Gönderen Konu: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali  (Okunma sayısı 9504 defa)

alıntı

  • Global Moderator
  • Full Member
  • *****
  • İleti: 142
    • Profili Görüntüle
Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« : 08 Haziran 2009, 12:06:17 öö »
Asıl adı Ebû Hâmid Muhammed olan İmam-ı Gazali Hazretleri Horasan bölgesinde Tus şehrinin Gazale köyünde 1058 yılında dünyaya geldi. 1111 yılında ise dünyaya veda eyledi. İslâm dünyasında Hüccetü'l-İslâm (İslâmın ispatlayıcısı) olarak tanınan İmam-ı Gazâlî, Selçuklu döneminde yaşamış, İslama yönelen hücumlara, dine yapılan taarruzlara karşı müdafaalarda bulunmuş, dinin anlaşılması için tartışmaya açılmış olan meselelere çözümler getirmiş bir müceddiddir, dinin yenileyicisidir.
İmam-ı Gazalî'nin İslâm eğitim ve ahlâkı üzerinde getirmiş olduğu yenilik, İslâmın özünden uzaklaşma yoluna girmiş olan Müslümanları ahlâkî eğitime tabi tutmuştur. En mühim eseri olan İhyâu Ulûmi'd-Din, başta iman ve ibadet olmak üzere, ahlâk sahasında çok ciddî bir hizmet görmüş, dokuz asırdır tazeliğinden bir şey kaybetmemiştir.
İmâm-ı Gazalî'yi halka tanıtan hacımca küçük, fakat tesiri bakımından büyük olan eseri Eyyühe'l-Veled olarak bilinen ve dilimizde Ey Oğul şeklinde bilinen eseridir.
Gazali, üzerinde çalıştığımız "Ey oğul"un pîri ve üstadıdır. Bu alanda yapılmış olan çalışmanın ilki ve en mükemmelidir. Diğer çalışmalar büyük ölçüde bu kitabın üzerine bina edilmiştir.
Birçok dünya diline çevrilen, UNESCO tarafından da yayınlanan Ey Oğul, batıda ve doğuda okuma rekoru kıran bir eserdir. "Müslümanın yirmi dört saati" demek olan bu kitap, ayrıca bir öğüt ve nasihatler bütünüdür.

http://www.youtube.com/watch?v=2kK4z4txh6U
« Son Düzenleme: 14 Mart 2013, 12:30:45 ös Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #1 : 14 Mart 2013, 12:34:23 ös »
EY OĞUL
..:: 1 ::..

   Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
   Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a; iyi akıbet O'ndan sakınanlara; salât ve selâm O'nun Peygamberi Muhammed'e ve bütün âline olsun!

   BU KİTABIN YAZILMASININ SEBEBİ
   Ey okuyucu! Bilmiş ol ki Şeyh İmam Zey-nü'd-Din, Hüccetü'l-İslâm 1 Ebu Hâmid b. Mu-hammed el-Gazâlî'nin, (Allah rahmet eylesin) önde gelen talebelerinden birisi, yıllarca onun hizmetine devam etmiş, ilimleri en ince noktasına varıncaya kadar öğrenmiş, ruhî ve ahlâkî faziletlerini geliştirerek kendisini olgunlaştırmıştı. Günün birinde kendi kendine düşünürken aklına şöyle bir fikir geldi ve dedi ki:
   - Şimdiye kadar çeşitli ilimler okudum, gençliğim bunları öğrenmek ve toplamakla geçti. Şimdi bu bilgilerden hangilerinin yarın öldüğümde âhirette bana faydalı ve kabrimde yardımcı olacağım bilmem lâzım ki, lüzumsuz olanları terkedeyim. Nitekim Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle dua etmişti:
   "Allahım! Faydasız ilimlerden Sana sığını-rım."
   Bu düşünce, talebenin kafasını devamlı olarak meşgul etti. Sonunda bu düşüncesini Şeyh    Hüccetü'l-İslâm Muhammed el Gazâli'ye (Allah rahmet eylesin) yazarak fikir danışmaya, bazı sualler sorup tavsiye ve hayır dua istemeye şevketti. Ona şunlan yazıp sordu:
   "Doğrusu, şeyhimin İhyâu Ulûmi'd-Din 2 adlı kitabında ve yazdığı diğer eserlerinde, sorduğum suallere cevap veriliyorsa da ben, şeyhimin isteklerime, yazıp vereceği cevapları    -Allah'ın izniyle- yaşadığım müddetçe yanımda taşıyacağım ve o sahifelerde yazılı olanlarla amel etmeyi arzu etmekteyim".
   Talebesinin arzusu üzerine Şeyh, bu risaleyi kaleme alarak ona gönderdi (Vallahu âlem = doğrusunu Allah bilir).

   FAYDASIZ BİLGİNİN ZARARLARI
   Ey sevgili ve aziz oğlum!
   Allah seni her zaman itaat eden kullarından ve sevdiği dostlarının yolundan yürüyenlerden eylesin.
   Bilmiş ol ki, Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemden rivayet edilenler en güzel nasihattir. Eğer sen şimdiye kadar ondan bir şeyler öğrendiysen benim öğüdüme ihtiyacın yok. Şayet ondan bir şey elde edemediysen söyle bana:
   - Şu geçip giden bunca senede ne kazandın,ne öğrendin?
   Ey oğul!
   Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve sel-lemin ümmetine verdiği nasihatlardan birisi şu değerli sözüdür:
   "Allahü Teâlâ'nın kulundan yüz çevirdiğinin alâmeti, o kulun kendisine faydası olmayan, yararsız işierle uğraşmasıdır. Bir kişi yaratılışının sebebi olan zikir ve ibadetten başka bir işle ömrünün bir saatini geçirirse, "Ceza gününde" muhakkak ki, hüsrana uğramaya müstahaktır.    Kırk yaşını aşmış bir kimsenin hayrı şerrinden üstün değilse, o adam cehennem ateşine hazırlansın".
   Bu nasihatim, bilgili ve anlayışlı kimseye yeter.

   BİLDİĞİ İLE AMEL ETMEK
   Ey oğul!
   Nasihat etmek kolaydır. Mühim olan onu tutup gereğince amel etmektir. Bu ise çok zordur. Çünkü benlik ve nefis üstünlüğü olan kişilere nasihat acı gelir. Yasaklanan işler (menahî) ise onların kalblerine güzel ve cazip görünür.
   Bu sözlerimle, bilhassa suret ve şekil olarak ilim. isteyen kimseyi; şekle bağlı kalarak, vaktini nefsini tatmin ve dünya mevkilerini kazanmaya götüren yolları nazarî bir şekilde araştırmakla harcayan kişileri kastediyorum.
   Onlar, mücerret ve nazarî ilmin kendilerini kurtaracağını, bilgileriyle amel etmeye ihtiyaçları olmadıklarını zannederler ki, bu, filozofların inancıdır. (Subhanallah!). Allahü, Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Bu gururlu ve aldanmış kişi bilmez mi ki, bildiği ile amel etmeyince bu bilgiler, aleyhlerinde delil olacaktır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerifinde:
   "Kıyamet günü en şiddetli azaba çarpılacaklar Allah'ın, bilgilerinden kendilerini faydalandırmadığı âlimlerdir", buyurmuştur.
   Rivayet olunur ki, Cüneyd 3 (Allah rahmet eylesin) vefatından sonra rüyada görüldü ve ona şöyle soruldu:
   - Ey Ebü'l-Kasım, halin nasıldır, ne haber? Cüneyd bu soruya şöyle cevap verdi:
   - Dünyada sarf edilen o büyük büyük yaldızlı sözler fayda etmedi, kaybolup gitti. Faydasını gördüğüm, gece yarısı kıldığım birkaç re-kâtçık namazdır.
   
