ÖNSÖZ
Kitap yazmanın zorluğunu bir kenara koyarsak, okuyucunun yazdığınız kitabı beğenip beğenmemesini de düşünmek insanı kitap yazmaktan alıkoyacak güçlükte engeller. Bazen bir günde tek sayfa yazabilirken bazen de sayfalarca yazıyı saatlere indirgeyebiliyorsunuz. Kimi yazarlar ilham için kendilerini içkiye, kumara verirler. Benim gibi yazar olma çabasında kişiler de bu ilhamı klasik müzikten alıyor ama en önemlisi bunu bizzat kendi hayatlarından çıkarıyorlar. Bu kitapta yazılan sözler bir masalın sayfalarından alınmadı kesinlikle, ya da bu kitap bir roman değil. Yaşanılan şeylerin verdiği acıyla, ıstırapla, pişmanlıkla ve birçok duyguyla bezenmiş hayat rehberi. Belki biraz da düşünceleri satıra aktarırken elde edilen rahatlama duygusu.
HK gittiğim ilk terapide bana yazı yazmalısın demişti ve ne yazık ki benim istediği yazıyı yazmam birkaç terapi sürecini buldu. Yazıyı yazınca anladım ki düşünceleri kelimelerden daha iyi ifade edebilecek ne var ki? Kimi insanlar bakışların, hareketlerin bir şeyleri daha iyi ifade ettiğini savunur. Oysa insanların zeka seviyesinin düşüşünü göz önüne aldığımızda kelimeler daha çok şey ifade eder. Nihayetinde siz karşınızdakinin anlayabildiği kadar biliyorsunuzdur. Kitaplarda önsözler sayfalarca yazılır genelde, fakat bizler önsöz okumayız. Hani bir de kitap yazmanın etik kuralları falan vardır ya, hepsinin canı cehenneme! Bu yüzden yazdığım bu önsözün yeterince uzun olduğuna kanaat getiriyor ve sözü hayat hikayelerine bırakıyorum.
BÖLÜM 8: İlk Terapi
Eniştemle beraber İstanbul'a gidiyorduk terapi için. İlk defa İstanbul'a gidiyordum. Hem İstanbul'a ilk defa gidiyor olmamdan dolayı bir merak vardı içimde hem de dünyadan kaçmak istercesine çabalayan zihnim. Hüseyin Kaçın'ın Mecidiyeköy'deki ofisine gitmek istemiyordum, ayaklarım gerisin geriye yürümeye çalışıyordu. İlk defa uçağa binmiştim ve biraz da ürkeklik vardı. Ne de olsa yükseklik korkum vardı. Ama biliyor musunuz ne vardı? Uçağın düşmesi için dua eden bir tek ben vardım herhalde koca dünyada. Çok havalı bir ölüm olurdu. Uçakta bir adam vardı ki unutmak mümkün değil. Arkadaş, bir insan koltuğuna oturduktan sonra hipopotam gibi ağzını açar uyur mu yahu? O görüntüye bir daha şahit olmak istemiyorum. Her neyse uçak kalktı ve indi. İstanbul'u ikimiz de bilmiyorduk. Bu yüzden İstanbul'a gelmeden Google Haritalar ile bütün güzergahlarımızı çıkarmıştık. Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan çıktık ve Havaş'a bindik. O zamanlar henüz Havaş'ın İstanbul'da çalışma izni vardı. Son durak olan Taksim'e geldik yaklaşık 1 saat 45 dakikada. Oradan metroya bindik ve Mecidiyeköy'e iki durak sonra ulaştık. HK'nın ofisini bulmak için etrafa bakındık bir müddet. Ama nihayetinde haritanın dahi çıktısını almıştık işimizi kolaylaştırmak açısından. Böylece ofisi bulduk. İçeri girdiğimizde içimdeki korku hissi üç-dört kat artıvermişti. Bu adama ne anlatacaktım ki ben? HK'nın odasına girerken sanki idam sehpasına giden bir mahkumu anımsatıyordum. Son anlarımı yaşıyormuşçasına dilim tutulmaya başlamıştı. Ağzım kuruyordu. Elimi sıktı ve kaba sesiyle ''hoşgeldin'' dedi. Derken beni sorguya çekmeye başladı. Adın ne, kaç yaşındasın gibi birçok soruyu sorduktan sonra sadede gelmeye başlamıştık. İbrahim'e karşı hissettiklerimi anlattım. Kendimle ilgili birçok övgüde bulundum. Ticarette ne kadar iyi olduğumu, ne kadar zeki olduğumu ve daha bir sürü şeyi anlattım ona. Annemle aramdaki ilişkiyi sordu daha sonra, babamı sordu kısacası tüm aileyi sordu. Güç konusunda bahsettik uzunca bir süre. Bir insanın güçlü olması neyi ifade eder gibi sorular sordu bana. Bu arada dedem öleli bir süre olmuştu, onun hakkında da konuştuk.
