Gönderen Konu: FARE ADAM VAKASI ve FREUD : HOMOSEKSÜELLİK  (Okunma sayısı 12821 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
FARE ADAM VAKASI ve FREUD : HOMOSEKSÜELLİK
« : 28 Ekim 2012, 09:50:38 ös »
Takıntılı düşünceleri olan genç bir adam ve Freud’un yaklaşımı
 
Genç bir adam takıntılı düşünceleri için Freud’dan yardım istemeye karar verir;
 
Üniversite mezunu bir genç adamın çocukluğundan beri var olan ancak son dört yılda artmış takıntı şikâyeti vardır. Adam, babasının ve hayran olduğu kadının başına bir şey geleceğinden korkar.
 
Ayrıca genç adamın aklına, saçma davranış şekilleri gelir. Örneğin kendi boğazını jiletle kesmek istemek gibi.
 
Bu güne kadar tek yararlandığı terapi şekli hidroterapidir. Ama bunun sebebi, sanatoryumda tanıştığı bir hanımla düzenli cinsel ilişki kurmuş olmasıdır. Fahişelerden iğrenir. Genelde cinsel yaşamını güdük bırakmıştır (faal bir şey yapmamıştır). Mastürbasyon cinsel yaşamında, 16,17 yaşındayken küçük bir yere sahip olmuştur.
 
“Cinsel yaşamı üzerine bu kadar vurgu yapmasına yol açan nedenleri sorduğumda buna benim (Freud’un) kuramlarım hakkında bildiklerinin neden olduğunu söylemişti. Aslında yazdıklarımın hiçbirini okumamıştı. Kısa bir süre önce kitaplarımdan birinin sayfalarını karıştırırken bazı garip sözel çağrışımların açıklamalarına rastlamış, bunlar ona olağan düşüncelerine eşlik eden takıntılı düşüncelerini anımsatmıştı”.
 
14 yaşında iken değer verdiği 19 yaşında bir arkadaşı vardı. Kendini suçlu hissettiği takıntılı düşüncelerini bu arkadaşına anlatıyordu. Arkadaşı onun kusursuz davranışları olan biri olduğunu söylüyordu, bu takıntıları çocukluğundan beri karamsar düşünceler geliştirme alışkanlığına bağlıyordu. Bu öğrenci daha sonra onun özel öğretmeni olmuş, birden davranışlarını değiştirerek ona bir geri zekâlı muamelesi yapmaya başlamıştı. Sonunda bu kişinin aslında kız kardeşi ile ilgilendiğini, eve kabul edilmek için de onunla ilgilendiğini anlamıştı. Bu yaşamının ilk büyük darbesi olmuştu.
 
Genç adam, çocukluk yıllarında mürebbiyeler tarafından büyütülür. Dört veya beş yaş civarında mürebbiyesi yarı çıplak bir şekilde kitap okurken, eteğinin altına girmesi için izin ister. Mürebbiye başkalarına bundan söz etmemesi koşulu ile izin verir. “Üzerinde pek bir şey yoktu, beni çok garip etkileyen cinsel organlarını ve bedeninin alt kısmını elledim”. “Bu olaydan sonra dişi bedenini görmek için yakıcı ve işkence gibi bir merak duygusu hissetmeye başlamıştım. Kaplıcalarda mürebbiyemin soyunmasını ve suya girmesini ne denli heyecanla beklediğimi hala anımsayabiliyorum”.
 
Başka bir mürebbiyesi erkek kardeşini kastederek “bu küçüğüyle yapılabilir, ancak Paul (bu bendim) çok sakar, kesinlikle beceremez” demişti. “Neden söz edildiğini anlayamadım, ancak küçümsemeyi duyumsadım ve ağlamaya başladım”. Mürebbiye çocuğu rahatlatmak için “Bir küçük erkek çocukla o şeyi yapan bir kızın aylarca hapiste tutulduğunu” anlatır. “Onunla birlikte birçok özgürlüğü tattım, yatağına girdiğinde onu soyar ve ona dokunurdum ve o hiç karşı çıkmazdı”.
 
Paul altı yaşında bir keresinde annesine ereksiyonlarından yakınmıştı. Paul düşüncelerinin anne ve babası tarafından bilindiğini zannediyordu (saçma bir şekilde ne düşünse anne ve babası sanki biliyorlar). Küçük yaşlardan itibaren kızları çıplak görmek isteği vardı. Ancak böyle şeyler düşünürse bazı kötü şeylerin olacağını düşünüyordu. Örneğin “babası ölebilirdi”. Bu gibi durumlarda babasının öleceği korkusu oluyordu.
 
Gördüğümüz gibi çocuk cinsel içgüdünün bir bileşeni olan bakma isteğinin (seyretme sapkınlığı) egemenliği altındaydı. Bu istek daha sonraki saplantılı-takıntılı düşüncenin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
 
 
Freud ve Paul arasındaki 11 ay civarındaki terapi ilişkisinin başlangıcı bu şekilde olmuştur.
Genç adamın Freud la özdeşlik kurduğunu anlıyoruz. Freud un kitaplarında kullandığı dil (yazma şekli) ile kendi takıntılı düşünceleri birbirine benzemektedir.
Buraya kadar edindiğimiz bilgiler, dikkatimizi Paul’un 4-6 yaşı ve 14-16 yaşı arasına çekiyor. 14 yaşında bir hayal kırıklığı, 16 yaş civarı mastürbasyon davranışları olmuş. 4-6 yaş arası ise mürebbiyeler tarafından baştan çıkarıldığı (ayartıldığı) yaşlardır.
Hidroterapiye (kaplıca) ve mürebbiyesinin kaplıcalarda soyunması arasında bilinçdışı bir bağlantı kurduğunu düşünebiliriz.
 
 
Paul’un babasının başına bir şey geleceğinden korkuyordu ama babası (şaşırtıcı bir şekilde) 9 yıl önce ölmüştü.
 
Paul gece 11 de bir saatliğine dinlenmek üzere uzanmıştı. Saat birde uyanmış bir hekim arkadaşı babasının öldüğünü kendisine söylemişti. Kendisini, ölümü sırasında babasının yanında olmadığı için eleştirmiş, hemşire, babasının son günlerden birinde onun adını söylediğini anlattığında eleştirme duygusu daha da artmıştı. Annesi ve kız kardeşinin de kendisini benzer şekilde eleştirmeye eğilimli olduklarının farkına vardığını düşünmüştü, ancak onlar bu konuda hiçbir şey konuşmamışlardı. Uzun bir süre babasının öldüğü gerçeğinin ayırtına varmamıştı. Güzel bir fıkra işittiğinde her zaman kendi kendine “babama bunu anlatmalıyım” diyordu. On sekiz ay sonra kendi kendini eleştirmesi yeniden aklına gelmiş bu defa rahatsız olmaya başlamıştı. Bu kendini eleştirme düşüncelerinin ortaya çıkmasına bir ölüm neden olmuştu. Evli bir teyze ölmüş Paul onun ailesini ziyarete gitmişti. O günlerde arkadaşlarının desteği onu ayakta tutmuştu.
 
