Yıllar sonra babamla sahnede hesaplaştım
Duyduk duymadık demeyin! Bu ülkede taşlar yerinden oynuyor, konuşulmayan şeyler konuşuluyor, tartışılmayan şeyler tartışılıyor.
En çarpıcı örneklerinden biri ensest. Bir üniversite öğrencisi Arascan Dönmez, babasıyla yaşadıklarından yola çıkarak bir oyun yazıyor. Daha doğrusu, bir performans. Adı, ‘Ağustosta Karla Dans'. 23 haftadır oynuyor. Aşağıda okuyacaksınız zaten, Arascan'ın çocukluğu felaket geçiyor. Ne anne var, ne baba. Baba madde bağımlısı, hapislere girip girip çıkıyor. Anne ortalıkta yok, başını alıp gitmiş. Ve bu kadar sıkıntı, acı yetmezmiş gibi, bir de cinsel istismar. Ne var ki bu genç adam, bütün okullarında yüzde 100 burslu okuyor. Parlak, zeki biri. Pek çok ödülü var. ‘Ağustosta Karla Dans' performansıyla da önemli bir şey yapıyor, yaşadığı zorlukları sahnede anlatarak kendini iyileştirmeye çalışıyor. En büyük destekçilerinden biri Profesör Bengi Semerci. Yaşadığın felaketin olumsuzlukların kurtulabilmesi için onu destekliyor, cesaretlendiriyor...
HAMİŞ: Bir sonraki gösterisi yarın şermola Performans'ta, ilgilenenlere duyrulur...
Ailenizin kökleri nereden?
- Makedonya'dan. Selanik göçmeni. Bursa, Osmangazi'ye yerleşiyorlar.
Gözünüzü açtığınızda...
- İstanbul'dayım.
Çocukluk?
- Uzmanların patolojik olarak tanımlayacakları bir çocukluk. Orada oraya savrulmuş; acılı, acıklı. Bir yaşındayken, annemle babam ayrılıyor. şiddetli geçimsizlik. Annem her şeyini alıp gidiyor, beni bırakıyor...
Neden?
- Bir röportajda sorduğunuz bu sorunun, hayat boyu cevabını bulmaya çalıştım! Velayetim onda olmasına rağmen, hazır değil, iyi değil, ruhen sağlıklı değil. Erken yaptığı bir evlilik. Hayatını yaşamak istiyor, özgür olmak istiyor, beni bir türlü benimseyemiyor.
Baba?
- O zaten bu hikâyede bir var, bir yok. Var olduğunda da hayatımın içine ediyor. Babam, ben bildim bileli, cezaevine girip çıkıyor. Sekiz yaşıma kadar babaanne, dede ve halayla yaşıyorum.
Anne figürü?
- Babaanne. Belli bir yaşa kadar onu anne olarak biliyorum. Ama sürekli, “Neden arkadaşlarımın annesi gibi topuklu ayakkabı giymiyor? Neden makyaj yapmıyor? Neden yaşlı?” diye üzülüyorum.
Baba figürü?
- İşte orada işler karışıyor. Babaanneme, “Anne” diyorum. O zaman da dedeme “Baba” demem lazım değil mi? Ama ona “Dede” diyorum. Bu arada, sürekli fotoğrafını gösterdikleri ve “Bak, senin baban bu!” dedikleri bir adam var. Ama o adam hiç gelmiyor, hep tatilde olduğu söyleniyor. Bitmeyen tatil. Bazen arıyor, beni konuşturuyorlar. O zaman da, “Yani babaannemle o fotoğraftaki adam mı evli?” diye soruyorum. Her şey kafamda karmakarışık.
Gerçek anneniz peki?
- Ha bir de o var tabii. Sekiz yıl sonra, birden ortaya çıkıyor, artık anne olmaya hazır! Ben ilkokul ikideyken, beni güpe gündüz kaçırıyor. Öz annem ya, buna hakkı olduğunu düşünüyor. Birlikte Gölcük'e taşınıyoruz, psikolojim iyice bozuluyor. Beni okula filan da göndermiyor. Annem olduğunu söyleyen ama duygusal herhangi bir bağımın olmadığı bir kadın ve bir üvey kardeş... Meğer o sekiz yılda annem bir daha evlenmiş, bir çocuk daha yapmış, ikinci eşinden de boşanmış ve ‘fotoğrafta gördüğüm adam'a, yani babama dönmek istiyor. Aklınca, aileyi yeniden bir araya toplayacak. Babam da, o sırada Bolu Yarıaçık Cezaevi'nde. Hayatımın en fena üç yılını Gölcük'te ve Bolu'da geçiriyorum.
