İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - psikolog

Sayfa: 1 ... 85 86 [87] 88 89
1291
Cinsellik / LGS/LYS ve AGRESİF ÇALIŞMA YÖNTEMİ
« : 02 Mayıs 2009, 03:12:49 ös »
LGS/LYS ve AGRESİF ÇALIŞMA YÖNTEMİ

sanırsam bunu size hüseyin kaçın söledi.Evet ilk duyduğumuzda bize de anlamsız gelmişti ama gerçekten de çok ince bir ayrıntı.hoca bana bu konuya haftada kaç defa mastürbasyon yapıyorsun diye girdi ve devamı geldi. İşte kısacası kendi nefsini kontrol altına almak için o içimizden gelen yap sesini dinlemiyeceğiz. Düşün işte ben futbolcuyum aynı zamanda, bir gece önce falan o olayı yaptıysam maçta hiç olmayacak topları sektiriyorum, top yanımdan geçip gidiyor umrumda değil.Örneğin sivassporun bu seneki başarısında büyük pay sahibi olan şey de bu. İstanbul takımları gibi gece hayatının karı kızın bol bulunmadığı bir yer Sivas ve bu futbolcuları psikolojik olarak olumsuz yönde etkilemiyor. Neyse anlayacağın o yap diyen sesi yok ettiğin süre gerçekten kendine olan güvenin artıyor, o enerji içinde saklı kalıo ve olumsuz yönde etkilenmiyorsun. 1 kere bile olsa dene derim.

Erim ÇALIGÜN

MARMARA ÜNİVERSİTESİ




dikkate alıp cevap verdiğin için teşekkür ederim.bu dediklerinizi uygulamaya başlayacağım inşallah hayatımdaki değişikliklerin oluşmasına yardımcı olur ve hedeflediğim puana ulaşabilirim tekrar çok teşekkürler

İSLAM KILIÇKAYA

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

1292
Din & Felsefe / Açıl Susam Açıl
« : 02 Mayıs 2009, 01:33:38 öö »
Açıl Susam Açıl

Fatih kelimesi açan anlamına geldiği bilinen gerçeklik olmasından hareketle, kabz ve bast hali diye ifadesini bulan açıklık ve kapalılık ruh hali üzerine bir kimlik anıştırması yapmak isteği duydum bu kez de. Dışa açık, gelişime ve değişime açık; iletişime açık, aydınlığa ve bilgiye açık olmak ile kişi ancak açık ve açıcı olur belki de. İç açıcı gelişmelerin kaynağı da, iş açıcı ve açılışlarla mutlu olabilen bir yöneliş kuşağı.

Elbette ki bu kavramın zıttı kapalı ve kapatıcılıktır ve fatih kişiliklere kontra olan muğlâk kişiliklerdir. Muğlak kapalı anlamına gelen anlamıyla bir kaos bilinmezliğini ima eder hiç değilse bana. Kapalı kapılar ardında kara ve kapalı planlar ile kar peşinde koşanların her yerin kapanmasındadır faydası belki. ‘Açın Türkiye’nin önünü’ ey fatihler diyecek bir cemiyet ruhudur fatihleri uyandıracak olan.

İdealist kuşaklar ürettiğinde her defasında bu cemiyetin kümeleri, bir kapalı hava sarar bu ülkenin ufkunu; bir kasırga olur yumurta tokuşturur gibi insan çarpıştırılır, her bir fatih adayı Donkişot kılınıp birbirine gladyatörcesine kırdırılır ve yerini koruyan korunur. Firavunlar her zaman Musaları yerine namzet olmasın için daha doğduğu anda toplattırır ve imha ettirir fakat bu iğdiş sürecine rağmen önünü kesip kodese kapatamadığı olursa onları da sürer Kenan diyarına kovalar da.

Evlad-ı fatihan olarak anılan ülke insanı malazgirtten beri, ruhuna fatiha okunacak olan bir merhumiyetle ve halinden memnuniyetle yatmaktadır şüheda fışkıracak topraklarda sıktığında sırtı üzerinde dahaca. Dehaca potansiyelini ortaya eser vasfında sürecek adamları, işin sonu sanıyor fatihayı. Oysa fatiha kitabın başındaki sure, yani fatiha ölü için değil diri için diriliş efsunudur. Fatihanın ölünün hatırası anıldığında okunması, daha diri olması içindir ölen kişinin de ideallerini gerçekleştirmesi için sağ olanın. Açtın mı bayramlık ağzını, bayramlaşmak gerekir her bireyle; açmak ve kaçmak yok elbette, fetih kelimesi ile islama açılan alanlarda açıcılardan sonra aşk işçileri işlerini iyi işleselerdi o topraklardaki kalpler kapanmazdı bir daha ışığa.

Hiçbir şey tesadüf ile oluşmadığı gibi hiçbir hasenat da sevdasız olmuyor cihanda; ne ekersen onu biçersin derler ya, etme bulma dünyası bu dünya. İnsan hububat gibi değildir ki, türünün özelliğini gayri ihtiyari yinelesin her ekimde. İnsan değerlerini kendi ihtimamı ile takip ettiği sürece o türe ait kalır, kanatlarını çırpmayan serçenin havada kalması uzun süreli olamayacağı gibi insan da değerleri için çırpınmadığı sürece o değerlere ait olmakta uzun süreli olamaz. İnandığınızı gerçekleştirmediğiniz süreçte, gerçekleştirmekte olduklarınıza inanırsınız diye bir anış olduğu üzere; sistemi eleştirenler onun yerine ideallerindekini ihdas edeceklerini söylediklerini idealleri için pek bir şey yapmadıkları için unuttular da sistemin işleyişini ideal edinir oldular galiba bu fotoğrafta.

Tanrının kitabındaki hitabında fatiha ilk başta, açıcı değilsen gerisi sana açılmaz mana bazında demektedir adeta. İç açıcı iş açıcı, ön açıcı çığır ve çağ açıcı adamları muhatap alan bir hitaptır o kitap bence. Aç gözünü aç gönlünü de öyle dinle, ebedi bu yurdun üstünde inleyeceksen bu sorumluluğun sancısı ile inle; istiklal marşını bir daha aşk ile dinle. Buyurun bir daha; ne diyordu 97 senesinde eurovizionda şarkısıyla ülkemizi temsil eden sanatçı; ‘dinle’!

ö.ç

1293
... Eylül 19.. Dünya’ya yeni bir erkek çocuk bahşedildi. Çocuğunu kucağına alan baba sevinçten deliye döndü. Ailenin ilk çocuğu değildi. Daha onsekiz aylık bir bebekleri varken aileye yeni bir evlat gelmesi büyük sevinç yarattı. İlk çocukları bir kız evlattı. Narin ve hasta bir bebekti. Yeni doğan erkek çocuk sağlıklıydı. Aile ikiz gibi büyütmeye çalıştıkları çocukları ile çok mutluydu. Anne ev hanımı olmasına rağmen çocuklarına daha fazla zaman ayırmak için eve hizmetli almıştı. Çocuklar beraber uyuyor, beraber oynuyor, beraber yıkanıyor hatta beraber tuvalete giriyordu. Aile çocuklarını aynı renklerde giydiriyor üzerlerine titriyordu. Baba çok meşgul bir insandı. Gece gündüz çalışıyor evine vakit ayıracak vakti olmadığı halde sevgisini onlar üzerinden esirgemiyordu. Baba yalnız bir genç olarak büyümüştü. Kendi babası uzun yıllar yurtdışında çalıştığı için hayatta her şeyin üstesinden kendi gelmişti. Kendi çektiği özlemi çocukları çekmesin diye onların üzerine titriyordu. Anne ise ev işlerini bile bırakmış sadece çocuklarıyla ilgileniyordu. Hamurdan oyuncaklar yapıyor. Portakal kabuklarından minik kurabiyeler yapıyor, çocuklarının yaratıcılıklarını geliştirmesi için çaba gösteriyordu. Aile dış dünyadan izole edilmiş kendi içine kapalı bir sitede oturuyordu. Çocuklar dışarı hiç çıkmıyor, bütün vakitlerini evde anneleri ile beraber geçiriyordu. Çocukların hiç arkadaşı yoktu. En yakın arkadaşları birbirleri idi. Kız çocuk büyümüş anaokulu çağına gelmişti. Erkek çocuk ablasından ayrılmıyor onunla okula gitmek istiyordu. Erkek çocuğun parmak emme alışkanlığı vardı. Aile sevimli göründüğü için üzerine gitmiyor, içten içe mikrop kapacak hasta olacak diye üzerine titriyordu. Kız çocuk anaokuluna başlayınca erkek çocuğun dünyası yıkıldı. Evde yalnız kalmıştı. Ablası okuldayken vakit geçiremiyor, bütün gün camda ablasının gelmesini bekliyordu. Her fırsatta evden kaçıyor, ablasının yanına okula gidiyordu. Bir seneyi böyle atlatan erkek çocuk nihayet anaokuluna başladı. Arkadaşlar edindi. Sene olarak okul çağına gelmesine rağmen yaşıtlarından çok küçüktü. Erkek çocuk birinci sınıfa başladığında, aile çocuğun okuldan soğuduğunu hissetti. Okumayı zor öğrendi. Yaşıtlarından küçük olması ise en büyük şanssızlığıydı küçük çocuğun. Yaşıtlarıyla oynuyor fakat incinme korkusu ile geride kalmayı tercih ediyordu erkek çocuk. Aile çocuklarının en iyi şekilde eğitim alabilmesi için akşamları eve öğretmen çağırıyor, ödevlerine yardımcı olmasını sağlıyordu. Kız çocuk çok başarılıydı. Sınıfında birinci, öğretmenlerin gözdesiydi. Erkek çocuk vasat bir öğrenciydi. Çok zekiydi fakat ders çalışmayı sevmiyordu. Hala parmak emme alışkanlığı devam ediyor, kendisini savunmasız ve mutsuz hissettiğinde parmak emiyordu. Çocuklar izole bir sitede zaman zaman dışarı çıkıyor fakat evlerinin önünden ayrılmıyorlardı hiç. Aile bu konuda çok hassastı. İki kardeş sürekli beraber ders çalışıyor beraber oynuyorlardı. Aynı küçüklüklerindeki gibi hiç ayrılmıyorlardı. Beraber bebek oynuyor beraber örgü örmeye çalışıyorlardı. Erkek çocuk artık ilk okulu bitirmiş orta okula başlamıştı. Eğitim sistemindeki değişiklik yüzünden ablası bir sene önce Anadolu lisesine gitmiş ve ayrılmışlardı. Hayatlarında ilk defa ayrı kalmışlardı. İki kardeş büyümüş artık ergenlik çağına gelmişlerdi. Erkek çocuk yaşıtlarından hala küçüktü. Arkadaşları ergenliğe girmiş ve erkek erkeğe sohbetlerde hep bunlardan bahseder olmuşlardı. Çocuk içten içe kendisinde neden bu değişiklikleri görmediği için üzülüyordu. Bu sıkıntıları yaklaşık bir yıl çocuğa büyük bir sıkıntı yaratmış oldu. Bu sıkıntısını ne ailesi ile nede arkadaşı ile paylaşabilmişti. Baba bu dönemleri yalnız başına atlattığı için çocuğa nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu bu konuda. Zor bir dönem geçiren çocuk içine kapanmıştı. Liselere giriş sınavı için artık geri sayım başlamıştı. Ablasının okuduğu liseye gidebilmek için ders çalışıyor bir yandan da arkadaşlarına zaman ayırıyordu. Sınav zamanı gelmişti. Fakat erkek çocuk sınavı kazanamamıştı. Babası çocuğu Anadolu lisesine girsin diye ek sınıf açtırmış fakat çocuk o sınıfa da girememişti. Hayatta karşılaştığı en büyük darbeydi çocuk için. Artık hiç bir şeyden zevk almıyordu. Babasının önerisi ve zoru ile endüstri meslek lisesine gitti erkek çocuk. İlk defa izole olduğu ortamdan dışarı çıkmıştı ve nasıl davranması gerektiğini hiç bilmiyordu erkek çocuk. Yeni girdiği bu çevre çok farklıydı. Kültür düzeyleri, ekonomik düzeyleri , fiziksel yapıları ile her şeyiyle çok farklı bir ortamdı erkek çocuk için. Ailesi ve öğretmenleri yardımı ile kısa sürede uyum sağlamış olmasına rağmen mutlu değildi. Fiziksel olarak normal fakat ruhsal olarak narin büyümüş bir çocuktu. Endüstri meslek lisesinin şartlarına pek uymuyor fakat bunu belli etmemek için sürekli çaba gösteriyordu. Arkadaşlarından ve çevresinden farklı düşünüyor ve farklı hissediyordu. Zaman içerisinde okuluna alışmış ve ÖSS sınavına çalışmaya başlamıştı. Hayalindeki liseye gidebilmiş olmasa bile istediği üniversiteye gitmek için çabalıyordu. Okulun başarı durumu standardın altında olduğu için okulun gözdesi haline gelmişti. Öğretmenleri tarafında seviliyor, bilgi ve proje yarışmalarına katılıyordu. Sınav zamanı gelmişti ailesi bu konuda çok baskı yapıyordu çocuğa. Sınava girerken bu sınavın hayatının dönüm noktası olacağını biliyordu. Sonuçlar açıklandı ve kazanamadığını öğrendi. Orta okula başlarken yaşadığı gibi ikinci bir yıkım oldu çocuk için. Ablası başka bir şehirde üniversiteyi kazanmıştı. Aile belli etmese de içten içe kızmıştı çocuğa. Bir sene daha sınava hazırlanmak çok zordu ama bunu başarmak zorunda olduğunu hissettiği için başka çaresi yoktu. Zorlu geçen bir yılın ardından büyük sınav tekrar gelmişti. Çocuk istediği puanı alamamasına rağmen tercih yaptı ve ailesinden ayrı bir şehirde üniversiteye başladı. Aile çocuğunun rahat etmesi için bütün imkanlarını kullanmaya hazırdı. Çocuk yurtta kalmadan bir eve çıkmış ve ev hayatına başlamıştı. Kendisini artık özgür ve çok güçlü hissediyordu. Ailesini kararları olmadan kendi kararları ile yaşama fikri bile çok sevindiriyordu çocuğu. Yeni bir ortam yeni bir sosyal çevre farklı olsa da kısa sürede uyum sağlamıştı çocuk. Ailesi daha gitmeden hiç kimseye güvenmemesi konusunda çocuğu doldurmuştu. Çocuk her tanıştığı kişi ile mesafesini koruyor ailesine günde 5 defa rapor veriyordu ne yaptığını. Aile çok düşkündü çocuklarına ve hiç rahat bırakmıyorlardı. Çocuk birçok zayıf ile birinci sınıfı tamamlamıştı. Sınıfta kalacağını öğrendiğinde büyük bir boşluğa düşmüştü. Yaz tatili ege sahilinde güzel bir tatil yerine gitmişlerdi. Aile çocuğu bu tatilde de rahat bırakmamış, başarısız geçen bir senin ödülü hak etmediğini savunmuştur. Tatil sonunda kız çocuk hastalanmış ve hastaneye yatmak zorunda kalmıştır. Kız çocuk hastanede iken anne ve baba sürekli onunla ilgilenirken erkek çocuk başı boş kalmıştır. Zamanını internette geçirmeye başlamıştır. Günlerden bir gün tesadüfen bir gay sitesine rastlamış ve siteye üye olmuştur. Erkekliğinde bir eksiklik olmamasına rağmen ergenlik döneminden kalma bir his ile bu siteye girmiştir. Sitede uzun süre vakit geçirerek tanımadığı birisi ile sohbet etmeye başlamıştır. İçinde olduğu boşluğu siteden tanıştığı bir arkadaşı ile giderdiğini zannederek onunla iyice samimi olmuştur. Onunla konuştukça farklı hissediyor, onunla daha çok görüşmek istiyormuş. Bir yandan da erkekliğini düşünüyor ve bu yaptığının yanlış olduğunu düşünüyormuş. Arkadaşının ilgisine ve onda bulduğu farklı özelliklere iyice kendini kaptırmış biz sevgiliyiz demeye başlamıştır. Uzunca bir süre bu böyle giderken bu sırada gay dünyasını tanımış ve kendini o dünyadan bir adım uzakta tutmuştur hep. Ne kadar uzak dursa da internet sayesinde bir parçası da o dünyada kalmıştır. Zaman ilerledikçe çocuğun yaşadığı sıkıntılar artmaya başlamıştır. Gelecek kaygısı, başarılı olma iç güdüsü ile savaşırken birde gay olma korkusu çocuğun okul ve sosyal hayatını tamamen olumsuz etkilemiştir. Bir yandan ben erkeğim diyerek kızlar çıkıyor, diyer yandan gaylerle sohbetlerine devam ediyordu. Bu sıkıntılar atık o kadar büyümüştü ki uykularını kaçırmaya bile başlamıştı. Günün birinde bunun bir hastalık olduğunu fark eden çocuk tedavi yöntemleri olup olmadığı araştırmaya başlamıştır. Okuduğu bir çok yazı bunun bir hastalık olmadığını, genetik bir problem olduğunu belirtse de çocuk bundan kurtulacağını ümit ederek çözüm yolları aramaya devam etmiştir. İçinde bulunduğu ruh hali o kadar ağır gelmeye başlamıştır ki çocuk her fırsatta dua ediyor ve bir kurtarıcı istiyor olmuştur ALLAH’tan. Ve bir gün bir siteye attığı mail ile hayatı değişmiştir çocuğun. Attığı mail de gay olmakla alakalı olabileceğini düşündüğü sıkıntılarından bahsetmiş ve yollamıştır mailni. Birkaç gün cevap beklemiş fakat cevap gelmeyince umudu kesmiş ve bunalımlı yaşantısına devam etmeye başlamıştır. Bir gün msn adresini birisi eklemiştir. Çocuk netten tanışmaya çalışan bir gay olduğunu düşünerek temkinli yaklaşmıştır bu kişiye. Kısa bir konuşmanın ardından bu kişinin bir gay değil yardım etmeye çalışan birisi olduğunu anlamıştır çocuk. Fakat şüpheler ve soru işaretleri bu kişiye güvenmemesi gerektiğini işaret etmektedir her seferinde. Günler geçtikçe, konuşma ilerledikçe çocuk anlamıştır ki ALLAH’tan istediği dilek gerçek olmuştur artık. İstediği kurtarıcı ALLAH tarafından HÜSEYİN K olarak gönderilmiştir çocuğa. Çocuk için çok zor bir süreç olmuştur bu insana güvenme aşaması. Çocuk hiç kimseye güvenmezken birden tanımadığı bir adama güvenmiş ve her şeyini anlatmaya başlamıştır. Anlattıkça rahatlıyor, rahatladıkça anlatmaya devam ediyormuş. HÜSEYİN K ’ da hiç kimsede göremediği, bu güne kadar hep peygamberlerde bulunan kişilik özellikleri diye anlatılan bütün özellikleri görmüştür çocuk. Artık onu bir yabancı olarak değil kendi ailesinden birisi olarak görmeye başlamıştır. HÜSEYİN Beyin tavsiyelerini dikkatle dinliyor, her önerisini yerine getirmeyi kendine bir borç biliyormuş. HÜSEYİN Bey’in önerdiği “ONARIM TERAPİSİ” kitabını okuduktan sonra çocuk artık sorununun ne olduğunu anlamış ve hayata başka bir bakış açısı ile bakmaya başlamıştır. Kendi sorununun homoseksüellik olmadığını anlamıştır. Sorunun aşırı aile ilgisi ve kontrolü, gelişim yaşlarında ( 3 – 5 yaş) iken yanlış temas kurulması, ergenlik döneminde bir takım konuları kendi iç dünyasında eksiklik olarak algılamasının sonucu olarak bugün yaşadıklarının aslında psikolojik etkiler olduğunu anlamıştır. Kendini yeniden sorgulayıp, hayatında ki eksik taşları yeniden yapılandırarak yeni bir değişim ve gelişim sürecine başlamıştır. Bu süreçte karşısına nasıl bir engel çıkarsa çıksın yenilmeden, tökezlemeden her şeyin üstesinden geleceğine inanarak kendi çocuğunun gelişim döneminde kendi ailesinin yaptığı hataları yapmadan onu en iyi şekilde yetiştirme hayalleri ile yeni bir birey olarak hayatına devam etmeye başlamıştır…