Freud kendinden öncekilerden farklı olarak bu saçma suçluluk düşüncelerinin, değişik bir açıklamasını yapar. Eğer ortada bir suçluluk düşüncesi varsa aslında bir suç vardır. Sorun kişinin bu suçluluk düşüncesi ve suç arasındaki bağı yanlış kurmasından kaynaklanır. Örneğin 4-5 yaşında babasından nefret eden bir çocuk, daha sonra çok sevdiği babasına karşı hissettiği bu duyguları hatırlamaz. Bilincin hatırlamadığı bu duygu bilinç-dışında kayıtlı olarak durmaktadır.  Yani suç bir zamanlar işlenmiş bir suçtur ve bilinçdışında hapis olarak kalmıştır. Suçluluk duygusu ise saçma bağlantılarla ortaya çıkmaktadır. Böylece takıntılı kişinin bilinci suçluyu yanlış yerde arar, saçma bağlantılar kurar.
 
Paul Freud’a suçluluk duygusunun kaynağını öğrenmenin nasıl olup da iyileştirici bir etkisinin olduğunu sorar. Freud’un açıklaması şöyledir. İyileşmeyi doğuran şey bilgilenme değildir. İyileşmeyi sağlayan şey içeriğin bilinçdışından bilince (yüzeye) çıkmasıdır. Freud antik bir şehirden örnek verir. Pompei şehri uzun süre toprak altında kalmıştır. Ama bir kere kazılmaya başladığında aslında Pompei’nin yıkımı başlamıştır. Yani bilinçdışında orijinal halinde bulunan duygu ve düşünce parçaları bilince çıktıklarında bir yıkıma uğrarlar. Bu uğrayacakları yıkım iyileşmeyi gerçekleştirir.
 
Paul zeki bir gençtir, günahkâr egosu (ego algısı, ben bilinci) ile toplumun ve Paul’un kendisini kabul edebileceği ego arasında bir bölünme olacaktır?
Freud bu noktada Paul’e katılır ve problemin çözümünün günahkâr egonun bilinçdışından bilince çıkması ve geleneksel egoya katılması ile olacağını söyler.
 
Freud un, Paul ile ilgili temel tezi 6 yaşından önce babasına karşı duyduğu bilinçdışı düşmanlık duygulardır.
Babasına karşı duyduğu yoğun sevgi neden babasına karşı düşmanca duygularının üstesinden gelememiştir? Evet, yoğun sevgi düşmanca duyguları bilinçdışına itmiştir, ama bu duygular neden bilinç-dışında var olmaya devam etmiştir?
Bu duyguların içeriğini Paul’un seyretme ve dokunmadan zevk aldığı çocukluk hazları oluşturur.  “Babasına yönelik sürekli düşmanlık duygularının kaynağı açık bir biçimde tensel istekler doğasında bir şeydi, bu bağlantı içersinde babasını şu ya da bu biçimde kendi yaptıklarına bir karışma (mürebbiyelerle ilişkisine karışan bir adam) olarak değerlendirmiş olmalıydı. “
 
Paul 12 yaşında bir kıza âşık olmuştur. Kız Paul’un arkadaşının kız kardeşidir. Kız Paul ile yakınlaşmak istemez. Paul, başına bir talihsizlik gelirse kızın kendine âşık olacağı hayalini kurar. Kendi başına gelecek talihsizlik örneğin babasının ölümü olabilir.
 
Babası ölmeden bir süre önce bir hanıma âşık olur. Ancak evlenmesinin önünde parasal engeller vardır. Bu durumda babası ölürse mirasın kendisine kalacağını ve para sorununun çözüleceğini düşünür.
 
Paul’un âşık olduğu hanım kendini evleneceği erkek için saklar. Paul sevilmediğini düşünür. Bu düşünceden sonra zengin olma fantezileri olur. Zengin olacak, evlenecektir. Evlendiği kadın bu hanıma telefon açacak, bu hanımı incitecektir. Ama bu fantezide bir problem vardır. Paul sevilmediğini yeni eşine anlatmak zorundadır. Bunu düşününce aslında ilgi duyduğu hanımın ölmesi gerektiğini düşündüğünü fark eder. Ardından da suçluluk düşünceleri gelir.
 
6 yaşından sonra Paul’un kızlara karşı tensel ilgi ön planda değildir. Ama Freud’un yorumu daha önceki tensel ilgi ve babaya karşı düşmanlığın daha sonraki örneklerde, çağrışımsal olarak bilinçdışından bilince geldiği şeklindedir.
 
Paul çocukluk döneminde erkek kardeşi ile ilgili kıskançlık duygusu yaşar. Onun oyuncak tabancasından tahta fırlatır. İçten içe yaralanmasını istemektedir. Ama bunu yaptıktan sonra pişmanlık duyguları içinde kendini yere atar.
 
Askerlik ve gözlük olayı
 
Paul askerde kendini göstermek ister. Çalışkan bir insandır.
Subaylar arasında zalim ve sert bir yüzbaşı vardır. Kötü bir adam değildir ama subayların yemek sohbetlerinde askerlere sert bir eğitim verilmesini savunur.
Bir kamp sırasında zalim yüzbaşı ona nasıl işkence yapıldığını anlatır. Aç fareler bir kavanoza doldurulur. Kurban kavanoza oturtulur vs vs.
Paul, daha sonra bu işkencenin hayranlık duyduğu hanıma yapıldığını hayal eder ve bu düşünceden rahatsız olur. Aslında bu cezanın babasına da uygulanabileceği düşüncesi de onu korkutur (halbuki babası ölmüştü).
 
Bir eğitim sırasında gözlüğünü bir yerde unutur. Posta yolu ile yeni bir gözlük siparişi verir. Gözlüğü zalim yüzbaşı bir paketle kendisine emanet eder. Parasını Teğmen A. nın verdiğini söyler. Paul, Teğmen A. ya bu parayı vermek için yemin eder. Teğmen A. ile karşılaştığında parayı Teğmen A değil de teğmen B.nin vermiş olduğunu öğrenir. Yeminini yerine getirebilmek için Teğmen A ve Teğmen B yi aynı anda postaneye götürecektir. A posta memuresine parayı verecek, memure B ye parayı iade edecektir. Böylece kendisi A ya borçlu olup parayı A ya verecek böylece yeminini yerine getirebilecektir.
 