Annenize mi, babanıza mı benziyorsunuz?
- İkisine de benzemek istemiyorum!
KENDİ KENDİMİN AİLESİYİM
Hangisine daha yakınsınız?
- İkisine de değilim. Onların ikisine de, bir çocuğun anne ve babasına baktığı gibi bakamam.
Aile sizin için ne ifade ediyor?
- İnsan, kendi içinde fiziksel ve ruhsal bir denge oluşturabilmişse, tek kişilik bir aileye sahip olabilir. Henüz böyle bir iddiam yok. Ama deniyorum, kendimi oldurmaya çalışıyorum. Sorunun cevabına gelince, bendeki aile kavramı, anne, baba ve çocuktan oluşmuyor. Ben, kendi kendimin ailesiyim.
Hikâye nasıl devam ediyor...
- 10 yaşında annemle babam yine ayrılıyor. Eşyalarından korktuğum, odalarında dolaşmaktan ürktüğüm, uyuduğumda bile arkamda ayak sesleri duyduğum Bolu'daki o evi, annem ve kardeşim terk ediyor, yerine yine babaannem geliyor. Babaannem hayatımdaki tek güneş, beni tekrar okula yazdırıyor. O kazık yaşımda, ilkokul 2'yi yeniden okuyorum, ama başarılıyım, 3'ü okumadan valilikten bir izinle 4'e atlıyorum. şiir yarışmalarında ödüller alıyorum. Okula gönderilmediğim üç yıl boyunca annem hep aptal olduğumu söylüyor, oysa hiç de değilmişim. Tam yeniden kendime güvenimi kazanacakken, babaannemi kaybediyorum.
Of felaketler peş peşe gelmiş...
- Hem de nasıl. Babaannem ölünce, hop yeniden ıstanbul. Bu sefer de halamla yaşamaya başlıyorum, onun da eşiyle sorunları var, dört yıl da orada sığıntı gibi yaşıyorum. Ortaokulu bitirmeye yakın, babam cezaevinden çıkıyor, hafta sonları babamla kalıyorum.
Babanızla ilişkiniz nasıl?
- Birden bire, hayatım kurtuldu zannediyorum. Tutunacak bir dal bulmuşum. Ona tapıyorum, bayılıyorum. Artık hayat boyu beni sevecek, kafamı okşayacak biri var: Babam. Parfümler süren, güzel giyinen bir erkek. Beni etkiliyor ve farklı etkiliyor. Hafta sonlarını iple çekiyorum. Okul çıkışı, koştur koştur onun arkadaşıyla yaşadığı eve gidiyorum. Babamla yakınlaşmak istiyorum, bütün o yılların acısını çıkarmak istiyorum, beni sevsin istiyorum. Akşamları ona sarılıp uyumak çok hoşuma gidiyor. Onun çekyatında birlikte uyuyoruz. ışte o uyumalar, günün birinde benim ‘Ağustosta Karla Dans' adlı bu oyunu yazmama sebep oluyor.
Babanızla yaşadığınız tam olarak neydi?
- Ortada normal olmayan bir durum vardı. Ama daha önce bir babam olmadığı için normal nedir bilmiyordum. Babasını çok seven, hatta babasına aşık bir çocuktum. Babamın madde bağımlılığı vardı, içeride arkadaşıyla sohbet eder, müzik dinler ya da porno izler sonra yanıma gelirdi. Yıllarca o kadar hiç kimse yoktu ki beni seven, onun varlığı, bana sarılması beni mutlu ederdi. Ama işte baba-oğul gibi değildi ilişkimiz. Tabii bunu çok sonra fark ettim. O sarılmaların bana verdiği zarar, bende yarattığı tahribat çok ağır oldu. Yaşanan şeyin adını koymamı istiyorsanız, ensestti.
Sonra...