- İntikam benim için gerçekten çok önemli.
- Peki ne yapıyorsun? Hemen mi intikam alıyorsun yoksa planlar mı tasarlıyorsun?
- Aylarca sürebilir duruma göre. Mesela Furkan vardı ya bir ara. Başka birileriyle problemi olmuştu ama acısını benden çıkarmıştı. Üç aydır konuşmuyorduk hatta. Birgün Almanca yazılısı olmak için bizim sınıfa gelmişti. Sınıfımızda bilgisayar vardı. Oraya oturdu ve yazılıya başladı Furkan. Almanca hocamız pek bakmazdı yazılı olan kişiye. O da anlamadığı Almanca kelimeye internetten bakmaya başladı. Bir şeyler yapmalıydım onu mahvetmek için. Ben de bilgisayarın şalterini indirdim. Böylece düşük not almasına neden oldum.
- O senin yaptığını biliyor muydu peki?
- Kesinlikle, çünkü onun önünde indirdim şalteri.
Güç konusuna geri dönersek eğer, nelerden bahsettiğimize bakalım isterseniz. Tabii bunları yazabilmek için öncelikle terapi kayıtlarını tekrar dinlemem gerekiyor. Evet, terapi kayıtları dedim doğru duydunuz. HK benden yazı yazmamı istiyordu, bu yüzden ben de ses kaydı yapmaya başladım. Kendi sesimi dinlemeyi garipsedim biraz ama sonra alıştım. Hatta şu an her terapiyi kaydettiğimden dolayı çok mutluyum.Böylece kendimde olan değişiklikleri daha iyi anlıyorum. Ne yalanlar söylemişim, nasıl abartılar yapmışım diyorum her dinlediğimde. Benim sorunum da bu ya zaten. İster istemez kendimi küçük duruma düşürmemek için yalanlar söyleyip abartıyorum olayları. Her neyse güç demiştik.
- Bir erkekte aradığın özellikler neler?
- Yakışıklı olması, sarışın olması ve çevresi tarafından sevilmesi.
- Sarışın olması senin için ne ifade ediyor peki?
- Ne bileyim, kızların hoşlanır herhalde.
- Çevresi tarafından sevilip, sayılınca güçlü mü oluyor yani? Güçlü olmasını mı istiyorsun?
- Yani, evet herhalde.
- Peki güç ne ifade ediyor senin için? Yani bir erkek güçlü olursa ne olur?
- Hani biliyorsunuz ki benim bir abi arayışım var. İşte güçlü olursa beni korur. Sahiplenir ne bileyim işte öyle.
- Peki güçlü olmayanlar?
- Bakın benim bir argümanım var bu konu üzerine.
- Nedir?
- Hayatım boyunca hiçbir insanın kendisinden güçsüz biriyle takılmaya çalıştığını görmedim. İnsanlar her zaman kendisinden daha üstte olana ulaşmak için çabalar durur. Bu yüzden benimle iyi arkadaş olmaya çalışan kişilere asla müsamaha göstermem. Onlarla hiçbir bağ kurmaya çalışmam. Benden daha güçlü olanlara yönelmeliyim her zaman.
Güç garip şey be! Gücü nerede aradığımız çok önemli ama. Bana göre bilgi ve zeka güçtür mesela. Ama zekayı başarıyla birleştiremezseniz. Kısacası çaba göstermezseniz o zeka size bir şey kazandırmıyor bir başına.
- Annen hakkında konuşalım. Nasıl biridir?
- Hangisi?
- Herkesin bir tane annesi yok mudur?
- İyi de yaşları benden çokça büyük üç ablam var sonuçta. Evde kesin olarak anne diyebildiğim birinin olduğunu sanmıyorum. Dört annem var benim.
- Tamam o zaman, gerçek annene bakalım. Onu anlat.
- Ne var biliyor musunuz? Ben küçükken dışarı yani sokağa çıkıp diğer çocuklarla oynamamı istemezdi.
