Meğer o akşam Ahmet Özhan'a davetlilermiş. Binadan çıkınca acele etmeleri bundanmış. Ahmet Özhan'ın eşi erik için "acaba ekşi mi?" diye başta tereddüt etmiş ama tadınca çok beğenmiş. Sevindim.
Hani ben muhafazakar çevrelere eşcinselliğin çözümü konusunda bir şey söylemedikleri için sitem ediyorum ya; Hüseyin Bey de ilk günden beri ısrarla bu sitemimi onlara ulaştırmamı istiyordu. Bir önceki hikayemi yazdıktan sonra, "bu hikayeni onlara ulaştır" demişti. Ben de geçen gün ilk olarak Akit'ten Serdar Arseven'i aradım. "Buyur kardeşim" dedi. İlk olarak Akit'in eşcinselliğe gösterdiği tepkinin haklılığından bahsedip takdir ettim. Ardından istemediği halde bu duyguları içinde taşıyanlardan bahsedip tedaviden bahseden yayınlar yapılmasını talep ettim. Ben anlattım, o sadece dinledi. Üç dakika boyunca konuştum, konuştum; adam iki saniye soluklanmamı fırsat bilip "tamam kardeşim hadi iyi akşamlar" dedi ve telefonu kapattı.
Şaşırdım. Üzüldüm ve sinirlendim. Sitem dolu bir mesajla birlikte hikayenin linkini yazdım gönderdim. Bakmaya tenezzül ettiğini sanmıyorum ama yine de ben göndermiş oldum. Durumu Hüseyin Bey'e aktarınca "Serdar Arseven siyaset adamı! Sen Abdurrahman Dilipak'a ulaş" dedi. Telefon numarasını buldum ve bir akşam aradım. Bir bayan çıktı,
-"Abdurrahman Bey şu an programda yalnız!” dedi.
-"Peki. Ben daha sonra arayayım o zaman."
Ertesi gün öğleden önce aradım:
-"İyi günler."
-"İyi günler. Buyrun"
-"Müsait misiniz?"
-"Şu an bir yemekteyim. Çok fazla müsait değilim."
-"Anladım. Ben daha sonra arayayım o zaman."
-"Sms atabilir misiniz konuyu?
-"Peki. Öyle yapayım."
Konu nedir, ne değildir, ne olmalıdır nasıl davranılmalıdır uzunca bir (hatta sığmadı, birkaç) sms yazıp en sonuna da hikayemin linkini yazdım ve gönderdim. İstiyorum ki, şu eşcinsel evlilik meselesi de gündemdeyken tedavi yolları yazılsın çizilsin! Bir kaç gün köşe yazılarını takip ettim ama yok, yazmıyor. Bir yandan da eşcinsel evliliği destekledikleri için BDP ve CHP'ye yüklenmekle meşguller. Ama yine çözümden bahsedilmiyor.
-Eşcinsellik günahtır sapkınlıktır çarpıklıktır ahlaksızlıktır, aile yapımız çöküyor, CHP ve BDP'ye yuh olsun, vs vs..
-Tamam bunları ben de kabul ediyorum. Peki ben istemediğim halde bu duyguları içimde taşıyorum. Bunun tedavisi yok mudur? Ne yapayım ben şimdi? İntihar mı edeyim? Ama o da günah... Bunun tedavisinden niye bahsetmiyorsunuz? Hani İslam her derde devâ idi?
-.....!...!..
Cevap yok. Verilecek cevap olmaması bir tarafa, cevap vermeye tenezzül etmek yok!
Bir kaç gün sonra Abdurrahman Dilipak'a "Bahsettiğim konuda bir kaç satır da olsa bir şey yazsanız? Çünkü konu hakikaten önemli ve çözüm namına hiç bir şey söylenmiyor." diye sms attım. Bugüne kadar hiç bir ses çıkmadı!
