Gönderen Konu: PENİS KUYUSU: "ama benim durumumla senin durumun bir değil"  (Okunma sayısı 21104 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle

Birinci hikayeyi yazmadan evvel sitedeki diğer hikayelere bakmamıştım. Yazıp siteye yükledikten sonra hepsini inceledim. Aman Allahım! Biz bu insanlarla aynı şeyleri yaşamış, aynı şeyleri düşünmüş, aynı şeyleri hissetmişiz. Bir çoğu benim duygularımı benden daha iyi ifade etmiş. Hepimizin ailesi birbirinden klonlanmış sanki. Silik veya aşırı otoriter, kendinden nefret ettiren bir baba tipi, baskın bir anne veya abla figürü.. Çocukken aynı muamelelere maruz kalmışız. Sürekli aşağılanmışız, takdir edilmemişiz, alay edilmişiz vs.. Okudukça kendi durumuma dair bir şeyler daha iyi dank etmeye başladı. Küçükken büyük kuzenlerim beni kız gezmelerine götürürlerdi. Orada erkek yaşıtım olmazdı ve ben mecburen onların konuşmalarını dinlerdim. Beni yanında bulunduranlar hep kadın olduğu için benim kadınsı yönlerimi överlerdi ve o yönümü ön plana çıkartırlardı. Oysa bir erkeğin erkeksi şekilde pohpohlanmaya ihtiyacı vardır. "Aslanım, kaplanım, koçum benim" sözlerine ihtiyacı vardır. Bir de genel olarak şu tespiti yaptım: Bir erkek için 'iyi bir erkek' olmak, iyi bir insan olmaktan çok daha önemlidir. Bir erkeğe "sen iyi bir insan değilsin" dediğinizde belki sizi affeder ama "sen iyi bir erkek değilsin" derseniz sizi affetmez.
Hikayelerdeki diğerlerinin benimle aynı şeyleri hissettiğini, yaşadığını farkedince mutlu oldum. Kendimi garip, tuhaf birisi olarak görmekten bir nebze vazgeçtim. Birebir aynı şeyler:
*Sokaktaki çocuklar top oynarken ben onları vahşi ve kaba yaratıklar olarak algılardım. Onlara benden güçlü oldukları için bir yandan öfke duyar, diğer yandan da hayran kalırdım. Kişi kendi zıddına aşık olurmuş.
*Kavga ederken bir yerim sakatlanacak diye o kadar korkardım ki, küçükken futbol oynayan güçlü erkek figürü, bu sefer kavga ederken benim gözümde güçlüydü. Hem güçlü, hem sempatik, hem de alabildigince itici.
*Özel birisi olduğumu ve insanların sonunda bunu fark edeceğini düşünürdüm. Insanların fark ettiği tek şey ne kadar dengesiz olduğum oldu.
Bir de hikayenin birisinde yazan kişi, hormon testi yaptırdığından ve hormonlarının normal bir erkekten bile daha düzenli çıktığından bahsediyordu. Hormon testi meselesini zihnimde kapatmıştım ama bunu okuyunca tekrar gündemime aldım. Hormonlarımda bir sorun varsa bu yönü de tedavi etmek lazım.
İkinci terapiden sonra sanaldaki eşcinsel dünyasının içine daldım biraz. Baktım gördüm inceledim ve bu dünyayı kesinlikle benimsemedim. Ahlaki açıdan zaten benimsemem ama nefsâni açıdan da midem almadı. Bir erkeğin bir erkeğe "canım, tatlım" diye hitap etmesini aklım, mantığım, bünyem ve midem kaldırmadı. Ben onlar gibi değildim. Bunu görünce mutlu oldum.
Çok tuhaf insanlarla muhattap oldum bu sanal alemde. Adam eşcinsel paylaşımlar yapıyor, eşcinsellerle o tarz sohbetler yapıyor, artık eşcinselliği normalleştirmiş. Profilindeki bilgiler kısmına bakıyorum, "İsrail'i kökten yok etmek için çalışıyor" yazıyor.
-?İsrail'in en büyük silahını yaygınlaştırarak İsrail'i nasıl yok etmeyi düşünüyorsun??
?-Edecem?.
-?En büyük mücahit nefsini yenendir. İsrail önemsiz.?
Cevap yok.. Ne cevap verebilir ki? Adam yaptığının yanlış olduğunun kendisi de farkında ama nefsini yenemiyor.
Bir başkası.. Aktif eşcinsel olduğunu ve halinden şikayetçi olduğunu söylüyor. Bir yandan da gay sayfalarına yazarak sex arkadaşı arıyor. 19 yaşındaymış, Silivri'de oturuyormuş. Tedavi hakkında bilgi veriyorum, "Ya ben tek başıma yapamam sen yardım edersen olur" diyor. Artık maddi anlamda mı destek istedi yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama bunu duyunca kızıyorum: "Silivri İstanbul'un neresinde kalıyor bilmiyorum ama herhalde Mecidiyeköy'den Hatay kadar uzak değildir." diyorum, bir daha cevap gelmiyor. Bu arada gay sayfalarında sevgili aramaya da devam ediyor.


Daha başkaları, "ama benim durumumla senin durumun bir değil" diye ajitasyon yapıyor. Bahanelerin ardına sığınmak ne kadar da kolay. Oysa benim de gitmemek için onlarca bahanem var ve ben hiç kimseye bunları söyleme gereği bile hissetmedim. Çünkü benim hedefim belli, zorluğu her ne olursa olsun bunu aşmaya kararlıyım. Zaten hedefe kitlendiğiniz zaman, beyin o engelleri algılamıyor bile. İnsanlar tembelliklerine üşengeçliklerine bin bir türlü bahane uyduruyorlar. Bu şekilde vicdanlarını rahatlatıyorlar. Önceki karakterim olsa, bunları ne pahasına olursa olsun çekmeye kurtarmaya çalışırdım ama şimdi önlerine seçenekleri koyuyorum ve çekiliyorum bir kenara. Çünkü hayattan edindiğim en büyük tecrübe şu; "kendisi için uğraşmayan insan insan için uğraşmayacaksın." Aksi takdirde yıprandığınla kalıyorsun.
Boş bir dünya. Sohbet ettiğime değen iki insan olmuştu. Birisi Hüseyin Bey?in danışanı Gökkuşak, diğeri CİSED?de terapi görmüş ve iyileşmiş olan Alp. Gökkuşak?ı ben erkek ve eşcinsel sanıyordum. ?Ne kadar süredir terapi görüyorsun?? soruma ?1,5 seneden beri? diye cevap verince bayağı gözüm korkmuştu. Meğerse onun durumu farklıymış ve psikoloji okuduğu için onunki biraz da mesleki konuşmaya dönüyormuş.


Bir önceki hikayemde bahsettiğim kızın babasıyla tanıştım ve samimi olduk. Çalıştığım yere gelip gidiyor. Bizim evin önünde bir kaç tane erik ağacı var. Ondan bahsettiğimde benden erik istedi. Fırsat bu fırsat dedim, "tamam yarın getireyim" dedim. O gün önemli bir işim çıktığı için eve vardığımda saat gece yarısını geçmişti. Ama erik toplamalıydım. Gecenin 01.00'inde aldım elime feneri ve ağaca çıkıp bir sepet kadar erik topladım. Yarısını bir poşete koydum, ertesi gün işyerine getirdim. Erikler hemen arkamda duruyordu. Kızın babası işyerine o gün yine geldi. "Abi ben akşam işten çıkınca eve kadar gidip gelecem, senin erikleri o zaman getirir evine bırakırım. Sen bana telefon numaranı ver, geleceğim zaman evi tarif edersin" dedim ve numarasını aldım. Akşam işten çıkınca da evine gittim. Kapıya kadar gelen birisini içeri davet etmemek ayıp olurdu tabii. Davet etti, içeriye girdim ve birer kahve içtik muhabbetledik. Kız yoktu. Öğrendim ki şehir dışında üniversite okuyormuş. Benden üç yaş büyük olduğunu öğrendim ve ürktüm. Ama 'olsun'du. Pes etmek yok. Ben olduğum yaştan büyük gösteriyorum, o da olduğu yaştan küçük görünüyor. Ruhen de olgun birisi olduğumu düşünüyorum. Yani şu anda basbayağı platoniğim. Okul tatil olunca gelecek ve en azından şansımı deneyeceğim... Evden çıkacağım zaman peder türlü entrikalarla eriğin parasını bana vermeye kalktı ama müthiş bir direniş örneği sergileyerek bu saldırıları her seferinde kahramanca püskürttüm ve oradan tüydüm.
Bu olaydan iki gün sonra İstanbul'a gidecektim. Vakit geldiğinde sepetin diğer yarısındaki eriği de bir poşete koyup uçağa atladım. Neticede 3. terapi için tekrar İstanbul'daydım. Alışmışım artık bu şehire.. Eskisi gibi ürkütmüyor beni.
Hüseyin Bey'in ofisine geldim. Bu sefer daha büyük bir adım atacakmışım gibi hissediyordum. Salonda erikleri teslim ettim. Biraz bekledikten sonra odaya girdik.
Girer girmez;
-?Helin Avşar?ı tanıyor musun?? diye sordu.
-?Tanıyorum. Ne oldu ki??
-?Geçen gün geldi, beş tane danışanımla beraber bizimle röportaj yaptı. Eğer Fatih Altaylı?nın onayından geçerse yarın Habertürk?te yayınlanacak.?
Sevindim.

 Terapiye başladık. Kağıda küçük notlar almıştım. Sormak istediğim bir kaç soru vardı. Yazmayınca her seferinde unutuyorum.
-?Ben hiç normal bir erkek olmadığım için ölçüyü bilmiyorum. Acaba bir erkek için başka bir erkek ot, ağaç, taş, toprak nev'inden bir şey ifade etmez mi, yoksa ufacık da olsa bir nefis kabarması olur mu??
-?Bir erkeği yakışıklı bulabilirsin ama onunla ilgili cinsel fantazi kurmazsın. Normal bir erkeğin ölçüsü budur.?
Aslında bu soruyu daha önce de sormuştum ama o zaman doyurucu bir cevap alamamıştım. Bu sefer tatmin oldum. Aklıma en çok takılan soruyu sordum sonra:
-?Dinde bir kadını hayal etmek günah diye biliyoruz. Ama kadını hayal etmeyince de duygular düşünceler erkekten tarafa kayıyor. Bu ise daha büyük bir günah. Bunun bir orta yolu yok mudur?
-?Günah olan başkasının karısını kızını hayal etmektir. Ama hoşlandığın özellikleri yüklediğin bir kadın profili oluşturursun kafanda ve onu hayal edersin. Bu günah değildir. O da mı olmadı? O zaman hayali bir kadının sadece belden
aşağısını düşünürsün, sadece vajinanın hayalini kurarak mastürbasyon yaparsın. Öyle veya böyle, bir erkeğin mutlaka vajina hayali kurarak erkekliğini beslemesi gerekir. Yoksa penis kuyusuna düşersin ve oradan da mümkün değil kurtulamazsın! Çırpındıkça daha da batarsın."
"Penis kuyusu!" Tuttum bu tabiri! Bizlere "kadın" figürünün aklımızın ucundan dahi geçmesinin haram olduğunu öğrettiler. Doğru anlatılmadığı için zihnimde 'kadın'ı seytanlaştırmıştım. Artık cinselliğe dair bir şey bulduğum kadınlara karşı müthiş bir öfke duyuyordum. Onlara tiksinerek bakmaya başlamıştım. Kadın demek anne, abla, kardeş, hala, teyze, nine demekti. Bu tanımların dışına çıkan kadın şeytandı. Öte yandan erkek figürü masum.. Ne de olsa onunla ilgili dinde çok fazla birşey söylenmemiş.

Al işte! Penis kuyusuna düşmüştüm. Kurtulmak için çırpınıyordum ama hâlâ aynı yanlışta devam ettiğim için gittikçe batıyordum. Ama artık bu yanlıştan döndüm.
Bu terapide kafamdaki güçlü erkek imajınının bir versiyonunu yerle bir ettik. Bu güçlü erkekler, muhabbetlerinde kız, kavga ve futbol dışına çıkmayan ve kendini on plana çıkaran, "o kızla yattım, bu kızla kalktım, kavgada şöyle vurdum, böyle indirdim" diye konuşan erkeklerdi. Yaptılarını hiç bir şekilde tasvip etmiyordum ama bir yandan da "vay be! O kadar kızı kendisine nasıl hayran bırakmış?" diye onu gözümde büyütüp yüceltiyordum ve onun gibi popular olmak istiyordum. Bunun ilk şartının da o kişi tarafından ilgi görmek olduğunu düşünüyordum. X kişi onlarca kızı tavladığı için çok değerli, ama ben X'e bu yaptığının yanlış olduğunu anlatıp bu durumdan vazgeçireceğim, X benim sözümü dinleyip onca kızı bırakacak, hepsinden vazgeçecek veya sadece bir tanesiyle olacak ve bu durumda ben değerli olacağım. Çünkü bir nev'i o kadar kızı bırakıp sözümü dinleyerek beni tercih etmiş olacak. İşte bu erkek profili benim gözümde ulaşılmazdı.
Hüseyin Bey'e bunu anlattım ve bu erkeklerin aslında ne kadar kof olduğunu anlattı:

-"Normal bir erkek tek eşlidir. Bakma sen; bizim dindarlar dini anlatırken konuyu hemen İslam'ın birden fazla evlenmeye izin verdiğinden, dörde kadar yolu olduğundan filan bahsederler. Bu çok adicedir. Bildiğin sahtekarlıktır. Bunun şartlarından, zorluklarından hiç bahsedilmez. Bir erkek eğer her önüne gelen kızla yatıyorsa sorunludur. Bunu övünerek anlatan erkeklere hiç tereddüt etmeden 'sen çocukluğunda hiç tacize uğradın mı?' diye sorabilirsin."
 Düşündüm de, sürekli bu konuda konuşan erkekler sanki bir şeyler ispatlamaya çalışıyorlar. Ya başka hiç bir konudan anlamadıkları için, ya da bu şekilde kendilerinde olmayan bir şeyi varmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu durumun normal olmadığının farkına vardım. Daha önce hayranlıkla izlediğim o erkeklere artık acıyarak bakıyorum.


Şu hormon testi meselesini sordum. "Gerek yok ama için rahat edecekse yaptır." dedi. Belki de benim buna ihtiyacım vardır. Yani içimin rahat etmesine.. Hormon testine, takviyesine filan değil de, doktorun test sonuçlarını önüme koyup; "Bak gördün mü? Sen normal bir erkekten bile daha güçlü, daha düzenli, daha sağlıklısın. Sen normal bir erkekten bile daha erkeksin." demesine ihtiyacım vardır.
Parkinson hastası bir adam! Elleri öyle titriyor ki, titremekten hiç bir şey yapamıyor. Doktorlar bu hastayı beyin ameliyatı yapıyorlar ve bu ameliyattan sonra hastanın titremesi tamamen geçiyor. Ama sonra yapılan bu beyin ameliyatının tamamen sahte olduğu ortaya çıkıyor. Doktorlar hastanın kafasında küçük bir yer açmışlar ve hiç bir müdahale yapmadan burayı kapatmışlar. Hasta da "ben tedavi oldum" düşüncesiyle iyileşmiş.


