Gönderen Konu: Nevrotik Bir Kişilik Örgütlenmesinde Eşcinsellik  (Okunma sayısı 4542 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Nevrotik Bir Kişilik Örgütlenmesinde Eşcinsellik
« : 31 Mart 2012, 09:06:51 ös »
   
Nevrotik Bir Kişilik Örgütlenmesinde Eşcinsellik


  Nevrotik bir kişilik örgütlenmesi ve nesne ilişkileri dünyasında buna karşılık gelen yapısal özellikleri olan erkek eşcinsel hastada, anneye yönelik oidipal özlemlerden duyduğu suçluluk ve hadım edilme kaygısıyla bağlantılı olarak oidipal babayla bilinçdışı boyun eğme davranışı tipiktir. Diğer bir deyişle, oturmuş bir ben kimliği zeminindeki negatif oidipal kompleks savunmaya yönelik olarak yapılanmıştır, büyün ya da bütünleştirilmiş nesne ilişkileri yaygındır ve bastırma çevresindeki odaklanmış oidipal özlemler ve savunma düzenekleri baskındır.
  Bu hastalar oidipal babaya boyun eğerek anneyle savunmaya yönelik bir özdeşleşme yaparlar ve sıklıkla Freud'un (1914) tanımladığı narsistik eşcinsel nesne seçimi gözlenir. Yani, kendilerini anne tarafından sevilen çocuk olarak temsil eden bir erkek nesne seçerler ve ona anaç bir tutum gösterirler. Anne tarafından sevilen çocuk olarak kendi kendileriyle eşcinsel özdeşleşme kuran hastalar da vardır. Anneye yönelik özlemleri, kendilerini hem anneyle yasak ilişkiden, hem de çözülmüş zalim ve sadistik babadan koruyan anaç erkeklere yer değiştirmiştir. Aynı hasta, dönüşümlü olarak farklı eşcinsel aşk ilişkilerinde veren anneyle, ya da bağımlı erkek çocukla özdeşleşebilir.
  Bu hastalarda, tipik olarak erkek bedenin erotik idealleştirmesi yoğundur. Bunun yanı sıra, cinsel organları yok sayıldığı sürece kadın bedenini de idealleştirebilirler. Tehditkar olmayan kadınlarla cinsellikten arındırılmış ilişkileri özleyebilirler. Yumuşak, kadınsı erkeklerle kurdukları ilişkiler, zalim oidipal babayı temsil eden, ‘vahşice’ heteroseksüel olan erkeklerin ve saldırganlığın reddine işaret eder.
  Aşk ilişkilerinde genellikle aynı erkeğe karşı hem genital uyarılma, hem de sevecenliği içeren dengeli nesne ilişkileri kurabilirler. Tüm nevrotik sapıklıklarda olduğu gibi burada da, aynı nesne ilişkisinde genital ve şefkatli duyguları bütünleştirme yetisi görürüz. Bu hastalar genellikle çok biçimli sapkın fantezi ve etkinlikleri hoş görebilirler ve zorunlu eşcinsellik koşulu korunduğu sürece, çok çeşitli cinsel davranışlar gösterebilirler. Sanatın anlamlı bir gerilemeye karşı bir savunma olarak idealleştirilmesi ve böyle bir bölünmüş idealleştirilmelerden, doğrudan anal ve oral zevkin çözülmesi de bu vakalar için tipiktir.
  Nevtrotik kişilik örgütlenmesi düzeyindeki eşcinsellikle erkek cinselliğinin normal eşcinsel unsurları arasındaki sınırlar nedir? Geleneksel psikanalitik görüşe göre, nevrotik eşcinsellikte, alışkanlık olmuş, zorunlu eşcinsel ilgiler ve çocuksu oidipal çatışmaların normal olarak çözümlenmemiş olduğunu haber veren ilişkiler bulunur. Buna bağlı olarak, erişkin bir kadınla tam bir ilişkide olan oidipal babayla özdeşleşilemez ve heteroseksüel cinsellikle birlikte babalık işlevi de kabul edilemez. Son yıllarda bu görüşe karşı çıkan psikanalistler, yaradılıştan belirlenmiş eşcinsel yönelimin bazı bireylerde normal bir eşcinsel örgütlenmeyi kolaylaştırdığını ve normal eşcinselliğin yerleşmesini bozan gelişimsel çatışmalar işe karıştığında da nevrotik bir eşcinsellik olduğunu öne sürüyorlar. (Morgenthaler 1984; Isay 1989)
  Dahası, normalle patolojik eşcinsel yönelim arasındaki sınırın farklı toplumlarda tarihsel dönemlerde farklı çizildiği söylenebilir; bu sınırın psikanalizle araştırılması, tüm toplum bilimlerine kaçınılmaz olarak sızan kültürel yanlılıklarla kösteklenebilir. Söz edilen, seyirdeki büyük farklar nedeniyle, nevrotik eşcinsellik, sınır kişilik örgütlenmesi düzeyindeki eşcinsellikten ve özellikle de narsistik bir kişilik yapısına dayanan eşcinsellikten ayırt edilmelidir.


