmeden duygusal ilişki yaşaman lazım Elif ile. Söz nişan olablilir ama şu an evlenmen hata olur. 1 senede anlarsın evleneceğin kadın mı değil mi. Kural koyman lazım bu konuda. Erkeklik  kural koymaktır.''  minvalinde şeyler söyledi.
İkinci sebep: bir erkek cinsel ilişki yaşayamadan duramaz, sıkılır, delirir. Bu fikir gerçi bana arkadaşım Barışın hediyesiydi fakat kendisinin de gizil eşcinsel olduğunu öğrendim. Bu konuyu zaten bir önceki yazıda detaylı anlatmıştım o yüzden bu sebepte pek geçerli değil artık benim için.

Hk bana ''Eğer Elif ile sevişmeye kural koyamazsam, eşcinsel olduğumu ona söylememi, buna rağmen beni terk etmezse demekki doğru kadın olduğunu, o zaman sevişmemde sakınca olmadığını, buna izin verdiğini'' söylemişti. Ona eşcinsel olduğumu söylemekten vazgeçtim çünkü zaten  dini olarak evlilik öncesi sevişmeyi doğru bulmuyorum ki bu benim de fikrim değildi, önceki terapistimin fikriydi. Hem de Elif ile aynı meslekteniz olur da bir gün ayrılırsak yayar mı duyulur mu ifşa olur muyum ? diye de endişe, stres oluyorum. Ayrıca zaten terapilere geliyorum epey yol katettim ve benim geçmişte herhangi bir eşcinsel ilişkim de olmadı yani vicdanen de rahat hissediyorum. O yüzden söylemekten vazgeçtim.

HKya: ''İlişki geçmişim yok ama beynimde 13 senelik gay porn arşivi var bu beni endişelendiriyor'' dedim. ''Korkma üzülme çok bilinçli olacaksın. Yanlışı hiç bilmeyen doğruyu nasıl idrak edebilir? Artık adın gibi doğruyu bilmiyor musun? dedi.

Bundan sonra hetero kimliğimi güçlendirmem lazım. Hem kaybedecek neyim varki bu saatten sonra. İşime odaklanmam lazım gerçek sorunum aslında orada, asıl tembelliğim. Bundan kaçmak için sürekli kaygılar üretiyorum.
HK'ya  ''Mesleğimde kazanmamı tavsiye ettiğiniz uzmanlık dalını yapan bir danışanınız var,  bu kariyeri onu eşcinsellikten kurtarmamış, demekki bu kadar çabalamaya gerek yok dedim. (Cevabını aslıda bildiğim bir soruydu:DD) Sonrasında EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK TERAPİ ALMADAN MÜMKÜN MÜ? sorusunu konuştuk :)
Az veya çok kimse çözemez. Neden en zor imtihan işte bu yüzden. Diğer herşey savaş,açlık vs. sabır ile aşılıyor fakat eşcinsellik sabır ile aşılmıyor. İstemek lazım ama yetmez, iradeyi de koymak lazım.

Allah beni bir şekilde korumuş. İlgisiz sevgisizken... s.kilmek üzereyken bir zeka vermiş kurtarmış. Ben de gerçi çok irade gösterdim ilişkiye girmemek için bu yaşıma kadar. Peki niye korumuş? Kimsesizlerin kimsesi olduğu için, mağduriyetime kalkan olmuş. Masumiyetim için... O ateşin içerisinde yanmadım, ilişkiye girmedim. Demekki sevişenlerde bi masumiyet yok. Sevişenler her gün sevişiyor...  Buradan bir ego yaratabilirim. Allahın karşısında en azından sevişmedim erkeklerle diyebilirim..
88
Fikir alış verişi oluşturmak açısından eleştiri ve görüşlerinizi talep ediyorum
89
Vicdan Merhamet Ve Sevgi Ekseninden Bakış

Dünyadaki yaşam alanımızda insanın kendisi, çevresi ve diğer pek çok canlı üzerinde söz sahibi olan bir varlık olduğunu gözlemlememiz oldukça güç değildir. Yeryüzü üzerinde iyiyi yaşattığı gibi, kötüyü de kendi yapıp ettikleri ile doğuran insanoğlunun davranışsal alt yapısını incelememiz için içerisindeki gömülü programlara bakmamız gerekmektedir. Bu doğrultudaki ana kodlamalarımızı incelediğimizde ise karşımıza Vicdan Merhamet Ve Sevgi ilkeleri çıkacaktır. Peki bunlar nelerdir?

