Gönderen Konu: RIZASI YOK: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?  (Okunma sayısı 24062 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Obsesif, kendi obsesyonları içinde boğulan baskın bir anne ile, içine kapanık ve depresyondan hiç çıkamayan bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam da kendi çapında baskın idi evet. Genellikle sinirli ve sessiz idi, ama sık sık öfke patlamaları yaşadığı dönemlerde olmuştur. Annem ise yönetmeye çok alışmış ve olaylar kontrolünün dışına çıktığında sinirlenen bir insandı, bize göre mükkemmeliyetçi ve uç idi, ona göre ise “olması gerektiği gibi” idi.
8 yaşıma kadar evin tek çocuğu idim. Gözler üzerimde idi, babam ile hiç sağlıklı bir iletişimim olmadı, ya şiddet uygular, ya da sessiz sessiz etrafta gezerdi. Ben hep annemin etrafındaydım, onunla saatlere konuşur, o yemek yaparken, ev işi yaparken etrafında oynardım. Akşamları babam işten eve gelince annemin eteğinin altına saklanırdım. Kızardım ona, bir nevi gelip de annemi benden alıyormuş gibi hissederdim, çocuk kitaplarında ki hikayeleri okur, babası ile balığa çıkan çocukları kıskanırdım. Dışarıya çıktığımda nerede ebeveynleri ile mutlu mutlu oyun oynayan bir çocuk görsem kıskanırdım. Yalnızdım, bir tek iletişim kurduğum insan annemdi, onunla da iletişimim tek taraflı idi, ben konuşurken o dinler, müdahil olmazdı, çok resim yapardım çocukken, evdekiler resim yeteneğime hayran kalırlardı.
Bir de babaannem vardı, annemden nefret eder, sürekli onu bana kötülerdi, annem için köpek,fahişe vb. Olmadık laflar eder, beni ondan uzaklaştırmaya çalışırdı. Babaannemle birlikte yaşıyorduk, yani ben evin içindeki tek erkek çocuğu olarak sekiz yıl boyunca hayatımı sabahtan akşama kadar iki kadınla geçirdim. Babaannem beni kız gibi yetiştirmeye çalıştı, küçükken bana etek ve başörtü giydirip evin içinde gezdirirdi. Bana kırıtmayı, kadınlar gibi oynamayı öğretmeye çalıştı, onun bu saçmalıkları yüzünden kendimi cinsime ait hissetmedim. Hala bile hissedemiyorum.
6 yaşıma gelince babam fazlası ile içime kapanık olduğum için beni bir kursa yazdırdı, yaşıtlarımla oynar, sosyalleşirim diye. Evet, bir çocuk için fazla asık suratlı, huysuz ve sessizdim. Kursuta kimse ile oynamazdım, çalışkan olduğum için göze batardım. Birgün kursta idim, öğleden sonra idi, ben kursun üst katında yalnız başıma oyun oynuyordum, tüm çocuklar ve hocalar alt katta yemekhanede yemek yiyorlardı. İki hoca üst kata çıktı sonra, ne olduğunu anlamadan beni soydular, biri arkama geçti diğeri ise önüme, daha ne olduğunu bile anlamadan orada tecavüze uğradım, bağırdım, ağladım, duyuramadım sesimi, daha oral seksin ne olduğundan bi haberken aşağılık herif ağzıma boşaldı. Sonra diğeri de, o kadar şeyi yutmaya zorladılar beni, kustum. Sonra başka bir hoca geldi yanıma, sırtımı sıvazlayarak bana çok kötü bir iş yaptığımı, eğer aileme bu olayı anlatırsam annem ile babamın hapse gireceğini söyledi, ve beni buna ikna etti.
Eve geldiğimde annem kan lekelerini görünce sordu, ona kabız olduğumu ve tuvalete çıkmakta zorlandığımı söyledim. İlk kez yalan söylemiştim ona, kulaklarıma kadar kızardım, o ise hiç şüphelenmedi bile. Sonraki iki gün kursa gitmemek için hasta numarası yapıp yataktan çıkmadım. Ama kar etmedi, dönüp dolaşıp aynı lanet yere geri döndüm. Sonrasında aynı olay haftada iki-üç kere başıma gelmeye başlamıştı, sessiz sedasız kursa giden ben, sabahları servise inmemek için annemin eteklerine yapışır, avazımın çıktığı kadar ağlardım. Ama öyle ya da böyle oraya geri dönerdim. Kullanıldım, bir seks işçisi gibi, bir yıl sürdü, artık bir fahişeye taş çıkartırcasına iş yapıyordum, 5-6 kişiyi birden tatmin ettiğim bile oldu. Kendimden iğrenmeyi kendime öğrettim; madem bu kadar kötü ve pis bir işi yapmaya alışmıştım, o halde ben aşağılık bir pisliğin tekiydim. Kişiliğimi ikiye böldüm böylece, bir tane sürtük vardı, aptal, salak, kirli, bir tane de akıllı, uslu ve zeki çocuk vardı. Sanki sürtük tecavüze uğrarken akıllı çocuk kenarda onu izliyor, çikolatasını yiyordu. Böyle bir sahneleme yapmıştım kafam da.
O kabus bitti sonra, bir yıl sonra kurstan iyi bir dereceyle mezun oldum. Sonrasında babam beni kendi hayalleri doğrultusunda yetiştirmeye başladı, ben de o “potansiyeli” görmüştü, ona göre ben çok iyi bir elektronik, mekanik ve fizik mühendisi olabilirdim. Bana hiç anlamadığım halde elektroniğin temel ilkelerinden bahsetti. Dinleyip anlıyormuş gibi yapmadığım zaman vuruyordu. Ben de korktum, istediği gibi yaptım. Beni spor kurslarına yazdırdı, “Kurs” kelimesi tüylerimi diken diken ediyor artık. Başlarda spor güzeldi. Ve ben de yetenekli idim. Sonra başka bir tecavüzcü sanki beni eliyle koymuş gibi orada buldu, ve bu sefer aynı kabus orada devam etti, iki yıl da onun için çalıştım tabiri caizse. Seks çetesi gibiydiler. Sonra sporu bıraktım ve bir daha asla dönmemeye karar verdim. Önce kuran’dan sonra da spor’dan soğudum, ne zaman bir sayfaya bakıp ayetleri okusam aynı olaylar kafamda canlanıyor, aynı şeyler teker teker yeniden yaşanıyordu. Bıktım herşeyden. Çocuk aklımla intihar etmeye çalıştım, beceremedim. Kardeşim dünyaya geldi sonra, tuhaf bir duyguydu abi olmak. Kardeşimi çok sahiplendim, korumaya çalıştım, adını bile ben koydum. Onunla oyalanarak herşeyi unutuyordum.
Ergenlik çağları geldi sonra. İlk önce işe girdim (yaşım 10) araba tamircisinde çıraklık yaptım, sonra kaporta, oradan sanayi, kalıpçılık derken en son cnc operatörü oldum, ve sonra işi bıraktım, sanayiden de nefret ettim, duygusuz, soğuk, katı ve fazla erkeksi idi. Ergenliğe girdim o dönemde.. Bir çıraktan, bir kalfadan, bazen de komşu dükkanlardan birinde çalışan bir gençten hoşlanıyordum. Çocukluğumda “Şefkatli bir abi” olan arayışım, ergenliğe girince “İlgili, babacan ve sevecen bir aktif” e dönüştü. Tabii psikolojik açıdan tam bir enkazdım. Gayet soğukkanlı bir şekilde rol yapsam da içten içe, her geçen gün daha da çöküyor, hayattan daha çok nefret ediyordum. Cinsel terimler mana kazanmıştı ve tecavüz olayı kafamda bir netliğe kavuştu. Önceden hep “Bu amcalar bana ne yaptılar ki?” gibi bir soru vardı aklımda, böyle şeyler anlaşılmazdı benim için. Neler olduğunu anlayınca kendimi çok aşağılık hissettim, çocukluktaki hislerim geri dönmüştü. İşten çıkınca bir boşluğa düştüm. Ve o zaman bu hayatı bu şekilde sürdürmek zorunda olmadığımı farkettim. Kendimi çok yalnız hissediyordum, dünyada ki  tek eşcinsel benmişim gibi geliyordu. Ama dünya o kadar küçük değildi.
 Kendim gibi insanları bulmak için araştırdım, forumlarda gezdim, başlarda arkadaş olarak başlayan yazışmalar sonra dan ilişkiye dönüştü. İki kez tek gecelik ilişki yaşadım ve pasif oldum. Hiçbir zaman huzurlu olamadım. Sonra tek gecelik ilişkileri bırakıp uzun süreli ilişkiler aradım ama her seferinde terk edildim. En son bu yılın başlarında birini buldum. Kafalarımız uyuşuyordu ve en iyi yanı da dini çekincelere sahipti. Benimle önce arkadaş oldu, sonra da tavlamaya çalıştı. Onun bu niyetini farkedince ona ilişkiye dünden hazır olduğumu söyledim. Başladık. Başlarda herşey güzeldi, tam bir aktiften beklediğim gibi, ilgili, sahiplenici, sevecen ve romantik idi. İkimiz de cinselliği sevmiyorduk. Başımı göğsüne yaslar, hayal kurardım. Vaktimizi sohbet ederek, birbirimize sarılıp şekerleme yaparak geçiriyorduk ki, hayatımın en güzel bir kaç ayı öylece geçti, taa ki günün birinde benden ayrılmaya karar verdiğini söyleyene kadar. Çok şaşırdım. Onun için ailemi karşıma almıştım, herşey ortaya çıkmıştı, onunla birlikte olduğum için kırbaçlanıyordum, o  ise kendi rızasıyla gitti. Hani birbirimize sözler vermiştik? Hani ne pahasına olursa olsun asla birbirimizi terketmeyecektik? Hani bizi ne ordular, ne savaşlar ayırabilirdi? N’oldu? Bütün o yaşanmışlık silinip atıldı ve herşey bitti.
Tam da hayatımın yavaş yavaş güzel bir noktaya doğru gitmeye başladığını sanarken herşey korkunç bir şekilde bitti. Bana çok anlayışlı bir insan olduğumu, kendisi tedavi olana kadar yanında olup ona destek olmamı istediğini belirtti, yine oldum, daha düne kadar beni sevdiğini söyleyen insan artık bana karşı soğuk bir arkadaş gibiydi, sanki o ölmüş de yerine başka biri geçmişti, can yakıcıydı. Hayat götüme en ağır tekmeyi vurdu, tecavüz olayı bile bu kadar canımı yakmadı. Artık vaziyeti idare edemediğimi, yoluna kendi kendine devam etmesini söyleyerek onunla iletişimi kestim. O ise biz ikimiz çok iyi dost olacağız gibisinden zırvalar söyledi. Ve bitti. Sinirden gülüyorum hala...
Şimdi tedaviye başladım. Ve geldiğim nokta da tek hissettiğim şey boşluk. Tamamen hissizim. Bütün bunları ben değil de sanki başka birisi yaşadı ve ben de onun anlattıklarını dinliyormuşum gibi geliyor. Hayatımın kaba özeti bu işte.....


İlk terapi benim için biraz tuhaf geçti. Psikolog önce akrabalarımı alarak onlarla uzun bir sohbet etti, tabi, olayları kendi bakış açılarıyla anlattılar, ve benim aynı olayları anlatma fırsatım olmadı, benim bakış açımdan ya da hislerimden, en azından tecavüz olayı hakkında daha detaylı konuşulabilirdi diye düşünüyorum. Kendisiyle görüşmemiz 1.5 saat sürdü. Genel hatlarıyla aile hayatımdan bahsettim, görüşme bana pek tatmin edici gelmemişti ve gördüğüm bu bıyıklı adamın da tedavi konusunda pek iyi bir iş çıkarabileceğine inanmadım, dışarı çıktığımda kendi kendime ne olursa olsun eşcinsel kimliğimi korumam gerekiyor diye düşündüm. Terapi bir angarya idi, çevremdeki insanların talepleri nedeni ile kişiliğimi yıkıp yerine yenisini inşa etmek saçma geliyordu, ne de olsa aşk diye birşey vardı, ve henüz sevgilimden ayrılmamıştım. Sevgilim bana tek kaçış yolu gibi gözüküyordu. Birlikteliğimizi devam ettirmek için psikolog ve ailemle kıyasıya bir mücadele içine girişecek, bir yandan da ilişkimi sürdürerek sevgilime “Senin için buradayım” mesajını verecektim. Bunu ona söylediğim de güldü, evet, o kadar fedakardım ki (!), beni kullandıktan sonra kenara atan birisi için tedavi olmaktan ve hayatıma güzel bir yön vermekten vazgeçmiştim..
Ama umduğum gibi olmadı. Terapinin ikinci haftası sevgilimle ayrıldığım güne denk geliyordu. Kendisi de “tedavi olmak” istiyormuş. Tabii ki de yıkılmıştım. İstanbul dışına çıktığım için terapiye ara verdim, intihar denemeleri ve kabuslarla geçen iki haftanın sonunda terapiye geri döndüm, çevremdekilere “ben yıkılmadım, bu önemsiz bir olay” rolünü oynuyordum. Tabii içten içe bitik durumdaydım. Cinsel kimliğim ortaya çıktığı için yediğim yaftalar da cabasıydı zaten. İkinci terapiye daha da yıkılmış ve bitik olarak gittim. Yine kayda değer birşey konuşmadık. Psikolog bana uzun uzun tecavüz mağduru olduğum için eşcinsel olduğumu, bunun aslında bir nevi sahte bir cinsel kimlik, sahte bir kişilik olduğunu anlattı. Tabi, benim için anlaşılır, inanılır birşey değildi. Kendimi bu kimlikle o kadar çok özdeşleştirmiştim ki, onun sahte olduğu düşüncesi bana saçma geliyordu. İkinci seansta daha da kararlıydım, kesinlikle değişmeyecek, mücadelemi sürdürecektim. Ama içimde küçük bir ses “Git ve dene, tedavi olursan yeniden doğmuş gibi olacaksın.” demeye başladı. İkiye bölündüğümü hissettim. Bir tarafım “Ben gerçek senim, beni bırakma” derken sanki diğeri de “Hayır, o  sahte bir kimlik, ondan kurtul” diyordu. Sevgilimle görüştüm sonra, benim tedavi olmama pek de aldırış etmiyordu, daha da sinirlendim. Anlaşılan, o  kadar yaşanmışlığın, verilen sözlerin ve birlikte geçirilen onca zamanın onun gözünde pek bir değeri yokmuş. Herşeyi bir tedavi umuduyla kolayca silip atabildi. Halbu ki ben tedaviye bile inanmıyordum. Bana “beni çok iyi anladığını” söylüyor, ve sonra bütün bunlardan kurtulduğumuzda iki dost olarak devam edebileceğimizden bahsediyordu.
Birkaç gün içerisinde aslında az da olsa onun haklı olduğunu farkettim. Hala tedaviye inanmıyordum ama en azından onun mutluluğu için durumu kabullendim. Benden kendi tedavi süreci için yanında olmamı istedi, yanında oldum, ona bir arkadaş gibi davranmamı istedi, davrandım. Ama canım çok yanıyordu, daha düne kadar başımı omzuna dayadığım insan o kadar değişmişti ki artık bana olan sevgisinden bile bahsetmiyordu. Bu böyle devam etti ve hala da ediyor. Yarın öbür gün dost olabileceğimiz de bayağı tartışılır. Ağzıma boşalmış biriyle dost olmak pek de tercih edeceğim bir durum değil. Bütün bu haleti ruhiye ile üçüncü terapiye gittim. Bu sefer aile içi meseleler daha çok konuşuldu, konuyu aileye çekiyordum çünkü kendim hakkında konuşmak istemiyordum. Kendim hakkımda konuşur, gerçek duygularımdan bahsedersem psikolog sanki beni daha kolay yönlendirebilir gibi geliyordu, bunu düşünmek bile korkutucuydu zaten. Üçüncü seansın ortalarına doğru odaya bir çocuk girdi, Kendisi doktorun daimi hastalarından biri imiş. Ben tedavi sürecini tamamlamış, sonuç almış birini görmek umuduyla çocuğa kaçıncı seansta olduğunu ve cinsel kimlik olarak hangi kimliğe sahip olduğunu sordum, aldığım cevap gayet net ve manidar idi: “12. Seanstayız. Aşağı yukarı bir yıldır geliyorum, eskiden aktif gay idim, şimdi sadist oldum.”, “Nası yani?” dedim “Hani şu cinsel ilişkide ki sadizm mi? Yoksa tam sadist misin?” Gülüştük. “Evet” dedi “İnsanlara sadece zarar verme amacı ile yaklaşıyorum.”...
Hobaaa? Bu da nesi böyle? diye düşündüm, karşımda feminen jest ve mimiklere sahip bir ergen vardı ve kendisinin sadist olduğunu söylüyordu. “Heh” dedim kendi kendime, “herşeyi psikoloğa açar ve bu şekilde onun seni tedavi etmesine izin verirsen sen de bunun gibi ne idiği belirsiz kendini sadist sanan tuhaf birine dönüşebilirsin”. Kafamda öyle bir sahneleme yapmıştım ki manzara bana tedavi olmaya çalışan ve bayağı bir yol katetmiş birinden çok sanki; psikologla bu çocuk kafa kafaya vermişler, sonra psikolog bunu sadist yapmış, şimdi ikisi de bu işi nereden toparlayabileceklerini kara kara düşünüyorlarmış gibi geldi. Güvenmediğim psikologdan daha da soğudum. Bana göre o sadece insanların algılarıyla oynayarak onları tedavi olduklarına inandırıyordu. O hafta ev ödevi aldım. Aktif fantezi kurarak masturbasyon yapmakla yükümlenmiştim. Tabi bunun karşısında ben daha bi “Oha ama” oldum. Fantezi kurmaktan bile utanan ben bir de aktif fantezi kurup masturbasyon yapacaktım. Oldu, bir de porno izleyelim de tam olsun. Bu seansta daha da kararlıydım. İyice yıkılmış olmama rağmen mücadelemi kesinlikle sürdürecektim, eski sevgilim duygulardan anlamayan bir sürtük idi zaten, yeniden doğmaya inanan salak bir sürtük. Onun da canı cehenneme, ben kendi hayatımı bu şekilde sürdürebileceğimi ve günün birinde gerçek aşka bulabileceğime inanmaya devam ettim.
 