Peki ben bunun yazılmasını çizilmesini niye bu kadar çok istiyorum? Meşhur olmak için filan mı? Bu konuyla gündemde yer almayı istediğimi iddia etmek çok gülünç olur. İstiyorum ki, hiç bir şey yapmasalar bile en azından "tedavisi var" yazsınlar. Ki, benim durumumda olan gençler en azından intiharı filan düşünmesinler. Çünkü ben o aşamalardan da geçtim. "Eşcinsellik lanetlidir, bunun çözümü de olmadığına göre demekki ben lanetli bir insanım, o zaman intihar etmeliyim." Ama intihar da günah. Müthiş bir labirent.. İnsanlar bu böyle düşünmesinler diye uğraşıyorum. "Acaba konu önemsiz, ondan mı böyle davranıyorlar?" diye düşünüyorum; aşağıdan yukarıdan bakıyorum, sağdan soldan dolanıyorum, hayır! Kesinlikle önemsiz değil. Benim durumumda olan, yani kurtulmak isteyip yol bulmaya çalışan en az 50.000 genç var bu ülkede.
"Acaba Hüseyin Bey bunları görmem için mi ilk günden beri ısrarla onlara ulaşmamı istedi?" diye düşünüyorum şimdi. "Olum Alperen! Onların seni kaale alması için bir statün olması lazım. İllaki bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olman lazım. Sade vatandaş Alperen olarak onların gözünde zerrece kıymetin yok." demek içinmiydi acaba? "Bu konunun gündeme gelmesini istiyorsan üniversiteni okuyup belli bir yere geleceksin. Gazetelerde yazılmasını istiyorsan kendin gazeteci olacaksın. Televizyonlarda konuşulmasını istiyorsan kendin televizyoncu olacaksın." demek içinmiydi? "Bu hayatta kimsenin kimseye faydası yok. Güçlü olmak zorundasın!" demek içinmiydi acaba? Allah kuluna kafidir azizim! Kuldan bir şey beklememek lazım.
Tamamen yabancı olduğum bir dünyanın insanı, Helin Avşar gelip bizlerle röportaj yapıyor; bizim dindarlar meseleyi halının altına süpürmeye gayret ediyor. Gerçi Fatih Altaylı o röportajı yayınlayamadı ama en azından Helin Avşar üzerine düşeni yaptı, takdir ettim.
Biz adamları "Ooo ne güzel insanlar, halktan, halkın sorunlarıyla ilgililer, Allah yolundalar" filan diye okuyoruz. Ama statün olmadan bir hiçsin. Ye kürküm ye.. Bunu fark ettiğim iyi oldu. Ben bir şey daha fark ettim: "Bilmiyorlar!" Senelerdir yazılarını kutsal metin gibi okuduğum, konuşmalarını kesin doğru gibi dinlediğim insanlar bu konuda hiç bir şey bilmiyorlar. Onlar bilmiyor ve ben biliyorum. Bu durum özgüvenim için iyi oldu. Koskoca hocalar "günah" deyip kenara çekilmeye alışmışlar, konuyla ilgili Lut Kavmi'nden başka bir şey bilmiyorlar. "Nasıl kurtulurum" diye soruyorlar hocaya; "namazını ihlaslı bir şekilde kıl geçer" diye cevap veriyor. Oysa namaz kılmakla geçmez. Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. Mesela gidip bir erkekle yatmanızı engeller. Ama içteki hissi yok etmez. Ben beş vakit namazında birisi olarak biliyorum ki; 24 saat alnımı secdeden kaldırmasan da ekstradan bir şey yapmadan bu sorun çözülmez. Dua edersin düzelmek için. Ama beraberinde somut yöntemleri de denemeden duan nasıl kabul olsun? "Deveni bağla, sonra tevekkül et" buyurur Hz. Peygamber.
