Gönderen Konu: Oidipus Kompleksi ve Kafka  (Okunma sayısı 6702 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Oidipus Kompleksi ve Kafka
« : 19 Mart 2013, 03:58:44 ös »
Oidipus Kompleksi ve Kafka
Kafka’nın kadınlarla doğru düzgün bir birlikteliği olamadı. Yani tam anlamıyla mutlu bir aşk yaşantısı olmadı. Aşk yaşamı sadece mektuplarla sınırlı kaldı deyim yerindeyse. Bir kaç kez evlenme girişimleri oldu, ama son anda vazgeçti. Uzatmalı sevgilisi Milena’yla da sadece birkaç defa görüşebildi. Bu görüşmelerinin sonucuda ne yazık ki mutsuzluk oldu. Gerçi Kafka çok sevdi Milena’yı. Bunu mektubunda şöyle ifade ediyordu; “Beni sana getirecek bir yol bulmuştum, karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım. Bu yolu umutla, sevinçle, kazmış, kendimden de bir şeyler katmıştım. Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz, elbet yüreğim sızlar. (...) Bak Milena, “En çok seni seviyorum” diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, “Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla' dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.” Mektubunda “Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz, elbet yüreğim sızlar…” diyor. Bu satırların anlamı aslında Milena’nın evli olması gerçeği. Zaten Kafka’nın tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi, Milena’ya yazdığı mektuplarında da umutsuzluğa, karamsarlığa, çözümsüzlüğe, çıkışsızlığa ve deyim yerindeyse boşluğa rastlanmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. Burada sevgilisi Milena’ya yazdığı bir mektubu daha alıntılayayım; “Anladığım kadarı ile Milena ikimiz de çok çekingen ve ürkek kişileriz. Birbirimize gönderdiğimiz mektuplar o kadar çekingen o kadar korku dolu ki? Cevaplar dersen onlar ayrı bir korku kaynağı ikimize de doğuştan gelmemiş bu özellikler ama ben de huy edinmiş artık. Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. Ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada. Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor. Aslında senin anlamadığını söylediğin o mektuplar sana en yakın olduğum zamanlar yazmış olduklarım oluyor. Yeryüzündeki 38 yıllık yolculuğumdan sonra bir dönemeçte sana rastlıyorum ve bu geç gelen hiç beklemediğim karşılaşma sonrasında ne yapacağımı bilmez şaşırıp kalıyorum. İçimde fırtınalar kopamıyor, bağıramıyorum, çılgınlıklar yapamıyorum bu yüzden.”Görüldüğü gibi Kafka, Milena’yla arasındaki aşk ilişkilerini “Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı.” olarak tanımlıyor. Gerçekten de iki kapının ardındalar ayrı ayrı ve ortada oda bomboş kalıyor. Çünkü Kafka, Milena evli olduğu ve kocasını da çok sevdiği için ve aynı zamanda kendisini de çok sevdiği için kendilerini kapıların ardında olarak yorumluyor. Kapının arkasında gerek Milena ve gerekse Kafka için mutluluk değil, korku ve boşluk var. Bu yüzden Kafka’nın mutlu bir aşk yaşamı olmadı. Kısacası Kafka’nın aşk yaşamıda mutsuzluk içinde geçmiş ve geriye sadece bir boşluk kalmıştır.Burada şu soruyu sormakta yarar var. Kafka’nın aşk yaşamında mutlu olamamasının nedeni neler olabilir? Milena’nın evli olması gerçeğimidir? Yoksa Kafka’nında tıpkı Schopenhauer gibi, Nietzsche gibi kadın ve evlilik düşmanı bir mizojin olması mıdır? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce mizojin olgusu üzerinde kısaca durmak da yarar var.Vikipedi’de Mizojinlik şöyle tanımlanıyor; “Kadın düşmanlığı kadınlara yönelik abartılı düşmanlıktır. İngilizce'deki “Misogyny” terimi Yunanca'daki “Kadın (Gyne)” ve “Nefret etmek (Misein)” kelimelerinden türetilmiştir...” Mizojinlik olgusu kadının ayartıcı ve baştan çıkarıcı olmasının erkeklerde nefrete dönüşmesiyle gelişen bir süreçtir. Anımsanacağı üzere 1. bölümde Freud’un Oidipus Kompleksi teorisinden yeterince sözetmiştim. Burada tekrar sözetmeyeceğim ama sadece şuna değinmekle yetineceğim. Freud’un Oidipus Kompleksi teorisine göre erkek çocuğu annesinin babasıyla birlikte olduğunun farkına varmasıyla birlikte içine sindiremez bu durumu ve babasını kıskanmaya başlar. Babasının yerinde olmak ister. Yani babasının yerine annesinin kendisini sevmesini, kendisiyle birlikte olmasını ister. Annesinin kendisiyle birlikte olmadığının farkına varan çocuk, annesinden nefret etmeye başlar. Bu nefret giderek annesinin üzerinde yoğunlaşır. Eğer erkek çocuğu bu olguyu atlatamazsa işte kadın düşmanı olur ilerleyen yaşlarında. Ve annesiyle başlayan bu süreç zaman içinde bütün kadınlardan nefret etmesine yol açar. Çünkü diğer kadınlarında tıpkı annesi gibi kendisini sevmeyeceklerini sanır. Evlilikten de nefret etmeye başlar. Mizojin deyimi çok tartışılan bir deyim aslında. Dini, felsefi, sosyal ve psikolojik boyutu olması nedeniyle her an her yerde de karşımıza çıkabiliyor. Elbette tartışılıyor olmasının asıl nedenini de mizojinin kelime olarak "Kadın düşmanlığı" anlamına gelmesi. Kadın düşmanlığı ilk etapta kişinin çocukluk gelişimi incelenerek ele alınıyordu. Freud bu durumu Oidipus kompleksine bağlıyor işte. Kafka’nın tıpkı Schopenhauer gibi bir mizojin (Kadın düşmanı) olup olmadığını anlayabilmek için, yani Kafka’nın bu gerçeğinin izlerine ulaşmak için onun kaleme aldığı “Aforizmalar” adlı yapıtına bakmak yeterli olacaktır . “Aforizmalar” adlı yapıtının 7 numaralı aforizmasında Kafka şöyle yazıyor; “Kötü’nün elindeki en ayartıcı silah, savaşa çağrıdır. Kadınlarla yapılan savaşa benzer, ki sonu yatakta biter…” Kafka kötünün elindeki ayartıcı silahla bizi savaşa çağırmasını- ki lütfen dikkatli okunsun- kadınlarla yapılan, savaşa benzetiyor ve ekliyor, sonu yatakta biter bu savaşın diyor. Bu akla şunu getiriyor ister istemez. Kafka’ya göre kadınlarla cinsel anlamda bir birliktelik yaşamak demek, savaşmak demektir. Bir anlamda kadın düşmandır . Çünkü düşmanla savaş yapılır ancak. Savaş alanı da yataktır. Şimdi Kafka’nın 105 numaralı aforizmasına geçeyim. Şöyle yazıyor Kafka bu aforizmasında; Bu dünyanın baştan çıkarma aracı