 




1294
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#




Hüseyin Bey merhaba,
Ben Y..
Sizi telefonla daha fazla rahatsız etmek istemedigim için; gelişmeleri
kısaca size bildirmek istedim.
Evet Annemle konustum. Ablam bize eslik edemedi. Ama zaten annem
kalkanlarını indirerek konusmaya basladık.
Biraz kırıldı,biraz üzüldü.Sonuc olarak bu sıkıntı sona erdi. Kendimi dün
gece çok yorgun hissediyodum.
Şimdi ise huzursuz ve biraz da aileme karsı üzgün hissediyorum.Anlayacagınız
henüz bi rahatlama olmadı.
İşte durum böyle..
Birde sizin içinde uygunsa Cumartesi 12,30 da gelebilir miyim?
Cevap yazarsanız sevinirim.
 
İyi Günler.
 
08 Ocak 2009

1295

            görünmeyen varlıklarla irtibat vakası
( babanın anneyi aldatma vakası ile bu durum başlıyor)‏


Merhaba hocam,

Açıkçası nereden başlayıp anlatacağımı da bilemiyorum. En baştan anlatayım en iyisi. Biz yani annem iki kardeşim ve ben T.... da yaşıyorduk bundan yaklaşık 2,5 sene önce. Babam burada yani İstanbul’da çalışıyordu. Daha sonra babamın ısrarları sonucu sanırım 2007 yılında buraya taşındık. Ben ilköğretim sonuncu sınıftaydım. Yarıyılımı A....-F..... ‘de bulunan ilköğretimde tamamlayacağım söylendi. Kardeşlerimin de aynı şekilde. Okul başlamıştı. Gidip geliyorduk ama ben hala yeni okula alışamamıştım. Herkesten her şeyden nefret ediyordum. Bir gün okula gitmek için erken kalktım kardeşlerimde kalkmıştı, kahvaltımızı yaptık çıkacaktım birden şekilsiz bir varlık, karşıma çıktı. Kardeşlerime söylemedim korkmalarını istemiyordum. Gördüğüm şeyin ne olduğunu anlamak için büyük bir araştırmaya koyuldum.üç harfli diyorlarmış adına bende çok merak ediyordum o tür şeyleri . kız kardeşim de benim bu merakımı gidermek için bana roman tarzı bir kitap almıştı. Ben bu varlıklara tabiri caizse kafayı takmıştım. Tabi okul ders falan filan da umurumda değildi. Bir gecede yataktan bir anda birinin bana seslenmesi sonucu kalktım çok acayip bir ses tonuyla bana buraya gel diyorlardı. Ayağa kalktığımda yataktan, dört tane yine aynı varlıklardan uzundan kısaya doğru dizilmişlerdi. En uzun olan sol en kısa olan ise sağ tarafıma geçtiler ve beni salona götürmek istediler. Önümüzden de orta uzunlukta olanlar salona doğru gidiyorlardı. Salona beni götürdüler koltuğun üzerine ayaklarım birbirine kenetlenmiş şekilde oturmamı söylediler yanımda duranlar. Ben otururken bir taraftan da anneme-babama bağırıyorum ama kimse beni duymuyor. Kalkmak istiyorum ama kalkamıyorum çünkü kolumu öyle bir tutmuşlardı ki ayaklarım hareket etmiyor vücudumu dondurmuşlardı sanki gözlerim hariç hiçbir yerimi kımıldatamıyordum. Orta uzunlukta olan iki tanesi televizyonun yanından sürekli 3 ile 7 numaralı kanalı çevirip duruyorlardı. Kanalla oynarken bir yandan da anlamadığım bir dilden konuşuyordu. Mırıltı mı desem uğultu mu desem ? Çok farklı konuşuyorlardı. Saat tam karşısında duruyordu baktım saat 4.30 u geçmişti o sırada uyumuş kalmışım. Sabah annemin sesine uyandım. Bana okula gitmek için kalkmam gerektiğini söylüyordu. Burada neden yattın sorusuna ise cevabım yoktu. Annem gitti bizde okula gidecektik arkamdan birinin geldiğini hissettim bana seslendi ve okula gitmememi gidersem ailem için kötü olacağını söyledi. Kardeşlerime siz gidin ben geliyorum dedim. Onlar çıktılar. Arkama dönüp baktığımda akşam gördüğüm varlıkların ta kendisi karşımda duruyordu. Konuşmaya çalıştım yanımda duranlara isimlerini sordum bana ismimiz özlem dediler. Nasıl olur benim adım da özlem dediğimde ise senin adın yok sen sadece bir avuç topraksın dediler. Onların görüntülerinin tanımını yaparsak ; siyah giyimli, kafalarında uzun elbise ile birleşmiş şapkaya benzer bir şey , ayakları ters  arkaya dönük yani, ayakları da çıplak elleri de yani parmakları da çıplak , yüzlerinde siyah tül sadece gözlerinin kırmızı rengi ortaya çıkmış elleri ve ayakları insanlarınkine hiç benzemiyor. Ateşte yakmışlar sanki ellerini ve ayaklarını sürekli bir şey akıyor yanık olan yerlerden iyileşmesi mümkün olmayan yaralar gibi. Her neyse akşama kadar yanımdaydılar sürekli bir şeyler söylüyorlardı ama ben ben anlamıyordum tabi. Kardeşlerim geldi daha sonra annem. Okula neden gitmediğimi sordular cevap veremedim. Yakın bir akrabamızın kızı da benim gördüğüm varlıklardan görüyormuş. Kızı yanıma yaklaştı ve bana “ sende görüyorsun benim gördüklerimi” dedi. Annem babam bende bir anormallik fark ettiklerini ve beni doktora götürmek istediklerini söylediler. Gitmek istemiyorum ya da istiyorum diye bir şey söylemedim. Doktordan yani akrabamızın görüştüğü doktordan randevu aldılar bana. Doktor görüşmesini biliyorsunuz zaten. Doktor bir sürü ilaç vermiş bana. Annem-babam benim o tür varlıklar gördüğümü öğrenince yanımdan ayrılmadılar ilgi üstüne ilgi beni sıktı. Verdiğim tepkileri bilmiyordum. Aileme ve yakınlarıma karşı. Bir gece yine birinin bana dokunması sonucu kalktım. Gördüğüm varlıklardı. Kalk dese kalkıyor otur dese oturuyor yap dese yapıyordum, onların dediklerini. Beynimi ve bedenimi ele geçirmişlerdi sanki. Kalk dediler ve kalktım gitmemi kimsenin beni sevmediğini bana yalancı gözüyle baktıklarını söylediler sen bizimle gelmelisin çok mutlu olursun dediler. Kapıyı açtılar çıktık tam ben sokağı dönerken babam beni tutmuş ve eve getirmiş öyle söylüyor. Yakın akrabalarımızın kuzenlerimizin bana inanmadıklarını düşünüyordum. Yanılmadım da bana okula gitmemek için bahaneler uydurduğumu söylediklerinde umurumda bile olmamıştı. Herkesten annemden babamdan kardeşlerimden nefret ediyordum. Yine bir gün doktorun bana verdiği ilaçları içmemi söylediler gördüğüm varlıklar. İçmişim ama nasıl içtiğimi ve neden içtiğimi bilmiyorum. Annem beni işten geldiğinde yatakta yatıyor olarak görünce uyuduğumu zannetmiş seslenmiş seslenmiş uyanmamışım. Yatağın içine bir bakmış ilaç kutuları hemen beni hastaneye kaldırmışlar. Baygın bir şekilde hastaneye gitmişim bazen kulağıma sesler geliyor ama gözlerimi açamıyorum. Kolumda serum varmış. Doktor odaya giriyor ve tansiyonum çok düşük olduğunu söylüyor kalkıp ben iyiyim diyemiyorum. Göz kapaklarımı açamıyorum. Üzerimde bir ağırlık var sanki taşımayacağım yükler koymuşlar. Hafif hafif gözlerimi açtığımda kolumda serum yanımda annem be babam karşımda ise gördüğüm varlıklar . annem doktora haber vermiş ve siyah iki tane hap almış. Kömür hapı diyorlarmış. Hapları suyun içine eritip bana içirdiler. Hastaneye geç gittiğimi için midemi yıkamamışlar. Aynı günün akşamı eve gönderdiler beni. Nedense korkmuyordum hiçbir şeyden ama karar vermiştim onları yok saymaya . Ama olmuyor işte ne zaman zayıf düşsem çaresiz kalsam yanımda oluyorlar. Hayattan bağını kesiyorlar. Hayallerim vardı benimde herkes gibi okumak ve istediğim meslek vb. 8. sınıfın ikinci dönemine hiç gitmedim okulun. Okumam dedim artık bundan sonra okuyamam benim için her şey bitti dedim. Sonra babam beni bir bayanla tanıştırdı. Arkadaşının eşiymiş ama o arkadaşın eşi babamın kendi eşi çıktı. Birde o üzüntü beni daha da bunalıma sokmuştu. Babama artık baba demek istemiyordum anneme bunun nasıl yaptı derken kendi kendime yine o varlıklar karşıma çıktı. Dedim ya hocam zayıf anımda yakalıyorlar. Annemde babamın bu durumunu öğrenince şok oldu. Ama bizim varlığımız anneme kal demek için yetiyordu. O bayan bana ve kardeşlerime çok iyi davranıyordu. Benim için doktordan rapor almış sınıfta kalmamam için elinden geleni yapmıştı. Babamın bu durumu bizi çok yıprattı. Ayrıl baba bitsin dedim. Anneme de o bayana da acı çektirme dedim. Tamam kızım bitti dedi. Ama bitmemiş. Yani hocam babana bile güvenme diye boşuna demiyorlar. Bu arada o bayanın adı N..... Çok acayip gelebilir ama nefret ettiğim yüzüne bile tükürmeye tenezzül etmediğim kadının yanında kalıyorum şimdi okul dolayısıyla. Bana da çok iyi davranıyor. Kardeşlerime de öyle. Yaklaşık iki senedir yanındayım. Sınıfta ve okulda herkes onu kuzenim olarak biliyorlar. . gördüğüm varlıklara gelecek olursak arada sırada beni görmek için geliyorlar beni özlüyorlar galiba … hocam benim anlatacaklarım tabiî ki bunlarla sınırlı değil ama sizi oldukça sıktım. Bu kadarı beni anlamanız için yeterli galiba. Ben çok konuşurum kusura bakmayın.okulda kendinize dikkat edin!!!     

