91
Genel Tartışma / Ynt: Bülent AKYÜREK (yazılar ve röportajlar)
« : 11 Nisan 2009, 03:16:02 ös »
MEDYAYA ÇIKINCA KAYBEDİYOR MEDYAYA ÇIKMAYINCA KAZANIYOR!
Kitaplarınız çok başarılı ve çok okunuyorsunuz, yeterince medya desteği alıyor musunuz?
Medya desteğim yok. Ben çok küçük yayın evleriyle çalıştım hep ama kitaplarım çok sattı. Bunu sosyolojik olarak birileri incelemeli! Bir adam var Bülent Akyürek diye. Medyaya çıkınca kaybediyor, medyaya çıkmayınca kazanıyor. Bu çok sosyolojik bir vak’a. Her şey medya değil. Siz samimi bir dille içinizden geldiği gibi doğruları yazdığınız zaman insanlar sizin medyada ne kadar boy gösterip, göstermediğinize bakmıyorlar. Benim tezim şudur ; kahvede bir şeyi nasıl açık açık üç kişiyle konuşuyorsanız, Türkiye’nin en büyük televizyonunda da aynı laflarla konuşmanız gerek. Ben ateistken de münafık olmadım. Allah’ın rahmetine sığınıyorum. Birde yazarken ne kendime acıdım, ne de insanlarıma acıdım. Bizi kandıran, maskeleyen, bizi kendimize bağışlattıran tarafımızı deşifre ettim. Çünkü modern insan kendisini sürekli bağışlıyor. Bir suç işliyor, suçu işlemeden önce bağışlıyor, suçu işlerken bağışlıyor, suçu işledikten sonra yine bağışlıyor. Vicdan azabı çekmeyen bir adam modern insan. Kendisine sürekli haklılık payı buluyor. Suçluluk hissetmeyen, kendisini sürekli bağışlayabilen bir insan rahmani bir atmosfer altında mıdır yoksa şeytani bir atmosfer altında mıdır?!
Size gelen eleştiriler, tepkiler nasıl?
Bana gelen en büyük eleştirilerden biri de modernizme karşı oluşum. Onun için şunu söylüyorum, salondaki soba gider, kombi gelir, petek gelir, petek gelince bir salon ev ulusal devletlere bölünür. Anneyle baba salonda kalır. Üç çocuk üç odada kalır. Üç çocuk odalarında bağımsız, salonda ekonomik olarak babaya bağlı, küçük ulusal devletlere bölünür. Şimdi şöyle de anlamamak lazım tekrar sobamı gelsin diyor bu adam. Hayır ben teknolojik ürünün bir kültürdeki yansımalarından bahsediyorum burada. Uçağa da mı karşısın, gemiye de mi karşısın, cep telefonuna da mı karşısın diye soruyorlar. Bir döner koltuk ve tabure arasındaki farkı kitabımda anlattım. Bunun kontrol mekanizması olduğunu. Ve bizden götürdüklerini iyi algılamak gerekiyor. Hacca uçakla gidersin, bir saatini alır. Pratiktir. Ama eski tekniğe baktığın zaman hacca gitmek aylar sürüyor. Mataranıza bir damla su almadan, bir lokma ekmek almadan çöle düşüyorsunuz hacca giderken, oradaki temel prensip şu, Ben yanıma bir damla su almadan, bir lokma ekmek almadan Allah’a güvendim, rızkımı Allah bana kargayla, kartalla, akbabayla gönderecek. Çölden geçeceğim ama susuzluktan ölmeyeceğim. Allah bana yardım edecek. Allah’a güveneceğim.
Ama siz bunu uçakla bir saatte yaptığınızda, bu yol bilgisini, hayat bilgisini, iman yürüyüşünü hissedemezsiniz. Teknolojinin zararı bu.
Huzur İslamda mıdır?