ile bu dünyanın sadece bir geçiş olduğuna ilişkin güvence, bir ve aynı şeydir. Böyle olması da gerekir, çünkü dünya ancak bir yoldan yaratabilir bizi ve bu da gerçeğe uygun düşer. Ama işin berbat yanı, ayartı başarıya ulaşınca biz güvenceyi unuturuz ve böylece iyi bizi kandırıp Kötü’nün kucağına atar, kadının bakışıyla bizi yatağına çağırması gibi.”Bu aforizmasında da görüldüğü gibi, Kafka ayartıyı en berbat yan olarak tanımlıyor. Kafka’ya göre ayartı başarıya ulaşınca güvenci ve inancı unutturuyor. Güvencini ve inancını yitirince de Kafka’nın deyimiyle “İyi bizi kandırıp Kötü’nün kucağına atar.” Konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve kavranabilmesi için Schopenhauer’in kadın düşmanlığına da bir örnek vereyim. Mine G. Kırıkkanat Radikal gazetesinin internet baskısında “Aşk Ve Nefret” adlı yazısında Schopenhauer’in kadın düşmanlığı hakkında şunları yazıyor; “Kadının, erkeğe oranla fiziksel zayıflığı dolayısıyla kendisini korumak için doğal bir kurnazlık ve sahtekarlık yeteneğiyle de donatıldığını ileri süren Schopenhauer için, bütün kadınlar erkekleri o ya da bu biçimde aldatırdı. Kocasına bir başka erkekle ihanet eden kadınlar, bu ihaneti ekonomik ihtiyaçlarını karşılayan erkeğe karşı sorumsuzluk değil, sağlıklı ve güçlü kuşaklara karşı sorumluluk olarak algılar, dolayısıyla evdeki çirkin, bitkin ve yaşlı kocadan çocuk yapmaktansa, yakışıklı ve genç aşıklardan çocuk doğurmayı görev bilirlerdi.Schopenhauer'un kadın düşmanlığı, geniş ve derin. Ünlü düşünürün kadınlara nefreti, başta Nietzche, pek çok filozof ve araştırmacıya konu olmuştur. Annesinden intikam almaktadır, aslında bir kadın delisi olup, tüm aşkları hüsranla sona eren Schopenhauer. kitabında kadınlara yüklediği tüm kusurları, uçarı, süslü, sorumsuz ve hain annesinde görmüştür: Babası intihar ettikten sonra âşığını eve alıp, kendisini kapının önüne koyan annesinde...


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: Oidipus Kompleksi ve Kafka
« Yanıtla #1 : 19 Mart 2013, 03:59:32 ös »
Kendi ağzından okuyalım: "Hasta ve sakat babam yatağa çakıldığında, eğer valide hanımın vermediği şefkati iyi yürekli sadık bir uşak üstlenmeseydi, aç ve susuz, ölüme terk edilecekti. Babam, yukarıdaki katta yalnızlığın karanlığına kayarken, valide hanım aşağıdaki katta suareler verirdi. Babam acılar içinde kıvranırken o eğlenirdi. İşte kadınların aşkı!"Mine G. Kırıkkanat, Schopenhauer’in kadınlara daha doğrusu annesine karşı düşmanlığının sonucu olarak Schopenhauer’in annesinden nefret ettiği sonucunun altını çizerken son derece haklıdır. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi Mizojinliğin altında yatan esas neden kadınlara duyulan nefrettir.