Geçen gün Milat Gazetesi yazarı İsa Tatlıcan ile görüştüm. O diğerleri gibi yapmadı, dinledi, kendi fikirlerini söyledi, 20 dakika kadar konuştuk. Bu yönden mutlu oldum. Hakikaten bayağı vakit ayırdı ama yine bir mesafe kat edemedik.
-"Bu iş benim köşe yazmamla çözülecek mesele değil. Bir sosyal proje gerekiyor."
Ya siz üzerinize düşeni yapın en azından. Bir etkisi olacağından kesinlikle eminim ama velevki hiç etkisi olmasın! En azından siz üzerinize düşeni yapmış olursunuz. Hz. İbrahim'in ateşine şu taşıyan karnca gibi.. Hiç bir etkisi olmasa bile safınız ve duruşunuz belli olmuş olur.
-"Konu hakkında benim de çok fazla bilgim yok. Nasıl olur, neden olur hâlâ düşünüyorum."
Ya ben diyorum ki, en azından "tedavisi var" yazın. Hiç olmazsa bu kelime geçsin bir cümlede. Gönül ister ki terapi aşamasında olan ve terapi görmüş olanlarla, bu konunun uzmanlarıyla röportaj filan yapılsın. Tedaviyi tam teçhizatlı anlatan yayınlar yapılsın. Ama artık bundan geçtim. En azından "tedavisi var" deyin, tamam.
-"Konu kafamda tam oturmuş değil ama alakasız değilim" dedi. "Tarlabaşı" isimli bir belgesel çekiyormuş ve belgeselde 4 tane travesti ile konuşmuş. Bununla ilgili değilim işin açığı. Onlar hallerinden memnun olan insanlar. Yeni Şafak'tan Hidayet Tuksal ve Taraf'ın travesti yazarı Esmer Ay'a ulaşmanı tavsiye etti. Hidayet Tuksal tamam da, Esmer Ay ile ne görüşeyim ki? Travestiliği içine sindirmiş birisi beni anlayabilir mi hiç?
-"Bu bir imtihandır. Konu hakkında söyleyeceğim şey; sabredeceksin. Başka yapacak bir şey yok."
Ahh! Sabır kavramımız ne kadar da yanlış! Sabır; oturup felaketlerin bir silindir gibi üzerimizden geçmesini beklemek, geçerken de sesimizi çıkartmamak değil ki! Sabır; felaketlerin def'i için elimizden gelenin en iyisini yapmak, sonucunu Allah'a bırakmak ve bu süre içinde Allah'a kesinlikle isyan etmemektir. Hem ben sizi öğüt almak için aramadım ki. Konuya medya ilgisi lazım, bunun için aradım. Görüştüğümüz günden bu yana köşe yazılarını takip ettim ve konuyla ilgili hiç bir şey görmedim. Her şeye rağmen en azından dinledi. Allah razı olsun.
Durup dururken aklıma bir şey takıldı. Acaba fiziksel olarak bana cazip gelen erkeklere bakmalımıydım, yoksa bakışlarımı çevirmelimiydim? İkisi için de hakkı gerekçelerim vardı. Bakarsam, baktıkça o yöne eğilimim daha da artabilirdi. Kendimi zorlayarak bakışlarımı çevirirsem de ondan uzak kaldığım için onu kutsallaştırabilirdim ve daha da cazip gelebilirdi. Dayanamayıp Hüseyin Bey'i aradım ve sordum. El-cevab:
-"Bak yani ne olacak ki? Ama sen burda yine tuzağa düşüyorsun. Farkında olmadan 'ideal erkek tipi nasıl olur?' düşüncesindesin. Niye erkeğe yatırım yapıyorsun ki? Bunu düşüneceğine kafanda 'ideal kız'ı oluştur. Sarışın kumral, zayıf, dolgun, uzun, kısa, esmer, beyaz tenli vs.. Neyse bunun profilini oluştur kafanda ve düşüncelerini buna yoğunlaştır." ..Kesinlikle. İşin açığı ‘evet' veya 'hayır' gibi kestirme bir cevap alacağımı sanıyordum. Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Vaybe! İşte bunu sevdim.