- Sonra tekrar cezaevi. Bu arada liseyi bitirdim, Bilgi Üniversitesi'ne girdim ve sahne ve gösteri sanatları yönetimi okumaya başladım. ıkinci sınıftayken hapisten çıktı. Tekrar bir araya geldik. Geçmişi son kez açıp kapatmak ve kafamdaki soruların cevaplarını alabilmek için, onunla tekrar iletişim kurmaya çalıştım. Hatta, biseksüel olduğumu anlattım. Kıyameti kopardı. Bölük pörçük zamanlarda bir araya gelişimiz, herkesle herkes gibi oluşumuz ama hiçbir zaman bir baba-oğul gibi olamayışımız bende bu duyguları yarattı ve bu oyunu yazdım. Bir nevi, içimdekileri dışarı çıkarıp kendimi tedavi etmeye çalışmak...
Ne kadarı yaşadıklarınız, ne kadarı kurgu...
- Otobiyografik öğeler taşıyor ama kurguyla iç içe geçiyor. Ama tabii ki kendi yaşadıklarımdan yola çıktım...
Ensest, bu toplumun en ağır tabularından biriyken, pek çok insan ensesti gizlerken, sizi bu performansı yazmaya iten tam neydi?
- Yaşadıklarımı gizlemenin kime ne faydası var ki? Aksine, bas bas bağırmak, kusmak geliyor içimden. Başkalarını bilemem, ben kendimi dışa vurarak, paylaşarak iyileştirme yolunu seçenlerdenim. Ne kadar küçük olsanız da, insan bir şekilde ayırabiliyor iyi dokunmalarla, kötü dokunmaları. O dokunmaların masum olmadığını...
Daha da fecisi, sevgiden kaynaklanmadığını da biliyor. Ya da bir gün, kafasına dank ediyor. Sevgiye o kadar muhtaçtım ki, ses de çıkaramıyordum. Bunun suçluluğunu da çok yaşadım. Hep şöyle dedim kendime: “Bunları bana yapmasına izin veriyorum, öyleyse istiyorum, öyleyse suçluyum!”
Oysa sadece babamın sevgisini kazanmak istiyordum. Ve sonunda, o tekrar cezaevine girince, gittim, yaşadıklarımı bir klinik psikoloğa anlattım. Ensest kavramını işte o zaman öğrendim. Sonra Bengi Semerci'ye mail attım. Bugün hâlâ ayaktaysam, biraz da onun sayesinde. Hep onun yazılarını okuyordum, mailime cevap verince, gittim yüz yüze de konuştum, kendisinden çok destek gördüm.
PERFORMANSIN EN ÇARPICI YERİ FİNALİ
Bu performansı yazan da, yöneten de, oynayan de sizsiniz. Ne zaman aklınıza geldi böyle bir şeyi yapmak...
- Babamla gerçek hayatta yüzleşemediğim için bunu bir performansa taşıdım. Bu, tek kişilik bir oyun.
Biraz anlatır mısınız?
- Yaşadığı ensestin yıl dönümü 10 Ağustos gecesi, babasını sıradan ve ucuz bir uyku ilacıyla uyutup onunla dolaylı yoldan iletişime geçen, hem kendini, hem yılları, hem de o geceyi babası üzerinden tedaviye kalkışan, birçok konuda kararsız olsa da, artık kendi cinsel tercihi konusunda kesin bir karara varabilmiş 23 yaşındaki bir gencin hikâyesi bu. Üç de videosu var bu oyunun. Birincisinde, sekiz yaşında bir çocuğu izliyoruz, madde kullanan, porno izleyen bir babaya korku dolu gözlerle bakıyor. ıkinci videoda dokunmalarla, ensest anlatılıyor. Üçüncü videoda da, artık o küçük çocuk büyümüş, babasıyla hesaplaşmasını bitirmiş, üzerinde bir battaniye var. Sonunda da o battaniyeyi atıp çırıl çıplak kalıyor, en cesur haliyle bir bilinmeze doğru gidiyor, nereye gittiğini bilmiyoruz.
Siz sekiz değildiniz ensesti yaşadığınızda...