   Ey oğul!
   Amel bakımından iflas etmiş olma, hâl ilminden de geri kalma. Bil ki, sadece nazarî ilim sana yardım elini uzatmaz. Sana bir misal vereyim:
   Yanında on hind kılıcı ve diğer bazı silâhlar bulunan savaşçı, yiğit bir adama kırda bir arslan saldırsa, sanır mısın ki, elindeki bu silâhlan kullanmadan o yiğit adam kendini kurtarabilir? Pekâlâ bilirsin ki, adamın kurtuluşu, hareket ve silâhlan kullanmakla mümkündür, îşte bunun gibi bir kimse ilimden yüz bin mesele okumuş ve öğrenmiş olsa fakat öğrendikleri ile amel etmese ona bir faydası olmaz. O ancak bildikleri ile amel ederse bir fayda sağlayabilir. Onu ancak ameli kurtarabilir. Bunun diğer bir benzeri de şudur:
   Hastalığa yakalanan bir adamın ateşi yükselse ve sanlığa tutulsa, ilâcı da sekencebin ve keşkâp 4 olsa, hastanın iyileşebilmesi ancak bu ilâçları kullanmakla mümkün olacaktır.

   BEYT
      "İki bin rıtl 5, şarap tartsan da
      İçmedikçe sarhoş olmazsın!" 6.

   Aslı:
   Ger meyi dü hezar rıtl hemi peymayi
   Ta mey ne hori ne başedet şeydayi

   İşte bunun gibi yüz sene ders okusan, bin tane kitap yazsan amel etmedikçe Allahü    Teâlâ'nın rahmetine hak kazanamazsın. Çünkü Allahü Te-âlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
   "İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur". (Sûre: 53, âyet: 39)
   "Her kim Rabbine kavuşmak isterse yararlı işler işlesin..." (Sûre: 18, âyet: 110)
   "İman ederek yararlı işler (amâl-i saliha) is-leyenlerin konaklan cennet bahçeleri olacaktır.    Onlar orada ebedî kalırlar. Oradan çıkmak ve ayrılmak istemezler". (Sûre: 18, âyet: 107-108).
   "...yaptıklarının cezası (karşılığı) olarak..." (Sûre: 9, âyet: 95).
   "...Onlardan sonra öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular.    Bunlar da azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir. Ancak tevbe edip imana gelen ve yararlı işler işleyenler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar". (Sûre: 19, âyet: 59-60).
   Ya şu hadis-i şerife ne dersin?
   "İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah'tan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed'-in (s.a.v.) Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek; Ramazan orucunu tutmak, (mümkün olursa) hacca gitmek".

   İMAN ve AMEL
   İman: Dil ile ikrar, kalb ile tasdik ve erkâniyle amel etmektir. Amelin lüzumunu bildiren deliller sayılamayacak kadar çoktur. Her ne kadar kul, cennete Allahü Teâlâ'nın fazl ü keremi ile girecekse de, daha önce ona taat ve ibadetle hazırlanması lâzımdır. Nitekim Allahü Teâlâ:
   "Muhakkak ki Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara yakındır". (Sûre: 7, âyet: 56) buyurmuştur.    "İnsan yalnız iman etmekle de cennete girebilir" denilse, buna cevap olarak "evet" deriz.    Acaba ne zaman oraya erişir, o hedefe varmak için ne gibi engelleri aşması gerekmektedir?
Bu engellerin en başta geleni ve en mühim olanı iman geçididir. Acaba amelden soyulmuş olan, o çıplak iman, cennete kadar dayanabilir mi? Cennete vardığını kabul edelim, oranın müflis ve mahrum bir sakini olmaz mı? Hasan Bas-ri 7 hazretleri diyor ki: "Kıyamet gününde Allahü Teâlâ kullarına."
   - "Ey kullarını! Rahmetimle cennete girin ve cennetimin mertebelerini amelleriniz nisbe-tinde taksim edin" diyecektir. Ey oğul!
   Yararlı işler (amâl-i saliha) işlemedikçe mükâfatını alamazsın. Hikâye edilir ki:
   Beni İsrail'den bir kimse Allahü Teâlâ'ya yetmiş sene ibadet etti. Allahü Teâlâ onun bu kadar ibadet etmesine rağmen cennete girmeye lâyık olmadığını bildirmek üzere bir melek gönderdi. Melek o kula giderek bu kadar ibadet etmesine rağmen cennete girmeye layık olamadığını kendisine haber verdi. Bunun üzerine âbid:
   - Biz ibadet etmek üzere yaratıldık. Bizim muhakkak ibadet etmemiz lâzım. (O dilerse, cennete, dilerse cehenneme kor...) dedi.
   Bu cevabı alan melek Rabbinin huzuruna dönünce:
   - İlahî, Sen onun verdiği cevabı benden iyi bilirsin, dedi.
   Bunun üzerine Allahü Teâlâ:
   - O kulum madem ki, ibadetten vazgeçmedi, Biz de keremimizle ondan vazgeçmeyiz. Ey meleklerim, şahit olun, Ben de onu muhakkak affettim, buyurdu.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #2 : 14 Mart 2013, 12:34:58 ös »
NEFİS MUHASEBESİ
   Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Kıyamet gününde) hesaba çekilmeden (dünyada), kendi muhasebenizi yapın, (amelleriniz orada) tartılmadan önce siz onları tartın".
Hazreti Ali radıyallahu anh, "Çalışmadan (cennete) gireceğini sanan kimse boş ümide kapılmıştır. Yalnız kendi gayret ve çalışmasiyle cennete gireceğini zanneden de kendine çok güvenen kimsedir", buyuruyor.
   Hasan Basri hazretleri, "Amelsiz cennete girmeyi istemek, günahlardan bir günahtır" buyurdu. Yine Hasan Basri buyuruyor:
   "Hakikate ermenin alâmeti, karşılığını beklemeden yararlı işler yapmaya devam etmektir".
   Resûlullah (s.a.v.), "Akıllı insan, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Ahmak da, nefsine uyup Allahü Teâlâ'ya karşı boş yere ümit bağlayandır" diye buyurmuştur.
   Ey oğul!
   Öğrenmek için kitapları tekrar tekrar okuyup mütalâa ederek birçok geceler uykusuz kaldın; uykuyu kendine zehir ettin. Buna sebep olanın ne olduğunu bilmiyorum. Şayet gayen dünyalık elde etmek, onun nimetlerini toplamak, mevki ve rütbelerini kazanmak ile arkadaşların arasında üstünlük ve benlik taslamaksa, vay haline!.. Yazıklar olsun sana!.. Yok, böyle değil de, maksadın Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şeriatini ihya etmek, ahlâkını güzelleştirmek, fenalığı emreden nefsine hâkim olmak idiyse, ne mutlu sana, müjdeler olsun sana!..
   Şu şiiri söyleyen ne güzel söylemiş:

   BEYT
   Yazık senden başka birini görmek için uykusuz kalan gözlere,
   Yazık senden başkası için dökülen o gözyaşlarına.

   Ey oğul!
   İstediğin kadar yaşa, nasıl olsa bir gün öleceksin; dilediğini sev, nasıl olsa bir gün ayrılacaksın; istediğini yap, nasıl olsa bir gün hesabını vereceksin.

   Ey oğul!
   Sarf, nahv, aruz, şiir, kelâm, astronomi, belagat, mantık, tıb gibi ilimleri okumakla Allahü Teâlâ'nın sana ibadet edesin diye vermiş olduğu ömrü boşa harcamış olmaktan başka eline ne geçti? 8.
   Hazreti İsa aleyhisselâmın İncil'inde şöyle bir ibareye rastladım:
   Bir ölünün tabuta konulduğu saatten, kabrin kenarına getirildiği âna kadar, Allahü Teâlâ azametiyle o ölüden kırk sual sorar:
   Bu sorulardan biri de şudur:
   "Ey kulum! Halkın gözüne güzel görünmek için senelerce yüzünü yıkayıp temizledin. Benim baktığım kalbini bir kerecik olsun temizleyip hoş görünmedin". Halbuki Allahü Teâlâ her gün senin kalbine bakar ve der ki:
   - Benim nimetlerimle bolluk içinde yaşarken, başkaları için çalışıyorsun. Şunu iyi bil ki, sen, bu hitabı işitmezsin, çünkü sağırsın.
   