1296
Ayşe Şasa yaşadıklarını yazarak şizofrenlerin dünyasını ötekilere açtı 
 
 
Sefa KAPLAN

‘‘Akıl Oyunları’’ filminde Russell Crown'un canlandırdığı Prof. John Nash'in şizofresine áşina olanlar bile çarpılıp kalacaklar ünlü senarist Ayşe Şasa'nın yaşadığı şizofreninin tezahürleri karşısında.

Kendi ifadesiyle, ‘‘seralarda büyütülen’’ ve buna rağmen daha yedi yaşında, Çiftehavuzlar'daki köşkün önünde oynarken, bir şişenin içine, ‘‘Ben yalnız bir çocuğum, bunu bulan lütfen beni arasın’’ diye yazıp denize atacak kadar yalnız olan bir ruhun gelip kapısını çaldığı son limandır aslında şizofreni. Tıbbi etik, ‘‘liman’’ kavramına itiraz edecektir hiç kuşku yok ki ama Ayşe Şasa'nın, dile kolay tam 18 yıl süren şizofrenisiyle ilişkisi, ‘‘liman’’ kavramanı haklı çıkartacak ipuçları barındırıyor bağrında. Sözü edilen ‘‘liman’’ kelimesinin de ihtiva ettiği ‘‘iman’’ı bir tahlisiye sandalı gibi kullanabilen Ayşe Şasa'nın bu derin tecrübesinden çıkartılacak çok sayıda ders mevcut.

Zaman zaman iç burkan, zaman zaman da iç burkmakla kalmayıp yürek söken şizofreninin böylesi parlak bir zihni geniş kanatlarının altına alma biçimi, hem bu travma, hem de bu travmanın sebepleri üzerine bir kez daha düşünmeye çağırıyor bizi. Gelenek Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘‘Delilik Ülkesinden Notlar’’ isimli kitapta, Şasa'nın bir başka tarafına ışık tutan birbirinden güzel öyküler de var. Hele, ‘‘Nár'ı Nur'a Çeviren Aşk’’ altbaşlığıyla verilen ‘‘Ebrû'ya Düşen Ateş Denizi’’ isimli öykü, en az şizofreninin tezahürlerinin anlatıldığı satırlar kadar çarpıyor insanı.

Tarihçi Prof. İlber Ortaylı'nın önsöz'ünü, şair Hilmi Yavuz'un 'sonsöz'ünü yazdığı ‘‘Delilik Ülkesinden Notlar,’’ memleket aydınının ateşle imtihanının kimileri için ne kadar yakıcı olabileceğini de seriyor gözler önüne.

AKILLILARDAN FARKLI OLDUĞUMUN BİLİNCİYLE AKILLILARI GÖZETLİYORUM

Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başına çöreklenmiş, dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim. Akıllılardan çok farklı olduğumun bilincini her an taşıyarak, onları gözetliyorum. Duygularımı ve düşüncelerimi, sürekli, akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalışıyorum. Başka türlü iletişim kurmak, konuşmak, imkánsız olur. Ben başkalarını gözetlerken, bir başka göz beni gözetliyor. Beni gözetleyen o öteki gözü gözetleyen başka bir göz daha var...

Beynimde sürekli devam eden delilik nöbetlerini, onları izleyen ara zamanları, bitmek bilmeyen iç sorgulamayı, iç hesaplaşmayı, hiç kimseye, doktorlara bile anlatılmayan yanlarıyla kağıda geçirmezsem, gözüm açık gideceğim.

ANNEMDEN NEFRET ETTİM, FELAKETLER BAŞIMA ONUN YÜZENDEN GELMİŞTİ

Polis, binbir korkuyla dolu çocukluk dünyamın en dehşet verici ölüm simgesiydi. Altı yaşımda yasak bir oyun oynarken yakalayan annem, ‘‘Seni iki polis arasında idama giderken görüyorum’’ demişti. O günden bu yana, sık sık bir polis devletinin darağaçlı gölgesi, dalga dalga üzerimden geçiyor. Her seferinde gayret edip sövüyorum. Sövmek korkuyu hep hafifletir ve bu bağlamda, korkuya karşı en emin silahtır. Ama silah hep geri teper. O sövgü de, ‘‘polis kayıtlarına’’ geçer. Ve bu, paranoyanın o ölümcül kısır döngüsü içinde kıyamete dek yinelenir (...)

Birden annemden nefret ettim. Hayatımdaki bütün felaketler başıma onun yüzünden gelmişti. ‘‘Annem bu kadar katı ve sevgisiz olmasaydı, bana hep bir Nazi subayı gibi davranmasaydı, bütün bu olup bitenler meydana gelmeyecekti.’’ diye düşündüm. Onun bir Alman lisesinden mezun olması, gençliği boyunca Alman sempatizanı olduğunun delili değil miydi? Sonra birden, annemin bir köşeye fırlatılmış ayakkabıları gözüme çarptı. Topukları koşuşmaktan aşınmış, eğrilmiş iki biçare eski ayakkabı. Naziler elinde tutsak zavallı annemin, zavallı ayakkabıları. Bunun üzerine tümüyle çözüldüm. Annemi, ömrümde belki ilk kez, tümüyle affettim.

ORADA BİR KEZ DAHA ANNEMİN GESTAPO BUYRUĞUNDA OLDUĞUNA KANAAT GETİRDİM

Annem beni asık bir yüzle karşıladı. Hasta olduğumu söyleyince, azarlamaya başladı. Geçmiş hatalarımı yüzüme vuruyor, beni, yaşadığım yanlış hayat konusunda muhakeme ediyordu. Daha sonra beni sağlığıma bakmamakla suçladı. Sakin, kendi halinde, hanım hanımcık, annem buna ‘‘leydivári’’ diyordu, bir yaşam tarzı süreceğime, kendimi senaryo yazarak, kitaplar okuyarak yormamı eleştiriyordu.

Orada, bir kez daha annemin Gestapo'nun buyruğunda olduğuna yüzde yüz kanaat getirdim. Her şey başından beri, ta hayatımın başından, çocukluğumdan, ilk gençliğimden, ailemin bana yeterince baskı yapması sağlanarak, daha sonra sapkın hareketlerde bulunmam, sapkın bir üslup tutmam için önceden hazırlanmıştı. Şimdi sapkınlıklarımın cezasını, Evrensel Terör, bir bir verecekti. Benim varlığımda insanlığa, özellikle insanlığın anti-faşist yarısına gözdağı ve ibret dersi verilmek isteniyordu. O anda, Yeniköy'deki evde, annemle benim aramda geçen traji-komik muhakeme sahnesi de bu oyunun ilk basamağıydı ve dünya bir rezil temaşayı ibretle, dehşetle, alayla izlemekteydi. Onurumu savunmak için anneme bir kez daha ‘‘Hastayım’’ dedim. Bu söz üstüne daha da öfkelenen annem, daha üst perdeden bağırmaya başladı, ‘‘Hastaysan, senaryo yazmaktan, TV programlarına çıkmaktan vazgeç, bir köşede zıbar ve otur.’’ Sesini, odada bulunan tüm gizli alıcılara duyurmak ister gibiydi.

ZAMANI GELİNCE DÖŞEMELERE ISI VERİLECEK BEN VE ANNEM CAYIR CAYIR YANACAKTIK

Bu çıkışmaya uzun süre cevap aradım, bulamadım, sonunda çantamı açıp 50 miligramlık bir Melleril çıkardım, ‘‘İlacımı alayım mı anne?’’ dedim. Annem omuz silkip ‘‘Ne yaparsan yap, ben senden bıktım’’ dedi. Bir kez daha yineledim, ‘‘İlacımı alayım mı?’’ Annem bu söz üstüne bir otomat gibi mutfağa gitti, bir bardak suyla döndü, Nazi sansürü altında zorlukla konuşan annemin bu hareketini, tasvip ve teşvik anlamına yorumlamam gerektiğini düşünüp ilacı içtim.

İlacı içer içmez de kızılca kıyamet koptu. Ayaklarımın tabanları, yavaş yavaş döşemeden gelen bir sıcaklıkla kızmaya başladılar. Birden dehşet içinde annemin evinde ısıtma tertibatının yere gömülü olduğunu hatırladım. Demek ki Gestapo bu döşemeleri özel bir amaçla inşa ettirmişti. Zamanı gelince odaların tabanına ısı verilecek, ben ve annem, aşağıdan gelen sıcaklıkla, cayır cayır kızartılacaktık. İkinci Dünya Savaşı'nda yaptıkları deneylerde Naziler, birçok ana-evladı benzer işkencelere tabi tutarak insanların içgüdüleri üstüne bilgi edinmemişler miydi?

GESTAPO, ŞEHRİ HAVAYA UÇURMAK İÇİN BENİ KULLANIYORDU

Annemin yatak odasına koşup yatağın üzerine uzandım. Beynim bir pervane gibi çalışıyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Elimle kalbimi yokladım. Çıkardığı mekanik seslerden, onun sentetik bir pompa olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Demek beni itmek istedikleri Büyük Yanlış, karnımdaki Melleril biçimli atom bombasıydı. Demek bütün bu oyun, bu korkunç son için hazırlanmıştı. Hayatımın bir döneminde Sartre'ı okumuş olmanın cezasını çekiyordum. ‘‘İnsan her davranışında, insanlığın tümünden sorumludur’’ der egzistansiyalistler. Allah'ın zavallı bir kulu olan ben, bu tür sorumluluk iddialarıyla nasıl da gülünç olmuştum. Gestapo eliyle düzenlenmiş sentetik organlar ve sentetik bir kaderle, insan başka insanlardan nasıl sorumlu olabilir? Şimdi ne yapacaktım? Korku içinde, annemi çağırdım. Annem içerden ‘‘Ne var?’’ dedi. Uzun süre cevap vermedim. Sonunda, ağzını aramak amacıyla, ‘‘Tuvalete gitmek istiyorum’’ dedim. Annem bir süre cevap vermedi. Daha sonra sesi duyuldu, ‘‘Tuvalet boş, gidebilirsin.’’ Sesi yumuşaktı. Bir süre düşündüm. İdrarımı yatağa bıraksaydım, radyasyonun acuna yayılmasını yine de engellemiş olamayacaktım. Helaya mı gitseydim, yatağı mı ıslatsaydım? İnsanlığın bütün geleceğini ilgilendiren böyle bir soru, sentetik bir insana nasıl bırakılırdı? Bu ne korkunç bir şakaydı. Tipik bir Nazi şakasıydı. Acı içinde kıvranıyor, bir yandan düşünmeyi sürdürüyordum. Gestapo yehri havaya uçurmaya karar verdiyse, sonunda nasılsa uçuracaktı. Bu kadar amansız güçler karşısında insanlığın tüm geleceğini benim gibi bir aslan asker Şvayk nasıl savunabilir?

TAM SİGARAYI YAKACAKKEN DEHŞET DALGASI YAYILDI: NAZİLER ARKADAŞLARIMI ÖLDÜRÜP SİGARA YAPMIŞLARDI

Çantamdan bir sigara çıkardım. Tam yakacakken, içimdeki ses büyük bir alarm verdi. ‘‘Sakın içme.’’ Sigarayı daha yakından inceledim. O an, yeni bir dehşet dalgası iliklerime kadar yayıldı. Naziler arkadaşlarımı öldürmüşler, sigara haline getirmişlerdi. Elimde tuttuğum sigara, beyaz bedeni ile, bir idam mahkumunu sembolize ediyordu. Sigarayı içersem, arkadaşlarımı ‘‘içmiş’’ olacaktım. Ayrıca, içeceğim her sigara karşılığında bir kurban daha idam edeceklerdi. Kibriti ve sigarayı fırlattım. Dayanılmaz bir gerilim içinde kıvranmaya başladım. Naziler nikotine olan tiryakiliğimi kullanmaya başlamışlardı. Allah beni imtihan ediyordu.

BESMELE ÇEKİP ELLERİMİ YIKADIM, AĞZIMI ÇALKALADIM VE BİRDEN KALAKALDIM

Namaz kılmayı düşündüm. Yeniden tuvalete gidip musluğun önünde durdum. Besmele çekip ellerimi yıkadım, üç kere ağzımı çalkaladım ve birden öylece kalakaldım. Abdest adabını tümüyle unutmuştum, hatırlamıyordum. Korkunun etkisi miydi, Naziler belleğimi mi dondurmuşlardı? Yeniden başladım. Yeniden duraladım. Hatırlayamıyordum. Abdest almayı unutmuştum. Ancak, aynı anda, ağzıma dolan suyun huşu verici etkisi bütün vücudumu kaplamaya başlamıştı. Suyu yüzüme çarpmaya başladım, ferahlatıcı etki arttı, ‘‘Allah beni koruyor’’ diye düşündüm. Allah, su aracılığıyla bana iyiliği telkin ediyor, tevekkül göstermemi buyuruyordu.

KUVAYİ MİLLİYE ATLARI, DİKKAT KESİLDİM EVET NAL SESLERİ BUZDOLABININ İÇİNDEYDİ

Annemin yatağına uzandım. Başucumda bir kitap vardı. ‘‘İstiklal Savaşı'nda İttihatçıların Rolü.’’ Besbelli oraya benim için konmuş, gerçekleri açıklayan bir kitaptı bu. Belki annem, mahsus okumam ve birtakım şeyler hakkında, gerçek tarih hakkında bilgi edinmem için koymuştu oraya. Sayfaları çevirdim, okumaya başladım. Tek cümlesini anlayamıyordum. Ya zekám tümüyle çökmüştü, Türkçeyi anlayamıyordum, ya da kitap Çince yazılmıştı. Kalktım, mutfağa geçtim. Mutfaktaki masanın başına oturdum. Birden, buzdolabından gelen bir sese kulak verdim. Uzaktan uzağa, nal sesleri geliyordu. Dağlardan, tepelerden, ovalardan gelen, yüzlerce, binlerce atlının sesi. ‘‘Kuvayı Milliyecilerin atları.’’ Dikkat kesildim. Evet, buzdolabından nal sesleri geliyordu. Bilincimde yeni bir umut doğdu. Allah tarafından, tarihte her şeyin iki kere cereyan edeceği, Milliyecilerin ikinci kez başkaldıracakları mı müjdeleniyordu? Bana bir şekilde ‘‘Dayan, umut var’’ mı demek isteniyordu? Sisli, hülyalı dağbaşlarını ve binlerce atlıyı çağrıştıran buğulu bir ses.