Bu sırada askerliği biter. A ile ilgili planları devam eder. A. ile birlikte yolculuk yapacak ve onu postaneye götürecektir. Ama A. nın başka bir yere gittiğini öğrenir, gittiği yer postaneye … Km uzaklıktadır. Oradan A. yı alıp postaneye getirmesi gerekecektir vs vs.
 
Freud un sonucu:
1-Paul’un 6 yaşından önce babasına karşı duyduğu bilinçdışı düşmanlık duyguları vardır. Bu duygular daha sonraki ilişkilerindeki tensel çağrışımlarla bilince çıkar. Tanımaz hale gelip Paul’u rahatsız eder.
2- Paul’un babasının ölümünden gelen yoğun üzüntü-yas duyguları bu karmaşayı şiddetlendirir.
 
Zalim-baba, zalim oğul
Bu öykünün en çarpıcı yanlarından biri aç farelerdir. Zalim yüzbaşı bu öyküyü subayların sofrasında anlatmıştır.
 
İlk bakışta bir yeme-içme problemi göze çarpar. Farelerin karnını doyurması, adam için işkence anlamına gelir (birinin mutluluğu, diğerinin mutsuzluğu).
 
Almancada kavanoz ve gözlük yakın kelimelerdir. Gözlük ve kavanoz ile seyretme sapkınlığı arasında anlamlı bir ilişki vardır.
 
Paul takıntılı duygularını kavanoz, gözlük ve zalim yüzbaşı üzerinde yoğunlaştırıyor. Bizim burada aradığımız anlam daha da önemli bir hale geliyor.
 
Yüzbaşının, babasının zalim-yasaklayıcı yanını temsil ettiğini düşünebiliriz.
 
Kavanoz ve eteğin altı
Mürebbiyenin eteğinin altı, kavanoz, gözlük ve seyretme sapkınlığı bütünlüklü bir anlam birliği oluşturur.
Kavanoz-adam işkencesinde de
Paul’un mürebbiyenin eteğinin altına girmesinde, eğer Paul’u fare ile özdeşleştirirsek benzer bir ilişki vardır.
 
İlk bakışta farelerin yediği adamı Paul gibi hissederiz, kısmen doğrudur. Ama aslında fareler Paul’u, işkence çeken adam da babayı temsil eder.
 
İki eylem de (aç fareler ve Paul’un mürebbiyesinin eteğinin altına girmesi) aşağıdan cinsel organlara doğru yapılır.
1.   eylem farelerin doyması için veya işkence için
2.   eylem seyretme sapkınlığı için yapılır
 
 Zalimlik içeren her ilişki iki yanlıdır. Sadist olan taraf kurbanın kendisinde oluşturduğu sadistçe kaygılarını yok edebilmek için zalimlik yapar.
 
Bu örnekte de hem Paul hem de babası karşılıklı zalim ve kurban pozisyonundadır.
 
Paul’un annesi ve kız-kardeşi, Paul ve babası arasındaki çatışmayı sezmiş olmalılar (hissetmişler). Babanın ölümü ile Paul’e karşı eleştirel duygular hissetmeleri başka türlü açıklanamaz.
 
Gözlük örneğinde, Paul, Teğmen A. ile Teğmen B. yi uzlaştırmaya çalışır. Bu uzlaşmada aracı olan bir posta memuresidir.
Bu saçma sapan ve bitmeyecek gibi görünen takıntıların amacı, kendisi ve babası arasındaki çatışmada bir kadının yardımcı olup çatışmayı çözmesine yöneliktir.
 
Erkek kardeşin rolü
 
1-        Paul bir arkadaşının kız kardeşine aşık olur
2-        Paul’un kendinden 5 yaş büyük bir arkadaşı Paul’un kız kardeşine aşık olur
3-        Paul’un mürebbiyesi, Paul’un erkek kardeşini överken Paul’u küçümser.
Bu üç olayda aynı noktada bir anlam yoğunlaşması oluşur.
Paul rekabet-uzlaşma ilişkisi içindeki bir arkadaşı veya erkek kardeşi tarafından hayal kırıklığına uğratılır.
Paul aynı zamanda, kendi kız kardeşi, arkadaşının kız kardeşi ve mürebbiyesi tarafından da hayal kırıklığına uğratılır.
 
Paul’un duyguların şöyle yorumlayabiliriz: Paul kullanılan, değersiz, yarışmada kaybeden bir çocuktur.
 
Paul erkek kardeşinde hem kendi yansımasını görecektir, hem de babasının yansımasını.
 
Zalim yüzbaşı öyküsünde üç erkek arasında borçlanma ilişkisinin uzlaştırılmaya çalışılması bu üç erkek arasındaki ilişki ile daha anlamlı bir hale gelir.
 
Yüzbaşı, Paul ve babası arasındaki düşmanca duyguları bilinç-düzeyine çıkması için kurcalamış olur (farkına varmadan provoke eder). Aç kalma ve yeme ilişkisi ile 4-6 yaş arası mürebbiyeleri seyretme arzusu arasında bir bilinçdışı ilişki vardır.
 
Paul babasının mirasını “yiyerek” bir kadına ulaşmaya çalışır.
Ama aslında ulaşmak istediği kadın onu sevmemektedir.
 
   Bu öyküyü ben şöyle algılıyorum:
1-        Çok sevilen bir babadan yaşanan ayrılma zorluğu (baba ölmüş olduğu halde oğlu babası ile ilgili duygularını bir türlü dingin bir hale getirmeyi başaramaz)
2-        Babadan ayrılamayan erkek libidosunun, baba ile ilişkisi içerisinde beslenme (oral) ve homoseksüalite (anal) korkularının yeniden bilince çıkması
3-        Kadınlara karşı seyretme ile ilgili eski fantezilerinin baba ve anne algısı (imajı) ile çatışmalı bir durumu yeniden yaratması
4-        Babadan ayrılamama (ayrılmak istememe), kadınlara güvenememe birlikte düşünülmelidir. Babaya olan bağlılığından dolayı bir zamanlar serbestçe yaşamış olduğu seyretme ile ilgili cinsel yaşantıları şimdi kendisine bir ceza olarak geri dönmüştür.
5-        Erkek kardeşe karşı hissedilmiş düşmanca rekabet duyguları ile başa çıkamama ve güvensizlik duyguları.
 
Paul’un entelektüel birikimi ve zekası ise onun güçlü yanlarından birini oluşturur. Freud’a verdiği yanıtlar (orijinal metinden okunabilir) anlama kapasitesinin yüksekliğini gösterir.
 