   Ey oğul!
   İlimsiz amel olmayacağı gibi, amelsiz ilim de bir deliliktir. Bilmiş ol ki, bugün seni günahlardan uzaklaştırmayan, ibadete yaklaştırmayan ilim, yarın da cehennem ateşinden uzaklaştırmayacaktır. Bugün hazır fırsat elindeyken ilminle amel etmez, geçmiş günleri de telafiye çalışmazsan yarın kıyamet gününde:
   "Ey Rabbimiz, bizi dünyaya geri gönder de iyi amel işleyelim", (Sûre: 32, âyet: 12) diyenlerden olursun. O zaman da sana cevap olarak denir ki:
   - Ey ahmak! Sen oradan geliyorsun!

   Ey oğul!
   Maksadın, ruhunu olgunlaştırmaya, nefsine hâkim olmaya, bedenini de ölüme hazırlamaya gayret etmek olmalıdır. Çünkü son durağın kabir olacaktır. Kabirdekiler, "Ne zaman geleceksin?" diye beklemektedirler. Sakın oraya azıksız gideyim deme! Hazreti Ebu Bekri's-Sıddık (Allah ondan razı olsun):
   - Bu bedenler ya bir kuş kafesidir, yahut bir hayvan ahırıdır, diyor.
   Kendi kendine biraz olsun düşün. Acaba sen bunların hangisindensin?
   Şayet yükseklerden uçan bir kuş isen, "Ey nefis! Rabbine dön" ilahî hitabı duyunca, cennetin burçlarının yüceliklerine erişinceye kadar kanat çırpıp uçacaksın. Hazreti Resûl'ün (s.a.v.);
   "Sa'd bin Muaz'ın 9 ölümünden Arşü'r-Rahman sarsıldı" buyurduğu gibi.
   Allah korusun, bunun aksine şayet hayvanlar zümresinden isen Allahü Teâlâ'nın, "Onlar hayvanlar gibidir. Belki sapıklıkta onlardan daha aşağıdırlar". (Sûre: 7, âyet: 179) buyurduğu gibi dünyadan ayrılınca, doğru cehennemin kızgın ateşini boylamayacağını temin edebilir misin?
   Rivayet edilir ki, Hasan Basri hazretlerine bir bardak soğuk su verilmişti. Bardağı eline alır almaz bayıldı, bardak da yere düşüp kırıldı. Bir yudum su içmek nasip olmadı. Ay ilip kendine gelince şöyle sordular:
   - Ey Ebu Said, ne oldu sana?
   Ebu Said:
   - Cehennem halkının cennet ehline, "Ey cennettekiler! Allah'ın size verdiği sudan ve rı-zıklardan bize de akıtın" diye ümid edip isteyeceklerini hatırladım da bundan ötürü bayıldım, diye cevap verdi.
   Amelsiz ilim sana yetse, iyi işler yapmak gerekmeseydi, Allahü Teâlâ'nın, "Benden bir şey isteyen var nü, af dileyen var mı, tevbe eden var mı, istiğfar eden var mı?" çağrısı boşa gider ve lüzumsuz olurdu.

    ____________
   1 Zeynü'd-Din, dinin ziyneti; Hüccetü'l-îslâm, İslâm'ın delili. Bunlar İmam Gazâli'nin lakâblarıdır.
    2 İhyâ-u Ulûmi'd-Din, 4 cilt halinde Bedir Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
    3 Cüneyd (Ebû'l-Kasım): Iraklı tanınmış mutasavvıf (ÖL: 910 M.).
    4 Sekencebin ve keşkâp: Ortaçağ tıbbının ilaçlarından.
    5 Rıtl: O devre ait sıvı ölçeği.
    6 Muhammed Emin el-Kürdî'nin Farsça beytinin tercümesidir.
    7 Hasan Basri: Hicretin ilk yarısında yaşamış büyük kelâm âlimi ve mutasavvıf.
    8 îmam Gazali burada, ömürlerini sadece dünya ilimlerini öğrenmek için harcayan ve Allah'ı unutan kimseleri kastediyor.
    9 Sa'd b. Muaz: Peygamber efendimizin sahabelerinin ileri gelenlerindendir. Hendek muharebesinde aldığı yaralardan öldü.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #3 : 14 Mart 2013, 12:35:34 ös »
EY OĞUL
..:: 2 ::..

   Rivayet edilir ki, sahabe-i kiramdan bir cemaat (Allah onlardan razı olsun), Resûlullah (s.a.v.)'m yanında Abdullah b. Ömer'i 10(r.a.) andılar.
   Hazreti Peygamber (s.a.v.):
   - O ne iyi adamdır, keşke bir de geceleri namaz kılsaydı, buyurmuştur.
   Peygamber efendimiz ashabından birine:
   - Ey filan! Geceleri çok uyuma, zira çok uyku sahibini kıyamet gününde fakir düşürür, buyurmuştur.

    Ey oğul!
   "Gecenin bir kısmında uyanıp, (Kur'ân-ı Kerim okuyarak) namaz kıl". (İsra Sûresi: 79) âyet-i kerimesi bir emirdir.
   "Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederlerdi". (Zariyat Sûresi: 18) âyet-i kerimesi bir şükürdür.
   "Seherlerde Allah'dan mağfiret dileyenler..." (Âl-i İmran Sûresi: 17) âyet-i kerimesi de bir zikirdir.
   Hazreti Peygamber (s.a.v.), "Allahü Teâlâ üç sesi sever: Tan ağarırken öten horozun sesini, Kur'ân okuyanın sesini, seher vakti istiğfar edenin sesini" buyurdu.
   Süfyan-ı Sevri 11 (Allah ona rahmet etsin) dedi ki:
   - Allahü Teâlâ seher vakti esen, zikir ve istiğfarları kendisine getiren bir rüzgâr yaratmıştır.
   Yine dedi ki:
   - Bir münadi, gecenin ilk saatlerinde Arş'ın altından şöyle seslenir: "Ey ibadet edecekler, kalkın!". Bu sesi işitenler kalkarlar. Allah'ın takdiri ve lütfettiği kadar namaz kılarlar. Sonra gece yarısında bir münadi yine seslenir: "Ey çok uzun namaz kılıp dua edenler, uyanınız!".    Bunlar da uyanıp kalkar ve seher vaktine kadar namaz kılar, dua ederler. Seher vakti gelince yine bir münadi seslenir: "Ey istiğfar edenler, kalkınız!". Bu ses üzerine onlar da kalkar, Allahü Teâlâ'dan, tevbe istiğfar ederek mağfiretlerini isterler. Tanyeri ağarıp, güneş doğduktan sonra yine bir münadi şöyle seslenir: "Ey gafiller, kalkınız!". Gafiller de, mezarlarından dirilip kalkan ölüler gibi yataklarından doğrulurlar.

    Ey oğul!
   Lokman Hekim'in 12 de oğluna şöyle öğüt verdiği rivayet ediliyor:
   "Oğlum,
   Seher vakti sen uykuda iken horoz uyanıp öterek senden daha ferasetli olmasın".
   Şair ne güzel söylemiş:

   Gecenin ortasında bir dalda, bir güvercin ahedip inledi,
   Halbuki ben uyuyordum. And olsun Beytullah'a ki, ben aşkımda samimi değilim, yalan söylüyorum. Zira gerçekten âşık olsaydım güvercinler ağlamakta beni geçemezdi. Kendimi Rabbime âşık zannediyorum. Halbuki ben ağlamıyorum da, hayvanlar ağlıyor!

