Gönderen Konu: DİRİLİŞ SAVAŞI  (Okunma sayısı 12403 defa)

alıntı

  • Global Moderator
  • Full Member
  • *****
  • İleti: 142
    • Profili Görüntüle
DİRİLİŞ SAVAŞI
« : 09 Mart 2009, 02:34:05 ös »
İslâm Dünyası - ki her zaman esasta bir millet, İSLÂM MİLLETİ olarak düşünülmelidir-, çağımızda, müthiş bir mücadele, yani yeniden var olma savaşı içindedir. Evet, islâm halkları, ölmediklerini, kelimenin tam anlamıyla varolduklarını, ölmeyeceklerini önce kendilerine, daha sonra bütün dünyaya göstermek, ispat etmek savaşı içindedir.

Bu savaş tek cepheli ya da tek boyutlu bir savaş değildir. Varolmanın bütün alanlarında verilen bir savaştır. Bu sebeple, milletimiz, islâm milletince, inanç, düşünce, ahlâk, sanat, edebiyat, hayat tarzı, yönetim, ekonomi ve askerlik alanlarını kaplayan tüm bir medeniyet, toplum, devlet ve tarih boyutlarıyla bu yüzyılda kimliğimizin büyük sınavı verilmektedir.

Ama, korkulacak bir şey yok, hamdolsun, milletimiz, İslâm Milleti büyük bir millettir. Bu sınavlara alışıktır. Daha doğarken adeta savaşların içine ve içinde doğdu İslâm. Önce putatapıcılıkla, sonra yahudilikle, hırıstiyanlıkla inanç alanında karşılaştı. Sonra, o günün büyük iki dünya devletiyle kılıç kılıca çarpıştı. Batının büyük devleti, Ortadoğu dedikleri bölgenin üzerine çökmüş Bizans Devleti ile, Doğunun o günkü büyük ve eski devleti İran İmparatorluğu ile. Bütün bu kızgın ateş çemberlerinden çeliğine su verilmiş bir Şam kılıcı kadar sağlam ve parlak çıktı.

Daha sonra, islâm, ruh, zihin, kültür alanında Eski Yunan, hukuk alanında Eski Roma ve yönetim, idare alanında İran teori ve pratiği ile boy ölçüştü. Sonuç, hep Kur’an’ı Kerim’in, islâmın zaferi oldu.

Arap, Fars, Türk ülkeleri, ırkları, kültür ve medeniyetleri Kur’an’ı Kerim’in mucize ışığında yoğrularak BÜYÜK İSLÂM MEDENİYETİ oluştu.

Tarihin sınavı burada da bitmedi. Bu dünyanın kuralı gereği, güzelliğe çirkinlik, hakikate yalan, iyiye kötülük musallattır. Olumlu ne varsa, onu yok etmek isteyen kara düşünce, niyet ve hareketle çarpışarak var olacak ve yaşamayı sürdürecektir.

Müslümanlar da, refah ve medeniyetin binbir gece masallarına konu olacak zirvesinde yaşarken, yukarıdan kopan bir çığ, bir sel, tufan ve kasırga gibi bir akın oldu: Moğol Akını. Akın, karşısına ne çıktıysa yaktı, yıktı, harabeye çevirdi. Milyonlarca insanımızı öldürdüler. Yine de Müslümanlar dayandı, yıkımları onardı, Moğolları da medeni ve müslüman yapıp dinin hizmetine koşturdular.

Bu, doğudan gelen bir felâket fırtınasıydı. Batı’dan gelen ve yüzyıllar süren ve bir anlamda bugün de süren haçlı seferleri ise, Batı’nın islâmı yeryüzünden silip müslümanların ülkelerini işgal ve istilâ etmek amacı taşır. Geçmişte onlar bizi öldürmeye geldiler. Biz onlara hayat ve medeniyet verdik. Ama ne yazık ki, bundan bir ders almadılar. Birinci Dünya Savaşı’nda şanlı, şerefli devletimiz Osmanlı Devletini yıktılar. Şimdi de İslâm âleminde ne kadar devlet, kuruluş, eser varsa hepsini yerle bir edip ülkelerimizin bütün zenginliklerini yağma etmeye geldiler. Hepimizi, çocuk kadın, genç ihtiyar demeden öldürmek pahasına da olsa bu arzularından vazgeçmeyeceklerdir.

