Gönderen Konu: NESNE İLİŞKİLERİ TEORİSİ  (Okunma sayısı 17938 defa)

alıntı

  • Global Moderator
  • Full Member
  • *****
  • İleti: 142
    • Profili Görüntüle
NESNE İLİŞKİLERİ TEORİSİ
« : 09 Ağustos 2009, 11:24:28 öö »
Dr. Murat BEYAZYÜZ
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Psikiyatri Kliniği

Nesne ilişkileri teorisinin temelleri, çalışmalarını çocukların analizi üzerinde yoğunlaştırmış olan, Viyanalı psikanalist Melanie Klein’in ortaya attığı bir takım varsayımlara dayanır. Klein, hayatın ilk yılının zihinsel gelişim için en belirleyici, en önemli dönem olduğunu söyler. Hatta Freud’un ortaya attığı en önemli kavramlardan biri olan Ödipus Kompleksi’nin dahi yaşamın ilk bir yılı içinde memeden kesilme süreci içinde yaşandığını, Freud’un Ödipus tanımı ile neredeyse yalnızca isim düzeyinde bir örtüşme çerçevesi içinde iddia eder.
Nesne ilişkileri teorisi, bebeğin ve Ödipal dönem (Freud’un tanımladığı) öncesindeki çocuğun dış dünyayı nasıl algıladığına, dış dünya ile ilgili deneyimlerini nasıl zihinsel bir organizasyon içine yerleştirdiğine, yaşamın ilk günlerinden itibaren diğerleri ile olan ilişkilerini oluşturma biçimine, bu ilişkilerin zihinsel yapıya ve daha sonraki ilişkilerin şekillenmesine olan etkilerine ağırlık veren bir zihin teorisi şeklinde özetlenebilir. Nesne ilişkileri teorisi ile klasik psikanaliz, nedensellik ve bilinçdışı süreçler ilkelerinin sınırlarına kadar tam bir örtüşme gösterirken bu noktadan sonra bir ayrılma başlar. Teorinin bundan sonraki ayağını zihinsel nesneler oluşturur ve bu zihinsel nesnelere çok büyük bir önem atfedilir. Şöyle ki, klasik psikanalizin tamamen doğuştan geldiğini, bütün zihinsel süreçleri biçimlendirdiğini söylediği ve nedenselliğin en temeline oturttuğu dürtüler, Klein’a göre bedenden kaynaklanan ve doğuştan gelen fenomenler değildir, aksine özel bir takım nesne ilişkileri içine karışmış ve tam olarak ayıklanamayan karmaşık zihinsel süreçlerdir ve bu dürtüler özgül nesnelere yönelik olarak, bir bakıma nesne arayışı amacına yönelik olarak ortaya çıkarlar. Zihinsel nesnelere bu derece önem atfeden bu teorinin dinamik temelini, daha önce bir savunma mekanizması olarak anlattığımız özdeşleşme (identification), “içleştirme” (introjection)  ve “içe alma”yı (incorporation) da kapsayan “içerikleştirme” (internalization) adı verilen bir süreç oluşturur. Bu süreç bir savunma mekanizması kombinasyonu olmanın aksine normal zihinsel algoritmanın temel basamağıdır. Nesne ilişkileri teorisine göre, çocuklar, etraflarındaki, zihinsel birer nesne olan kişileri veya eşyaları içerikleştirdikleri gibi bu kişi veya eşyalarla olan ilişkilerini de içerikleştirirler. Yani her bir kişiyle kurulan ilişki iki zihinsel nesne oluşturur; birincisi kişinin zihinsel imgesi, ikincisi o kişi ile olan ilişkinin zihinsel imgesi. Böyle bir nesne ilişkisinde bu nesne ile daha iyi bir ilişki kurma isteği de belirleyici bir rol oynar. Kısaca ifade edecek olursak, nesne ilişkileri teorisi hemen tamamen bu içerikleştirme mekanizması, zihinsel nesneler ve bu nesnelerle olan ilişkiler üzerinde kuruludur. Klasik psikanaliz zihinsel süreçlerdeki sorunları dürtülerin yarattığı gerilimler, bu gerilimlere karşı oluşturulan savunma mekanizmaları ve çatışmalar ile açıklarken nesne ilişkileri teorisi aynı sorunlara “yanlış” veya “eksik” ilişki kavramlarının yardımıyla açıklama getirir. Klein, anormal zihinsel süreçlerin, nesnelerin hatalı bir biçimde içerikleştirilmesinden veya nesnelerin salt iyi veya salt kötü olarak algılanmasının yaşamın ileriki dönemlerinde de devam etmesinden kaynaklandığını öne sürer.
Klein’a ve tamamen onun izinden giden takipçilerine göre “süperego”nun oluşumu ve Ödipus kompleksi yaşamın ilk yılında başlar ve bebeğin ilk büyük sorunu ölüm dürtüsüdür. İçe atma ve yansıtma ile bebek bu sorunun üstesinden gelmeye çalışır. İngiliz Nesne İlişkileri Ekolü’nü oluşturan bu gruba göre, çocuğun gelişimindeki kritik evreler, “yansıtmalı özdeşim” (projective identification) ve “bölme” (splitting) mekanizmalarının yoğun biçimde işlediği “paranoid-şizoid dönem” ve daha sonra bütün nesnelerin içerikleştirilmesi ile gelişen “depresif dönem”dir.
Birinci dönemde bebek annesiyle varsanısal bir kaynaşma halindedir ve her türlü örselenmeye karşı son derece duyarlıdır. Bu duyarlılığın bir sonucu olarak da bebek sürekli bir kötülük beklentisi içindedir. Kendisine bir kötülük yapılacağı düşüncesi anne ile olan ilişkide de yaşanır. Çünkü anne memesi kimi zaman süt verirken kimi zaman vermez. Bebek bu karmaşayla baş edebilmek için anneyi “iyi” ve “kötü” şeklinde ikiye böler (splitting) ve böylece kötü anneyi dışarıda tutar. Bebek yalnızca kötü anneyi dışarıda tutmakla kalmaz, aynı zamanda kendi iç dünyasından kaynaklanan saldırgan dürtüleri de dışarıya atar ve en yakınındaki anneye yükler ve bu kötü duygular gerçekten annesininmiş gibi davranır. Bu ilkel savunma mekanizmasına da “yansıtmalı özdeşim” (projective identification) denir. Kötülüğün kaynağı olarak kabul edilen anneye bir yandan haset duyulurken diğer taraftan da aynı anne iyiliğin kaynağı olarak görülür ve kendisine şükran duyulur.
Bebek gelişim basamaklarında ilerledikçe, ikiye böldüğü annenin tek ve aynı kişi olduğunu anlamaya başlar ve ona yüklediklerinden dolayı suçluluk duygusuna kapılır ve “depresif dönem”e girer. Bu dönemde bebek, kötü anneyi de içerikleştirir ve iç dünyasında ona karşı da hoşgörü geliştirmeye çalışır. Bunu yaparken de “haset”in yıkmış olduğu şükran duygularını da onarmaya çalışır. Bebek bunlar olurken üzüntülü ve kaygılıdır. Kimi zaman bebek, depresif dönemde yaşadığı hüzün ve vicdan azabından kurtulmak için yaşadığı duyguları yadsıyarak tam tersi bir tutum içine de girebilir.
Nesne ilişkileri teorisinin bizim bu çalışmada en fazla yararlanacağımız taraflarını da böylece özetlemiş olduk. Kullanmaya niyetlendiğimiz teorik malzemeyi okuyucumuza kısaca tanıttıktan sonra şimdi birlikte yola çıkabiliriz.