Kendini bilen müslümanda huzur kalmaz. Ben şuan ateist olsaydım, solcu olsaydım İsrail Filistin’i vurur, yakar, dökerken ben SSK da şimdi biramı içerdim. Banane. Komşum aç mı tok mu, ondan banane! Ümmetin hali ne olacak, banane ki. Ben bir şekilde işime bakardım. Bir sürü imkanım var onları kullanır gezerdim. Müslümanlar olarak çaresiziz, bu çaresizlik insanın canını sıkıyor. Başarmamız gereken şeyde galiba şu, Herkes gizli gizli gece oturup kendi haline ağlayabilir. İşim ne olacak, ailem ne olacak diye kendi halimize ağlarız, doğrudur ama kendimizi bırakıp, kendimize ağladığımız kadar, “Ümmetin hali ne olacak Allah’ım!” diye ağlayamadığımız müddetçe bizim sırtımız yerden doğrulmaz kanaatindeyim.
İnsanların kişisel gelişimden nasiplendiğini nasıl anlarız?
Kişisel gelişim dini insana kısaca şunu öğretir. Ses tonu kullanımından, beden diline, giyiminden, bakışından her türlü özelliklerine kadar insanı kendisine göre geliştirir. Kendisine göre yön verir ve bir şekilde insana kendi bedenini pazarlamasını öğretir. Kişisel gelişimden geçmiş, bu ilmi kapmış insan kendi bedeninin pazarlayıcısı olur, bunu öğrenir. Vücudunu vitrin gibi pazarlar.
ALLAHTAN BAŞKA İLAH YOK! AMA SSK’N OLMAYINCA KAFAYI ÜŞÜTÜYORSUN
Müslümanlar “La İlahe İllallah” diyebiliyor mu?
Bizim okuduğumuz kaynaklarda, hayatı boyunca bir kere “La İlahe İllallah” diyebilmiş insanın ebedi cehennemden kurtulacağı yazar ama Müslümanlar şöyle bir çıkarım yapıyor, bu bir zikirdir, yorganın altında hayatım boyunca bir kere “La İlahe İllallah” dersem kurtulurum ebedi cehennemden. Hatta bunu takıntı haline getirip yüzlerce binlerce söylersem kurtulurum diye düşünüyorlar. Oysa bu değil. Hayatı boyunca bir kere “La İlahe illallah” diyebilmiş insan ebedi cehennemden kurtulur, cehennemden değil, ebedi cehennemden kurtulurun anlamı bana göre şu, Bir kere “La İlahe İllallah” diyorsun yani Allah’tan başka ilah yok ama, SSK ‘n olmayınca kafayı üşütüyorsun. Allah’tan başka ilah yok! Ama İsrail’in çok silahı var, başarısız oluruz.
Allah’tan başka ilah yok! Ama şu kravatı takmazsam oradaki ihaleyi kaybederim. Bir düşünün. “La İlahe İllallah’ı” bir kere dediğiniz vakit kontrata imza atmış olursunuz. Cenab-ı Allah sana burada öyle bir cümle söyletiyor ki bütün hayatın kontrat altında. Bu kontrata imza atmış oluyorsun. Çok sıkı bir cümle. Ama farkında değilsin. Hz . Ömer gibi, Ebu Zer Gıffari gibi, Peygamber Efendimiz gibi. Bir kereye mahsus zulmün karşısında “La İlahe İllallah” dediğinizde kurtulursunuz. Bütün sıkıntıları, olumsuz düşünceleri, yenik taraflarınızı, geriye atıp La İlahe İllallah deyip askeri güçleri hesaplamadan, ekonomik hesaplar yapmadan İsrail’e gidip taş attığınızda, Allah’a güvendiğinizde kurtulurusunuz. Yorganın altında değil. Çok önemli binalar vardır Ankara’da mesela, bir kereye mahsus o binanın önünde derseniz kurtulursunuz. Ebedi cehennemden kurtulursunuz. Ha bu arada dünyadan da kurtulursunuz. Oda ikinci mükafatı. Bizdeki birçok şey örtülmüş bu anlamda. Zikre çevrilmiş. Bu zikir değil, çok sert bir kırmızı çizgidir. Allah’tan başka kimseye güvenmemiş ve inanmamış olursunuz.