 


Psikolog bana duygusallıktan kurtulmam gerektiğini söyledi, “Heh tamam” dedim. “Katı kalpli olmak zaten sadizme giden bir yol değil mi?”. Tabii ki de o hafta masturbasyon yapmadım, plan şuydu; ilk hafta hiç masturbasyon yapmayacaktım, ikinci hafta ise azıcık yaptığımı söyleyecek, önümüzdeki 5 ya da 6 seansta aktif kimliğe bürünmüş gibi davranacaktım. Sonra da iyileşme rolü kesecektim, böylece hem aile baskısından hem de terapi angaryasından kurtulmuş olacaktım. Bir süre sonra tedaviye yavaş yavaş inanmaya başladığımı farkettim, içimdeki parçalar daha da ayrılıyordu, bir tarafta sevgilisi tarafından terkedilmiş, acı içinde kıvranan duygusal ben. Bir tarafta yıkımı kesinlikle kabul etmeyen ve eşcinsel kimliğime sahip çıkmamı söyleyen, bütün bu heteroseksüelleri düşman gibi gösteren eşcinsel ben, bir tarafta ise tedavi olmayı denememi kulağıma fısıldayan içten içe heteroseksüellik arzularıyla dolu ben. Tedavi olmak bana hep saçma görünmüştü, bu neydi ki şimdi? Böyle avlanma içgüdülerini yeniden kazanıp sürüye dönmeye çalışan kurtlar gibi, ne yapacaktık biz? Acı çeke çeke iyileşip yeniden mi doğacağız? Daha neler be. Oldu, filler de uçuyo zaten.
 


Dördüncü seansa daha da yıkılmış bir şekilde gittim, artık eşcinsellik konusunda ki kararlığımı ve özgüvenimi yavaş yavaş kaybediyordum. Kırılma noktası dediğimiz zımbırtı da dördüncü seansta başıma geldi zaten. Aslında kırılmayacaktım ama, kendim hakkında çok konuşmamama rağmen psikolog o kadar doğru bir tespitte bulundu ki, “Tamam” dedim, “Bu herifin eline kimse su dökemez”. Tespit şuydu; Ben aslında tabiri caizse beni “becermeyecek” olan erkeği aramışım, ki içten içe bunu biliyordum, işte bu yüzden ilişkilerimde sevgiyi ön plana çıkarıyordum. Cinsellik sadece karşı tarafa hayvani arzularını tatmin etmesi için gümüş bir tepsi içerisinde sunduğum roller ve entellektüel kama-sutra pozisyonlarından oluşan bir nevi karma idi benim için. Zaten yatakta o olgun insanların bu kadar basitleşmesi de beni şaşırtıyordu. O kadar olgun, entellektüel adam bir anda burnundan soluyan bir at gibi davranıyordu, ve bu manzara bile başlı başına saçmaydı. Bu işler karşılıklı idi, o yatak dışında aktif olarak bana ihtiyacım olan ilgi, sevgi, şefkati gösterirken ben de ona yatakta ihtiyacı olan cinselliği veriyordum, her ne kadar ben kendimi cinsellik konusunda “bir yığın fedakarlığı karşılıksız olarak yaptığım” a inandırmış olsam da, aslında herşey karşılıklı olarak birbirini sömürmek üzerine kurulu idi, bu açıdan bakınca heteroseksüel ilişkiler de çok saçma gözüküyor gözüme.
 



 


 


Bu tespit bir hafta boyunca kafamda durmadan yankılandı, içimde bir ses sürekli “Aslında sen seni becermeyecek olan erkeği aramışsın” deyip dönüyordu. Tamam dedim. Tüm bu yıkımı kabulleniyorum, evet gerçekten terkedilince yıkıldım. Ve evet dedim, tedaviye inanmasam da kendime bir şans veriyorum, bugüne kadar hep ezilen taraf oldum, bu böyle devam etmeyecek, artık güçlü yanımla ortaya çıkıp bu işin altından kalkacağım. Sanırım psikolog da beni böyle tavladı, içimde sürekli ezilen o çocuğu görünce aynen şöyle dedi: ”Akıllısın, zekisin, bugüne kadar çok kaybetmişsin, bari bundan sonra kazan”.
 


İşte kırılma noktası tam da burada oldu, ve bu kırılmadan sonra bütün olarak şunları gördüm: O kadar da kendimle bütünleştirdiğim eşcinsel kimliğim aslında sahte bir kimlikmiş. Asıl ben, bu değilmişim ki! Peki, kişiliğime baktığımda oranın da tamamen boş olduğunu farkettim, peki ben bu değilsem madem öyle, ben kimim? Ve bu kim?! Kimin nesi? Tamamen boşlukta süzülmeye başladım, sonra şunu farkettim, bugüne kadar aslında hayatımı üçüncü tekil şahıs olarak yaşamışım. Kafamda hep bir “o” vardı, ve “o” bütün hayatını sessiz bir şekilde yaşarken bir anlatıcı ise kenarda “onun” yaşadığı olayları anlatıyordu, ben ise kenarda oturmuş “onun” ben olduğunu sanıyor, anlatıcıyı dinliyordum. Ama o ben değilmişim ki? Bunu gördüğümde çok hissiz olduğumu farkettim, çünkü duygusal kimliğimi tamamen kaybetmiştim. Ben zaten orada yokum, sahte bir benlik etrafta geziniyor. Hatıralarıma ve maziye baktığımda hiç bir olay hakkında duygusal yorum yapamamaya başladım. Mesela sevgilimle geçirdiğim zamanı hatırladığımda normalde ağlayan ben artık hiç ağlamıyordum, gülemiyor ya da üzülemiyordum, sonra başka birşeyi farkettim, daha da ürkütücü, ben aslında duygusal açıdan tamamen donuk bir insanmışım. Psikoloğun bana verdiği travmayı konu alan bir kitapta da tam olarak bundan bahsediyordu, tecavüz kaynaklı travmanın kişinin içinde kendine ait ne varsa söküp attığını ve orayı boşalttığını. Nitekim gerçekten de kitap ta dediği gibi idi; Gerçek ben dediğim, o boş, ne olduğu belli olmayan şey, tecavüzden sonra önce bir eşcinsel kimlik inşa etmiş, sonra onun dışını gökkuşağının renklerine boyamış, ve oraya sahte ve şişirilmiş, ağır bir duygusallık koymuş, aslında aşık olduğumu sanan ben aşık falan değilmişim, sevgi olduğunu düşündüğüm şey de bu sahte benliğin oluşturduğu bir duygu yığını imiş, daha yeni yeni farkediyorum ki, gerçek ben bayağı hissiz, bir karakteri ya da bir kişiliği yok, içi bomboş, taş bir küre gibi birşey. Dışı boyanıp paskalya yumurtası diye ortaya konulmaya müsait. Amaçsız bir kütük gibi. Ve dışını süslediği davranış kalıpları kendine ait değil, hep yapmacık, empati ya da taklit yoluyla geliştirilmiş jest ve mimiklere sahip.
 


 
« Son Düzenleme: 23 Ekim 2023, 12:07:36 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #1 : 17 Ekim 2016, 09:54:58 öö »
Dördüncü seanstaki bu kırılmadan sonra beşinci seans daha iyi geçti, bu sefer psikologla bir umut taciri gibi değil, gerçek bir insan gibi iletişim kurabildim, hatta seans süresini aşıp sohbet ettik. Bakıyorum da, bir ay önceki ben çok sığ görüşlü ve sahteymiş, gerçeği her ne kadar boş ve anlamsız olsa da sahtesinden daha iyi. Ve şimdi düşünüyorum ya bu şekilde hayatıma devam etseymişim? Sevgilimle bir aile felan kursaydık, er ya da geç bütün bunların farkına bir gün varırdım, farkına vardığım zaman da bunu adı “Artık senden sıkıldım, sana karşı birşey hissetmiyorum” olacaktı. Tabi o noktaya kadar ben kör bir şekilde yaşayacaktım. Bir nevi kör olup, tüm insanların da kör olduğunu sanmak, hatta kör olduğunu bilmemek, körlük kavramından bihaber yaşamak gibi.


Terapilere başlayalı neredeyse iki ay olmuş. Herşeyin bittiğini düşündüğüm yerden kalkıp bir şeyler
yapmaya başlayalı...
6. seans diğer seanslara göre daha rahattı. Daha çok şeyi, daha tafsilatlı bir şekilde konuşabildik. En
azından tecavüz meselesi detaylarıyla konuşuldu. Bence bu önemliydi, çünkü bu olay bayağı ilerlemiş,
standart tecavüzün sınırlarını da geçmişti. Bahsetmemeye kararlı olduğum bazı konuları bile
konuştuk. Gariptir, terapi günleri haftanın en açık sözlü günü benim için.
Yavaş yavaş içimde bazı şeylerin değiştiğini hissediyorum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını.
Olamayacağını. İçimde bastırdığım biseksüelliğin yavaş yavaş uyanması da cabası zaten.
Değişmemeye kararlıydım, ama eski ben hayata veda ediyor sanırım. Yeni bir şeyler, tuhaf birşey
değişmek, tuhaf bir his.
Seansın ertesi günüydü sanırım. Eski erkek arkadaşımı aradım. Güya ona tedaviye ne zaman
başlayacağını soracaktım. Tabii 45 dk. Konuştuk. Renk vermemeye kararlıydım. O konuşurken, belli
etmeden ağladım, sessiz sessiz...
Bayağı işler açmış başına, magandalardan dayak felan yemiş, intihara kalkışmış felan... Bir ara
“Senden ayrılmamın asıl nedeni korkum du” dedi. “Biliyorum. Zayıf olduğunu biliyorum.” dedim, evet,
biliyordum. Tedavi olmayı da istiyordu, ama sırf tedavi için ayrılmadı. En çok dokunan yanı da o zaten.
Ben onun için mücadele edip birşeyler yaparken, onun korkup kabuğuna çekilmesi. Bizi bu noktaya
onun korkuları getirdi, zaman getirdi, insanlar getirdi, toplum getirdi. Suçlayacak o kadar çok şeyim
var ki. Neyse... Kimi ne kadar suçlarsan suçla, en fazla içini rahatlatabilirsin kısa bir süreliğine, sorunlar
orada ama.
Bu seansta ki ödevim bana tecavüz eden herifi bulup karşısına dikilmekti.. Adını sanını, yerini
biliyorum. Hatta bir-iki defa karşılaştığım bile oldu.. Karşısına dikilip: “N’aber sürtük? Kalçalarım
tanıdık geliyor mu?” gibisinden bir nevi hesap soracak, “Hayatımı sen mahvettin, beni kirlettin, sen
aşağılıksın” edebiyatı yapacak, bağıracak, yakasını felan çekiştirecektim. Herife karşı içimde bir şey
hissetmiyorum ki. Aynı işe devam etmediğini de biliyorum. Bana ne yani? Neyse, yine de ödevdi,
yapmak zorundaydım. Tabi adamı aradığım yerde bulamadım, aradım, sordum. Arkadaş yurtdışına
çıkmış, evet, ödevden felan kaytarmıyorum, adam gerçekten yurtdışına çıkmış, taa fi tarihinde
dönecek de ben ondan hesap soracamda, ölme eşeğim ölme.
Neyse, bu hesap sorma işi artık eğlenceli geliyor. Sabah kalkınca ilk kimin yakasına yapışsam acaba?

