Gönderen Konu: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?  (Okunma sayısı 20785 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« : 02 Aralık 2011, 09:05:21 ös »
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
www.huseyinkacin.com

27 Mart 2011 Pazar akşamı TV5 Ana Haber Bültenindeki söyleşide
"eşcinsellik hakkında"
gündemdeki eşcinsel parti adaylarının varlığını konu alarak konuşma yaptı.

http://www.youtube.com/watch?v=u1iMl9dDm-o&feature=related  tıklayınız


http://www.youtube.com/watch?v=tYzUWd-BFag&feature=related tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#





Yansıtmalı özdeşim kavramı, tanımlandığı günden bu yana birçok klinisyen ve kuramcının  dikkatini çekmiş, kavramla ilgili farklı görüşler öne
sürülmüştür. Literatüre bakıldığında, kavram üzerinde fikir birliği olmadığı görülmektedir. “Nesne İlişkileri Kuramı”nın kurucusu olarak bilinen
Melanie Klein, kavramı ilk kullanan teorisyendir
(Klein 1946). Onun bakışını ve ardından gelen di-
ğer yaklaşımları özetlemek, hem kavramın doğası-
nı anlamakta yararlı olacak, hem de bu yazı içinde
göstermeyi amaç edindiğimiz gibi, kavramın insan
ilişkilerinin tüm alanlarını nasıl etkilediği konusunda bir fikir verecektir.
 “Nesne İlişkileri” içinde yer alan yaklaşımlarda yansıtmalı özdeşim, üç şekilde ele alınmaktadır.
Birinci bakış açısı, yansıtmalı özdeşimi, yalnızca
“borderline kişilik bozukluğu” gibi ruhsal yapılanmanın ağır bir biçimde zedelendiği kişilik patolojilerinde kullanılan bir savunma düzeneği olarak
görmektedir. Buna Kernberg’in ortaya koyduğu,
“borderline” kişilik örgütlenmelerinde görülen di-
ğer patolojiler de eklenebilmektedir. İkinci bakış
açısına göre, yansıtmalı özdeşim, psikanaliz sürecinde, “aktarım” (transference) ve “karşı-aktarım”
(counter-transference) içinde psikanalist/terapist
ile analiz edilenin/hastanın/danışanın arasındaki ilişkide kendisini gösteren bir mekanizmadır.
Üçüncü görüş ise, yansıtmalı özdeşimin aslında
insan ilişkileri içinde, kişinin herhangi bir öteki
(kişi, kurum, grup ya da ulus) ile ilişkisinde yaşanan her şey olabileceğini iddia etmektedir (Göka
ve ark. 1993).
Melanie Klein
Klein kuramını, bebeklerin içsel çatışmalar,
saldırgan, yamyamsı dürtüler ve ilkel yok edilmezarar görme anksiyeteleriyle baş etmek için ortaya
çıkardıkları ilkel savunmalar üzerine inşa etmiştir.
Kuramında bebeklerin yaşamın ilk yılında sırayla “Paranoid-Şizoid konum” ve “Depresif konum
”lardan geçtiğini ifade eder. Burada sözü geçen
“konum” kavramını, bir gelişim evresi gibi değil
de, “kendine özgü anksiyeteleri, savunmaları ve
içsel nesne ilişkileri olan, bir benlik örgütlenme
durumu” olarak anlamak gerekir (Alford 1989).