Bütün kutsal kitaplarda şu vardır. Allah görür, işitir, bilir. Bunlardan korkmuyorsun ama uydu diye bir şey çıkınca Amerikanın seni izleyeceğinden, Amerikanın seni duyacağından, fotoğrafını çekeceğinden korkuyorsun, panik oluyorsun. Allah’ın (Tövbe haşa) teknolojik tarafından korkuyorsun da gerçek varlığından korkmuyorsun. Olay buraya kadar geldi.
İnternet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Modern çağda bilgi de dayatılan bir şey. Siz bir düğmeye basacaksınız, her türlü ilim iki dakikada ayağınızın altına gelecek. Bu ilim değil ki. Eskiden talebeler hocalarını arardı, şeyhler müridlerini arardı, müridler şeyhlerini arardı. Bir yolculuk olurdu, maceralar yaşanırdı, o maceradan başka türlü dersler çıkardı. Bu internetle olabilir mi?! Şimdi düşünün ki Mevlana hayatta olsaydı, Şems’i internetten tıklayarak mı bulacaktı? Tak diye. Nerde kalırdı o bekleme, o gözyaşı, arzu. Ayrıca internetin şöyle de bir ters tarafı var. Hz. Ömer yazıyorsunuz porno siteleri çıkıyor, bu bir tuzak! Sonuçta çok hızlı olan bir şey zaten şeytanidir. Batı koşturur, batı hızlıdır. Hız şeytanidir. Hız anında insan beyni çok çalışmaz. Hızdan dolayı boşluğa düşersiniz. Bu boşlukta biri sana musluk satar, araba satar, buzdolabı satar. Dinini değiştirir. O yüzden bizde, doğuda yavaşlık vardır, beklemek vardır. Onun için biz söğüt ağacının altında oturup günlerimizi geçirebiliriz. Bizde tefekkür vardır. Sakinlik vardır. Biz hızlandığımız vakit batılı oluruz. İnternet demek zaten hız demek, bir şeye anında ulaşmak demek, pornografik bir şey bu anlamda. Çünkü saniyelerin içinde her şeyi elde ediyorsunuz. Anlattıklarımın pornografiyle ilgisi yok, pornografik felsefeyi anlatıyorum ben. Buradan bakarsak internetin ne gibi bir faydası olabilir?!
İNSAN TAM İNSAN OLACAKKEN PSİKOLOĞA GÖTÜRÜLÜYOR!
“İçimizdeki tarifsiz hüzünden” kişisel gelişimcilerin, psikologların haberi olursa ne olur?
Modern dünyada bir insan ben mutsuzum der, onu psikologa götürürler, psikolog ona sorar, niye mutsuzsun, maddi durumum iyi değil der, sevdiğimi alamadım, işimde başarısızım der, güçle ilgili çeşitli problemleri vardır. Fakat modern dünyada bir insan çıkıp da “Ben mutsuzum ama niye olduğunu bilmiyorum.” dediğinde işler karışır. Bizim aşina olduğumuz insan tipi budur. Mutsuz ama nedenini bilmiyor. Hani insan dünyaya kovuldu ya bu sebepten Hz Adem’ den getirdiği bir hüznü var. Mahcubiyet var, bir kovulma var. Evi var, arabası var, her şeyi var ama mutsuz. Çünkü; insan. İçimde bir hüzün var ama tarifi yok, dediği bir zaman diliminde psikologa götürülüyor kişi. İnsan tam insan olacakken psikologa götürülüyor. Bizim hüznümüzde artık bir özne varsa anlam kazanıyor, bir özne yoksa “deli” diyorlar. İçinizde bir hüzün vardır, belki kulluğunu yapamamışsındır. Bir yerlerde birileri zulüm altındayken sen insanlığını yitirmişsindir, içinde bir sızı vardır. Hüzün vardır.