Otto Kernberg’in Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık isimli kitabından alınmıştır.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4097
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nevrotik Bir Kişilik Örgütlenmesinde Eşcinsellik
« Yanıtla #1 : 03 Nisan 2012, 07:53:20 ös »
Saffet Murat Tura, "Editörün Önsözü", s. 7-9

Pek çok analist ve terapistin "yaşayan en büyük usta" kabul ettikleri Otto F. Kernberg'in psikanaliz dışı çevrelerde yeterince tanınmaması ilginçtir. Şüphesiz buna yol açan en önemli neden psikanalizin bu efsane isminin fazla "hekimce" bir üslup ve tutum benimsemiş olmasıdır. Ne var ki Kernberg'in başarısı da gene bu üslup ve tutumdan kaynaklanır.
       Kernberg'de ne Lacan'da olduğu gibi büyüleyici bir üslup ve kültürel alanlara uygulanabilir bir kuram, ne de Kohut'ta olduğu gibi epistemolojik bir zekâ ve kuramda devrim yaratan bir düşünme tarzı buluruz. Kernberg'in önemi daha çok psikanalizi üst sınıftan ayrıcalıklı insanların "kozmetik" ve pahalı bir uğraşı olma yolundan çıkarıp ciddi kişilik bozukluklarının görüldüğü bir alanda da başarıyla uygulamış olmasından kaynaklanır. Sınır kişilik bozukluğu gösteren vakaların psikodinamiklerinin anlaşılmasına en önemli katkıyı yapan terapist odur. "Klinik psikanaliz"i sayesinde bu ağır vakaların analitik terapiyle iyileştirilmesinin imkânlarını yaratmış, sınır kişilik örgütlenmesi gösteren vakaların analitik psikoterapilerinde tamamen savunma ve aktarım analizine dayanan oldukça iyi tanımlanmış etkili bir teknik geliştirmiştir. Kernberg'in kuramı ve tekniği ekip çalışması zihniyetinin gelişmesine katkıda bulunmuş, psikanaliz ile genel psikiyatrinin, diğer psikoterapi öğretilerinin ve ilaçla tedavinin uzlaşabileceği noktalara yapıcı bir katkıda bulunmuştur.
       Vaka takdimlerinden anlaşıldığı kadarıyla oldukça sağlam bir ruhsal yapısı ve sarsılmaz bir kendine güveni olan Kernberg'in kuramı şaşırtıcı ölçüde basit, gerçekçi, pratiğe dönük, hatta şematiktir. Bu kuram bir yandan Freud'un dürtü kuramına, diğer yandan Melanie Klein'ın ve İngiliz okulunun nesne ilişkileri yaklaşımına, bir başka açıdan Anna Freud ve Heinz Hartmann'ın ben psikolojisine, oluşumsal yaklaşım bakımından da Margaret Mahler'e dayanır. Kernberg bütün bu dağınık, hatta yer yer karşıt yaklaşımları inanılmaz bir berraklıkla senteze ulaştırabilmiştir. Kuramda biyolojik veriler ön plana çıkarılmış, genel tıp ve psikiyatrinin katkıları gözardı edilmemiştir. Üslupta kültüre ilişkin yan göndermelerden özenle kaçınılmış, kuramda özellikle "entelektüel sohbet"ten uzak durulmuştur. Kavramlar net ve kesindir. Düşünce tarzı adeta görsel bir modelden hareket ediyormuş gibi ileri derecede indirgeyicidir.