Hafta sonunda evde ufak çapta sorunlar çıktı tabii. En bıktığım muhabbet: ”Psikoloğa gerek yok, çok
istersen kendin de iyileşebilirsin”. Bir odaya kapanıp iki-üç yıl boyunca dua edip, ibadet ederek, ve hiç
kimse ile görüşmeden, hatta odanın dışına bile çıkmadan iyileşmek mümkünmüş. Oldu, daha neler?
Teorik olarak harika ve mucizevi gözüküyor. “İşte o, yıllar boyu ibadet etti, yüzündeki nur parıltısına
bakınız, o artık tertemiz.” Falan. Daha neler be? Çok mucizevi beklentiler içerisinde olan canım
ebeveynlerim benim, hayal gücünüzü *******.
Aktif olma işi de hoşuma gitmeye başladı artık. Daha sinirli, daha geveze birisine dönüştüm. Az daha
fazla maskülen, biraz daha az feminen. Bazen gaza gelip futbol maçları felan izleyesim geliyor, böyle
sokağa çıkıp magandalık yapasım. Bilmiyorum, iki haftadır içimde sadistik hisler beliriyor, dışarıda
gördüğüm salak kızları saçlarından tutup yerlerde sürükleyesim, sevgililerini de tekme tokat dövesim
geliyor. N’oluyo bana, eskiden çok uysal ve barışçıldım halbuki...
Kaygılarımı da bırakmam gerekiyormuş. “Negatifi evrene gönder, pozitifi sana kalsın” muhabbeti.
Böyle sorunlarını evrene falan göndereceksin. Kaygı duymayacaksın, endişe yok, sorun yok. Bir açıdan
doğru, duyduğun her kaygı ayağına bir pranga, hele de tedaviden ve iyileşme sürecinden duyduğun
her kaygı, ya da iyileştikten sonra ki günler için duyduğun her kaygı bir pranga. Ama şu evrene
gönderme muhabettine hala alışamadım. Ya evren çok dolu benim gönderdiklerime yer kalmamış, ya
da ben de bir sorun var, gönderiyorum gönderiyorum gitmiyo çünkü.
Duygusallığın üzerini çizebiliriz. Pasiflikten aktifliğe geçiş de oldu olacak bu gidişle. Sıra da sosyalleşme
ve toplum arasında kabul görme var ki, benim gibi insanlardan kaçan birisi için biraz zor. Artı bu ahval
ve şeriat’ın içinde nasıl olacak, hiç bir fikrim yok. Toplumda kabul görememe ya da sosyal doyuma
erişememe’nin en bariz yan etkilerinden biri, pasifliğin kısır bir döngü içerisinde giderek artması, ve
daha fazla duygusallık, cam bir fanüs içinde yaşamak gibi. Dışarıda ki dünyayı görüyor, duyuyorsunuz,
oranın sesi boğuk da olsa bu tarafa geliyor, dışarıda ki insanlar sizinle iletişim kurabiliyor, ama siz bir
türlü o cam fanüs’ten çıkıp dışarıda ki hayata dahil olmuyorsunuz ki bu da o saydam fanüsün zamanla
opak bir fanüse dönüşmesine neden oluyor, yani giderek artan sosyal yetersizlik zamanla sizi antisosyal
birine dönüştürüyor ki, bu da pasifliği daha da tetikliyor. Aktif olacaksanız başka çare yok,
içinizde olsun ya da olmasın, sahiplenme, ait olmaktansa ait edinme, koruyuculuk ve şefkat gibi daha
maskülen davranış kalıplarını benimsemeniz ve kullanmanız lazım, uçarı kaçarı yok bunun. “Hani bana
sarılacak olan kaslı erkek nerede?” diyebilirsiniz. Yapacak bişiy yok. Ya kaslı erkeklere sarılıp başınızı
göğüslerine yaslamak gibi komik fantezileri bir kenara atıp o kaslı erkek siz olacaksınız, ya da bir
köşede usulca olmayacak şeyleri hayal etmeye devam edeceksiniz. Ben bu süreci geride bıraktım
artık. O kaslı erkekler beyaz atlara binip gitmişler zaten. İstediğiniz kadar fantezi kurun, şu LGBT
dünyasında kimse gelip de size anasının hatırına sarılmaz. Ya arkadan dayar sonra sarılır, ya da önce
sarılır sonra arkadan dayar. Bu arada bu sürece girenlere bodybuilding gibi maskülen bir sporla
uğraşmalarını tavsiye ederim. Çok faydasını göreceksiniz ;) En azından aynanın karşısına geçince bile
şöyle bi göğüsünüz kabarıyo, içiniz özgüvenle doluyor.  Spor yapmak içinize sonsuz bir dopamin
dolduruyor.
İşte böyle, sıra da yedinci seans var. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?...
Vesselam.


Bu hafta daha negatifim diğerlerine göre. Neden bilmiyorum, içimde bir ses hep “Mutlulukların sebepsiz olsun” diyor. Öbür türlü sebepler var olduğu sürece mutlusun, ama bu küçük sebepsiz şizofrenik mutluluk öyle kolay kolay yok olmuyor, çiçeğe, böceğe, ottan boktan herşeye gülebilirsen, hayat güzel geliyor evet. Biraz da yıldız tilbe kafası işte... :P Gelgelelim ne sebepsiz, ne de sebepli, mutluluk ya da diğer adıyla yaşama isteği, yitirdiğim şey...
Süreç daha yavaşlamış gibi geliyor bu hafta,7. seans, ama sorun değil. Başlarda mucizevi şeyler bekliyordum ben de. Böyle sihirli değnek dokunmuş gibi bir anda aktif olmak falan. Ama tabii ki reel dünyanın mucizeye tahammülü yok.
Sürecin yavaşlaması da işime geliyor , güzel bir ortam yakaladım, sosyalleşmek ve aynı kafayı yaşadığım insanlarla bir araya gelmek adına... En azından istismar diye birşey yok. Eşcinseller olarak aynı ortamı paylaşıyorsunuz ama kimse kimseye kullanılacak bir cinsel obje gözüyle bakmıyor. En çok da bu açıdan içim rahat.
Eski erkek arkadaşımla daha iyiyiz bu aralar... Kendisini gaddar olarak isimlendiriyor. Ağlıyor, üzlüyor, beni de üzüyor. Karadenizin fırtınalı bulutlarını üzerine çekiyor. Ama uçarı kaçarı yok kardeşim. Bi kez tedavi olucam dediysen geri dönüşü yok. Sözünde duracaksın. Bana verdiğin sözde durmadın, bari kendine verdiğin sözde dur. Hadi bana acımadın, kendine de mi acımıyorsun? Yok öyle yağma, tıpış tıpış gelecen, alnının akıyla tedavini olup çıkacan. Öyle her naneyi de kafana takmayacan.
Şu lanet duygusallık da bana geri döndü nedense. Yine sümüklü, sulugöz birine dönüştüm. “Sürtükler ağlamaz” yoo, biz de ağlarız işte. Bu çok lanet birşey. Hem nefret ediyorsun, hem de onsuz olmuyor. Bir erkeğin kucaklayıcılığı, ilgisi, gösterdiği sevecenlik ne bileyim, maskülenliği, işin cinselliğinde çok değilim zaten. Başımı göğsüne dayasam dediğim anlar o kadar çok oluyor ki... Sadece destek olsan, sıcaklığınla, nefesinle, yüreğinle içimi ısıtsan. Hastalıklı, lanet bir duygu işte bu.  İkilem. Hem çok istediğin hem de nefret ettiğin bir ikilem.
Tecavüz olayında herkes bana mağdur olduğumu söylüyor. “Sen mağdursun, üzülme” hep aynı edebiyat. Hayır. Bir süre sonra ben de zevk almaya başladım. Hiçbirşey olmasa, ben de bir çekim gücü, bir potansiyel vardı ki, bu pedofilik hastalar beni heryerde buluyorlardı. Bu bile bence mağduriyetimi ortadan kaldırmaya yeter. Artı, sonrasında hayatımı bu işten kazanır hale gelmem, bu da mağduriyetimi yok eder. İsteseydim kurtulabilir, bir yolunu bulabilir, biryerlerden çıkabilirdim. İşler bu kadar çirkinleşmeden geride bırakabilirdim. Ben mağdur felan değilim kardeşim, basbayağı istekli, kadrolu orospuyum işte. Daha ne olsun ki?....
 
Yıprandığımı hissediyorum artık. Sıkıldım ve bıktım. Yarınlar bana sabah yataktan kalkmak için umut dolu bir sebep vermekten acizler. Kendini bile doğuramayan güneş, ufukta parlarken beni hiç umutlandıramıyor. Verilen sözler, söylenenler, hepsi inandırıcılıktan aciz ve gerçeklikten uzak, sanki herşey devasa bir ikna süreci gibi... Ne olduğumu bile anlayamaz iken ne olmam gerektiği söyleniyor bana.. Peki ya sonrası?...
Hayattan bıkmak gibi bir lüksüm yok sanki.. Sanki her acıyı sürte sürte çekmek zorundayım. Neyi neden idare ediyorum? Sözde aktif olan erkek arkadaşım gece gündüz ağlayıp benden yardım istiyor, serzenişte bulunuyor, ne yapayım? Kendimi tanımaktan bile acizken kalkıp sana destek mi olayım? Gözündeki yaşları mı sileyim? Beni kovan sensin. Sonra ağlayan da sensin. Pişmanlığının acısına kadar her boku bana çektirmeye çalışan yine sensin. Hep ben,ben,ben. Hayır, kendimi önemsediğimden değil. Sadece sürekli aynı lanet hisleri yaşamak, kasedi sürekli başa sarmaktan bıktım. Hep aynı muhabbetler. Beklentiler yüksek bile değil, sadece mutluluk, bağlılık, elde edilen şey ise yapış yapış tuzlu bir sıvı, ve seni kullanmaya devam eden bir insan. Neye inanırsan inan. Saadet hep yalan.
Heteroseksüellik çok mu iyi? Tamam dini açıdan artısı var. Ama kamyonu bu kadar dağıtmışken, şuradan sonra toparlasam ne olacak? Zararın neresinden dönersek kardır politikası işlemez ki burada.. Ne ne kadar değişebilir? Bu sevecenlik beklentisinden ne kadar kurtulabilirim? Kendimi kendi cinsiyetime ne kadar ait hissedebilirim? Taş çatlasa, ne kadar maskülenleşebilir, kimliğimi ne kadar toplayabilirim? Ben biliyorum, en fazla tedavi masrafını azaltmak adına çevremdekiler memnun olsun diye toparlamış gibi yapabilirim. Ötesi gelmez. Kafamda ben yokum bi kere. İçimde benliğim yok ki? Ben neyim, kimim, kendimle bile bütünleşik değilim. Daha içeride yokken neyi niye toparlayayım?...
Bir arkadaş, suçlama, hor görme ya da eleştirme babında söylemiyorum, yanlış anlamayın sakın. Standart fakülte zihniyetiyle bana paranoid kişiliksin diyor, araştır diyor. Eyvallah. İsterse şizofrenik desin. Sorun değil. Sadece şu; bu kadar boku yedikten sonra istersen paranoid ol istersen sağlıklı kişilik. Bir işe yaramaz ki... Kişiliğimi düzeltsem bile yaşanmışlık aynı, dünya aynı.. Değişmiyor.. Bütün bunları söyleyince kaset yine başa sarıyor: “Sen mağdursun”, hayır değilim, rızamla o kadar nane yedim ben. Mağdurluk değil düpedüz pislik bu....
Neyse. Birkaç ot içip kafayı bulmam lazım. Yoksa hepten kaydırıcam şaftı.
Umutsuz bir yığın da gevezelik ettim.. Sizin de aklınızı bulandırdım. Kusuruma bakmayınız ey okurlar  , tüzel kişilik de biryere kadar idare ediyor beni.
Daha pozitif satırlarda görüşmek dileği ile.
Vesselam.


« Son Düzenleme: 23 Ekim 2023, 10:12:45 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #2 : 21 Ekim 2016, 12:17:15 ös »
Zahit’ in babaannesini korumak için pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırarak yaptığı halka sesleniş konuşması buna çok ironik bir örnek… Pencere konuşması yaptım. “Ey mahalleli, siz bu evin insanlarını yıllardır görüyorsunuz, kocası sakallı, karısı gözüne kadar peçeli ama anasını dövüyor şu an. İnsan değil bunlar. Gönderdikleri Kuran kursunda bana iki sene tecavüz ettiler ama sineye çekti bunlar… İkisi de namussuz bunların, örtülerine değil kişiliklerine bakın.”

https://artigercek.com/forum/rizasi-yok-261605h
« Son Düzenleme: 23 Ekim 2023, 12:08:57 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #3 : 25 Ekim 2016, 09:15:12 öö »
Zahit’ in babaannesini korumak için pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırarak yaptığı halka sesleniş konuşması buna çok ironik bir örnek… Pencere konuşması yaptım. “Ey mahalleli, siz bu evin insanlarını yıllardır görüyorsunuz, kocası sakallı, karısı gözüne kadar peçeli ama anasını dövüyor şu an. İnsan değil bunlar. Gönderdikleri Kuran kursunda bana iki sene tecavüz ettiler ama sineye çekti bunlar… İkisi de namussuz bunların, örtülerine değil kişiliklerine bakın.”