Neo-tasavvuf dan kastınız nedir ?
Modern bir çağ var, modern gençler var, bir dilleri var, jargonları var, oturdukları şuursuz kafeler var, dil değişti, tipleri değişti. Bunlara eli sopalı, sakallı bir adam gönderip din anlatamazsınız. Benim böyle bir şansım var, sağcı, solcu, ateist birçok muhatabım var. Gözümü budaktan esirgemeden, dilimi de bozmadan Kuran’ı, hadisi, tasavvufu anlatıyorum. Bu yeni bir şey, bir tasavvuf kitabı bu.
Kişisel Gelişim kitaplarının tavan yaptığı modern çağda yetişmiş gençliğe bir kaç “Kişisel gerileyiş formülü” verir misiniz?
Kişisel gelişim tehlikeli bir şeydir. Ezberleri bozmaya çalıştım. Müslüman’a gerici derler. Sonra şöyle bir tatil düşlerler, New York’un gökdelenlerinden uzağa kaçıp şöyle değişik bir yerlerde tatil yapalım, çöl palmiye, deve… Bin dört yüz sene öncesine mi gidelim? diyorlar mesela. Gidelim bakalım orada ne var, çöl var, deve var, palmiye var. Niye yaz tatillerinde otuz gün için sekiz, on milyar para verip tatile gidiyorsunuz sakinliği yakalamak için. Niye köylere gidiyorsunuz aman ne kadar otantik diye. İnsanlığın ölmediği, insanlığın yaşadığı dönemler mi geri, yoksa bu çağ mı ileri. Işık hızı diyorlar, ışık hızından daha ileri gitmeye çalışıyorlar, ışık hızını geçtiğiniz an karanlığa düşersiniz. Çünkü ışık hızının bir adım ötesi karanlıktır. Teknoloji bizi acaba buraya mı götürecek?!
Röportaj: Gülbahar AYTEKİN
Kitaplarınız çok başarılı ve çok okunuyorsunuz, yeterince medya desteği alıyor musunuz?
Medya desteğim yok. Ben çok küçük yayın evleriyle çalıştım hep ama kitaplarım çok sattı. Bunu sosyolojik olarak birileri incelemeli! Bir adam var Bülent Akyürek diye. Medyaya çıkınca kaybediyor, medyaya çıkmayınca kazanıyor. Bu çok sosyolojik bir vak’a. Her şey medya değil. Siz samimi bir dille içinizden geldiği gibi doğruları yazdığınız zaman insanlar sizin medyada ne kadar boy gösterip, göstermediğinize bakmıyorlar. Benim tezim şudur ; kahvede bir şeyi nasıl açık açık üç kişiyle konuşuyorsanız, Türkiye’nin en büyük televizyonunda da aynı laflarla konuşmanız gerek. Ben ateistken de münafık olmadım. Allah’ın rahmetine sığınıyorum. Birde yazarken ne kendime acıdım, ne de insanlarıma acıdım. Bizi kandıran, maskeleyen, bizi kendimize bağışlattıran tarafımızı deşifre ettim. Çünkü modern insan kendisini sürekli bağışlıyor. Bir suç işliyor, suçu işlemeden önce bağışlıyor, suçu işlerken bağışlıyor, suçu işledikten sonra yine bağışlıyor. Vicdan azabı çekmeyen bir adam modern insan. Kendisine sürekli haklılık payı buluyor. Suçluluk hissetmeyen, kendisini sürekli bağışlayabilen bir insan rahmani bir atmosfer altında mıdır yoksa şeytani bir atmosfer altında mıdır?!
Size gelen eleştiriler, tepkiler nasıl?