   İBADET ve TAAT NEDİR?
   Ey oğul!
   İlmin esası, ibadet ve taatin ne demek olduğunu bilmektir.
Şunu bilmelisin ki, taat ve ibadet, söz ve işlerinde Allah'ın ve Peygamberinin koyduğu emir ve yasaklara uymaktır. Yani söyleyeceğin, söylemeyeceğin, yapacağın veya yapmayacağın her şeyde şeriata uymak demektir. Mesela, Kurban Bayramı ve onu takip eden teşrik 13 günlerinde oruç tutacak olursan isyan etmiş, günaha girmiş olursun. Yahut da zorla alınan elbise ile namaz kılarsan, namazın ibadet olduğu halde, yine günahkâr olursun.
   Söz ve fiilinin şeriata uygun olması gerekir. Zira, şeriata uymayan ilim ve amel sapıklıktır. Sofuların neşeyle ileri geri söyledikleri sapık sözlere ve yaptıkları taşkınlıklara aldanmamalıdır. Zira sofuluk yoluna girmek, boş söz ile, kuru gürültü ile değil, mücahede ile, riyazet kılıcı ile, heva ve hevesini söndürmek, nefsi öldürmekle mümkün olur. Yoksa sofuluğun verdiği neşeyle, yapılan taşkınca hareket ve sözlerle değil!
   Bilmiş ol ki, başıboş bırakılan dil, gaflet ve şehvetle dolu kalp, azgınlık işaretidir. Esaslı bir mücahede ile nefsini yenemezsen kalbin asla marifet nuriyle aydınlanamaz.
Bilmiş ol ki, bana sorduğun soruların bazılarının cevaplarını yazı ve söz ile vermek doğru olmaz. O mertebeye yükselince onların mahiyetinin ne olduğunu anlayacaksın. Şayet o mertebeye yükselemezsen bunları bilmek senin için imkân haricinde kalacaktır. Çünkü bunlar zevk ve duygu işidir. Zevk ve duyguya hitap eden hiçbir şeyin ise sözle izahı mümkün değildir. Meselâ, acının acılığı, tatlının tadı ancak tatmakla anlaşılır.
   Hikâye olunur ki, cinsî münasebet bakımından iktidarsız olan bir erkek, dostlarından birine
yazdığı bir mektupta cinsî münasebette bulunmanın nasıl bir zevk olduğunu sorar. Dostu yazdığı mektupta şöyle cevap verir:
   - Ey dostum! Cinsî münasebetin hazzı tadınca anlaşılır, yazı ve sözle anlatılmaz. Senin iktidarsız olduğunu biliyordum ama şimdi anladım ki, aynı zamanda sen bir ahmakmışsın.
Bana sorduğun meselelerden bir kısmı bu kabildendir. Cevap verilebileceklerin bazılarının cevaplarını İhyau Ulûmi'd-Din ve benzeri kitaplarımda bulabilirsin. Onlara müracaat edip öğrenebilirsin. Burada sorduklarının sadece bir kısmına işaret edip kısaca cevap vereceğim:
   Derim ki: Doğru yola, hak yoluna girmek isteyene dört şey vaciptir:
   1 - İçinde bid'at olmayan doğru ve sağlam bir inanç,
   2 - Bir daha kusur işlememek ve günaha girmemek hususunda nasuh tevbesi etmek.
   3 - Hak sahiplerinin (hasımlarının) senin üzerindeki haklarını, onlar hoşnut oluncaya ve üzerinde hakları kalmaymcaya kadar ödemek.
   4 - Allah'ın emir ve yasaklarını bilecek kadar din bilgisini, dünyada kendini kurtaracak kadar da diğer ilimleri okuyup öğrenmek.
   
    ŞİBLÎ'NİN KANAATİ
   Hikâye edilir ki, Şiblî (rahimehullah) 14 dörtyüz bilgine hizmet edip onlardan ders aldı. En sonunda şöyle dedi:
   - Dörtbin hadîs-i şerif okudum ve öğrendim. Sonra bunların arasından birini seçtim ve onunla amel ettim. Sonra kurtuluşum için bu hadîsin bana kâfi geleceğini anladım. Eski ve yeni bütün ilimler bu hadîste toplandığı için ben de bunda karar kıldım. Şöyle ki:
   "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ashabından bazılarına: Dünya için orada kalacağın müddet (nisbetinde) çalış, ahiret için orada kalacağın müddet (nisbetinde) çalış ve cehennem ateşi için de ona dayanabileceğin (sabredebileceğin) kadar günah işle." buyurdu.

    Ey oğul!
   Eğer sen de bu hadîs-i şerifi biliyorsan fazla ihtiyacın kalmaz. Aşağıda anlatacağını şu hikâye üzerinde de düşün:
   

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #4 : 14 Mart 2013, 12:36:15 ös »
HÂTEM'İN HOCASINDAN ÖĞRENDİKLERİ
   Hâtem-i Esam 15, Şakik-i Belhi'nin 16 (Allah ikisine de rahmet eylesin) öğrencisiydi.    Şakik, bir gün Hâtem'e şöyle sordu:
   - Otuz senedir benimle beraber kalıyorsun.. Bu zaman içinde benden ne öğrendin? Hâtem'in cevabı şöyle oldu:
   - İlimden sekiz şey öğrendim ki, bunlar bana ömrüm boyunca kâfidir. Çünkü kurtuluşumu, bu sekiz şeyde görüyorum.
   Şakik:
   - Bu sekiz şey nedir? Ha tem:
   Birincisi: Herkesin âşık olduğu bir sevgilisi,, gönül verdiği maşuku var. Bu sevgililerden bazıları ölüm döşeğine kadar arkadaşlık ediyor,, bazıları da kabrin başına kadar gidiyordu. Sonunda orada onu yalnız bırakıp dönüyorlardı.. Hiç kimse onunla beraber ölmüyor, mezara girmiyordu. Kendi kendime düşünüp dedim ki:
   - Kişinin en hakiki dostu, kendisi mezara girdiğinde onunla mezara girip arkadaşlık edendir. Böyle bir dost ise, ancak iyi ameldir. Ben de kendime iyi amelleri dost ve sevgili buldum ki, bana kabirde arkadaş olsun da yalnız kalmayayım.
   İkincisi: insanların arzularını tatmin için nefislerinin isteklerini yerine getirme peşinde koştuklarını gördüm. Bu da beni Allahü Teâlâ'nın, "Rabbinin huzurunda suçlu durmaktan korkarak nefsini süfli heveslerden nehyeden için de, şüphe yok ki, (varılacak) yurt cennettir", (Sûre: 79, âyet: 40-41) kelâmını düşünmeye şevketti.
   Kur'ân-ı Kerim'in doğruluğuna inandığını için, nefsimin isteklerinin aksine onlan zapt u rapta alıp dizginlemeye çalıştım. Tâ ki, Allahü Teâlâ'ya muti olsun, onun taatini ihtiyar etsin.
Üçüncüsü: İnsanların dünya malının ardından koşup onlan toplayarak sıkı sıkıya sarılıp muhafaza etmeye çalıştıklarım gördüm. Bu vaziyet karşısında Allahü Teâlâ'nın, "Sizde ne varsa tükenir, Allah'ın (rahmeti ve nimetleri) ise bakidir" (Sûre: 16, âyet: 96) âyet-i kerimesini düşündüm. Ben de, elde ettiklerimi Allah rızası için fakir-fukara arasında taksim ettim.
   Dördüncüsü: Bazı kişiler, ululuk ve yüceliğin, aşirette, kabilede, akraba çokluğunda olduğunu zannedip bunlarla övünmek isterler. Diğer bazı kişiler de şeref ve izzetin, mal ve evlat çokluğunda olduğunu zannedip bununla övünürler. Bazı kimseler de şeref ve izzeti, başkalarının mallarını mülklerini zorla almakta, zulüm etmek ve kan dökmekte bulurlar. Bir kısmı da şeref ve izzetin mal ve mülkü lüzumsuz yere bolca sarfederek israf etmekte olacağına inanırlar.
   Allahü Teâlâ'nın, "Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır (Allah'tan en ziyade korkanınızdır.)" (Sûre: 49, âyet: 13) âyet-i kerimesini düşündüm. Kur'ân-ı Kerim'in gerçekliğine sarsılmaz bir imanla inanarak, kendime cıvayı seçtim. Saydığım grupların zan ve iddiaların boş şeyler olduğunu anladım.
   Beşincisi: insanların birbirlerini çekiştirdiklerini, birbirleri hakkında dedikodu ve gıybet yaptıklarını gördüm. Bütün bunların sebeplerinin de mal, mevki ve ilimdeki çekememezlikten kaynaklandığını gördüm. Allahü Teâlâ'nın, "...Bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında dağıtan... Biziz..." (Sûre: 43, âyet: 32) âyet-i kerimesini düşündüm. Böylece rızkların ezelde Allahü Teâlâ tarafından dağıtıldığını anladım ve hiçbir kimseye haset etmedim. Allah'ın verdiğine kanaat ettim:
   Altıncısı: insanların bazı gaye ve sebeplerden dolayı birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm. Allahü Teâlâ'nın, "Şeytan sizin düşmanınızdır. Onu düşman tanıyın..." (Sûre: 35, âyet: 6) âyet-i kerimesini düşündüm. Böylece asıl düşmanımın şeytan olduğunu anladım. Şeytandan başkasına düşmanlığın caiz olmadığını öğrendim.
   Yedincisi: Gördüm ki, insanlar rızık ve geçimini temin hususunda şerefini alçaltarak, nefsini zelil edecek, şüphe ve harama düşürecek şekilde kazanmaya gayret ediyorlar. Allahü Teâlâ' nm, "Arz üzerinde yürür hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah'a ait olmasın" (Sûre: 11, âyet:    6) âyet-i kerimesini düşündüm ve anladım ki, rızkımı Allahü Teâlâ garanti etti ve ona kefil oldu ben de bu gibi taşkınlıklardan çekinerek ibadet-le meşgul oldum.
   Sekizincisi: Herkesin bir yaratılmışa güvendiğini; kiminin mala-mülke, altına, gümüşe; kiminin sanat veya zanaatine; kiminin de kendisi gibi bir insan olmak üzere bir yaratılmışa bel bağladığını gördüm. Ben de bu durum karşısında Allahü Teâlâ'nın, "Her kim Allah'a güvenirse, Allah da ona yeter. Hak Teâlâ, emrini muhakkak yerine getirir. Hak Teâlâ her şeye bir ölçü tayin etmiştir", (Sûre 65, âyet: 3) âyet-i kerimesini düşündüm ve Allah'a tevekkül ettim. O, bana yeter dedim ve O, ne güzel vekildir!..
   Hatim sözlerini bitirince Şakik ona şöyle dedi:
   - Ey Hatim! Allah seni emeline nail eylesin. Ben Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u ve Furkan'ı mütalâa ettim ve dördünün de bu sekiz mesele üzerinde ittifak ettiğini anladım. Kim bunlarla amel ederse, bu dört kitapla amel etmiş olur.