https://artigercek.com/forum/rizasi-yok-261605h
« Son Düzenleme: 23 Ekim 2023, 12:09:17 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #4 : 26 Ekim 2016, 01:26:23 ös »
Bugün kafam daha sakin, havalar parçalı bulutlu...
Tecavüz süreci insanların kinle dolu olması gereken bir süreç.. Kendilerine değil, bu fiili bizatihi yapan şahısa karşı. Ama ben nedense hissizim. Şu herifleri bulmak için çaba sarfetmek bana zor geliyor, bana kalsa oturayım çayımı içeyim.. Bulmak da kolay değil. Kim bilir şimdi hangi cehennemde fink atıyorlar.. Adam fiili inkar ederse ne olacak? O kadar çabanın bi anlamı yok, kanıt yok, birşey yok. Ne de olsa “Suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur” politikası...
Sanki tek suçlu tecavüzcüler.. Bence ebeveynlerin de bir o kadar suçu var. Farkedebilir, bir şekilde anlayabilirlerdi. Bir baba olarak dünyaya gelmesine katkı sağladığı evladı için daha fazla şey yapabilirdi. Şimdi hala aynı yerdeyiz. Kişisel suçlamalarını kendi vicdanına yöneltmek yerine saman altından bana gönderme yapıyor. Hep aynı şeyi söylüyorum, yine söyleyeceğim, ben mi istedim peki? Olmak istediğim yere gelmeyi ben mi seçtim? Gerekli imkanlar olsaydı en azından daha mutlu bir hayatı seçebilirdim..
Şu aktifler bana ilginç geliyor. Genel de duygusuz ve mekanikler. Pasif “Sen gidersen yaşayamam, sensiz ben bir hiçim” modunda iken Aktif “Senin gibi on taneyi cebimden çıkarırım ve inan bana yokluğun benim için hiç sorun değil” benzeri bir kafa yaşıyor. Aktiflere bakıyorum da, sahiplenme vb. duygularda heteroseksüel erkeklerle neredeyse aynı çizgideler. Mesela bana hep garip gelmiştir; pasif bir hayal kurar (beyaz atlı prens), ve sonra yıllar boyu buna inanır, umutsuzluk ya da karamsarlık onu etkilemez. Beyaz atlı prens bey zahmet edip gelmezlerse pasif kişilik kendisi kalkıp onu arayacaktır, aşk yolunda herşey mübahtır ve sevilen için gerekirse ailelere karşı gelinir. Bu bağlamda aktiflerden çok pasifler aktifleri buluyorlar. Aktifler aramazlar demiyorum, ama çok da arayış içinde olmazlar. Duygusallık genel de gereksiz bir zımbırtı, aşk ve bağlanma ise saf aptallıktır. Bir yere kadar duygularının üzerini bunlarla örterler. Eğer gerçekten pasif aktifi kendine bağlamayı başarmışsa aktif pasifin yokluğunda ona karşı olan hislerini farkeder, - şekil 1-A’da olduğu gibi ;)  -.....
Ben kendi pasifliğimi analiz ettiğimde temelinde küçüklükte oluşan bir yığın korku ve obsesyonun yattığını farkediyorum. Üç temel sütun var ve kimlik bunlar üzerine inşa olmuş. (tecavüzü saymıyoruz.) Baba ile duygusal bir bağ kuramama ya da anne ile kurulan sembiyotik ilişki, çeşitli obsesyonlar ve asosyallik.
Baba sütunu:
Babamın kendisinin bizatihi babasını genç yaşta kaybetmiş olması, psikolojik sorunları, annesiyle olan aşırı sembiyotik ilişkisi ve asosyalliği, birer eksi. Kendi babası ile sağlıklı bir baba oğul ilişkisi yaşamamış olması, kocasıyla kuramadığı iletişimi erkek çocuğuyla sembiyotik hatta ultra-sembiyotik bir düzeyde kuran histreonik anne, birer eksi. Şimdi bu atmosferde bir babayı düşünelim. Annenin histreonik hayallerinden şefkat göremeyen, baba faktörünü tamamen yitirmiş bir çocuğun babalığı tabii ki  küçük çapta bir kozmik felaket oluyor. Annesi (babaannem) cabası zaten. Kocasıyla kuramadığı ilişkiyi sembiyotikleştirip oğluyla kurup, oğlu evlenince krizlere girmiş. Ben doğunca da o sembiyotik ilgi direk olarak bana yöneldi tabii.
Hafızamda çok taze kalan bir anı mesela. 4 yaşlarındayım, gayet net hatırlıyorum. Babamın bir arkadaşının evine gitmiştik. Arkadaşı pala bıyıklı, bir çocuk için biraz kabadayı gözüken bir tipti ve aşırı sinirliydi. Adı M. idi. Şaka yollu beni bayağı bir payladı. O günden sonra erkeklerden korkmaya başladım. M. ismi hep gücü çağrıştırdı zihnimde. Pala bıyıklar ve maskülen gözüken diğer şeyler birer korku objesine dönüştüler. Kulağa mantıksız geliyor biliyorum, ama sırf bu olayın maskülenleşememin altında yatan etkenlerden biri olduğunu biliyorum. Kendi hemcinslerime karşı aciz hissediyorum, aslında hemcinslerim bilinçaltımda birer “M. amca” oluyorlar. Ben ise korkak çocuk. Hemcinslerime karşı aciz hissetmek beni hep üçüncü bir cinsiyet dürtüsüne götürdü. Oradan sonrasında da babaannemin katkısı büyük. Etek giydirerek, kırıtmak gibi kadınsı hareketler öğreterek kendi cinsimden iyice soğumamı sağladı, erkekler korkutucu ve sert, kadınlar ise yumuşak ve tatlılardı. Ama kadınlar gibi de olamıyor, bir süre sonra onlardan da uzaklaşıyordum. Böyle ne feminen ne de maskülen tuhaf bir his. İki cinsiyetin ortası olmaktan ziyade fazlasıyla dengesiz ve tuhaf birşey ortaya çıktı.
Babamla soğuduk, soğuduk ve daha da soğuduk. Kimseyle kavga edemez, arkamda babam var, beni döversen babam da seni döver diyemezdim. Dayak yediğimde kimseye anlatmazdım, çünkü eğer anlatırsam bu sefer de babamdan korkardım. “Eğer çocukları dövmezsen bizzat ben seni döverim” derdi kendisi. Babaannem beni daha da sahiplendi. Kendi fantezi dünyasının küçük “pembe prensi” idim. Beni alışverişlere, komşularına götürdü. Daha da feminenleştim, feminenleştiğimi farkeden babamla daha da soğuduk birbirimizden. O küçük bir kabadayı beklerken ortaya küçük bir prenses çıkmıştı çünkü. Babamla kuramadığım ilişkiyi annemle kurdum, hem duygusal hem de diğer açılardan tek dostum vardı, o da annem....
Kısacası baba erkek çocuk için yegane rol model, ve babanın yokluğunda erkek çocuğun “erkek” kısmı gidiyor, ya da çok siliniyor, geriye sadece “çocuk” kalıyor.. Silik, aptal bir çocuk...
Obsesyon sütunu:
Bu sütunu obsesif-paranoyak anneme borçluyum. Güven her zaman olmalıydı, sadakat hayatın olmazsa olmazı. Sürekli kendisinin “Ailesine karşı ne kadar da sadık” bir çocuk olduğundan bahsederdi. Ona göre bir çocuk asla ama asla ailesinden en ufak birşeyi saklamamalıydı. Abartmıyorum, tam olarak bunu istiyordu, herşeyimi bilmek. Sürekli şüpheleri, endişeleri vardı, bir de ufak bir dünya kurmuştu. Dışarıdaki tehlikelerin bu küçük dünyayı yıkmaması için şüphelerini kullanıyor, herşeyi seziyor, herşeyin altında başka bir şey arıyor, böylece inşa etmiş olduğu küçük dünyayı koruyordu. Dış dünyadan hep böyle bahsederdi “Aşırı tehlikeli”, “Çocuğunu senden koparmak istiyorlar”. Ama şunu anlamıyordu bir türlü; çocuk zaten onun karnından çıktıktan sonra ondan kopuk, apayrı bir birey zaten. Ve kendi hayatının yolunu çizmek zorunda. Ama annem sağolsun.
Mükkemmeliyetçi kelimesinin manasını öğrendiğimde ona mükkemmeliyetçi olduğunu söyledim. Tabii ki de her obsesiften beklenen cevabı verdi. “Ben mükkemmeliyetçi değilim, siz yanılıyorsunuz, olması gereken bu zaten, siz çok gevşek ve rahatsınız.”
Asosyallik sütunu:
Asosyallik benim için ekmeğin arasındaki peynir gibiydi zaten. Aynı ortamı paylaştığım kimse ile yakınlaşmadım. Kırmızı çizgilerim vardı ve bunları kimse aşamazdı. Aşırı derece de içime kapanık, sessiz ve pasiftim. Birkaç kez arkadaş edinmek gibi çabalarım oldu, uygun bulunmadı. Sosyal medya kullanmak istedim, uygun bulunmadı. Ben de sırf inat olsun diye daha da kabuğuma çekildim. Tabii bedelini yine ben ödedim. Asosyallik hayal dünyamı geliştirdi, hayal dünyam arayışlarımı, arayışlarım ve elde ettiğim sonuçlar kişiliğimi şekillendirdi. Kısır bir döngü olarak devam etti bu.
Ben kendimde bu üç ana maddeyi fark ediyorum. Pasif, gitgide daha da pasif olmamın nedenleri bence bunlar.
Bir insan baba olacaksa, bence sorumluluğu daha büyük, hele de erkek çocuğu varsa çok daha büyük. Hetero ya da Homo, farketmez, eğer baba olmak gibi bir hedefiniz varsa, ya nasıl bir baba olunması gerektiğini öğrenin ve gerçek birer baba olun, harika babalar olun demiyorum, sadece gerçek bir baba olun. Ya da hiç baba olmayın, çünkü baba olunca bir tek çocuğunuz olmayacak, kendi hatalarınızla yetiştirdiğiniz, hatta bozduğunuz bir çocuk ileride baba olacak ve onun çocuğu da baba olacak -ki bu hatalarla dolu bir nesil anlamına geliyor- bu yüzden ya gerçek bir baba olun, ya da hiç olmayın, uzak durun...
Uçuk kaçık bi fikir ama, “Evlilik ehliyeti” gibi bir zımbırtı olsa mesela. Hatta çocuk psikolojisi ortaokulda okutulsa, geleceğin anneleri ve babaları bilinçli olsa. Evlenecek çiftler için tıpkı üniversite sınavları gibi “evlilik sınavları” olsa, sağlıklı birer ana-baba adayı olamayan ebeveynlere evlilik izni kendilerini düzeltene kadar verilmese, arada sırada af çıksa da izin alsalar falan...Bildiğin yüksek öğretim sistemi uygulansa. Baskıcı bir sistem olur ama en azından sağlıklı bir nesil yetişebilir, belki.
Şizofrenik fikirlerim şimdilik bu kadar. Aklıma geldiği an yazıyor olacağım.
Vesselam.
« Son Düzenleme: 02 Kasım 2016, 09:37:53 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #5 : 27 Ekim 2016, 07:19:56 ös »
Cinsellikle ilgili aklıma bir kaç şey geldi, yazayım dedim 

Cinsellik aslında bir nevi “sembiyotik” bir ilişkidir. Başka bir insanın vücudu ve ruhuyla en yakın olduğumuz andır, cinsellik. Standart cinsellikte, erkeği doğuran kadının cinsel organı erkeğin döndüğü yerdir, cinsel birleşme ile erkek başladığı yerde kadına geri döner, bu bakımdan toplumsal bilinçaltında erkek tüketilir, çünkü erkeğin fışkırtmasını yutan kadındır, onu karşılayan, sahiplenen ve içine alan, koruyan, kadındır. Ataerkil zihniyet ise kadından duyulan korkuyu vajinayı edilgen kılarak saklar. Böylece kadın sahib olunan, fethedilen bir olgudur, erkek ise muzaffer kumandandır, sırf bu yüzden kadınlar hep daha duygusal olarak betimlenirler, kadın duygusaldır ve sahip olunmaya ihtiyaç duyar, halbuki pratikte tam tersidir, asıl içeriye alınan, kabul edilen ve sahiplenilen kadının aksine erkektir. Belki de sırf bu açıdan ataerkil zihniyeyin kadına duyduğu korku yatmaktadır eşcinselliğin karmaşık köklerinden birinde.. Kadın erkeği tüketendir, ve annedir çünkü. Obje olarak sahiplenilemez ve cinsel olarak kullanılamaz, ama erkek sahip olunabilir ve obje olarak kullanılabilir. Eşcinsel erkekler sırf bu yüzden karşı cinsle dostluklar kurarlar, ve kadın cinselliği bilinçaltında her zaman korkulu bir alandır , oraya girilmez, çünkü orası anneye aittir. Mahremdir...

Bence baba faktörü de burada devreye giriyor. Baskıcı bir baba çocuğa anneyi hep mahrem gösterir, babanın sinirli olmasına gerek yoktur, çocukla arası çok iyi bile olabilir. Ama anne üzerinde tam tasallut hakkına sahiptir ve anne çocuğa değil, babaya aittir. Böylece çocuk babadan bu işin iki tarafını da alır. Madalyonun iki yüzünü görür. Bir yüzünde, anneye istediği zaman sahip olan, onu cinsel bir obje gibi kullananan, mahremiyete tecavüz eden bir baba vardır. Madalyonun öbür yüzünde de sadece baba tarafından sahip olunan bir anne vardır. Bu bakımdan bence eşcinsel bireyler olarak kadın cinselliğini bir yerlerde hep anne ile bütünleştiriyoruz. Heteroseksüellikte bile erken boşalmanın sebeplerinden biridir, cinsel birleşme sırasında bireylerin kadın cinselliğini anneleri ile özdeşleştirmeleri.
Hiç bir birey başka bir bireyin aurasına cinsellik dışında bu derecede yaklaşamaz, bir nevi onunla bütünleşmektir cinsellik, aynı duyguyu, aynı hissi hissetmek, aynı hareketi, aynı eylemi aynı anda gerçekleştirmek. Ama şimdi farkediyorum ki, erkek erkeğe cinsellik aslında hayal edildiği kadar cazibeli değil. Bence bir kadın bir erkeğin vereceğinden daha fazlasını verebilir bana...

Bu arada, geçen gün ilginç bir “Oluşumla” karşılaştım. Kendisi beni “senarist”, yaşadıklarımı ise “senaryo” olarak niteledi. Kulaklarımdan alev çıkıyordu artık. Ulan burada sikile sikile psikolojim muzlu milkshake’e dönmüş, herif kalkmış bana “ticiviz sizi işcinsilliştirmiz” diyip duruyor. Hadi ordan behey tava beyinli mahluk seni. Sizin zihniyetinize göre zaten kalkıp tecavüzcüye teşekkür etmemiz gerekiyor, efendim neymiş? “Cinsellik gibi muhteşem olan bir olgudan doğan cinsel taciz korkunç bir şey olamaz” mış! Tecavüzcü kişi bizi özel olarak seçmiş ve ileride içimizdeki gizli eşcinsel kimlikle çatışma yaşamıyalım diye bizi sikmiş! Yani kötülükten değil, melekmiş o! KURTARICIMIZZZMIŞŞ! NEYY? DUYAMADIM???
Oha yani, OHAA!!! Hani Kemal kılıçdaroğlu twerk yapıyor deseler daha mantıklı gelecek. (!)