Bana gelen en büyük eleştirilerden biri de modernizme karşı oluşum. Onun için şunu söylüyorum, salondaki soba gider, kombi gelir, petek gelir, petek gelince bir salon ev ulusal devletlere bölünür. Anneyle baba salonda kalır. Üç çocuk üç odada kalır. Üç çocuk odalarında bağımsız, salonda ekonomik olarak babaya bağlı, küçük ulusal devletlere bölünür. Şimdi şöyle de anlamamak lazım tekrar sobamı gelsin diyor bu adam. Hayır ben teknolojik ürünün bir kültürdeki yansımalarından bahsediyorum burada. Uçağa da mı karşısın, gemiye de mi karşısın, cep telefonuna da mı karşısın diye soruyorlar. Bir döner koltuk ve tabure arasındaki farkı kitabımda anlattım. Bunun kontrol mekanizması olduğunu. Ve bizden götürdüklerini iyi algılamak gerekiyor. Hacca uçakla gidersin, bir saatini alır. Pratiktir. Ama eski tekniğe baktığın zaman hacca gitmek aylar sürüyor. Mataranıza bir damla su almadan, bir lokma ekmek almadan çöle düşüyorsunuz hacca giderken, oradaki temel prensip şu, Ben yanıma bir damla su almadan, bir lokma ekmek almadan Allah’a güvendim, rızkımı Allah bana kargayla, kartalla, akbabayla gönderecek. Çölden geçeceğim ama susuzluktan ölmeyeceğim. Allah bana yardım edecek. Allah’a güveneceğim.
Ama siz bunu uçakla bir saatte yaptığınızda, bu yol bilgisini, hayat bilgisini, iman yürüyüşünü hissedemezsiniz. Teknolojinin zararı bu.
Huzur İslamda mıdır?
Kendini bilen müslümanda huzur kalmaz. Ben şuan ateist olsaydım, solcu olsaydım İsrail Filistin’i vurur, yakar, dökerken ben SSK da şimdi biramı içerdim. Banane. Komşum aç mı tok mu, ondan banane! Ümmetin hali ne olacak, banane ki. Ben bir şekilde işime bakardım. Bir sürü imkanım var onları kullanır gezerdim. Müslümanlar olarak çaresiziz, bu çaresizlik insanın canını sıkıyor. Başarmamız gereken şeyde galiba şu, Herkes gizli gizli gece oturup kendi haline ağlayabilir. İşim ne olacak, ailem ne olacak diye kendi halimize ağlarız, doğrudur ama kendimizi bırakıp, kendimize ağladığımız kadar, “Ümmetin hali ne olacak Allah’ım!” diye ağlayamadığımız müddetçe bizim sırtımız yerden doğrulmaz kanaatindeyim.
İnsanların kişisel gelişimden nasiplendiğini nasıl anlarız?
Kişisel gelişim dini insana kısaca şunu öğretir. Ses tonu kullanımından, beden diline, giyiminden, bakışından her türlü özelliklerine kadar insanı kendisine göre geliştirir. Kendisine göre yön verir ve bir şekilde insana kendi bedenini pazarlamasını öğretir. Kişisel gelişimden geçmiş, bu ilmi kapmış insan kendi bedeninin pazarlayıcısı olur, bunu öğrenir. Vücudunu vitrin gibi pazarlar.
ALLAHTAN BAŞKA İLAH YOK! AMA SSK’N OLMAYINCA KAFAYI ÜŞÜTÜYORSUN
Müslümanlar “La İlahe İllallah” diyebiliyor mu?