   Ey oğul!
   Bu iki kıssadan anlayacağın gibi, ilmini çok ilerletmeye ihtiyacın yok. Şimdi de sana hak yola girebilmen için lüzumlu malûmatı verip izah edeceğim:
   MÜRŞİD VE MÜRŞİDİN HUSUSİYETLERİ Bilmiş ol ki, Allah yolunun salikine, güzel terbiye ile kendisinden kötü huyları çıkarıp atmak ve iyi huyları yerleştirmek için terbiye edici bir mürşit lâzımdır. Terbiye, mahsûlünün iyi yetişmesi ve olgun olması için diktiği bitkilerin arasında bitmiş olan yabancı ve zararlı otlar ile dikenleri söküp atan çiftçinin işine benzer.
   Allah yolunun salikine de, muhakkak ki, onu Allah'ın yoluna götürecek terbiye edici ve olgun bir mürşit lâzımdır. Çünkü Allahü Teâlâ kullarına kendi rızasına giden yolu göstermek için peygamberler göndermiştir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu fani dünyadan âhiret âlemine göç etti. Yerine, vekil olmaya lâyık, Allahü Teâlâ'ya ulaştıracak halifeler bırakmıştır. Peygambere vekil olmanın şartı da âlim olmaktır. Ancak her âlim de Peygamber (s.a.v) 'e halef olmaya yetkili değildir. Ehliyeti olmayanın, ben mürşidim gibi bir iddiada bulunmaması için, Peygambere vekil olacak âlimde aranacak bazı vasıfları kısaca izah edeceğim: Derim ki: Mürşit, dünyadan ve dünyaya ait her şeyin sevgisinden yüz çevirmiş, Peygamber (s.a.v.)'e kadar yükselen silsileye sahip, ferasetli bir şahsa devam etmiş, az yiyerek, az konuşarak, çok namaz kılarak, sadaka vererek, oruç tutarak, uyku, söz ve yemeği azaltmak suretiyle nefsini güzel terbiye etmiş ve şeyhine uymakla sabır, namaz, şükür, tevekkül, yakın, kanaat, huzur-ı nefs, iyi huy, alçak gönüllülük, bilgi, doğruluk, sözünde durmak, ağırbaşlılık v.b. güzel huylan kendine ziynet yapan kimsedir.
   Şu halde mürşid, Besûlullah'ın (s.a.v.) nurla-rından bir nurdur. Böyle bir kişiye uyulur. Fakat böylesini zamanımızda bulmak pek zor olup nadirattandır. "Kibrit-i ahmer" 17 gibi pek az bulunur. Kimin, talihi yaver gidip de yukarıda tarif ettiğim gibi bir mürşid bulursa, mürşid de kendisini kabul ederse, bu insana iç ve dıştan saygı ve itaat göstermesi gerekir.
   Dıştan saygı, ona itaat etmek, onunla herhangi bir mesele hakkında tartışmamak ve sözlerine karşı aksi delil göstermemektir. Namaz vakitlerinden başka zamanlarda seccadesini önüne yaymamak, bu işi sadece namaz vakitlerinde yapmak, namaz kıldıktan sonra kaldırmak, onun önünde fazla nafile namaz kılmamak ve gücünün yettiği kadar onun emirlerini yerine getirmeye çalışmaktır.
   İçten saygıya gelince; mürşidden işitip de dış görünüşte kabul ettiği şeyleri ne sözüyle, ne işiyle ve ne de herhangi bir şekilde inkâr etmelidir. Şayet buna gücü yetmiyorsa, içi dışına uyun-caya kadar mürşidin sohbetini terk eder, kalbinin içinde insan ve cin şeytanlarının tesirini yok etmek için kötü ahlâklı kimselerle alakasını keser, böylelikle fesat ve fitne pisliğinden temizlenir. Her hâl ü kârda "fakr"ı seçer, zenginliği değil.

    ____________
   10 Abdullah b. Ömer: Hazreti Ömer'in oğlu. Ashabın ulularından; fıkıh, hadîs, tefsir ilimlerinin ilk üstadlarından.
   11 Süfyan-ı Sevrî: Hicretin ikinci asrında yaşamış kelâm ve hadîs âlimi. Mutasavvıf.
   (12 Lokman Hekim: Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen, nebi veya veli olduğunda din âlimlerinin ihtilâf ettikleri ilim ve hikmet sahibi bir zattır. Hazreti Davud'un (a.s.) talebesidir.
   13 Teşrik günleri Kurban Bayramı'nın 2-4'üncü günleridir.
   14 Şiblî sofilerdendir. 714'de doğmuş, 773'de ölmüştür.
   15 Ebû Abdurrahman Hâtem b. Alkân büyük sofilerdendir. Aslında sağır olmadığı hâlde birini mahcup etmemek için duymazlıktan geldikten sonra yine onu mahcup etmemek için sağırlığını ilân etti. Belh'te doğmuş ve milâdi 851'de-ölmüştür.
   16 Belhli olup Hâtem'in hocasıdır.
   17 Kibrit-i ahmer: Ortaçağ kimyagerlerince çok nadir bir madde olarak tanınan kırmızı kükürt. (Fosfor).