Neyse, canlar, ben gidip tecavüzcüme bir onur borcum olan “Teşekkür mektubu” mu yazayım. Zira sike sike hayatımı kurtardı kendisi. Ah onsuz ben bir hiçim(!)....
Sizi gidi koca mikroplar sizi. Sizi gidi tava beyinliler sizi! Pedofilik dinazorlar siziiii!!!
« Son Düzenleme: 02 Kasım 2016, 09:38:39 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #6 : 30 Ekim 2016, 10:25:29 ös »
Sağlıklı bir kafa yaşadığımızı iddia ediyoruz, herkes eşcinsellerin çok sağlıklı insanlar olduğunu söylüyor, hatta bazı şahsiyetler daha da ileriye gidip “Eşcinsel gençler heteroseksüel gençlere oranla daha mutlu” gibisinden absürt derecede komik cümleler kurabiliyor.
Ben bir eşcinsel olarak kendimi sorguluyorum, ne kadar sağlıklıyım? Ne kadar mutluyum? Sağlıklı olmadığım gibi, mutlu da eğilim.
Lütfen herkes papağan gibi tekrarlanılan “umut taciri” vb. söylemleri bir kenara bıraksın, ve şu yazıyı okurken kendini sorgulasın, içinizdeki sesleri kesin ve durup bir sorgulayın. Ne kadar sağlıklısınız? Ne kadar mutlusunuz? Bu şekilde hayata devam ederseniz mutlu olabileceğinize inanıyormusunuz? Bundan 10 yıl sonrası sizin için huzur verici gözüküyor mu?
Ve bunun cevabını yine kendi kendinize verin..
20 yaşlarında, sağlıklı, fiziği yerinde delikanlıların cinsellik için gidip de 50 yaşındaki bir adamın kapısına dayanmaları, ne kadar sağlıklı bir cinselliğin tablosudur? Bulabildiği her fırsatta kendisini becerebilecek birilerini arayan bir zihniyet ne kadar sağlıklı ve ne kadar mutlu olabilir? Erotizmi ve cinselliği bulunması gereken yerden çıkarıp, hayatın her alanına sokan bir toplum ya da böyle bir cinsel kimlik ne kadar sağlıklıdır? Ben söyleyeyim, cinselliğe bu kadar önem veren, hayatın sadece üreme için gerekli olan küçük bir parçasını bu derece yücelten, mart ayında sokaklarda kediler gibi sevişmeyi sıradanlaştıran bir cinsel kimlik isterse heteroseksüel bir kimlik olsun, yine de sağlıklı değildir.
Algılarımızla oynanmış ve kavramların yeri değiştirilmiş. Amerikan emperyalizminin ürünü olan medya yayınlarında cinsellik nasıl olursa olsun bir mutluluk kaynağı olarak gösteriliyor. #LoveISLove hashtag’ini bilmeyen yoktur. Pedofilik vakalarda bile insanlar artık “Onlar birbirlerini sevmişler, bize söz düşmez” diyerek yanlışlıklar karşısında susuyorlar.
Ben itiraz ediyorum.
Hayır!
Cinsellik muhteşem çiçekli böcekli bir şey değildir. Cinsellik yetişkin insanların istedikleri forma sokup zevk almak için sağıyla soluyla oyanayabilecekleri bir oyuncak değildir. Cinsellik bir toplumun sağlığını, bir neslin varlığını, düzinelerce insanın hayatını tehdit edebilecek derecede güçlü, ciddi bir olgudur. Dışı gökkuşağı ile süslenip mutluluğun takendisi gibi gösterilemez.
Cinsellik sadece mutluluğun bir parçasıdır, mutluluğun takendisi değil, mutluluğun bir öğesidir ve en salt manada, gelip geçicidir. Eğer bir yerde insanlar cinselliği ve cinsel kimliği aşırı derecede göz önüne sokuyorsa orada başka bir sorun var demektir. Cinsellik kısa süreli uyuşturucu gibidir aslında, dozu kaçırılırsa bağımlılık yapar, insanı kimlik çatışmasına ve çeşitli buhranlara sürükler, fıtratına yani aslına uygun olarak uygulanmazsa toplumsal bazda sorunlara, çatışmalara ve buhranlara neden olur, tıpkı bugün olduğu gibi.
“Yargılamayın, kabullenin” deniliyor.... Pekala,
Bir olgu PAT diye topluma sokulmaya çalışılsa, ya da şöyle söyleyeyim, çeşitli medya unsurları üzerinden, toplumun coğrafi, ahlaki, sosyal, sosyo-kültürel konumu göz ardı edilerek, topluma sürekli olarak, durmadan, hatta çok abartılı bir şekilde pompalanan, empoze edilen, her köşebaşında gözümüzün önüne çıkan/çıkarılan bir olguyu toplumsal menfaatlerimiz adına neden yargılamayalım?
Almanya için iyi olabilir, Hollanda için harika olabilir -ki eğer birey ya da toplumsal ahlak bazında değerlendirirsek hiçbir ülke için sağlıklı bir süreç değildir- pekala Türkiye gibi, cumhuriyetin kuruluşundan tee şu zamana kadar bile ayaklarını bu topraklara sağlam basamayan, kendi içinde güçlenip kalkınamayan bir ülkeye durmadan eşcinselliği dayamak ne kadar akılcı? Özellikle de derneklere ve dernekçi zihniyete soruyorum, daha içinde bulunduğunuz ülkenin sorunlarıyla adamakllı mana da haşır neşir olmazken, nasıl böyle yapay bir olguyu dayatıyorsunuz?
Ben bir eşcinsel olarak eşcinselliğin gerçek manada bir kimlik olmadığını görebiliyorum. Hayır, eşcinsellik şu anda türkiyede, dışarıdaki lobinin de desteği ile, cinsel kimlik bakımından olgunlaşamayan insanlara dayatılan, ön kabullenmeler ile oluşturulmuş sahte bir kimliktir. Bireyler taşların daha hava da olduğu, kimliğin oturmadığı ergenlik döneminin başından itibaren kimliğin yeni yeni oturduğu 25’li yaşlara kadar çeşitli sosyal ihmaller, toplumsal baskılar, ve medya tarafından yapılan kimlik bombardımanına kurban verilmekte, bunun adı da eşcinsellik, özgürlük vb. konulmaktadır.
“Ön-kabullenmeler“ diyorum. Çünkü kullanılan sloganlardan bellidir, bakınız, duygu durum yönlendirme dili diye bir dil mevcut, ve bu dil, medyada, reklamcılık ve pazarlama sektöründe etkin bir şekilde kullanılır, tabansal olarak hislere dokunan kelimeler belli bir dizilime sokulur, hitabet formasyonları oluşturulur ve “İzleyici kitlenin” dikkati çekilir, kolayca yönlendirilir. Pazarlama derken sadece ürün pazarlamasını kastetmiyorum, bir olgu ya da bir fikrin reklamını yapmak, onu pazarlamaktır.
Şimdi eşcinsellik fikrinin temel iki sloganına bakalım “Yargılama!” ve “Kabullen!”.
Birey kendi hayatını sorgulamadan ve yargılamadan bir yere oturtamaz, dünyaya geldiğimiz andan itibaren sorgular ve yargılarız, sorgulamak yargının birinci adımıdır. “Bu ne?” deriz, ve sonra bilinçaltımızda oturtulan kavramlar doğrultusunda yaptığımız bilinçüstü mahkeme de “Bu doğru” ya da “Bu yanlış” deriz.
Bakın, ben diğer insanları değil, kendimizi yargılamaktan bahsediyorum, kendini yargılamalı birey, içinden gelen isteklerin, arzuların doğruluğunu her zaman tasdik etmeli, ölçmeli tartmalı. Ve sonrasında kendini yontmalı, törpülemeli, şekil vermeli, gerekirse yıkıp yeniden inşa etmeli, bu bakımdan toplumu ya da insanları bir noktaya kadar yargılayacağız evet, peki ya Kendimizi?... Herkes salt özgürlük adına sokağa çıktığı andan itibaren canının istediğini yapsa, dünya ne hale gelir? Hiç düşündünüz mü?
Kendi kendini köküne kadar kabullenmek bir insanın yapacağı en fütursuz harekettir, kendi kendini kabullenmek “Bu bana yeter, evet ben buyum” demektir. Yani kanaat etmektir, azla yetinmektir. Peki ya bu sizin için yeterli değilse? Ya daha fazlasını olmanız gerekiyorsa? Peki ya yanlışsak? Ya yanılıyorsak? Sırf kendi mutluluğumuz için öyle olmamamız gerekiyorsa?...
Hata yapmak hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır, hayvanlar değişmez içgüdüler ile hareket ederken insanoğlu düşe kalka öğrenir, bu bakımdan hiçbir konuda kendimizi kabullenmek gibi bir lüksümüz olmamalı, doğru olanı her zaman aramalı ve bulmalıyız, ve kendimizi doğrultmalıyız, hatalarımızdan yola çıkarak doğruları kendimize öğretmeliyiz, ve yanlış olduğumuz noktada değişmeliyiz. Mutlu değil doğru diyorum. Çünkü insan ancak doğruyu bulduğunda mutluluğu yakalayabilir. Yanlışlara batmış bir insanın mutlu olması beklenemez.
Buradaki doğruluktan kasdım toplumsal değer yargıları, kültürel öğeler gibi şeyler değil. Bir nevi “İnsanın kullanma klavuzu” diyebiliriz buna, yaratılış, ruhsal özelliklerimizi hesaba katarak oluşturulmuş bir kullanım klavuzu. Yani şunu soruyorum, böyle bir biyoloji ve böyle bir psikoloji çerçevesinde yaratılan insanoğlu için eşcinsellik ya da benzeri olgular, ne kadar uygundur?
Hayat ancak doğru bir esas ile yaşanırsa gerçek huzur ve tatmin sağlanır, iki dünyada da bu geçerlidir, eğer yanlışlar mutluluk vermeye başlamışsa, ve huzur gibi yüce kavramlar cinsellik gibi basit olgularla aranıyorsa, bireylerin hayata olan bakış açıları kaymış demektir.
Ben cinselliği inkar etmiyorum ya da kötülemiyorum, hayır, cinsellik hayatımızın bir parçası ve tabii ki de yaşanmalı, sadece herşeyin bir üslubu var, eğer cinsellik amacına uygun kullanılmazsa kısa süreli bir zevke dönüşür, ve bireyin hayatını ele geçirerek duygularını öldürür, bilincini esir alır, benliğini içten içe bir çatışmaya ve huzursuzluğa sürükler.
Ben yapılan her türlü cinsel yanlışın altında çocukluk çağı ihmallerinin yattığına inanıyorum. Eğer bireyin sıradan duygusal ihtiyaçları küçüklüğünde karşılanmazsa bu onu duygusal depremlere iter, duygusal depremler ise karşılanamayan ihtiyaçları karşılamak için sağlıksız bir arayışa girer, işte burada sağlıksız bir birey karşımıza çıkar.
Unutmayın, çocuk istismarı sadece çocuğa tecavüz etmek değildir. Anne ve babasına muhtaçken anne babanın çocuğu yalnız bırakması da istismardır. Anne ve babanın çocuğu kendi amaçları doğrultusunda kullanması da istismardır. İstismar sadece cinsellik değildir. Çocuğa yapılabilecek kasıtlı veya kasıtsız her türlü kötü muameledir. Bu bakımdan çocukluğunda istismar edilen bireylerin, yaşayamadıkları çocukluklarını yetişkinlik çağlarında yaşamaya çalıştıklarını görüyorum ben. Uyuşturucu, para, alışveriş, cinsellik gibi geçici tatminler ile içlerindeki çocuğu susturuyorlar.
Gökkuşağının fazlası ile renkli olduğunu görüyorum ben, sahte bir çok renklilik bu.. Aslında burada daha başka şeyler var.. Bağlı olduğu, derinden sevdiği insan tarafından aldatılanlar var.. Destek vermek için gittiği yürüyüşte tecavüze uğrayan, hatta destek almak için gittiği dernekte tecavüze uğrayan mağdurlar var.. Burada özgürlük kampanyası altında sömürülen bir yığın insan var. Burada gerçek bir aşk ararken yatağa atılan ve fuhuş yoluna düşen insanlar var.. Burada hep ayrılıklar, bir türlü doyurulamayan açlıklar, bir türlü tatmin edilemeyen arzular var. Burada sınırsız erotizm var.. Tek bildiğim şey, burada mutluluk yok. Acı var hep. Terkedildiğinde hissettiğin acı, aşağılandığında hissettiğin acı, tecavüze uğradığında hissettiğin acı, senin gibi olan insanlar seni dışladığında hissettiğin acı. Hep acı var ama... Pişmanlıklar var... Boş bir yatakta mutluluğu hayal edip, soğuk bir oda da duvarlarla halleşmek var... Size soruyorum, neden herkes tedaviden bu kadar korkuyor? Neden tedavi işi ile uğraşan insanlara umut taciri sıfatı veriliyor? Evet umut tacirleri var, Nevzat tarhan var mesela, Sefa saygılı var onun arkasından gelen... Ama herkes umut taciri değil ki.. Gerçekten sonuç alınan yığınla olay var... Gerçekten başarılı olan yığınla tedavi... Neden doktorun iğnesinden korkan çocuklar gibi “tedavi” denilince kaçıyoruz?
Üniversitelerde okutulan, Amerikan psikiyatri birliği tarafından 1952 yılında ilk defa yazılan ve modern araştırmalar çerçevesinde hala da basılmaya devam eden, Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı diğer adıyla DSM (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) -Son baskısı olan DSM-V, 2013’te yayımlanmıştır- Eşcinsellik ve tedavi süreci hakkında şu ifadelere yer verir: ” Psikiyatrik takip, psikolojik destek (cinsel terapi eğitimi görmüş deneyimli bir psikiyatrist tarafından yürütülmelidir.), hormon tedavisi, cerrahi müdahale (Psikiyatrist,endokrinolog,plastik cerrah,ürolog ya da kadın doğum hekimi tedavinin çeşitli aşamalarında yer alabilirler) Komorbid gelişen psikiyatrik hastalıklar (depresyon,anksiyete..) için gerekli tıbbi tedavi verilebilir.”
Yani Amerikan psikiyatri birliği bile kabul ediyor tedavinin mümkün olduğunu. Madem öyle, değişmeyi isteyen ve değişmeyi kabul eden insanlar varsa, ve bu değişimi gerçekleştirme sürecinde rehberlik etmeyi kabul eden tecrübeli danışmanlar da varsa, sizler neye, niçin karşı çıkıyorsunuz? Neden bu kadar önyargılı davranıyorsunuz, gelin, görün, tedavi olan bireyleri görün, halihazırda terapi gören bireylerin tedavi süreçlerini birebir inceleyin, grup terapilerine katılın. Kutuplaşmak ve düşman olmak çok kolay. Ben entellektüel ve özgür düşünen bireylerin yeri geldiğinde bu kadar fütursuz ve düşmanca davranmalarına şaşırıyorum. Eğer tedavi olan memnun ise, ister dernek olun, ister devlet, tedavi süreci bilimsel kaynaklar ve tecrübeler çerçevesinde sağlıklı bir arkaplan üzerinde ilerliyorsa, bundan size ne? 
Sosyal ağlar üzerinden gelen tepkileri görüyorum mesela. Sizler nefret suçunu ve kutuplaşmayı en çok dillendiren bireyler olarak, nasıl ve neden bu kadar nefret dolusunuz? Burada hasta olarak nitelenmiyoruz, etiketlerin ve kutuplaşmanın olmadığı bir ortam var, cinselliğin ve erotizmin önplana çıkartılmadığı bir ortam var. Sizi bu kadar kızdıran, öfkeden kudurmanıza neden olan, özveriyle bu iş için çalışan insanlara bir ağız dolusu küfür bayılmanıza neden olan şey ne? Bu ülkede pedofililer bile bu kadar nefret söylemine maruz kalmıyorlar.....
Öfkeniz çok manidar ve iğreti duruyor gökkuşağı rengine boyanmış yüzleriniz de... Kardeşlik ve birlik olarak nitelediğiniz olguların altından cinsel menfaatleriniz çıkıyor hep... Bir eşcinsel olarak en büyük zararı yine eşcinseller bana verdi. Heteroseksüeller değil...
Cinsel kimlik ayrımı mesela... En hassas olduğunuz konu değil mi? Madem bu denli önem veriyorsunuz ayrımcılık yapmamaya, size soruyorum, sokakta gördüğünüz her erkeği zihninizde “Hetero” ve “Homo” olarak iki gruba ayırmıyormusunuz? Bir hakarete başlayacağınız zaman cümleleriniz hep “Şu heteroseksist zihniyetin ben taa ******” şeklinde olmuyor mu? Cinsiyet ayrımını sadece heteroseksüeller mi yapıyor? Hiç sanmıyorum....
Bir de başka bir konu var.. Hepimizin içinde, bir kenarda, bir kutuda saklı tuttuğumuz heteroseksüel hisler var... Bir kadının göğüslerini süzdüğümüzde, ya da bir erkeğin bicepslerine baktığımızda, saniyelik de olsa beliren, belirdiğini farkettiğimizde “Ya bi s*ktir” diyerek bastırdığımız hisler... Yalan mı söylüyorum? En eşcinsel adama bile güzelliği ile baş döndüren, çekici ve cazibeli bir kadın musallat olsa, azıcık ellese, sürtünse, o adam o kadınla işi pişirir mi? Pişirmez mi? Bunun cevabını dürüstçe kendi içinizde verin, sorulardan kaçmayın. Düşünün sadece....
İşte bu bakımdan. Eşcinsellik ya da diğer normal olmayan cinsel yönelimler insan yapısına uygun bir durum değil. Bunlara bir nevi GDO’lu mısır diyebiliriz. İnsan fiziksel özellikleri, ruhsal özellikleri ve bilinçsel özellikleri ile eşcinselliğe uygun olarak tasarlanmadı, yaratılmadı. Dünyanın varoluşundan beri iki cins olarak yaratılmamızın nedeni de bu zaten. Bozulduk, aslımızdan uzaklaştırıldık ve şimdi toplumların ahlakını bozmak ve toplumları kendi içlerinde kutuplaştırarak yıkmak için kullanıyorlar bizi. Bu kutuplaşmayı “Kabullenme” sloganı ile çözemeyiz, çünkü kabullenme sadece üstünü örtecektir. Asıl sorun ise gökkuşağının altında hala devam edecektir. Sorunun kaynağına dürüstçe inilmeli ve hem homoseksüel, transseksüel, travesti bireylerin hem de heteroseksüel bireylerin menfaati için gerçek anlamda çözülmelidir. Eğer çözüm değişmekse, bireyler hem kendi hayatlarını hem de toplumsal hayatı çok daha iyi ve çok daha güzel bir yere taşımak adına değişimi kabul etmeli ve bunun bir parçası olmalıdırlar. Ama kabullenmek bir çözüm değil. Bunu hepimiz içten içe biliyoruz. Kabullenmek ve sorunların çözümü adına birşeyler yapmamak  sadece toplumsal manipülasyon odaklarına teslim olmak demektir. Bunu hepimiz biliyoruz, evet, hepimiz içten içe biliyoruz...
« Son Düzenleme: 02 Kasım 2016, 09:39:04 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #7 : 01 Kasım 2016, 09:20:36 ös »
Herkese selam...
İstanbul bulutlu artık. Güneş hiç açmıyor ki. Hele bir de soğuk, insanın içine işliyor. Kar havası gibi.
8. seansı geride bıraktık terapi de..
Kırılma noktasının dördüncü seans olduğunu düşünüyordum ama, asıl kırılmayı burada yaşadık. Tedavi şimdiden itibaren başladı ve bunun farkındayım. Artı, başıma daha güzel birşey geldi ki, düşündükçe sevinçten zıplayasım geliyor, gerçi sevinçten zıplanacak bir şey değil.
Neyse.
Geçtiğimiz haftalar da süreç tıkanmıştı. Lavabo gideri gibi. Üstünde birikmiş bir yığın şey vardı ve bir türlü akmıyordu. Üstüne ekleniyordu git gide. Elizabeth yapasım bile gelmiyordu, stres ve ailesel faktör yüzünden. Belki bazılarınız bu konuyu aileye açmak gerektiğine inanıyor ama, en azından tedavi sürecinde bellli bir noktaya gelene kadar Anne-Baba kısmısına bir şey söylenmemeli. Yoksa bu süreci “iyi niyetleri” ile baltalıyorlar..
İçinizde bir şey tutmayın, herşeyi anlatın deniliyor ya. Evet, öyle, önemli ya da önemsiz, en büyük sırrınıza kadar söylemeniz lazım. İki haftadır süreç tıkanıktı dedim ya. Pazar günüydü, Hüseyin beyin orada öğleden sonra dışarı çıkmış, kapının önünde oturmuş sigara içiyor, bir yandan arkadaşla dertleşiyorduk. İçimde sakladığım bazı şeyler böyle boğazıma doğru tırmanıyor, tam ağzımdan çıkacakken tıkanıp kalıyordum. En sonunda nefesimi toparladım, “Sana bir şey söyleyeceğim” dedim. “Ama aramızda kalmalı, bugüne kadar içimde tuta, tuta göbeğim çatladı, ama Hüseyin beye söylemek felan yok.”, “Tamam, merak etmeyesin” dedi. Söyledim. Pıt diye söyledim. Oturduğum yerde on kilo verdim sanki. Sonra içimi tuhaf bir korku kapladı, “Acaba söylemesemiydim?” diye.. Sonra bu gitmiş, içeride Hüseyin bey’e “..........'i bir çağıralım, onun size söylemesi gereken şeyler var” demiş. İki kafadar beni çağırdılar. “N’oluyo len” gibisinden içeri girince, bu bana döndü, kurnaz kurnaz sırıtıp “Söylemek istediğin önemli bir şeyler var mı?” dedi. Yok, diyecektim, diyemedim. Var diyecektim, diyemedim. En sonunda eveleye, geveleye Hüseyin hocaya da söyledim. Kendisi bugüne kadar ilk defa duygularını katıksız bir şekilde dışarı vurdu: “Şimdiii işler biraz karıştıııı.....”  :)))
Çözüme gerek bile yok. O akşamın gecesi rüyamda aktif olarak cinsel ilişkiye girdim ve söylemesi ayıptır, gayet iyi bir şekilde boşaldım. Söylemek bile yetti, bir anda o tıkanık süreç patladı ve açıldı. Kısacası pasiflik, aktiflik sürecinde yeni bir boyuta geçtim. Ve şimdi bazı şeyler daha rahat kafamda..
Hüseyin beye ve diğer arkadaşa teşekkür ediyorum. O olmasaydı sanırım hiç söyleyemeyecektim.. Ve bu süreç daha da tıkanık bir hale gelecekti..
Geçen haftanın ortalarında bir film izledim. İzleyenler bilir, Evde/ Dance le maison, en çok ilgimi çeken sahneydi, ana karakter, bir ailenin mutlu bir şekilde sarılıp kucaklaştıkları bir kanepenin arkasına dolandı ve “İşte mutlu aile portresi, burada bana yer yok” gibisinden bir cümle sarfetti. Aklıma takıldı bu cümle, neden acıdan zevk alıyorum? Ve neden mutluluğa tahammülüm yok? Elime geçen bir kitabın “Düşman imgeleri” başlığı alında kaleme alınan şu satırları aslında bunu çok güzel bir şekilde özetliyor:  “Gerçekte sevgi olmayan sevgiye boyun eğmiş olduğu için, gerçek düşmanını -kötü baba, kötü anne- görmesi engellenen çocuk, yetişkin olduğunda karşılığı kötü anne ve kötü baba olan bir imgeden nefret etmek zorundadır. Ancak bu gelişim bireyin kendi içinde “iyi anne” ve “iyi baba” figürlerine duyulabilecek, sahte olmayan, gerçek sevgiyi uyandırabilir ve böylece “kötü anne” ve “kötü baba” figürüyle olan ilişkisini tehlikeye sokar (!). Sevgi ve sevgi dolu insanlar, gerçek sevgiye duyulan eski ihtiyacı, ve buna bağlı olarak çocukluk çağlarında yaşanmış terörizmi hatırlatma tehlikesi arz ettiklerinden birer düşman olarak görülürler.”
Gayet manidar... Jeton düşürücü bir paragraf...
Gerçek sevgiye ve psikolojik açıdan sağlıklı insan kitleleri görmeye asla tahammül edemiyorum. Bunun nedeni aslında çocukluğumdan beri sevgi diye verilen şeyin sahte olması. Bağlı, sembiyotik olmayan sevgiyi gördüğümde köpürüyorum, çünkü sahte değil! Gerçek! Hele de baba sevgisi. Şimdi hiç açtırmayın ağzımı, babamla olan ilişkim üzerine uzun ve manidar destanlar yazabilirim size. Sevgi sahte olunca, hep sahtesi aranıyor, gerçeği, sağlıklısı görülünce de beğenilmiyor.
Şimdi gerçek sevgiyi aramaya karar verdim. “Karşılıksız” bir şekilde gerçekten nasıl sevilir? Gidip bunu bulacağım, yaşama sanatı dedikleri, dışı renkli tütsülerle süslenmiş zen kültürünün bile bunu anlatabilecek kadar gerçekçi ve anlamlı olduğunu sanmıyorum... Gerçek sevgi başka yerlerde olmalı.. Belki bir ağacın altında, belki bir kuşun yuvasında.. Sonuçları saçma da olsa, gidip bulacağım onu... Gidip getireceğim oni... ;))
« Son Düzenleme: 02 Kasım 2016, 01:59:06 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #8 : 03 Kasım 2016, 02:54:42 ös »
Acaba insanın dinlediği müzikler ruh hali hakkında nasıl bir bilgi verebilir gibisinden bir soru belirdi kafamda...
Ne diyebilir ki bir enstruman, bir nota ya da bir akord, tınılarıyla hangi hislere değinebilir bir piyano? Bir çello, bir viyola, ağlatabilir mi insanı? Bir kaç damla gözyaşını tarif edebilir mi İlyiç’in konçertosu? Dumura uğramış hayalleri, nice yıkımları, ne kadar sadelikle anlatabilir bir senfoni?
Bilmem ki.
Klasik batı müziğinden sıyrılıp bir an modern müziğe dönerim sonra.. Yerli repertuvarım pek iyi değildir. Belki de türkçeyi sevmediğim için. Göksel’e kayarım bazen; Gittiğinde, Sen orada yoksun ve  Denize bıraksam geceleri uykuya teslim olmadan önce kulaklarımdadır, onu düşünürken... Sonra sıkılırım vurmalı sazlardan, sakin bir piyano duymak ister kulaklarım, Adele’i dinlerim önce, Remedy.. Onun tınıları pek sarmazsa Rihanna da idare eder beni, Close to you’nun akordlarını dinlerken uykuda bulurum kendimi. Sabah kalkarım yine, akşamdan kalma hayallerim beynimin içinde yankılanırken, saçlarım dağınık, gözlerim çapaklıdır, saçlarımı toparlar, hazırlanırım, Kasım ayının soğuk havası sarar nefesimi, kulağımda kulaklık, güne coşkuyla başlamak isterim. Bana aldırış etmeden giden eski bir dolmuşun arkasından koşarken kulaklarımda Sia vardır; Unstoppable. Nefesim yetmezse İlyas yalçıntaş derman olur ciğerlerime, Nefes bile almadan.. Telaşeyle girerim ufak kapıdan, üzerimde toplanan bakışları reddedercesine bir kenara otururum, bozuk yollarında aheste aheste sarsılan minibüse yaraşır, düşük tempolu bir şeyler dinlerim.. Kederlenirim sonra, yaptığım hatalar birer birer belirir zihnimde, Halsey-Gasoline, “Sanırım kodum da bir hata var” dizesiyle vicdanımı susturur. Gideceğim yere yetiştiğimde bir piyano vardır, zihnimin arkaplanında çalan...Günümün en sessiz anı, yine huzursuz çığlıklarla doldurur zihnimi.. Akşam ev diye isimlendirdiğim yere dönerken, indiğim dolmuşta, arkamda bırakırım yine, gözlerinde duygu emaresi aradığım nicelerini, bıkmıştır yüreğim, aciz bir kadın gibi erkeklerin gözlerine bakmaktan, rüzgarda savrulan saçlarımı toplarım, sonra da kalbimi, Rihanna Higher güçlü notaları ile kalbimin zayıflığını unutturur bana, aşk dolu son dizelere takılırım yine: “ Hadi geç saatlere kadar oturalım ve Mary Jane içelim, beni öptüğün yere geri dönmek istiyorum, ama sarhoşum ve hala küllüğü dolduruyorum, biraz fazla söyleyecek şeyle birlikte”.. Ben ne kadar kaçarsam kaçayım, ne kadar suçlarsam suçlayayım ve ne kadar inkar edersem edeyim, bir piyanonun alt akordunda, bir şarkının son tınısında, bir senfoninin chorus’un da, aşk hep var olduğunu söylüyor bana... Kalbimi yataktan kazıyamadığım sabahlarda, bir tek onun potansiyel varlığı ikna ediyor beni, bugünü noktalayıp yarınlara sağ salim çıkmaya.
Belki dinlemek istersiniz diye sizi bir kaç parçayla başbaşa bırakayım:

