Dördüncü seanstaki bu kırılmadan sonra beşinci seans daha iyi geçti, bu sefer psikologla bir umut taciri gibi değil, gerçek bir insan gibi iletişim kurabildim, hatta seans süresini aşıp sohbet ettik. Bakıyorum da, bir ay önceki ben çok sığ görüşlü ve sahteymiş, gerçeği her ne kadar boş ve anlamsız olsa da sahtesinden daha iyi. Ve şimdi düşünüyorum ya bu şekilde hayatıma devam etseymişim? Sevgilimle bir aile felan kursaydık, er ya da geç bütün bunların farkına bir gün varırdım, farkına vardığım zaman da bunu adı “Artık senden sıkıldım, sana karşı birşey hissetmiyorum” olacaktı. Tabi o noktaya kadar ben kör bir şekilde yaşayacaktım. Bir nevi kör olup, tüm insanların da kör olduğunu sanmak, hatta kör olduğunu bilmemek, körlük kavramından bihaber yaşamak gibi.
Terapilere başlayalı neredeyse iki ay olmuş. Herşeyin bittiğini düşündüğüm yerden kalkıp bir şeyler
yapmaya başlayalı...
6. seans diğer seanslara göre daha rahattı. Daha çok şeyi, daha tafsilatlı bir şekilde konuşabildik. En
azından tecavüz meselesi detaylarıyla konuşuldu. Bence bu önemliydi, çünkü bu olay bayağı ilerlemiş,
standart tecavüzün sınırlarını da geçmişti. Bahsetmemeye kararlı olduğum bazı konuları bile
konuştuk. Gariptir, terapi günleri haftanın en açık sözlü günü benim için.
Yavaş yavaş içimde bazı şeylerin değiştiğini hissediyorum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını.
Olamayacağını. İçimde bastırdığım biseksüelliğin yavaş yavaş uyanması da cabası zaten.
Değişmemeye kararlıydım, ama eski ben hayata veda ediyor sanırım. Yeni bir şeyler, tuhaf birşey
değişmek, tuhaf bir his.
Seansın ertesi günüydü sanırım. Eski erkek arkadaşımı aradım. Güya ona tedaviye ne zaman
başlayacağını soracaktım. Tabii 45 dk. Konuştuk. Renk vermemeye kararlıydım. O konuşurken, belli
etmeden ağladım, sessiz sessiz...
Bayağı işler açmış başına, magandalardan dayak felan yemiş, intihara kalkışmış felan... Bir ara
“Senden ayrılmamın asıl nedeni korkum du” dedi. “Biliyorum. Zayıf olduğunu biliyorum.” dedim, evet,
biliyordum. Tedavi olmayı da istiyordu, ama sırf tedavi için ayrılmadı. En çok dokunan yanı da o zaten.
Ben onun için mücadele edip birşeyler yaparken, onun korkup kabuğuna çekilmesi. Bizi bu noktaya
onun korkuları getirdi, zaman getirdi, insanlar getirdi, toplum getirdi. Suçlayacak o kadar çok şeyim
var ki. Neyse... Kimi ne kadar suçlarsan suçla, en fazla içini rahatlatabilirsin kısa bir süreliğine, sorunlar
orada ama.
Bu seansta ki ödevim bana tecavüz eden herifi bulup karşısına dikilmekti.. Adını sanını, yerini
biliyorum. Hatta bir-iki defa karşılaştığım bile oldu.. Karşısına dikilip: “N’aber sürtük? Kalçalarım
tanıdık geliyor mu?” gibisinden bir nevi hesap soracak, “Hayatımı sen mahvettin, beni kirlettin, sen
aşağılıksın” edebiyatı yapacak, bağıracak, yakasını felan çekiştirecektim. Herife karşı içimde bir şey
hissetmiyorum ki. Aynı işe devam etmediğini de biliyorum. Bana ne yani? Neyse, yine de ödevdi,
yapmak zorundaydım. Tabi adamı aradığım yerde bulamadım, aradım, sordum. Arkadaş yurtdışına
çıkmış, evet, ödevden felan kaytarmıyorum, adam gerçekten yurtdışına çıkmış, taa fi tarihinde
dönecek de ben ondan hesap soracamda, ölme eşeğim ölme.