İnsanlığın başına korkunç bir çorap örmek için özel olarak yetiştirilmiştim

Ben ‘‘bu iş için seçilmiş’’ bir kobaydım. 1940 yılında annemle babam, Hitler'in üstün ırk teorisini doğrulamak için bir araya getirilmişlerdi. Annem çok zekiydi, babam çok iradeli. Gestapo onları bu iş için özel olarak seçip birleştirmiş, ben hasıl olmuştum. Ben, altı yaşımda geçirdiğim bademcik ameliyatı sırasında Gestapo tarafından yarı yarıya biyonik hale getirilmiştim. Genzimde, burnumda beynimde radarlar, radyo istasyonları, görünmez film ekranları ve netliğini bilmediğim nice aygıtlar vardı. Kalbim, özel olarak takılmış sentetik bir pompaydı. Uzaktan kumanda ile yönetiliyor, uzak mesafelere, uydulara, gizli mesajlar gönderiyordum. Ben, Hitler, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya arasında, İkinci Dünya Savaşı'nda imzalanmış, özel ve çok gizli bir anlaşmaya hizmet etmek için, insanlığın başına korkunç bir çorap örmek için, özel olarak husule gelmiş ve yetiştirilmişim.

Çocukluğum boyunca ailemin bana özel olarak tuttuğu Yahudi ve Alman bakıcılar, beni bugün için yetiştirmişlerdi. Pavlov, bizzat Pavlov, o büyük Sovyet bilim adamı, Hitler'in emrine girerek benim şartlanmamı adım adım yönetmişti. Türk olmam bir tesadüf değildi. Dünyayı yok edecek evrensel kargaşanın anahtarının bir Türk'ün bedeninde olması tesadüf değildir. Türkiye sırf bu iş için -benim doğup yetiştirilmem için- İkinci Dünya Savaşı'nın dışında tutulmuştu. Türkler bir bakıma en dirençli, bir bakıma en lanetli ulustu. Dünya savaşı Ortadoğu'da patlak verecekti. İnsanlık, özel olarak yetiştirilmiş bu aygıt -ben- vasıtasıyla, adım adım kıyamete doğru yuvarlanacaktı. Ancak bu deney tek taraflı bir amaç gütmüyordu. Benim davranışlarımın tümünden ulaşılacak sonuca göre, ya kıyamet kopacak, ya da insanlar, nicedir özledikleri ölümsüzlüğe kavuşacaklardı. Bu deney olumlu sonuçlanırsa, başta Hitler ve Stalin olmak üzere, bütün tarih büyükleri ve bütün insanlığın ölüleri, o ana kadar ayrı bir uzamda sürdürdükleri bekleyişe son vererek yeryüzüne ineceklerdi. Her şey, bütün insanlığın gözü önünde cereyan edecekti. O anda, uzaydaki uydular aracılığıyla, bütün insanlık beni izliyordu   
 
kaynak: hurriyet.com

1297
Ünlü senarist Ayşe Şasa bu sıralar 18 yıllık şizofreni deneyimini yazdığı 'Delilik Ülkesinden Notlar' kitabı ile gündemde. Ancak biz Şasa'nın sadece bununla değil diğer yazdıklarıyla da değerli bir kalem olduğunun bilincindeyiz. Şasa ile Dergibi için Sadık Yalsızuçanlar konuştu.

KİTABIN KÜNYESİ
 
Delilik Ülkesinden Notlar, Ayşe Şasa, Gelenek Yayıncılık, İst. 2003, 156 s. 

Sadık YALSIZUÇANLAR

yalsizucanlar@hotmail.com

• Muhyiddin İbnü'l-Arabi ile ilk kez ne zaman ve nasıl bir ruh halindeyken karşılaştınız?
Hazret-i Şeyh'le karşılaşmam, çok bunalımlı bir anıma rastlar. Çok uzun sürmüş bir psikoz hali yaşıyordum. Birdenbire, gizemli bir biçimde Şeyh'in bir eseriyle, Füsus-ul Hikem'in ingilizce nüshasıyla karşılaştım. Büyük bir hayrete düştüm. Çünkü o güne kadar bildiğim hiçbir şeye benzemiyordu ve eğitimimle ilgili referansların tümünü sıfıra indirdi. Çünkü fizikötesinden bahsediyordu ve benim öğrenimim tamamen pozitivist, materyalist bir öğrenimdi. Dolayısıyla önyargılarımdan sıyrılmam, bütün bilgilerimi bir anda gözardı etmem, hepsinden sıyrılıp taptaze bir sayfa açmam ve yeni bir gözle onun anlattığı aleme dikkatimi çevirmem gerekti. Bu ilhamı bana veren oydu.

• Destiniz boş değildi ama ona rastladığınızda?

Değildi ama sonradan şunu öğrendim: Allah dostlarının huzuruna boş destiyle gitmek gerekir. Gerçekten işin sırrı budur, boş desti...Bunu yapabilirsek öğrenebiliyoruz. Yeniden, sahip olduğumuz alemden daha üst alemlere bize geçit veriyor evliyalar, bize yol açıyorlar. Bizim de bu feragatta bulunmamız lazım. Ve benim de hayatımda böyle bir devrim oldu. Birdenbire, yeni doğmuş bir bebek gibi, dünyaya, içindekilere ilk kez bakan bir çocuk gibi, onun anlattığı alemleri seyre başladım, temaşa etmeye...Bunun bir tasarruf olduğuna yürekten inanıyorum. Gerçekten bir tasarruf bu. İlahi bir inayet. Yani yüzlerce yıl önce yaşamış bir veli, ama kendisi ruhen diri. Alemde, Allah dostlarının diri olduğu söylenir. Evliyalar diridir. Ölüm yoktur onlar için.

• Peki 'canlı bir varlık'la karşılaştınız, onda neler buldunuz?

Şeyh'in metafiziksel imajinasyonu olağanüstü büyüleyicidir. O, alemin varoluşunu ve devamını bir aşk ve hikmet temasıyla anlatır. Yani kainatın temeli aşk ve hikmettir. O güne değin, kainat bana tümüyle bir fizik olarak anlatılmıştı, yani alem fiziksel olarak anlatılmıştı. Allah ile bağı kurulmamıştı. Bu, tabi ruh için korkunç bir şey. İnsan ruhu, manayı özlüyor. İnsanın fıtratı manayı arıyor, anlamı istiyor. İşte Hazret-i Şeyh'in Füsus'ta tasvir ettiği alemi gördüğüm zaman, bütün yaşamım boyunca hasretini çektiğim anlam dünyasının özünü, özetini gördüm. Yıldırım gibi bana çarpan, beni büyüleyen şey buydu.

• Sizi nasıl etkiledi bu?

Sadrüddin Konevi hazretleri, talebelerinden birine Füsus'u anlatıyormuş. O zat şöyle demiş : "Bu anlatmak filan değildi, sanki kalbimi açtılar, Füsus'un anlamını içine koydular." Bende Füsus'un yaptığı etki, biraz buna benziyor. Kafam yorgundu, karmakarışıktı. Böylesi bir zihinle, bu ruh haliyle, böyle bir kitabı anlayabilmemi, İlahi tasarrufla açıklayabiliyorum. Çünkü bu zihinsel bir çabayla varılabilecek bir idrak değil, ancak kalple, kalp ayağıyla ulaşılabilecek bir algı düzeyi. Müthiş teskin edici, müthiş ferahlatıcı bir etkisi var üzerimde. Şimdilerde adını her hatırlayışımda Hazret-i Şeyh'in, bu ilk izlenimin etkisiyle, ilk müspet şokun etkisiyle adını her anışımda o ışık denizini tekrar görüyorum. Bence bu bir tasarruf belirtisidir.

• Peki size en çok çarpan şey ne idi?

Füsus'u açtığım zaman bana ilk çarpan şey, o ana değin hiç duymadığım bir hadis-i kutsi oldu. Tabi benim o güne kadar ayetlerle hadislerle bir işim olmamış. "Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim." Bazı ilahiyatçılar bunu kabul etmezler ama Hazret-i Şeyh'in varlığı açıklarken öne sürdüğü yani bir bakıma esas aldığı noktadır bu. O anda, bu kutsi hadis, boş ve hasta yüreğime büyük bir aşk tohumu ekmiştir. Yani, o bilinmek istenen hazineye karşı. Bu, bir anlık bir iç yaşantı... "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim." Burada, bilenle bilinen, sevenle sevilen aynıdır.

• Bilmekle sevmek arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir?

Bilmek, tasavvufta, aynı zamanda sevmektir. Bu, zannediyorum Platon'un diyaloglarında da bulunan bir şeydir. Zamanında böyle bir etki almıştım. Yani aşkla bilgi arasındaki bağlantıya ilişkin. İnsan ruhunun ebediyeti de bu sonsuz bilme ve sevme isteğini içerir. Bu isteğin tek öznesi vardır: Cenab-ı Allah. Allah'ın varlığı, yani Sonsuz Varlık, bu isteğe cevap verebiliyor. İşte bu kavuşma gerçekleştiği zaman, sanıyorum sufiler diyorlar ki, "ruh, hakiki dirilikle sıfatlanıyor." Hatta zikirde de Hayy Hayy diye zikrediyorlar. İşte ölümsüz sıfatının kaynağı buradadır. Herşeyin alemde fizik olarak kaybolup, insanın sadece kainatın aşkına, Allah'ın aşkına dahil olması kendisini yok olmaktan kurtarabiliyor.

• Allah'ın Elçileri, bize aşkı mı öğretiyor?

Aşkı ve hikmeti. Alem, köpük köpük aşk ve hikmetten geliyor. Burada mana, herşeyin kalbi oluyor. Dolayısıyla böyle bir şeyle karşılaştığımız zaman kalbimiz renk ve mana doluyor. Bugün modern dünyada vaz edilen pozitivist kıymetlerin tarafsızlığına karşı tam aşk dolu, sevgi dolu bir aleme taşınıyoruz. Bu da ruhumuza şifa oluyor.

• Füsus'a dönersek, Şeyh-i Ekber bunu nasıl anlatıyor?

Son bölümünde, son hikmetin Efendimiz Hazret-i Muhammed'in(sav)hikmeti olduğu anlatılır.. Bu bölüm aşktan söz ediyor, pure olarak. Kişinin karşı cinse karşı sevgisi mecazi aşktır, bu aşk, ötekine duyulan aşk, insanı mutlaka, sonsuza götürür, Füsus'un son bölümünde bu anlatılıyor. Bu da kuşkusuz hikmettir. Tasavvuf deneyimseldir, yani bir yaşantıdır. Masa başında, kitapla, okuyarak ulaşılabilen bir şey değildir. Bir haldir. Bir felsefi veya bilimsel sistemi, yani kavramlar üzerinde gezinerek edindiğiniz şeyi, bir Allah dostu bana şöyle anlattı : "Kitaplar, sadece ve sadece çeşmenin tasviridir, resmidir. O suyu içmek istiyorsan, onların tümünü yaşaman, iç yaşantı itibariyle içinde gezinmen gerekir." Hazret-i Şeyh, alemi anlatırken o alemin içinde aşkla cevelan etmiştir kendisi. Yani kendi nefsine mal etmiştir o alemi. Bu, bir felsefi sistem değildir, dışardan bakılan bir şey değildir, içselleştirdiği bir şeydir o alem, tamamen Hazret-i Şeyhin. Bu yüzden sufiler, "ancak yaşayan, tadan bilir" derler, okuyan bilir demiyorlar.

• Bunun modern zamanların insanına bakan yönü nedir?

İnsan unutuş halinde. Maddeötesini reddediyor, bu unutuş halidir. İşte böyle bir zamanda nefisler çok hasta. Aslında, insan nefsi doğası gereği, fıtri olarak hastadır. Sufiler şöyle der : "İnsan nefsi, dünyaya düştüğü andan itibaren ve düştüğü için hastadır." Neden? Çünkü ilahi alemden kopmuştur. Bu yüzden nefis hastadır. Bir de unutuş haline geçtiği zaman, bu hastalık son sınırına varıyor ve psikozlar, nevrozlar oluşuyor. Yetişme çağımızda, ilahi değerler, hakiki değerler, ruhun sahip olmak istediği has değerler, karşılığı ruhta olan şeyler bize verilmezse, sıkıntı ve felaketlerimize de mana veremez hale geliyoruz. Çok manasız bir dünyada yaşıyor ve yabancılaşmaya uğruyoruz. Psikozların, nevrozların kaynağı budur diyor psikolog Ericson. Biliyorsunuz çağımızda, edebi eserler moderniteden afet olarak söz ediyor. Bu anlamsızlık çukurundan dolayı Camus veba olarak mecazlaştırıyor moderniteyi, Kafka böcek biçiminde anlatıyor. Modern hayatta yaşanan büyük korku, o gizil korku mesela Hitchok'un yapay bir korku filmi gibi gözükse de Kuşlar'da da bu anlatılır. Modern dünyanın dehşet verici yanı, bunun gibi bir çok mecazla anlatılmıştır. İşte bütün bu karamsar, kötümser ve karanlık mecazlara karşı, bir letafet, bir ışık, sükunet ve şifa dünyası Hazret-i Şeyh'in, sufilerin anlattığı dünya. Bunu, Hazret-i Şeyh'in manevi babası Abdulkadir Geylani hazretlerinde de bulabilirsiniz. Şimdi bizim içinde yaşadığımız medeniyet dairesi, modern zamanlarda çok değerli bir görev üstleniyor. Çünkü yüzyirmidört bin peygamberin, sayısız evliyanın mirasını devr almış durumdayız. Bu mirası inkar etmemiz mümkün değil. İstesek de istemesek de böylesi bir geleneğin izlerini taşıyan bir medeniyet dairesinin mirasının üzerinde yaşıyoruz. Bu, bir bakıma bizim herşeyimizi şu ya da bu düzeyde belirliyor, en azından etkiliyor veya değerliyor. İşte böyle bir hazine var elimizde.

• Batı nasıl bakıyor bu manevi mirasa?

Batı dünyası, araştırıcı olduğu için yani bilimsel anlamda herşeyi araştırdığı gibi, bunu da araştırmanın konusu yapabiliyor. Yani bir anlamda bir araştırma nesnesi biçiminde algılıyor Doğunun sahip olduğu anlam hazinelerini. Fakat bu hazinenin başka bir özelliği var. Batın ilmi veya ilm-i ledün denilen gizli ilimler, manevi ilimler ki, bunu teorik düzeyde almak çok güç. Zahiri ilimler inançlı olsun inançsız olsun herkese açıktır. Fakat Peygamber ilmi, ilm-i ledün denilen o mana ilmi ki, onu ancak kalbe doğan manalarla ifade edebiliyoruz. Hatta bir noktadan sonra ifade edilemiyor, sessiz bir şekilde yaşanıyor, bir feyz halinde, bir ışık halinde.