- Seni korumak istiyordu yani.
- Evet ama ben küfrün en alasını öğrendim, zararlı alışkanlıklara da başladım. Mesela hiç içmem dediğim sigaraya başladım. Bunlar hep koruduğu için oldu.
- Şimdiki annelerde hep bu yok mu zaten? Yani, eskiden aile çocuklarla ilgilenmezdi. Çocuklar bu yüzden problemli olurdu. Ama en azından bu çocukların yarısı çabalardı ve başarıya ulaşırdı. Hayattaki zorlukları aşmada daha iyi değiller mi şu ankilerden.
- Evet, çünkü hayatı bisiklet sürmeye benzetirsek eğer biz birinci vitesten on sekizinciye atlamaya çalışıyoruz korumacı yapılarından dolayı.
- Sorun da bu işte, hayata atılan çocuklar hiçbir şey bilmediklerinin farkına varıyorlar. Mutsuz oluyorlar sürekli. Sana bakalım örneğin, bir işe başlıyorsun sonra sıkılıp bırakıyorsun. Herhangi bir şeyde uzun süre tutunamıyorsun. Çünkü tatmin etmez olmuş seni hiçbir şey. Eksiklerini yanlış şeylerle doldurdukça da asla mutlu olamayacaksın.
Demek ki neymiş değerli okurlar, ilgisizlik ne kadar kötüyse aşırı ilgi kat kat daha kötüymüş. Sudan çıkmış balık gibi hayata atılıyorsunuz ve bir şeyden tatmin olamıyorsunuz. Çünkü her zaman küçükken size verilen aşırı ilgiyi arıyorsunuz. Ama hayat size o zaman yaşadıklarınızı tattırmaz. Siz de kötü şeyleri gördükçe korkup geri adım atarsınız her şeyden. Bunu da beni tatmin etmiyor diye açıklıyoruz. Halbuki işin aslı şu ki; biz karşımıza çıkan zorluklara çok çabuk yeniliyoruz çünkü seviyemize fazlasıyla ağır geliyor zorluklar. Anneyi konuştuktan sonra baba figürünü konuşmasak da olmazdı.
- Babanı anlat bakalım şimdi de.
- Ne bileyim sosyal bir insan değil, dışarıda falan yemek yiyemez. Bir yere gittiğinde doğru düzgün alışveriş yapamaz. Tembeldir de bayağı.
- Ne demek istiyorsun tembel derken?
- Yani mesela dedem ona dükkan almıştı o, dükkanda çalışmak yerine orayı kiraya vermişti. Ne bileyim biber salçası tüccarlığı yapıyordu. İşini sadece telefonla hallediyordu.
- Bu sana neyi çağrıştırıyor peki? Güçsüzlüğü mü?
- Evet, kesinlikle güçsüzlüğü çağrıştırıyor. Çalışkanlık, sosyallik hep gücün sembolüdür.
- Sen de tembelsin. O zaman benzeye benzeye babana benzemişsin.
- Hayır tam olarak öyle değil. Ben ders çalışma konusunda tembelim sadece çalışma konusunda değil.
- Ya o da senin yaşlarındayken öyleyse?
- Hayır hayır, onun gençliği de böyleydi. Ayrıca resmi bir raporu olmasa da şizofrendir kendisi. Taktığı bir şeyi günlerce konuşur. Aynı şeyleri tekrarlayıp durur. Mesela dedemin dükkanında çalıştı kısa bir dönem. Orada bir de yaşlıca bir adam çalışıyordu. Babam eve gelir ve gece boyunca onu anlatır dururdu. Dedem öldü, her gece miras konuşmaya başladı. Kardeşlerinin ne kadar kötü olduğundan yakınıp durmaya başladı.
- Aile arası ilişkiler iyi değil galiba. Aynı zamanda hem ilkokul öğretmeni şizofrendi hem de baba. Yani bunların arasında büyüdün.
- Baba tarafıyla pek iyi değilizdir ama kuzenlerimle konuşurum, samimiyimdir hatta. Amcamla hiç görüşmeyiz hemen hemen fakat. Babamla tam zıt karakterlidirler. Mesela o iş peşinde koşturur, spor faaliyetleriyle ilgilenir, taraftar klubü başkanlığı yapar ve daha birçok faaliyette bulunur.
- Babanın zayıf biri olduğunu ne zaman anladın?