- İşte kurgu olan o bölümler. Ensesti daha çarpıcı bir şekilde anlatabilmek için çocuğun yaşını küçülttüm, henüz gay olarak da tanımlamıyorum kendimi, oyundaki çocuk tanımlıyor. Ama oyundaki baba da cezaevine girmiş ve çıktığında oğluyla görüşmek istiyor. Bir erkek arkadaşının evinde olduğu öğreniyor. Kapıyı, oğlunun çıplak erkek arkadaşı açıyor, arkada da kafasında sarı bir perukla oğlunu görüyor. Birden bire deliriyor, “Siz i.ne misiniz? Nesiniz? ı.neleeer!” diye bağırıyor. Çocuk da babayı uyuttuktan sonra diyor ki, “Ortada ne seni suçlayan var ne o geceyi! Esas soru soracak biri varsa, o da benim, sen değilsin. Nasıl bir i.nelik olduğunu sana şimdi göstereceğim” diyor. Aslında babanın bu çıkışı ve riyakârlık içinde oluşu, çocuğu bütün bunları yapmaya itiyor. Artık uzantıya sahip her şey çocuk için penis. O yüzden sahnede açık-kapalı, direkt ve endirekt yoldan verilmiş örtülü, örtüsüz bir sürü penis var. Muz, su pompası vesaire. Ama en çarpıcısı oyunun finali. Ancak bu şekilde bu hesaplaşmayı bitireceğini düşünüyor ve yatakta uyuyan babasına bakarak, baş parmağına prezervatif takıyor ve şöyle diyor: “Yok, yok bu bir intikam gecesi değil. Karakterim seninkiyle aynı değil. şimdi sen de benim kadar savunmasızsın. Sana her şeyi yapabilecek durumdayım ama merak etme sana, bana yaptığınla karşılık vermeyeceğim.” Akabinde de babasının üzerine işiyor. Yatağının üzerinde beyaz bir maske var. O maske, aslında babanın suratı. Alt tarafını boş bırakıyorum, oraya herkes kendi ensestini koysun diye. Evet sert bir oyun, finali de öyle. Ama insanlar o kadar gerilmiş bir halde izliyorlar ki, resmen sonunda rahatlıyorlar...
ÖNCE KORKTUM SONRA SUSTUM YILLAR İÇİNDE DE ÖLDÜM
Oyunda şöyle bir yer var: “Parkta babasıyla oynayan bir çocuk gördüğümde kendimi düşünüyordum, bizi düşünüyordum. Seninle bir gece oyun oynadık. Aylardan ağustos'tu, ayın 10'uydu. Yer, park yerine bir oturma odasıydı. Kumların üstünde değil, bir çekyattaydık, vakit öğlen değil, geceydi. Bu, iki kişilik bir oyundu. Sen birazdan bir sürü şey içecek, kendinden geçecektin, ben de savunmasız bir şekilde uyumak için seni bekleyen o çocuk olacaktım. Ve her gün, o önünden geçtiğim parkın kaydırağına çıkar gibi, o gün de tek tek merdivenlerinden çıktım oturdum. Tam kayacaktım, aşağıda sen olacaktın, beni tutacaktın ama ben kayamadım. Bacaklarım kaydırağın sonuna ulaşamadı. Bir başındaydım ortasında. Önce takıldım, sonra korktum, sustum, yıllar içinde de öldüm!” Kendini bu şekilde ifade eden bir insanın ruhsal açıdan ne durumda olduğunu bizler değil, bir psikiyatr
açıklayabilir ancak.
CEMİL İPEKÇİ “ZAYIFLA” DEDİ 30 KİLO BİRDEN VERDİM
Neden tek kişilik oyun değil de, performans olarak nitelendiriyorsunuz?
- Çünkü serim, düğüm, çözüm yok. Her seferinde bir yere varıyor ama asla kendini tamamlamıyor. 24. haftaya girecek. Bıkmadan, usanmadan her hafta gelip 20 lira para verenler var. 70 dakikada bitmesi gerekiyor ama bazen 110 dakikayı buluyor. Sonra izleyicilerle soru cevap kısmı başlıyor, insanlar çıkıp kendi yaşadıklarını anlatıyor ve oyunu değerlendiriyor.
Tam olarak ne zaman aklınıza geldi böyle bir şey sahnelemek?
- Beş sene önce. Sahnede boş bir yatak olacak. Karakterin üzerinde bir bornoz. Yatakta uyuttuğu babası... Ama oyunun başından sonuna kadar o babanın bir fonksiyonu yok. Hiç konuşmuyor. Bornozlu karakter gidip gelip ona bir şeyler söylüyor. Bu resim vardı kafamda. Ama metin henüz yoktu. Ben sondan gittim. Önce o bornozu bulmaya çalmıştım. Cemil ıpekçi'ye ulaştım. Çok açık sözlü davrandı, “Böyle bir yağ kütlesine bornoz filan dikemem. Zayıfla gel!” dedi. 110 kiloydum. Haklıydı. Gittim, kilo verdim.
Kaç kilo verdiniz?