Benim hetereseksuel erkeklere zaafım var. Gerçi eşcinsel olduğunu söyleyen ve bana o şekilde yaklaşan hiç bir erkekle karşılaşmamıştım ama karşılaşsam da ondan uzak dururdum. Bunu biliyorum. Çünkü ben düzenli bir hayatı olanlara ve güçlü olanlara özeniyordum. Eşcinsel olduğunu söyleyen erkek bir nev?i güçsüzlüğünü itiraf etmiş oluyordu. Çok önceleri bu gücün bana sahip olduğunu hayal ederdim. Yani fantazilerimde onu aktif, kendimi pasif konuma oturturdum. Sonraları bunu gururuma yedirememeye başladım ve kendimi tam tersini düşünmeye zorladım. Bunda başarılı da olmuştum. Kızla ilişki yolunu zaten daha şiddetli bir şekilde kapatmıştım, pasif eşcinsellik yolunu da kapattım, , geriye bir tek aktif eşcinsellik yolu kalmıştı. Yani, yine kontrolü altına girmek istediğim bir güç var ama bu sefer o bana değil, ben ona sahip oluyorum. (Pasiflikten aktifliğe bu şekilde geçiş yapılabiliyorsa, demek ki homoseksüellikten hetereseksüelliğe de bu yolla geçiş yapılabilir. Ki, terapilere başladıktan sonra ben erkekle ilişki yolunu kapattım, kadınla ilişki yolunu açtım. Ve büyük mesafe kat ettim)
Hüseyin Bey sitedeki kendi yazısında eşcinselliğin başlangıcını "kurtarıcıyı ödüllendirme" olarak tanımlıyordu. Yani eşcinsel adayı babasından, çevresinden göremediği ilgiyi alakayı hayalindeki erkekten görüyordu ve bir süre sonra kendisini sıkıntılardan çekip kurtaran bu erkeği cinselliğiyle ödüllendirmek istiyordu. Bende tam bu şekilde olmadı. Ben, bu kurtarıcıyla fiziksel olarak ne kadar yakınlaşırsam o kadar samimi olacağız, ne kadar samimi olursak da derdimi o kadar iyi paylaşacağız diye bir mantık yürütmüştüm. Başlangıç bu şekildeydi. Daha sonraları ben ona sahip oluyordum ve onun gücünden, erkekliğinden faydalanıyordum. Daha doğrusu onun erkekliğini emerek kendi erkekliğime güç katmış oluyordum. Hetereseksüellere aşık olma nedenim de galiba bu. Bir de ben ilgi duyduğum erkekleri sevgililerinden kıskanmazdım. Hatta araları bozulursa hakkaniyetli tavsiyelerde bulunarak ara arabuluculuk yapardım. Ama herhangi başka bir erkekle samimi olmalarını istemezdim. Farkında olmadan aralarını bozmaya çalışırdım. Bunun nedenini hâlâ anlayabilmiş değilim. Tuhaf bir psikoloji.
« Son Düzenleme: 12 Temmuz 2018, 10:29:00 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #1 : 28 Mayıs 2012, 03:04:07 ös »
Kağıda aldığım notlardan yola çıkıp soru sormaya devam ettim. Sitedeki hikayenin birisinden not almışım. Orada Hüseyin Bey danışanına; "Tanrıyı babayı ya da kendini. Bu üçünden birini affetmem lazım." diyordu. Oradan yola çıkarak dedim ki:

- "Benim kendim ile bir sorunum yok. İnsan kendi elinde olmayan hiç bir şeyden suçlu değildir. Bu durumda olan birisi olarak ben kendimi salıvermiyorum ve tedavi olmak için bütün imkanlarımı seferber ediyorum. Allah ile de bir sorunum yok. Bunun bir imtihan olduğunu düşünüyorum. Hem Allah sevdiği kuluna cefa verirmiş ki, kul o sıkıntıları aşıp rabbine ulaşsın, sıkıntıların mükafatını alsın. İki dudağı ile iki bacağı arasına sahip olana cenneti garanti ediyor Peygamber. Melekler binlerce yıl namaz kılar da, insanın yanlışlarla, hatalarla kıldığı iki rekat namaz kadar değerli olmaz. Çünkü meleklerde nefis yoktur, namaz kılmaya adeta programlanmıştır. İnsan ise nefis engelini aşıp kendi iradesiyle ibadet eder. Şu düşman olmamız gereken nefis (ve olumsuzluklar) bizler için aslında o kadar büyük bir nimet ki. Bu yüzden bunu bir nev'i nimet olarak görüyorum.
Hepsi tamam da, babayı affetmem çok zor işte. Hatta imkansız. O sorumlu bir baba olsaydı, babalık bilincinde bir insan olsaydı ben bugün bunlarla uğraşıyor olmazdım. Madem böyle bir baba olacaktı, beni dünyaya getirmeye hakkı yoktu. Getirdiyse de adam gibi bir baba olacaktı."
Sonra konu nerden döndü dolaştı hatırlamıyorum ama, 11-12 yaşlarındayken babamın penisini gördüğümü ve tahrik olduğumu anlattım. Gözlerimi kapatmamı istedi.
-“Ne hissettin?”
-“Net hatırlamıyorum. Babama karşı kesinlikle cinsel zaafım yoktu ama o yaşta cinselliğe dair bir şey bilmediğim için ufacık bir işaret merak salmama yetiyordu.”
-“Mesela 'onunki büyük benimki küçük' gibi bir düşünce oldu mu?”
-“Evet”.
-“Peki baban seninkini görse ne yapardı?”
-“Dalga geçer, küçümserdi. Bu sadece benimle veya babamla alakalı bir durum değil. Çevremde büyükler çocukların cinselliğiyle alay ederler hep.”
-“ Peki şimdi babanın senin penisini gördüğünü ve ‘Afferin oğlum. Benim oğlum büyümüş erkek olmuş, aslan oğlum, kaplan oğlum’ diye sana sarılıp öptüğünü düşün..”
-“Evet..”
-“Ne hissettin?”
-“Mutlu oldum ve erkekliğimi hissettim. Hatta bu sözü bugün dahî duysam büyük tesir eder.”
Sonuç olarak babayı affetmem gerekiyormuş. Önce karşısına geçip "Senin yüzünden ne hale geldim, sen nasıl babasın?" diye güzelce bir içimi dökmem, ardından onunla iletişim kurmam gerekiyormuş. Yanağından makas almam, ensesine hafiften vurmam, şakasına hafifçe ittirmem filan gerekiyormuş. Cilt teması çok önemliymiş çünkü. Erkek çocuk, babası kendisine temas etmedeği zaman o yakınlığı başka erkeklerin vücudunda ararmış. Cilt temâsı... Babamın bana temas etmesiyle ilgili hatırladığım tek şey, yüzümden kıvılcımlar çıkması. Yarım saat boyunca kendime gelemezdim. Tekrarı çok sık yaşanırdı bu sahnenin. Ah Hüseyin Bey! Bana bunları hatırlattıktan sonra o adamı nasıl affetmemi bekliyorsunuz ki?
-"Bunu yapmak senin için gerdeğe girmekten bile daha zor olacak ama yapacaksın, yapmalısın"
Hakikaten çok zor. Affetmek için karşı tarafın bir değişim göstermesi, yaptıklarından pişman olması gerekir. Gerçi şu an üzerimdeki otoritesi tamamen kaybolmuş durumda. Hatta benden çekiniyor. Şu an karşımda eskinin aksine silikleşmiş bir adam var. Ama benim istediğim değişim bu değil. Güç dengesi değiştiği için böyle bir durum ortaya çıktı. Eğer bu güç dengesi eskisi gibi olsa yine aynı davranırdı. Güçsüz ama hâlâ soğuk' hâlâ küçümseyici, hâlâ sinir bozucu bir adam! Mühim olan bu saydığım özelliklerin değişmesidir. Evet, bunu yapmak benim için gerdeğe girmekten daha zor olacak ama başaracağım.


Bir ara Hüseyin Bey dışarı çıktı, yanında benim yaşlarımda bir gençle geldi ve onu karşıma oturttu. Afalladım. Tabiri ne kadar caizdir bilmiyorum ama sanki yatak odanıza bir başkasının girmesi gibi.. Hüseyin Bey ile ilk defa yüz yüze geldiğim zaman da böyle hissetmiştim. Ama bu sefer durum daha kötü. Çünkü karşımdaki kişi hemen hemen yaşıtımdı ve yaşıtlarımın bu konuya bakışı malumdu. Bir dakika kadar sürdü şaşkınlığım. Hüseyin Bey bizi birbirimizle tanıştırdı, kısaca tanıttı ve "haydi birbirinize kendinizi anlatın" diyerek çıktı odadan. Biraz rahatlayınca anlattık hikayemizi.
Ona, 5-6 yaşlarındayken 15 yaşlarında bir akrabası beyaz bir sıvının geleceğinden bahsederek mastürbasyon yaptırmış. O yaşta bir çocuktan meni gelmesi tabii ki mümkün değil, kendini zorlamış, karın kaslarını kasmış, müthiş bir acı... Bu olay onun bilinçaltına yerleşmiş ve bütün hayatını tesiri altına almış. Eşcinsel olmamış ama karşı cinsle ilişkileri hep problemli olmuş. Yani bir kıza aşık olmak değil de, kızın sorunlarına aşık olmak.. Onun için nerede sorunlu bir kız varsa onunla olurmuş. Kız sorunlarını anlatırmış, anlatacak bir sorun kalmayınca da ondan soğurmuş. Zannediyorum bu, kız bütün sorunlarını kendisine anlatınca onu tamamen ele geçirdiğini düşünüp artık cazip gelmeme durumu..

 Üç sene evvel çocukluğundaki olayı Hüseyin Bey'e anlatmış ve o günden sonra ara ara şiddetli karın ağrıları çekmeye başlamış. Çocukluğundaki acının aynısı.. Doktorlar ne olduğunu bilememiş.
Okuduğu bir yazıda, bu tip ağrıların çocuklukta yaşanan bir olayın su yüzüne çıkmasıyla olabileceği yazıyormuş. Sonra (yanılmıyorsam) terapilere başlamışlar ve durum düzelmiş.
Gayet sıradışı! Sitede bunun hikayesini okuduğumu hatırladım.


Sonra Hüseyin Bey girdi, biraz üçümüz konuştuk, diğer arkadaş (rumuz olarak kullandığı ismi bilmiyorum, mesela Murat diyelim) çıktı, bu durum 1-2 defa tekrar etti. Saat 10'da gelmiştim buraya ve saat 14'ü çoktan geçmişti. Yine Hüseyin Bey dışarıdaydı, Murat ve ben vardık odada. Ne git diyen vardı, ne bekle diyen.. Öyle duruyordum. Ne yapacağımı bilemedim. Hüseyin Bey girdi, "ben gideyim" dedim, "dur bekle Mert geliyor, onunla da bir görüş" dedi.
Az sonra Mert geldi ve tanıştık. O da Ankara'dan geliyordu. Mert de kendini anlattı. Aile şekli benimkiyle benzerlik gösteriyor. Zaten daha önce de dedim ya; eşcinsellik sorununu yaşayanların hepsinin ailesi sanki birbirinden klonlanmış. Yanılmıyorsam o da 9 terapiye gelmiş. İlk başladığı güne göre değişim yaşamış o da. Daha önce kızlarla konuşmaya hiç cesareti yokmuş ama geçenlerde hoşlandığı kızla bir elektriklenme olmuş, kız karşılık vermiş, ama Mert çekinmiş. Açıkça söyleyememiş onu sevdiğini. Ondan ders notlarını isteyerek cesur bir adım atmış, kızla iki dakika boyunca öylece kalmışlar, gülümsemişler fakat devamı gelmemiş. Zannediyorum Mert bundan sonra içindeki cesur yönü ortaya çıkarmak için çabalayacak. Mert, Murat, Hüseyin Bey ve ben, dörtlü konuşmalarımız biraz sürdü. Hüseyin Bey bazen çıktı, tekrar girdi.. Sonra Murat ve ben çıktık, Mert ile terapiye başladılar. Yarım saat kadar sürdü. Zaten Mert bu sefer terapiye değil, Helin Avşar ile görüşmeye gelmiş. Ama Helin Avşar röportajı bir kaç gün önce yapmış zaten.

Dışarıya, yani salona çıktık. Hüseyin Bey’in başka bir danışanı gelmişti, onunla görüşüyordu. Mert kendini biraz daha detaylı anlattı. Daha önce narsist kişilik bozukluğu varmış ve bunu Hüseyin Bey ile aşmış. Yani hem müthiş bir özgüven eksikliği varmış, hem de kendini çok önemli, dünyanın merkezi olarak görüyormuş. Psikolojik terimlere yabancı değilim. Narsizmi de duymuştum ama içeriğini bilmiyordum. Çok şaşırdım öğrenince. Bir insan kendini nasıl hem aşağılık olarak görür hem de çok önemli olarak görür anlayamadım bir türlü. İlgi çekici. Araştırmaya karar verdim. Bugüne gelirsek; henüz araştırmadım ama geçenlerde Markar Esayan'ın "Ensest" başlıklı köşe yazısını okudum. Narsizm herhalde o yazıda bahsedilen şey:

“Kendi içine düşen insan... İnsan kendi içine düşerse, onu kendinden başka kim dışarı çıkarabilir ki? Eğer kendi içine düşmüşsen, kendine âşık olursun. Bu en şiddetli ensesttir. İnsan kendisiyle zinaya düşmemeli. İnsanın kendisini iğfal etmesinden bir hilkat garibesi doğar çünkü. Kendini putlaştırırsın. Aşka, dostluğa, ya küçümseyerek bakar, ya da hataları hep başkasında bulursun. O yüzden, ruh ikizleri bekler, içimizde kendi yarattığımız karadeliklere sığınır, kendi yarattığımız yapay karmaşaya aşkın anlamlar yükleyip, onun üzerine ustaca, edebî cümleler kurarız. Olasılıkları sıfırlamak için tüm sofistike tuzakları döşeriz. Sınav yerini bir gün önceden gidip yoklayan garantici öğrenciler gibi, düşeceğimiz tuzakları kendi elimizle kurup, sonra o patikayı ilk kez görüyormuşuz hayretine düşmek bize özgüdür. O tuzağa düşünce feryat ederkenki samimiyetimiz de kimseyi kuşkulandırmaz, asla.”.. Aklıma bu geldi vesselam.

Derken saat 17'yi geçmişti. O gün oradan saat 12 gibi çıkarım diye düşünüyordum. Planlarım vardı. Bunlardan birisi de Alp ile görüşmek idi. Bunu Hüseyin Bey'e söylediğimde,
-"İstersen şöyle yapalım: Buluşma yerine Mert de gelsin, ben de geleyim, ben 20-25 dakika durayım, sonra ben giderim siz kendi aranızda konuşursunuz. Ne dersin?"..
-"Ooo hakikaten süper olur." dedim. Ama nasip değilmiş, olmadı.
Sonra millette çıkma hazırlıkları başladı. O esnada kapı çalındı ve Murat'ın bir arkadaşı geldi. Hüseyin Bey'in erikten Murat ve arkadaşına birazını paylaştırdığını gördüm. Dördümüz beraber binadan çıktık. Hüseyin Bey, Murat ve arkadaşı "Sizi yalnız bırakacağız ama burda ayrılmamız gerekiyor, acil bir yere gideceğiz" dediler, vedalaştık ve ayrıldık. Mert ile ikimiz kalmıştık.

Benim uçak saatime daha çok vardı, Mert ise otobüsle gidecekti, onun için saat önemli değildi. Önce beraber 20 dakika mesafedeki camiye gittik ve ikindi namazlarımızı kıldık. Ben farzlayıp çıktım, Mert biraz daha uzun kıldı. Onu beklerken telefon çaldı, yabancı bir numara arıyordu. Açtım, bir bayan sesi "Merhaba Alperen, ben Ayşe. Tanıdın mı?" dedi. Çıkartamamıştım. Meğerse facebookta konuştuğum, Hüseyin Bey'in 'gökkuşak' rumuzlu danışanıymış. Numaramı Hüseyin Bey'den almış. O da daha az önce Hüseyin Bey'in ofisine gelmiş ama kimseyi bulamamış. Benimle tanışmayı istiyormuş ama o gün onunla tanışmamız da nasip olmadı. Kısmet..
Bu arada Mert camiden çıktı, gidip birer dürüm yedik. Konu hakkında konuşmaya da devam ediyorduk. Mert ve Murat ile tanışırken bir tuhaf olmuştum ama sonradan "iyi ki tanışmışım" dedim. Birbirimize kendimizi o denli açık anlatmak rahatlattı, çok iyi geldi. "Benimle aynı sorunları yaşayan insanlar var, tam karşımda duruyorlar ve bu konuda benim gibi düşünüyorlar. Demekki yalnız değilim" dedim.