- Şöyle anlatayım, evde babamla tartışır hatta bağırırım. Kimse neden bağırıyorsun ama o senin baban demez. Ha gerçi yeni yeni demeye başladı annem ama sizce de iş işten geçmedi mi? Evde otorite benim kısacası genelde.
- Eskiden niye demediler peki? Hani çocuksun, tatlısın diye mi?
- Yani evet, bunu kendilerinin yaptığının farkında değiller. Sadece en küçük ablam suçlar onları bu konuda. Bunu siz böyle yaptınız itiraz etmeye hakkınız yok der hep. Ailedeki herkesin psikolojik problemleri var bana göre. En büyük ablamda evlenme korkusu var mesela. Yüz kişi geldiyse de hiçbirini kabul etmedi. Dedem evlendirdi mesela küçük ablamı.
- Tarikat şeyhi olan mı?
- Evet evet, hatta babam dedemden sonra kendisinin geleceğini düşünüyor şeyh olarak. Hatta silsile garip gidiyor bizde. Önce annemin dedesi şeyhti, sonra babamın babasına geçti. Yani iki taraftan da tarikatla bağlantım var. Mesela babamın babası annemi babama istemiş. Sonra da demiş ki annem için; sabretsin onun için oğlumla evlenmek daha hayırlıdır. İşte hayırlı kısmı benim gibi bir manyağın doğması. Eniştemlerin evliliği iyi ama.
- Küçük ablanla olan mı?
- Evet arada küçük sorunları olsa da sorunları hallediyorlar. Ortak noktalarına odaklanıyorlar. Ayrıca güçlü bir yapısı var.
- Söylediği şeylere uyar mısın?
- Genelde uyarım. Ortak noktamız çok zaten, gerek siyaset, gerekse diğer bilgiler.
Anlayacağınız üzere ailemizde en sağlıklı olan en küçük ablam. Diğerleri, kısacası tüm sülalem psikolojik sorunlardan dolayı dökülüyor. Pamuk ipliğine bağlı yaşıyoruz sülalecek. Halam da tescilli şizofren mesela. Ne yapacağı belli olmaz, bazen iyi olur bazen sizi öldürmek ister. Duygulardan bahsedelim dedik biraz da.
- Kendini nasıl değerlendiriyorsun? Zaman zaman boşlukta hissediyor musun?
- Bazen çevresi çok geniş olan biri gibi hissediyorum bazen de dünyanın en yalnız insanı sanıyorum kendimi.
- Ama nasıl tam olarak yani? Bir zaman hayata sıkı sıkı tutunurken bir zaman da boşluğa mı düşüyorsun?
- Evet onun gibi bir şey herhalde. Hatta bazı zaman çevremde ne kadar çok insan varsa o kadar boşlukta hissediyorum kendimi.
- Ne gibi?
- Arkadaş çevresi artınca kötü alışkanlıklarım da artıyor.
- Duygusal açıdan nasıl hissediyorsun peki? Güçsüz mü?
- Hayır, çok güçlü hissediyorum. (Yalanın daniskasına bak hele, kendi kendiyle çelişiyor bir kere) Ama hayata bağlanmayı tercih etmiyorum.
- Neden peki?
- Eşcinsellikten dolayı. Çünkü arkadaş ortamında birine karşı bile hislere kapılmaya başlasam kötü hissedip uzaklaşmaya çalışıyorum.
- Şimdi bak, eşcinsellik belli şeylerden dolayı kaynaklanan bir sonuç. Ama sen her şeyin sebebi olarak kullanıyorsun bunu. Hani, ben eşcinselim bu kişiyle samimi olmamalıyım gibi bir çıkarımda bulunuyorsun hep. Eğer eşcinselliğin psikolojik sebeplerle ortaya çıktığını kabul edersek, eşcinsellik çocuğun küçüklüğünde yaşadığı duygusal travmalar, kişilik sorunları ve boşluklar gibi şeylerden kaynaklanır. Sen ne yapıyorsun ama, işte ben eşcinselim şununla tanışırsam eşcinsel duygularım artar mı diye düşünüp ilişkiye hiç başlamıyorsun ya da ilişkiyi bozuyorsun. Duygusal olarak boşlukta olduğun bir dönemine denk gelirse, gidip bir erkeğe bağlanıyorsun
http://escinselterapi.net/forum/index.php?topic=1542.0yazının devamını okumak için linkini tıklayınız