Evet, hayat bir savaştır. Biz Müslümanlar tecrübeyle bunu en iyi bileniz.

Batı’nın başlattığı bu yeni ve korkunç savaşı da, kendimizi toparlar toparlamaz karşılayacağız. Şimdiki tepkiler içgüdüsel direnişlerdir. Diriliş de gelecek.

Milâdi 3. binyıl (milenyum)ı hristiyanlığın islâmı ortadan kaldırması binyılı olarak ilan edenler görecektir ki, 2. binyıl gibi, 3. binyıl da islâmın binyılı olacaktır.

Milletimizin bilinçlenip dirilmesi ile, Allah’ın izni ile.


A. SEZAİ KARAKOÇ
« Son Düzenleme: 14 Mart 2012, 08:23:37 öö Gönderen: psikolog »

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4091
    • Profili Görüntüle
Ynt: DİRİLİŞ SAVAŞI
« Yanıtla #1 : 14 Mart 2012, 01:25:19 öö »
“Hatay elbette Suriye’nindir. Kayseri de, hatta İstanbul da Suriye’nindir. Aynen Şam’ın, Halep’in bizim olduğu gibi…”

Sezai Karakoç

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4091
    • Profili Görüntüle
Ynt: DİRİLİŞ SAVAŞI
« Yanıtla #2 : 10 Mayıs 2024, 12:28:12 ös »
Sadece kongrelerden tanıyanlar ve hiç bilmeyenler için Sezai Karakoç

Tarık Tufan
7 Ekim 2012


Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AK Parti kongeresinde okuduğu ‘Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine’ şiiriyle gündeme geldi en son İslami kesimin saygı duyulan şairi ve düşün adamı Sezai Karakoç. Türk şiirinin bu büyük ismini bilmeyenler için Tarık Tufan yazdı.

Sezai Karakoç’u andığımızda, isminin hemen yanıbaşına, büyük bir özenle, iki özelliğini eklemeliyiz; şair ve düşünce adamı.
Hiçbir kuşku cümlesine yer vermeksizin, şu yargıyı da apaçık ve anlaşılır bir dille ortaya koyabiliriz; Sezai Karakoç, Türk şiirinin yirminci yüzyılda yetiştirdiği en büyük şairlerden biridir.
Böylesi önemli bir sanat ve fikir adamının “ortada” görünmemesinin, yeteri kadar bilinmemesinin sebebi nedir?
Bu soruya pek çok yanıt verebiliriz ve fakat en önemlisi, Sezai Karakoç gündelik siyasete, çıkarlar üzerinden kurulu sisteme, pay ve statü kapmak üzerinden geliştirilen müsamereye dahil olmamıştır.

BULGUCU ADAM

Bazıları, İkinci Yeni şairlerini sayarken anlaşılmaz bir zihin bulanıklığıyla onun ismini unutuyor. Ve fakat İkinci Yeni’nin sembol isimlerinden Cemal Süreya, Mülkiye Mektebi’nden sınıf arkadaşı Sezai’yi, “Bulgucu adam. Belki de ülkemizdeki tek bulgucu” olarak anıyor.
Süreya, sınıf arkadaşını en iyi tanıyanlardan biri olarak ekliyor; “Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.” Cemal Süreya, tanıdığı bu “Müslüman” şairin önemli bir özelliğini anlatmadan geçmiyor; “ Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nazım da okur… Alçakgönülle katı yüksek uçuyor… Şemsiyesi yok.”
Şiir Sanatı dergisi, Karakoç’un büyük bir heyecan ve hayalle çıkardığı ilk dergidir. Cemal Süreya, Gülten Akın, Erdal Öz, Muzaffer Erdost ve Orhan Duru gibi isimler dergiye çalışmalarını gönderirler. Ahmed Arif’le uzun süre mektuplaşırlar.
Sezai Karakoç’un önemli eserlerini yayınladığı dergilerden biri de İkinci Yeni’nin yayın organı olarak kabul edilen Pazar Postası’dır. Burada özellikle şiir üzerine eleştiri ve polemik yazıları dikkat çeker.
Ruhunda, kalbinde derin bir metafizik gerilim taşıyan Karakoç, Mevlana, Yunus Emre, Yahya Kemal ve Mehmet Akif’nin gölgesinin uzandığı yerden başlar şiirini söylemeye. Şiiri İstanbul’dur ve sürekli olarak Bağdat’a, Şam’a, Kudüs’e, Mekke ve Medine’ye selam durur.