https://www.youtube.com/watch?v=BW9Fzwuf43c

https://www.youtube.com/watch?v=DDWKuo3gXMQ

https://www.youtube.com/watch?v=4GsNW-dnx-Y

https://www.youtube.com/watch?v=KvUF-y2ijZc

https://www.youtube.com/watch?v=N7yaZjznM8Y

https://www.youtube.com/watch?v=zRHNi3QfFlE

https://www.youtube.com/watch?v=szxKo00oAQQ

Kendinize iyi bakın emi?
...


Kendimi açmaktan, içimdekileri açık sözlülükle ifade etmekten acizim ben..
Acaba neden? Diye soruyorum da...
Neden diğer insanların duygularını bu kadar önemsiyorum? Bukalemun gibi onların renklerine bürünüyorum.. Kendim bir şeyler hissedip dile getirdiğimde ise bundan pişmanlık duyuyor, bencillik yapmış gibi hissediyorum..
Son seansta aldığım tavsiye de buydu; Bencil olmak..
Kulağa tuhaf geliyor evet, bencil insanlardan herkes nefret eder, itici, şımark ve kibirlidirler. Sürekli kendi istek ya da ihtiyaçlarını göz önünde tutarlar felan, falan. Ama sanırım, benim gibi sürekli olarak başkaları için fedakarlık yapan, aşağılık kompleksine kapılarak kendisi dışındaki herkesi kutsayan biri için bencilliğin vakti gelmiş olmalı..
Yeni bir ilişki.. Düşüneceğim şeyler listesinin başında artık. Şu anda aktif pasifim, ne diyorsunuz siz türkler? Digin mi? Galiba digin diyordunuz... Bunu ise tam aktifliğe dönüştürmek istiyorum. Kız ya da erkek farketmez, birilerini bulmalı, sahiplenmeli ve onunla ilişki yaşamalıyım, hedefim mutluluk değil, sadece kendi çapımı keşfetmek, neler yapabileceğimi, gerekirse ne kadar baştan çıkarıcı, gerekirse ne kadar sahiplenici ve güçlü olabileceğimi görmek.. Kim bilir, bugün umursamayıp yelken açtığım bir ilişki belki de uzun süreli bir mutluluğa dönüşebilir..
Sahiplenicilik derken, maskülenliğe ne oldu sahi?
Maskülen hissedemememin altında yatan en büyük etkenin özgüven eksikliği ve şu sınırsız histreonik fedakarlık olduğunu farkettim. Özgüven eksikliği benliğimi kendi içinde alçaltırken, fedakarlık ise diğer herkesi yine kendi içimde yüceltiyor, kendimi hemcinslerime karşı aciz hissediyor, cinsime ait hissedemiyorum, gelgelelim yine aynı his, karşı cinse karşı aktif hisler beslememi engelliyor, iki arada bir derede kalıyor, ve en sonunda erkeklere teslim oluyorum.. Eşcinselliği basamak basamak düşünürsek pasiflik bunun dibi, iğrençlik açısından söylemiyorum, pasif insan diğerlerine oranla daha çok yıpranıyor ve sevgiye daha fazla muhtaç. Aktif pasiflik, eh işte, biraz daha iyi. Ama en rahatı bir aktif olmak...
Özgüven eksikliğini yenmeli, bir yandan da bencil olmalıyım. Spora devam, herkese tavsiye ederim, bodybuilding yapın, pasifliğinizi yarı yarıya indirirsiniz...
Yandan yandan birilerine laf çakıcam şimdi:
İnsan ne kendisi, ne de diğerleri hakkında peşin hükümlü olmamalı, “Ben senin kafanı anlıyorum” diye bir şey yok, sen beni en fazla benim kendimi sana söylediğim kadar anlayabilirsin, geri kalanı senin tahminlerin ve varsayımlarından ibarettir, doğru da olabilir, yanlış da olabilir, ben doğrulamadığım sürece gerçeklik ifade etmez. Kendine yöneltilen eleştirilerde bu kadar hassas olman, hemen öfkelenmen, sadist olduğun manasına gelmez. Bu senin pasifliğinin hala içinde bir yerde devam ettiğine işaret eder. Eleştriden korkma, ergen ya da sadist, sıfatlara ya da kelimelere takılma, karşı taraf sana ne söylemeye çalışıyor buna odaklan. Böyle güçlenirsin, öbür türlü yıpranırsın.
“Ömür boyu sürecek” şeklinde bir ifade sarf ediyorsun, tecrübesiz ve safsın, yanlış anlama, hayatta çok fazla şey yaşamamışsın, küçük bir çevren ve güzel hayallerin var, bak kıvırcık saçlı çocuk, iki kere iki dörttür, şirin bir pasif olarak aktiflerle ilişki yürütemezsin, dünyalar farklı gibi düşünebilirsin bunu, insan için en kötüsü tüm kalbini açtığı insan tarafından kullanılmak ve bir kenara atılmaktır, bedenen s*kilmek, duygularınla s*kilmek kadar acı verici olmaz. Mutlu olmanı istiyorum, ve bu yolun seni acıya sürükleyeceğini biliyorum. Dikkat et kıvırcık saçlı çocuk, mutluluğu ıskalıyorsun.
Bu arada, yazımı okuyup bana kenardan kenardan kur yapan, “Ben senin ağzına boşalmadım kiii, sil o ifadeyi yazındaaan” diyen arkadaşa şu satırları ithaf ediyorum; Gabile de ki hesabını yeniden aktif ederek ne yapmaya çalışıyorsun? Tedavi olmaya benden daha hevesli bir insan olarak, neden bu kadar gay’ce davrandığını çözemiyorum...(!)
Bana yazdıklarımdan ötürü “senarist” diyen, pedofili ve tecavüz olayını kenara bırakıp “kabızlığa” kafayı takan oluşum, Murat styrax gibi absürt bir isme sahip, facebooktan bakabilir, fotoğraflarına yapılan yorumların atlında olgun amcalarla nasıl “tatlı tatlı” sohbet ettiğini görebilirsiniz.. Ben yorumsuz kalmayı tercih ediyorum, zira kendisi zaten bir nevi pedofilik bir ilişki tarzı benimsemiş, o yüzden bana “senarist” demesi normal sanırım...
Vesselam...
« Son Düzenleme: 09 Kasım 2016, 12:46:56 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #9 : 20 Aralık 2016, 09:11:59 öö »
Söz konusu, histreonik mesajlar vermek olunca, karlı bir aralık sabahı, gösterişli bir klavyenin başına oturuverdim…
Ben iyiyim, merak etmeyin, falan filan…
Tedavi sürecinde bir “boost-up” yaşadık . “Up to date” bir şekilde yuvarlanırken, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmeye başlamıştım… Ne yapmalı ne etmeli derken sorunun kaynağını bilinçaltımda buldum; Baba faktörü… Giyim tarzından tutun da, saç tıraşına kadar her şeye karışan bir oluşumun sonucu olarak pasiftim. Kendi hayatımla ilgili bir karar alırken doğru bir karar olsa bile anlamsız bir vicdan azabı duyuyordum, ki bu çekilmez bir şey; Baba faktörünü işlem dışına alınca sorunun büyük bir bölümünü çözdük. Demek istediğim, babayı babalıktan reddedince, kendimi evlat modundan çıkarınca bol miktarda mesafe kat ettim.
Şimdi kendime gülesim geliyor; sürekli olarak çeşitli sorunlara sebep olan bir insanı neden bunca zamandır sırtımda bir yük misali taşımışım ki? Katıksız vicdansızlık olarak görünebilir belki bu yaptığım ama, kişisel gelişim anlamında bana büyük bir fayda sağladı. Size tavsiye etmiyorum tabi, çünkü tedavi sürecinde Babanın iyileştirici etkisi çok büyük. Eşcinsellik zaten bir “hemcinse nasıl yaklaşacağını bilememe” sorunu olduğundan, hemcinse karşı sağlıklı ve doğal tutumları adam gibi bir Baba üzerinde uygulayarak öğrenmek mümkün. Yani tedavi sürecinde baba ile yeniden kurulacak olan köprüler ve sağlıklı iletişim tedavi sürecini hızlandıracaktır. Madalyonun görünmeyen tarafında ki hikaye nedeni ile benim yaptığım, sadece bu ahval ve şerait içinde doğru olarak nitelendirilebilir. Ama aynı sistemi “kopyala-yapıştır” yapıp kendi tedavi sürecinizde uygularsan “mavi ekran” hatası görürsün 😉. O yüzden ne yapıyoruz? Babalara yapışıyoruz …