Şimdi geldik bu yazının yazılması gereken en zor yerine. Kafka’nın ünlü eseri “Aforizmalar”’daki 8 ve 9 numaralı aforizmasına. Kafka’nın bu aforizmasını okumak, anlamak daha doğrusu anlamaya çalışmak ve yorumlamak gerçekten çok zor. Şöyle yazıyor Kafka; “Pis kokulu bir kancık, sayısız yavrunun üreticisi, daha şimdiden yer yer çürüyen, gerçi çocukluğumda benim her şeyim di, her zaman sadakatle peşimden gelir, tekmeleyemem ama, onun yerine kendimi adım adım geri çekerim, nefesinin kokusuna bile tahammül edemem; yine de aksini yapmaya karar vermediğim sürece, belli belirsiz bir karaltı halinde büyüdüğünü gördüğüm köşeye doğru sürüklüyor beni; tamamen parçalara ayrışıyor, üstüme abanıyor ve benimle birlikte, kurtlanmış ve irinli dili -bir onur mu benim için?- elimin üstünde, benimle son buluyor…”“ Pis kokulu bir kancık.” diyor Kafka. Aforizmanın başlangıcı bile son derece ürkütücü zaten değil mi? Kafka’nın pis kokulu bir kancık dediği kişi kim acaba? “ Devam edelim …“Sayısız yavrunun üreticisi” Demek ki sözünü ettiği kişi evli ve sayısız yavrusu var. “Daha şimdiden yer yer çürüyen” Yani bu kişi Kafka’ya göre şimdiden çürüyen bir kişi. “Gerçi çocukluğumda benim herşeyimdi, her zaman sadakatle peşimden gelir” Şöyle soralım, bir insanın çocukluğunda her şeyi olan ve sadaketle peşinden gelen kişi kimdir? Bu kişi elbette ailenin içinde olan ve insanın çocukluğunda kendisinin herşeyi olan ve sadakatle peşinden gelen kişidir. Demek ki Kafka’nın sözünü ettiği kişi evlerinin içinden birisi. Artık bu kişinin Kafka’nın uzatmalı sevgilisi Milena olmadığını biliyoruz. “Tekmeleyemem ama, onun yerine kendimi adım adım geri çekerim.” Bu kişi Kafka’nın üstüne üstüne geliyor ama Kafka onun yerine kendisini geri çekiyor ve tekmeleyemiyor onu. ”Nefesinin kokusuna bile tahammül edemem”. Görüldüğü gibi Kafka bu kişinin nefesine bile dayanamıyor.Devam edelim Kafka’yı okumaya “Yine de aksini yapmaya karar vermediğim sürece, belli belirsiz bir karaltı halinde büyüdüğünü gördüğüm köşeye doğru sürüklüyor beni” diyor. Kafka’nın bu cümlesinin anlamı son derece açık aslında, Kafka bu kişinin tehditi altında. Ama bu kişinin Kafka’yı köşeye doğru sürüklemesi zorla oluyor. Kafka bu yüzden işte bu kişinin yapmak istediğinin aksini yapmaya karar veremiyor. Okumaya devam ediyoruz “Tamamen parçalara ayrışıyor, üstüme abanıyor ve benimle birlikte, kurtlanmış ve irinli dili -bir onur mu benim için?- elimin üstünde, benimle son buluyor…” Bu kişi Kafka’nın üstüne abanıyor evet yanlış okumadınız üstüne abanıyor bu kişi. Yani amacına ulaşıyor ve Kafka’yla zorla birlikte oluyor tamamen parçalara ayrışarak. Ve Kafka’nın deyimiyle; ” Benimle birlikte, kurtlanmış ve irinli dili -bir onur mu benim için ?- elimin üstünde, benimle son buluyor…” diyor Kafka ve soruyor; “Bir onur mu benim için ?”Kafka’nın bu 8 ve 9 numaralı aforizması sizlere neleri çağrıştırıyor ? Aile içinde olan bir kişinin zor kullanarak Kafka’yla cinsel bir birlikte oluşunu mu (Aile içi cinsel ilişki olan ensesti) çağrıştırıyor? Yoksa Kafka’nın bilinçaltında üstü örtülü kalmış olan Mizojinliğinimi ve Oidipus Kompleksini mi çağrıştırıyor? Aslında bu aforizma hem aile içinde olan kişinin Kafka’ya zor kullanarak cinsel anlamda birlikte