Sonra Mert ile otogar otobüsüne bindik. Onu otogara bırakacaktım ve oradan havaalanına geçecektim. Bir ara Mert:
-"Korkuyorum Alperen!" dedi.
-"Neden?"
-"O kadar gidip geliyoruz ama ya başaramazsak? Ya biz de birbirine 'canım, tatlım' diye hitap eden o erkeklerden olursak? Facebookta "Ahmet'in Mehmet ile ilişkisi var" diye durum güncelleyecek noktaya gelirsek?"

Ah kardeşim! "Tereddüt edersen bacakların seni taşımaz ki.. Yürüyeceğim de, bas ve yürü!". Sonunu düşünen kahraman olamaz. Biz şu anımızdan mesûlüz. Elimizden gelenin en iyisini yapıp gerisini Allah'a bırakmakla yükümlüyüz. Tevekkül bunu gerektirir. Başaracağız! Yeis şeytandandır. Şahsen ben üç terapide çok büyük iyileşme yaşadım. Velev ki başaramayalım. En azından Allah bize sorduğunda "Rabbim ben elimden geleni yaptım." deme hakkımız bulunur. Hem bizim bünyemiz böyle bir şeyi kabul etmez ki! Damarlarımıza başka bir gruptan kan enjekte edilmiş gibi olur. Vücudumuz kabul etmez bunu. Ya dışarı atar, ya da kan uyuşmazlığından can veririz. Çünkü senin ve benim aldığımız terbiye, dinimiz, meşrebimiz ve karakterimiz buna asla müsade etmez.

Karıncaya sormuşlar:
-Ne yapıyorsun böyle harıl harıl?
-Dağı kazıyorum.
-Dağı kazıp ne yapacaksın?
-Bir tünel açacağım ve dağın arkasında bulunan Kabe-i Muazzama’ya varacağım.
-Ama bu muazzam tüneli açmaya ömrün yetmez ki...
karınca cevap vermiş:
- Olsun..Hiç değilse onun yolunda ölürüm.

 İlerlerken bir ara aklıma geldi:

-"Keşke eriklerden sen de alsaydın" dedim,

- "Merak etme ben aldım zaten" dedi. Mutlu oldum.

Otogara geldik, vedalaştık ve ben tramvaya binip havaalanına ulaştım. Orandan da uçağa binip memlekete geldim.
2-3 gün sonra Hüseyin Bey yaptığımız telefon görüşmesinde bana:
"Senin erikler kime nasip oldu biliyor musun?" dedi.
-"Kime?"
-"Ahmet Özhan'ın ailesine. Tanıyor musun, hani ilahi söylüyor?"
-"Evet tanıyorum."

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #2 : 28 Mayıs 2012, 03:05:48 ös »
Meğer o akşam Ahmet Özhan'a davetlilermiş. Binadan çıkınca acele etmeleri bundanmış. Ahmet Özhan'ın eşi erik için "acaba ekşi mi?" diye başta tereddüt etmiş ama tadınca çok beğenmiş. Sevindim.


Hani ben muhafazakar çevrelere eşcinselliğin çözümü konusunda bir şey söylemedikleri için sitem ediyorum ya; Hüseyin Bey de ilk günden beri ısrarla bu sitemimi onlara ulaştırmamı istiyordu. Bir önceki hikayemi yazdıktan sonra, "bu hikayeni onlara ulaştır" demişti. Ben de geçen gün ilk olarak Akit'ten Serdar Arseven'i aradım. "Buyur kardeşim" dedi. İlk olarak Akit'in eşcinselliğe gösterdiği tepkinin haklılığından bahsedip takdir ettim. Ardından istemediği halde bu duyguları içinde taşıyanlardan bahsedip tedaviden bahseden yayınlar yapılmasını talep ettim. Ben anlattım, o sadece dinledi. Üç dakika boyunca konuştum, konuştum; adam iki saniye soluklanmamı fırsat bilip "tamam kardeşim hadi iyi akşamlar" dedi ve telefonu kapattı.

Şaşırdım. Üzüldüm ve sinirlendim. Sitem dolu bir mesajla birlikte hikayenin linkini yazdım gönderdim. Bakmaya tenezzül ettiğini sanmıyorum ama yine de ben göndermiş oldum. Durumu Hüseyin Bey'e aktarınca "Serdar Arseven siyaset adamı! Sen Abdurrahman Dilipak'a ulaş" dedi. Telefon numarasını buldum ve bir akşam aradım. Bir bayan çıktı,
-"Abdurrahman Bey şu an programda yalnız!”  dedi.
-"Peki. Ben daha sonra arayayım o zaman."
Ertesi gün öğleden önce aradım:
-"İyi günler."
-"İyi günler. Buyrun"
-"Müsait misiniz?"
-"Şu an bir yemekteyim. Çok fazla müsait değilim."
-"Anladım. Ben daha sonra arayayım o zaman."
-"Sms atabilir misiniz konuyu?
-"Peki. Öyle yapayım."

Konu nedir, ne değildir, ne olmalıdır nasıl davranılmalıdır uzunca bir (hatta sığmadı, birkaç) sms yazıp en sonuna da hikayemin linkini yazdım ve gönderdim. İstiyorum ki, şu eşcinsel evlilik meselesi de gündemdeyken tedavi yolları yazılsın çizilsin! Bir kaç gün köşe yazılarını takip ettim ama yok, yazmıyor. Bir yandan da eşcinsel evliliği destekledikleri için BDP ve CHP'ye yüklenmekle meşguller. Ama yine çözümden bahsedilmiyor.
-Eşcinsellik günahtır sapkınlıktır çarpıklıktır ahlaksızlıktır, aile yapımız çöküyor, CHP ve BDP'ye yuh olsun, vs vs..
-Tamam bunları ben de kabul ediyorum. Peki ben istemediğim halde bu duyguları içimde taşıyorum. Bunun tedavisi yok mudur? Ne yapayım ben şimdi? İntihar mı edeyim? Ama o da günah... Bunun tedavisinden niye bahsetmiyorsunuz? Hani İslam her derde devâ idi?
-.....!...!..
Cevap yok. Verilecek cevap olmaması bir tarafa, cevap vermeye tenezzül etmek yok!
Bir kaç gün sonra Abdurrahman Dilipak'a "Bahsettiğim konuda bir kaç satır da olsa bir şey yazsanız? Çünkü konu hakikaten önemli ve çözüm namına hiç bir şey söylenmiyor." diye sms attım. Bugüne kadar hiç bir ses çıkmadı!

Peki ben bunun yazılmasını çizilmesini niye bu kadar çok istiyorum? Meşhur olmak için filan mı? Bu konuyla gündemde yer almayı istediğimi iddia etmek çok gülünç olur. İstiyorum ki, hiç bir şey yapmasalar bile en azından "tedavisi var" yazsınlar. Ki, benim durumumda olan gençler en azından intiharı filan düşünmesinler. Çünkü ben o aşamalardan da geçtim. "Eşcinsellik lanetlidir, bunun çözümü de olmadığına göre demekki ben lanetli bir insanım, o zaman intihar etmeliyim." Ama intihar da günah. Müthiş bir labirent.. İnsanlar bu böyle düşünmesinler diye uğraşıyorum. "Acaba konu önemsiz, ondan mı böyle davranıyorlar?" diye düşünüyorum; aşağıdan yukarıdan bakıyorum, sağdan soldan dolanıyorum, hayır! Kesinlikle önemsiz değil. Benim durumumda olan, yani kurtulmak isteyip yol bulmaya çalışan en az 50.000 genç var bu ülkede.
"Acaba Hüseyin Bey bunları görmem için mi ilk günden beri ısrarla onlara ulaşmamı istedi?" diye düşünüyorum şimdi. "Olum Alperen! Onların seni kaale alması için bir statün olması lazım. İllaki bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olman lazım. Sade vatandaş  Alperen olarak onların gözünde zerrece kıymetin yok." demek içinmiydi acaba? "Bu konunun gündeme gelmesini istiyorsan üniversiteni okuyup belli bir yere geleceksin. Gazetelerde yazılmasını istiyorsan kendin gazeteci olacaksın. Televizyonlarda konuşulmasını istiyorsan kendin televizyoncu olacaksın." demek içinmiydi? "Bu hayatta kimsenin kimseye faydası yok. Güçlü olmak zorundasın!" demek içinmiydi acaba? Allah kuluna kafidir azizim! Kuldan bir şey beklememek lazım.
Tamamen yabancı olduğum bir dünyanın insanı, Helin Avşar gelip bizlerle röportaj yapıyor; bizim dindarlar meseleyi halının altına süpürmeye gayret ediyor. Gerçi Fatih Altaylı o röportajı yayınlayamadı ama en azından Helin Avşar üzerine düşeni yaptı, takdir ettim.

Biz adamları "Ooo ne güzel insanlar, halktan, halkın sorunlarıyla ilgililer, Allah yolundalar" filan diye okuyoruz. Ama statün olmadan bir hiçsin. Ye kürküm ye.. Bunu fark ettiğim iyi oldu. Ben bir şey daha fark ettim: "Bilmiyorlar!" Senelerdir yazılarını kutsal metin gibi okuduğum, konuşmalarını kesin doğru gibi dinlediğim insanlar bu konuda hiç bir şey bilmiyorlar. Onlar bilmiyor ve ben biliyorum. Bu durum özgüvenim için iyi oldu. Koskoca hocalar "günah" deyip kenara çekilmeye alışmışlar, konuyla ilgili Lut Kavmi'nden başka bir şey bilmiyorlar. "Nasıl kurtulurum" diye soruyorlar hocaya; "namazını ihlaslı bir şekilde kıl geçer" diye cevap veriyor. Oysa namaz kılmakla geçmez. Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. Mesela gidip bir erkekle yatmanızı engeller. Ama içteki hissi yok etmez. Ben beş vakit namazında birisi olarak biliyorum ki; 24 saat alnımı secdeden kaldırmasan da ekstradan bir şey yapmadan bu sorun çözülmez. Dua edersin düzelmek için. Ama beraberinde somut yöntemleri de denemeden duan nasıl kabul olsun? "Deveni bağla, sonra tevekkül et" buyurur Hz. Peygamber.

Geçen gün Milat Gazetesi yazarı İsa Tatlıcan ile görüştüm. O diğerleri gibi yapmadı, dinledi, kendi fikirlerini söyledi, 20 dakika kadar konuştuk. Bu yönden mutlu oldum. Hakikaten bayağı vakit ayırdı ama yine bir mesafe kat edemedik.
-"Bu iş benim köşe yazmamla çözülecek mesele değil. Bir sosyal proje gerekiyor."

Ya siz üzerinize düşeni yapın en azından. Bir etkisi olacağından kesinlikle eminim ama velevki hiç etkisi olmasın! En azından siz üzerinize düşeni yapmış olursunuz. Hz. İbrahim'in ateşine şu taşıyan karnca gibi.. Hiç bir etkisi olmasa bile safınız ve duruşunuz belli olmuş olur.
-"Konu hakkında benim de çok fazla bilgim yok. Nasıl olur, neden olur hâlâ düşünüyorum."
Ya ben diyorum ki, en azından "tedavisi var" yazın. Hiç olmazsa bu kelime geçsin bir cümlede. Gönül ister ki terapi aşamasında olan ve terapi görmüş olanlarla, bu konunun uzmanlarıyla röportaj filan yapılsın. Tedaviyi tam teçhizatlı anlatan yayınlar yapılsın. Ama artık bundan geçtim. En azından "tedavisi var" deyin, tamam.

-"Konu kafamda tam oturmuş değil ama alakasız değilim" dedi. "Tarlabaşı" isimli bir belgesel çekiyormuş ve belgeselde 4 tane travesti ile konuşmuş. Bununla ilgili değilim işin açığı. Onlar hallerinden memnun olan insanlar. Yeni Şafak'tan Hidayet Tuksal ve Taraf'ın travesti yazarı Esmer Ay'a ulaşmanı tavsiye etti. Hidayet Tuksal tamam da, Esmer Ay ile ne görüşeyim ki? Travestiliği içine sindirmiş birisi beni anlayabilir mi hiç?

-"Bu bir imtihandır. Konu hakkında söyleyeceğim şey; sabredeceksin. Başka yapacak bir şey yok."
Ahh! Sabır kavramımız ne kadar da yanlış! Sabır; oturup felaketlerin bir silindir gibi üzerimizden geçmesini beklemek, geçerken de sesimizi çıkartmamak değil ki! Sabır; felaketlerin def'i için elimizden gelenin en iyisini yapmak, sonucunu Allah'a bırakmak ve bu süre içinde Allah'a kesinlikle isyan etmemektir. Hem ben sizi öğüt almak için aramadım ki. Konuya medya ilgisi lazım, bunun için aradım. Görüştüğümüz günden bu yana köşe yazılarını takip ettim ve konuyla ilgili hiç bir şey görmedim. Her şeye rağmen en azından dinledi. Allah razı olsun.

Durup dururken aklıma bir şey takıldı. Acaba fiziksel olarak bana cazip gelen erkeklere bakmalımıydım, yoksa bakışlarımı çevirmelimiydim? İkisi için de hakkı gerekçelerim vardı. Bakarsam, baktıkça o yöne eğilimim daha da artabilirdi. Kendimi zorlayarak bakışlarımı çevirirsem de ondan uzak kaldığım için onu kutsallaştırabilirdim ve daha da cazip gelebilirdi. Dayanamayıp Hüseyin Bey'i aradım ve sordum. El-cevab:

-"Bak yani ne olacak ki? Ama sen burda yine tuzağa düşüyorsun. Farkında olmadan 'ideal erkek tipi nasıl olur?' düşüncesindesin. Niye erkeğe yatırım yapıyorsun ki? Bunu düşüneceğine kafanda 'ideal kız'ı oluştur. Sarışın kumral, zayıf, dolgun, uzun, kısa, esmer, beyaz tenli vs.. Neyse bunun profilini oluştur kafanda ve düşüncelerini buna yoğunlaştır." ..Kesinlikle. İşin açığı ‘evet' veya 'hayır' gibi kestirme bir cevap alacağımı sanıyordum. Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Vaybe! İşte bunu sevdim.

Bir kaç tavsiyede daha bulundu. Mesele erkeklerle ilişkilerimde kuralcı, kızlarla ilişkilerimde alttan alan taraf olmam gerekiyormuş. Kız ile kavga ettim mesela, beş dakika sonra yanına gidip gönlünü almam gerekmiş.
-"Kızlara karşı duygusal, ama güçlü bir erkek görüntüsü ver."

Evet. Konuştuğum kızlara karşı böyle bir görüntüm var zaten. Dertlerini dinliyorum, mantıklı çözüm önerileri sunuyorum ve kendimle ilgili çok detaya girmiyorum. Güçsüz yanımı onlara göstermiyorum. Şu an benim bir adım atmamı, çıkma teklif etmemi bekleyen beş tane kız olduğunu söylesem bana inanırmır mısınız bilmiyorum. Konuşma şekillerini bir görseniz keşke. Anlamamak için aptal olmak gerekir. Ben de aptalı oynuyorum. Bu yönden sorun yok yani. Sorun ne peki? "Korkuyorum".. Bu yüzden fazla yaklaşmıyorum ve bana yaklaşmalarına müsaade etmiyorum. Uzaktan bana hayran olmaları güzel ama çok yaklaşırsam, sevgili olursam sanki ne kadar kof bir insan olduğumu anlayacaklar, "bu muymuş yani" deyip uzaklaşacaklar gibi geliyor. Ya da tam tersi; bana aşırı bağlanacak, ben de ondan ayrılmak isteyeceğim, kızı boş yere üzmüş olacağım. Ya da adımız çıkacak, evlenmek zorunda kalacağız ama biz evlenmek istemeyecegiz.. Yada saçma sapan kız tripleriyle uğraşmak istemiyorum. Bilmiyorum! Nadiren hülyalara daldığım kızların sonradan benden 2-3 yaş büyük olduğunu öğrenmem de bu yüzden herhalde. Evleneceğimden emin olduğum kız ile çıkmak istiyorum. Sonuç her türlü olumsuz çıkıyor çünkü. Felaket senaryolarının biçimi hiç önemli değil, birbirine zıt senaryoları aynı anda düşünebiliyorum. Bir de şu an gözüme kestirdiğim birisi var ya! O yüzden kafam iyice karışık. Ona şu an ulaşamıyorum. Okulun bitmesini bekliyorum...