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #5 : 14 Mart 2013, 12:36:54 ös »
EY OĞUL
..:: 3 ::..

   Bundan sonra bilmiş ol ki, tasavvufun iyiyi kötüden ayıran iki özelliği vardır:
   1 - Allahü Teâlâ'ya karşı istikamet (doğruluk) ve ihlâs,
   2 - Yaratıklara karşı sulh ve sükûnla muamele.
   Gerçek bir sofu, Aziz ve Celîl olan Allahü Teâlâ ile doğru olan ve insanlarla iyi geçinip onlara hum ile, afv ve yumuşaklıkla muamele eden kimsedir.
   Allahü Teâlâ'ya karşı istikamet (doğruluk) nefsinin isteklerini, Allahü Teâlâ'nın emirleri karşısında feda etmektir.
   İnsanlara karşı iyi huy: insanlarla münasebetlerinde onlan kendi arzusu tarafına çekmek yerine, Şeriat'a aykırı olmadıkça onların arzularını nefsine kabul ettirmektir.
   
    ALLAH'A KULLUK
   Sonra bana şunu sordun: Allahü Teâlâ'ya kulluk (ubudiyet) nasıl olur? Bu, üç şekilde olur:
   1 - Şeriatın hükümlerini korumakla,
   2 - Kaza ve kadere, Allahü Teâlâ'nın taksimatına rıza göstermekle,
   3 - Kendi nefsinin isteklerine değil, Allahü Teâlâ'nın rızasına baş eğmekle olur.
   Bir de Allah'a tevekkülü sormuştun.
   Tevekkül, bu âlemdeki bütün yaratıklar bir araya gelip önlemeğe çalışsalar da, Allahü Te-âlâ'nın senin için takdir edip yazdığı her şeyin seni bulacağına, yine bütün insanlar senin için çalışıp çabalasalar da Allahü Teâlâ'nın sana nasip etmediği bir şeyin eline geçmeyeceğine kesin olarak iman etmendir.
   İhlâsı da sormuştun.
   İhlâs, her işi Allah rızası için yapmak, insanların seni övmesine sevinmemek, yermelerine de aldırış etmemektir.
   Bilmiş ol ki, riya, halkın seni methedip olduğundan fazla büyütmesini istemenden doğar.
   Halka karşı böyle bir riyadan kurtulmanın ilâcı şudur: İnsanları Allah'ın kudretine bağlanmış ve sana ne rahatlık ne de zorluk çıkarmak bakımından güçleri olmayan cansız varlıklar gibi kabul edersin.
   Şayet bu gibi kimseleri kudret ve irade sahibi olarak görürsen riya da senden uzaklaşmaz.

    Ey oğul!
   Sorduğun öteki soruların cevaplarım eserlerimde bulabilirsin. Onlan oradan ara. Diğerlerine cevap vermek ise yasaktır. Bildiğinle amel etmelisin ki, bilmediklerin sana açıklansın.
   Bundan sonra bana ancak kalb diliyle, (yazı veya sözle değil), cevaplandırabilecek meseleleri, "Eğer onlar sabretmiş olsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu" (Sûre: 49, âyet: 5) âyet-i kerimesine binaen sorma.
   Bu hususta Hızır aleyhisselâmın, "Ben sana ondan bahsetmedikçe, bana hiçbir şey sorma" (Sûre: 18, âyet: 70) mealindeki nasihatini kendine düstur et. Acele etme. Zamanı gelince cehalet örtüsü kalkar, her şey sana açılır, görürsün. Allahü Teâlâ'nın, "Size, âyetlerimi yakından göstereceğim. Acele etmeyiniz" (Sûre: 21, âyet: 37) âyet-i kerimesini düşün.
   Zamanı gelmeden bana bir şey sorma. Şunu bilmiş ol ki, ancak yürümekle yol alırsın. Nitekim Allahü Teâlâ, "Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden evvelki kavimlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı?" (Sûre: 30, âyet: 9) buyuruyor.

    Ey oğul!
   Allahü Teâlâ'ya yemin olsun, şayet bu yola girersen, her uğrak yerinde birçok acayip haller
görürsün. Nefsini feda et. Çünkü bu işin esası nefsi feda etmektir. Nitekim Zünnûn-i Mısrî18 (rahmetullahi aleyh) öğrencilerinden birisine, "Benliğinden geçebilirsen gel, yoksa sofilerin edebiyatıyla ve taşkın sözleriyle uğraşma" demiştir.

   İMAM GAZALİ'NİN SEKİZ ÖĞÜDÜ
   Ey oğul!
   Sana sekiz nasihat edeceğim. Kıyamet gününde ilminin senden davacı olmaması için bunları kabul et. Bunların dördü yapılacak, dördü kaçınılacak şeylerdir.
   
    YAPILMAMASI GEREKEN DÖRT ŞEY:
   Birincisi: Mümkün mertebe kimse ile herhangi bir hususta münakaşa ve münazara etme.    Çünkü bunda büyük zararlar vardır. Günahı faydasından büyüktür. Münakaşa; haset, riya, kibir, düşmanlık, kin, benlik (ego) ve benzeri kötü huyların kaynağıdır.
   Tabiî ki, gerçeği izah etmek için herhangi bir konu hakkında konuşabilir, bir veya birkaç kişi ile münakaşa edebilirsin. Bu münakaşada gayen, gerçeğin ortaya çıkması olmalıdır. Bunun ise iki belirtisi vardır:   
   a - Hak ve hakikatin senin veya bir başkasının diliyle açıklanmasında hiçbir fark gözetmeyeceksin.
   b - Münakaşanın toplum arasında değil de
tenhada yapılmasını sevmektir.
   Dinle, burada sana bir kaide öğreteceğini: Bilmiş ol ki, herhangi bir meselenin halledilmesi için sorulan sual, kalbin hastalığını doktora anlatmak gibi bir şeydir. Bu soruya verilecek cevap da, doktorun hastalığı iyi etmeye çalışmasıdır.
   Yine bilmiş ol ki, cahiller demek, kalpleri hasta olan kimseler demektir. Âlim olanlar da doktorlardır. Yarım âlim tedaviyi tam olarak yapamaz. Hakiki âlim de her hastayı değil, tedavisi mümkün olan ve branşı dahilinde olan hastayı kabul ve tedavi eder. Hastalık müzmin veya tedavisi gayr-i kabil ise, doktor bu vaziyet karşısında, "Bu hastalık ilâç kabul etmiyor, onun tedavisi ile uğraşmam!" demelidir. Çünkü böyle bir hastayla uğraşmak, zamanı boşa geçirmek demektir.
   Bundan sonra bilmiş ol ki, cehalet adı altındaki hastalıklar dört bölümdür. Bunlardan ancak bir tanesinin tedavisi mümkün, diğerlerinin, değildir.
   Önce tedavisi mümkün olmayanları sayayım:
   Birincisi: Cehalet hastalığına yakalananlar, soru ve itirazlarını karşısındakini çekememezlikten ve kinlerinden ötürü yaparlar. Ona ne kadar .açık ve güzel cevaplar verirsen ver, onun düşmanlığı ve çekememezliği artar. En doğru olan böylelerinin sorularına cevap vermemektir.

   BEYİT

      "Bütün düşmanlıkları izale etmek mümkündür.
      Yalnız sana hasedinden dolayı düşmanlık edeninki müstesna".

