Gönderen Konu: İçinde bir eşcinsellik potansiyeli taşıyan genç  (Okunma sayısı 3586 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4099
    • Profili Görüntüle
İçinde bir eşcinsellik potansiyeli taşıyan genç
« : 17 Aralık 2012, 10:42:30 öö »
Bir Anadolu Yabancılaşması: Kürk Mantolu Madonna



      Cumhuriyet dönemi edebiyatının önemli isimlerinden birisi olan Sabahattin Ali; hikaye ve romanlarıyla gerçekçi olma mücadelesi vermiş, kalemiyle çağının siyasi ve sosyal durumuna ışık tutmuştur. Sabahattin Ali’nin eserleri edebi kaygının dışında, onun inişli çıkışlı yaşamı ve esrarengiz ölümüne de belge niteliğindedir. Yaşamı boyunca siyasi çizgisinden ödün vermemiş olan yazar, edebi hayatında da köyüne ve köylüsüne yabancılaşmış olan küçük burjuva aydınlarına güvenmemiş, Anadolu insanının yaşamını salt gerçeklikle eserlerinde işlemiştir.

       Birinci ve ikinci dünya savaşlarının insan hayatına getirdiği huzursuzluk, anti-kahramanların edebiyat dünyasına girmesine sebep olmuştur. Kendisine ve çevresine karşı yabancılaşmış olan kahramanlar, toplum tarafından önemsenmeyen/fark edilmeyen silik tipler olarak Türk edebiyatında da eserlere kaynaklık etmiştir. Bu bağlamda Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Tezer Özlü gibi Sabahattin Ali’de Raif Efendi ile birey-toplum, kadın-erkek çatışmasını gözler önüne serer.

       Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının hikaye mi? roman mı? olduğu (en azından Sabahattin Ali uzun hikaye demiş), isminin ne olarak düşünüldüğü konusundaki belirsizlik ise Raif Efendi’den ziyade kitabı kafamda kahramanlaştırmama sebep olmuştur. Cevdet Kudret bu roman için Sabahattin Ali’nin ‘Lüzumsuz Adam’ başlığını düşündüğünü ancak ‘’z’’ ve ‘’s’’ seslerinin kakofonisinden hoşlanmayarak bu isimden vazgeçtiğini söyler. Pertev Naili Boratav ise yazarın bu romanının başlığını, Sabahattin Ali’nin Almanya’da tanıştığı Frolayn Puder adlı bir bayanın yirmi sekiz yaşında olmasına istinaden ‘’Yirmi Sekiz’’ olarak düşündüğünü kaydeder. Neticede kitabın ismi Kürk Mantolu Madonna olarak yayımlanmış/değiştirilmiştir.

      Sabahattin Ali eserlerinde genellikle, gözlemlediği ve yaşadığı, tanık olduğu olayları anlatmıştır. Kürk Mantolu Madonna’ya ilham kaynağı olan olay ise, 1928 yılında Sabahattin Ali’nin Almanya’ya devlet kanalıyla gönderildikten sonra orada tanıştığı Frolayn Puder adlı bir bayanla yaşadığı aşktır. Sabahattin Ali’nin yaşadığı bu ilişki Raif Efendiyle can bulmuş, Raif Efendi’nin içe kapanık, çevresine uyum sağlayamayan, yaşadığı topluma ve kendisine karşı duyarsız kişiliğiyle yabancılaşma kavramını irdelemiştir. Sabahattin Ali, romanı iki farklı anlatıcıdan bizlere aktarır. Bu şekilde yazar, yabancılaşma olgusuna birçok yönden bakmamızı sağlayacaktır. Romanın ilk bölümüne, ismini bilmediğimiz kahramanla giriş yapan yazar, bize Yusuf Atılgan’ın sadece ‘’C.’’ dediği ‘Aylak Adam’’ı hatırlatır.

       Bankadaki memuriyetinden çıkarıldıktan sonra işsiz bir vaziyette Ankara sokaklarında dolaşan X, eski bir arkadaşı olan Hamdi’yi görür. X’in işsiz olduğunu öğrenen Hamdi Bey, ona müdür yardımcılığını yaptığı şirkette bir iş verir. Raif Efendiyle aynı odayı paylaşan X, dışarıdan bir gözle Raif Efendiyi (gibileri) topluma şöyle sunacaktır;

‘’Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. Halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: ‘’ Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?’’ Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.’’

      Raif Efendinin içine kapanık kişiliği, bilinmeyen iç dünyası X’in dikkatini çeker. Günlerce aynı odada çalışmalarına rağmen tam anlamıyla bir yakınlık olmaz aralarında. Raif efendi hakkında bildikleri ise diğer iş arkadaşlarının anlattıklarıyla sınırlıdır. Raif Efendi, zaman zaman rahatsızlanır ve işe gidemez, o günlerde ise tercüme edilecek yazılar evine gönderilir. Yine birgün rahatsızlanıp işe gidemeyen Raif efendiye, tercüme edilmesi gereken yazıları, merakının şiddetine dayanamayan X götürür. Bu şekilde bir nebze olsun Raif efendiye yakınlaşmış olur. Raif efendinin yaşadığı evi, kalabalık ailesini ve ailesiyle olan ilişkisini gözlemleyen X, karşılaştığı durum karşısında şaşırır. Aile bireylerinin Raif efendiye en ufak bir saygıları olmadığı gibi, Raif efendinin de ailesiyle arasında manevi bir bağ yoktur. Birbirine dahi yabancı olan bu aileye binaen X’in ağzından şu cümleler dökülür;

‘’İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.’’