Vicdan, merhamet ve sevgi ilkelerini anlamak için, bu kavramların etimolojik kökenlerine odaklanmak temel bir gerekliliktir. Bugün, merhamet ve vicdan gibi kelimeler, İngilizce gibi dünya dillerine çevrildiğinde tam anlamını bulmasa da, Farsça ve Arapça gibi zengin dillerde kapsamlı anlamlarını korumaktadır. “Vicdan” kelimesi, Arapça kökenli olup en eski anlamı “var olan” daha sonraki anlamlarında ise  “kalp” veya “iç” anlamına gelirken, “merhamet” kelimesi Arapça kökenli “rahmet” kelimesinden türetilmiştir ve lütuf, şefkat ve yardım anlamlarını içerir. Türkçe'de ise merhamet, başkalarına karşı şefkat ve anlayış gösterme duygusunu ifade eder. “Sevgi” kelimesi ise evrensel bir kavram olup “saygı” ve “gönül vermek” gibi geniş anlam bütünlüğü içerir. Ancak, bu kelimelerin tanımsal açıklamalarıyla yetinmek, yaşamın karmaşıklığını tam anlamıyla yansıtmaz. Bu kavramları gerçek yaşam bağlamında anlamak, basit bir tanımın ötesinde bir anlayış ve deneyim gerektirir.

Vicdan, kelime kökeni itibariyle “var olan” anlamına geldiği gibi, bütünlük açısından değerlendirdiğimizde, insanın özünde sahip olduğu yegane unsur olarak öne çıkar. Vicdan insanı diğer canlılardan ayırt etmek için önemli bir kriterdir. Bu akıllara “diğer canlılarda vicdan diye bir şey yok mudur” sorusunu getirebilir haliyle. Elbette, diğer canlılarda hayranlık uyandıran bir biçimde bir tür vicdan benzeri etkinlik bulunabilir; ancak bu, genellikle bağlanma düzeyine ve hormonal etkileşimlere dayanır. Biyologlara göre, bu durum hormonal bir etkinin yansımasıdır; evrimsel bilimcilere göre ise beyindeki bir oluşumun tezahürüdür. Peki vicdan her insanda varsa nasıl oluyor da insanlar katil, tecavüz, hırsızlık gibi davranışları sergileyebiliyor? Önce, bu davranışı sergileyen bireylere aynı eylemi sana da uygulayalım denilirse karşılık olarak “hayır olmaz” cevabını muhtemelen alacağız. Bu onların içerisindeki vicdani kırıntının alt yapısını göstermektedir. Yani doğru ve yanlışın vicdan da kayıtlı olduğunu gözlemleyebiliriz. İnsanın iç gözetim ve denetim mekanizmasıdır aslında. Geçmişte ve günümüzde ise bazı teoloji düşünürleri bu durumu Tanrının insanla konuşması olarak ifade etmektedir.

Peki bir insan vicdanını nasıl olur da susturur. Bu meseleyi anlamlandırabilmek için bir köşeye çekilip gözlem yapmamız bize sonuç sağlayacaktır. Örneğin, günümüzde İsrail'in Filistine uyguladığı katliam veya Çin'in Doğu Türkistana uyguladığı katliamlara tanıklık ediyoruz. Bu tarz meseleler karşısındaki tutumumuz genellikle insani değerimizi göstermektedir. Peki nasıl oluyor da masum insanlar bir tarafta ölürken diğer insanlar ses çıkartmayabiliyor? Cevap olarakta çok ilginçtir “Bize daha büyükleri yapıldı”. Bunu bir yahudi de İsrail'i savunmak için kullanabilir. Veya “ben neden savunuyorum, gücüm neye yetecek ki” benzeri cevaplarlada karşılaşabiliyoruz. Başka bir cevap türü ise “bunlar bizden değil, ne aynı din ne aynı ırk” şeklinde olabiliyor. Vicdansız olmak ilkesizliktir. İlkeli düşünüp ilkeli hareket etmeliyiz. Pısırık, korkak bir şekilde durup yanlışa yanlış diyemiyorsak orada sorun vardır. El alem ne der kaygısı güdüp zulme ses çıkmıyorsa sorun vardır. O yüzden doğruya doğru, yanlışa yanlış demeliyiz. Yanlışa yanlış demeyen kişinin doğruya doğru demesinin de bir hükmü yoktur!