Bu iki pozisyonda temel motivasyon, saldırganlık
dürtüsünden kaynaklanır. Bebek, nesneleri kısmi
nesneler (part objects) olarak yaşar. Bebek için
ilk kısmi nesne anne memesidir. Bebeğin yaşam
alanının en büyük bölümünü dolduran anne memesi, aslında onun saldırganlığı ve diğer dürtüleri
için kendi düşlem dünyasını dolduran imgelerin
depolandığı bir mekanı da oluşturmaktadır. Paranoid-şizoid konumda bebek, kaygısını azaltmak
için kendi içindeki istemediği saldırganlığı ve
kötü yanlarını anneye, yani memeye yansıtarak
kendinden uzaklaştırmaya çalışır. Bu pozisyonda
“kötü”, annedir. Daha sonra Klein’ın depresif konum dediği dönemde daha farklı ilişkilere giren
çocuk, anneyi ve kendisini daha tam, yani “iyi” ve
“kötü”lerin toplamından oluşan bir bütün olarak
görmeyi başardıkça, geçmişte annenin iyi yanlarını görememiş olmaktan dolayı suçluluk duygusu
yaşar. 
« Son Düzenleme: 30 Haziran 2012, 02:45:30 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« Yanıtla #1 : 02 Aralık 2011, 09:07:21 ös »
Klein, bebeğin anneye aktardığı saldırganlık
parçalarının ve dürtülerin daha sonra bebek tarafından tekrar içselleştirildiğini belirtmiştir. Benzer
şekilde bebeğin her dışkılaması, kendisi için tek
ruhsal nesne olan annesi üzerinden yani onunla
ilintili olarak gerçekleşmektedir. Bebek, dışkılama
eyleminde aslında kendi kötü parçasını yani dış-
kısını annesine atmaktadır. Burada “yansıtma”nın
en ilkel düzeneği işlemekte; bebek, kendisinde olmasını istemediği, saldırgan yanları anneye yansıtmaktadır. Bebekliğin bu döneminde meme, annenin bir uzantısı olarak algılanmakta, anne memenin
tamamından oluşmuş gibi görülmektedir. Memeyi
somurmak, emmek, içini boşaltmak ile kendi içindeki tehlikeli, istenmeyen parçaları annenin içine
atmak arasında gidip gelen bebek için, kaygısını
azaltmak, yaşamsal bir meseledir. Anne/meme ise
bunu sağlayacak olan araçtır.
“Yansıtma”nın temel düzeneğinin “bölme”
(splitting) diye adlandırdığı bir başka savunma
düzeneği olduğunu ifade eden Klein, bebeğin ilk
etapta “iyi” ve “kötü” “anne” ile “iyi” ve “kötü”
“ben” imgelerini ruhsal yapı içinde ayrı ayrı tuttuğunu yani bölme yaptığını, ancak anne ile ilişkisinde yaşantıları çoğaldıkça ve (bu ilişkide annenin
yetersizliği ya da aşırı davranışları yüzünden kırılmalar ya da bozukluklar olmadığı sürece) bebeğin
yaptığı “bölme” işleminin, hem iyi hem de kötü
yanları olan anne ve ben algısına doğru değiştiğini
dile getirmiştir. Ödipal öncesi dönemde bebeğin
yaptığı bu “bölme” savunmasının temel güdüleyicisi, kendini, benliğine ve nesneye ait ‘kötü’ yönlerden korumaktır. Bu dönemde ruhsal aygıt içinde
bölünmüş olarak ayrı tutulmaya çalışılan parçalar
ötekine yansıtılır. 
Klein, yansıtmalı özdeşimde bebeğin, önce
içinden bir parçayı anneye yansıttığını, daha sonra
tekrar içine alarak onunla özdeşleştiğini, temelde
kötü yönlerden kurtulmaktan ve karşıdaki kişiye
zarar vermekten çok, ona hükmetme, kontrol etme
amacı taşıdığını belirtmiştir. Bu yönüyle yansıtmalı özdeşim, aslında “yansıtma”dan daha ilkel bir
düzenektir; “yansıtma” mekanizması kullanılırken
iç dünyadaki olumsuz içerik bir başkasının üzerine
boca edilir. Yansıtmalı özdeşimde ise karşıdakinin
davranışlarını istenen biçime sokma, bir başka deyişle ona hükmetme amacı vardır (Klein 1952).