Notlar:
1.Paul zihninden geçen kelimeleri anne ve babası biliyor zannediyordu. Çocuksu bir “delilik” durumu yaşıyordu. Bu (saçma) düşüncede anne ve babası ile ne kadar iç içe geçmiş bir psikolojik ego (kendilik algısı) algısı olduğunu anlayabiliriz.
Bu iç içe geçmişlik anne ve babasının onaylamadığı bir davranış/suç (mürebbiyelere cinsel yakınlık) nedeni ile de olabilir veya bir başka nedenle olmuş olabilir, ama sonuç olarak suçluluk duygusunu daha ağır yaşamasına sebep olmuştur.
2. Paul’un bilinçdışındaki 4-6 yaş arası kayıtlarda babasının ortadan kalkması ile kadınlarla iyi ilişki kuracağına dair bir yanılsama vardır. Bilinci babasının öldüğü ilk andan itibaren bunun bir yanılmasa olduğunu (anne ve kız kardeşi kendisine eleştirel bakışlarla bakar) “anlamaya ” başlar
3. Olgunun anlatıldığı kitap:
Olgu Öyküleri II Sigmund Freud / Çev. Ayhan Eğrilmez / Payel Yayınları
 
Dr.Kubilay Boğoçlu

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: FARE ADAM VAKASI ve FREUD : HOMOSEKSÜELLİK
« Yanıtla #1 : 28 Ekim 2012, 09:52:20 ös »
BİR SAPLANTI NEVROZU ÜZERİNE NOTLAR
Fare adam, olgu öyküsü bir saplantı nevrozlu hastanın Freud tarafından yayımlanan en ünlü ve değerli incelemesidir. Freud hastanın sağaltımına 1 Ekim 1907’ de başlamıştır ve yaklaşık bir yıl kadar süren sağaltım hastanın kişiliğinin tam olarak iyileşmesi ve ketvurmalarının ortadan kalkmasıyla sonuçlanmıştır. 1909’ da öyküyü basıma hazır hale getirmiştir. Çalışmalarından biri basıldıktan sonra yayının temel aldığı tüm malzemeyi ortadan kaldırmak Freud’ un yaşamı boyunca sürdürdüğü bir alışkanlığıydı. Bir istisna olarak “Fare adam” ın sağaltımının ilk üçte birlik bölümünün özgün kayıtları sağaltım ilerledikçe tutulmuş ve günümüze dek gelebilmiştir.

VAKA- Fare Adam
Üniversite mezunu genç bir adam çocukluğundan beri varolan, ancak son dört yılda belli bir yoğunluğa ulaşan saplantılarından yakınarak terapiye başvurmuştur. Bozukluğunun temel özellikleri çok düşkün olduğu iki insanın –babası ve hayran olduğu kadın- başlarına bir şey gelebileceğine ilişkin korkulardı. Bunların yanında zorlantılı itkilerinin de farkına varmıştı. Örn; gırtlağını jiletle kesme gibi. Daha sonra yasaklar üretmiş, savaşarak yıllarını harcadığını böylece yaşamının akışında çok şey yitirdiğini belirtiyordu.
Sağaltımın tek koşuluna kendisini teslim ettikten sonra -aklına gelen her şeyi kendisine nahoş gelse de, önemsiz ya da ilgisiz veya anlamsız görünse de söylemek- erken dönem ilişkilerinden bahsetmeye başladı. Mürebbiyeleriyle yaşadığı cinsel deneyimler, erken dönemdeki erotizasyonla yaşadığı sıkıntıları, ebeveynlerinin aklından geçenleri bildiği şeklinde hastalıklı düşüncesini hastalığının başlangıcı olarak görüyordu. Kendisini hoşnut eden, kızları çıplak görme isteği vardı. Ancak böylesi şeyleri düşünürse bazı kötü şeyler olacağı ve bunların olmasını önlemek için her şeyi yapması gerektiği şeklinde bir duygusu vardı.
Hastanın sağaltımın ilk saatinde tanımladığı olaylar onun sandığı gibi sadece hastalığın başlangıcı değil, hastalığın ta kendisiydiler. Çocuk, cinsel içgüdünün bir bileşeni olan bakma isteğinin egemenliği altındaydı. Bunu sonucu olarak yineleyici olarak kadınları çıplak görme isteği ortaya çıkmaktaydı. Bu istek daha sonraki saplantılı düşünceye karşılık gelmektedir. Zorlantılı davranışın niteliği henüz isteğin içeriğinde bulunmamaktadır. Bunun nedeni benliğin bu isteğe henüz bir muhalefet sergilememesi ve onu henüz kendisine yabancı bir şey olarak kabul etmemesidir. Bununla birlikte bu isteğe bir karşı çıkma o sırada devrededir. İsteğin ortaya çıkışında her zaman rahatsız edici bir duygu eşlik etmektedir. İlk seansın sonunda elde edilenlere baktığımızda; Bir erotik içgüdü ve buna karşı bir isyan, henüz zorlantı haline gelmemiş bir istek ve buna karşı savaşan zorlantılı bir korku, rahatsızlık verici bir duygu ve savunucu eylemlerin gerçekleşmesine yönelik bir itki. Freud bu tür olguların histeri olgularının tersine her zaman erken cinsellik özelliğine sahip olduklarını, gelişen etkenlerin güncel değil çocukluk çağı cinsel yaşamında aranması gerektiğini belirgin şekilde ortaya koyar.