Merhamet ve vicdan birbirinden bağımsız olmayan duygusal ve ahlaki bağlamda önemli kavramlardır. Merhamet daha çok başkalarına yönelik şefkat ve anlayış hissiyatını içerirken, vicdan bireyin içsel ahlaki değerlerine dayanan doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneğini ifade eder. Merhamet vicdanı cezbeder ve insanı harekete geçirir. İnsan ilk olarak merhamete anne ile başlar. Diğer canlı yavrularından çok daha farklı olarak yeni doğmuş olan bir bebek o kadar acizdir ki ağzına memeyi vermezsen kendisi memeye bile erişemez. Hal böyle iken insanoğlunun merhamete aç kalması oldukça olağandır. Bu da onun en büyük zaaflarından birini doğurur aslında. Fakat vicdan gibi bunu da baskılamak insanın elindedir. Merhameti susturup vicdansız bir insan haline gelebiliriz. Hatta bu hareket kitlesel bir etkileşim ile savunuyorsa insanlığımızı ayaklar altına alabiliriz. Özellikle günümüz din tüccarlarının desteğiyle söylenen “acırsak acınırız” sözünü, “merhamet etmeyene merhamet edilmez” diyen bir peygamberin ümmetinin söylediğini düşünürsek kitleleri etkilemenin kolaylığını anlayabiliriz.

Sevgi ise çoğu insan tarafından daha kolay kavranabilen bir kavramdır. Çünkü kolaylıkla fiziksel olarak karşı tarafa aktarabildiğin bir duygu biçimidir. Sevmenin en temel fiziksel yansıması tebessüm etmektir hatta. Benim de içinde bulunduğum fikir yapısına göre aşkı tasniflerken  platonik, erotik ve sevgi olarak ayırmak mantıksal bir çıkarımdır. Maalesef günümüzde bu kavramlar iç içe geçtiği için sevginin manasını anlamlı bir şekilde açıklamak pek mümkün olmuyor. Ama içerisinde bulunduğumuz sevgi hissiyatı ve sevgi açlığı bize farklı yaşantılara sürükleyebilmektedir. Sevgiye aç olan bir insan kolay bir şekilde birisine bağlanabilir. Oldukça tehlikeli olan durum günümüzde acı tabloları gözler önüne sermektedir. Baba sevgisinden yoksun büyüyen bir kişinin, yetişkinlik döneminde tarikat liderine bağlanması, bağımlılık yapan maddelere yönelmesi veya eşcinselliğe sahip olması kaçınılmaz hale gelebilmektedir.

Sevgi, merhamet ve vicdan paylaştıkça çoğalan sermayelerdir. Pek çok büyük düşünür “nasıl daha iyi bir dünyada yaşarız” veya “nasıl daha kaliteli hayat süreriz” sorularına cevap vermeye çalışırken, bu temel değerlere odaklanmaktan kaçınamamıştır.  Bu dünyada, bir yetimi sevindirmek, küçük bir çocuğun başını okşamak veya yolda kalmış ve parası bitmiş birine destek olmak gibi küçük eylemlerin, en büyük mutluluk kaynaklarından biri olduğuna inanıyorum. Ancak, bu konuda da dengeli olmamız gerektiğini her zaman hatırlamamız önemlidir. Eğer dengeyi kaybedersek, her şey alt üst olabilir. Orantısız sevgi de enerjimizi çoğu zaman tüketebilmektedir. O yüzden bir insana iyilik yapacağımız zaman, ilgi göstereceğimiz zaman irade çerçevesindeki mantıksal faktörleri de devreye sokmak zorundayız.

Maalesef bu üç  kavram üzerine çok düşünülmemektedir. Aynı zamanda günümüzde anlam ve önemini yitiren kavramlardır. Özellikle modern ateistlerin öne sürdüğü “her şey çıkar ilişkisidir” argümanı, bu kavramlar ile rahatlıkla cevaplanabilmektedir. Fakat üzerine derinlemesine düşünmediysek o zaman hayatın anlamını anlama yolundaki pek çok şeyi ıskalamış oluruz.
Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10