UZAKTA DURAN İYİ

Sezai Karakoç’u konuşmak demek bir yandan da “Diriliş” adıyla kavramsallaştırdığı düşünce dünyasını konuşmak demektir.
Müslüman duyarlılığıyla yaşadığı çağla hesaplaşan Sezai Bey, düşünce yazılarında adım adım dirilişin yapıtaşlarını dizmiştir. Şiirinde anlattığı üzere Batı, Doğu’nun altı oğlunu tuzaklarla alt etmiştir. O, Doğu’nun yedinci oğlu olarak bir dirilişi müjdelemektedir adeta. Ancak Doğu, bir coğrafyadan öte hakikat tasavvurudur.
Büyük bir özveri ve gayretle çıkardığı Diriliş Dergisi, 1960–1992 yılları içinde, aralıklarla yayınlanmaya devam etmiştir.
Diriliş düşüncesi, sanat, edebiyat, felsefe ve siyaset alanlarında sistematik olarak karşılık bulmuştur. Bu bakımdan Türkiye İslamcılığının fikri özgünlük bağlamında varolan son kalesi Sezai Karakoç’tur denilebilir. Aynı çevrenin “ortak iyi” duygusuna karşılık gelen son isim de yine Sezai Karakoç’tur. Ancak Türkiye muhafazakarlarının Sezai Karakoç algısı “uzakta duran iyi”den öteye geçmemiştir.

MUSKA GİBİ GÖĞÜSTE SAKLANAN ŞİİR

Sezai Karakoç’un sanatı, düşüncesi ve eylemi, yaşadığı çağ için ilham olmaya devam ederken; özellikle bir şiiri var ki, derin ve fakat söylenmemiş aşklar için yaraya merhem oldu. İslamcı genç kuşak için Monna Rosa, bir muska titizliğiyle göğsünde sakladıkları şiir oldu.
Monna Rosa şiiri, uzun süre kitap olarak basılmadığı için, bir dönem daktiloyla, bir dönem teksirle, bir dönem de fotokopiyle çoğaltıldı. İslamcı gençler, içlerinde büyüttükleri aşk ve yara nispetinde, şiire bir hikaye yakıştırdılar. Bu anlamıyla şiir bir dönemin ve bir kuşağın aşk ütopyasıdır. İslamcı gençlerin aşık olduğu her kadın bundan böyle Monna Rosa’dır.
Devletin bu sanat, düşünce ve eylem adamını “fark” etmesi için hayli zaman geçmiş, 2007 yılında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Sezai Karakoç’a verilmiştir. Ancak yapılacak töreni kabul etmeyen şair, para ödülünü de nazik bir dille reddetmiştir. Aynı nezaketle ödül plaketinin postayla gönderilebileceğini iletmiştir.
Sezai Karakoç, derin iç dünyasıyla ve sarsılmaz inanç yapısıyla, tek başına bir varoluşu temsil eder. Kalabalıkların, törenlerin, alkışların, ödüllerin adamı olmayı en başından elinin tersiyle itmiştir.
Yalnız bir direniş adamıdır. Aşk ehlidir, aşkın olanın peşindedir.
Bir medeniyetin kapısında, bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla durup, gelen geçene Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun ve İslam milletinin ve tüm dünyanın yaşadığı bunalımlara karşı, diriliş çarelerini anlatmıştır.