Büyük Saplantılı Korku
Hasta gelişine en yakın olan olay; manevraya çıktıklarında mola sırasında gözlüğünü kaybeder ve bulmaya çalışmadan Viyana’ daki gözlükçüsünden yenisini sipariş eder. Aynı molada iki subayın arasına oturur. Bu sırada “zülüm düşkünü” olduğunu düşündüğü subay kendisine doğuda kullanılan çok korkunç bir cezalandırma yönteminden bahseder. “Bir kavanoz kalçaları üzerine ters şekilde yerleştiriliyor, içine birkaç fare konuluyordu ve fareler içeri giriyordu.” Hasta anlatırken sürekli yerinden kalkıyor, dehşet ve direncin her tür belirtisini gösteriyordu.
Öyküsünün tüm önemli anlarında hastanın yüzü çok garip, karışık bir ifade takınmıştı. Freud bu ifadeyi “ayırdında olmadığı hazzına yönelik dehşet” olarak yorumlamaktadır. Konuşmasını zorlanarak sürdürüyordu. O anda zihninde bu yöntemin kendisi için çok değerli bir insanın başına geleceği düşüncesinin çaktığını belirtti. Hasta burada “düşünce” sözcüğünü kullanmıştı. Daha güçlü ve daha anlamlı “istek” ya da “korku” terimini açıkça sansür etmişti. Küçük bir cesaretlendirme ile bu düşüncesinin ilişkin olduğu kişinin hayranlık duyduğu kadın olduğu belirtmişti. Yüzbaşı bu iğrenç cezalandırma yönteminden söz etiği zaman bu düşünce aklına gelmiş ve alışılmış formülleri kullanarak her ikisi de savuşturmaya çalışmıştı. Burada kullandığı “her ikisi” ikinci bir düşüncenin aklına geldiğini yani aynı cezanın babasına uygulanması düşüncesini de itiraf etmek zorunda kaldı. Babası öldüğünden bu birinci korkudan çok daha saçmaydı ve unutulmaya çalışılmıştı.
O akşam aynı yüzbaşı ona bir paket vererek “ Teğmen A. ücreti sizin adınıza ödedi. Ona borcunuzu ödemelisiniz.” der. Pakette sipariş ettiği gözlükler vardı. O anda aklında bir yaptırım şekillenmişti, yani eğer parayı ödemezse olay gerçekleşecekti (Farelerle olan düşlem babası ve sevdiği kadın için gerçekleşecekti). Hemen bu yaptırım ile savaşmak için yenim biçimini almış bir emir ortaya çıkmıştı “ 3,80 kronu Teğmen A.’ ya ödemelisin” daha sora birkaç gün bu parayı vermek için uğraşmış fakat başaramamıştı. Daha sonra teğmen A. ile karşılaştığında parayı onun ödemediğini öğrenince zihni iyice karmaşık hale gelmiş ve yemini tutamayacağı yanlış önermeler karşısında olduğunu fark etmişti. Bundan sonra zihni yemini tarafından işkence görmekteydi. Manevraların bitmesinden sonra, Viyana’ ya gitmek için yola çıkmış yol boyunca geri dönüp parayı ödemesi gerektiğini düşünmüştü. Ancak geri dönmeyip, Viyana’ ya kadar giderek arkadaşını bulup başından geçenleri anlatmıştı. Arkadaşı onu sakinleştirmiş ve o gece rahat uyumuştu. Ertesi sabah postaneye parayı vermek için gitmişlerdi. Ancak burada hastanın gizlediği iki şey vardı. Parayı teğmen A’ ya yada Teğmen B’ ye ödememiş postanedeki bayana ödemişti. Aslında postanedeki görevliye borçlu olduğunu yola çıkmadan önce de biliyordu. Ayrıca gözlükler ona gelmeden önce başka bir teğmen kendisine durumu anlatmıştı. Bu iki durumu da gizlemiş, düzeltme yapıldığında davranışının çok daha anlamsız ve anlaşılmaz olduğu görülmekteydi. Arkadaşından ayrılıp evine döndüğüne kuşkuları tekrar ortaya çıkmış ve bir hekime danışma kararı almıştı.

Sağaltımın doğasına giriş
Hasta dördüncü seansta, kendisini etkileyen ve uzun zamandır zihnine işkence eden düşünceden -babasının ölümüne karşı kendisini kınaması ve yaşadığı suçluluk duygusundan-bahsetti. Babası öldüğünde yanında değildi ve ilk başlarda bu kınama pek rahatsız etmemişti ancak on sekiz ay sonra evli bir teyzenin ölümü ve yaslı aileye yaptığı ziyaret kendi kendisine suçlu gibi davranmasına neden olmuştu. Freud bu konuda şöyle bir yorum yapmaktadır “ Bir duygu ile onun düşünsel içeriği arasında uygunsuz bir birliktelik olduğunda meslek dışından bir kişi duygunun bu durum için fazla olduğunu yani abartıldığını söyler. Bir hekim ise aksini söyler. Aslında duygu doğrudur fakat bilinmeyen ve araştırmayı gerektiren başka bir içeriğe aittir. Eğer içerik ortada görünmüyorsa uygun olan başka bir içeriğe bağlanır.”
Hasta ilerleyen seanslarda babasının ölümünün bir isteğin sonucu değil ancak bir korkunun konusu olabileceğini vurgulamıştı. Freud bu noktada “ her korkunun şu anda bastırılmış durumda olan eski bir isteğe karşılık geldiğini belirtir, buna göre söylenilenin tam tersine inanmak zorunda olduklarını ifade eder.” Hasta bu söylenilenlerle ileri derece altüst olmuş ve inanmamış görünüyordu. Tartışmalar sonucu akla yatkın olduğunu kabul etmiş, ancak yine de ikna olmamıştı. Bu tür tartışmaların amacı asla ikna olmayı sağlamak değildir. Amaç sadece bastırılmış karmaşaları bilince getirmek, çatışmanın bilinçli zihinsel etkinlik alanına yönelmesini ayarlamak ve bilinçdışından yeni malzemelerin gün ışığına çıkışını kolaylaştırmaktır. İkna olmuşluk duygusu ancak hastanın kendisi ortaya çıkan malzeme üzerinde çalıştıktan sonra kazanılabilir. İlerleyen seanslarda hasta kardeşine karşı duyduğu kıskançlığı, sevdiği kadına karşı duyumsamış olduğu kindarlığın farkına varmıştı. Freud bu noktada; Kişilikteki bu özelliklerin hiçbirinden kişinin sorumluluk kabul etmemesi gerektiğini, çünkü bu itkilerin çocukluk döneminden kaynaklandığını ve bilinçdışında varlığını sürdüren çocuksu kişiliğinin türevlerinden olduğunu, törel sorumluluğun çocuklara uygulamayacağını bilmesi gerektiğini vurgular.