   Bu gibilere yapacağın en doğru hareket, onlardan yüz çevirmek ve hastalığı ile başbaşa bırakmaktır. Nitekim Allahü Teâlâ, "Sen bizim zikrimize arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir" (Sûre: 53, âyet: 29) buyurmaktadır.
Hased eden, yaptığı ve söylediği her şeyi ile amel tarlasını ateşe verir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, "Ateşin odunları yakıp tükettiği gibi, hased de iyi amelleri yer, mahveder" buyurmaktadır.
   İkincisi: Bu kimselerin hastalığı ahmaklıktandır. Bunların tedavisi mümkün değildir. Nitekim İsa aleyhisselâm, "Ben ölüleri dirilttim. Fakat ahmak kimseyi tedavi etmekten âciz kaldım", buyurmuştur.
   Ahmak adam şu kimseye derler ki, aklî ve nakli ilimlerle ilgili şeyleri kısa zamanda öğreneceği ve âlim olacağı kuruntusuna kapılır ve ömrünü ilim ve amelle geçiren zatlara saldırmaya başlar. Zanneder ki, kendisi için müşkül olan, onlar için de müşküldür. Şayet bu yanlışını idrak etmezse sual ve cevaplan ahmaklıktandır. Onun için lâyık olan. sorularını cevapsız bırakmaktır.
   Üçüncüsü: Gerçeği arayan bir kişidir. Büyüklerin sözlerini anlayamadığı zaman kusuru kendinde buluyor. Sorularını da faydalanmak için soruyor. Fakat ne yazık ki, kafa kalın, bu hakikatleri anlamasına asla imkân yok. Bir fayda sağlamayacağı için bu kimse ile uğraşıp vakit harcamaya değmez.
   Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, "Biz peygamberler insanların aklî seviyelerine göre konuşmakla emrolunduk", buyurmuştur.
   Dördüncüsü: Tedavisi mümkün olan cehalet hastalığına gelince: Bu, hakikati arayan akıllı ve anlayışlı bir kişidir. Haset, öfke, ihtiras sahibi değildir. Dünya mal ve rütbelerine körü körüne bağlı olmayıp doğru yolu aramaktadır. Soru ve itirazları, karşısındakini denemek ve hased, inad için değil; tenkit etmek için hiç değildir. İşte bu cahilin tedavisi mümkündür, bu adamın sorularını cevaplandırmak caiz ve hatta borçtur.
   Terketmen gereken dört şeyin ikincisi: Nasihat etmek ve vaizlik taslamaktır.
   Çünkü bu çok mahzurludur ve şiddetle kaçınmak lâzımdır. Bu işi ancak iki şartla yapabilirsin:
Birinci şartı: Söyleyeceğin nasihatları evvelâ kendin tutacaksın, ondan sonra başkalarına öğüt vereceksin. İsa aleyhisselâma bu hususta söylenen şu söze de kulak ver:
   "Ey Meryem oğlu! Önce kendi nefsine nasihat et, kabul ederse o nasihati insanlara söyle, yoksa Rabbinden utan!".
   Eğer vaizlik vazifesi sana verilirse şu iki kötü huydan sakın:
    - Sözlerinde, tabir ve şiirlerinde, işaret ve hareketlerinde yapmacık söz ve davranışlardan sakın. Çünkü Allahü Teâlâ yapmacık tavırlarda bulunanlara gazab eder. Haddini aşıp gayri tabii ve yapmacık konuşmak kalbi gaflete düşürür, insanın içinin harap olmasına sebep olur.
   Tezkir'in mânâsı, yani nasihat vermenin anlamı:
   Kulun, âhiret ateşini, Yaradan'a karşı hizmetindeki kusurlarını hatırlamasına, kendisine hiçbir fayda getirmeyecek meşguliyetlerle boşa harcadığı ömrünü hatırlamaya ve önündeki son nefeste imanını koruyup koruyamayacağına, ölüm meleği canını alırken durumunun ne olacağına, Münkir ve Nekir'in kabirde sorularına doğru dürüst cevap verip veremeyeceğine, kıyamet gününde durumunu düşünmektir. Acaba Sırat köprüsünü selâmetle geçebilecek midir, yoksa cehennemin dibine mi düşecektir? Bütün bu sualleri kalben düşünecek, kalbinin daima endişe içinde kalmasına sebep olacaktır. Cehennemin ebedi ateşinin galeyanının ve gelecek musibetlerin bütün dehşetleriyle anlatılmasına tezkir, yani nasihat vermek, va'z etmek denir.

   ____________
   18. Zünnûn-i Mısrî: Nübyeli sofi. M. 869'da Bağdad'da öldü.

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
Ynt: Video: Ey Oğul! - İmam-ı Gazali
« Yanıtla #6 : 14 Mart 2013, 12:37:38 ös »
EY OĞUL
..:: 4 ::..

   Allah'a karsı ibadetsiz geçen günlere hayıflanmaları ve boşa geçen ömürlerini telafiye çalışmaları için onlara noksanlarını hatırlatmak, nefislerinin kusurlarını göstermek, hatalarını düşünmeye sevkederek kendilerini saracak pişmanlık ateşini ve yukanda anlatılanları halka bildirmeye va'z denir.
   Nasıl ki, birinin evine çoluk çocuğu ile içerde otururken azgın bir selin yaklaştığını görsen, bu vaziyet karşısında ev sahibine "Dikkat, dikkat, sel geliyor, kaçın!" diye mi bağırırsın, yoksa böyle nazik bir durumu evin sahibine, birtakım uydurma laflar, nükteli ve yaldızlı sözler, teşbihler, beyitler, mimikler ve jestlerle mi haber verirsin? Tabii ki hayır!
   İşte vaizin de bunun gibi, yapmacık hareket ve ifadelerden sakınması, tehlikeyi bir an önce en açık bir ifade ile bildirmesi gerekir.
   İkinci şart: Va'z ederken halk "Ne güzel va'z ediyor, ne hatip adam" desinler .diye, halkı galeyana getirme; vecde getirip coşmalarına ve taşkınlık yapmalarına sebep olma. Çünkü bu gibi şeyler dünya sevgisidir ve gafletten doğar.
   Va'zdaki maksadın, insanları dünyadan âhirete, hırstan zühde, masiyetten ibadete, gafletten uyanıklığa, gururdan takvaya davet olmalıdır.
   Âhireti insanlara sevdirmeli; dünyanın tuzaklarından nefret ettirmelisin. Onlara zühd ve ibadet bilgilerini öğretmelisin. Sakın ha, onlan Allahû Teâlâ'nın kerem ve rahmetine güvenme hususunda teşvik etme. Çünkü insanın yaratılışında şeriat yolundan sapmak, Allahü Teâlâ'nın rızası hilâfına hareket etmek ve kötülüğe meyil vardır. Şu halde kalplerine Allah korkusu sal ve karşılaşacakları dehşetli sondan haber ver. Belki iç âlemleri değişir de, iş ve hareketleri doğru yola döner, içlerinde günahlardan tevbe edip Allah'a ibadet etmeye arzu ve şevk uyanır.
   İşte başkalarına va'z ü nasihat etmenin yolu budur. Böyle olmayan her va'z, va'zedene ve dinleyen cemaate vebaldir. Hatta kötü vaizi insanları yoldan çıkarıp helake sürükleyen şeytan ve gûl'e 19 benzetenler olmuştur. Bu gibi vaizlerden kaçınmak lâzımdır. Çünkü bu vaizin dine yaptığı kötülüğü, şeytan bile yapamaz. Kudret ve gücü yeten kimsenin, yetki ve selâhiyeti olanların böylelerini kürsüden indirmesi ve başladığı va'za mani olması lâzımdır. Bu şekilde hareket etmek, emri bilmaruf nehyi ani'l-münker, yani  iyi işleri emretme, kötü işlerden nehyetme vazifesi içine girer.

   Yapılmaması gereken şeylerin üçüncüsü:
   İdarecilerin, emir ve sultanların arasına karışıp uzun uzun görüşmemeli, yolda karşılaşmaktan çekinmelidir. Onlarla görüşmek, mecliste beraber olmak çok tehlikelidir. Eğer onlarla düşüp kalkmak zorunda kalırsan sakın onlan övme. Çünkü Allahü Teâlâ fâsık ve zalim kişinin methedilmesine gazaplanır.
   Bunların uzun yıllar yaşamasına dua eden bir kimse, elbette ki yeryüzünde Allahü Teâlâ'ya isyan edilmesini istemiş olur.