Görüldüğü gibi Klein’in görüşleri gerçek annebebek ilişkilerinden çok, bebeğin düşlemsel dünyasında olup bitenlere dayanır ve saldırganlık dürtüsü çok fazla vurgulanmıştır. Klein bu nedenlerle
birçok eleştiri almıştır (Gabbard 1990), ama bu
eleştiriler, Klein’ın tanımlamaya çalıştığı düzeneklerin ve özellikle yansıtmalı özdeşimin insan
ilişkilerinde birbirimize neler yaptığımızın anlaşılmasına yaptığı katkıyı ortadan kaldırmaz.
Klein, insan davranışlarının kökeninin anne ile
ilişkide olduğunu, kendilikle ilgili temellerin yaşamın ilk yıllarında atıldığını fark etmiş, bu ilişkiyi
gözlemlemeye başladığında da, saldırganlığın ve
güç ilişkilerinin, daha insan yavrusunun yaşamının
başlangıcında ona yön verdiğini iddia etmiştir. Saldırganlık içgüdüsüyle hayatta kalabilmek için baş-
kaları üzerinde egemenlik kurma arzusu, yaşamın
başlangıcından beri vardır ve anneyle ilişkimizde
de esastır. Yansıtmalı özdeşim, kendi olumsuz
yanlarımızı, eksikliklerimizi, gereksinimlerimizi
anneye yükleyerek onu bu ihtiyaçları karşılamak
için hareketlendirmenin, bir başka deyişle onun
davranışlarını yönlendirmenin ve ona hükmetmenin adıdır.
Bion ve Kernberg
İngiliz grup analisti Wilfred R. Bion, yansıtmalı
özdeşim kavramını daha çok psikoterapi sürecindeki terapist-hasta/danışan ilişkisinde ele almıştır
(Bion 1959). Bion’a göre, yansıtmalı özdeşim, bu
düzeneği iyi bilen bir terapist tarafından terapide
çok iyi bir tedavi aracı olarak kullanılabilir. Terapist, hasta ile ilişkisinde onun kötü parçalarının
yansıtılması için bir araç işlevi olduğunu fark edip,
yansıtılanları direnç göstermeden içine alır, kabullenir, içinde tutar ve değiştirdikten sonra dışarı verirse, hastanın kendi yansıtmalarını değişmiş ve iş-
lenmiş biçimlerde yeniden içine almasını sağlamış
olur. Psikoterapi sırasında hasta, kendisine ait kötü
yanları bütünleştirebilmek ve bir tür kendine dönme ve ilerleme sağlayabilmek için paranoid- şizoid
konumdan depresif konuma ilerler ve asıl değişim
bu sırada ortaya çıkar. Hasta, içindeki “kötü” par-
çaları terapiste yansıtarak onlardan uzaklaşırken
aslında gündelik yaşamında hep tekrarladığı örüntüleri ortaya koymaktadır. Ancak gündelik yaşamdaki kişilerin aksine terapist bu yansıtmaları geri
yansıtmadığından (içinde tuttuğundan), hasta bu
“kötü” yansıtmaları içselleştirmez. Böylece hasta “kötü” parçaları değil, işlenmiş olarak yeniden
yansıtılan daha yeni ve daha olumlu parçaları iç-
selleştirir. Bion’un yaklaşımının önemi, insan iliş-
kilerinde belirleyici bir işlev gören yansıtmalı özdeşimlerin tanınması ve gerektiğinde düzeltilmesi
için yol gösterici niteliğinin olmasıdır.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« Yanıtla #2 : 02 Aralık 2011, 09:08:31 ös »
Melanie Klein’a ilk ciddi eleştiriler başka bir
nesne ilişkileri kuramcısı olan Otto Kernberg’den
gelir. Ancak tüm Nesne İlişkileri kuramcıları gibi
Kernberg de bir yönüyle Klein’ın izleyicisidir. O
da Klein gibi, ruhsal  alandaki içgüdülere değil,
kişilerarası alandaki ilişkilere bakar. Kernberg,
yansıtmalı özdeşimin insan ilişkilerinin doğasını
anlamak için fırsat sağlayan yanıyla ilgilenmez;
düzeneğin borderline kişilik örgütlenmesi dediği
ağır klinik tablolara yol açan görünümleri üzerine odaklanır. Kernberg’e göre yansıtmalı özdeşim,
ilkel bir savunma düzeneğidir, dolayısıyla ancak
borderline kişilik bozuklukları ya da psikotik durumlar gibi kendi içlerindeki kötü nesne (object
representation) ve kendilik tasarımlarını (self-representation) yansıtmaya çok fazla gereksinim duyan, en alt düzeylerdeki ağır psikolojik bozukluklarda  görülebilir (Kernberg 1967).