Bazı Saplantılı Düşünceler ve Açıklamaları;
Saplantılı düşünceler tıpkı düşler gibi neden ya da anlamdan yoksun bir görünüşe sahiptirler. Saplantılı düşünceleri anlaşılabilir hale getirmek için, belli bir saplantılı düşüncenin ilk kez ne zaman ortaya çıktığını ve hangi dış koşullarda yineleme eğilimi soruşturularak bir anlam ve hastanın zihinsel yaşamı içinde rol verilebilir. En ilkel ve en egzantirik saplantılı düşünceler yeterince derinlemesine araştırılırsa aydınlatılabilir.
Özkıyım itkileri; Hasta bir tarihte sevgilisinin yokluğunda çalışamamıştı, sevgilisi ciddi biçimde hasta olan büyükannesine bakmak üzere uzaklaşmıştı. Çok zor bir çalışmanın ortasında iken aklına şöyle bir düşünce gelmişti “Sınava bu dönem en kısa zamanda girmen gerektiğine yönelik bir emir alsaydın, yapardın. Peki gırtlağını usturayla kesmen emredilseydi ne yapardın?” bu emrin zaten verildiğini düşünüp, dolaptan usturasını almaya giderken aklına “yaşlı kadını öldür” düşüncesi gelmiş ve bunun üzerine kendinden geçerek yere yığılmıştı. Burada hasta sevilisine yönelik özlemine yenik düşmüş, ihtiyar kanına hastalandığı için kızmıştır. Özlemiyle birleşen bilinçdışı bir hiddet nöbeti geçirmiş: “Aşkımı benden çaldığı için gidip bu ihtiyar kadını öldürmek isterdim” Bunu bir emir izlemiş “ Bu vahşi ve kanlı hırsların cezası olarak kendini öldür” bundan sona tüm süreç en vahşi duygu eşliğinde ve ters bir sıra izleyerek saplantılı hastanın bilincine yansımıştı.
Koruma saplantısı; Hastanın saplantılarının bazıları sevdiği kadın üzerine odaklanmalarına karşın farklı bir düzenek sergilemişlerdir ve kökenlerini farklı içgüdülere borçludurlar. Hasta bir gün sevdiği kadınla birlikte kayık gezisine çıktıklarında sert bir esinti vardı ve ona şapkasını giydirmek zorunda kalmıştı. Çünkü zihninde ona bir şey olmaması gerektiği şeklinde bir emir şekillenmişti. Bunun yanı sıra sevdiği kadının ayrılacağı gün ayağını yol üzerinde bir taşa çarpmış ve onu yoldan alıp kıyıya koyma zorunluluğu duymuştu. Çünkü birkaç saat sonra sevdiği kadının arabası yolda geçecekti ve bu taş nedeniyle bir felakete uğrayacağı zihninde saplanmıştı. Birkaç dakika sonra bunun saçma olduğu aklına gelmiş ve geri dönüp taşı olduğu yere koyma zorunluluğu duymuştu.
Koruma saplantısının tek açıklaması sevdiği kadına duymuş olduğu düşmanca itkiye karşı bir tepki olabilirdi. Taş örneğinde olduğu gibi iki evreden oluşan ve ikincinin birinciyi nötralize ettiği zorlantılı eylemler saplantı nevrozunda tipik olaydır. Hastanın bilinci doğal olarak onları yanlış anlar ve onları açıklamak için bir ikincil güdü ileri sürer, yani bir taşla iki kuş vurmuş olur. Burada zıtlar arasında bir derecede mantıklı bağlantı kurma çabası sarf edilmesine karşın karşıt eğilimler tek tek doyuma ulaşır, önce biri sonra diğeri.

Hastalığın Ortaya Çıkarıcı Nedeni
Histeride hastalığın ortaya çıkarıcı nedenleri ve bunların duygusal enerjilerini belirtilere dönüştürebilmek için yardımına başvurdukları çocukluk dönemi yaşantılarının unutulmaya yenik düşmesi bir kuraldır. Unutmanın tam olmadığı yerde bile yakın geçmişteki ortaya çıkarıcı nedeni bir aşınma işlemine tabi tutar ve onu en azından en önemli bileşenlerinden yoksun bırakır. Bu unutmada gerçekleştirilmiş olan bastırmanın kanıtlarını görüyoruz. Saplantı nevrozunda durum farklıdır. Nevrozun çocukluk dönemine ait ön koşulları tam olamasa da unutulmuş olabilir, ancak hastalığın yakın geçmişteki nedenleri tam tersine bellekte korunmuşlardır. Örselenme, unutulmak yerine duygusal yatırımdan yoksun bırakılır, böylece bilinçte kalan sadece tümüyle renksiz olan ve önemsiz olarak değerlendirilen düşünsel içerik olur. İki bastırma türü arasında ayrım yapabilmek için hastanın bir durumda bu şeyi her zaman bildiği duygusuna, diğerinde ise çok önceleri unutmuş olduğu duygusuna sahip olduğunu söylemesi dışında güvenebileceğimiz bir şey yoktur. Dolayısıyla bir saplantı nevrozda iki tür bilme olduğu kabul edilmelidir. Olayları unutmamış olduğu için bilir (sadece bilinçte kalan tümüyle renksiz olan ve önemsiz olarak nitelendirilen içerik), oysa anlamlılıklarının ayırdında olmadığı için onları bilmez.
Hastanın ortaya çıkarıcı nedenine değinecek olursak; bir seansta ilgisiz bir biçimde bir olay anlatır. Bu olaya herhangi bir önem yüklediğini anımsayamamaktadır ancak olayı da hiç unutmamıştır. Hastanın annesi soğuk ilişkiler içinde büyümüş varlıklı bir ailedendi. Bu aile geniş bir endüstriye işle meşguldü. Babası evlenince işe alınmış ve oldukça iyi bir konum kazanmıştı. Hasta anne ve abasının evliliklerini mutlu bir evlilik olarak tanımlamaktadır, aralarındaki bazı takılmalarından babasının annesi ile tanışmadan bir süre önce güzel ancak parasız bir kızla işleri ilerlettiğini öğrenmişti. Babasının ölümünden sonra bir gün annesi zengin akrabalarıyla onun geleceğini tartıştıklarını ve kuzenlerinden birinin hastanın eğitimini tamamladıktan sonra kızlarından biriyle evlenmesine izin vermeye hazır olduğunu aktarmıştı. Firmayla iş bağlantısı ona mesleğinde çok parlak bir başlangıç sağlayabilirdi. Bu aile planı hastanın içinde bir çatışma yaratmıştı. Yoksul olmasına karşı sevdiği kadınla mı kalmalıydı, yoksa babasının izinden yürüyerek kendisine sunulan zengin ve iyi aile kızıyla mı evlenmeliydi? Hasta bu çatışmayı hastalanarak çözümlemişti, daha doğrusu bu çatışmayı gerçek yaşamda çözümleme görevinden kaçmıştı. Bu görüşün doğruluğunun kanıtı, hastalığının temel sonuçlarından birinin, eğitiminin tamamlanmasını yıllarca ertelemesini sağlayan yıllarca iş yapmama durumu olması gerçeğinde yatar, ancak böylesi bir hastalığın sonucu asla istenmeyerek yapılan şeyler değildir, hastalığın sonucu olarak görünen şey aslında onun nedeni ya da güdüsüdür.