Gelelim diğer konuya…
Travesti modasından bahsedeceğim biraz da…
İfendim, falsolu sorumuz şu; “Bir erkek neden travestiye gider?”, pardon da, bir erkek neden travestiye gitmez? Neden gitmesin ki? MaşAllah sfenks gibiler, yarı aslan yarı insan… Yarı erkek yarı kadın, çift cinsiyeti tek bedende toplayarak üçüncü bir cinsiyet oluşturmanın yolunu bulmuşlar, hele de Allah verir, piyango bileti gibi, çift cinsiyet organlı birine denk gelirseniz, 50 milyon kazanmış gibi nasıl da memnun olursunuz değil mi? 2 delik, 1 çıkıntı, ister gir, ister sok… Yalama da yanında yat…
Ben söyliyeyim mi? Bir travesti, kadınsı görünümüyle, tabiri caizse, bir kadından “daha kadın” olduğu için… Yani bir kadının yatakta verebileceğinin on katını verdiği, verebildiği, fedakar, histreonik bir biçimde, sizi orgazmdan bayıltana kadar verici olabildiği için. Ama bu ikinci sebep, asıl sebep ise çok daha düz mantık, hatta kulağa saçma bile gelebilir; kadınlarla (Gerçek kadınlarla) gerek günlük hayatta, gerekse yatakta sorun yaşayan, hatta çocukluk döneminde babasıyla sağlıklı kontaklar kuramamış aşağılık, değersiz kompleksine kapılmış, zayıf psikolojili bir adam, tabii ki de travestiye gitmesin de kime gitsin? Bu adamcağız bir kadını becermek için kendini hazır hissetmeyecektir çünkü…
Kısır döngü kısmı da işin cabası… Şimdi, kimisi “kaos”la beslenir, Hande yener ve Demet akalın tarzı ilişkilere bayılır. Kimisi “küçük emrah” gibidir, acıdan beslenir, “öldürmeyen güçlendirir” sloganıyla yola çıkar, her zaman “en mağdur ama en güçlü”yü oynar… Kimisi de “suçluluk” duygusundan beslenir…

Sistem şöyle işler canlarım:
Heyecan ve şehvet karışımıyla ortaya karışık bir seks arayışı, o ezilmişliğin verdiği çekincelerle travesti seçimi, seksten sonra yaşanan acı ve suçluluk duygusu, zamanla acının ve suçluluğun hafiflemesi halinde tekrar ortaya çıkıveren bastırılması güç bir heyecan ve şehvet karışımı seks arayışı…Tekrar travesti, tekrar suçluluk, tekrar travesti, tekrar suçluluk… Bu şehvet hissinin de kişinin psikolojik olarak en zayıf olduğu anlarda gelmesi de işin cabası zaten… Her yaşanılan suçlulukla “kötü çocuk” öldürülür, “bir daha asla”lar ve günah çıkarma ayinleriyle gereksiz suçluluktan da kurtulunur. Ama söz konusu şehvet olunca tüm sistem; “kaseti sar başa, kopmaya gidiyoruz akşama”.... Klasik bir kapalı bilinçaltı döngüsü... Uyarmadan edemeyeceğim, ya bugün aktif olduğun travestiye yarın pasif olmak istersen? O zaman tamponu harbi dağıtırsın, dikkat et aman….

Neyse, sporları aksatmayın, bir de tedaviyi, kendinize iyi bakın, tedaviye de umutlu bakın 😉
Hadi sağlıcakla…




Diğer bir acayip olgu daha vardır: Ortalama erkek, bir travesti, kadın rolündeki bir erkek tarafından kolayca kandırılabilir/taciz edilebilir. 
Ağlatan Oyun – The Crying Game ve M. Butterfly / Olgunluğa Uçuş tacizin kendisinden dolayı değil fakat anlatılan  hikaye bağlamında gerçekten özgün filmlerdir.
Her metropol, müşterilerinin sürekli aldandığı çoks ayıda travesti fahişenin olduğu bir mkırmızı-ışıklı bölgeye sahiptir. Burada, Amerikan dedektif yazınında (Patricia Cornwell, Walter Mosley) burnu büyük polisin  geleneksel olarak ahmak olanı sınamsını hatırlarım. Bir travestiyi nasıl tanıyabilirsin? " Onlar şahane göğüslere ve bacaklara sahip olanlardır. " Travestiler süper-kadın karakterlerini daha da mükemmel olarak ortaya koyarlar : Erkeklerin fantazileri perspektifinden bir süper-kadını. Travestiler kadar "feminin" olan çok az kadın vardır. Benzer şekilde, denebilir ki iki kadın arasındaki ilişki genellikle çok daha tatmin edicidir ve bir travestiye ihtiyaç yoktur.

Bu ilişkilerin başarısının eşcinsel partnerin uygun tekniğe sahip olması ve asıl noktayı bulmayı becermesiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bir şekilde saf bir düşünce tarzıdır bu. Başarı eşlerin benzer fantazilerin daha fazla olmasındandır. Bir kadını oynayan-canlandıran travesti bunu, kendisine yani erkeğe ilişkin fantazi olan ideal kadın fantazisinin temelinde yapar; bu erkekler için ideal bir şeydir. Önem süper-feminin özellik olarak adlandırılan şeyde, diğer bir deyişle fiziksel özelliktedir. Kadınlar için mesele biraz daha zordur. Diğer bir kadını taciz eden kadın ya ideal erkeği canlandırmaz ya da sadece kısıtlı olarak yapar bunu, o tercihan dış görünüşün ötesinde ideal ilişki ve ideal aşk gibi bir şeyi canlandırır. Bu kadınlar için travestiliğe ihtiyaç duyulmamasının sebebidir. Hatta homoseksüel çiftlerde farklılık çok daha güçlüdür. Erkek partnerler için mesele "işi bitirmek" iken kadın partnerlerde ise "yuva kurmak" ağır basar.

Yalnızlık Zamanında Aşk
Paul Verhaeghe






« Son Düzenleme: 05 Ocak 2017, 02:06:26 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #10 : 28 Aralık 2016, 11:56:17 öö »
Hocam size karşı açık olmam gerektiğini düşünüyorum
o yüzden bu yazıyı yazdım
belki de hoşunuza gitmeyecek ama
benim hissettiklerim bunlar
ve biraz ara vermeye karar verdim
yoruldum ve çok bunaldım
bu kadar yükü kaldıramadığımı hissediyorum
o yüzden terapilere bir kaç aylığına ara veriyorum...

Ter içindeyim, utanmış, sıkılmış bir şekilde geliyorum, sabırsızım, zile dokunuyor, kapının açılmasını bekliyorum… Otomat açılıyor, sabahın ilk ışıkları, loş binanın zeminine yansırken kapının önündeyim işte, dokunuyorum tokmağa… Bir nefes, iki nefes, üç nefes… Açılıyor kapı, tanıdık simalardan başka bir tanesi… Günlerden cumartesi… O kapıdan girince, üzerimde ki tüm olumsuz duyguları attığımı hissediyorum; en azından, hafta içinde olanlar hafta içinde kaldı…
Üstümü çıkartıyor, koyu bir edayla kanepenin köşesine kıvrılıyorum, selamlaşma ve hal-hatır fasıllarından sonra, koyu bir düşünceler yığını çöküyor üzerime… “Neleri anlatacağım? Neleri gizlemeliyim? Nerelere vurgu yapmalıyım? Beni dinleyecek mi? Ya önemsiz şeyler ise? Kafamda büyüterek kurduğum şeyler benim eksantrik algımın uçuk-kaçık sonuçları ise?”… Susuyorum, içimi susturuyorum… Kapıda beliriyor Hüseyin Hoca, her zamanki ifadesi ve o garip gülümsemesi ile, “İçeri alalım” diyor… Tamam, geliyorum… Sonra heyecanlanıyorum yine, her zaman ki gibi… O garip deri sandalyeye oturuyorum, koyu renkli kitaplığa doğru bakıyorum, bir ağırlık basıyor içimi… “Hep aynı hisler, hep aynı hikayeler…”… Bıktığımı hatırlıyorum, hala kendimle ilgili aynı hisleri taşımaktan, hala bu derece hassas olmaktan bıktığımı hatırlıyorum, öyle bir durum ki bu, hem çok hassas, hem de çok donuğum… Saatlerce ağlayabilirim, sebepsiz, anlamsız yere, ve yüzüm asla gülmez, gülmem gerekirse eğer, sahte birkaç gamze yetişir imdadıma…
Geçiyor karşıma Hüseyin Hoca, oturuyor, manidar manidar gülümsüyor, “Evet” diyor, “Anlat”…
Yine o lanet his basıyor içimi, yoruluyorum, başım dönüyor, manasızca gülüyorum, sinirden gülüyorum, şimdi bir saat boyunca yine beni mi konuşacağız?... “Nerden başlayayım?” diyorum, gülerek… “En iyisi, bu haftanın bir özetini vereyim”… Konuşmakta çok zorlanıyorum, aşırı yapmacık mimikler, jestler, aptalca sırıtmalar ile kotarıyorum yine de, kendimle uğraşmaktan olayların bir kısmını anlatamıyorum, bir kısmını da gizliyorum… Suçluluk hissediyorum sonra, niye gizliyorum ki? Niye yalan söylüyorum? Her şeyi olduğu gibi anlatsam? Ama anlatamıyorum… Susuyorum sonra, o bir şeyler söylüyor… Soruyor… Neden? Diyor… Bilmiyorum… Savuşturuyorum, cevap vermekte aciz kaldığım ya da cevap vermek istemediğim soruları… Sıkılıyorum, susuyor, dinliyorum. Bazen ikimiz de susuyoruz, o gülümsüyor, ben gülümseyemiyorum bile… Ağlamak istiyorum sadece, “bütün bunlar çok aptalca, evren ve içindeki her şey, kocaman, şişko bir patates kadar aptal, çok aptalca, her şey çok aptalca!” diye bağırmak istiyorum, susuyorum sadece… Gülümsüyorum, ellerimi sıkıyor, parmaklarımı çeviriyorum, bekliyorum, seans bitene kadar bu tuhaf ve lanet hissin geçip gitmesini bekliyorum… Çıktığımda rahatlıyorum, en azından açık vermedim, duygusal olarak acziyet göstermedim diye… Yoruluyorum, ne yaparsam yapayım yol kat edemediğimi fark ediyorum, mücadele ettikçe yoruluyorum, yoruldukça bir güce, bir erkeğin göğüslerine başımı yaslamak istiyorum… Zihnimle girdiğim her mücadele de yenik düşüyorum… Kırılma noktası yaşanmadı mı? Diye sorabilirsiniz… Evet kırılma noktası yaşadık, ama o benim terapimin değil, erkek arkadaşımla sürdürdüğüm saçma sapan ilişkiye dair bir kırılma noktasıydı…
Güvenmiyorum, kimseye, güvenmek de istemiyorum. Arkamı dayadığım, yaslandığım insanlar becerdiler beni çünkü… Hayat iç içe geçmiş tecavüzlerden ibaret sanki… Bıkıyorum artık… Sürekli numara yapmaktan… Biseksüel miyim? Aktif-pasif miyim? Hayır, hiç sanmıyorum, hala dibine kadar pasif olduğumu hissediyorum çünkü… Güveniyor musun? Diyor Hüseyin hoca… Evet, tabii ki de! Diyorum, ama hiç güvenmiyorum, güvenemiyorum… Hiçbir yerde aradığım sıcaklığı bulamıyorum… Bir şey, ya da bir insan benim için en fazla “farklı” ve “orijinal” olabiliyor, ama ondan öteye geçemiyor… Birisi bana “seni seviyorum” dediğinde kısa süreli bir donukluk yaşıyorum… Çünkü bir karşılığı yok içimde… Sanki ben çevremde 2.5 metre yarıçapında devasa, cam bir fanüsle yaşıyorum, insanlar bana bir şeyler söylüyorlar, duygularını dışa vuruyorlar, ve dışa vurdukları, söyledikleri herşey cama yapışan sinek gibi yapışıyor fanüsün dış duvarlarına, sonra o saçma sesi çıkararak aşağı doğru kayıyor, ve ben onun ne olduğunu, ne anlam ifade ettiğini anlayamıyorum…
Ne demek güven? Hep şiirler de yazıyor ya…. “Pahalı parfümleri bırak, güven kokmalı insan” gibisinden bilgece sözler ediyorlar ya… Ne demek işte bütün bunlar…? Ben kendimin artık bir sosyopat, ya da en azından psikopatlıktan sosyopatlığa geçiş evresinde olduğumu düşünüyorum. Çalışıyorum, birisi gelip bir şaka yapıyor, gülemiyorum bile…. “Hehe, ehe ehe, ehehehe”… Birisi elini omzuma atıyor, dostluk göstergesi olarak, ama ben bir şey hissedemiyorum, bana bakıyor, gülümsüyor, “Güven bana” diyor, “Her şey çok iyi olacak”… Kekeleyerek “Tabii ki de” diyorum… Ama hissedemiyorum… Hissedebildiğim sadece beş tane şey var; biri saf acı, diğeri ise karşılıksız bir sevginin verdiği acı, diğeri de nefret, öfke ve kin… Başka bir şey yok… İnsanların yüzleri sıcaklık ifade etmiyor benim için, ne kadar gülümserse gülümsesin… Bugüne kadar o sıcaklığı, o güven duygusunu, yalnızca rüyalarımda yaşadım… Bir de kar yağdığında hissederim o duyguyu…
Ölüm artık tek çare gibi duruyor gözlerimin önünde… Gittikçe modern yüzyılın gerçek “Joker”i oluyorum çünkü… Hiç söylemedim mesela… İnsanlara acı çektirmek zevk veriyor bana… Sırf bu yüzden, korku filmlerini, sadist, kanlı ve vahşi sahneleri tercih ediyorum… Benim için aciz bir canlıya eziyet etmek, önce ona çektirdiğim acı nedeniyle verdiği tepkiyi görüp çok üzülmek, sonra da bir anda müthiş bir mutluluk hissiyle kahkahalar atarak ona daha fazla acı çektirmek şeklinde bir süreç… Özellikle de erkeklerin acı çekmesinden müthiş zevk alıyorum… Ağlayan, acıdan inleyen bir erkeği görmek benim için o kadar tatmin edici bir şey ki, tarif edemem size… Mesela dün akşam minibüse binmiştim, ön koltukta, sakalları yeni terlemiş, taze bir delikanlı oturuyordu, ve sürekli inliyordu, en yakın hastahaneye ulaşıncaya kadar yanında oturan annesi, şoför’e daha hızlı gitmesi için yalvardı. Bazen inlemeleri bağırma halini alıyor, bazen de ağlıyordu… Herkes endişeli ve tedirgin iken, ben kendimi o kadar mutlu ve tatmin olmuş hissediyordum ki, anlatamam. Bence acı çeken, çektiği acıdan dolayı ağlayan, bağıran, çağıran bir erkek yeryüzündeki her şeyden daha çok çekici… Sen ne biçim bir insansın böyle?! Diyeceksiniz belki… Küçükken de böyleydim ki ben… Kapımızın önünde ki kedilere yapmadığım eziyeti bırakmaz ve bundan müthiş zevk alırdım, özellikle de erkek kedileri tercih ederdim… Hala da zevk alıyorum…

Neyse, sözü çok uzattım, belki de midenizi çok bulandırdım… Sadece ara veriyorum, terapilere, ve diğer her şeye… Mutlu olmak istiyorum, tecavüze uğradığımı hatırlamadığım bir gün geçirsem yeter bana… O yüzden kusura bakmayın hocam… Bir süre gelemeyeceğim… Olamayacağım aranızda… Belki de biraz daha olgunlaşmam gerekiyor… Sadece biraz zaman, tek ihtiyacım…

ilkbahara doğru tekrar gelmeye başlayacağım inşAllah...