Kernberg, yansıtmalı özdeşimin yansıtma savunma mekanizmasına göre daha ilkel bir düzenek
olduğu konusunda Klein’ın fikrine katılır. Ancak
bunun nedeninin Klein’ın ileri sürdüğü gibi yansıtmalı özdeşimin egemenlik kurma motivasyonu
taşıması ile ilgili değil, henüz bebeğin anneden
tam olarak ayrışmamış olması ve aralarındaki sı-
nırların belirgin olmaması ile ilgili olduğunu savunur. Eşduyumun (empati) yansıtmalı özdeşimin
işleyişinde çok önemli bir işlevi olduğu görüşündedir. Yansıtmanın yapılabilmesi için anne-bebek
ayrışmasının tamamlanmış olması gerekir. Yansıtmalı özdeşim henüz bebeğin kendisini anneden
ayrıştıramadığı ve yansıtma yapamadığı dönemde
ortaya çıktığı için daha ilkel bir savunma düzene-
ğidir. Kernberg’in burada sözünü ettiği eşduyum,
insanlar arası ilişkilerde karşılıklı anlayışı sağlayan, sağlıklı eşduyum değil; onun en ilkel düzene-
ği olan, henüz ayrışmamışlığın neden olduğu eşdu-
yumdur ve olumsuz bir anlamda kullanılmaktadır.
Bu bakış açısına göre, bebeğin kendisini anneden
ayırt edemediği dönemde, annenin iç dünyasına ait
her şeyi eşduyumla tümden içe alması, yansıtmalı
özdeşimin temelidir. Bu dönemde annenin ruhsal
dizgesi bebek tarafından kolayca içe alındığından
ve bebek kendini zararlı materyalden korumak için
başka bir mekanizmaya sahip olmadığından, annenin iç dünyasında sahip olduğu tüm yıkıcı etkiye
açık bir haldedir. Kernberg, kendilik sınırı olmayan insanların da yakınlarıyla ilişkide, aynen bebeklikte olduğu gibi bu tür savunma mekanizmalarını kullandıklarını öne sürer. Eğer bir ilişki içinde
bireysel sınırlar belli değilse, iç içe geçmiş durumdaysa, o ilişki içinde olup biten şeyler temelde
yansıtmalı özdeşimdir. Ancak Kernberg sonradan,
sınırları belirli bireyler arasında da yansıtmalı özdeşimlerin olabileceğini dile getirmiştir (Kernberg
1987). Kernberg’in yansıtmalı özdeşimi eşduyuma
dayandırarak açıklamaya çalışmasının, insan iliş-
kilerini anlamada, kendilik ve kimlik oluşumunun
dinamiklerini kavramada çok önemli çağrışımları
vardır. Yansıtmalı özdeşim, olumlu ya da olumsuz, iç dünyamızda önem verdiğimiz, yakınımızda
olan,  şöyle ya da böyle tanıdığımız, tanıdık hissettiğimiz nesnelerle ilişkiler için daha çok gündeme
gelen bir düzenektir. Yakın ilişkilerde daha yıkıcı
duygusal bağların ortaya çıkmasının; grup (ve topluluk) kimliklerinin oluşumu süreci içinde, bir arada yakın yaşayan gruplar arasında yıkıcı, olumsuz
ve ‘ötekileştiren’ evrensel hislerin anlaşılmasında,
Kernberg’in katkısı çok önemlidir.