Neyse, bu hesap sorma işi artık eğlenceli geliyor. Sabah kalkınca ilk kimin yakasına yapışsam acaba?
Hafta sonunda evde ufak çapta sorunlar çıktı tabii. En bıktığım muhabbet: ”Psikoloğa gerek yok, çok
istersen kendin de iyileşebilirsin”. Bir odaya kapanıp iki-üç yıl boyunca dua edip, ibadet ederek, ve hiç
kimse ile görüşmeden, hatta odanın dışına bile çıkmadan iyileşmek mümkünmüş. Oldu, daha neler?
Teorik olarak harika ve mucizevi gözüküyor. “İşte o, yıllar boyu ibadet etti, yüzündeki nur parıltısına
bakınız, o artık tertemiz.” Falan. Daha neler be? Çok mucizevi beklentiler içerisinde olan canım
ebeveynlerim benim, hayal gücünüzü *******.
Aktif olma işi de hoşuma gitmeye başladı artık. Daha sinirli, daha geveze birisine dönüştüm. Az daha
fazla maskülen, biraz daha az feminen. Bazen gaza gelip futbol maçları felan izleyesim geliyor, böyle
sokağa çıkıp magandalık yapasım. Bilmiyorum, iki haftadır içimde sadistik hisler beliriyor, dışarıda
gördüğüm salak kızları saçlarından tutup yerlerde sürükleyesim, sevgililerini de tekme tokat dövesim
geliyor. N’oluyo bana, eskiden çok uysal ve barışçıldım halbuki...
Kaygılarımı da bırakmam gerekiyormuş. “Negatifi evrene gönder, pozitifi sana kalsın” muhabbeti.
Böyle sorunlarını evrene falan göndereceksin. Kaygı duymayacaksın, endişe yok, sorun yok. Bir açıdan
doğru, duyduğun her kaygı ayağına bir pranga, hele de tedaviden ve iyileşme sürecinden duyduğun
her kaygı, ya da iyileştikten sonra ki günler için duyduğun her kaygı bir pranga. Ama şu evrene
gönderme muhabettine hala alışamadım. Ya evren çok dolu benim gönderdiklerime yer kalmamış, ya
da ben de bir sorun var, gönderiyorum gönderiyorum gitmiyo çünkü.
Duygusallığın üzerini çizebiliriz. Pasiflikten aktifliğe geçiş de oldu olacak bu gidişle. Sıra da sosyalleşme
ve toplum arasında kabul görme var ki, benim gibi insanlardan kaçan birisi için biraz zor. Artı bu ahval
ve şeriat’ın içinde nasıl olacak, hiç bir fikrim yok. Toplumda kabul görememe ya da sosyal doyuma
erişememe’nin en bariz yan etkilerinden biri, pasifliğin kısır bir döngü içerisinde giderek artması, ve
daha fazla duygusallık, cam bir fanüs içinde yaşamak gibi. Dışarıda ki dünyayı görüyor, duyuyorsunuz,
oranın sesi boğuk da olsa bu tarafa geliyor, dışarıda ki insanlar sizinle iletişim kurabiliyor, ama siz bir
türlü o cam fanüs’ten çıkıp dışarıda ki hayata dahil olmuyorsunuz ki bu da o saydam fanüsün zamanla
opak bir fanüse dönüşmesine neden oluyor, yani giderek artan sosyal yetersizlik zamanla sizi antisosyal
birine dönüştürüyor ki, bu da pasifliği daha da tetikliyor. Aktif olacaksanız başka çare yok,
içinizde olsun ya da olmasın, sahiplenme, ait olmaktansa ait edinme, koruyuculuk ve şefkat gibi daha
maskülen davranış kalıplarını benimsemeniz ve kullanmanız lazım, uçarı kaçarı yok bunun. “Hani bana
sarılacak olan kaslı erkek nerede?” diyebilirsiniz. Yapacak bişiy yok. Ya kaslı erkeklere sarılıp başınızı
göğüslerine yaslamak gibi komik fantezileri bir kenara atıp o kaslı erkek siz olacaksınız, ya da bir
köşede usulca olmayacak şeyleri hayal etmeye devam edeceksiniz. Ben bu süreci geride bıraktım
artık. O kaslı erkekler beyaz atlara binip gitmişler zaten. İstediğiniz kadar fantezi kurun, şu LGBT
dünyasında kimse gelip de size anasının hatırına sarılmaz. Ya arkadan dayar sonra sarılır, ya da önce
sarılır sonra arkadan dayar. Bu arada bu sürece girenlere bodybuilding gibi maskülen bir sporla
uğraşmalarını tavsiye ederim. Çok faydasını göreceksiniz
En azından aynanın karşısına geçince bile
şöyle bi göğüsünüz kabarıyo, içiniz özgüvenle doluyor. Spor yapmak içinize sonsuz bir dopamin
dolduruyor.