 Güç! Evet, güçlü bir görüntüm var ama güçlü filan değilim. Bazen bu sahte zırhtan feragat edip "Ben güçlü filan değilim. Ben hiç bir halt değilim" diye haykırasım geliyor. Sonra kendime geliyorum... Güç! Söylenecek çok şey var. Bu konuda saatlerce konuşabilirim. Yada size şöyle bir link vereyim, konuşmama gerek kalmasın: http://www.nebeonline.com/yazi/ama-ben-guclu-olmak-istemiyorum-ki-2340.htm

Bir de eşcinsel evlilik meselesi vardı değil mi? CHP ve BDP ülkemizin bütün meseleleri hallolmuş gibi buna taktılar bu günlerde.. Hüseyin Bey geçen sene TV5'e konuk olduğunda öngörülerini anlatmıştı. "Önce eşcinsel evlilik meselesi gündeme gelecek, o hallolunca eşcinsellerin evlat edinme hakkından bahsedilecek ve iş gitgide zıvanadan çıkacak" mealinde sözler söylemişti. Haklıymış. İşte ilk aşaması şu an gerçekleşmek üzere... Bir eşcinselin yorumunu hatırladım. "Eğitim seviyemiz düşük olduğu için toplum olarak bunu hâlâ kabullenemiyoruz" demişti. Partiler de aynı noktadan hareket ediyor herhalde. Ne muhteşem tespit. Meğer bunca sene ikinci sınıf bir ülke oluşumuz, eşcinselliği kabullenmeyişimizdenmiş. Nasıl da farkedemedik? Oysa eşcinselliği kabul ettiğimizde eğitim seviyemiz birden zıplayacak ve muasır medeniyetler seviyesine fırlayacağız. Eşcinselliği hâlâ kabul edememişiz malesef. Bir de "Batının ilmini değil, ahlaksızlığını aldık" derler. Demekki tam alamamışız. Çok yazık!

Geçenlerde gece saat 01.00 gibi Hüseyin Bey'in Gökkuşak rumuzlu danışanı Ayşe facebook'tan mesaj atmış. Attıktan 2-3 dakika sonra farkettim. Yazarak muhabbet etmeyi pek sevmem. Arkadaşlarım mesaj attığında genelde cevap vermem ve direkt ararım. Zaman kaybı gibi gelir. Yine aynısını yaptım ve telefondan dönüp aradım. "Gecenin o saatinde 50 dakika boyunca ne konuştunuz?" diye sorarsanız, net hatırlamıyorum. Aklımda kalan tek şey yine erik muhabbeti oldu.
-"Keşke sana da ulaştırabilseydim."
-"Merak etme ben yedim zaten senin eriklerinden.."
Meğer o gün yolda karşılaşmışlar.

 Vay arkadaş ne erikmiş be! Bütün İstanbul'u dolaşmış mübarek. Aşk ile yapılan bir işin bereketli olduğunu bilirdim de, bu kadarını tahmin etmemiştim.
Aşk dedim de aklıma geldi. Geçenlerde benim hatunun babası işyerime geldi, ona götürdüğüm eriğin karşılığı olarak cebren ve hile ile 20 TL bırakıp kaçtı. Üzüldüm. Bu nedir yani? "Yaptığın iyiliğe muhtaç değilim" tavrı mıdır? Muhakkak iyi niyetle yapmıştır ama o parayı almayı içime sindiremedim. Cüzdanımın ücra bir köşesine koydum ve onu yedim sayıyorum. Bazen çok ihtiyacım olduğu oluyor ama elim o tarafa gitmiyor. Neyse; benim hatuna pederinden bir yemek ısmarlarız artık.

Hüseyin Bey aradı. Milli Gazete'den aramışlar ve eşcinselliğe dair bir haber yapacaklarını söylemişler. Hüseyin Bey de beni onlara yönlendirdi. Milli Gazete'nin numarasını verdi, oradan Ahmet Açıkay ile görüşmemi söyledi. Aradım ve görüştüm. Uzunca anlattım. Dindarların meseleyi halının altına süpürdüğünü ama konunun hakikaten çok önemli olduğunu söyledim. Dinledi ve hak verdi.
-"Ancak biz şu an eşcinsel evliliğin serbest bırakılmasının sakıncaları üzerine bir haber yapacağız. Sizin söylediklerinize de yer veririz ancak şu an konu başlığımız farklı. Telefon numaranız bizde var, daha sonra sizinle röportaj yapmak isteriz."
-"Peki" dedim. Teşekkür etti, ilgilendiği için asıl ben teşekkür ettim ve kapattık telefonu. Bu konuşmadan hakikaten mutlu olmuştum. Karşı tarafın babacan bir tavrı vardı ve ilgilendiğini belli ediyordu.

 Ancak daha sonra düşününce yine aynı noktaya geldiğimizi farkettim. Tamam, eşcinsel evlilik serbestisinin sakıncaları yine haber yapılsın da, tedavi konusu daha öncelikli. Önce elimizdekileri kurtaralım. Tedavi konusunda somut bir şey konuşmamıştık. Bu nedenle Ahmet Bey'i tekrar aradım ve bunları ilettim. O da tedavi konusuyla ilgili zaten bir hazırlıklarının bulunduğunu söyledi. Geniş kapsamlı bir haber yapacaklarmış. Bir ay kadar ugraşacaklarmış bunun için. Sevindim.
« Son Düzenleme: 28 Mayıs 2012, 03:24:35 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #3 : 28 Mayıs 2012, 03:06:12 ös »
Huh! Sonunda bitmek üzere. Terapiden geleli 15 gün oldu ve ben hâlâ uğraşıyorum. Yazı yazmak için hiç fırsatım yok işin açığı. Tempoyu bir görseniz keşke. Bir saat bile vakit ayıramıyorum. Dolayısıyla bilgisiyar başına oturmaya vakit de yok. Ben de iki tane facebook hesabı açtım, telefondan bunlara girip bir birine mesaj yollayarak yazıyorum. Bir önceki yazıyı da aynı şekilde yazmıştım. Boş her dakikamı buna ayırıyorum. Bazen bir cümle, bazen bir paragraf... Bazen uzunca bir paragraf yazıyorum, acil bir iş oluyor cebime koyuyorum, o şekilde unutuyorum, şarjım bitiyor ve 'yanıtla' seçeneğine basmadığım için hepsi siliniyor, aynı şeyi en baştan alıyorum. Sürekli telefonla oynadığını görenler "Kim bu şanslı kız?" diye soruyorlar. Gülümseyip "Siz hangisini soruyorsunuz?" diye cevap veriyorum. Komik. Daha doğrusu trajikomik. Gülsem mi ağlasam mı? Kahkahalarla ağlamak istiyorum.

Hüseyin Bey ile sadece eşcinsellik konusunda değil, her anlamda değişim yaşıyorum. Bunu hissetmek güzel. Benden yeni bir ben doğuyor. Şu an şiddetli bir doğum sancısı çekiyorum ama değecek. Mesela üniversite konusunda.. Hayata erken atılma isteği var bende. Bu nedenle üniversiteyi zaman kaybı olarak görüyordum. Gidip gelecem, yaş 24 olacak, askerlik filan derken 25 olacak, piyasadan uzak kaldığım için bir düzen kurasıya yaş 30' a dayanacak. Ne gerek var diye düşünüyordum. Bir yandan işimi kurar, diğer yandan üniversiteyi dıştan okurum diyordum. Hüseyin Bey de diyor ki: "Senin mutlaka üniversiteyi okuman lazım. Yoksa sürünürsün. Dıştan mıştan değil, basbayağı normal okuman lazım. Okuyacağın üniversitenin kalitesi çok önemli değil. Tabiiki bir ODTÜ, Marmara Üniversitesi filan olsa daha iyi olur ama şart değil, mühim olan o havayı solumak. Üniversitelilik aşamasından geçmen lazım.”

 Ben de şimdi buna yoğunlaştım. Bir önceki yazımı çok beğenmiş, kalemimin güçlü olduğunu düşünüyor. (Kalemim değil de, telefonumun tuşları diyelim. Alelade bir telefon olsa çoktan çökerdi)


Düşünüyorum da, ben nelerle uğraşıyorum, insanlar hâlâ imkansızlıktan çaresizlikten bahsediyor. Gözünü kararttığın zaman her türlü imkanı buluyorsun kardeşim! Karartamıyorsan da senin için yapacak bir şey yok. Kendisi için uğraşmayan insan için uğraşmak enerjiyi israftan ibarettir.

İman En Büyük İmkandır – Mustafa İSLAMOĞLU

"İmkanım yoktu" deme. Kendine doğruyu söyle. "Üşendim" de…

"Tembellik ettim" de…
"Canım istemedi" de…
"Yapmak içimden gelmedi" de…
Hiç değilse "yattım" de…
Ne dersen de, ama "imkanım yoktu" deme.

Unutma, iman en büyük imkandır. İmanı olanın imkanı tükenmez. Hatta kimi zaman "imkanım yoktu" demek "imanım yoktu" demeye bile gelebilir.

Birileri önüne çıkıp şöyle sorabilir: "Falancanın imkanı var, fakat yapmıyor; nesi eksiktir dersin?"

O zaman diyeceğin bir şey, vereceğin bir cevap yoktur.

İmanın makarrı olan yürek bitimsiz bir güç merkezidir. Göz ferini, diz dermanını, yumruk fermanını yürekten alır. Tıpkı kaslara komuta eden sinir sistemi gibi. Başını dik tutan kasların değil, o kasa komuta eden beynindir. Yumruğunu havaya kaldıran pazuların değil, o pazulara komuta eden beynindir.

Gittinse, ayağın değil yüreğin götürdüğü için gittin.

Gitmedinse, yüreğin yetmediği için gitmedin.

Yaptınsa, elin erdiği için değil aklın erdiği için yaptın.

Yapmadınsa, elin ermediği için değil yüreğin yetmediği için yapmadın.

Gördünse gözün olduğu için, baktığın için değil, gönlün olduğu için gördün. Eğer gözü olan herkes görseydi, bunca "bakarkör"ün varlığını nasıl ve neyle açıklardık? Eğer göz görmenin yegane organı olsaydı, gözü olmadığı halde bir çok göz sahibinin göremediği hakikatleri gören kafa gözü kör, kalp gözü açık yiğidi nereye koyardık?

Görmedinse göz olmadığı için değil, hatta "göz bakmadığı" için değil, "gönül akmadığı" için görmedin. Tıpkı yapmadıklarını gönlün olmadığı için yapmadığın gibi. Tarih bir işe baş koyanların, önce o işe gönül koyduklarının şahididir.

"Yapacaktım ama, kimsem yoktu" deme.

"Kimsesiz" değilsiniz, "kimse, sizsiniz". O ise, sadık yâriniz ve her an yanı başınızda hâzır ve nâzır yardımcınızdır.

Yapacağı işte onu hesaba katmayanlar besmelesizdirler. Besmeleli olanlar, yaptıklarını O'nun sayesinde, O'ndan aldıkları yetki ve güçle, O'nun yardım ve desteğiyle yaptıklarının bilincinde olanlardır.

O, elde var "Bir"dir. Gerisi sıfır olsa ne yazar?

O'nu yanında bilen kimseye muhtaç değildir, O'nsuz olanın kimsesi yoktur.

Görevini yapmak için sağına soluna ve dahi ardına bakanlar, O'nun gözetimi altında olduklarının, O'na karşı sorumlu olduklarının şuurunda olmayanlardır.

"Yürüyeceğim ama, kim gelecek?" deme, sadece yürü.

Yeter ki yürü ve iz bırak. Zamana ve mekana bir soğuk damga gibi vur ayak izini. Yürüyüşünün tanığı olsun bıraktığın izler. Hiç iz bırakıp da izlenmeyen birini gördün mü? Unutma ki iz bırakanlar mutlaka izlenirler.

Hem baksana kendine! Sen, senden önce yürüyen birilerinin izini izlemiyor musun? Bunu ancak yolcu olduğunu unutmayanlar, yolculuğu her şeye rağmen sürdürenler bilir.

Zaten yol dediğin, izlerin icmalinden başka nedir ki?

Yolu yol kılan biraz da senin ve senden önce yürüyenlerin izi değil midir? Zaman ve mekanda var olan tüm yolları, yolcular açmamışlar mıdır? Ve yolun kerameti yolcudan menkul değil midir?

Ve bir de "yapacağım ama, değerinin bilineceğinden umutlu değilim" deme.

Bir kere umut dediğin imanın öz çocuğudur. Çocuğuna kıyan anasını ağlatır. Umuduna kıyma ki imanın ağlamasın.

Etrafına bak, ne kadar umutlu adam varsa, hepsi de bir şeyler yapan, değer üreten, kıymet ortaya koyan kimselerdir. Yani yapanlar umutlu, yatanlar umutsuzdur. Handiyse birinin umuduna bakıp onun "yapanlardan" mı "yatanlardan" mı olduğunu anlayabilirsin.

Hem yatanların umutlu olması hayra alamet değildir, tabi ki yapanların umutsuz olması da…

Değerini kim mi bilecek?

Bu kaygı sahte değerlere yakışan bir kaygıdır. Sahici değerler "Değerim bilinir mi acaba?" diye kaygı duymazlar.

Çünkü onların varlığı ve hâlâ bir şeyler yapıyor olmaları, değerin değerini takdir eden birilerinin her zaman ve zeminde mutlaka varolacağının en güzel isbatıdır.

iletişim: alperengunayy_@hotmail.com
« Son Düzenleme: 21 Eylül 2012, 06:37:22 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #4 : 02 Temmuz 2014, 02:22:25 öö »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #5 : 12 Aralık 2017, 06:02:28 ös »
Bir önceki yazımda kendimle ilgili müthiş bir tespitte bulunmuşum. Hem de o konuda Hüseyin Bey ile hiç konuşmadan! Tebrik ettim kendimi. Düşündükçe kafamda daha iyi yer etti. Evet; benim fobim kızlara karşı değil, karşı cinse karşı.. Çünkü kız olsaydım, aynı ortam bana bu kez bir erkeğin himayesine girmeyi hayal etmenin ayıp günah olduğunu telkin edecekti. Ben de erkekleri hayal etmekten kendimi şiddetle men edecektim, dolayısıyla kızlara yönelecektim. Diğer bir takım nedenler de bu durumu destekleyecekti. Yani eğer kadın olsaydım lezbiyen olacaktım.



Her neyse... Dördüncü terapinin ardından mecburi olarak altı ay gibi bir ara verdim. Artık öğrenciyiz, maddi olarak özgür değiliz, yaşadığımız coğrafya İstanbul'a çok uzak ve bilimum diğer mazeretler...



Gerçi bir gün öncekiyle bile aynı kişi değiliz ama bu altı ayda kişiliğimin normal seyrinden daha fazla güçlendiğini hissediyorum.

İlk olarak kızlara yaklaşma konusunda eskisinden daha olumluyum. Eskiden kadınlar şu şekilde ikiye ayrılıyordu: Birincisi anne, abla, nine, hala, teyze vs.. Bunlar güçlü, fedakar, koruyucu idi. İkincisi ise sevgili ve eşti. Bunlar ise güçsüz, idare edilmeye muhtaç, trip atmak ve dırdır etmekten başka hiç bir belirgin huyu olmayan kişilerdi. Birinci kısım kadınların tanımında sorun yok ama ikincisinde ciddi problem vardı. Altı aylık sürede işte bu sorumlu tanım büyük ölçüde değişti.