Yansıtmalı Özdeşime “İletişim” Olarak 
Bakanlar
Porder, yansıtmalı özdeşimi yalnızca bir savunma düzeneği olarak değil, olağan insan ilişkisinde
var olan bir düzenek olarak görür. Ona göre yansıtmalı özdeşim bir ebeveyn veya bakıcı ile bebek
arasındaki etkileşimin süreğen biçimde yinelenmesi olarak anlaşılabilir (Porder 1987). Anne aslında çocuğun belli bir şekilde davranmasını ister
veya onu zorlar. Çocuk da kontrol etmeyi temelde
anneden öğrenir. Burada anne, çocuk için ilk nesne, bakım veren insandır. Çocuk da yaşamında baş
etme becerilerini aşan derecede zorlanım yaşarsa,
anne-çocuk ilişkisindeki rolleri tersine çevirerek
anne-babasının kendisine yaptıklarını ötekileri
kontrol etmede uygulamaya başlar, onların rolüne
bürünür; çünkü dağarcığındaki baş etme becerileri
ve bilgileri sınırlıdır. Çocuklar için neredeyse alı-
şılageldik olan bu düzeneğin kullanımı erişkin ya-
şamda da zaman zaman gündeme gelebilir. Porder,
tezini kanıtlayabilmek için psikoterapötik ilişkiden
örnekler verir. Genelde analisti ile aktarım ilişkisine girmiş olan hasta, analisti güçlü bir ebeveyn
gibi algılamaktadır. Fakat yansıtmalı özdeşim işin
içine girdiğinde birden bire bu algılama tersine
döner; bilinçdışı bir şekilde analist çaresiz, güç-
süz, kötü çocuk; hasta ise güçlü, sert ve eleştiren
bir anne-baba haline dönüşür. Böyle bir durumda
hasta analistine karşı, ebeveynleri kendisine nasıl
davranmışsa öyle davranmaya başlar. Porder’e
göre burada, herhangi bir aktarım ilişkisinde olduğu gibi hastanın duygularını analiste yansıtması değil, hastanın analistini tedavi seansı boyunca
belirli bir şekilde davranmaya zorlaması vardır.
Yansıtmalı özdeşim psikoseksüel gelişimin tüm
evrelerinde ortaya çıkabilir ve uyumsal amaçlara,
üstbenlik (süperego) gereksinimlerinin karşılanmasına hizmet eder. Bir başka deyişle yansıtmalı
özdeşimde, anne-babaları tarafından kullanılan
ve genellikle patolojik olan savunmaların aynen
çocuk tarafından kullanılma çabası ve bu çabanın
daha sonradan erişkin yaşamda da yinelenmesi
dışında başka bir işlem yoktur.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« Yanıtla #3 : 02 Aralık 2011, 09:09:09 ös »
Normal ilişkilerde
karşısındakini belli bir şekilde davranmaya zorlama şeklinde ortaya çıkan davranışlarda yansıtmalı
özdeşim, kişinin kendi içsel parçalarını karşıdaki
kişinin ruhsal dizgesi içine sokması ve kendi par-
çasıyla ilişkisini koparamaması yüzünden de kar-
şısındaki kişiyi parçası gibi yaşayarak onu kontrol
etmeye çalışmasıdır.