İşte böyle, sıra da yedinci seans var. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?...
Vesselam.
Bu hafta daha negatifim diğerlerine göre. Neden bilmiyorum, içimde bir ses hep “Mutlulukların sebepsiz olsun” diyor. Öbür türlü sebepler var olduğu sürece mutlusun, ama bu küçük sebepsiz şizofrenik mutluluk öyle kolay kolay yok olmuyor, çiçeğe, böceğe, ottan boktan herşeye gülebilirsen, hayat güzel geliyor evet. Biraz da yıldız tilbe kafası işte...
Gelgelelim ne sebepsiz, ne de sebepli, mutluluk ya da diğer adıyla yaşama isteği, yitirdiğim şey...
Süreç daha yavaşlamış gibi geliyor bu hafta,7. seans, ama sorun değil. Başlarda mucizevi şeyler bekliyordum ben de. Böyle sihirli değnek dokunmuş gibi bir anda aktif olmak falan. Ama tabii ki reel dünyanın mucizeye tahammülü yok.
Sürecin yavaşlaması da işime geliyor , güzel bir ortam yakaladım, sosyalleşmek ve aynı kafayı yaşadığım insanlarla bir araya gelmek adına... En azından istismar diye birşey yok. Eşcinseller olarak aynı ortamı paylaşıyorsunuz ama kimse kimseye kullanılacak bir cinsel obje gözüyle bakmıyor. En çok da bu açıdan içim rahat.
Eski erkek arkadaşımla daha iyiyiz bu aralar... Kendisini gaddar olarak isimlendiriyor. Ağlıyor, üzlüyor, beni de üzüyor. Karadenizin fırtınalı bulutlarını üzerine çekiyor. Ama uçarı kaçarı yok kardeşim. Bi kez tedavi olucam dediysen geri dönüşü yok. Sözünde duracaksın. Bana verdiğin sözde durmadın, bari kendine verdiğin sözde dur. Hadi bana acımadın, kendine de mi acımıyorsun? Yok öyle yağma, tıpış tıpış gelecen, alnının akıyla tedavini olup çıkacan. Öyle her naneyi de kafana takmayacan.
Şu lanet duygusallık da bana geri döndü nedense. Yine sümüklü, sulugöz birine dönüştüm. “Sürtükler ağlamaz” yoo, biz de ağlarız işte. Bu çok lanet birşey. Hem nefret ediyorsun, hem de onsuz olmuyor. Bir erkeğin kucaklayıcılığı, ilgisi, gösterdiği sevecenlik ne bileyim, maskülenliği, işin cinselliğinde çok değilim zaten. Başımı göğsüne dayasam dediğim anlar o kadar çok oluyor ki... Sadece destek olsan, sıcaklığınla, nefesinle, yüreğinle içimi ısıtsan. Hastalıklı, lanet bir duygu işte bu. İkilem. Hem çok istediğin hem de nefret ettiğin bir ikilem.