   Yapılmaması gereken şeylerin dördüncüsü:
   Hükümdar ve emirler ile sairin bahşiş ve hediyelerinin helâl olduğunu bilsen bile kabul etmendir. Çünkü bunları kabul etmek, dinde fesat meydana getirir. Onlardan bir şey beklemekle, iltifat ve yaltaklık ile zulümlerinde onlara katılmış olursun. Bunların hepsi de dinin için büyük bir tehlikedir.
   Onların hediyelerini kabul edip dünyalıklarından istifade etmenin en az zararı, böyle yapmakla sana faydalan dokunacağı için onlan sevmendir. Kim bir kişiyi severse, onun uzun ömürlü olması için dua eder. Bir zalimin çok yaşamasını arzu etmek ise, Allahü Teâlâ'nın kullarına zulüm edilmesini ve âlemin harap olmasını dilemektir.
   0 halde, din ve insanın akıbeti için bundan daha zararlı ne olabilir? Kendini şeytanın aldatmasından koru ve bilhassa, "Bu işin en makbul ve doğrusu, onlardan bu gibi paralan alıp fakir kimselere dağıtmaktır. Nasıl olsa onlar bu paraları kötü yolda harcayacaklardı. Senin bu paralan yoksullara vermen daha doğru olur" gibi seni yanıltıcı sözlere sakın aldanma. Lanetlenmiş şeytan bu çeşit vesveselerle insanlardan birçoğunu helake sürüklemiştir. Bunu ihya adlı eserimizde anlattık, oraya bak!

   YAPILMASI LÜZUMLU DÖRT NASİHAT
   1 - Allahü Teâlâ ile muamele:
   Allahü Teâlâ'ya kulluğunda, sana karşı muti olup güzel hizmet eden, yaptıklarından memnun olduğun, seni kızdırmayan, canını sıkacak bir tarafı bulunmayan kölenin (hizmetçinin) sana karşı muamelesi gibi ol. Sen, nasıl ki, kendi kölenin istemediğin bir işi yapmasından razı değilsen, Allah da, senin rızasına aykırı bir iş yapmanı istemez. Bil ki, sen bir kulsun ve Efendin de Allah'tır.
   2 - İnsanlarla münasebetlerin:
   İnsanlara karşı yaptığın işleri, onların sana
yapmalarını arzu ettiğin şekilde yap. Çünkü kendin için sevdiğin bir şeyi başkaları için de sevmedikçe imanın kâmil olmaz.
   3 - Faydalı bilgiler hakkında:
   Okuyup mütalâa ettiğin ilimler, kalbini düzeltip ahlâkını güzelleştiren mahiyette olmalıdır.    Meselâ, ömrünün sonuna bir hafta kaldığını öğrensen, bu kısacık zamanda fıkıh, usûl, kelâm, ahlâk ve diğer ilimlerle uğraşmazsın. Çünkü bu gibi ilimlerden artık sana fayda yoktur. Hemen kalbini yoklar, dünya ile alâkanı keser, ruhunu tanımaya çalışır, Allahü Teâlâ'nın sevgisi ile kulluk ve taatiyle meşgul olur, güzel huylarla bezenmeye çalışırsın.
   Halbuki insanın her girdiği gün ve gecede ölmesi mümkündür. Binaenaleyh, buna göre seçtiğin ilimler, hep dünya ilmi olmamalı, biraz da maneviyatını düzelten ilimlerden olmalıdır.
   
    Ey oğul!
   Şimdi şu birkaç sözümü de can kulağı ile dinle. Kurtuluşun için bu nasihatimi dinle ve üzerinde önemle dur.
   Eğer hafta sonuna kadar sultanın seni ziya ret edeceğini haber alsan, iyi biliyorum ki, her işini bırakıp hemen bu zaman içinde evine çekidüzen verir, ev, yatak, beden ve elbise ile benzeri şeylerin temizliğiyle uğraşırsın. O halde işaret, edeceğim şeyi iyi düşün. Çünkü sen anlayışlı bir kimsesin. Akıllı olan bir kimseye tek bir söz kâfidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz,
"Muhakkak ki Allah sizin dış görünüşünüze ve amellerinize bakmaz, fakat kalblerinîze ve niyetlerinize bakar", buyurmuştur.
   Şayet kalbin hallerini öğrenmek istiyorsan İhya'ya ve diğer eserlerime bakarsın. Kalb ilmi farz-ı ayındır, herkese kesin borçtur. Diğer bilgiler ise abdest, namaz gibi farzlar hariç, birer farz-ı kifayedir. Allahü Teâlâ bu bilgiyi öğrenmeye seni muvaffak kılsın!
   4 - Dünya malından isteyeceğin miktar:
   Dünya malından sana ve aile efradına bir sene yetecek kadarından fazlasını toplama.
   Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bazı hanımları için bir senelik nafaka ayırmıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
   "Allahım, Muhammedin (s.a.v.) âlinin, rızkını onlara kâfi kıl", diye dua etmiştir. Bunu da bütün aileleri için değil, kalbi zayıf olan zevcelerinin bir senelik iaşelerini hazırlamak için yapmıştır. Tamamiyle Allah'a bağlananlara ise bir günlük, hatta yarım günlük rızık temenni etmekle iktifa ederdi.
   
    Ey oğul!
   Bu kitapta sorduklarına cevap verdini, Sana yaraşan onlarla amel edip hayır dualarında beni unutmamandır. Sorduğun duaya gelince: Onu sahih hadîs kitaplarından arayıp bulabilirsin. Aşağıya yazdığım duayı sıkıntılı anlarında bilhassa namazlardan sonra oku:

   DUA
   Ey Allahım, Sen'den nimetinin tamamını, günahtan koruyuşumun devamını, rahmetinin şümulünü, afiyetin husulünü, hayatın refahını, ihsanının sonsuzunu, ömrün mes'udunu, nimetinin hepsini, fazlının en tatlısını, lûtfunun en yakinini isterim.
   Ey Allahım, bizimle beraber ol, bize karşı olma.
   Ey Allahım, ömrümüzü saadetle sona erdir. Emellerimizi fazlasiyle gerçekleştir. Sabahımızı
akşamımıza afiyetle bitiştir. Gidiş ve dönüşümüzü rahmetine doğru yönelt ve affının hazinesinden günahlarımızın üstüne dök.
   Ayıplarımızın ıslahiyle bizi nimettendir. Takvayı bize azık et ve içtihadımızı dinin uğrunda kıl, tevekkül ve itimadımızı Sana döndür.
   Ey Allahım! Bizi doğru yolda sabit kıl. Kıyamet gününde pişmanlığımızı mucip olacak şeylerden dünyada bizi koru. Günah ağırlığını üzerimizden kaldır; iyilerin yaşayışını bize nasip et. Kötülükler ile aramıza set çek ve bizi onlardan uzaklaştır.
   Rahmetinle bizi, ana ve babalarımızı, kardeş ve hemşirelerimizi, cehennem ateşine çekip götüren kölelik boyunduruğundan kurtar.
   Ya Aziz, ya Gaffar, ya Kerim, ya Settar, yâ Âlim, ya Cebbar, ya Allah, ya Allah, ya Allah!
Rahmetinle ey rahmet edicilerin en Rahîmi! Ey evvellerin evveli! Ey ahirlerin ahiri! Ey gerçek kuvvet sahibi! Ey yoksulları koruyan Erhamürrahimin! Ey noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah! İbadete layık ancak Sen'sin. Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben layıkiyle kulluk edemediğini için. gerçek zalimlerden oldum.
   Efendimiz Muhammed'e, âline ve bütün ashabına salât ü selâm ve âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun...
   Âmin.
   Eyyühe'l-Veled risalesi burada nihayete erdi.

    -Bu yazı İmam Gazzali'nın Ey Oğul isimli kitabın derlenmiştir.