• Buna ulaşmanın yolları tümüyle kapalı mı bu zamanda?

Değil sanıyorum. Sufiler manevi ilimlere sahip olabilmenin yolunun Allah ve Resulü uğrunda herşeyden vazgeçmek olduğunu söylüyorlar. Yani Yaratıcı için yok olmayı göze alabilmek gerekiyor. Gaybın gizleri ancak o zaman açılabilir diyor sufiler.

• Tekrar sizin maceranıza dönersek...

Benim maceram çok açık, çok sade bir şey aslında. O büyük maceranın yanında benimkisi bir lütuf, bir açılma hikayesi işte. Ben, naçiz bir okur olarak Füsus'la karşılaştığımda, olağanüstü bir alemin kapısının eşiğinde olduğumu hissettim. Füsus-ul Hikem'in benim yaşamımda yaptığı devrimi biraz olsun dile getirmeye çalıştım. Hakikaten bu kitapların, sufilerin, evliyaların yazdığı bu kitapların, herkesin kendi manevi düzeyine göre istifadeye açık olduğunu söylüyor sufiler. Bir bahçeye giriyorsun, oradaki kıymetli meyvaları kendi kametine göre devşiriyorsun. Ben, kendi naçiz seviyeme göre, hasta bir insandım. Ağır bir psikozum vardı. Şifa arıyordum ve şifayı Şeyh-i Ekber'de buldum. Yani, Allah'ın rahmetini onun kitaplarıyla buldum. Füsus'u şifa niyetiyle okumuştum. Herkes, niyetine göre, bir şeyler bulabilir onda. Füsus'un ingilizce çevirilerinin birinde, Tıtus Burckhardt'ın bir önsözü vardır. Orada şöyle der : "Bir gün Fas'ta, elimde bir Füsus nüshasıyla gidiyordum. Karşıdan bir derviş geldi. Baktı ve tanıdı kitabı. Dedi ki, o kitap senin için çok fazla ileri. Peki dedim ben o zaman ilerlemeye çalışırım, kendimi geliştirir o zaman okurum. O zaman da ihtiyacın kalmaz, dedi derviş. Peki kimler için yazılmıştır bu kitap, diye sordum. Bu kitap, dedi, böyle, duvarların ötesini hiç bakmadan görebilen, bir çok keramete sahip olup da bunu izhar etmeyen kişiler için yani gerçek evliyalar için yazılmıştır." İşte böyle bir yanı da var. Ama, bu sıradan insanın bundan mahrum olması anlamına gelmez. Çünkü, onun bir katresi bile ruha düştüğü vakit inanılmaz yankılar yapıyor.

• Bu manevi özellik sadece Füsus'ta yok sanırım?

Hazret-i Şeyh'in Füsus'u için söylenebilen şeylerin tümü, aslında diğer sufilerin eserleri için de geçerlidir. Bu, muazzam bir bütündür, manevi bir doğanın çeşitli dillerden tezahürüdür. Bu şahsiyetlerin ve eserlerin tümü, birbirini tamamlayıcıdır. Hikmet hikmeti tamamlıyor. Şimdi Füsus'un naçiz bir okur olarak, benim yaşamımda yarattığı devrimi, ben birtakım yazılarımda anlattım. Biraz tekrar oluyor fakat bunu tekrar etmekte bir mahzur görmüyorum. Çünkü gerçekten bu manevi bir mucize veya Hazret-i Şeyh'in bir kerameti. Yüzlerce yıl önce yaşamış birinin eserine, şöyle bir nazar etmenizle beraber bir devrim başlıyor hayatınızda. Bütün kavramlarınızı, bütün bilgilerinizi değiştirme ihtiyacınıza kapılıyorsunuz, müthiş bir tutkuya. Bu tutku, aslında psikozdan muzdarip olan size, yeni bir yaşama amacı veriyor. Yani sizi asıl tutkuya ulaştırıyor. Hayatınızın ciheti tümüyle değişiyor. Ve bu hikmetin kaynağı olan İslam maneviyatının peşine takılıyorsunuz. Yollara düşüyorsunuz.

• Hani demir çarık demir asa gibi bir şey mi?

Tam da böyle. Kapı kapı arıyor, soruyorsunuz, hikmet sahiplerini arıyorsunuz ve sonunda buluyorsunuz. Gerçi aramakla bulunmaz derler ama bulanlar da ancak arayanlardır. Neticede hayatınız tümüyle değişiyor, kavramlarınız değişiyor, yepyeni bir alana geçiyorsunuz, yepyeni bir çevreye giriyorsunuz, dünyayı görüşünüz tamamen değişiyor. Bir de üstelik çok hastaydınız, cayır cayır yanıyordu ruhunuz, hummalar içindeydiniz. Hiçbir şeyiniz, hastalığınızdan hiçbir eser kalmıyor. İşte bu bir mucize bana göre. İşte yaptığı devrim budur, bu az bir şey değil, insan yaşamında.

• Peki bu kaynak kitaplardan öğrenilemezse, nasıl bir yol, bir yordam bulacağız?

Tasavvuf kesinlikle kitaplardan öğrenilemez, o sadece manevi çeşmenin bir resmidir. Peki suyu içmek için insanlar ne yapacak? Benim hayli zamandır zihnimde dolaştırdığım soru bu. Öyle sanıyorum, zamanın sonuna kadar alemde, Allah tarafından vazifelendirilmiş evliyalar bulunuyor. Mürşid sıfatını taşıyan bu Allah dostları, bu manevi iş için hazır bekliyorlar. İnsanların irşadı için vazifeli olarak bekliyorlar. İşte bütün sorun bu adresi bulabilmektir. Bu da ancak ıztırar lisanıyla olur, yani muhtaç olan dua ile, taleple ihtiyacı olan bunu isteyecektir. Bu halde, toprağın susuzluktan çatlak çatlak oluşundaki gibi, Allah rahmet yağmurunu gönderecektir.

• Bu delilik ülkesi nasıl bir yerdir, bildiğimiz anlamda bir delilik mi bu, yoksa...

Bana kendi psikozumla ilgili olarak bir Allah dostu şöyle demişti : "Tevhid eden deli olmaz. Allah diyen mahrum kalmaz." Gerçekten kalben Allah diyen, ihtiyacı olan o hakiki şeyden, hikmet neyse ondan asla mahrum kalmaz. Hazret-i Şeyh'in Füsus'ta sık sık tekrarladığı iki dua var. Biri şöyle : "Rabbim, hakkımda en hayırlısını ver." Tabi biz hayırlının ne olduğunu bilmiyoruz beşeri aklımızla. Bizim için en iyi senaryoyu Allah biliyor. Dilersek, onu uygulayabilir. Şeyh'in ikinci yakarışı ise şudur: "Rabbim bana hayırlı ilim ver, hakkındaki hayretimi artır." Bu, biliyorsunuz Efendimiz'in duasıdır. Yani huşu ve hayretimi artık. Artır ki, Seni daha çok, daha derin olarak bileyim ve Seni seveyim, Senden korkayım. Senden korkayım ki, Senin rızanı tahsil yolunda daha çok çabaya girişeyim. Girişeyim ki, Seninle ilgili olanı, asıl hikmeti bana bağışlaman için, bir yola girebileyim. Ben, naçiz olarak kendi yaşamımda, bu duaların çok faydasını gördüm. Benim, o psikozlu dönemimde, türbe olarak bildiğim bir tek Sarıyer'deki Telli baba vardı. Oraya insanlar ev, iş, çocuk veya eş istemek için giderlerdi. Bir gün ben de, "Rabbim, bana hayırlı ilim ver" diye dua etmek için oraya gittiğimi hatırlıyorum. Çok dua ettim. Zannediyorum bu dualarımı Hazret-i Allah, hiç olmazsa bir kısmını kabul etti. İşte benim delilik ülkem bu dua üzerinde yürüyen bir dünya idi. Şimdi, Allah'ı birleyenin deli olmayacağını kendimde, nefsimde yaşayarak anlamanın o engin huzuruyla doluyum


kaynak: dergibi.com

1298
1. GÖRÜŞME SONRASI

Nereden başlasam sorunlarımı anlatmaya bilemiyorum. İlk olarak bundan önceki yani 2 sene önceden anlatmaya başlamak istiyorum.

2 sene önce hayatımdaki her şey çok kötüydü. Bir sürü ailevi sorunum vardı. Babamı hiç sevmezdim. Çünkü içki içip bize bağırırdı. Sürekli evde kavgalar oluyordu. Hatta bazen babam annemi bile dövüyordu. Bize babalık yapması gerekirken eziyet çektiriyordu. Ve benim hayatıma Hakan diye bir çocuk girdi. Biz onunla sevgili olduk. Babamda bulamadığım sevgiyi onda buldum. Onunla bir seneye yakın ilişkimiz oldu. Daha sonra Hakan’ın istekleri çok farklı yerlere , cinsel anlamda yerlere gitti. Bu da beni huzursuzlaştırdı. Sanki beni kötü bir kız olarak görmeye başladı. Sonra benden istediği şeyleri ben istemeyince benden ayrıldı. Ve bu benim çok zoruma gitti ilk aşık olduğum çocuktu. Ayrıldıktan sonraki akşam ben sürekli arabesk şarkılar dinleyip ağladım. Ve intihar etmeye karar verdim. 2 kutu hap içtim. Annemle kardeşim komşudaydı. Ve ben hapları içtikten sonra annem eve geldi. Benim yüzüm bembeyazdı. Sonra anneme söyledim ben iki kutu hap içtim diye. Hastaneye falan kaldırdılar. Neyse sonra her şey geçti. H.... için intihar ettim ama sonra değmediğini anladım.

Şimdiki hayatıma gelince…

Babam artık çok iyi. İçkiyi bıraktı. Arada sırada annem ile kavga ediyorlar. Ama geçici kavgalar. Ve babamla baba- kız ilişkisi içerisindeyiz. Ama hala babama karşı içimde bir sevgi yok. Ölse umurumda bile olmaz. Çünkü geçmişte yaptığı şeyleri unutamıyorum.

Yine aşk hayatıma gelince yazın haziran ayında hayatıma M.....diye biri girdi. Amerika’da okuyordu. Biz onunla haziran başında tanıştık ver haziranın ortalarında çıkmaya başladık. 19 yaşındaydı. Onunla her şey ilk başlarda çok ama çok güzeldi. Sanki rüyadaymışım gibiydi. 1 ay sonra Amerika’ya gitti. Sürekli beni arar bende onu arardım konuşurduk. Aramızda hiç kopma olmadı. Amerika’da iki ay kaldı. Ağustosta tekrar geldi. Okulu bıraktı. Sonra onun bir arkadaşı benim eski sevgilimdi. Bu çocuk gitmiş M.......’e  benim hakkımda çok kötü şeyler söylemiş. Hiçbiri gerçek değildi. M......... ilk başlarda bana inanıyordu. Fakat sonra o çocuğa inanmaya başladı ve her şey tepe takla döndü. Ayrılıp barışıyorduk. Bana sürekli küfürler söylüyordu. Daha sonra tekrardan düzelmeye başladı her şey , ben onu çok seviyordum . Sözlenmeyi düşünüyorduk. Ailelerimiz tanışmıştı. (tabi babam hariç) ne bileyim çok ama çok güzeldi. Sürekli onunla beraberdim. 24 saat konuşuyorduk. Sonra beni aldattı ve geldi bana bunu söyledi. Ondan ayrılmadım ama ona olan bütün güvenim gitti. Bu olaydan sonra yine kavgalar küfürler başladı. Oda bana güvenmiyordu. Okuldayken bile derste mesaj atıyordu ona cevap atmadığım zaman yine sen ne b…k yiyorsun diyordu. Ayrılıyordu sebepsiz yere. Ben her gün bu yüzden ağlıyordum. Kollarımı kesiyordum kendime hep zarar veriyordum. Ve 19 aralıkta ayrıldık . Her şey bitmişti. Bir süre bunalımdaydım ve okula gelmedim. Benden ayrıldığı gün 1 senelik çıktığı bir kızla barıştı. Ve bu benim canımı daha da çok acıttı. Ayrıldıktan bir ay sonra beni aradı ve ben seni defalarca aldattım dedi. Bir sürü şey dedi. Benim psikolojim çöktü. Zaten bir yandan F....... hoca ile kavgalarımız vardı. Babamla kavga ediyordum. Her şey üst üste geliyordu.

M.......... beni en son bir ay önce aradı. Tabi ben onu hala unutamadım. O çıktığım kızdan ayrılacağım tekrara benimle çıkar mısın diye sordu bende onu hala çok sevdiğim için kabul ettim. Ve çıkmaya başladık. Ama M.......... yine aynıydı. Okuldan çıkıyordum arıyordu sanki sevgilisi ile değil de köpeğiyle konuşuyormuş gibi konuşuyordu.  Sonra tekrar arıyordu çok güzel konuşuyordu. Akşam oluyordu dışarı çıkıp eve geliyordu. Beni arıyordu. Yine çok kötü konuşuyordu. Geçen gün ayrıldık. msn de konuştuk. Biz bu gidişle evleneceğiz hiç kopamıyoruz birbirimizden dedi. Bende çık artık hayatımdan seni unutmak istiyorum , artık acı çekmek istemiyorum dedim. Beni unutmak o kadar kolay değil ben kendimi sana unutturmam dedi dün ve bugün sürekli beni arıyor. Geçen gün sinirimden yine kollarımı kestim. Kafayı yiyeceğim hatta yedim bile. Ne yapacağımı bilemiyorum. M...... le konuşmayacağım diyorum ama aradığı zaman dayanamıyorum, acıyorum . onu unutamıyorum. 10 ay boyunca beraberdik . ama şimdi yok. Zaten o yok ve bende bitmiş durumdayım. F...... hocadan bahsetmeyeceğim zaten her şeyi biliyorsunuz.şimdiden teşekkür ederim.

 

Y.Ö.                       