Tecavüz olayında herkes bana mağdur olduğumu söylüyor. “Sen mağdursun, üzülme” hep aynı edebiyat. Hayır. Bir süre sonra ben de zevk almaya başladım. Hiçbirşey olmasa, ben de bir çekim gücü, bir potansiyel vardı ki, bu pedofilik hastalar beni heryerde buluyorlardı. Bu bile bence mağduriyetimi ortadan kaldırmaya yeter. Artı, sonrasında hayatımı bu işten kazanır hale gelmem, bu da mağduriyetimi yok eder. İsteseydim kurtulabilir, bir yolunu bulabilir, biryerlerden çıkabilirdim. İşler bu kadar çirkinleşmeden geride bırakabilirdim. Ben mağdur felan değilim kardeşim, basbayağı istekli, kadrolu orospuyum işte. Daha ne olsun ki?....
Yıprandığımı hissediyorum artık. Sıkıldım ve bıktım. Yarınlar bana sabah yataktan kalkmak için umut dolu bir sebep vermekten acizler. Kendini bile doğuramayan güneş, ufukta parlarken beni hiç umutlandıramıyor. Verilen sözler, söylenenler, hepsi inandırıcılıktan aciz ve gerçeklikten uzak, sanki herşey devasa bir ikna süreci gibi... Ne olduğumu bile anlayamaz iken ne olmam gerektiği söyleniyor bana.. Peki ya sonrası?...
Hayattan bıkmak gibi bir lüksüm yok sanki.. Sanki her acıyı sürte sürte çekmek zorundayım. Neyi neden idare ediyorum? Sözde aktif olan erkek arkadaşım gece gündüz ağlayıp benden yardım istiyor, serzenişte bulunuyor, ne yapayım? Kendimi tanımaktan bile acizken kalkıp sana destek mi olayım? Gözündeki yaşları mı sileyim? Beni kovan sensin. Sonra ağlayan da sensin. Pişmanlığının acısına kadar her boku bana çektirmeye çalışan yine sensin. Hep ben,ben,ben. Hayır, kendimi önemsediğimden değil. Sadece sürekli aynı lanet hisleri yaşamak, kasedi sürekli başa sarmaktan bıktım. Hep aynı muhabbetler. Beklentiler yüksek bile değil, sadece mutluluk, bağlılık, elde edilen şey ise yapış yapış tuzlu bir sıvı, ve seni kullanmaya devam eden bir insan. Neye inanırsan inan. Saadet hep yalan.
Heteroseksüellik çok mu iyi? Tamam dini açıdan artısı var. Ama kamyonu bu kadar dağıtmışken, şuradan sonra toparlasam ne olacak? Zararın neresinden dönersek kardır politikası işlemez ki burada.. Ne ne kadar değişebilir? Bu sevecenlik beklentisinden ne kadar kurtulabilirim? Kendimi kendi cinsiyetime ne kadar ait hissedebilirim? Taş çatlasa, ne kadar maskülenleşebilir, kimliğimi ne kadar toplayabilirim? Ben biliyorum, en fazla tedavi masrafını azaltmak adına çevremdekiler memnun olsun diye toparlamış gibi yapabilirim. Ötesi gelmez. Kafamda ben yokum bi kere. İçimde benliğim yok ki? Ben neyim, kimim, kendimle bile bütünleşik değilim. Daha içeride yokken neyi niye toparlayayım?...
Bir arkadaş, suçlama, hor görme ya da eleştirme babında söylemiyorum, yanlış anlamayın sakın. Standart fakülte zihniyetiyle bana paranoid kişiliksin diyor, araştır diyor. Eyvallah. İsterse şizofrenik desin. Sorun değil. Sadece şu; bu kadar boku yedikten sonra istersen paranoid ol istersen sağlıklı kişilik. Bir işe yaramaz ki... Kişiliğimi düzeltsem bile yaşanmışlık aynı, dünya aynı.. Değişmiyor.. Bütün bunları söyleyince kaset yine başa sarıyor: “Sen mağdursun”, hayır değilim, rızamla o kadar nane yedim ben. Mağdurluk değil düpedüz pislik bu....
Neyse. Birkaç ot içip kafayı bulmam lazım. Yoksa hepten kaydırıcam şaftı.
Umutsuz bir yığın da gevezelik ettim.. Sizin de aklınızı bulandırdım. Kusuruma bakmayınız ey okurlar , tüzel kişilik de biryere kadar idare ediyor beni.
Daha pozitif satırlarda görüşmek dileği ile.
Vesselam.