oluşunu yani ensesti çağrıştırıyor. Hem de Kafka’nın bilinçaltında gizli kalmış Mizojinliğini ve Odipus Kompleksini çağrıştırıyor. Çünkü Oidipus Kompleksinin özü aile içi cinsel ilişkiye yani enseste ve biseksüelliğe yani eşcinselliğe dayanır.Bu konuya geçmeden önce bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor. Kafka’nın hemen hemen birçok eserinde ve hikayelerinde eserin baş kahramanının kendisi olduğu gerçeği bilinir. ”Dava”’daki Bay K., “Dönüşüm”deki Gregor Samsa ve “Şato”’daki Bay K. Bunların hepside Kafka’nın kendisidir aslında. Ve diğer hikayelerindeki, özellikle hayvan hikayelerindeki birçok hayvanın da kendisi olduğu yine bilinir. Yani Kafka’nın eserlerini anlamak için onun yaşamındaki mutsuzluklarını da bilmek gerekiyor. Çünkü Kafka’nın eserlerinin bir çoğu hakikaten anlaşılmazdır okuyucu için. Bu anlaşılmazlığın nedeni ise Kafka’nın aslında kendi yaşadıklarını daha doğrusu psikolojik dünyasındaki gerçekleşen beyin kramplarını ve (bir dostumun deyimiyle) beynindeki paslarını yazmasıdır. Ama bu yazdıkları her ne kadar gerçekte yaşadığı olaylar ve olgular olmasa bile, sonuçta Kafka’nın bilinçaltında gerçekleşen olaylar ve olgulardır. İşte yukarıda aktardığım aforizmada Kafka’nın gerçekte yaşadığı olmasa da bilinçaltında yaşadığı olaylar ve olgulardır. Kafka’nın özellikle ailesiyle olan ilişkilerindeki ve aşk ilişkilerindeki bütün bu mutsuzluklarının Kafka’nın beyninde kramplar, travmalar ve paslar açmaması mümkün değildir zaten. Son tahlilde Kafka,hakikaten beyninde ve bilincinde olan bu krampların, travmaların ve pasların izlerini atamamış ve bilinçaltında kalmıştır bunlar. Kafka bu yüzden işte genellikle bilinçaltında kalan bu izlerden dolayı bunları kaleme almıştır.Şimdi Kafka’nın Öidipus Kompleksine doğru yol alabiliriz. Ama öncelikle Freud’un bu Oidipus Kompleksi tezinin mitolojik kökenine değinelim. Babylon.com'da şöyle anlatılıyor bu mitolojik öykü; “ Oedipus (Yunanca “Oidipous”, "Şişik ayaklı"; Latince “Oedipus”) veya “Oedipus”. Thebes'in mitolojik kralı, Laius ve Jocasta'nın oğlu. Babasını öldürüp, annesiyle evlenmiştir. Oedipus'un babası, Laius, öğrencilerinden birine tecavüz ettiği için Pelops tarafından lanetlenir: Laius'un yeni doğan oğlu Oedipus, babasını öldürecektir. Bunun üzerine Laius, oğlunun ayak bileklerini iplerle sardırır (Yunanca oidipous, "Şişik ayaklı") ve Oedipus'un, kurtlara ya da kuşlara yem olması için ormana bırakılmasını emreder. Fakat yardımcısı, Laius'a ihanet eder ve küçük “Edip” götürüp bir çobana teslim eder. Çoban, Küçük Edip'i, çocukları olmayan Corinth kralı Polybus ve kraliçe Merope'ye (veya Periboea) armağan eder. Polybus ve Merope, Oedipus'u kendi öz çocukları gibi sever ve büyütür. Korint Kral ve kraliçesi oğulları Oidipus'la birlikte mutlu yaşarlar, ta ki günün birinde bir şölen sırasında oldukça sarhoş bir davetli Oidipus'a "evlatlık" gözüyle bakana dek.Ertesi gün genç adam annesini, babasını sorgular, ikisi de inkar