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #11 : 03 Mayıs 2017, 11:06:31 ös »
Ne zamandır bir yazı yazmak için kıvranıyorum. Ellerimi kaleme her götürdüğümde, bir uyuşukluk, bir gevşeklik beni alıkoyuyor. Fikirleri zihnimde döndürmeye her çalıştığımda aklım sekteye uğruyor, düşünmeme lüzum olmayan tonla konu kafamda fink atarken düşünmem gereken şeyleri bir türlü düşünemiyor, sonra da bir iki satır yazıp vaz geçiyordum. Her hafta mazeretler, her hafta bahaneler; “hocam yaza yaza bi hal oldum, kenarda bi deste yazı birikti, hangisini size vereyim bilemiyorum?” gibisinden saçmalıklarla geçiştiriyordum. “Artık yaz!” dedi, Artık yazayım dedim.

Canım sıkkın, sevdiğim kıza uzun zamandır ulaşamıyorum. Onun ailesinde dönen bazı olaylar bizi ayırdı. Hani onca zaman o kadar emek verdim, uğraştım, tam böyle kaliteli bir ilişki ortaya çıkmaya başladı, işte o zaman pat diye kopuverdi. Üvey babası ile aralarında absürt bir konu yüzünden anlaşmazlık çıkmış, evi ayırmışlar, falan da filan. Asıl canımı sıkan, benim onun peşinde koşarken onun bana ulaşmak için hiçbir çaba sarf etmemesi. Bir geceyi hatırlıyorum sık sık, birlikte geçirmiştik.. Evden kovulmuştu, “sığınabileceğim bir tek sen varsın” demiş, beni çağırmıştı. koşa koşa yanına gittim. Ağlamaklıydı, saatlerce konuştuk, sigaralarımızın dumanlarını savurduk boşluğa, eski ilişkisinden dert yandı, ailesinden dert yandı… Arada bir o simsiyah gözlerini bana dikip yüzümü inceliyordu. Ona ondan sadece hoşlandığımı söylemiştim. Ama aslında seviyordum. Birkaç saat dolandık sonra, evsiz iki çocuk gibi, boş sokaklar, boş kaldırımlar, sokakları belledik, travestilere laf attık, bağıra bağıra şarkı söyledik, birbirimize bakıp durmadan kikirdedik. Dar geldi sonra pazartekke, taksime geçtik. Önce istiklali adımladık, sonra canlı sokaklardan tenha köşelere kaydık, kaç tane eşcinsel çift saydık bilmiyorum, o bana beğendiği kızları gösteriyordu ben ona beğendiğim erkekleri. Sonra bir ara laf ilişkilere geldi, kızlarla denemeyi düşünüyorum dedim. Bozuldu hafif, ama belli etmemeye çalıştı, “tabii, dene, tecrübelerini bana da anlatırsın” dedi. Soğuk soğuk gülüştük..
O sokak senin bu sokak benim yaparken, terkedilmiş binaların arasında bir kahve bulduk. Oturduk, çay söyledik. Sağdan soldan konuştuk. Uykusu geldi sonra, biraz kestirdi, montumu üzerine örttüm. Sonra onu seyre daldım. Tatlı yanakları vardı, açıldığı zaman geceyi andıran simsiyah gözleri. Neden bilmiyorum ama, sanki kaybettiğim ve çok özlediğim bir şey onda varmış gibi geliyordu. Mutluydum onun yanında, eşcinsel hissetmiyordum kendimi, özgüvenim yerindeydi.. Bir lezbiyendim onun gözünde, iki lezbiyendik biz…
O gece hiç bitmesin istedim. O uyusun usulca, ben de onu izleyeyim… Arada bir gözlerini açıp bana bakıyordu boncuk boncuk. Karşılıklı bakışıyorduk öyle, sonra bir daha kapanıyordu gözleri, o tekrar uykuya, ben de onu seyre dalıyordum. Sabaha doğru uyandırdım onu, Kalktık, Eski sevgilisini aramak istedi. Bir yandan içim parçalandı, bir yandan da bunu önemsemedim. İki dakika konuştular, sonra kapattı. Yola koyulduk, taksiyle, dönüş yolunda önce bana yanaştı, sonra iyice sokuldu, başını omzuma dayadı, saçlarını okşadım. Onu en son o sabah gördüm işte, tramvayın pencersinden el sallıyordu bana, dudaklarında hafif bir tebessümle.
Özledim…
Özledim, travmayı düşünmeden, bir erkekle göz göze gelmeden geçirdiğim günleri özledim. Hayatımda bir kadının olduğu günleri,
onun yanındayken hissettiğim her şeyi özledim. Onu özledim.

Şundan 6-7 ay önce bana bi kızı seveceğimi, onun peşinden koşacağımı, ona ilgi gösterebilecek kadar güçlü olabileceğimi söyleseydiler inanmazdım. Ben bile şaşırıyorum bazen kendime. Bu günleri hiç hayal etmemiştim.. Bir yandan da anlıyorum, yıllardır özlemini çektiğim şeyin, beni sevebilecek bir erkeğin varlığı değil de, sevebileceğim bir kızın varlığı olduğunu.
….


Hayal ettiğim mesleği hayal ettiğim standartlarda yapan, daha doğrusu hayal ettiğim hayatı yaşayan biriyle tanıştık. Daha doğrusu tanışıyorduk, ama öyle muhabbetimiz olmamıştı. Bir gün terapide sıra beklerken oda oradaydı, bir kadın komşusuyla birlikte yanında çocuğunu getirmişti. Sonrasında farkettik ki, bu iki kadın aralarında fısır fısır bizi konuşuyorlardı, bi tanesinin ağzından “Şimdi bunlar ipne mii?” diye salak saçma bişey çıktı, burada abartmıyorum, diğeri aynen şöyle yanıtladı, “Ayyy, ya bulaşıcıysa?” sonra kendi aralarında “töbe yarabbiiiii, estafirullaaaah” gibisinden söylenmeye başladılar. Bu konu aramızda espri meselesi olunca kadınların adı “töbe haşa teyze” ye çıktı. Birkaç gün sonra işten çıkarken bana bi mesaj attı, o kadınlarla ilgili bi espriydi. Sonra yazışmaya başladık, öyle böyle derken baya bi ortak noktamız olması ikimizi de şaşırttı. Yaşanmışlıklardan tut da karaktere, düşünce yapısından tut da, davranışlarımıza kadar herşeyimiz aynıydı, artık sürekli “aaa sende miii?” diye şaşıra şaşıra, şaşıramaz hale geldik, normalleşti herşey. Derken konu tecavüze geldi. Bana öyle bir olay yaşamadığını söylemişti ama hiçbir zaman inanmadım. Sonra baktık ki, bende ki TSSB Semptomları, ondakilerle uyuşuyor. Bayağı bir zihnini yokladı ama bir şey hatırlayamadı o akşam. Ertesi gün tekrar yazdım, meğersem bu akşam tam yatarken her şeyi hatırlamış, sonra tabii ki psikolojisi allak bullak olmuş. Gece uyuyamamış, durmadan kusmuş felan. Baktım ki, hep birbirine yakın yaşlarda tecavüze uğramışız, babalarımızla geçinememişiz, hep benzer yaşlarda aileden uzaklaşıp kendi ayaklarımızın üzerinde durmak zorunda kalmışız. Tamam bir insanla aynı şeyleri yaşamak çok farklı bir şey, ama aynı şeyleri aynı dönemlerde yaşamak apayrı bir şey…
Umarım, kısa sürede kafasını toparlar, ve kendisine bunları yapan o itle yüzleşebilir…

….

Eski erkek arkadaşım telefon numaramı bir arkadaşımdan istemiş. Başta ne güzel dedim, siniri felan geçmiş diye düşündüm. Sonra eski erkek arkadaşım olduğu hatırası beni rahatsız etmeye başladı. Aradım, görüştük. Kendisi, Terapilerden fayda görememiş de, Hüseyin Kaçının tecrübesi yokmuş da, diploması bile olmadığına eminmiş de, gerekirse fiziksel bir kavgaya girebilirmiş de, diye diye elli dakika tatava yaptı bana, o kadar dakikama, kontörüme yazık…
Sonradan ben de jeton düştü, erkek arkadaşından ayrılmıştı bu, e tabii, şimdi, direkman ilk arayacağı kişi ben oldum. Ama yemezler işte, benim bile midem bulandı. Kendisiyle sözleşmiştik, bir kez, sadece bir kez, bu yıl ağustosta görüşeceğiz, onun dışında iletişim kurmayacağız, dostluk olmayacak dedik, buna rağmen arıyor. Sonra şunu farkettim, her ne kadar sağlam bir yerde olsam da, bir erkeğin şu an peşimde koşması tüm dengeleri değiştirebilir, herşey pamuk ipliğine bağlı. Onunla bir kez dün görüştüm. Sonra gördüm ki, eğer onunla görüşsem ve sohbet etsek, buradan tekrar bir ilişki doğabilirdi. Beni sinirlendiren şey ise, kendisi iyileşmeye kararlı değil, okey, peki beni niye peşinden sürüklemeye çalışıyor ki? Ben onun ilişkisi olmadığı zamanlarda istediği gibi takılabileceği kullan-at ucuzluğunda bir insan değilim. Bununla beraber, kendimi bu lanet batağın içinden kurtarmaya çalışıyorum. Hala bunları göz ardı ederek benimle tekrar ilişki kurmaya çalışması cidden görgüsüzlük ve iğrençlik, başka bir şey değil. Allahtan bunun farkına vardım. Sonra da onu her yerden engelledim. Bu sene bir kez görüşürsek görüşürüz. Ama bir kez daha hayatımı onunla harcayamam.

Öğrendiğim şey şu oldu, eski sevgilimle babamın karakterleri tıpa tıp birbirine uyduğu için -tabii eski sevgili daha hanzo-, ikisine de güler yüzle ve anlayışla yaklaşmak ters tepiyor. İkisi de değişmiyor, değişmeyi reddediyorlar. Kısacası ikisiyle de samimi olmam her seferinde bana kaybettiriyor.
Bu kez aynı oyuna gelmeyeceğim ama 

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #12 : 05 Eylül 2022, 10:28:22 ös »
Eski Bir Eşcinselle Söyleşi

https://www.youtube.com/watch?v=SgDmbAqbfLQ

Linki tıklayınız

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: ERKEK ÇOCUKLARI TECAVÜZ SONRASI EŞCİNSELLEŞİRLER Mİ?
« Yanıtla #13 : 06 Eylül 2022, 11:04:25 öö »
Ünlü psikolog 'eşcinsellik' tehlikesini yıllar önce böyle ortaya koymuştu!
Eşcinsellik hakkında yaptığı açıklamalarla ve ortaya koyduğu terapi yöntemleriyle tanınan haber sitemiz yazarı ve psikolog Hüseyin Kaçın, 7 yıl önce katıldığı bir televizyon programında 'eşcinsellik'le ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu.

https://www.habervakti.com/dosya/unlu-psikolog-escinsellik-tehlikesini-yillar-once-boyle-ortaya-h74213.html

Ünlü psikolog tehlikeyi işaret etti! LGBT değil, eşcinsel...
Yazarımız Psikolog Hüseyin Kaçın, eşcinsel ifadesi yerine LGBT ifadesinin kulanılmasını yanlış bulduğunu ifade ederek büyük tehlikeyi işaret etti. Kaçın, toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında toplumun dinamikleriyle oynanmaya çalışıldığını da belirtti.

https://www.habervakti.com/dosya/unlu-psikolog-tehlikeyi-isaret-etti-lgbt-degil-escinsel-h61739.html

Psikolog www.huseyinkacin.com

Psychologist Huseyin Kacin on Homosexuality and Conversion Therapy - 1

https://www.youtube.com/watch?v=mfa9slq_ivo&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

Eşcinsellik bir hastalık mı?

https://www.youtube.com/watch?v=0LYcuhJOuuI&list=UUJdkrJhiL6pyF6B8vXad8Ew&index=3

Eşcinsellik Aile Hastalığıdır!

Aile içinde kadın erkek arasındaki her  tartışmayı karakollarda güvenlik güçleriyle, adliyelerde yargıçlarla çözmeye çalıştıkça, aile kurumu parçalanmaktadır. Aile içindeki sorunların, aslında ruhsal sorunlar olduğu gözden kaçırılmaktadır. Aile Sağlığı Merkezlerinde psikologlar da görevlendirilirse, kadınlar eşleri ile sorun yaşadıklarında öncelikle bu merkezlerden destek alabilirler. Kadına şiddet sorunu kangren haline geldikten sonra, karakoldan ve adliyeden destek almak yerine, daha büyük bir çözümsüzlüğe dönüşmeden önce Aile Sağlığı Merkezlerinde psikolojik destekle aşılmaya çalışılabilir.

Aile kurumu çöktükçe toplumsal yaralarımız daha da derinleşecektir. Aile içinde kadının ve erkeğin rolleri değiştikçe, toplumumuzda zamanla eşcinsel sayısı da artacaktır. Eşcinsellik bireyin değil bireyin yetiştiği ailenin hastalığının dışavurumudur. Eşcinsellik bir aile hastalığıdır. Batı'da eşcinsel lobilerinin güçlü ve planlı çalışmaları sonucunda eşcinsel evlilik yasalarının çıkması ve eşcinsel birlikteliklerin artması, Batı'da ailenin çöktüğünün bir göstergesidir. Batı'da çoktan çöken aile, Doğu'da da artan bir hızla çökmektedir.

Eşcinsel lobileri için en büyük tehdit, eski bir eşcinselin iyileşme süreçlerine dair tanıklığıdır.   Eşcinsel terapiler sonucunda eşcinsel duygu ve düşüncelerinden kurtulmuş danışanlar toplumumuzu ve ailelerimizi uyarmak adına diyorlar ki:

https://www.habervakti.com/escinsellik-aile-hastaligidir-makale,2038.html

Eşcinselliğin Sebepleri Nelerdir?

https://www.youtube.com/watch?v=a0kf8vbYukY&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw

Psikolog www.huseyinkacin.com
« Son Düzenleme: 08 Eylül 2022, 08:48:34 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Zahit’ in babaannesini korumak için pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırarak yaptığı halka sesleniş konuşması buna çok ironik bir örnek… Pencere konuşması yaptım. “Ey mahalleli, siz bu evin insanlarını yıllardır görüyorsunuz, kocası sakallı, karısı gözüne kadar peçeli ama anasını dövüyor şu an. İnsan değil bunlar. Gönderdikleri Kuran kursunda bana iki sene tecavüz ettiler ama sineye çekti bunlar… İkisi de namussuz bunların, örtülerine değil kişiliklerine bakın.”

https://artigercek.com/forum/rizasi-yok-261605h