İzlenilen filmlerdeki sahneler herkes için ayrı anlamlara gelebilir. Çoğu kişi için küçük bir ayrıntıydı belki ama izlediğim komedi bir filmindeki, ağlayan kocasını şefkatle kucaklayan ve onu teselli eden kadının güçlü görüntüsü, kafamdaki olumsuz kadın imajına büyük darbe vurdu. İkinci olarak; daha önceden bildiğim Hz. Hatice'nin hayatını bir de bu açıdan dinledim. Hz. Hatice, eşi olan Peygamberimizin (sav) en büyük destekçisi olmuş, peygamberlik yeni indiğinde yaptığı konuşmayla O'nu cesaretlendirmiş, O'nun davası uğruna servetini harcamış, her türlü zorluğa karşı müthiş bir sabırla mücadele etmiş bir hanımdı. Demekki kadın, Hz. Hatice gibi de olabiliyordu. İşte bu düşünce benim anlayışımı büyük ölçüde değiştirdi. Hatta "Allahım bana Hz.Hatice karakterinde bir eş nasip et" diye dua etmişliğim çoktur. Eskiden evlilik hayali kurduğum zaman, hayalimdeki karımla güzel bir konuşmamız, romantik bir ânımızın olduğunu hayal edemezdim. Onunla derdimi paylaştığımı hiç düşünmezdim. Çünkü o zaten zayıf ve korunmaya muhtaçtı. Benim derdime ne gibi bir teselli üretebilirdi ki.. Ama şu an o evlilik hayalleri olması gerektiği gibi.



Eskiden kendime bir kurtarıcı rolü biçmiştim ve herkesi kurtaracağım diye uğraşırdım. Kendime bunu yük edinmiştim. İnsanların hayatına nüfuz edip onları bütün kötü huylardan vazgeçirmeye çalışırdım. Eğer herhangi birinde bunu başaramazsam kendimi eksik görürdüm. Kişinin bırakamadığı kötü bir alışkanlığı varsa ben hemen kurtarıcı moduna girer, ona öğütler yağdırırdım. O kişi öğütlerime uymayınca da kendimi kusurlu, yetersiz görürdüm. Aslında her insanın doğruyu kabul edebileceğini sanar, kabul etmemesini onu doğruya davet edenin eksikliği bilirdim. Peygamberimizin dahi yola getiremediği insanlar varken ben kendimi ne sanıyorsam... Şimdilerde bu anlayışımı terk etmiş bulunuyorum. Artık başka insanların hatasından kendimi sorumlu görmüyorum. Eğer o insan yanlış yoldaysa ve vazgeçmiyorsa bu durum benim eksikliğimden değil, onun karakterinden karakterinden kaynaklanıyordur.



Bu süre içinde yoğunlaştığımız bir kaç konu oldu. Bunlardan birisi, Ülke Tv'de Ersoy Dede'nin sunuculuğunu yaptığı Bıçak Sırtı programında eşcinselliğin tartışılması idi. Programa Ali Rıza Demircan, Barbaros Sansal gibi isimler katılmıştı. İşte yine sürekli eleştirdiğim iki taraf bir aradaydı. Barbaros Şansal eşcinsel haklarından başka bir şey konuşmuyor, Ali Rıza Demircan eşcinselliğin günah olduğundan başka birşey söylemiyordu. Yine kısır bir tartışmaydı, çözüme dair bir şey yoktu. İşte bu yüzden Ersoy Dede'ye ulaşıp konuyu anlatmaya çalıştık. Bu işin böyle çözülmeyeceğini, tedavinin gündeme gelmesi gerektiğini söylemeye uğraştık. Hüseyin Bey'in mücadelesiyle yakından ilgili olan gazeteci İklim Bayraktar, Ersoy Dede'ye ulaşıp konuyla ilgili program ayarlamaya çalıştı. Programa Hüseyin Bey ve İklim Hanım katılıp eşcinselliğin tedavisinin olduğunu anlatacaklardı. İklim Bayraktar ve Hüseyin Kaçın'ın tanışması iki seneden fazla olmuş ve İklim Bayraktar o zamandan beri eşcinsellik meselesiyle ilgileniyormuş. Konuyla ilgili detaylı araştırmaları olmuş. Danışanlarla görüşmüş, yaşadıklarını dinlemiş. Şimdi bu programda, ekranlarda doğru düzgün konuşulmamış olan eşcinsel terapiyi konuşacaklardı.



Ben bu aşamada İklim Hanım ile henüz konuşmamıştım. Hüseyin Bey ısrar etti ve ona ulaştım. Facebooktan yazılarımı gönderdim, düşüncelerimi söyledim. O da benim ona ulaşmamı bekliyormuş. Hüseyin Bey benden çok bahsetmiş ona. Benim başarılı bir hayat grafiği çizdiğimi söylemiş. Hüseyin Bey'in övmek pek adeti değildir. O yüzden bu tür cümleleri kendisinden pek duyamayız. Hakkımdaki bu görüşünü öğrenince mutlu oldum. Çünkü benim en korktuğum şeylerden birisi; ne kendine, ne çevresine faydası olmayan, kendi halinde standart, monoton bir hayat süren kişilerden olmak... Kendimi işi ve evi arasına sıkışmış, sıkıcı bir aile reisi olarak hayal edemiyorum. Kabıma sığamıyorum, arkadamda iz bırakacak bir kişi olmak istiyorum. Büyük sorunların çözümü için elimi taşın altına koymak, doğru bildiğim yolda mücadele etmek istiyorum.



Sanırım beni bu konuda en çok frenleyen şey internet! İnternetteki hareketlerimizin izlendiği basit bir komplo teorisinden ibaret değil çünkü. Bütün hareketlerimizin kaydedildiği bir gerçek. Malum; ben de eşcinsellikle ilgili bütün sırlarımı internete dökmüş bulunuyorum. Eğer günün birinde hayal ettiğim mevkilerden birisine gelirsem ve bu bilgileri elinde bulunduranların şantaj yapmaya çalışacaklarını da biliyorum. Bu konuda bizleri sürekli ikaz eden bir büyüğümüz şöyle demişti:

“Günümüz gençleri kendilerine kurulan tuzağın farkına varamıyorlar. İzleniyorsunuz arkadaşlar! İnternetteki bütün hareketleriniz kayıt altında tutuluyor. Bu bilgiler bir merkezde toplanıyor. Eğer milyonlarca sayfalık belgeler küçücük bir flashbelleğe sığıyorsa, sizin ömrünüz boyunca yaptığınız hareketlerin küçük bir bölmede depolanması imkansız değildir. Sizin sosyal medyadaki tıklamalarınızdan, beğenmelerinizden siyasi görüşünüz, eğilimleriniz, zaaflarınız ortaya çıkıyor. İnanmıyorsanız facebook'a bakın. Bir sayfa beğendiğinizde hemen yanda o sayfanın benzerleri çıkıyor. Mesela haber sitelerinde "dolar yükseldi" diye bir haber çıkar, tıklarsın, derler ki "haa bak bu adamın doları var." Ertesi gün "dolar düştü" diye haber çıkar, tıklarsın, derler ki "bak bu adamın doları var." Sonra bu bilgileri yasak olmasına rağmen gidip bankalara satarlar. Elinde döviz olduğundan emin olan bankalar da sana sürekli bunu kendilerinde kullanman yönünde mesaj gönderirler. Bizim gençlerimizin en büyük hatası "amaan, benim gibi sıradan bir öğrencinin özelini öğrenip ne yapacaklar" demesidir. Sen hep öğrenci olarak kalmayacaksın ki! İlerde belki bakan, başbakan olacaksın. Ve bu adamlar ellerindeki bilgileri senin önüne koyup vatanına milletine zararlı işler yapmanı isteyecekler. Sen de rezil olmak istemiyorsan dediklerini yapmak zorunda kalacaksın."



Durum buysa batacağımız kadar batmış bulunuyoruz zaten. Ama birşey yokmuş gibi devam...

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #6 : 12 Aralık 2017, 06:02:50 ös »
Her neyse! İklim Hanım'la internette konuşmamızın ardından ertesi gün telefonda konuştuk. Cana yakın bir kişi. Eşcinsellik sorunuyla hakikaten ilgileniyor. Ersoy Dede'yle konuşmuş, program talebi olumlu karşılanmış.

Bütün bunlar olurken ben yarıyıl tatilinde memleketimdeydim. Bir ara Hüseyin Bey aradı, Ersoy Dede'nin programına çıkıp çıkamayacağımı sordu. Şaşırdım. Düşünmüşler ki; programa çıktıklarında yanlarında danışanlardan birisinin de çıkması ve yaşadıklarını anlatması daha etkili oluşmuş. Çıkan kişi maskeli ve sesi değiştirilmiş şekilde çıkacaktı. Bu iş için beni düşünmüşler. Tereddüt ettim. Eğer küçücük bir hata olacak olur da kimliğim belli olursa hayatım kararırdı. Hüseyin Bey bir hata olmayacağına dair teminat verdi, ben de birilerinin risk alıp fedakarlıkta bulunmadan sesimizi duyuramayacağımızı düşünüp kabul ettim.



Yarıyıl tatilinin bitmesine az kalmıştı. Tatile gelirken okuduğum şehir olan Sivas'tan İstanbul'a terapiye gidip oradan memleketim Hatay'a geçmeyi düşünüyordum. Aksilik çıktı, ben de tatil dönüşüne bıraktım. Yani tatilden dönüşte önce İstanbul'a gidecek, ardından Sivas'a gelecektim. Yola çıkmadan üç gün önce Hüseyin Bey; "Sen buraya gelmeden önce Ankara'ya İklim'in yanına git, yüzyüze görüş, ardından buraya gelirsin" dedi. Maddi sıkıntıya düşecektim biraz ama olsun, kabul ettim.



Yolculuk günü geldi ve otobüse bindim. Ertesi gün Ankara Aşti Otogarı'na geldim. Geldiğimde saat 06.00 civarıydı. O saatte İklim Hanım'ı aramak istemedim ve 9'a kadar oyalandım. Sonra aradım, o benim öğleden sonra geleceğimi düşünüyormuş. Daha önce konuşurken bir yanlış anlaşılma oldu sanırım. Beni bekletmemek için o anki işini iptal etti ve filanca otobüse binmemi söyledi. Otobüse bindim ve dediği yerde indim. Tabi elimdeki kocaman valiz ve el çantasıyla... Emanetçiye bırakmak istemedim. Otogardan çıkar çıkmaz bunun büyük bir hata olduğunu anlamıştım ama iş işten geçmişti. Bütün gün yanımda taşıdım. Çekilir çile değil vesselam...



İndiğim yerde biraz bekledim, az sonra İklim Hanım arabasıyla geldi. Valizi bagaja koyup yola çıktık. Beni çok sıcakkanlı karşıladı. Daha önce hiç gazeteciyle görüşmüşlüğüm yoktu ama bir gazeteci böyle olmaz, tepeden bakar gibi bir önyargı vardı nedense... Rahatça konuşacağımız sakin bir mekan ararken birden "Eyvahh!" dedi ve arabayı geri çevirdi. "Ne oldu?" dedim, "Sana soracağım sorular vardı, kağıtları evde unuttum" dedi. Evinin olduğu yere geldik, eşini arayıp masanın üzerindeki kağıtları aşağı atmasını istedi. Kağıtları alıp arabaya tekrar bindik, nereye gideceğimizi bilmiyordu. Çünkü günlerden pazardı ve bütün mekanlar dolu olurdu, rahatça konuşamazdık. Düşündü düşündü ve her zaman gittiği Starbucks'a gitmekte karar kıldı.



Gittik, henüz kahvaltı yapmamıştık. Kahve ve kahvaltılık birşeyler aldık. Ama oturacak yer sıkıntısı vardı. İçeri oturmak istemedi, dışarıdaki masalara da hep kuş pislemişti. Derken ısıtıcının olduğu yere oturduk. Gündemle ilgili olduğum için aklımdaki bir çok şeyi sordum, o da cevapladı. Kendisinin ülke gündeminde ilk sırayı aldığı günlerin üzerinden çok uzun zaman geçmemişti. Olanları birinci ağızdan dinleme fırsatı bulmuştum, o yüzden aklıma gelenleri sordum. Deniz Baykal'ın taciz olayı, Muharrem İnce'nin bir geceyarısı arabasıyla gelir ona anlattıkları filan.

-"Muharrem İnce bana partisiyle ilgili söylediklerini sonradan inkar etti ama benimle buluştuğunu inkar edemezdi. Çünkü heryer kamera. O gece buraya gelmiştik. Şu karşıdaki AVM'ye bakarsan buraya dönük kameraları görürsün!" diyerek karşıyı işaret etti. "Yani eğer benimle görüştüğünü inkar edecek olursa ben de 'açın kamera kayıtlarını' derim, herşey ortaya çıkar."

Karşıdaki o AVM'nin kameraları şimdi beni kayıt altına alıyordu. Gayriihtiyari gülümsedim.



Derken, eşcinsellik konusuna girdi. O anlatıyordu ama benim gözüm yan masadaydı. Çünkü bize en yakın masada oturan gençlerin muhabbet konuları tükenmiş, yavaştan bize kulak kabartmaya başlamışlardı. Bir ara İklim Hanım içeri girdi, döndüğünde durumu izah ettim, "Evet bende farkettim" dedi ve oradan kalktık, yeni bir mekan aramaya koyulduk. Yine uzunca düşündü, düşündü ve sonra direksiyonu kırdı. Yolda giderken bana önemli yerleri tanıttı. Gece kulüplerini, eğlence yerlerini, restaurantları filan... Kodaman milletvekilleri buralarda takılırmış ve bir kahvaltıya 200 TL bırakırlarmış. Meğer "maaşımız yetmiyor" açıklamalarının haklı gerekçeleri varmış. Adamlar 200 TL'lik kahvaltıya talim! Aramızda para toplayıp yardım etmeyi öneriyorum arkadaşlar. Lütfen duyarsız kalmayalım!



Hedef mekana geldik. Burası üç katlı bir kahve eviydi. İklim Hanım'ın müthiş bir kahve tiryakiliği var. Kahveyle ilgili her yeri biliyor hatun... Oturduk, birer kahve söyledik. Bulunduğumuz katta kimse yoktu, rahatça konuşabilirdik. Ses kayıt cihazını çıkardı, kağıtları eline aldı. Daha önce yazmış olduğum dört terapi yazımın hepsini dikkatle okumuş ve sorular hazırlamış. Hazırladığı soruların bir çoğunun cevabını yazının ilerleyen bölümlerinde bulmuş. Kalanları bana sordu ve cevapladım. Bu bir röportajdan çok sohbetti. Bazen ben ona sorular soruyordum, bazen o bana. Gündemi takip ettiğim için söyleyecek ve soracak çok şeyim vardı. Her zaman böyle bir gazeteciyle görüşme fırsatı bulamazdım. Öyle ki; sanki o benimle değil de, ben onunla röportaj yaptım.



İkinci kahveler gelirken servis yapan kızı kastederek "şimdi birşey var sanmasın" dedi ve kayıt cihazını çantasına geri koydu.

Görüştüğü, halinden memnun olan eşcinsellerden bahsetti:

"Birisi var ki sarışın, mavi gözlü, çok yakışıklı ve eşcinsel olduğu dışarıdan kesinlikle belli değil. Öyle yakışıklı ki, bir çok kızı peşinde köpek edecek karizmaya sahip. İşte bu oğlan, erkeklerle girdiği ilişkilerden bahsedip 'Ben bir erkeği kadından daha fazla mutlu ederim' dedi, şaşırdım kaldım." Doğrudur. Eder.