Zinner ve Shapiro (1972) ise, yansıtmalı özdeşimi aile ve evlilik terapisinde kullanmak üzere
genişletmişlerdir. Onlar da Porder gibi yansıtmalı
özdeşimi, ilkel bir savunma mekanizması olarak
değil de, sıradan, günlük yaşantıda var olan bir
mekanizma olarak görürler. Onlara göre, patoloji olarak görülen bu süreçler normaldir, hatta romantik ilişkilerde normalde yaşanan da yansıtmalı
özdeşimdir. Evli çiftler arasında karşılıklı olarak,
üstelik sürekli bir biçimde, yansıtmalı özdeşimler
yaşanmaktadır (Scharff ve Scharff 1997; Zosky
2003). Örneğin aile içinde, koca, kendisinde olmasını istemediği edilgenliği ve zayıflığı karısına
yükleyerek ve yansıtarak, kendinde olmasını arzuladığı saldırgan ve rekabetçi imgesini sürdürebilmektedir. Bu da, kendisindeki saldırgan rekabet-
çi özellikleri kocasına yansıtmak yoluyla istediği
edilgen ve çaresiz, dolayısıyla korunan bağımlı
kişi imgesini sağlayabilen kadın için ideal bir
durumdur. Bu açıdan eşler arasındaki yansıtmalı
özdeşimler, karşılıklı pekiştirici ve tümleyici bir

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« Yanıtla #4 : 02 Aralık 2011, 09:09:41 ös »
özellik taşırlar. Eşler yansıtmalı özdeşimleri kabullenerek ilişkilerinin içinde kalırlar. Aynı özellik, çocuk ve anne-baba ilişkisi için de geçerlidir
ve yansıtmaları kabul eden genelde çocuklardır.
Çocuklar, çoğu kez anne-babanın sevgisini yitirme
korkusuyla yansıtmaları kolayca kabullenirler.
Tom  Main’a göre (1975) yansıtmalı özdeşimde
“öteki”, aslında yansıtan tarafından yansıtılan ve
esasında kendisine yabancı olan saldırgan nitelikleri ve itkileri (impulse) hissetmeye zorlanır, garip
ve rahatsız hissedebilir ve yansıtana karşı kızgınlık
duyar. Fakat yansıtanın zayıflığı ve korkaklığı kar-
şısında, kendisine devamlı olarak zorla yüklenen
üstünlüğe ve saldırgan güce karşı koymak bir o
kadar da zorlaşabilir. Bu tür rahatsızlıklar az veya
çok tüm çift ilişkilerini etkiler. Bir kadın, örneğin,
kendisinin korkulan, istenmeyen, saldırgan ve hükmeden yanlarını kocasına yansıtır ve sonrasında da
kocasından korkar ve ona saygı duyar. Diğer taraftan koca, kendisine zorla yüklenen kaynaklardan
dolayı saldırgan ve hükmedici hissedebilir. Daha
da ötesi, kendine ait nedenlerden dolayı kişiliğinin
belirli çekingen yönlerini hor görebilir, reddedebilir ve yansıtmalı özdeşim ile bunları eşine yansıtır
ve böylece onu da hor görebilir. Böylece eşi, sadece kendine ait olan çekingen kısımlarla kalmayıp onunkileri de yüklenmiş olabilir. Belirli çiftler
öyle birbirine kenetlenmiş yansıtma düşlemlerinin
egemen olduğu dizgeler içinde yaşarlar ki, her biri
karşısındaki kişiyle değil sanki yansıtılan istenmeyen, bölünmüş kendi kısmıyla evli gibidir. Fakat
egemen ve kaba olan koca ve aptalca çekingen ve
saygılı olan kadın, kendileriyle ve karşısındakiyle aşırı mutsuz olabilir; buna rağmen bu evlilikler
istikrarlıdır, çünkü eşlerden her biri narsistik patolojik amaçlar için diğerine ihtiyaç duyar. Yani,
zorla yapılan yansıtma süreçleri, özellikle de yansıtmalı özdeşim, hem kişiyle hem de karşısındaki
nesneyle ilişkidir. “Öteki” (ki bu genellikle yakın
ilişki kişisidir), az veya çok, her zaman, yansıtmalı
özdeşimin içinde bulunmakta ve mutlaka süreçten
etkilenmektedir. İlişkilerde kimi zaman karşılıklı
yansıtmalı özdeşimlerin oluşturduğu bağlar öylesine bir düğüm meydana getirir ki, bunun sonucunda
ortak kişilik tükenişleri ve işgalleri yüzünden kişilerarası alanda bozukluklar ortaya çıkabilir.