 

2. GÖRÜŞME SONRASI


BABAMI HİÇ SEVMEZDİM AMA SİZİN BANA DEDİĞİNİZ ŞEYİ UYGULADIKTAN SONRA ONA KARŞI BİRAZDA OLSA SEVGİ OLDU FAKAT BU DEMEK DEĞİL Kİ ONU SEVİYORUM YİNE AYNI DUYGULAR BESLİYORUM AMA ESKİSİ GİBİ DEĞİL ONA KARŞI TAVIRLARIM DEĞİŞTİ BABAMA SARILDIKTAN SONRA HER HALDE ÖLSE ÜZÜLÜRÜM AMA YİNE BİLMİYORUM
HAYATIMA H..... DİYE BİR ÇOCUK GİRMİŞTİİ BABAMDA BULAMADIĞIM SEVGİYİ ONDA BULDUM DEMİŞTİM AMA BABAMA SARILDIKTAN SONRA ANLADIM Kİ KİMSE AİLENN YERİNİ TUTMUYOR KİMSE AİLEMİZN BİZE VERDİĞİ SEVİGİYİ BİZE VERMEZ DİğER İNSANLAR BİR GÜN VAR ERTESİ GÜN YOK AMA AİLE ANNEM BABAM KARDEŞİM KALICI BELKİ BABAMIN DEĞERİNİ ANLAMAMIŞTIM AMA ŞİMDİ AZ DA OLSA ANLAMAYA BAŞLIYORUM.H.... ŞU AN BENiM İÇiN HİÇ BİR ANLAM İFADE ETMİYOR.
H.......... İÇİN İNTİHAR ETMİŞTİM KENDİME BU ŞEKİLDE ZARAR VERMİŞTİM AMA DEĞDİ Mİ ? ''HAYIR DEĞMEDİİ''İLK İNTİHAR ETTĞİM GÜN GELDİİ YÜZÜNDE SADECE Bİ ACIMA DUYGUSU WARDII BAŞKA HİÇ BİŞE YOKTU NE ÜZÜLMÜŞTÜÜ NEDE PİŞNLIK DUYMUŞTUU FAKAT ANNEMİN FERYATLARII ÇOOK ÜZÜCÜYDÜÜ WE BEN BUNU NİE YAPTIM SANKİİ DEDİM HEP KENDİİ KENDİME SONRA PSİKOLOJK YARDIM ALDIM DAHA SONRA BIRAKTIM..
BEN EN ÇOK ZATEN SİZLE M.........LE İLGİLİ KONUŞMAK İSTİORUM..
DDĞİM GİBİ ÇIKARKEN BANA SÜREKLİİ KÜFÜR EDİYORDUU  BEN ONA KARŞII NE KADAR SICAK KANLI OLSAM BİLE O Bİ KONU OLUODUU BUNU BENİ ÜZEREK BANA HAKARETLER YAĞDIRARAK İÇNDEKİ KİNİ NEFRETİ KUSARAK ÇZMEYE ÇALIŞIODU HATTA ÇZMEYE BİLE ÇALIŞMIODU DAHA ÇOK BATIYORDUU..OKULDA MSJ ATTĞNDA CWP ATAMADĞMDA LAF SÖLÜDUU BEN ONU ÇOK SEWDİĞİM İÇN NE YAPARSA YAPSIN ONDAN KOPAMIODM..
SEBEBSİZ YERE 2 GÜNDE BİR AYRILIODUK ONUN YÜZNDEN KENDİME YAPMADIĞIMU BIRAKMADIM DEĞDİMİİ KNDİMEE ZARAR WERMEM BELKİİ DEĞİMEDİ AMA Bİ ANLIKI SİNİRLE İNSANIN GÖZÜ DÖNÜO KENDİNE ZARR WERİO.BENDE ÖLE YAPIORDUM AMA ŞUAN YOK YANIMDA ONSUZ KALDIM SANKİ BOŞLKTAYIM O YOKKEN AMA EMİNM BEN BUNUDA ATLATICM WE BUNU ÇOK İSTİORM
 
4 AY ÖNCE BENİ ARADII O ZAMN AYRILMIŞTIK 1 AY OLMUŞTUU AYRILALI NORMAL NBR NAPIOSN FALAN DEDİİ WE SONRA SANA BN BİŞE İTİRAF EDİCEM DEDİİ BEN SENİ DEFALARCA ALDATTIM DEDİİ AMA ANLAMADIĞM NOKTAA NE BUNU AYRILDIKTAN 1 AY SONRA BENİ ARIO WE SÖLÜO ANLAMIORM NE YAPMAK İSTİO
ÇIKARKEN ARADIĞII ZAMN  BİLE SEWGİLİSYLE DEİL KÖPEĞİLE KONUŞUODUU SANKİİ BUDA BNM ÇOK ZORUMA GİDİODU O BNA NE KADAR KTÜ DAWRANSA BLE BEN ONA HEP GÜSEL KONUŞUDM HİÇ ÜSTÜNE GTMİODM ÇÜNKÜÜ ONU GERÇEKTEN WE SEWİODM ŞUANDA SEWİORM AMA ESKSİİ KADAR DEİL ...
WEE BNA DÜN OLSUN ONDAN ÖNCE OLSUN BEN SANA KENDİMİİ UNUTTURMICAM DİOO BEN ONA HEP İĞNELİYECİ LAFLAR SÖLÜORM BU ARA AMA BNA HİÇ LAF SÖLEMİO ALTTAN ALIO ÖNCEDEN OSA HEP KÜFR EDERDİ
.GECEN GÜN YNE KOLLARIMI KESTM YAZMIŞTM KESTİĞİM YERLERN İZİ WE ANISI HEP KALIO SONUÇTAA YNE KMSEYE BİŞE OLMUOO NE M.......E NE Bİ BAŞKASINA YİNE OLAN BANA OLUOO WE ANNEME OLUOO ANNM BNİ BÖLE GRÜNCEE ÇOK ÜZÜLÜO ANNM BNM HERŞEYİMİ BİLİR AMA BEN BU ŞEKLDE KENDİME ZARAR WERNCE HERGN AĞLAYINCA ANNMDEE BNLE BERABER AĞLIOR AMA BEN HERGÜN AĞLAMAKTAN BIKTIM ARTK BENDE DİER İNSNLAR GİBİ ÜZLMEMEK AĞLAMAMAK İSTİORM EN ÖNMLİSİ MUTLU OLMAK İSTİORM ÇNKÜÜ BU BENM HAKKIM AMA BEN KÜÇÜKLÜĞÜMDEN BRİ HEĞ AĞLIORM HEP ACI ÇKİORM BIKTIM ARTK ARKAMDA ANNM OLMSA Bİ GN BİLE YAŞAMAYI DÜŞÜNMEM AMA ANNEM BNM HERŞEYİM BABAM 2 GÜN AĞLAR 3 GN AĞLAR UNUTR ARKADAŞLARIMDA AYNIA AMA ANNM UNUTMAAZ EWLAT ACISINI HÇ Bİ ANNE KALDIRAMAS WE BNMDE ZATEN ANNMİ BU ŞKLDE ÜZMEYE HAKKIM YOK UMARIM   HERŞEY DÜZELİR YARDMLARINIZ İÇN TEŞK EDERM.......


1299
Adım ... .../... /1991 tarihinde f....te doğdum.Aileme bir ışık gibi parladım,benden büyük iki ablam varmış ama en büyük olanı doğumundan

5 ay sonra vefat etmiş.Yani anlaşılan iki kızdan sonra gelen bir erkek çocuktum.

Ama bu tek erkek olmanın güzelliğini yaşatmadılar.Yaşatmadılar derken şımartmadılar iyikide şımartmamışlar.Ben doğduğum zamanlar babamın hatlı otobüsü vardı.Yaz sezonlarında da uzun yola giderdi.Gel zaman git zaman okul çağına gelmiştim ve bazı şeyleri anlamaya başlamıştım.Babam küçük bi iş bozukluğu yaşadı ve taksilerde şöförlük yapmaya başladı.O zamanlar hayatımdaki en değer verdeğim kişi dedemdi.5. sınıfın ilk dönem sonunda dedemide çok ani bir şekilde kaybettim.Hayattaki ilk acımı yaşadım.Babamın işleri yoluna girmeye başladı ve yine otobüs aldık.O otobüsü alana kadar içimde hiç birşeye karşı bir sevgi yoktu.Ama o otobüs hayatıma güneş gibi doğdu.Onu temizlemek işlere gitmek bana zevk vermeye başlamıştı.Birde bunun üstüne yaş ilerleyince kullanmya başlayınca daha da bir kamçılandım otobüs sevdasına.Gözüm başka birşey görmüyordu ne okul ne arkadaşlar nede kız arkadaş.Liseyi okumıycam diye kafaya koymustum ama bir kanun değişikliği benim liseye kayıt olmama sebeb oldu.Lise okumayana ehliyet verilmeyecekti.Okula yazıldım arkadaş çevresi güzel ortam güzel ama benim derslerde bile tek düşündüğüm otobüs.Bu konuda iyicede ustalaşmaya başladık zaman geçtikçe.Gece servislerine çıkar olmustum harçlıklarımı biriktirip arabaya yenilikler yapmaya başlamıştım.Otobüsçü olmamı ailem hiç istemezken ben her geçen gün 2 kat daha aşık oluyordum otobüse.Babamı ikna etmeyi başarmıştım otobüsçü olacaktım ama son zamanlarda işlerimiz hiç iyi gitmiyordu.Çalıştığımız firma paramızı vermiyordu.Bu böle 4 ay sürdü paramızı alamadık.Alacaklılar sıkıştırmaya başlamıştı.Babam her geçen gün biraz daha çöküyordu.Ben ise bunların önüne geçmek olayları sırtlanmak istiyordum.Babam bi gece beni aldı ve yola çıktık bana arabanın bilmediğim eksiklerini anlatmaya başladı.Bende hevesle dinliyorum ama babamın bizi yarı yolda bırakacağı aklımın ucuna bile gelmiyor.Muhabbet ilerledikçe birşeyler sezmeye başladım.Ertesi gün okula geldim moralim sıfırdı evin durumunu düşünmeden edemiyordum.Arkadaşlarım yanıma geldi ve neyin var dediler.Bende anlattım babamın durumunu sanki bize veda edecekmiş gibi konuştu felan diye.Arkadaşlarım içimi biraz ferahlattılar saçmalama felan diyerek.O gun her şey çok güsel devam etti eve gidene kadar.Okulda mükemmel derecede eğlenmiştim.Eve doğru yola çıktım ama ilk önce babamın yanına uğrıyacaktım servisi vardı.Gittim servisine 15 dk kalmıştı ve orda yoktu yağmur da yağıyodu.Bende ıslanmıyım burda bekleyerek eve gidiyim dedim.Eve geldiğimde ayakkabılarının  kapının  önünde olduğunu gördüm ve sevindim.Kapıyı açtım içeri girdim karanlık çökmüştü.Babama seslendim ses gelmedi karanlık olduğundan göremedim meğersem karsımdaymıs.Bir iki adım ilerledim ve ayağıma tabüre çarptı ışığı açtım ve o an dünyam başıma yıkıldı.Babam kendini asmıstı bana, bize veda etmişti.Şakağını kontrol ettiğimde malesef ölmüştü ve soğumaya başlamıştı.Kendimi kaybetmeden hemen gerekli yerlere haber verdim kapıyı kapadım ve aşağı indim.Sanki babasını dar ağacında bulan birisi değil de soğuk kanlı bir savcı gibiydim.Buda her halde olayın şoku olsa gerek.Neyse gel zaman git zaman babamın Ölümünden tam 88 gün geçti.Ama sanki daha dün yanı başımdaydı.Bu 88 gün benim hayatımdaki 18 yıla bedeldi.Çok şey öğrendim.Öğrendiklerimin içinde en önemliside kim olursan ol arkanda kim olursa olsun bu hayatta tek olduğumu anladım.Beni okumam için teyzemin yanına gönderdiler, hiç gitmek istemesemde annemi kıramadım.Annem de evli olan ablamın yanına yerleşti.Anlıyacağınız bir anda  hayatın en acımasız tokatlarını yemeye başladım.Önce babamı kaybettım sonra annem ve ablamdan uzak kalmaya başladım ve çevremden koptum.Annemin tek isteği okumamdı ama bende bu zaman kadar hep okumıycam diye hiçbir hazırlık yapmadım.Tek idealim otobüstü.Şimdi teyzemler beni üniversiteye göndermek istiyolar ama ben bana yapılacak olan masrafın boşa gideceğini ve kimseyi bu sıkıntıya sokmak istemediğimi anlatmaya çalıştım ve bunu geçen hafta sizinle konuştuktan sonra başardım.Tek isteğim bir otobüsümün olmasıydı.Ama annem araya kendini koydu ya otobüsçülük ya da ben dedi.Elim ayağım bağlandı bir yanda hayatımın anlamı olan otobüs bir yanda annem vardı.Bende saatlerce oturup düşündüm ve şu karara vardım.Eniştemin yanında çalışıcam.İşleri iyi olan bi dükkanı var ilerde oğlunla bana bir şube açacak bende işlerimi yoluna koyana kadar onun yanında çalışıcam ve sonra o en büyük idealimi gerçeklerştireğim.Ama meslek olarak değil zevk için yapacağım.Hocam sizinle konuştuktan sonra kendimi daha rahat hissetmeye başladım.Geçmişim kısaca bu kadar çünkü genel geçmişim hep otobüs

1300

Terapi Hakkında‏


Hocam merhaba,
 
Hocam ben düşündüm ayda terapi için toplam 200 TL ayırabileceğim.En azından ilk 2 ay süresince.
 
Saatler konusundaki tek kısıtlanmam haftasonları da bazen çalışmam gerekebiliyor. Bu nedenle benim için en uygunu erken saatler. Bunlar dışında benim için terapi konusunda sorun olabilecek başka unsurlar yok.
 
Umarım Sizin için de uygun olur.
Bana telefondan ulaşmanız gerekirse numaram; ...............

İyi Günler.

06 Nisan 2009

1301
Niye ondan nefret ediyorum? Çünkü onun yüzünden hayatımda hiç yaşamadığım ya da yaşamak istemeyeceğim şeyler yaşadım. Zor günler geçirdim hem de çok zor günler. Her şey onun yüzünden. Sorumsuz bir geri zekalının teki olduğu için yaşadım bunları onun yüzünden babasız kaldım. Küçükken ona en ihtiyacım olduğunda o yanımda yoktu , olmadı. Ne mutlu günümde ne zor günümde ne hastalığımda ne sağlığımda o yüzden nefret ediyorum. Herkes babasıyla kol kola yürürken benim  babam yoktu , olmadı. Ondan nefret ediyorum çünkü onun yüzünden geçirdiğim zor günleri hak etmiyorum. Canımı yaktı canım acıyor. Üzülüyorum. Kahrediyorum. Neden ben? Neden başkası değil de ben? ne yaptım acaba? , benim bir suçum var mı?  diye ama annemde de kendimde de bir suç bulamıyorum. Bütün suçu ona yüklüyorum çünkü her şeyi gözlerimle gördüm. Şahit oldum. Hepsine tek tek tüm yaptıklarını hatırlıyorum  her şeyi unutmadım asla da unutmayacağım unutamayacağım çünkü giderken ona ceketini ben verdim çünkü bir taraftan annemin yanında olmak zorundaydım o günden sonra onu görmedim görmek istemedim çünkü ondan bütün yaşadıklarımın intikamını alacağım, tüm yaşananların hesabını verecek yanına asla bırakmayacağım yemin ettim , o beni tehdit ettiğinde” seni annenden ayıracağım kaçıracağım artık annen olmayacak sadece ben varım artık” gibi saçma sapan bir sürü tehditler ve arkasından gelmesi çok doğal krizler , öfke nöbetleri , psikologlar ve en sonunda teşhis kondu “panik atak” . artık her an kriz geçireceğim ,bir yerde yıkılıp kalkacağım diye kendimi soyutladım sosyal hayattan . dışarı çıkmıyorum. Gezmiyorum kimseyle görüşmüyorum sadece okul ve ev başka yok çünkü içim acıyor, yaşadıklarımı hazmedemiyorum bir türlü , isyan ediyorum. Neden ben sorusunu çok soruyorum yıllardır.benim suçumun olduğu pek bir yer göremiyorum., annemi de suçlamıyorum. Onu evden yollarken annem bize sordu gitsin mi diye , ne abim ne de ben bir saniye bile düşünmedik karar verildi gitsin dedik ve çok kısa bir süre sonra annem onu bizim desteğimizle kapının önüne koydu. O günden beri annemden ve benden intikam almaya çalıştı. İlk zamanlar evin elektriğini keserdi. Korkalım da kapıyı açalım diye o da içeri girsin diye ama açmadık. Çünkü annemde bizde kararımız vermiştik. O bu eve bir daha girmeyecekti sokmadık. Bazen beraber zaman geçirmek üzere tüm vaktini kızına ayırmış babalar görüyorum içim acıyor o zaman neden ben diye bir kez daha soruyorum yine aynı sonuç suçlu değilim. Bazen düşünüyorum babalar kızlarını korur mu sever mi yada benim babam beni niye sevmiyor beni niye korumuyor niye yanımda değil niye yok niye babasızım onun hatalarının bedelini niye ben ödüyorum. Maalesef ama ben nasıl bedel ödüyorsam zor günler yaşıyorsam ona da bu günlerimin bin beterini yaşatacağım. O nasıl bizden intikam almaya çalışıyorsa bende alacağım bunların hesabını verecek  yanına kalmayacak . Ha bir de şu kocaman bir saçmalık olan velayet meselesi var neden istiyor benim velayetimi bunca yıl sonra 4 yıl kısa bir zaman mı ne yapmaya çalışıyor . bu da onun intikam hırsının bir parçası mı  yada gerçekten pişman mı . asla onun pişman olduğunu düşünmüyorum. inanmıyorum güvenmiyorum. Onun yüzünden insanlara olan inancımı yitirdim. Güvenimi kaybettim. İnsanlara güvenmiyorum. Güvenmek istemiyorum. Kimseye sırtımı dayamak istemiyorum. Güvenmek istemiyorum çünkü bu kadar zamandır yalnızsam bundan sonra da yalnız olabilirim. Bununla baş edebilir miyim bilmiyorum ama gücüm tükeniyor kalmıyor yoruluyorum hem de çok … BAZEN KENDİMİ SAÇMA BİR ŞEKİLDE ACAYİP BİR ŞEKİLDE KİN DUYGUSUNUN KAPLADIĞINI FARK EDİYORUM. Haklı mıyım haksız mıyım bilmiyorum. Kafam karışık BUNU ŞİMDİYE KADAR HİÇ KİMSEYLE PAYLAŞMADIM BELKİ DE BU YÜZDEN PSİKOLOGLARIN BİR FAYDASI OLMADI BEN KONUŞMADIM ÇÜNKÜ SUSTUM ONLAR KONUŞTU BEN KONUŞMADIM ONLAR KONUŞTU BEN DUYMADIM.  Hala suçluyorum onun savunulacak bir noktası savunulacak. Şimdi karşıma geçmiş bir de mahkemede  ben kızımı istiyorum diyor. Yok öyle bir dünya olmayacak buna izin vermeyeceğim eğer beni ona verirlerse o zaman aklımı kaybedecek kötü şeyler yaparım mahkemeden çıkışta teyzem kendi babasını anlattı. Babasının onu nasıl koruduğunu ne kadar çok sevdiğini anlatıp durdu ama duymadım görmedim çünkü unuttum babalar nasıldır nasıl koruru nasıl kollar ne kadar sever bilmiyorum bilmek istemiyorum artık. Onu yeniden hayatıma sokacağım bunca zaman iyi ya da kötü bu yaşıma

Geldiysem bundan sonra  da idare edeceğim. Teyzem hariç bütün sülalem bana onu hatırlatacak hiçbir söz etmediler benim tek bir sözüme Ankara dan kalkıp geldiler hem de gecenin bir saatinde bana hep destek oldular. Beni korudular. Hem de sonuna kadar. İyi ya da kötü her zaman yanımdaydılar. Yanımda oldular. Onlar hayatta tek varlığım her şeyim kuzenlerim annem abim herkes benim yaramı sarmaya çalıştılar ellerinden geldiği kadarını sardılar ama olmadı bende engelleyemedim. Kendime hakim olamadım. Öfkemi kontrol edemiyorum ses tonumu ayarlamayamıyorum, sinirlendiğim zaman gözüm kimseyi görmüyor, engelleyemiyorum kendimi. Olmuyor. Öfke nöbeti sonrası kriz daha sonra bir sürü ilaç iğne hastane ama gerçekten bunları kimsenin yanına bırakmayacağım ondan intikamımım alacağımnasıl bilmiyorum ama alacağım. Yanına bırakmayacağım. İçimde hakim olamadığım biraz da olmak istemediğim intikam hırsı J hesap sormak sorucammmmmm yanına kalmayacak bırakmıcaammmmm , o hayatına mutlu mesut devam ederken ben burada acı çekiyorsam zor günler geçiriyorsam bunun bir bedeli olmalı , o daha kötüsünü yaşamalı yaşatıcam ona ve karşısına geçip benden daha beter olduğunu seyredeceğim . büyük bir rahatlamayla o zaman tüm acılarım dinmiş olacak her şey bitmiş olacakkkk o günü iple çekiyorum.ama çok yakınnn o gün hayatımın en mutlu günü olacak çünkü tüm acılarım dinecek kötü ve zor günler bitecekkkkJ                             

1302
Genel Tartışma / Eşcinsellik / Eşcinsellik Tedavisi
« : 19 Nisan 2009, 11:27:53 öö »
EŞCİNSEL TERAPİ

Hepimiz dünyaya gözlerimizi açtığımızda bize gülümseyen  gözlerle karşılaşırız. Annemizin kucağında Babamızın ocağında hayata tutunmaya çalışırız. Eğitim sürecimiz küçük yaşlardan itibaren aile bünyesinde gerçekleşir. Aile ortamının sıcaklığında nasıl yemek yeneceğinden, ilişkilerimizi nasıl geliştireceğimize değin sosyal kodlarımız belirlenmiş olur. Sosyal ilişkiler kurma becerimizi ailemizin değerleri ile örtüşerek geliştirmiş oluruz.  Ailenin bireyin kişilik ve kimliğinin gelişimindeki etkisi yadsınamayacak kadar büyüktür. Ailelerin bir kuşaktan diğerine geçiş sürecinde çok sayıda sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik  vb değişimlerde otaya çıkmaktadır.  Toplumsal dönüşümlerin temelleri öncelikle aile içinde şekillenmektedir.  Çocuk için anne sevgi baba ise güven kaynağı olmaktadır. Anne babanın kişilik yapısı psikolojik açıdan sağlıklı ise çocuğun psikolojik yapısında  ona göre olumlu gelişim gözlemlenecektir. Eğer ki anne baba duygu ve düşüncelerinde çatışmaları olan bireyler ise çocuk açısından güvensiz bir ortamda yaşamak kaçınılmaz bir yazgı olacaktır.  Sevginin ve güvenin olmadığı bir ortamda çocuğun kişilik yapısında “güç”lenme olmamaktadır.  Güç dengesi kuramayan çocuğun psikolojik gelişiminde aksamalar ortaya çıkmakta ve çatışmalı bir süreç başlamaktadır.  Anne babasından sevgi ve güven duygusu alamayan çocuklar  bilinçaltı cinsel dürtülerinde anne yada babasına  cinsel imgeler taşımaktadırlar. Psikoterapi süreçlerinin ilerleyen aşamalarında eşcinsel bireylerin yüzleşmelerinde, terapi aynasında görünen, uzak, ilgisiz yada  tersi “ aşırı korumacı “  ebeveynlerin çocuk için gerekli duygusal ihtiyaçları karşılayamadıkları gözlemlenmektedir.Suçluluk duyguları ve kaygılarla hayata tutunmaya çalışan çocuk kendi içinde kendisi ile savaşmaktadır.  Çocuklukta barışı olmayan bu savaşı gençlik çağına kadar çocuk hep keybetmektedir.  Ergenlik döneminde cinsel kimlik kazanma sürecinde kendisi ile çatışması yoğun olarak süren eşcinsel bireyler  başka erkekleri kendilerinden daha güçlü görerek onlara duygusal yatırımlar ve aktarımlar geliştirmektedirler.  Çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar  bedensel tatmin arayışlarına yönelmektedir.  Anne sevgisi ve Baba güveni alamamış eşcinsel birey ruhsal çatışmalarını dindirmek için Güç  kazanmaya çalışmaktadır.  Kendisini suçlu ve değersiz hisseden  kişi bu gerçekle çatışmasını çözümlemek için bilinçaltı bir süreçle fantezi (hayal) kurgularına sığınmaya başlamaktadır.  Kendisinin güçsüz ruhunu;  güçlü sandığı kendicinsinde aramaktadır.  Güçsüz bir erkek olarak güçlü sandığı erkeklere olan duygusal aktarımları belli bir aşamadan sonra erotikleşmektedir. Fantezi dünyasında kendi içindeki barışı olmayan savaştan kendisini kurtaracak  kahramanını bulan eşcinsel birey zihninde kurguladığı erotik oyunlar oynamanın zevki ile hayatta belki de ilk defa bir umut keşfetmektedir.  “Kurtarıcı güç” kendisine yıllardır ihtiyaç duyduğu sevgiyi (anlayış)ve güveni (değer)kendisine verecek inancındadır.  Çocuklukta bilinç gelişiminde yaşanan savaş  ergenlik döneminde bilinçaltında fantezi çözümlemelerle bir barışa dönüşmektedir.  Fantezi yöntemi ile elde edilen bu barışın getirdiği psikolojik rahatlama ile bu “kurtarıcı güc”ü ödüllendirmek için ona erotik yatırımlar yapılmaktadır. Eşcinsel ilişkiler kurma dönemi bu süreçte başlamaktadır.  Eşcinsel ilişkilerde cinsel arzular anksiyete giderme boyutunda olmaktadır. Eşcinselliğin kimliğin yarattığı bunalım ve arayış döneminde tutkular ve arzular  tutunarak, duygusal ihtiyaçları gidermek için “aşk”la başlayan ilişkiler genellikle cinsel birleşme odaklı cinsellikle sınırlanmaktadır.  Zamanla “aşk” mağduru olan eşcinsel bireyler ;    bu fantezi (hayal) “kurtarıcı güc”ün sahteliği “gerçeği” ile yüzleşmek zorunda kalıp  depresif duyguların etkisine girerek sıkıntılı, gergin bir süreç yaşamaktadırlar. Bu ruhsal kavşakta eşcinsel birey bilinçli olarak ya iyileşme arayışı sürecine girecek yada bilinçaltı fantezi çözümlemesinde bu sorunu duygusal arayışlarını baskılayıp sadece cinsel arayışlara indirgeyecektir.  Birinci şıkkı seçen kişiler için başlangıçta heyecanlı fakat daha sonra zor bir süreç başlayacaktır. Kaygılınarak, utanarak  ve belki bir umut diyerek ama umutsuzca bir psikolog kapısını çalmak gerekecektir.   İlk terapide yoğun kaygıları nedeniyle psikologla göz teması kurmaktan kaçınan “danışan”, sürecini yani yıllardır içinde sakladığı sırrını çekinerek ve sıkılarak dili döndüğünce anlatmaya  çalışmaktadır. Zaman zaman gözyaşlarının eşlik ettiği sürecin sonlarına doğru bir rahatlama ortaya çıkmaktadır.  Terapi odasında güven duygusu oluşmuşsa iyileşme sürecine ilk adımlar atılmış olmaktadır.  Çocuklukta yaşanan duygusal yada cinsel travmalar psikologa iyileşme umudu ile anlatılmaktadır. Eşcinsel danışan büyük sırlarını içinde sakladığı ruh kutusunu açar. Yalnızlığını ve sırrını paylaşabileceği terapi limanına sığınmıştır.  Artık onun istek ve irade gemisi  fırtınası ne zaman çıkacağı hiç bilinmeyen bilinçaltı-bilinç okyanusunda yol almaya başlamıştır. Umulan iyi bir yolculuk olması ve  güvenli kimlik adasına çıkmaktır.



http://www.edirnekenthaber.com/yazar.php?id=3041

1303
Merhaba,

Sizinle ilk konuşmamızda bana kendimi çözmem gerektiği ile ilgili bir şeyler söylemiştiniz. Bu tespit, öneri hiç hoşuma gitmemişti çünkü oldukça uzun bir süredir kendimle tanışmaktan zaten kaçıyorum. Şu an kaçacak yerim kalmadı ve yüzyüzeyim her şeyle. Görmek, tanımak, anlamak için cesarete ihtiyacım var. Son bir aydır bir psikologa gitme derdindeyim ama daha binanın önünden öteye geçemedim. Sonuç olarak bana bu tavsiyeyi ilk verene geldim işte…

 

Uzun uzadıya olay örgüleri anlatmak istemiyorum zaten ailemi tanıyorsunuz, kafanızda yaptığınız saptamalarda var eminim.

Yaşadığım şeylerin farkındayım neden yaşadığımı biliyorum ama çözemiyorum. Şu andaki en büyük e temel problemim şu ki, ailem ve arkadaşlarım sorunsuz, mükemmel bir hayatım olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bugüne kadar kimseye güvenip bir derdimi açmış değilim. Bu yüzden yıllardır dert dinleyenim. Artık sadece birilerini çözüm bulmaya çalıştığım, dinlediğim için ailem ve arkadaşlarım olduğuna inandığımı fark ettim. Yalnız kaldığımda sürekli ağlıyorum ama insanlara problemsizi oynuyorum. Bu yüzdende hayatımı sahte hissediyorum. Beynime kazınmış olan “kimse birbirini sevmez, anlamaz” inancından kurtulmak ve var olmak istiyorum.

 

Ben neden kimseye güvenemiyorum biliyorum ama nasıl güvenebileceğimi bilmiyorum…


1304
Yaptığımız anlaşmaya göre ben başımdan geçenleri bütün samimiyetimle anlatacaktım. Sen de bu bilgileri kullanarak hem kendine bende bana faydalı olmaya çalışacaktın. Ben bu işi yüz yüze yapacağımızı hesaplamıştım ama olmadı. Şimdi ses kaydedici al kaydet diyorsun. Bu senin için daha iyi olacak; okuma derdin olmayacak ama bana biraz zor geldi. Ses kaydı benim hakkımda yazının vermediği izlenimleri verebilir sana aslında. Ama ben de kendi kendine konuşan bir deli gibi kayıt işiyle uğraşırsam başarılı olamam diye düşünüyorum. Bence sen bu yazıları oku. Ayrıntı istersen sana sözlü olarak veririm.