Bizim okuduğumuz kaynaklarda, hayatı boyunca bir kere “La İlahe İllallah” diyebilmiş insanın ebedi cehennemden kurtulacağı yazar ama Müslümanlar şöyle bir çıkarım yapıyor, bu bir zikirdir, yorganın altında hayatım boyunca bir kere “La İlahe İllallah” dersem kurtulurum ebedi cehennemden. Hatta bunu takıntı haline getirip yüzlerce binlerce söylersem kurtulurum diye düşünüyorlar. Oysa bu değil. Hayatı boyunca bir kere “La İlahe illallah” diyebilmiş insan ebedi cehennemden kurtulur, cehennemden değil, ebedi cehennemden kurtulurun anlamı bana göre şu, Bir kere “La İlahe İllallah” diyorsun yani Allah’tan başka ilah yok ama, SSK ‘n olmayınca kafayı üşütüyorsun. Allah’tan başka ilah yok! Ama İsrail’in çok silahı var, başarısız oluruz.
Allah’tan başka ilah yok! Ama şu kravatı takmazsam oradaki ihaleyi kaybederim. Bir düşünün. “La İlahe İllallah’ı” bir kere dediğiniz vakit kontrata imza atmış olursunuz. Cenab-ı Allah sana burada öyle bir cümle söyletiyor ki bütün hayatın kontrat altında. Bu kontrata imza atmış oluyorsun. Çok sıkı bir cümle. Ama farkında değilsin. Hz . Ömer gibi, Ebu Zer Gıffari gibi, Peygamber Efendimiz gibi. Bir kereye mahsus zulmün karşısında “La İlahe İllallah” dediğinizde kurtulursunuz. Bütün sıkıntıları, olumsuz düşünceleri, yenik taraflarınızı, geriye atıp La İlahe İllallah deyip askeri güçleri hesaplamadan, ekonomik hesaplar yapmadan İsrail’e gidip taş attığınızda, Allah’a güvendiğinizde kurtulurusunuz. Yorganın altında değil. Çok önemli binalar vardır Ankara’da mesela, bir kereye mahsus o binanın önünde derseniz kurtulursunuz. Ebedi cehennemden kurtulursunuz. Ha bu arada dünyadan da kurtulursunuz. Oda ikinci mükafatı. Bizdeki birçok şey örtülmüş bu anlamda. Zikre çevrilmiş. Bu zikir değil, çok sert bir kırmızı çizgidir. Allah’tan başka kimseye güvenmemiş ve inanmamış olursunuz.
Bütün kutsal kitaplarda şu vardır. Allah görür, işitir, bilir. Bunlardan korkmuyorsun ama uydu diye bir şey çıkınca Amerikanın seni izleyeceğinden, Amerikanın seni duyacağından, fotoğrafını çekeceğinden korkuyorsun, panik oluyorsun. Allah’ın (Tövbe haşa) teknolojik tarafından korkuyorsun da gerçek varlığından korkmuyorsun. Olay buraya kadar geldi.
İnternet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Modern çağda bilgi de dayatılan bir şey. Siz bir düğmeye basacaksınız, her türlü ilim iki dakikada ayağınızın altına gelecek. Bu ilim değil ki. Eskiden talebeler hocalarını arardı, şeyhler müridlerini arardı, müridler şeyhlerini arardı. Bir yolculuk olurdu, maceralar yaşanırdı, o maceradan başka türlü dersler çıkardı. Bu internetle olabilir mi?! Şimdi düşünün ki Mevlana hayatta olsaydı, Şems’i internetten tıklayarak mı bulacaktı? Tak diye. Nerde kalırdı o bekleme, o gözyaşı, arzu. Ayrıca internetin şöyle de bir ters tarafı var. Hz. Ömer yazıyorsunuz porno siteleri çıkıyor, bu bir tuzak! Sonuçta çok hızlı olan bir şey zaten şeytanidir. Batı koşturur, batı hızlıdır. Hız şeytanidir. Hız anında insan beyni çok çalışmaz. Hızdan dolayı boşluğa düşersiniz. Bu boşlukta biri sana musluk satar, araba satar, buzdolabı satar. Dinini değiştirir. O yüzden bizde, doğuda yavaşlık vardır, beklemek vardır. Onun için biz söğüt ağacının altında oturup günlerimizi geçirebiliriz. Bizde tefekkür vardır. Sakinlik vardır. Biz hızlandığımız vakit batılı oluruz. İnternet demek zaten hız demek, bir şeye anında ulaşmak demek, pornografik bir şey bu anlamda. Çünkü saniyelerin içinde her şeyi elde ediyorsunuz. Anlattıklarımın pornografiyle ilgisi yok, pornografik felsefeyi anlatıyorum ben. Buradan bakarsak internetin ne gibi bir faydası olabilir?!