Görüştüğü gencin birisi eve erkek alıp evde fuhuş yapıyormuş. Hem de annesinin müsadesiyle... İklim Hanım "Bir anne buna nasıl müsaade edebilir?" diye şaşırmış, kızmış, "Bu nasıl anne?" diye düşünmüş. Sonra annesiyle de görüşmeye karar vermiş. Meğer annesi oğlunun bu durumuna kahroluyormuş ama mecburen izin veriyormuş. "İzin vermediğimde bizimle konuşmuyor, 4-5 gün, bazen 1 hafta eve gelmiyor. 'Başına birşey geldi mi' diye aklım çıkıyor. Sokaklar çok tehlikeli. Evde yapamazsa gidip sokak köşelerinde, orda burda yapacak. ‘Madem her türlü yapıyor, bari gözümün önünde yapsın da başına birşey gelmesin’ diye içim kan ağlaya ağlaya izin verdim." diye açıklamış anne gerekçesini. İşin açığı başta ben de çok kızmıştım ama sonradan empati kurmayı denedim. Düşüncesi doğrudur veya yanlıştır, tartışılır. Ama anne yüreğinin nasıl bir şey olduğunu bilip niyete baktığımızda durum farklılaşıyor. Önyargılı olmamak lazım demekki.



İnternetten 13 yaşlarında iki erkek kardeşle tanışıp konuşmuş. Bunlar anne ve babalarından habersiz fuhuş yapıyorlarmış. İklim Hanım gazeteci olduğunu söylememiş, "size çok iyi bir müşteri ayarladım" diyerek onları yüzyüze görüşmeye ikna etmiş. Çocuklar internetten işi ayarlayıp ailesinden habersiz bir gecelik İstanbul'a gidiyorlar, yatıp kalkıp ertesi gün geri dönüyorlarmış. Bu işten de çok para kazanıyorlarmış. "Bize para veriyorlar abla! Onlar memnun, biz memnunuz." diyorlarmış. Bu çocuklar ilk kez çok küçükken merdiven altında mahallenin abileri tarafından becerilmiş. Çocukların kimlerle muhattab olduğuna dikkat etmek lazım vesselam. Aileler "Başımızdan gitsin de ne yaparsa yapsın" modundalar. Ah be kadın! Evin bir gün dağınık kalıversin, bir çeşit az yemek yapıver ne olacak? O günün işlerinden bir kısmını yapmamak yalnızca o günü ilgilendir ama çocuğu bir anlık ihmal etmek ömür boyu taşıyacağı sonuçlar doğurabilir. Bunu bir anlasan...

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #7 : 12 Aralık 2017, 06:03:17 ös »
Evet; bunlar ve daha bir çok örnek verdi görüştüğü kişilerden. Görüşmenin başından beri bana sorup durduğu "hiç ilişki yaşadın mı?" sorusu vardı. "Hayır" diye cevap veriyordum, az sonra tekrar soruyordu, tekrar "hayır" diyordum. "Bak benden çekinmene gerek yok. Burası kilit nokta, çok önemli çünkü. İlişkin oldu mu hiç?" diye tekrar sordu, "Eğer buraya kadar gelmişsem bunu söylemekten de çekinmem herhalde. Hayır yaşamadım." diye tekrar cevap verdim. Bir türlü inandıramadım hatunu. Defalarca sordu, aynı cevapları alınca vazgeçti. Şu ana kadarki görüştüğü kişilerden ilişki yaşamayan yokmuş, o yüzden benim birşeye bulaşmamış olmama şaşırmış.



Benimle ve diğerleriyle yaptığı görüşmelerden haber yapacaktı İklim Hanım. Eşcinselliğin çözümünün olduğunu yazacaktı. Gerçi birileri sürekli engeller koyuyor, bunun konuşulmasını istemiyor. Herkesin bir karın ağrısı var sanki. Aslında büyük ölçüde; evet böyle. Şimdilerde gözde olan bir gazetecinin 5(beş) yaşındaki bir erkek çocuğa tecavüz etmekten emniyette dosyası bulunduğunu öğrenince çok şaşırdım. Adam parası ve gücüyle hem çocuğun ailesinin, hem emniyetin sesini kesmiş. Kesmese ne olacak ki? Bu ortaya çıksa ülke iki gün bunu konuşur, üçüncü gün unutur. "Türkiye'de herşey olabilirsiniz, rezil olamazsınız. Unuturlar çünkü. Hafızaların 24 saate ayarlı olduğu bu ülkede isteseniz de rezil olamazsınız!" demiş Murathan Mungan. Örnekleri mevcut. Herif bir süre ortadan kayboluyor, sonra hiç bir şey olmamış gibi devam ediyor. İşte buna müsaade etmediğimiz gün adam olacağız.



Oradan buradan derken üç saatten fazla bir süre konuşmuşuz. Hesabı ödeyip kalktık ve İklim Hanım'ın evine doğru yol aldık. Orada eşi Serdar Bey'in arabasına geçtik. Arabayı Serdar Bey kullanıyordu. Beni otogara bırakacaklardı. İklim Hanım beni eşine tanıttı ve şimdiye kadar eşcinsellikle ilgili görüştüğü en olumlu, en temiz kişi olduğumu söyledi. Gerçi bu durumda olarak İklim Hanım'ın pek işine yaramıyordum; çünkü onun aradığı hayat hikayesi biraz trajedik olmalıydı.



Ülke Tv'deki olası program için konuştuk biraz. İklim Hanım: "Ersoy Bey'le görüştüm, olumlu karşıladı. Program %80 olacak. Anlaşamadığımız ve konu, onlar programa katılacak danışanın maskesiz şekilde çıkmasını istiyorlar, biz de bunu kabul etmiyoruz. Durumu izah edeceğim, eğer kabul etmezlerse 'biz bu işte yokuz' deriz. Üç beş kişiye sesimizi duyuracağız diye bir insanın hayatını karartamayız!" dedi.



Derken otogara geldik. Herşey için teşekkür edip arabadan indim. İklim Hanım, varınca haber vermemi ve Hüseyin Bey'e selam iletmemi istedi. "Eyvallah" dedim. Otogara girip bileti aldım ve durumu haber vermek üzere Hüseyin Bey'i aradım, biraz konuştuk. Yeri geldi ve şu internetin güvensizliği konusuna geldik. Benim yeni takıntım da bu oldu işte. Meşgale lazım. Hüseyin Bey;

"Kayıt altına alınacak da ne olacak? İlerde olsan olsan en fazla öğretmen müdür filan olacaksın!" dedi. 'Başarılı bir hayat grafiği'nden kastı bu muydu şimdi, diye düşündüm. En fazla öğretmen, müdür filan... Muhtemelen beni ferahlatmak için böyle bir cümle kurdu ama aksi tesir etti ve canım sıkıldı. Sonrasındaysa büyük bir bir hırs yaptım. Yeşilçam filmlerinden çalıntı hayaller kurdum ve birgün karşısına çıkıp daha fazlası olduğumu göstermek istedim.



Saat 16.00'da Aşti'den otobüse binip İstanbul'a doğru yola çıktım. Otobüste, geçen yıl Hüseyin Bey'in ofisinde tanıştığımız Murat'ı arayıp İstanbul'a geliyor olduğumu haber verdim. Murat, Taceddin Dergahı'na gider, orayı severmiş. Ben de oradan Ömer Tuğrul İnançer'i büyük bir beğeniyle dinlerdim. İşte bu yüzden çoktandır beraber Taceddin Dergahı'na gitmeyi planlardık da bir türlü nasib olmazdı. 'Bari bu sefer gidelim' diye düşünüp, yarın müsait olup olmadığını sordum. Murat aramama sevindi, yarın çalıştığı için gidemeyeceğimizi ama işyerine uğrarsam memnun olacağını söyledi. Bunda anlaştık.



Ben 'geceye kadar Ankara'da oyalanacak birşey bulurum, sonra otobüse binip sabahleyin İstanbul'da olurum' diye düşünerek kalacak yeri hiç düşünmemiştim. Ama elinde ceset gibi valizlerle nereyi geziyorsun? Erkenden otobüse binmemle bir de kalacak yer derdine düştüm. Tek ümidim geçen sene kaldığım pansiyondu ama rehberimden numarası silindiği için dolu mu boş mu, açık mı yoksa kapalı mı hiç bir fikir edinememiştim. İnternetten pansiyonu arıyordum ama alakasız yerler çıkıyordu. Nihayet İstanbul sınırlarına girmişken doğru numarayı buldum. Boş yer varmış, 22.30 gibi vardım, uyudum.



Sabahleyin uyandığımda Hüseyin Bey'i arayıp ne zaman uygun olacağını sordum. Saat 15-16 gibi anca uygun olurmuş. "Tamam" deyip telefondan dönüş için otobüs biletimi ayarladım. Ardından Murat'ı arayıp işyerinin nerede olduğunu öğrendim, öğleye doğru güç bela buldum. Okuldan artan zamanda burada haftanın belli günlerinde çalışıyormuş. Tek kişi yetiyormuş orayı çekip çevirmeye. Hüseyin Bey'in yanına gideceğim saat gelene dek yedik içtik muhabbetledik.. Taceddin Dergahı'na gitmeyi başka zamana koyduk.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #8 : 12 Aralık 2017, 06:04:21 ös »
Hüseyin Bey'in yanına geldiğimde akşam olmak üzereydi. Odasına girdim, orta yaşlı bir adam vardı. Tanıştık. Kırkına merdiven dayamış olan Hasan, çocukluğunda abisi tarafından tecavüze uğramış. İlerleyen yıllarda psikolojik sıkıntılar yaşamış ve ağır psikiyatrik ilaçlar kullanmış. Psikolojik sıkıntılarıyla uğraşmak onu eşcinsellikten korusa da evliliğe bir türlü ısınamamış, bu yaşına kadar evlenmek, kadınlara yaklaşmak gibi bir gayreti olmamış. Gerekçesini tam hatırlamıyorum. Galiba evlilikten korkmuş ve idare edemeyeceğini düşünmüş. Sonunda Hüseyin Bey'ın teşvikiyle bir gün annesine gidip kendisini evlendirmesini istemiş. Buldukları ilk kız olumsuzmuş, ikinci kızla da anlaşamamış ama üçüncüsüyle %90 uyuşmuşlar. Hiç bir zaman %100 olmaz zaten. %10 uyumsuzluk mutlaka olur. Şimdi nişanlılarmış ve evlilik hazırlığı yapıyorlarmış. Hasan bu durumdan çok mutluydu. Terapide dahi devamlı mesajlaştı durdu.



Bunları anlatırken, Hasan'ı evliliğe ikna aşamasının üzerinde biraz fazlaca durduk. Hasan önceleri evlilik fikrini kafasından tamamen atmış, kendini bağlı bulunduğu dini grubun içinde tasavvufa adamaya karar vermiş. Hüseyin Bey, "Önce Leyla!" deyip eklemiş; "Eskiden dergahın kapısını çalıp 'Mevla'ya aşık olmaya geldim' diyen adama, 'Leyla'ya aşık oldun mu?' diye sorarlarmış. Cevap 'hayır' ise; 'git önce Leyla'ya aşık ol da gel. Leyla'ya aşık olunmadan Mevla'ya aşık olunmaz!' deyip onu içeri almazlarmış."

Ardından şunu aktardı:

“Hifâ Hatun, bir gün Peygamber efendimizin huzûruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana beni Cennet’e götürecek bir amel öğret” dedi. Bu arzu ve isteği üzerine peygamberimiz (sav) “Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete alırsın.” buyurdu.”



Sonra uzun uzun kadının öneminden bahsetti ve kadının erkek için ne kadar önemli olduğunu anlattı. Ardından yine bir hadis-i şerif aktardı:

“Dünyanızdan bana üç şey savdirildi; Kadın, güzel koku ve gözümün nuru kılınan namaz”

Kadının peygamberimiz için de ne kadar önemli olduğunu anlattıktan sonra aynı hadisteki 'güzel koku'dan bahsetti. Şöyle bir yorumu oldu:

"Buradaki 'güzel koku'yu herkes sadece esans, hacı yağı bilmem ne olarak algılar ama bunun farklı bir yönü daha var. Bütün insanların teninin kendine has kokusu vardır. Ve sevdiğin insanın kokusu en güzel kokudur. Sevmediğin insanın kokusu senin için birşey ifade etmez ama sevdiğin insanın kokusunda huzur bulursun."



Farklı bir yaklaşım. Lazım.



Koku hakikaten önemli bir konu. Koku ve müzik. Bu iki şey, aslında sanıldığından daha önemli. Uzun zamandır ikisi hakkında kafa yoruyorum. Her ikisi de insanı temelden etkiliyor. Yapılan bir araştırmada insanların önce sesini, sonra yüzünü unuttuğumuz ama kokusunu hiç bir zaman unutmadığımız ortaya çıkmış. O kadar ilginç ki; seneler önce teneffüs ettiğimiz kokuyu tekrar algıladığımız zaman, o ana gidebiliyoruz, o anki duygularımızın birebir aynısını yaşayabiliyoruz. Kişiyi karşı cinse en fazla yakınlaştıran ve uzaklaştıran şey de kokuymuş.



Müzik de benzeri şaşırtıcı özelliklere sahip. Aynen koku örneğindeki gibi seneler önce dinlediğimiz müziği tekrar dinleyince aynı duyguları birebir yaşayabiliyoruz. Öğrenciyken muhtemelen sizde de olmuştur; ders çalışırken dinlediğiniz müzik, sınav esnasında sürekli aklınıza gelir. Kişi sevgilisiyle dinlediği bir şarkıyı, sevgilisinden ayrılıp onu tamamen unuttuğunda dinlese bile durduk yerde aşk acısı çekebiliyor. Aşk acısı çekerken dinlenen şarkılar acıyı taze tutabiliyor. Hatta adam çıkıp "Seni çoktan unuturdum ama.. Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diye şarkı yazmış. Boşuna değil. Şarkılar kişiyi durduk yerde hayata küstürebiliyor, coşturabiliyor, aşık edebiliyor. Murat Kekilli'nin 'Bu Akşam Ölürüm' şarkısının ortalığı kasıp kavurduğu zamanlarda intihar oranları ciddi bir artış göstermişti.

Bir ara haberlerde müzik dinletilerek tek kökten binlerce domates elde edilmesi, tavukların iki kat fazla yumurtlatılması filan çıkardı sürekli. Mutlaka rastlamışsınızdır. Ersoy Dede'den çok bahsettik bu yazıda. Onun yazısından bir alıntı yapayım:



“Şöyle bir müzik adamı uyutabildiğine göre nasıl bir müzik adamı sarhoş edebilir?” diye kendilerine soran bilim adamları, I-Doser denen bir yapı üretmişler. I-Doser bu ihtiyaçlara cevap veren ses dalgaları üretiyormuş. Bu ses dalgalarından bazıları şöyle:

Snow QH: Fiziksel performans artırır, dikkat artırır, zihin açar, konsantrasyon artırır.

Nitrous: Dengenizi kaybettirir.

Absinthe: Meşhur yeşil cin (alkol) etkisi. Hem çok sarhoş, hem çok zeki olursun.

Eroin: Bildiğiniz eroin etkisi

Orgazm: Adı üzerinde zaten.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #9 : 12 Aralık 2017, 06:06:12 ös »
Bunlar gibi yüzlerce çeşit varmış.



Konuyu biraz dağıttık sanırım ama paylaşmak istedim. Evet; kısa bir aranın ardından asıl konumuza dönecek olursak, nereden geldiysek son olarak Hz. Havva konusuna geldik. Hüseyin Bey, dindarların Hz. Havva'yı geri planda tuttuğunu söyleyip ekledi: "Yine ismi zikredilir ama mesela Hz.Meryem'in, Hz.Asiye'nin, Hz.Hatice'nin ismi şevkle söylenirken Hz.Havva onlar kadar benimsenmez. Çünkü bilinçaltında şöyle bir algı var: 'Hz.Havva, Hz.Adem'in aklını çelip yasak elmayı yemesine sebep olmuştur ve bu nedenle insan cennetten kovulmuştur.' Bu yanlış bir algıdır. Hz.Havva sayesinde insan dünyaya gönderilmiş ve burada var olmuştur. İnsanın dünyada olmasının, yani varlığın vesilesi Hz.Havva olmuştur. Bu sayede insan burada kulluk etme, öbür tarafta da bunun mükafatını alma imkanına kavuşmuştur. Bu şekilde düşünmek lazım. Günümüzdeki yanlış kadın algısının değişmesi için öncelikle bu Hz.Havva algısının değişmesi lazım."