Bir kaç tavsiyede daha bulundu. Mesele erkeklerle ilişkilerimde kuralcı, kızlarla ilişkilerimde alttan alan taraf olmam gerekiyormuş. Kız ile kavga ettim mesela, beş dakika sonra yanına gidip gönlünü almam gerekmiş.
-"Kızlara karşı duygusal, ama güçlü bir erkek görüntüsü ver."
Evet. Konuştuğum kızlara karşı böyle bir görüntüm var zaten. Dertlerini dinliyorum, mantıklı çözüm önerileri sunuyorum ve kendimle ilgili çok detaya girmiyorum. Güçsüz yanımı onlara göstermiyorum. Şu an benim bir adım atmamı, çıkma teklif etmemi bekleyen beş tane kız olduğunu söylesem bana inanırmır mısınız bilmiyorum. Konuşma şekillerini bir görseniz keşke. Anlamamak için aptal olmak gerekir. Ben de aptalı oynuyorum. Bu yönden sorun yok yani. Sorun ne peki? "Korkuyorum".. Bu yüzden fazla yaklaşmıyorum ve bana yaklaşmalarına müsaade etmiyorum. Uzaktan bana hayran olmaları güzel ama çok yaklaşırsam, sevgili olursam sanki ne kadar kof bir insan olduğumu anlayacaklar, "bu muymuş yani" deyip uzaklaşacaklar gibi geliyor. Ya da tam tersi; bana aşırı bağlanacak, ben de ondan ayrılmak isteyeceğim, kızı boş yere üzmüş olacağım. Ya da adımız çıkacak, evlenmek zorunda kalacağız ama biz evlenmek istemeyecegiz.. Yada saçma sapan kız tripleriyle uğraşmak istemiyorum. Bilmiyorum! Nadiren hülyalara daldığım kızların sonradan benden 2-3 yaş büyük olduğunu öğrenmem de bu yüzden herhalde. Evleneceğimden emin olduğum kız ile çıkmak istiyorum. Sonuç her türlü olumsuz çıkıyor çünkü. Felaket senaryolarının biçimi hiç önemli değil, birbirine zıt senaryoları aynı anda düşünebiliyorum. Bir de şu an gözüme kestirdiğim birisi var ya! O yüzden kafam iyice karışık. Ona şu an ulaşamıyorum. Okulun bitmesini bekliyorum...
Güç! Evet, güçlü bir görüntüm var ama güçlü filan değilim. Bazen bu sahte zırhtan feragat edip "Ben güçlü filan değilim. Ben hiç bir halt değilim" diye haykırasım geliyor. Sonra kendime geliyorum... Güç! Söylenecek çok şey var. Bu konuda saatlerce konuşabilirim. Yada size şöyle bir link vereyim, konuşmama gerek kalmasın:
http://www.nebeonline.com/yazi/ama-ben-guclu-olmak-istemiyorum-ki-2340.htmBir de eşcinsel evlilik meselesi vardı değil mi? CHP ve BDP ülkemizin bütün meseleleri hallolmuş gibi buna taktılar bu günlerde.. Hüseyin Bey geçen sene TV5'e konuk olduğunda öngörülerini anlatmıştı. "Önce eşcinsel evlilik meselesi gündeme gelecek, o hallolunca eşcinsellerin evlat edinme hakkından bahsedilecek ve iş gitgide zıvanadan çıkacak" mealinde sözler söylemişti. Haklıymış. İşte ilk aşaması şu an gerçekleşmek üzere... Bir eşcinselin yorumunu hatırladım. "Eğitim seviyemiz düşük olduğu için toplum olarak bunu hâlâ kabullenemiyoruz" demişti. Partiler de aynı noktadan hareket ediyor herhalde. Ne muhteşem tespit. Meğer bunca sene ikinci sınıf bir ülke oluşumuz, eşcinselliği kabullenmeyişimizdenmiş. Nasıl da farkedemedik? Oysa eşcinselliği kabul ettiğimizde eğitim seviyemiz birden zıplayacak ve muasır medeniyetler seviyesine fırlayacağız. Eşcinselliği hâlâ kabul edememişiz malesef. Bir de "Batının ilmini değil, ahlaksızlığını aldık" derler. Demekki tam alamamışız. Çok yazık!