eder. Oidipus yine de kuşku içinde kalır. Bunun üzerine Delphoi'ye yola çıkar. Kahin onu horlayarak başından savar; sorusuna hiç değinmeden iğrenç bir geleceğin haberini verir: Oidipus annesiyle beraber olacak, zina ürünü bir soyu türeyecek ve kendisine hayat vermiş olan babasının katili olacaktır. Dehşete düşen Oidipus nereye gideceğini pek düşünmeden oralardan kaçar, bir daha asla Korint'e dönmeyecektir. Delphoi'den çıkarken dar bir yol ağzında arabaya binmiş, yanında da bir kaç hizmetçi bulunan bilinmedik yaşlı bir adama rastlar. Geçiş önceliği için çekişirler: Oidipus arabanın yanındean geçmekte iken yaşlı adam onun kafasının orta yerine iki kamçı darbesi indirir. Oidipus hemen sert karşılık verir: Sopası ile ihtiyarı yere yıkar, sonra da tanıkları öldürür. Artık yollarda başıboş dolanmaya başlar Thebai'ye varır. Bu şehrin üzerinde bir bela vardır. "Şehrin dolayında dağlık bir buruna bir canavar, çiğ et yiyen Sfenks yerleşmiştir."(Aiskhylos)Sfenks yolcuları gözetleyip, her birine bilmecesini sorar; hiç kimse bilmeceyi çözemez, O da hepsini parçalayıp yer. Thebaililer her gün agoraya toplanarak, bilmecenin cevabını bulmaya çalışırlar; kralları yeni öldürülmüş olduğundan kendilerini sfenksten kurtaracak olan kimseye sitenin tahtını da söz verirler. Oidipus oradan geçerken bilmece ona da sorulur: "O hangi yaratıktır ki bir süre iki ayak üzerinde, bir süre üç, bir süre de dört ayakla yürür ve de, doğa yasalarına aykırı olarak, ayakları en çok olduğu zaman güçsüzdür? "Oidipus söyle bir düşünür ve yaratığın insan olduğunu söyler: İlk çocukluğunda insan dört ayağı üzerindedir, emekler, saha sonra da iki ayağı üzerinde yürür, nihayet yaşlanınca da bir sopaya dayanır…”Görüldüğü gibi Freud’un bu Oidipus Kompleksi tezinin mitolojik kökeni Oidipus'un öz annesiyle birlikte olmasına yani enseste dayanır. Şimdi geçebiliriz artık Kafka'nın Odipus Kompleksine. "Varoluşçu Psikoterapi" sitesinde Freud'un Oidipus Kompleksi şöyle özetleniyor;"...Süperego’nun kurulumu öidipal dönemin sonunda oluşur. Erkek çocuk ilk nesne seçimini anneye, kız çocuk babaya yapar. Yapılan seçimin önünde engel olarak görünen erkek çocuk için baba, kız çocuk için anne üzerine düşmanca duygular geliştirilir. Çocuk bu duygularla başa çıkamaz ve sonunda oidipus karmaşasının bir çözümü bağlanması gerekir. Oidipus karmaşası, erkek çocuğun anneye yatırdığı ruhsal enerji yükünü azaltarak baba ile özdeşleşmesiyle, kız çocuğun ise babaya yönelttiği nesne yükünü azaltarak anne ile özdeşleşmesiyle son bulur. Bu özdeşleşmeler ilk süperego oluşumunun çekirdeğini oluşturur.

Ancak oidipus karmaşasının içinde daha komplike bir yön vardır ve ancak bu yönün anlaşılmasından sonra oidipal sorunların “tam bir değerlendirilmesine” ulaşılabilir. Freud’un “eksiksiz (iki yönlü) oidipus karmaşası” teorisinde, insan doğasının çift cinselliğinden gelen, birisi daha baskın, anne ve babaya yönelik iki yönlü tepki ve özdeşleşme olduğunu ileri sürülmektedir.