Hüseyin Bey Hasan ile konuşurken iki şey dikkatimi çekmişti. Birincisi, her söylediğini dini bir temele dayandırıyordu. Galiba Hasan'ı ikna etmek için bu gerekliydi. İkincisi, diğer danışanlarla konuşurken onların suyuna gidiyordu ama Hasan'a her şeyi tak tak söylüyordu. İlerleyen zamanlarda bu durumu şöyle açıkladı: "Danışan benimle oyun oynarsa ben de onunla oyun oynarım. Mesela X kişiyle şöyle şöyle konuşurken Hasan'la nasıl konuştuğumu gördün. Çünkü biz Hasan'la 10 senedir konuşuyoruz. Artık oyun oynayacak vaktimiz kalmamış. Birşeylerin artık çözülmesi lazım."



Hüseyin Bey önceden Kadıköy'deki ofiste çalıştığı zamandan beri konuşuyormuş Hasan'la. Eşcinsel terapi konusuna yoğunlaştıktan sonra ofisinde çalıştığı psikolog, gelen tehditlerden çekinmiş ve Hüseyin Bey ile yolları ayırmış. Hüseyin Bey şimdiki ofisine gelene kadar bir süre mesleğine ara vermiş. O esnada dahi Hasan'la görüşmeyi sürdürmüş.



Hasan gittikten sonra bir süre ikili konuştuk. İklim Hanım ile görüşmemi, okul hayatımı, diğer gelişmelerimi konuştuk. Ardından ofisin kapanacağını söyledi. Beraberce dışarı çıktık ve hemen yandaki cafeye girdik, üst kata çıktık. Yine orta yaşlı olan bir adamın bulunduğu masaya oturduk. Bu kişiyi tanıdım. Yüz yüze görmemiş olsam da facebooktan tanıyordum. Bir kez de telefonda konuşmuştuk. Adı Emre idi. Emre; eşcinsel olmakla birlikte bu durumdan şikayetçi olmayan bir isim. Herhalde Hüseyin Bey'in eşcinsel olup da halinden memnun olan tek danışanı Emre! Kendisine

-"Hüseyin Bey'e gitmekteki amacın ne?" diye sorduğumda,

-"Ben paramı veriyorum, o da dinliyor. Başka bir amacım yok" gibi ilginç bir cevap vermişti.



İşbu Emre ile bayağı konuştuk, çay içtik, çörek börek yedik. Farklı bir insan... Benim kaygısız olduğumu söyleyen çevremdeki insanlar, 39 yaşına geldiği halde gelecek kayısı gütmeyen, hâlâ o erkek bu erkek gezen Emre'nin rahatlığını görseler ne derlerdi acaba? Emre 39 yaşında ve 19-22 yaş arası erkeklere ilgi duyan bir kişi. Hüseyin Bey'e şu anda ilişkisini sürdürdüğü kişiyle ve ayrıldıklarıyla olan sorunlarını anlatıyordu. Hüseyin Bey ise karşıdaki kişinin hareketlerinin ne manaya geldiğini anlatıyor, konuşmasının arasına "Ee sonuçta doğal olmayan bir beraberlik. Birbirinize ne kadar katlanabileceksiniz ki?" türünden cümleler sıkıştırmayı da ihmal etmiyordu.



Konuşma arasında Emre:

-"Bu benim son terapim, artık bırakmaya karar verdim." dedi.

-"Neden?" diye sordum,

-"Beklentilerimi karşılamadığını düşünmeye başladım" dedi.

-"Beklentin neydi ki?" diye sordum,

-"Ya bi beklentim yoktu aslında. Ama terapi filan bunlar boş şeyler" dedi. İyi de sen hedef belirlemeden yola çıkmışsan zaten bir yere varamazsın ki... Hedefi olmayan gemiye rüzgar da yardım etmezmiş hem...

Bırakma sözünü duyunca Hüseyin Bey ona:

-"E bıraak" dedi.

-"Ciddi mi söylüyorsun, blöf filan değil demi?"

-"Gayet ciddiyim. Şu anda kalkıp gidebilirsin."

Ama o bir türlü kalkamadı. Hüseyin Bey gülerek:

-"Ben senin neden bırakmak istediğini biliyorum" dedi.

-"Nedenmiş?"

-"Ben bu cümleleri tanıyorum. Sen İsmail Baba'nın müridi olmuşsun" dedi. O da şaşırarak bir kahkaha attı ve:

-"Aa gerçekten de öyle, nerden anladın?" dedi. İsmail Baba dedikleri kim tanımıyordum ama galiba şifacı ya da yaşam koçu gibi birşey.. Hüseyin Bey'in tanımıyla çatlağın teki. Gelenlere üç gün olumlu şeyler düşünmesini telkin edip dördüncü gün: "Tamam artık, hiç bir sorunun kalmadı. Şu an tertemiz oldun. Dünyalık dertlerle kendini üzme, herşey boş." deyip yolluyormuş. Hüseyin Bey'in bu açıklamasını dinleyen Emre;

-"Aa aynen de öyle yapıyor" dedi kahkahalarla.

-"Onun yaptığını sen de yapabilirsin" dedi Hüseyin Bey. "Adam ruh hastası. Senden daha iyi değil. Aranızdaki tek fark, o hasta olduğunu kabul etmiyor, sen ediyorsun."

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #10 : 12 Aralık 2017, 06:06:40 ös »
Bir ara Emre kalktı, yiyecek birşeyler almaya gitti. Hüseyin Bey'e "çok tuhaf birisi" diye yorumumu aktardım. O da; "Tuhaf deyip atamazsın. Onu alıp çözümleyeceksin" dedi. Dikkat ettim de, Hasan ve Emre ile olan konuşma tarzı arasında çok fark vardı. Emre ayak oyunlarıyla insanları kendisine bağlamaya çalışıyor, hatta bunu kendisi de söylüyor. Hüseyin Bey ise tuzağa düşmeyip ona göre yaklaşıyor. Yani oyun oynayanla oyun! Hasan ile yaptığı konuşma doğrudan sonuca yönelik olmuştu.



Emre yiyecekleri alıp geldi ve konuşmaları (yada tartışmaları) bütün hızıyla devam etti. Emre Hüseyin Bey'i mat etmeye çalışıyor, Hüseyin Bey ise her seferinde gülerek onu ters köşe ediyordu. Bir ara Emre geçenlerde hatırladığı, çocukluğundan bir anı anlattı. Cinselliği yeni tanımaya başladığı yaşlarda kendinden bir yaş büyük olan komşunun oğluyla cinselliği merak etmelerinin sonucu bir şey yapmaya karar vermişler. Yaptıkları anlaşmaya göre iki tarafın kıyafetleri üzerinde olduğu halde önce arkadaşı Emre'nin arkasına geçip sürtünecekmiş, daha sonra da Emre aynısını yapacakmış. Anlaşmaya uygun olarak birinci kısım sorun yaşanmadan uygulanmış. Emre arkaya geçtiğinde ise arkadaşı rahatsız olup dirseğiyle Emre'yi iterek 'yapma' demiş. Emre yaşça küçük olduğu için ona tepki gösterememiş, bunu içine atmış. Kandırıldığını, aşağılandığını ve küçük düşürüldüğünü düşünüp kendisini çok kötü hissetmiş. Bundan dolayı şu anda dahi öndeki kişinin kendisini dirseğiyle itmesi onu çok sinirlendirirmiş. Dirsek hareketine olan hassasiyetinin sebebini de bu olayı hatırladığında anlamış.



Emre bunu anlatınca Hüseyin Bey durumu anında çözümledi: "İşte senin eşcinselliğin böyle başlamış. Komşunun oğlu o dirsek hareketiyle senin erkekliğini durdurmuş çünkü. Sen kadın rolündeyken hiç bir sorun olmamış ama erkek rolündeyken durdurulmuşsun ve bir türlü orayı aşamamışsın."



Valla bu açıklamaya şapka çıkarılır. Saygı duydum.



Emre, şimdiki 19 yaşında olan sevgilisini anlattı. Onunla gece ilişkiye giriyorlarmış, gecenin sonunda o gusül abdestini alıp sabah namazına gidiyormuş. Artık bu tür şeyleri o kadar duydum ki şaşırmadım.

İşte sürekli yazmaktan yorulduğum noktaya yine geldik. Bizim dindarlara eşcinselliğin dini olmadığını, kişinin elinde olmayan bir durum olup eşcinsellerin yarısının dindar olduğunu o kadar anlatmaya çalışıyoruz ama nafile.. İşte örnek ortada. Bir ara İran cumhurbaşkanı "Bizim ülkemizde ABD'deki gibi eşcinseller yok" demişti. Halbuki asla doğru değil. Konu hakkında detaylı araştırma yapmanıza gerek yok, herkesin malumu zaten. Bu örnekte olduğu gibi, dindarlar kendi içlerinde de eşcinseller olabileceğini bir türlü kabullenmek istemiyorlar. Soruna çözüm bulmak yerine halının altına süpürüyorlar, sırf "haram, günah" diye yaklaşıyorlar. Ha şu var; kişinin eşcinsel duygulara sahip olması kendi isteğiyle değildir ama bunu fiiliyata döküp dökmemesi kendi elindedir. Ama bu durum bastırmakla çözülecek iş değildir. Dinimizin evlilik üzerinde ne kadar önemle durduğu hepinizin malumu.. Peki eşcinsel bir insan evlenebilir mi? Evlense de mutlu olabilir mi? Asla! Hem Hüseyin Bey'in şöyle bir iddiası var:

"30 yaşına geldiği halde hâlâ ilişki yaşamamış eşcinsel yoktur!" Çok iddialı bir söz ama şimdiye kadar buna muhalif bir örneğe rastlamadım. İnternetten konuştuklarımın hepsinin durumu aynıydı. Demek ki neymiş; halının altına süpürmekle bu iş çözülmezmiş. Tek çözüm bataklığı kurutup eşcinsel hislerden kurtulmaktır. Bunu yapmanın terapi olmaktan başka çözümü varsa o da yapılmalıdır. Aksi takdirde kişi kendini ne kadar frenlerse frenlesin, günün birinde mutlaka nefis galip gelecektir. Normal erkeklerin günün birinde evlenip cinsel arzularını tatmin etme ümidi olduğu için kendilerini frenleyebilirler. Ama eşcinsel erkeklerin böyle bir ümidi olmadığından bu fren bir gün mutlaka patlayacaktır. Sonrasında bataklığa yuvarlanmak da kaçınılmaz olacaktır.



Her neyse; konumuza dönelim. Sohbet eşcinsellik-hetereseksuellik tartışmasına dönmüşken Hüseyin Bey Emre'ye:

-"Sen şimdiye kadar hiç kadınla ilişkiye girdin mi?" diye sordu.

-"Hayır" cevabını aldıktan sonra şunu söyledi:

-"Valla vajinanın tadına bakmadan şu dünyadan göçersen çok yazık olur!"

Aslında bu tür sözler arada söylenmeli. Çocukluğumdan beri bilen birisiyle muhabbetim olmadığından merakım da olmamıştı. Konuşmak ayıptı günahtı vs... Oysa bir erkeğin bir erkeğe bu bilgileri vermesinden daha doğal ne olabilir? Ki ben önceki yazımda da yazmıştım; asr-ı saadette cinsellikle ilgili sorusu olan kadınlar bizzat Peygamberimiz(sav)e gelip soruyorlarmış temel bilgileri. O da gayet güzel bir şekilde cevaplıyormuş. İşte biz onlardan daha iyi müslüman olduğumuz için cinselliği kaldırmış koymuşuz bir kenara, konuşulmasını yasaklamışız. Sonra da böyle sorunlar ortaya çıkıyor işte. Sema Maraşlı bir yazısında; çocukluktan itibaren cinsellik hakkında kara propagandaya maruz kalan dindar kadınlardan bahsetmişti. Bu kadınlar cinsellikten tiksindirildiği için kocasıyla cinsel ilişkiye girmek istemiyor, kendini günaha girmiş gibi hissediyormuş. Kocası ilişki istediğinde ona sapık gözüyle bakıyormuş ve sürekli reddedilen erkek kendini eksik hissediyor, gözü dışarıya kayıyormuş. Hadis-i şerifte kadına kocası cinsellik istediği zaman onu reddetmemesi buyurulduğu halde... İşte benim durumumun kadın versiyonu. İfrat ve tefritten kaçınmayı öğrenemedik bir türlü. Şahsen Hüseyin Bey'den o cümleyi duyduktan sonra kadın cinselliğine olan merakım arttı. Bunlar lazım.



Derken saat 21:15'e geldi. Hüseyin Bey'in yanına geleli üç saatten fazla olmuş. Otobüs saatim 22:30'du. "Anca yetişirim" diyerek çıkıp Esenler Otogarı'na gittim ve otobüse binip Sivas'a doğru yola çıktım. İklim Hanım Ankara'dayken "vardığın zaman haber ver" demişti ama unutmuştum. Aklıma geldi, bir özür mesajı attım. "Haber vermeyince merak ettim ama gece gece de rahatsız etmek istemedim. Hemen unuttun ablanı:(" diye sitem etti. Bu hatunu sevdim.



Elimde kocaman bir valiz ve el çantasıyla iki şehir dolaşmıştım, bitkindim. Sivas'a geldim, eğitim öğretim yılının ikici dönemi hayırlı uğurlu olsun derken 1,5 ay geçmiş. Bu sürede terapi yazısına bir türlü başlayamadım. Araya dersler, sınavlar girdi, biraz da mükemmeliyetçilik damarım tuttu. Yazacağım yazı çok güzel olsun istediğimden bir türlü başlayamadım. Nihayet başladım ve arkası geldi.



Ağustostaki terapiden beri geçen sürede aklıma bir çok soru takıldı. Bazılarının cevabını buldum, bazılarını aramaya devam ediyorum. Bunlardan birisi, erkeğin başka bir erkeği kıskanmasının ne aşamadan sonra eşcinselliğe girdiği... Mesela bir erkeğin arkadaşının yakışıklı olmasını kıskanması eşcinsellik alameti midir? Acaba "Kıvanç Tatlıtuğ karizması diye birşey var, hani şu bende olmayan.." diye iç geçiren arkadaşım onun yakışıklılığını ne şekilde kıskanıyordur? Cevap arayan soru..



En çok kafa yorduğum konu ise "sağlıklı bir kadın erkek ilişkisi nasıl olmadır?" sorusu. Sağlıklı kız nasıldır, sağlıklı erkek nasıl olmalıdır, hâlâ düşünüyorum.



Bu süre içinde sevdiğim bir kız oldu. Karakter ve konuşma olarak biraz ablamı andırıyordu. "Acaba benim onu beğenmem ablama benzediği için mi? Ve bu bir sorun mu?" diye sordum kendime. Cevap bulamadım, ablama danıştım; "sorun değil" dedi. "İnsanın hayatında yer etmiş olan bir kişinin özelliklerine sahip birisine aşık olması normaldir, gayet doğaldır."


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #11 : 12 Aralık 2017, 06:07:07 ös »
Ablamın konuşması üzerine olayın bu kısmını aştım ve kıza yaklaşmaya karar verdim. Ben kıza bir adım attım, o bana on adım birden attı. Şöyle açıklayayım; öğleye doğru bana mesaj atıyordu, oradan konuşmaya bir başlıyorduk, gece yarısına kadar! Mesajına cevap vermeyeyim desem kızıyor, resmen beni mesajlaşmaya mahkum ediyordu. Bazen telefonda konuşuyorduk ve telefonu kapatmak bilmiyordu. İlginin bu denlisinden sıkıldım ve kızdan soğudum. Teklif götürme niyetindeyken vazgeçtim. Bunda benim özgürlüğüme düşkün olup insanlardan çabuk soğuyor olmam da etkili olabilir bilmiyorum. Belki de eşcinsellikle alakalıdır. Ama hayır; bu denli ilgiden bütün erkeklerin sıkıldığından eminim. Arkadaşım çok sevdiği sevgilisinin aşırı ilgisinden bunalıp şunu söylemişti: "Başlarda mesaj attığında mutlu oluyordum, artık sinir oluyorum."