Baba Karmaşası ve Fare Düşüncesinin Karşılaştırılması
Çek yüzbaşının iki konuşmasının – fare öyküsü ve teğmen A.’ ya para ödemesi- hasta üzerinde bu denli etkili olmasının nedeni, bilinçdışı aşırı duyarlı noktalara değmesiydi. Hastanın babası da askerdi ve sahip olduğu yetkiyle küçük bir miktar parayı yönetiyordu. Bir keresinde onu kumarda kaybetmişti. Eğer arkadaşlarından biri bu parayı kendisine borç vermeseydi çok zor durumda kalacaktı. Ordudan ayrıldıktan ve zengin olduktan sonra borcunu ödemek için arkadaşını aramış ancak izini bulamamıştı. Babasının gençliğine ilişkin bu günahın anısı ona acı veriyordu. Yüzbaşının “ 3,80 kronu teğmen A.’ ya ödemelisin” sözleri kulağına babasının ödenmemiş borcuna ima gibi gelmişti. Ama postanedeki memurun ona iltifat etmesi ve borcunu ödemiş olduğu hakkındaki bilgi onun babasıyla olan özdeşimini farklı bir yoldan pekiştirmişti. Hasta burada ek olarak postanenin bulunduğu yerdeki hanın sahibinin güzel bir kızı olduğunu ve onunla şansını denemeyi düşündüğünü de anlattı. Tıpkı babasının öyküsünde olduğu gibi oda Viyana’ ya gitmek yada postanenin olduğu yerde kalmak konusunda kararsız kalıyordu. Yolculuğu sırasında postaneye dönme isteği Teğmen A. ya parayı vermekten ziyade oradaki kadındı. Teğmen onun yerine geçiyordu çünkü o da aynı yerde yaşamıştı.
Çek yüzbaşının öyküsündeki fare cezasının etkinleştirdiği şey; solucanlara bağlı olan kasıntıyla etkinliğini yıllarca sürdürmüş olan anal erotizmdi. Bu yolla fareler “para” anlamını alıyordu. Hasta bu bağlantıyı “Ratten- fare” sözcüğüne “Raten- ücret” çağrışımıyla karşılık vererek gösterdi. Yavaş yavaş babasının mirasına ilişkin para ilişkilerini bu dile çevirmişti yani konuyla ilgili tüm düşünceleri “Ratten- Raten” sözel köprüsüyle yaşamına taşımış ve bilinçdışının egemenliği altına sokulmuştu. Ayrıca hasta fareyi erkek cinsel organı da sayabiliyordu. Çünkü fareler hastalık taşıyıcısı idiler ve frengi hastalığı penis yolu ile bulaşabiliyordu. Yüzbaşının öyküsü anal cinsel birleşmeye götürüyordu. Bu ceza onun erken dönemde baskılanmış bencil ve cinsel suçluluk itkilerini körüklemişti. Yüzbaşının böyle cezaları savunabilen bir adam olması babasının yerine geçmesini sağlamıştı. Bu tür bir cezanın savunucusuna da uygulanması, dolayısıyla bu ceza babasına yöneltilmiş bir istek halini almıştı.
Hastanın büyük saplantılı düşüncesinin oluştuğu genel tabloya baktığımızda; manevralar için yola çıktığı sırada kendisiyle sevdiği kadın arasında bir soğukluk vardı. Arzularındaki bu şiddetlenme onu babasına karşı eski savaşımını yenilemesini sağlamış ve başka kadınlarla cinsel ilişkiyi düşünmeye cesaret etmişti. Babasının anısına bağlılığı zayıflamış, sevgilisinin değerine yönelik kuşkuları artmıştı. Bu çerçevede hasta ikisini de aşağılamış ve sonra da kendini bu yüzden cezalandırmıştı. Manevraların sonunda Viyana’ ya gitmekle durup yeminini yerine getirmek arasında kaldığında, aslında baştan beri ikiye bölündüğü iki çatışmayı temsil etmişti. “Babasının sözünü dinlemeyi sürdürüp sürdürmemek ve sevgilisine sadık kalmayı sürdürüp sürdürmemek.” (Freud, S. 1909)


psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4382
    • Profili Görüntüle
Ynt: FARE ADAM VAKASI ve FREUD : HOMOSEKSÜELLİK
« Yanıtla #2 : 28 Ekim 2012, 09:52:56 ös »

KURAMSAL
Saplantılı yapının genel özellikleri
Saplantılı yapılar her tür ruhsal eyleme denk düşebilmektedir. Bu ruhsal eylemler; istekler, hırslar, itkiler, düşünceler, kuşkular, emirler ya da yasaklar olarak sınıflandırılabilir. Hastalar genelde bu ayrımları yumuşatmaya çalışırlar ve bu ruhsal eylemler duygusal göstergelerinden yoksun bırakıldıktan sonra geriye “saplantılı düşünceler” kalır.
Hastanın saplantılı düşüncelerini çözümlerken kullandığı basit tekniklerden bir tanesi olan atlama yani tümcenin anlamı bozulmaksızın öğelerinden birinin atılması ile çarpıtmadır.
Örneğin “eğer bu kadınla evlenirsem, babamın başına bir felaket gelecek (öbür dünyada)” atlanmış olan kısmı eklersek şu düşünceye ulaşırız: “babam yaşıyor olsaydı bu kadınla evlenme niyetim karşısında çocukluğumdaki sahnede olduğu kadar küplere binerdi, böylece ona bir kez daha çok kızar ve olası her tür bedduayı savururdum. İsteklerimin omnipotansı sayesinde bu felaketler onun başına mutlaka gelirdi.”
Bu teknik en uygun biçimde esprilerde kullanılabilir, ancak bu olguda da şeyleri anlaşılmaktan korumanın bir yolu olarak iyi iş becermiştir.
Diğer bir örnekte; hastanın çok düşkün olduğu sevimli bir kız yeğeni vardı. Bir gün aklına şöyle bir düşünce geldi “eğer ilişkiye düşkün olursam Ella’ ya bir şey olacak(yani ölecek)”. Atlamalar yerine konduğunda şu tümce ortaya çıkar: “evlilik yaşamında cinsel ilişkinin sana asla bir çocuk veremeyeceği düşüncesinden kurtulamayacaksın ( sevdiği kadının kısırlığından dolayı). Bu seni öylesine kederlendirecek ki, kız kardeşinin küçük Ella nedeniyle çok kıskanacak ve çocuğu ona çok göreceksin. Bu kıskançça itkiler kaçınılmaz olarak çocuğun ölümüne yol açacak.”