Geçenlerde gece saat 01.00 gibi Hüseyin Bey'in Gökkuşak rumuzlu danışanı Ayşe facebook'tan mesaj atmış. Attıktan 2-3 dakika sonra farkettim. Yazarak muhabbet etmeyi pek sevmem. Arkadaşlarım mesaj attığında genelde cevap vermem ve direkt ararım. Zaman kaybı gibi gelir. Yine aynısını yaptım ve telefondan dönüp aradım. "Gecenin o saatinde 50 dakika boyunca ne konuştunuz?" diye sorarsanız, net hatırlamıyorum. Aklımda kalan tek şey yine erik muhabbeti oldu.
-"Keşke sana da ulaştırabilseydim."
-"Merak etme ben yedim zaten senin eriklerinden.."
Meğer o gün yolda karşılaşmışlar.
Vay arkadaş ne erikmiş be! Bütün İstanbul'u dolaşmış mübarek. Aşk ile yapılan bir işin bereketli olduğunu bilirdim de, bu kadarını tahmin etmemiştim.
Aşk dedim de aklıma geldi. Geçenlerde benim hatunun babası işyerime geldi, ona götürdüğüm eriğin karşılığı olarak cebren ve hile ile 20 TL bırakıp kaçtı. Üzüldüm. Bu nedir yani? "Yaptığın iyiliğe muhtaç değilim" tavrı mıdır? Muhakkak iyi niyetle yapmıştır ama o parayı almayı içime sindiremedim. Cüzdanımın ücra bir köşesine koydum ve onu yedim sayıyorum. Bazen çok ihtiyacım olduğu oluyor ama elim o tarafa gitmiyor. Neyse; benim hatuna pederinden bir yemek ısmarlarız artık.
Hüseyin Bey aradı. Milli Gazete'den aramışlar ve eşcinselliğe dair bir haber yapacaklarını söylemişler. Hüseyin Bey de beni onlara yönlendirdi. Milli Gazete'nin numarasını verdi, oradan Ahmet Açıkay ile görüşmemi söyledi. Aradım ve görüştüm. Uzunca anlattım. Dindarların meseleyi halının altına süpürdüğünü ama konunun hakikaten çok önemli olduğunu söyledim. Dinledi ve hak verdi.
-"Ancak biz şu an eşcinsel evliliğin serbest bırakılmasının sakıncaları üzerine bir haber yapacağız. Sizin söylediklerinize de yer veririz ancak şu an konu başlığımız farklı. Telefon numaranız bizde var, daha sonra sizinle röportaj yapmak isteriz."
-"Peki" dedim. Teşekkür etti, ilgilendiği için asıl ben teşekkür ettim ve kapattık telefonu. Bu konuşmadan hakikaten mutlu olmuştum. Karşı tarafın babacan bir tavrı vardı ve ilgilendiğini belli ediyordu.
Ancak daha sonra düşününce yine aynı noktaya geldiğimizi farkettim. Tamam, eşcinsel evlilik serbestisinin sakıncaları yine haber yapılsın da, tedavi konusu daha öncelikli. Önce elimizdekileri kurtaralım. Tedavi konusunda somut bir şey konuşmamıştık. Bu nedenle Ahmet Bey'i tekrar aradım ve bunları ilettim. O da tedavi konusuyla ilgili zaten bir hazırlıklarının bulunduğunu söyledi. Geniş kapsamlı bir haber yapacaklarmış. Bir ay kadar ugraşacaklarmış bunun için. Sevindim.