- 30 kilodan fazla. Şimdi 74 kiloyum. Sonra baktım ki kilo vermek yetmiyor, kaslanmak gerekiyor. Kıvanç Tatlıtuğ'un hocalarını buldum, Karen ve Tony Hill. Hikâyemden etkilendiler, bana destek verdiler. Karen holistik beslenme uzmanı, Tony da fitness eğitmeni. Ayrıca Ayla Algan'dan da oyunculuk dersleri alıyorum, Fa Coach Akademi'den de koçluk eğitimi.
KOD ADI ‘BİRLİKTE UYUMAK'TI
Ensesti yaşadığım dönem, aynı zamanda kendi cinselliğimi de sorguluyordum. “Ben neyim?” diyordum. Yönelimimle ilgili yanlış bir şey yapıyorsam, bunların düzelmesi için dua ediyordum. Yıllardır görmediğim bir baba var. Parkta oynamamışım, birlikte bir şey paylaşmamışım, tensel temas yok, baba duygusu yok, kokusu yok. ışte bütün bunların hepsi, seneler sonra bir çekyatın üzerinde yaşandı. Adı da, ‘birlikte uyumak'tı. ılk kez ona bu kadar yakındım. Ama aynı zamanda şu da vardı: Ben sadece kızlardan değil, erkeklerden de hoşlandığımı fark ediyordum. Ve yanımda yatan bir erkek bedeniydi. Yıllarca yanımda olmadığı için de, “Ama o senin baban!” demedi içimdeki ses. ıtiraz etmediğim için de hep kendimi suçladım. Ama sonradan anladım ki, ne olursa olsun, onun bunu yapmaması gerekiyordu. O mesafeyi koruması gerekiyordu. O yüzden yaşadıklarım ensest!
Toplumda tabu kabul edilen bir konuyu insanların gözüne sokarsam, beni perişan ederler diye korkmadınız mı?
- Hayır, niye korkayım? Tam tersine, yıllardır hasır altı yaptığımız yetmedi mi, sakladığımız, sustuğumuz? Her altı erkek ve her dört kız çocuğundan biri bu ülkede ensestle felaketiyle karşı karşıya değil mi? Oyunumun sonunda anlıyoruz ki, çocuk olduğu için hakkını arayamayan kişi, yıllar sonra kendisine yapılan haksızlığın karşısına dikiliyor. O yüzden bu performans, insan hakları kapsamında değerlendirilmeli.
Gerçekten bütün o yaşadıklarınızı atlatabildiniz mi?
- İki seçeneğim vardı önümde: Ya bütün bu yaşadıklarıma ‘kader' deyip, böyle bir anneye babaya sahip olduğum için kahredecek, kendimi arabeske vuracaktım ya da “Bütün bunları yaşamam gerekiyordu” deyip, ders çıkaracaktım. ikinci şıkkı tercih ettim.
Ne dersi çıkardınız?
- Size garip gelebilir ama şuna inanıyorum: Alim bir babanın evladı da olabilirdim. Bu manyak anne babayı seçtim. Tanrı da onlara dedi ki, “Sizi görevlendiriyorum. Onu kesinlikle sevmeyeceksiniz, omuzlarına kaldıramayacağı yükler vereceksiniz çünkü o, 23 yaşına geldiğinde çok iyi bir oyun yazacak ve insanlığa faydalı olacak. Ama bütün bu noktalara gelebilmesi için bu süreçlerden geçmesi gerekiyor.” Eskiden çilehaneler varmış. ınsanlar olgunlaşmak, büyümek ve bir kademe yükselebilmek için o çilehanelere gidip çile çekermiş. Benim öyle bir yere gitmeme gerek kalmadı. En büyük çilehane ailemdi. Ama şimdi hepsi geride kaldı. Bütün geçmişimle helalleşirken, annemi de, babamı da affederken, sanatın dönüştürücü etkisinden yararlanıyorum. Belki de gerçekten benim gibi şeyler yaşamış insanlara faydam dokunur...
DÜNYADA CEZASI MÜEBBETE KADAR GİDİYOR
Ensestin cezası ABD'de 10 yıldan başlayıp müebbet hapse kadar gidiyor. Fransa'da 20 yıldan az değil, İngiltere'de ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açılıyor. Tabii bu oyunla, TCK'da bir değişiklik gerçekleştiremem ama farkındalık yaratabilirim. Kim bilir, belki bir çocuk koruma merkezinin kurulmasını da sağlayabilirim.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19489733.asp