MÜLKİYET SAHİBİ OLMAYAN MÜLKİYELİ

Gösteriyi ve gösteri dünyasının araçlarını reddetmiş; bu yüzden de kendisine gelen tüm tekliflere rağmen, TV programlarına çıkmamış, gazete ve dergilere röportajlar vermemiştir.
Bu tavırlarını fildişi kulelerinde değil, halkın arasında, otobüslerde, tramvaylarda, vapurlarda sergilemiştir. Orta ikiden terklerin sivil şairi Ece Ayhan’ın, onun mülkiyeli olup da mülkiyet sahibi olmadığını söylemesi boşuna değil.
Kurucusu olduğu Yüce Diriliş Partisi’nin çıkış programı Türkiye’de benzeri olmayan bir siyasi parti manifestosu olarak kabul edilebilir. Bir partiyi sadece bu metin için kurmuş olmak da kafidir diyebiliriz.
Sözlerimizi yine Cemal Süreya’nın onun hakkındaki cümleleriyle bağlayalım: “Türkiye’de, özellikle sağın, özellikle de mukaddesatçı kesiminin içinde yalnız. Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarıda ve yukarıdadır… Zaman zaman kaybeder ama rövanşı mutlaka alır.”

Monna Rosa

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben öteliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
 
Sezai KARAKOÇ

http://www.hurriyet.com.tr/keyif/21640085.asp?fb_action_ids=10151210765333728&fb_action_types=og.recommends&fb_source=aggregation&fb_aggregation_id=246965925417366

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4091
    • Profili Görüntüle
Ynt: DİRİLİŞ SAVAŞI
« Yanıtla #3 : 09 Nisan 2013, 07:39:52 ös »
Karakoç: Sürecin son aşaması Türkiye'nin parçalanması
Diriliş düşüncesinin mimarı ve Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı şair Sezai Karakoç, gündemi değerlendirdiği konuşmasında, PKK ile hükümetin başlattığı müzakereler için "Çözüm bunların elinde değil" dedi ve ekledi, "Bu dışarının konuyu yeni bir aşamayla en son ülkemizi parçalanmaya daha uygun bir hale getirme çalışmasıdır."