 

Son telefon görüşmemizde kızmıştın bana. Zaman geçtikten sonra ancak psikiyatrist sana yardım edebilir demiştin. Bu arada annemle kavgalarımız devam ediyordu. 20 Kasım 2008 Perşembe günü annem bir sürü küfürlü mesajdan sonra, “Yeriz (Yeriniz) genişlesin” diye son mesajını attı ve bir daha mesajlarıma ve çağrılarıma cevap vermedi. Ben yine intihar girişiminde bulunacağını anladığımdan kardeşimi aradım. Kardeşim dersteymiş. Ona komşuyu arayıp bizim eve yollamasını söyledim. “Yolladım. Annem iyiymiş” diye mesaj attı. Saat 13 civarı durumu kötüleşince komşu annemi hastaneye götürmüş ilaç içtiğini bilmeden. Saat 15.45'de de beni aradı; annemin askeri hastanede olduğunu söyledi. Annem doktora “on tane hap içtim” dediği zaman öğrenmiş oda. Ben de iş yerinden izin aldım. Arkadaşla gittik hastaneye. Beni görünce ilk lafı “Muradın (istediğin) oldu mu?” idi.

 

Bu annemin ilk intihar girişimi değil. Küçükken annesinden yağ istemiş ekmeğine sürmek için. O zaman her şeyleri kıtmış. Anneannem vermeyince küsmüş, bacaya çıkmış. Dediğine göre bacadan bir ağacın dallarına ulaşmaya çalışırken bastığı oluk kopunca yere düşmüş. Hadi bu kaza olsun. Gerçi son zamanlarda acaba diyorum bilerek mi atladı ama neyse. Ben doğduktan sonra bir iki kez hamile kalmış. Doğurmamak için duvarlardan atlayarak çocukları düşürmüş. Hadi bunda da ölümü göze almış ama intihar girişimi değil diyelim. Ben ortaokuldayken bir ara üşümeli titremeli bir nöbet geçirdi. Yardıma gelen yengemle amcama, babam “benim ilaçlarımdan içmiştir” diyordu. Orada da ben emin değilim içip içmediğiniden. 2000 yılında teyzesi, kızının üniversiteye bir süre bizim evden gitmesini rica ettiğinde büyük bir memnuniyetle kabul etti. Kız bekar ben bekar. Aramızda bir şey olması mümkün değil ama apartmanda dedi kodu başlamış. Zaten sivaslı bir ailenin hanımı “Bu apartmanda inananlardan kimse yok. Biz ev arıyoruz. Taşınacağız.” deyip duruyordu. Annem kızın davranışlarına kıl olmaya başladı. Ev işlerine yardımcı olmuyormuş. Kardeşimi de kendine benzetmiş. Kardeşim eskiden ona hiç cevap vermezmiş. Şimdi dili uzamış. Hiç beni kıskandığını söylemedi. Depresyona girdi. Kızı evden kovdu. Biz de kızın bazı davranışlarını hoş bulmuyorduk ama arkadaşları ile eve çıkacağı güne kadar sabredebilirdik. Benim şikayetim ter kokusuydu sadece. Annem bizimle kavga ediyordu. Biz de kız olayında haksız olduğunu söyledik kardeşimle. Hemen geçen yaptığı gibi beş on uyku ilacını yuttu göstere göstere. “Hepiniz iyisiniz bir ben kötüyüm.” diye sitem ediyordu. Yıllar sonra eşim için kavga ettiğimizde o zaman da delirdin, kızı evden kovdun gibi laflar ettik. Kızı benden uzak tutmak için kovduğunu, bunu üst kat komşunun kızının uyarısı üzerine yaptığını söyledi. Kadın “Ateşle barut yan yana durmaz” demiş. Ne bilsin barut nemli; kokuyor. :-). Şaka tabi.

 

1996 yılında sıkıntılı lise ve sonrasındaki dersane döneminin ardından Zileye bilgisayar programcılığı okumaya gittimiştim. Bir yıl bir evin bir odasında yalnız yaşadım. Kısıtlı maddi imkanlarla bir yılı bitirdim. İkinci yıl 4 arkadaş (antepli, antepte yaşayan urfalı ve yozgatlı ile ben) bir eve çıktık. O yıl bir kıza aşık oldum. Kız da bizim evin hiç bir masrafına karışmayan 5 inci üyesi oldu. Sadece yatmaya yurda gidiyordu. Ben ona tapma noktasına gelmiştim. Dengem iyice bozulmuştu. Arkadaşların uyarılarına kulak asmıyordum. O da kendi problemleri yüzünden, bizim arkadaş ortamından kopmamak için beni idare ediyordu. Birgün sevgi gösterileri ertesi gün soguk duruşlar 6 - 7 ay böyle geçti. Sonra ben askeri okula girdim o da tam ağır eğitimin ortasında telefonla beni sevmediğini söyleyebildi. Beni sevmediğini biliyordum ama yanımdayken bir türlü söyletememiştim. Korkuyordu her halde ama ben de kadın dövecek biri değildim. Belki kendimme zarar verirdim. Bu arada hiç intihar girişimim olmadı. Sadece artık ölme zamanım gelmiş olsa diye dua ettiğim oldu.

 

Bu ayrılık yüzünden “Ben 30 yaşıma kadar bekar kalırım.” diye bir düşünce doğdu içimde. Bu bir tahmindi ve yaklaşık olarak tuttu. Bazen düşünüyorum acaba ben bu tahminim doğru çıksın diye çaba mı sarfettim de 30'a girerken evlendim. Ama sonra yok diyorum. Zaten kız kısmına aptal, erkeğin iyisinden anlamayan (ben iyi erkektim.), kötü erkeklerin peşine takılan cahil yaratıklar olarak bakmaya başlamıştım. Yani ateş barutu yakamayacak kadar zayıftı 2000'de. Ailemin geçimini sağlamak zorunda kalmam evlilik düşüncemi hep sonraya itti.

 

Ailemin ben memur olana kadar aylık düzenli geliri yoktu. İlk zamanlar almanyadan para yollarlardı biz köyde yerdik. İstanbula taşınınca akrabaların yanında karın tokluğuna çalışıyorduk. Ben lise 1'in ikinci döneminden itibaren başladım dayımın mobilya dükkanında. Orta 1 den lise bir ilk döneme kadar Erzincan merkezde sefalet sürdük. Ondan önceki sefalet günleri köyde geçti. 92 depreminde İstanbul'a, dayıların yanına sığındık. (Yaşadığım bazı olaylar Atatürk'ünkine benziyor. Önceki yaşamımda Atatürk'müydüm yoksa.) Ben yeni evlenmiş küçük dayımın yanında Kartal'da okudum ve çalıştım. Diğerleri Sarıyerdeki dayımın yanında bir eve yerleştiler.

 

1 Kasım 1978'de doğduğumu söylüyor annem. Kimlikte 6 ay kadar erken yazılı. Askere tez gidip geleyim diyeymiş. 1983 yılında ilk senesi kayıtsız olarak ilkokula başladım. Yani yaklaşık 4 yıl 10 aylıkken okula kendi isteğimle okuldaydım. Okula gitmeye hazırlanırken herkesle birlikte acaba sıraya oturunca masaya boyum yetecek mi diye kaygılanırdık. Bir de evde annemin deftere çizdirdiği çizgileri okulun bahçesinde öğretmene gösterdiğim günü hatırlıyorum. Beğenip beni okula çağırmıştı. Annemle babam ayrılmak istiyor. Amcamların evin önünde babam ayaklarımdan annem kollarımdan tutumuş beni çekiştiriyorlar. Bu sahneyi hatırlıyorum en eski anı olarak. Bir de babam köydeki evin ikinci katına beni ve kundaktaki kardeşimi kilitlemiş anneme vermiyor. Ben pencere demirlerinin arasından geçip balkona oradan da aşağıya atlıyorum. O geliyor aklıma. Annem küsmüş beni almış yanına kendi köyüne götürmüş. Babam gelip beni alıyor amca çocukları ile birlikte sünnet ettirmek için. Annem gelemiyor sünnetime. Ben can acısıyla anne anne diye ağlarken köyün kadınları da bana ağlıyor annem orada yok diye. Sünnette yengemin kolunu ısırmışım on yıla yakın izi geçmedi. Sünnetçiyi tokatladığımı da hatırlıyorum.

 

Bir gün babam evin önüne ağaç dikmiş. Ben daha körpeyim. Benden birbuçuk iki yaş iki arkadaş bıçakla ağacın kabuğunu soyuyor. Biri akrabamız hatta. “Niye yapıyorsunuz.” diyorum. “Ağaç çabuk büyüsün diye.” diyorlar. İnanıyorum. Babam görünce soruyor. Anlatıyorum ve tokadı yiyorum. Babamdan bir iki kere tokat yedim iyi hatırlıyorum. Ama annem her fırsatta dediğini yaptırmak için terlikle girişirdi. Bir de yatağı ıslattığım için ot süpürgeyi yakıp pipime, popoma vurmakla tehdit ederdi. Lise 1'e kadar işedim. İlaç ta kullanıyordum. Tofranil 25mg. Eczaneden kendim alırdım ve hep utanırdım. Köyde yatağı ıslattığım zaman annem ikinci katın merdiven korkuluğuna asardı döşeğimi. Güneşe ve bütün köye karşı. Ev yol üstüydü ve herkes benim ortası ıslak döşeğimi görürdü. O zaman da çok utanırdım. Bazen akrabaların evinde annemsiz kaldığım olurdu. Gece kalkıp yatağı ve donumu kurutmaya çalışırdım. Kendimce başarılı oldum sanırdım ama hep anlaşılırdı. Belki çabamdan dolayı taktir edip ses çıkarmazlardı hiç. O gecelerde de sinir krizi geçirir ölmek isterdim.

 

Böyle rastgele konudan konuya atlıyorum. O anda aklıma ne gelirse onu yazıyorum. Sonra tekrar okuduğumda şunu farkediyorum. Bir konuyu anlatmak için başlamışım sonra birden başka konuya geçmişim. Asıl anlatmak istediğim şeyi anlatamamışım. Saçma bir paragraf olmuş. Mesela yukarıda evimizde kalan kız neden ilgimi çekmiyordu onu anlatacaktım bir de baktım başka bir şeyler yazıyorum. Neyse sen kafana takılanları sorarsın ben o konuları daha derinlere girmeye çalışırım. Her şeyi anlatmak istiyorum ama konu bütünlüğü sağlayamıyorum. Şimdi biraz babamın biraz da annemin çocukluğu hakkında duyduklarımı yazayım.

 

Babam aslen aşkaleli. Dedemin sekizinci oğlu, onuncu ve sonuncu çocuğu. 1954'de 2 yaşındayken Erzincanda devlet toprak dağıtıyor diye buraya taşınmışlar. Dedemin en büyük oğulları aşkalede kalmış. Aşkaledeki köy çoğu alevi köyü gibi dağ başında, sünnilerin kolay ulaşamayacağı yerde kurulmuş. Eskiden bir yerde alevi nüfusu arttımı hükümetler oradaki insanları göç ettirirmiş. Daha önce dedemlere devlet Antalyada toprak vermiş, gitmişler beğenmeyip geri dönmüşler diye bir söylenti var. Bir de dedemin Haymana hikayesi anlatılır. Bekarken haymanada zengin bir adamın evinde çalışıyormuş. Oğlu ölen adam dedeme gelinimle evlen benim oğlum ol teklifinde bulunmuş. Dedem kabul etmemiş. Bu hikayalerin doğruluğu tattışılır. İnsanlar olayları genelde abartarak, uydurarak aktarırlar başkalarına. Dinler de bu abartılarla bu hale gelmiştir bence. Babama dönelim. Annem dedemle ninemim birbirlerine hep küs olduklarını söylüyordu. Dedem ninemin abisini dömüş. Ninem de küsmüş. Biz de on çocuk nasıl oldu peki deyip gülerdik. Babamla bebekliğinde daha çok halam ilgilenmiş. Çok sefil bir yaşam sürmüşler. Zenginlerin kapısında beslemelik yapmışlar. Gençlik döneminde babamın garip davranışları fark edilmiş. Askerde çok dayak yediğini anlatır. 3 ay hava değişimi de vermişler. Döndüğünde tarla tapan işlerine girişmiş. Biraz para kazanmış. Ama iyi değilmiş. Evlendirisek düzelir demişler. Amcamla evli olan annemin teyzesi aracılığı ile 16 yaşındaki annemi 25 yaşındaki babama vermişler.

 

Babam annemi kıskanmaya başlamış. Annesi de körüklüyormuş olayları. “Onun yaptığı yemeği yeme seni zehirler.” diyormuş oğluna. Babam dövüyormuş annemi. “Evin etrafında erkekler geziyor, sana mektup veriyorlar. Şu adam beni takip ediyor. Beni öldürecek.” demeye başlamış. Kendisine bir tabanca almış. Gizlenip evin etrafını gözetliyormuş. Amcalarım babamı doktora götürüyorlarmış. Fizik tedavi uygulanıyormuş. Bekarken de İstanbulda Lepa hastanesinde yatmış bir süre. Hastalık azıyor. Annemi dövüp dışarı atıyor. Annem beni alıp babasının evine sığınıyor. Babam sakinleşince bir minibüs tutuyorlar. Köyün büyükleri ve amcalarım annemin köyüne gelip annemi ikna ediyorlar. Babamın köyüne geri dönüyoruz. Bu olayı 5-6 kere yaşadığımı hatırlıyorum


Devamı gelecek...




1305
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#



Merhaba Hüseyin Bey,

Ben .............   bir Oğlum var 13 yasında 13 yıl once evlenip ayrılıdım. Ve bundan dolayı oğlumun piskolojisi ile ilgili görüşmek isterim sizinle.

Oğlum ve ben 13 yıldır tek yasıyoruz babasız büyüttüm. Bundan kaynaklanan bazı sornları görüşmek isterim. Kendisi cok tatlı bir cocuk fakat sorumluluk duygusu olmadığı gibi,dedesiyle sürekli kavga ediyor, korkak bi yapıya sahip.fakat ileri zekalı bir genc olma adayı.10 seans bayka bir pedegogdan terapi aldık 2 yıl ama sonuç yok.Büyümeyi kesinlikle redediyo,en büyük sorunumuz buydu .

 

Okullar acıldıktan sonra size gelmek ve görüşmek isteriz sizi bir arkadaşımın arkadaşı tavsiye etti.Bulursa Hüseyin bey bu soruna cözüm bulur dedi.

 

Başta Allahtan olmak üzere sizden şifa bulacağıma inandığım için bir görüşme talep etmekteyim.

 

En yakın zamanda görüşme ümidi ile insallah

 

Saygılar

28 Ağustos 2008


Sayfa: 1 ... 85 86 [87] 88 89