Gönderen Konu: İSLAM HUKUKU VE İNSAN HAKLARI BAĞLAMINDA EŞCİNSELLİK SORUNU  (Okunma sayısı 2463 defa)

psikolog

  • Global Moderator
  • Hero Member
  • *****
  • İleti: 4076
    • Profili Görüntüle
1. İslam hukuku, kişinin kendisinin duygu bakımından kadın veya erkek olarak ne
hissettiğine değil bedensel olarak yaratıldığı kimliğe bakar. Çünkü doğuştan gelen bedendir ve duygularda bu bedene uygun olarak gelişmektedir. Bu nedenle bedensel yapıdan
bağımsız cinsiyet yönelimlerini kabul etmez ve onunla ilgili hukuki bir statü belirlemez.
Aksine bu durum talep olarak davranışa dönüşürse o zaman bu talebi, suç kabul eder ve
konuyu ceza hukuku açısından ele alır.
2. İslam’ın insan için getirdiği “mükerrem” tanımı ona, yaratılışını koruma sorumluluğu yüklemektedir. Çünkü insan keremli bir varlık olarak en güzel kıvamda yaratılmıştır.
Bu yaratılışın dışına çıkmak, insana verilen şerefi azaltmak ve yok etmek anlamına gelir. Bu nedenle Kur’an, eşcinsel ilişkiyi, kötülüğü, çirkinliği, değerden düşmüşlüğü ifade
eden “seyyiet”, “fahişe” ve “habâis” kelimeleri ile tanımlamıştır. Bu kelimeler, eşcinsel
ilişki ile kişinin üstün yaratılışını hoş ve çirkin bir fiil ile bozduğunu ifade etmektedir.
3. Kur’an’ın eşcinselliği duygu sapması olarak kabul ettiğini “şehvetle yöneliyorlar” ifadesi göstermektedir. Kur’an’ın bu değerlendirmesinden anlıyoruz ki; eşcinsellik
Kur’an’a göre doğuştan gelen bir duygu değil, bir duygu sapmasıdır. Bu nedenle bir kişilik hakkı olarak eşcinsellik kabul edilemez. Çünkü kişi doğuştan getirdiği şehvet duygusunu, bedensel yaratılışına uygun şekilde yönlendirecek biçimde yaratılmıştır. Eşcinsellik
ise hem bedensel yaratılışın hem de duygusal yaratılışın dışına çıkma anlamına gelmektedir. Bu da insanın mükerremlik yönünü yok edici bir davranıştır.
4. İslamiyet’in eşcinselliğe yaklaşımındaki sertliğin temelinde, eşcinselliğin doğal
bir davranış haline dönüşmesini ve eşcinselliği kabul etmeyen diğer kesime bu ahlakı
tavrı doğal bir davranış şekli olarak kabul etmesi için baskı oluşturmasını engellemek
yatmaktadır. Bugün insan hakları bağlamında eşcinselliğin hak olarak ortaya çıkması ve
uluslararası sözleşmelerde yer bularak devletleri bu ilişkiyi doğal bir ilişki şeklinde tanıması için zorlaması, İslamiyet’in bu konudaki sert tutumun ne kadar haklı bir gerekçeye
dayandığını bize göstermektedir.

5. Eşcinsel ilişkinin doğal kabul edilmesi ile toplumda yaygınlaşmaya başlaması onun,
özel hayat şeklindeki nitelendirmenin dışına çıkartılmasına neden olarak kabul edilebilir.
Çünkü eşcinseller normal evli bir kişi gibi kabul edilip onların sahip olduğu bütün haklara sahip olmayı istemektedirler. Eşcinsellik sadece kişisel bir tercih olarak kalmamakta,
tercih doğrultusunda gereken hukuki düzenlemelerin yapılması talebi arkasından gelmektedir. Buna karşılık eşcinselliğin hukukileşmesinin, uzun vadede toplum güvenliğini yok
edici bir yönü bulunmaktadır. Çünkü toplumlar nesillerin çoğalması ile varlığını devam
ettirmektedir. Eşcinselliğin hukukileşmesi, neslin devamını gelmesini engelleyecektir.
Burada bireyin bir anlık hazzı mı yoksa toplumsal yarar mı esastır sorusu akla gelmektedir. İslam hukuku, toplumsal yararı bireysel hazzın önüne geçirmektedir. İslam hukukunun belirlediği beş öncelikten birisi, toplumsal yararı öne çıkartan neslin korunması
ilkesidir. Eşcinsellik, neslin korunması ilkesi açısından değerlendirilirse; eşcinselliğin İslam hukuku açısından yasal zemin bulamayacağı söylenilebilir. Çünkü Allah’ın koyduğu
düzen, toplumların devamı için meşru yoldan nesillerin çoğalması ile gerçekleşir.
6. İnsanın onuru olduğu gibi toplumunda kültürel ve dini algısından kaynaklanan onur
algısı vardır. Toplumun devamlılığını temel kabul eden hukuk düzenleri, toplumun genel
onur ve haysiyetini korumak amacıyla bireyin davranışlarına sınırlandırma getirebilir. Bu
nedenle İslam hukuku da insanın fıtratına aykırı bir fiil olarak kabul ettiği eşcinselliğin
yaygınlaşmaması için toplumsal faydayı öne çıkartarak önlemler alabilir. Bu tedbir, insan
haklarını karşıtlık olarak değerlendirilemez.
7. İslam hukuku açısından eşcinsel ilişkinin, toplumun ahlaki duruşunu etkilediğinden, sadece günah değil ayrıca suç olduğu hususunda bir ihtilaf yoktur. Sadece ihtilaf,
eşcinselliğe verilecek cezai müeyyide hususundadır. Çünkü fakihler genelde Kur’an’da,
eşcinsel ilişki ile ilgili açıkça bir ceza yer almadığı görüşündedirler. Fakat eşcinselliği
de tanımı içine alan ”fahişe” olarak tanımlanan davranışlara yönelik cezai müeyyide yer
almaktadır. Kur’an, insanın kendi şehevi duygularının peşine takılarak fıtratını bozucu fiillerin çeşitlenebileceğinden yola çıkarak, Allah’ın koyduğu sınırları aşan çirkinleşen ve
bir süre sonra normalleşme iddiasında olabilecek fiiller için “fahişe” şeklinde daha genel
bir tanımlama getirmiştir. Bu nedenle Nisa 15. ve Nisa 16. ayetlerindeki bu tanımlamaya
verilen cezai müeyyideden hareketle, eşcinselliğin, toplumun genel ahlakını değiştirici
şekilde normal bir ahlaki tavır haline dönüşmesini engellemek için yetkililer gereken
önlemleri almakla sorumlu olduğu söylenilebilir. Bu önlemler, öncelikle bu davranışlar
hoş karşılanmayarak toplumsal denetimden geçmesi ve o kişi bu davranışını değiştirmezse davranışın toplumun ahlaki değerlerini yok edici bir etki yapmaması için toplumdan
uzaklaştırılarak davranışlarını değiştirmek için bir süre tanınması ve isterse gereken tedavi sürecinden geçirilmesidir.
7. Kur’an’da Lut kavminin fiilinden yola çıkılarak livata, erkekler arası ilişki olarak
tanımlanmıştır. Bu nedenle daha çok livata fiiline yönelik cezai müeyyideler üzerinde
durulmuştur. Biz isimden değil Kur’an’ın eşcinselliği tanımladığı “fahişe” kelimesinden
yola çıkılması görüşündeyiz. “Fahişe” kelimesi içine girebilecek bütün fiillerin aynı top-

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/63019