Saplantılı nevrotiklerin ruhsal özellikleri / Gerçeklik, Boş inançlar, Ölüme yönelik tutumlar
Saplantılı kişiliklerde eğitim düzeyinden bağımsız olarak boş inançlar yoğun olarak bulunur. Hasta zeki birisi olmasına rağmen boş inançlıydı. Cuma günü ya da 13 sayısının uğursuzluğuna inanmamaktaydı ancak önsezileri ve kehanet düşüncelerine inanmaktaydı.
Bu ruhsal bozuklukta bastırma unutma aracılığıyla değil de duygunun geri çekilmesiyle sağlanan nedensel bağlantı kopuşu aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu bastırılmış bağlantılar örtülü biçimde varlıklarını sürdürürler ve bir yansıtma işlevi aracılığıyla dış dünyaya aktarılırlar.
Başka bir zihinsel gereksinim de belirsizlik ve kuşku gereksinimidir. Belirsizlik yaratılması nevroz tarafından hastayı gerçeklikten uzaklaştırmak ve onu dünyadan ayırmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Saplantılı nevrotiklerin belirsizlik ve kuşkuya eğilimleri, düşüncelerini önceliklerle tüm insanların emin olamadıkları, bilgi ve yargılarımızın zorunlu olarak kuşkulara açık kalması gereken konulara çevrilmelerine neden olur. Böylesi konuların başında insanın kaynağı, yaşam süresi, ölüm sonrası yaşam ve bellek gelir. Saplantılı nevrotiklerde ve hastada düşünce, duygu ve isteklerine yüklediği omnipotanstan söz edebiliriz.
Saplantılı nevrotiklerin ölüme karşı tutumları da farkıdır. Hasta küçükken kız kardeşinin ölümü düşlemlerinde önemli rol oynamış ve aynı dönemdeki çocuksu suçları ile yakından bağlantılı hale gelmişti ayrıca babasının ölümü ile ilgili düşünceleri de küçük yaşta zihnini kaplamıştı. Saplantılı korkularının “öbür dünya” ya uzanması, babasına karşı duyumsamış olduğu bu ölüm isteğinin telafisinden başka bir şey değildir. Saplantılı nevrotikler ölümle böylesi erken yaşta yüz yüze gelmeseler de, ölüme karşı tutumları bu hastadan farklı değildir. Düşünceleri sürekli olarak diğer insanların yaşam süresi ve ölüm olasılığı temaları ile doludur.

Saplantılı nevrotiklerin içgüdüsel yaşamı, zorlantı ve kuşkunun kaynakları
Nevrozu yaratan ruhsal güçleri anlamak için hastalığın ortaya çıkarıcı nedenlerine geri dönersek; hasta 20’ li yaşlarında sevdiği kadınla değil de başkasıyla elenme durumu ortaya çıktığında hastalanmış ve kaçınmak için eylemlerini ertelemişti. Gerekli araçları nevroz sağlamaktaydı. Bu çelişkiler cinsel nesne ile babası arasındaki çatışmalı bir seçime indirgenebilir. Sevgi-Nefret çatışması ise hem babası hem de sevgilisiyle ilintili olarak ortaya çıkmıştı. Babasına yönelik çocuksu nefretinin bastırılmasını daha sonra tüm yaşamını nevrozun egemenliği altına sokan olay olarak kabul edebiliriz. Burada duygu çatışmaları çiftler halinde birbirine bağlıdır. Ancak içerik ve köken olarak, sevgilisi ve babası ile olan ilişkilerindeki çelişkiler birbiriyle bağlantısızdır. Bu, sevgi nesnesi seçimi esnasında yaşanan kadınla erkek arasında seçim yapma konusuna denk düşmektedir. “Anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun?” sorusu çocuğu dikkatini bu anlamda çekmektedir. Tüm yaşam boyunca bu iki cinsiyete karşı duygular, cinsel amaç ne olursa olsun çocuğa yaşamı boyunca eşlik eder.
Sevgi-Nefret çatışması bizi garip bir biçimde etkiler. Başlangıç halindeki sevgi nefret olarak algılanabilir ya da sevgi(yadsınmış doyum olarak ortaya çıkarsa) kısmen nefrete dönüşebilir.
İki karşıt duygu bir süre yan yana var olabilirler. Ancak aynı kişiye yöneltilmiş en yüksek yoğunluktaki sevgi ve nefretin süreğen birlikteliği şaşırtıcıdır. Sevgi nefreti yok etmeyi başaramaz, sadece bilinçdışına iter. Bilinçdışında aşk tarafından bastırılmış olarak tutulan nefret, histeri ve paranoyanın ortaya çıkışında büyük bir rol oynar.
Sevgi ve nefret ayrılmaz bir biçimde bağlıysa iradede kısmi felce ve karar verememeye neden olur. Yer değiştirme düzeneği saplantılı nevrotiklerde en üst düzeyde kullanılır. Burada zorlantı ve kuşku hakimdir.
Kuşku: Nefretin sevgiye ket vurması sonucunda ortaya çıkan kararsızlıktır. Bu kuşku belirsizliği ortadan kaldırmak için hastayı yinelemeye yöneltir. Bilincimizdeki bir duyguya, karşıt duygunun kendini belli etmesini engellemek için “yalıtma” gibi yöntemler buluruz. Zorlantı; kuşkuyu telafi etme ve kuşkunun da varolduğu dayanılmaz ketvurma durumlarını düzeltme çabasıdır. Hasta yer değiştirmenin yardımıyla, ketvurulmuş niyetlerinden birini karara bağlamada başarılı olursa, niyet gerçekleştirilmek zorundadır. Bu niyet hastanın asıl isteği olmasa da sonraki niyette depolanmış olan enerji, yerine konan eylemde çıkış yolu bulur. Bu enerji kendini emirlerle ve yasaklarla duyumsatır. Zorlantılı emre uyulmazsa gerilim katlanılmaz olur.
Gerileme yoluyla hazırlık niteliğindeki eylemler, son karar ile yer değiştirilmiş hale gelir. Eylemden düşünceye olan gerileme türü, saplantılı hastaların özgeçmişlerinde hemen her zaman bakma ve bilme cinsel içgüdüsünün ( gözetleyici içgüdü) erken gelişimi ve bastırılmasına tanık olunur.
Bir saplantılı ya da zorlantılı düşünce işlevi bir eylemi gerilemeci bir biçimde temsil eden düşüncedir. Bilince çıkmayı zorlayan saplantılı düşünce, bilincin çözüm çabalarına karşı da korunmalıdır. Buda çarpıtma ile sağlanır ve anlaşılabilir olduğu durumdan uzaklaştırılır. Bilinçli araştırmayı yanlış yola saptırmak için bir zaman aralığı sokulur. İkinci olarak içerik genelleştirilerek özgül koşullardan ayrılır.


Fatih Şiraz