Diriliş düşüncesinin mimarı Sezai Karakoç, PKK ile hükümet arasında süren barış görüşmelerini 'aydınların aldanması' diyerek niteledi ve asıl maksat 'Türkiye Cumhuriyeti'ni parçalamak' diye konuştu.
Öte yandan Karakoç, hükümetin özellikle medya gücünü kullanarak, süreci eleştirenleri 'ihanet' ve 'savaş tamtamcılığı' ile itham etmesini de eleştirdi.
Karakoç'un konuşmasından satırbaşları:
HALKINI KANDIRAN HÜKÜMETLER DEVAM EDEMEZLER
Halkını kandıran devletler, hükümetler, devlet adamları; bunlar ortaya çıkınca iyi anılmazlar. O devletler, hükümetler devam edemezler. Biz bunları gördük, yaşadık. Örnekleri var. Onun için hadiseleri değerlendirirken çok dikkatli olmak lazım.
MENDERESİ GÖKLERE ÇIKARDILAR
Mesela rahmetli Menderes'i göklere çıkaranlar vardı bir ara. Uçağı düşmüştü Londra'da. Öyle karşılamıştılar ki; dersiniz bu zat ölene kadar kimse yerinden kıpırdatamaz. Aşırı bir karşılama törenleri, göklere sığdıramamalar...
KIBRIS'IN DURUMU ORTADADIR
Kıbrıs meselesinde çok büyük ümitlere kapıldılar. Hatta orayı gidip güya fethettik dediler. Bugünkü durumu da ortadadır, askıda durmakta...
Bugünkü güneydoğu sorununda da; bunlar bir avuç kişidir. Öldürürseniz kurtulursunuz diyenler oldu. İşte 30 yıldır bitmedi, hallolmadı. En büyük devlet adamları her seferinde söylemişlerdi.
AYDINLAR ALDANIRSA İŞİN İÇİNDEN ÇIKILMAZ
Diyelim ki bugün insanların, toplumların, devletlerin ve devlet adamların kendilerini aldatmaması, en önemlisi aydınların aldanmaması!.. Çünkü aydınlar aldanmazsa insanları işin gerçeğine getirirler. Fakat aydın aldanırsa işin içinden çıkılmaz.
ÇÖZÜM PKK İLE HÜKÜMETİN ELİNDE DEĞİLDİR
Güneydoğu meselesinde bayram yapılıyor, bitti çözüldü şeklinde. O kadar ki muhalefet yapmanız ihanet ediyormuşsunuz tepkisine muhatap oluyor. Fakat işin gerçeği henüz askıntıdadır. Çünkü sadece bu PKK ve onun etrafında olanlarla hükümetin elinde değildir çözüm. Ellerinde olsaydı 30 yıldan beri neden çözmediniz diye sorulur. Eğer devlet ile PKK anlaşması ile çözülüyorduysa 10 yıldır hükümet neden çözmedi. Bu kadar ölümden yıkımdan kim sorumludur diye sorulur!
MAKSAT TÜRKİYE'NİN PARÇALANMASIDIR
Çözüm bu ikisinin elinde değil. Tahrik eden dışarısıdır. Maksat Türkiye'nin parçalanmasıdır. Dış güçler işin içindedir. Meseleye yeni bir boyut getiriliyor. Sonuç hedef Türkiye'nin parçalanmasıdır.. Şimdiki yaygaranın adı sulh, barıştır.
Hem kendilerini hem bizi aldatıyorlar. Ancak yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Biz tarihi, toplumları bildiğimiz için söyleyelim ki; bu böyle çözülmez. Dışarının tesiri vardır. O tesiri etkisiz hale getirmeden çözülmez. Hükümet çıksın desin ki biz bu konuda dışarının sözünü dinlemeyeceğiz, onlarla hiç bir pazarlığa girmeyiz veya karşısı desin; o zaman konuşuruz konuyu. Fakat bunu söyleyemezler. Bu dışarının konuyu yeni bir aşamayla en son ülkemizi parçalanmaya daha uygun bir hale getirme çalışmasıdır. Toplum aldanmasın ilerde de hayal kırıklığına uğramayalım. Çözüm vardır ancak bu değildir.
İSRAİL NEDEN ÖZÜR DİLEDİ?
Bugünkü gazetelerin manşetleri 'İsrail özür diledi, bizim hükümetimizde kabul etti'. Bunun doğru olduğunu anlamanız için bizim basına bakmanız gerekmez. Dış basında aynı şekilde veriyorsa o zaman inanın. Ancak onlar bu şekilde vermeyecektir. Olay böyle değildir.
ABD Başkanı İsrail'e 'Filistin kurulsun sizde buna razı olun' dedi. Bu diplomatik dildir. Anlamı şudur: Filistinlilere bir statü sağlayalım. Bunun için Türkiye'den de yardım isteniyor. Görüntüde de olsa ilişkilerimiz kesik. Onun için Filistin'e yeni statü verilirken Türkiye yardımcı olacak, olay budur. Bunun için ilişkiler yeniden kuruluyor. Bunlar üst güçler tarafından istenmiş ve bu böyle çözümlenmiştir. Ben derim ki hiçbir zaman kendimizi aldatmayalım. Bizim milletimizin gücü; kendi ulaşacağı, elde edeceği, varacağı derecelerdir, merhalelerdir... Aldanmayalım.
Gönül ister bir tek silah daha ateşlenmesin, bir tek kişi daha ölmesin, can güvenliği içinde hür, umutlu, mutlu yaşasınlar. Ama bunun sağlanması bu şekilde olmaz.
SURİYE POLİTİKASI HATALIDIR
Suriye de insanlar birbirini kırarken; Hükümet halkı, halktan bir kısmı diğer insanları kırarken, bizim bir tarafa yardımcı olmamız değil, bizim bütün bu problemleri yaşayan halkları kardeş bilip neden bu duruma düşüyorlar diye endişelenmemiz, bunu bir tek silah bile ateşlenmeden nasıl çözeriz diye düşünmemiz gerekmektedir. Aynı şey Irak için Afganistan için söz konusudur...
YALANCI ANLAŞMALARLA BİR YERE VARILMAZ
Geçmişi çok iyi bilip geleceğe çok köklü çok boyutlu bir genel idealle, her kişide her aydında bulunan bir idealle yarına böyle adım atmakla hallolur. Bugünkü gibi aldatmacaları medyanın çıkardığı gürültüler, dışarının bize empoze ettiği, ilerde içyüzü çıkacak olan aldatmalarla değil... Böyle aldatıcı yalancı baharlar, yalancı barışlar ve yalancı anlaşmalarla bir yere varılmaz.
Kaynak: Sansürsüz Haber


http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=253833  videoyu izlemek için tıklayınız