İNSAN TAM İNSAN OLACAKKEN PSİKOLOĞA GÖTÜRÜLÜYOR!
“İçimizdeki tarifsiz hüzünden” kişisel gelişimcilerin, psikologların haberi olursa ne olur?
Modern dünyada bir insan ben mutsuzum der, onu psikologa götürürler, psikolog ona sorar, niye mutsuzsun, maddi durumum iyi değil der, sevdiğimi alamadım, işimde başarısızım der, güçle ilgili çeşitli problemleri vardır. Fakat modern dünyada bir insan çıkıp da “Ben mutsuzum ama niye olduğunu bilmiyorum.” dediğinde işler karışır. Bizim aşina olduğumuz insan tipi budur. Mutsuz ama nedenini bilmiyor. Hani insan dünyaya kovuldu ya bu sebepten Hz Adem’ den getirdiği bir hüznü var. Mahcubiyet var, bir kovulma var. Evi var, arabası var, her şeyi var ama mutsuz. Çünkü; insan. İçimde bir hüzün var ama tarifi yok, dediği bir zaman diliminde psikologa götürülüyor kişi. İnsan tam insan olacakken psikologa götürülüyor. Bizim hüznümüzde artık bir özne varsa anlam kazanıyor, bir özne yoksa “deli” diyorlar. İçinizde bir hüzün vardır, belki kulluğunu yapamamışsındır. Bir yerlerde birileri zulüm altındayken sen insanlığını yitirmişsindir, içinde bir sızı vardır. Hüzün vardır.
Neo-tasavvuf dan kastınız nedir ?
Modern bir çağ var, modern gençler var, bir dilleri var, jargonları var, oturdukları şuursuz kafeler var, dil değişti, tipleri değişti. Bunlara eli sopalı, sakallı bir adam gönderip din anlatamazsınız. Benim böyle bir şansım var, sağcı, solcu, ateist birçok muhatabım var. Gözümü budaktan esirgemeden, dilimi de bozmadan Kuran’ı, hadisi, tasavvufu anlatıyorum. Bu yeni bir şey, bir tasavvuf kitabı bu.
Kişisel Gelişim kitaplarının tavan yaptığı modern çağda yetişmiş gençliğe bir kaç “Kişisel gerileyiş formülü” verir misiniz?
Kişisel gelişim tehlikeli bir şeydir. Ezberleri bozmaya çalıştım. Müslüman’a gerici derler. Sonra şöyle bir tatil düşlerler, New York’un gökdelenlerinden uzağa kaçıp şöyle değişik bir yerlerde tatil yapalım, çöl palmiye, deve… Bin dört yüz sene öncesine mi gidelim? diyorlar mesela. Gidelim bakalım orada ne var, çöl var, deve var, palmiye var. Niye yaz tatillerinde otuz gün için sekiz, on milyar para verip tatile gidiyorsunuz sakinliği yakalamak için. Niye köylere gidiyorsunuz aman ne kadar otantik diye. İnsanlığın ölmediği, insanlığın yaşadığı dönemler mi geri, yoksa bu çağ mı ileri. Işık hızı diyorlar, ışık hızından daha ileri gitmeye çalışıyorlar, ışık hızını geçtiğiniz an karanlığa düşersiniz. Çünkü ışık hızının bir adım ötesi karanlıktır. Teknoloji bizi acaba buraya mı götürecek?!
Röportaj: Gülbahar AYTEKİN