Kız dediğin hem zor olmalı, hem de kolay. Ağırlığını korumasını bilecek; aynı zamanda kendini ulaşılmaz kılmayacak. Aşırı ilgiyle erkeği boğmayacak. İç dünyasını bir anda açıp onu keşfetme zevkini erkeğin elinden almayacak! Yine Sema Maraşlı'ya dönelim:



"Erkek en çok ayrılık ve yakınlığın orta noktasında kendini rahat hissediyormuş. Bu yüzden erkeği tamamen serbest bırakıp 'ne halin varsa gör' demek de, çok üzerine gidip "hep yanımda, hep evde ol" diye bunaltmak da iyi gelmiyormuş. Kadınların kendini en çok mutlu hissettikleri yakınlık derecesinde erkekler kendilerini elleri kolları bağlı ve tuzağa düşmüş hissediyorlarmış. Erkekler yakınlık derecesi arttığında eşinden kısa süreli de olsa uzaklaşma ihtiyacı duyuyorlarmış."



Bu hatun kişiyi gördüğüm yerde elini öpecem. Öyle nokta atışları yapıyor ki okuyunca ferahlıyorum. Beni kadınlardan uzak tutan başlıca nedenlerden birisi de aşırı ilgi beklemeleriydi. Ben özgürlüğüme düşkün bir insanım. Yalnız kalmayı, kafamı dinlemeyi severim. Demekki sorun bende değilmiş. Meğer kadın-erkek ilişkilerinde bu doğal bir sorunmuş. Bir kadının ömür boyu sürekli olarak benden ilgi beklediğini düşünmenin sıkıntısı beni kadınlardan soğutan nedenlerden biriydi. Aynen dediği gibi, ben kendimi ayrılık ve yakınlığın orta noktasında rahat hissediyorum.



Bazen şöyle diyorum: "Madem ki kadın ve erkek bir araya geldiğinde bir dünya sorun ortaya çıkıyor; neden yaratılış itibariyle birlikte yaşamaya uygun görülmüşüz?"

Bunu duyan ben durur muyum? Hemen cevabı yapıştırıyorum kendime: "Erkekte olmayan şey kadında, kadında olmayan şey erkekte var. Hem duygusal hem de fiziksel olarak... Ancak bu ikisi birbirini tamamladığında mutlu bir beraberlik olur. Allah cennette Hz.Adem'in canı sıkıldığı zaman muhabbet etmesi için erkek değil, kadın yaratmış."



Hüseyin Bey'in danışanlarından Mert geçen sene bu durumu çok güzel açıklamıştı. Facebookta; “Aşk arıyorum, neden bütün aktifler yalnızca seks düşünüyor?” gibi cümlelerle yakınan bir eşcinsele cevap verirken şu ifadeleri kullanmıştı:

“Kardeşim fizikte bir kural vardır. Zıt kuvvetler(-,+) birbirini çeker aynı kuvvetler ise(+ +,- -) birbirini iter. Maddenin en küçük birimi olarak bilinen atom bu kural üzerine çalışır. Yani varlık bu kural üstüne kurulmuştur. Sevgi ile aşk birbirinden farklı şeylerdir.. Bir insan herşeyi sevebilir.. Başka bir insanı, bir kediyi, bir serçeyi, oyuncağını, kalemini, evini, yemek yemeyi, uyumayı.... Kısacası sevgi duygusu sınırsız büyük bir duygudur... Aşk ise bir çekim kuvvetidir.. Bir bağlanmadır.. Alanı dar yoğunluğu ise çok büyüktür... Yukarıdaki kural gereği bu, zıt kuvvetler arasında olur.. Yani gerçek aşk karşı cinsler arasında ortaya çıkan bir çekim kuvvetidir.. Erkeğin cinsel organı dışa doğru gelişmişken kadının cinsel organı içe doğru gelişmiştir.. Yani bir erkek bir kadın, bir kadında bir erkek için yaratılmıştır... Bir erkeğin başka bir erkeğe duyduğu yoğun sevgi ve bağlanma hissi ise gerçek aşk değil yalancı aşktır... Psikolojik nedenlerden kaynaklanır çoğunlukla.. Kendinde farkında olsan da olmasan da gördüğün eksiklikleri başka erkeklerde görüp onlara bağlanırsın.. Bu gerçekte bir güç aktarımıdır. Bilinçaltın sende olmadığını düşündüğü bir takım üstün özellikleri başkalarında görür ve seni ona yönlendirir..”



Tekrar tekrar okuduğum çok güzel bir açıklama olmuştu.



İstanbul'dan geldikten birkaç gün sonra İklim Hanım'ı arayıp Ülke Tv'deki program işinin ne olduğunu sormuştum. İptal olmuş. Evet; iptal olmuş. Adamlar sansasyon istiyor, reyting istiyor. Maskeli katılmak olmazmış. Bir de Barbaros Şansal ve Ali Rıza Demircan'ın katıldığı bölüm izleyicilerden çok tepki almış. Aileler "eşcinselliği özendiriyorsunuz" diye tepki göstermiş. O yüzden eşcinsellik konusunu yakın zamanda programda işlemeyi düşünmüyorlarmış. İşin açığı benim çok ümidim yoktu zaten. Şaşırmadım. Bir kaç gün sonra İklim Hanım'a mesaj gönderip, yazıyı ne zaman yazabileceğini sordum. "Önümüzdeki hafta pazartesi ve çarşamba olmak üzere iki bölüm halinde yayınlamayı düşünüyorum" diye cevap verdi. İklim Hanım'ın yazdığı üç haber sitesini takip etmeye başladım ama önümüzdeki değil, daha önümüzdeki hafta geldiği halde yayınlanmamıştı. Durumu sormak için aradım, mesaj gönderdim filan ama bir türlü ulaşamadım. O gün bugündür ulaşamıyorum. Yadırgamadım. Büyük başın derdi de büyük olur. Kim bilir ne engellerle karşılaştı?



İlerleyen günlerde "a haber" kanalındaki Mehmet Ali Önel'in sunduğu Deşifre programında eşcinsellik konuşulmuş. İşin açığı programı izlemedim. Konukları, programın seyrini filan tam bilmiyorum ama bizim savunduklarımıza uygun bir program olmuş bildiğim kadarıyla. Ne varki; programa katılanların konu hakkında yeterince bilgisi olmadığı ve hazırlıksız çıktıkları için doyurucu olmamış. Bu yüzden Ülke Tv'deki Bıçak Sırtı programı için yaptığımız gibi Deşifre programına da mailler atıp derdimizi anlatmaya uğraştık. Bir arkadaşımıza Mehmet Ali Önel'den cevap gelmiş. Kendisi yapılan propagandadan rahatsızmış ve tedavinin olduğuna inanıyormuş. Gayet olumlu bir cevaptı. Bir program ümidi doğdu ama çabuk söndü. İlerleyen günlerde, önceki program için çok tepki aldıklarını, bu yüzden konuyu programa taşımamaya karar verdiklerini söylemişler. Evet; alıştık artık.



Bu arada eşcinsel dernekleri de boş durmuyor. Şimdilerde “My Child: Benim Çocuğum” isimli bir belgesel çekmişler. Belgeselde eşcinsellerin dramı konu edinilmiş, eşcinsel ailelerini konuşturmuşlar. Eşcinsel derneklerinden "bu doğuştan, doğal bir yönelimdir" sözünü duyup bunun arkasına sığınan anne babalar, çocuklarının eşcinsel olmasında kendilerinin hiç bir sorumluluğu olmadığına kanaat getirerek gönül rahatlığı içinde atıp tutmuşlar. Daha doğrusu sadece anneler! Aileler klasik eşcinsel ailesinde olduğu gibi annenin baskın, babanın pasif olduğu bir yapıda.. Ensesine vurup ağzındaki lokmayı alabileceğin türdeki bu babalar pek konuşmamış, sürekli anneler konuşmuş. Aslında sadece bu tablo bile "doğal yönelim" safsatasını çürütüyor.



Belgeseldeki aileler bir araya gelip faaliyetler düzenleyerek çocuklarının eşcinselliğini sindirmeye çalışmışlar. İşte bu belgeseli şimdi TBMM'de izleteceklermiş. Yok arkadaş. Bu kadarına da pes artık. Biz kendimizi anlatırken karşı taraf iddialarımızı çürütemediği halde karşı çıkıp küfürler yağdırıyor, bir televizyon programıyla, bir köşe yazısıyla kendimizi ifade etmemizin önüne türlü engeller konuluyor ama adamlar kendi filmlerini benim oyumla seçilen vekilinde arasında olduğu 550 milletvekiline izletmeye hazırlanıyorlar.



Medyada da müthiş destekleri var. Eşcinselliğe karşı çıkanın özgürlük düşmanı olduğu algısını yerleştirmeyi başarmışlar. Bunlar eşcinsellik sorununu bütünüyle temsil ediyorlarmış gibi yansıtılıyorlar. Gerçi bizim ve onların sorun olarak gördüğü şeyler tamamen farklı. Biz istemediği halde eşcinsel hislere sahip olanların mücadelesini vermeye çalışıyoruz, onlar daha fazla hak daha fazla hürriyet vs.. Bununla kalsalar sıkıntı yok! Aynı zamanda istemediği halde eşcinsel hislere sahip olanları, çözümü olmadığına inandırıp kendilerine benzetiyorlar. Kurtulmak isteyenleri müthiş bir mahalle baskısına tabii tutuyorlar. Bence bu ülkede eşcinsel hislere sahip olup da kurtulmak isteyen, memnun olanlardan daha fazla. Cised'in araştırmasında toplumdaki eşcinsellik oranı %12 çıkmış. Eğer bunların hepsi memnun olsaydı büyük çoğunluğu ortaya çıkardı. İşte bu %12'nin içinde, ortaya çıkmayıp herşeyi içinde yaşayan, kurtulmak için kıvrananların sayısının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Acaba onların sesini kim duyacak?



İşte bu gibi nedenlerle bizimkiler bir dernek kurmaya karar vermişler. Geçenlerde Hüseyin Bey’in de aralarında bulunduğu birkaç kişi toplanmışlar ve temelini atmışlar. İstanbul’da olmadığım için uzaktan takip ediyorum, tam bilgi sahibi değilim. İlerleyen zamanlarda resmi başvuruyu da yapacaklarmış. Artık lazımdı bu. İnşallah boşluğu dolduran bir yapı olacak.



psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #12 : 12 Aralık 2017, 06:07:27 ös »
Son zamanlarda saçma sapan, aynı zamanda da ciddi bir takıntı ortaya çıktı bende. Seneler önce bir şeyler dinlemiştim. Tam hatırlamıyorum ama galiba şöyleydi:

“Ayı postunu sağlam ele geçirmek isteyenler bunun için uygun bir yol aramaya başlamışlar. Vurularak öldürülen ayının postu delindiği için değeri düşüyormuş. Bu yüzden bir yöntem geliştirmişler. Ayılar elma şekerini çok seviyormuş. Bunu göz önünde bulundurarak elma şekerinin içine jilet yerleştirmişler. Ayılar şekeri yaladıkça dilleri parçalanmış ama onun tadından birşey hissetmemişler. Dilleri paramparça olan ayılar birşey yiyemedikleri için ilerleyen zamanda ölmüşler ve böylece postları sapasağlam elde edilmiş.”



Muhtemelen uydurulmuş bir bilgi ama ilk dinlediğimde gerçek kabul edip çok etkilenmiştim. Ben bunu tamamen unutmuştum. Ama nedense son zamanlarda kurduğum cinsel fantazilerde bu durum aklıma geliyor, kadının vajinasında jilet var ve yalayınca dilim paramparça oluyor. "Ne alaka?" diyorsunuz değil mi? İnanın bende bilmiyorum. Çocukluğumda dinleyip unuttuğum, hatırlayınca da yarım yamalak hatırladığım alakasız bir olay şimdilerde durduk yerde zihnime hükmediyor. Üstelik bu durum daha önce yoktu, yeni hasıl oldu. Anlaşılan kadın cinselliğinden o denli tiksindirilmişim ki, sürekli yeni problemler oluşuyor. Beynim sert bir direniş sergiliyor. Alışkanlıklarını bırakmamak için her yolu deniyor. Ne yapacağım ben bu kendimle bilmiyorum.



Geçenlerde bir gece kendimi çok kötü hissediyordum. Beynimin akla hayale gelmedik ayak oyunları, eşcinsel hislerin tesirinin hâlâ var olması, sevdiğim insanlardan uzakta olmak, geleceğimle ilgili yol haritamın belirsizliğinin verdiği rahatsızlık gibi duyguların birleşimiyle kıvranmaya başladım. Alanında başarılı olmuş her insanla kendimi kıyaslıyordum ve onlar şöyle şöyle başarılı olmuşken ben hâlâ kendi içimdeki fırtınalarla uğraşıyorum diye düşünüyordum. Ettiğim duaların tam anlamıyla karşılık bulmadığını düşündüm bir an. Allah affetsin.



O anda hani olur ya, Allah'ın ettiğiniz duaları yok saymayıp önemsediğini, yanınızda olduğunu hissettirecek bir ilahi işaret beklersiniz! İşte ben de öyle bir moda girmiştim. "Allahım yanımda olduğunu bana hissettir" diye dua ettim. Belki rüya filan görürüm diye uyumayı denedim ama gözüme uyku da girmedi. Ben de telefondan facebooku açtım. Hüseyin Bey belli bazı gruplarda danışanların terapi yazılarını paylaşıyor. İşte o yazılardan birisi denk geldi ve okumaya başladım. 2010 yılında yazılmış olan uzunca bir yazıydı. Yazan kişi ortalara doğru abisiyle aralarında geçen bir diyaloğu aktarmış. Abisi bir yakınmasına karşılık ona demiş ki;



"Allah Hz.Muhammed'e peygamberliği 40 yaşında vermiş, sen daha yola çıkmadan bunları düşünüyorsun."



Evet; işte aradığım cevap tam olarak buydu. Tam olarak o anki duygu ve düşüncelerime verilmiş bir cevaptı. Okuyunca birden gözlerime fer geldi, gayrıihtiyari yataktan doğruldum.



Benim de bir yere gelebilmem için bu aşamalardan geçmem lazım sanırım. Necip Fazıl "Çilesiz adamın yüzüne tükürün!" demiş. Güzel bir mertebeye erişebilmek için çileyle olgunlaşmak gerekir. Çileyle yoğurulmamış insan, ciddi bir dünyevi makama erişse de mânen o makamın hakkını veremeyecektir. İstediğine hemen erişen insan elindekinin kıymetini bilmez. Düşündüm de, eğer benim problemim ilk terapide hemen çözülüverseydi anlatacak bunca hikayem olmayacaktı. Başkaları için de verimli olacağına inandığım terapi yazılarını yazamayacaktım.



Geleneği bozmayalım, yine güzel bir alıntıyla bitirelim. Bu sefer Mevlana'dan:



"Sen dua edersin ama kabul olmuyor sanırsın!

Ekmek almak için bir fırına gidersin,

Beklerken fırıncı ile bir sohbet başlar.

... Ve fırıncının hoşuna gidersin, hoş sohbetsin ya…

Fırıncı başkalarına istediğini verip acele ile gönderir

Bu arada sen istediğini alamadığın için sıkılmaya başlarsın

Ama bilmezsin ki

Fırıncı daha yeni pişmiş en güzel ekmeği verecek.."

.

.

.

.

.

evet işte yeni yazım.

aklıma uygun bir başlık gelmedi. sizin de fikrinizi alabilir miyim?

bu arada bilgi yanlışları olabilir. rastlarsanız haber verin de düzelteyim

yada verdiğim bilgilerden sakıncası olan varsa.....

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU
« Yanıtla #13 : 09 Ocak 2018, 11:03:09 ös »
..

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: PENİS KUYUSU: "ama benim durumumla senin durumun bir değil"
« Yanıtla #14 : 06 Haziran 2021, 05:01:19 ös »
...