      Şubat ayının ortalarında daha ağır bir şekilde rahatsızlanan Raif Bey, evine gelen X’ten işyerindeki eşyalarını getirmesini ister. Raif beyin masasındaki eşyaları alan X, çekmecede bir defter görür ve onuda yanına alarak Raif Bey’e gider. Romanın ikinci anlatıcısı ise bu siyah kaplı defter olacaktır. Her ne kadar Raif Bey X’ten bu defteri sobaya atıp yakmasını istesede X, Raif efendinin insanlardan kaçmasının, ailesine dahi tepkisiz kalmasının sebebini öğrenmek ister. X, Bu siyah kaplı defterin yanmasını bir gece daha erteleyerek Raif Efendinin bu dönüşümüne sebep olan olayları okuyucuyla paylaşır.

       Babası tarafından Almanya’ya sabunculuğun inceliklerini öğrenmesi için gönderilen Raif Efendinin hayatı, buradaki bir resim galerisinde gördüğü ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ tablosuyla değişir. Günlerce bu tabloyu seyretmek için giden Raif Efendi bu tabloda ne bulmuştu? Raif Efendinin dilinden dökülen cümleler ise okuyucuyu gayet tatmin eder niteliktedir;

‘’Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in Mehcure’sinden, Şövalye Büridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra’dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed’in annesi Amine Hatun’dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir karışımıydı’’

      Geçmişte birçok düşünce sisteminde yabancılaşma olgusu irdelenmiştir. Karl Marx, insanın emeğiyle ürettiği ürünün, insan emeğinin önüne geçerek varlığına karşı bir yabancılaşmadan söz eder. Tüketimle birlikte yabancılaşmanın arttığından bahseden Jean Baudrillard ise insanın tükettiği nesnelerle yorumlandıgından ve tüketimin bir yabancılaşma durumu olduguna işaret eder. Raif Efendinin ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ tablosuyla varolmaya çalışmasını ise belki de en iyi ifade eden kavram, Merton’un kuramlaştırdığı ‘özel yabancılaşmadır’. Bu tür yabancılaşmada kişi fetiş derecesinde bir şeye bağlanarak kendisini toplumdan soyutlar. O nesne elinden alındığında ise kişi, kendisini hiç ve anlamsız olarak ifade eder.

      Raif efendi kafasında tasavvur ettiği kadını (ya da tasavvur ettiği bütün kadınların toplamını) bu tabloda bulmuş ve sergideki kataloğu karıştırarak bu tabloyu kimin resmettiğini bulmaya çalışmıştır. ‘’Maria Puder..’’ ressamın sergideki tek eseri kendi portresidir. Bu süreçten sonra portredeki kadınla aynı havayı soluyor olduğu düşüncesi, sıkılgan, amaçsız ve lüzumsuz Raif efendinin hayatına anlam yüklemiştir. Bol alkollü bir yılbaşı gecesi tarifsiz bir rastlantıyla, karşısında ‘Kürk Mantolu Madonna’sını gören Raif efendi ona aşık olur ve birbirini takip eden görüşmeler neticesinde aralarında sıcak bir ilişki başlar. Romanda Maria Puder ve Raif Efendi evrendeki en zıt iki karakter gibidir. Birbirleriyle olma olasılığı çok düşük olan bu iki karakter, yazarın kadın ve erkek arasındaki yabancılaşmayı dile getirdiği önemli noktalardan birisidir. Şimdiye kadar kadın ve erkeğe yapılan tanımlamaların ötesinde ilişkileri boyunca Raif Maria’yı, Maria Raif’i anlamaya çalışır.

Kadının erkeğe, erkeğin kadına olan açlığının bir diğer ifadesi olan bu ilişki, yazarın tek bir sözüyle son bulur; ve bir gün her şey bitti..

      Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna romanıyla yabancılaşma olgusunu bu üç karakter üzerinden irdelemiş, Anadolu insanının farklı bir yönünü Türk edebiyatına yansıtmıştır. Yakın bir tarihe kadar, hem Avrupa hem de Türk burjuva aydınları tarafından Anadolu insanının sürekli, fes, ırgat, tarla gibi köylücülük düzeyine indirgenmesi ve oryantalist kalıpların dışına çıkarılamamasına karşın, Sabahattin Ali, bu insanların iç dünyalarını, buhranlarını, kaygılarını yakalama başarısına erişmiş bunu eserlerinde sade, akıcı ve sağlam bir dille anlatmayı başarmıştır.

Melih ÇAPRAZ