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle
Ynt: Oidipus Kompleksi ve Kafka
« Yanıtla #2 : 19 Mart 2013, 04:00:08 ös »
Bu perspektiften bakıldığında, erkek çocuğun erkeksi libidinal gücü “anneyi nesne seçip, babaya karşı düşmanlık” geliştirmekte, çift cinselliğinden gelen dişil yönüne ait libidinal güç ile de “babayı sevgi nesnesi seçip anneyle özdeşleşme geliştirmedir.” Eşcinsellik sorununun psikanalitik teşhis ve tedavisi, bu varsayıma yaslanarak yapılmaktadır. Kız çocuk içinde, erkek çocuk gibi karmaşık bir durum geçerlidir. Aslında çift cinsellikten ileri gelen nesne yatırımı her çocukta, bir cins için daha güçlü diğeri için daha zayıf olsa da her iki taraf için de gerçekleştiği için bütün nesnelerle ilişkilerinin devamlılığı mümkün kılınmış olmaktadır. Mesela erkek çocuk, oidipal kompleksin çözüm noktasında ; baba ile özdeşleşmekte ve egosu içine aldığı baba imgesinin gücü sayesinde, id’den kaynaklanan anneye yönelik cinsel ilgiyi bastırmaktadır. Ancak daha zayıf dişil yönü ile yöneldiği babaya karşı olan ilgiyi de anne ile yaptığı kısmi özdeşleşme sayesinde reddetmektedir. Öidipal dönemde cinsel ilgiler ne denli yoğunsa bu ilgileri bastırmak için baba korkusunun ve diğer kültürel etmenlerin (eğitim,din) daha güçlü olarak egoya yerleşmesi gerekmekte ve süperego olarak adlandırılan bu bastırıcı oluşum o denli güçlü olmaktadır.Bu şekilde oluşan gereğinden güçlü, hatta egoya sadistik bir şekilde davranan bir vicdan “bilinçdışı suçluluk duygularının” olağan kaynağıdır. Sonuç olarak Freud, süperego’nun bir cins için daha kuvvetli olarak gerçekleşen anne ve baba ile özdeşleşmelerin bir tortusu olarak, oidipal dönemin sonunda geliştiğini ileri sürmektedir. Oluşan bu yapı yani süperego,oidipal arzuların gerçekleştirilmesi itkisine karşı organizmanın içinden kurulmuş bir engel vazifesi görmektedir.Freud, ruhçözümsel çalışmaların başından itibaren, insan ruhunda ahlaki özellikte yüce bir özün görmezden gelindiğine yöneltilen eleştirilerin bu çalışmayla cevaplandığını düşünür. Ruhçözümsel çalışmalar, anne-baba ile ilişkilerin bir temsilcisi olarak gelişip serpilen “süperego” kavramına geçişle birlikte , insan ruhunun içindeki ahlaki özün kaynağını ve karakterini kendince açıklamış olmaktadır. Vicdanın, yani psikanalitik literatürdeki adıyla süperego’nun, ileri sürdüğü talepler ve standartlar ile egonun “karşılık gelen uygulamaları” arasındaki farkı, suçluluk duyguları üreterek cezalandırabilme kabiliyeti, süperego’yu insan davranışlarını yönlendirmede çok özel bir konuma yerleştirir..."Bu yaptığım alıntıdan da anlaşılacağı gibi Freud'un Oidipus Kompleksi tezinin anlamı özetle şudur. Erkek çocuğu annesiyle ilk tanıştığında annesinin sütünü içtiği için bir ilişki kurar annesiyle. Bu ilişkisi annesine giderek bağlanmasına döner, yani bir anlamda annesine aşık olur. Daha sonra annesinin babasıyla olan ilişkisinin farkına vararak babasını önce bir rakip, daha sonrada bir düşman olarak görmeye başlar. Erkek çocuğunun babasına olan bu düşmanlığı giderek babasından nefret etmeye dönüşür. Çünkü babası annesini çocuğun elinden almıştır. Zamanla erkek çocuk babasının yerini alamayacağının farkına vardıkça babasıyla özdeşleşir. İşte erkek çocuğunun babasıyla özdeşleşmesi erkek çocuğunun Oidipus Kompleksini çözmesinin ilk adımıdır. Eğer erkek çocuğu Oidipus Kompleksini çözemezse bu çok ciddi kramplara, travmalara ve paslara neden olur erkek çocuğunun beyninde ve bilincinde. İşte bu erkek çocuğunun Oidipus Kompleksini çözemeyip babasıyla özdeşleşememesi erkek çocuğunu bilincinde olmadığı yada bilinçaltına attığı annesiyle cinsel olarak birleşmeye yani ensest ilişkiye götürür. Oidipus Kompleksi sadece bunu içermez. Erkek çocuk aynı zamanda annesi onu bırakıp babasıyla birlikte olduğu içinde annesinden soğumaya ve giderek annesinden nefret etmeye başlar. Yani erkek çocuk annesinin kendisini sevmediğini ve bu yüzden babasıyla birlikte olduğunu sanır ve annesinden nefret etmeye başlar ve babasıyla özdeşleşir. Eğer erkek çocuğu babasıyla özdeşleşirse Oidipus Kompleksini çözer. Eğer babasıyla özdeşleşemezse Oidipus Kompleksini çözemez erkek çocuğu ve bu durum tıpkı Kafka örneğinde olduğu gibi, evet tıpkı Kafka örneğinde olduğu gibi beyninde ve bilincinde çok ciddi kramplar, travmalar ve paslar meydana getirir. İşte erkek çocuğunun Odipus Kompleksini çözemeyip babasıyla özdeşleşemesi biseksüelliğe yani eşcinselliğe götürür çocuğu. Şimdi Kafka'ya kısaca değinelim. Başlangıçta Kafka önce babasının çok ciddi baskıları altındaydı, bunu biliyoruz. Babasının bu çok ciddi baskıları yüzünden hiçbir zaman babasıyla özdeşleşemedi. Ama Kafka annesiyle de hiçbir zaman özdeşleşemedi. Çünkü annesi de babasının çok ciddi baskılarıyla edilgin yani pasif bir durumdaydı. Annesi her defasında babasının haklı olduğunu ifade ettiği için Kafka annesiyle özdeşleşemedi. Kafka işte bu gerek babasıyla ve gerekse annesiyle özdeşleşememe nedeniyle hiçbir zaman yaşamında ve aşk yaşamında mutlu olamadı. Bunun altında yatan tek nedense Kafka'nın Oidipus Kompleksiydi. Aslında Kafka'nın yaptığı çocukluğunun korkularına dokunmak, ergenlik yıllarındaki küflenmişliğini koklamak, anne ve baba olgusunu parçalamak ve kendisiyle özdeşleştirmekti. Sonra da eserlerindeki karakterlerle birleştirmekti. Yazdıkça kendisini parçalara ayırdığı her noktada bir mikroskop yardımıyla detaylarını bulmaya çalışmaktı. Her hücresine dokunabilmek isteğiydi. Yaşamındaki çıkmazlardan ortaya çıkan kulelerin yükselişini kulelerin yapımındaki harçların bileşimlerinin ruhuna erişebilmekti. Ve her seferinde yetişkin olan küçük çocuğun içdökünmelerine tanık olmaktı. Değerli birçok yapıtın kaynağı ve doyurucusu Kafka’ nın çıkmazıydı işte Odipus Kompleksi. Bir yandan içinde dinmeyen arayışları, bir yandan kendi olabilme çabası, bir yandan da dinmeyen öfkesiydi. Kendini arayışı, yaşadıklarını anlamlandırma çabası mutsuz yaşamının en güzel yanı olan eserlerinin yaratıcısıydı o. Kafka’yı Kafka yapan nedenlerden birkaçıydı bunlar sadece. Yani yıkıntılı bir yaşamın anlamlandırılmasındaki sancının kapılarına kaç kez dokunsak o kadar iniltili seslere yöneliyor kulaklarımız. Beynimizdeki pasları silmek adına…

 

KAYNAKLAR:1) F. Kafka "Milena'ya Mektuplar"2) Vikipedi3) F. Kafka "Aforizmalar"4)Mine G. Kırıkkanat "Aşk Ve Nefret"Radikal gazetesinin internet sayfası5)http://www.babylon.com/definition/Oidipus/Turkish6)http://www.varoluscupsikoterapi.net/...izkavram3.html

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4077
    • Profili Görüntüle