       Uygulama alanında insan saldırganlığını ve yıkıcılığını en yakından inceleyen bilim adamlarının başında gelen Kernberg, kuramını da özellikle saldırganlığı açıklayacak şekilde oluşturmuş, beklenebileceği gibi yaşamı boyunca kuramsal yaklaşımlarında pek az değişikliğe yer vermiştir. Temel yapıtlarına bu dizi çerçevesinde yer verdiğimiz bir başka büyük usta olan Heinz Kohut ile psikanaliz ve psikiyatri çevrelerinde uzun yıllar büyük ilgi uyandıran sert kuramsal tartışmaları da yine bu konu çevresinde düğümlenir. Teknik ve kuram açısından yenilikçi olan Kohut karşısında Freud geleneğini savunan Kernberg, Kohut'un tekniğini ve kuramını özellikle insan saldırganlığını ve yıkıcılığını incelemeye olanak vermemesi açısından ciddi şekilde eleştirmiştir. Kohut saldırganlığı ve yıkıcılığı, bütünlüğü tam anlamıyla pekişmemiş bir kendiliğin çözülme ürünü (bir yan ürün) olarak görür ve kendiliği adeta "düzeltici duygusal deneyim" yoluyla pekiştirmeye girişir. Kohut'un kuramı insan tabiatı konusunda iyimserdir, tekniği ise yumuşak ve eşduyumsaldır; analiz sürecinde şiddetli duygusal gerilemelerden ve yüzleşmelerden kaçınılır. Buna karşılık Kernberg'in tekniği şiddetli aktarım ve karşı aktarım tepkilerinin gelişmesine imkân tanır; hatta terapi içindeki saldırganlığın, olumsuz aktarım tepkilerinin incelenmesi ve çözümlenmesi terapinin esasını oluşturur. Kuramsal olarak kişiliğin bütünleşememesi ileri düzeyde saldırgan dürtülere ve bunlarla başetmekte kullanılan ilkel savunma mekanizmalarına bağlanmıştır.
       Pek çok araştırmacı sınır durumlar için Kernberg'in tekniğinin geçerli olduğunu kabul etmekle birlikte narsisistik vakalar için Kohut'un tekniğini daha elverişli bulur. Nitekim Kohut da narsisistik bozukluk gösteren vakaları sınır patolojiden özenle ayırmış, bu vakaların özel şekilde değiştirilmiş bir psikanaliz tekniğiyle analiz edilebilirliğin sınırlarında olduğunu kabul etmişti. Oysa Kernberg narsisistik patoloji gösteren vakaları geniş bir yelpaze oluşturan sınır kişilik örgütlenmesinin içinde değerlendirir. Bu durumda bu iki büyük usta arasındaki tartışma özellikle narsisistik durumlar ve narsisizmde saldırganlığın rolü üzerinde yoğunlaşır.
       Kernberg'in önemli kuramsal tezlerini ifade etmek bakımından oldukça yeterli olan Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm ayrıca Kohut'a yönelik eleştirilerin esas noktalarını da dile getirmesi bakımından anlamlıdır.

http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Text/56985