Yansıtmalı özdeşimi olağan insan ilişkilerinde
kendisini gösteren bir iletişim formu olarak görenlerin en büyük katkısı, onu ağır psikopatolojilerle
sınırlı olmaktan çıkararak insan ilişkilerinin olduğu
her yerde işleyen bir süreç halinde tanımlamalarıdır.
Ogden’in Modeli 
Son zamanlarda yansıtmalı özdeşim üzerine
yapılan çalışmalar, Klein’ın değil, Ogden’in modelini temel almaktadır; çünkü Ogden, yukarıda
özetlemeye çalıştığımız tüm tartışmaları gözden
geçirerek üzerinde kolay fikir birliği sağlanabilecek bir model geliştirmiştir. Ogden, temelde yansıtmalı özdeşimin hem normal hem de patolojik
olabileceğini dile getirmiştir. Ogden, yansıtmalı
özdeşimin patolojik biçiminin ağır kişilik bozuklukları ve psikozlarda görülebileceğini ve burada
yansıtılan materyalin kendilik tasarımları olduğunu
dile getirmiştir. Nevrozlarda ve sağlıklı bireylerin
gündelik yaşamlarında görülen daha sağlıklı yansıtmalı özdeşimlerin ise yalnızca nesne tasarımlarının yansıtılması şeklinde olduğunu belirtmiştir
(Ogden 1979; Ogden 1982). Ogden’in yansıtmalı
özdeşim modelinde yansıtmalı özdeşim, birbirini
izleyen üç aşamada anlatılmaktadır. Bunlar sırasıyla yansıtma, kişiler arası etkileşim ve yansıtmanın yeniden içselleştirilmesidir.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
Ynt: BEN SEN MİYİM YOKSA SEN BEN MİSİN?
« Yanıtla #5 : 02 Aralık 2011, 09:10:51 ös »
nın yeniden içselleştirilmesidir.
1. Yansıtma (projeksiyon): Kişi, kurtulmak istediği parçayı ötekine yansıtır. Kurtulmak istemesinin nedeni, bu parçanın kendiliği tahrip etme olasılığının bulunmasıdır. Kendilik (self) dediğimiz,
bireyin kendine ilişkin algısı, kendilik ve nesne
tasarımlarının bir arada oluşturdukları kompozisyondan ibarettir. Eğer psişik aygıt, bu kendilik ve
nesne tasarımlarını içine aldığı halde, sindirip iç-
selleştirememişse, bu parçaları dışarıya yansıtır.
Aksi halde bu sindirilememiş kötü parçaların içeride kalması halinde kaygı ortaya çıkar. Bu yüzden
yansıtma kullanılarak anksiyete azaltılmaya çalı-
şılır. Yukarıda da belirtildiği gibi kendilik tasarımlarının yansıtılması, nesne tasarımlarının yansıtılmasına göre daha ilkel bir süreç olarak görülür ve
en çok da borderline düzeyde ve psikotik bozukluklarda ortaya çıkar. Nesne tasarımlarının yansı-
tılması ise, geniş anlamıyla aktarımın belirgin bir
özelliğidir; bütün insan ilişkilerinde, psikoterapi
esnasında ve nevrozlarda görülür.
2. Kişilerarası Etkileşim: Kişi, yansıtmayı yaptığı kişiyi, nesneyi etkilemeye, zorla istediği gibi
değiştirmeye çalışır. Altta yatan mesaj, “Sen, benim sana söylediğim şeysin; bunu kabul et”tir.
Amaç, bu kimsenin yansıtılan bu parçayla uyum
içinde düşünmesi, davranması ve hissetmesidir.
Bunlar, intra-psişik değil, daha çok kişiler arası
alanda gerçekleşir. Burada yapılan zorlama, yansıtmalı özdeşimin kişiler arası, gruplar arası doğasının temelidir ve bu kişiler arası etkileşimle ilgili

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle