İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 272
61
Bunu biliyorum zaten. Dillendiremiyordum uzunca bir süredir. Ağabey takıntımın İbrahim'e yönlendirdiğini, daha sonrasında eşcinselliğe dönüştüğünü en başında biliyordum zaten.
- Tamam. Sadece şimdi açığa çıktı.
- Şimdi söyledim sadece.
- Sen erkeklerde bir ağabeylik mi arıyorsun? Seni koruyacak, sahiplenecek gibi.
- Kesinlikle öyle.
- Ama aşırı duygu olacak, baba gibi bir ağabey. Daha da ileri gidersek "Allah" gibi bir ağabey.
- Aynen öyle. Tam olarak öyle hatta.
- "Bana vakit ayıracak, benimle ilgilenecek."
- Beni koruyacak.
- Neyden koruyacak?
- Herhangi bir kimseden. Ben bir sebebini daha buldum yahu.
- Nedir?
-   İlköğretim yahu. Bayağı ezilirdim. Karşılık veremezdim onlara.

Bu kısma 2008 yılının yaz aylarında yaşadığımız "yeni aile arayışı" hikayemi eklersek daha iyi oturmuş olur. Haziran ayıydı, birçok çocuk, babalarının gönderdiği yerlerde çıraklık yapıyordu. Ne de olsa çalışacak sınav kalmamıştı, zamanım çoktu. Ben de babamın yanına gittim ve ona herhangi bir yerde çalışmak istediğimi söyledim. O "Hayır, çalışamazsın. Ne kadar para istiyorsan vereyim." dedi. Olayın mantığını kavrayamamıştı. Para istemiyordum ben, sadece bir şeyler yapmak istiyordum, diğerleri gibi olmak istiyordum. Benim başarılı olmamı, kendi ayakları üstünde durabilecek bir insan olmamı istemiyordu bence. Başka da bir açıklaması olamazdı bu durumun. Uzun ısrarlarımın sonunda güç bela izin verdi ve ayakkabı satan bir arkadaşının yanında işe başladım. Hüseyin amcanın Ufuk(18) ve Tolga(20) adlarında iki erkek çocuğu da dükkanda çalışıyordu. Hüseyin amca babamı çok sevdiği için bana da oğlu gibi davranırdı. Hatta oğullarına davrandığından çok daha iyi davranırdı. Dükkanda genellikle Ufuk kalırdı çünkü Tolga üniversiteye başlayacaktı. Ufuk derslerle pek alakası olmayan, karı-kız peşinde koşan ve hayatını bu şekilde idame ettirmek isteyen biriydi. Ufuk'la daha fazla zaman geçirdiğimizden dolayı onu ağabeyim gibi görürdüm ve Ufuk'tan önce hayatımda hiç kimseye yanına ismini koymadan "ağabey" diye seslenmemiştim ve Ufuk'a sadece "ağabey" diyordum. Bir süre sonra onu öz ağabeyim gibi görmeye başlamıştım . Bir gün, kız kardeşi Ayşe'nin doğum gününde hediye aldı ona ve kız kardeşini ne kadar çok sevdiğinden bahsetti. Ne kadar hayal kırıklığına uğradığımı unutamam. O hediye bana alınmalıydı! Bana asla öz kardeşi gibi olamayacağım gerçeğini hatırlattı acı bir şekilde. Ben de "ağabey" demeyi bıraktım o andan sonra. Hayatımda sahip olduğum en güzel anlar beynimin içinde cehennem alevlerine dönüşmüştü resmen. Bu da yetmezmiş gibi bu olaydan kısa bir süre sonra Ufuk ve iki arkadaşı dükkanın arkasındaki bir yere götürdü beni. İkisi beni havaya kaldırdı ve biri de fermuarımı açmaya çalışıyordu. Penisime bakmaya çalışıyorlardı ve "Büyüdün mü ulan, kamışa su geliyor mu?" gibi laflar söylediler bana. Havadayken tekmeler savurarak direndim ve fermuarımı açmalarına engel oldum. Ufuk "Ağabeylerine böyle mi yapılır?" diyerek bana bayağı kızdı. Yaşanan bu olay için defalarca özür dilediğimi hatırlıyorum.  Ağabey arayışım yıllardır vardı ve bence Ufuk'la yaşadığımız o olay bu arayışımı farklı bir şekilde boyuta ilerlemesine neden oldu. Çünkü Ufuk'a karşı hissettiğim suçluluk duygusunu bugün hala hissediyorum. Haliyle "ağabey" olarak gördüğüm kişilere en başlangıçta suçluluk duygusuyla yaklaşıyorum ve karşımdaki kişi kesin bir hata yapmışsa bile hatayı kendimde arıyorum. Kendimi affettirmek için de cinselliği aracı olarak kullanıyorum.

- Bu mantıkla gidersek, o halde seni sahiplenen, sana destek veren herkes ağabey olabilir mi?
- Evet ama kafamdaki görünüşe de uyması lazım. İbrahim uyuyordu her anlamıyla.
- Tamam da İbrahim yok artık. Başka şekilde bakarsak mesela, Alperen olabilir mi?
- Olabilir herhalde.
- Beden olarak kafandaki resme uyuyor mu? Yoksa sadece ilgisi ve alakası mı?
- Beden olarak kafamdaki resme çok uzak değil ve ilgisi, alakası cezbediyor beni.
- Sonuçta, amaç ağabeyi bulmak. Sen de hemen yenisini buluyorsun. Sonra ağabeyden emin olduktan sonra ödül olarak cinselliği vermen gerekmiyor mu?
- Çıktığı kızlar falan... Kıskanınca...
- Amaç ne burada? Ağabeyi elde etmek. Senin asıl amacın cinsellik mi yoksa ağabeyi elde etmek mi?
- Ağabeyi elde etmek.
- Sen cinselliği neden kullanıyorsun?
- Daha fazla elde etmek için, tamamen benim olsun diye.
- Senin ağabeyin olsun diye. İlişki cinselliğe yöneliyor çünkü karşındaki ağabey karakterine  karşı bir hata yaptığını düşündüğünde Ufuk olayındaki suçluluk açığa çıkıyor. Erkek erkek ilişkide bir koca aramıyorsun öyle değil mi? Sen aslında ağabeyi kaybetmemek için cinsellik katıyorsun ilişkine.
- Evet.
- Kuzenle olan ilişkide kuzenin ağabey gibi oluyor muydu?
- Hayır.
- Cinselliği bir kişiyle, duygusallığı da başka bir kişiyle yaşıyorsun o halde.
-   Aynen öyle.


Lanet çok kişilikli bilinçaltım! Niye berbat planlar yapıp duruyorsun? Kardeş kardeş geçinirken neden cinselliği soktun ki aramıza? Ne oldu? Daha fazla elde edebildin mi onları? HK'nın yanına gelip duruyorum senin yüzünden. İbrahim de yine senin yüzünden gitti. Bana nankörlük yapıyorsun sürekli. "Ağabey arayışı" diye ayak yaparak beni eşcinselliğe de sürükledin zaten. Lanet olsun sana!

- Bağ kuramamışsın ne annenle ne de babanla. Aitlik hissin yok. "Ben bu ailenin çocuğuyum." diyebilir misin?
- Hayır.
- Hatta şunu bile sorgulamış olabilirsin: Bunlar ayrı yatıyorsa ben nereden geldim?
- Bu değil de, buna benzeri oldu.
- Nedir?
- Ben dayıma çok benzerim. Babamla annemin değil de, dayımla annemin çocuğuyum diye düşünmüştüm. Ensest ilişki yani.
- Oh ne güzel, ne güzel. Ama niçin soruyorsun bunu? "Annemle babam ayrı yatıyorsa ben dünyaya nasıl geldim?" diye değil mi?
- Evet ve babam bana benzemiyor.
- Dayına baba gibi baktığın oldu mu hiç?
- Kesinlikle.
- Hatırlarsanız buraya gelmeden önceki dört ay boyunca da dayımın yanında çalışıyordum.
- Neden? İş falan hikaye o zaman.
- Onlar hikaye tabii ki. İş adamı olup ne yapacağım yoksa.

62
-   Bilmiyorum, kurmamam gerekiyormuş.
-   Sadece bir talimat mıydı yani? "Kızlarla gezme!"
-   Evet.
-   Peki sen ne hissediyordun böyle denilince? Kızlarla gezilince kötü mü olurmuş?
-   Evet.
-   Peki sen mi yapacaktın o kötülüğü, kızlar mı?
-   Bir fikrim yok.

Beni eşcinsel yapan şey annemin lanet olası baskıları! Annem de toplumdan bağımsız değil elbette. Toplumdakiler herkese baskı yapar. Kimse görmezken her haltı işlerler ama insan içinde melek takılırlar. Hepiniz kötülüğün ta kendisisiniz! Küçükken kızlarla iyi iletişim de kurabiliyordum oysa. Beni severlerdi ama annemin baskıları yüzünden hepsine ters davrandım ve beklediğim gibi benden uzaklaştılar. Ne oldu peki? İbnenin teki oldum. Eserinle gurur duy anne!

-   Hep şizofren olmak istemişimdir. Olmayan birinin halüsinasyonunu görmek istemişimdir.
-   Zaten siz sınır kişilik bozukluğu olanlarda hep yok mu bu? Mistik olana ilgi duyma, uhrevi olana ilgi duyma? Gerçek hayatta başarısız olunduğu için olmayan şeylere yöneliyorsunuz. Savaşamıyorsunuz. Senin de savaşacak gücün yok. Nerede güçlü olacaksın? Cinler, periler, görünmez varlıklar. Onlarla ilişki kuracaksın. Bu zavallı insanlardan üstün olacaksın. Oraya gitmiyor mu?
-   Gidiyor, doğru.
-   Sen gerçek hayattaki problemlerini çözmezsen, şizofrenliğe doğru gidiyorsun. Zeki olduğunu biliyorsun, başarabileceğini biliyorsun, üstün olduğunu biliyorsun ama yapamıyorsun. Bunlar da sende derin üzüntüler, kaygılar oluşturacak. Alkole, kumara yöneliyorsun. Ne bileyim işte eşcinselliğe gidiyorsun, eşcinsel olmazsan kadına gidiyorsun. Sapkın davranışlar gösteriyorsun. Tekkelerde falan böyle adamlar yok mudur dibine kadar alkole batan? Sonra tövbe eden ve uhrevi olana yönelen adamlar...
-   Vardır.
-   Değersiz, sapkın davranışlara yönelmiş. Başarı elde edememiş. Sonra mistik olana yöneliyor, şeyhin onayını bekliyor. En iyi müridi olmak istiyor, şeyh öldükten sonra şeyh olmak istiyor.
-   Orada da işler böyle yürüyor.
-   Kendini kontrol etme becerin yok. Sebebi, kendini erkek olarak görememen. Yetersiz görmen. Bir kadını istiyorsan onun senin hakkında ne düşündüğünü önemsemeyeceksin. Onu etkilemek önemli. Kadın kendisini sahiplenen erkeği ister. Kısacası psikolojisi sağlam adamı arar. Yakışıklılık başta bir kriter. Ama neye göre, kime göre?


HK'nın da dediği gibi, bir kadın erkekte önce yakışıklılığa bakıyor olabilir belki. Ama sonra karşıdaki erkeğin adam olup olmadığına bakıyor. Psikolojisi sağlamsa, ona destek olabilecekse, erkeği seçiyor. Yani bizim gibi insanların da kızlar karşısında şansı olabilir. Burada önemli olan şey bizim kızları isteyip istemediğimiz.

- Cinsel hayatı olmayan insan sağlıklı düşünemez. Babanla aranda gerçek algısında farklılık yok mu?
- Var.
- Kim daha sağlıklı?
- Bence ben.
- Evet. Niye böyle diyoruz peki? Senin eşcinsellik bile olsa cinsel bir hayatın var. Onun var mı?
- Hayır.
- Bir de varken yok, bu daha da kötü. Karısı ölmüş ya da ayrılmış olsa, haydi bir nebze. Ama karın var ve beraber yatmıyorsun. Sebebi ne?
- Benim bildiğim bir sebep yok.
- Hiç kafana takılmadı mı?
- Takıldı ve bu yüzden boşanmış ebeveynlerin çocuklarını daha çok seviyorum.
- Ne anlamda? Aç bunu işte.
- Çünkü benimkilerin hep boşanmış olmasını istemişimdir.
- İstemiştin ama neden ne?
- Çünkü boşanmamaları daha kötüydü. Varken yokluğu yaşıyorlar. Boşanırlarsa bari normal görünür.
- Belki ebeveynin boşansaydı ikisinden biri evlenebilirdi. Ama şimdi ortada bir evlilik yok.
- Senin bu düğümü çözmen lazım. Babana sor "Neden annemle yatmıyorsun?" diye.
- Sordum "Sana ne!" dedi.
- Öyle diyecek tabii ki, başka bir yerden gireceksin mevzuya. Peygamberden gireceksin, damardan gireceksin.

Annem ve babamın yıllardır aynı yatakta bile yatmıyor oluşu bende derin etkiler bıraktı anlaşılan. On beş seneden fazla bir süredir beraber yatmıyorlar. Bu yüzden biri evlenince ne olacağını uzun süre anlayamadım. Anne-baba ev arkadaşlarından farklı olmadı gözümde. Herkes kardeşçe yaşıyordu aynı evde. Kim anne yahut kim baba pek önemli olur mu bir zaman sonra?

- Kafanda kurduğun ağabeyi hayalinde yaşattın mı uzun süre?
- Çok uzun süre yaşattım, yıllarca.
- Kime benziyordu ve içinde yarattığı duygu neydi senin?
- İbrahim.
- Eşcinselliğin altında bu mu var?

63
BÖLÜM 9:

Bunca yıllık terapi hayatımda bu kadar önemli bir terapi yapmamışımdır herhalde. Bu terapi evrenin var oluşunu keşfetmekten farksızdı. Kendimi, hayatı, bilinçaltı oyunlarını keşfettim. Tanrı'yı keşfetme serüvenim bile bu terapide başladı. Bu terapinin diğerlerinden farklı olan bir diğer noktası da terapiyi dışarıda yapmamızdı. Terapiyi bir AVM'nin kafesinde yaptık. Dışarıda terapi yapıldığını duymamıştım daha önce. Ne yalan söyleyeyim? Biraz tedirgin oldum başlarda. HK standart psikologlardan çok farklıydı. Hem bir dost gibi yaklaşıyordu, hem de profesyonelliğini bozmuyordu.

-   Evet, söz sende Emre.

Hep böyle başlamıyor muyuz zaten terapilere? Söz bende olunca çok zorlanıyorum yahu. Ben sussam da o konuşsa olmaz mı hep? Ben gelir giderim yine. Ama o ne yapıyor? Ben konuşmaya başlamadığım sürece sadece "Söz sende." diyor basitçe. Lanet HK! Konuşunca benliğim yıkılıyor! Açıklarımı görüyorum ve mükemmel bir şekilde planlanmış olduğunu düşündüğüm hayatım adeta çöplük haline geliyor. "Bütün insanlar kötü." diyemiyorum. Tıpkı diğerleri gibi "Ben de kusurlu bir insanım" demek zorunda kalıyorum. Tanrı olma şansım azalıyor. Özetle, terapilere bu açıdan bakınca onlardan nefret ediyorum.

-   Konuşalım tamam.
-   Tamam.
-   Ben başlayamıyorum ama.
-   Sen başla!
-   Üç gündür başka bir yerde kalıyorum. Karaköy'deki halamın oğlunun yanında. Ama anladım ki  halamın oğlunun yanında kalmamam lazım.
-   Niye?
-   Teyzemin oğlunun evi çok baskıcıydı ama bu da çok serbest. Deli gibi içtim burada.
-   Ha! Öteki evde olsan içki içemez miydin?
-   İçemezdim.
-   Burada?
-   Komaya giriyordum. Alkol komasına giriyordum.
-   Şimdi ne var? Suçluluk mu, pişmanlık mı?
-   Artık yok.
-   Orada kalırken mi vardı?
-   Evet, orada utanç içindeydim.
-   Nasıl bir suçluluk?
-   Kendi yaptığım bir hatadan dolayı ortalığı mahvettim.
-   Hangi hata?
-   Fazla içmek. Fazla içmenin ardından zaten...
-   Onlar içmedi mi?
-   Hayır, içmediler.
-   Votkayı sen mi aldın?
-   Evet, ben aldım.
-   Bir şey demediler ama?
-   Hayır, demediler.
-   İçme nedenin neydi peki?
-   Bilmiyorum.
-   Sıkıntı gidermek mi?
-   İnsan mutlu oluyor içince, o yüzden.
-   Ne anlamda?
-   Hiçbir şeyi umursamıyorsunuz içtiğinizde. Dünya umurunuzda olmuyor.
-   Kafanın içi çok dolu, ondan mı?
-   Herhalde.
-   Kafanın içi git gide karışıyor. Öyle mi?
-   Evet.
-   Neden karışıyor?
-   "Acaba yapabilir miyim?" diyorum kızlarla.
-   Bu kafanın karışması ve içmen için yeterli değil mi?
-   Yeterli herhalde. Başarabilirim artık ama kızlardan korkuyorum.
-   Nasıl bir korku?
-   Bilmediğim türde bir korku. Bilsem zaten korkmam.
-   Üstünü aç biraz ama. Onlara karşı güçsüz mü olursun?
-   "Beğenmezler" falan diye. Geçen konuştuğumuz konu.
-   Beğenmezlerse "erkekliğimi yetersiz görürüm." diye. Peki "ben yetersiz gelecek miyim?"
-   Evet.
-   Yetersiz bir erkek olduğunu nereden fark ettin?
-   Hiçbir kızla çıkmadığımdan dolayı.
-   Neden çıkmadın?
-   Hiçbir fikrim yok.
-   Kendini beğenmediğin için mi?
-   Yani, kendini beğenmemekle beraber o zamanki aile baskısı.
-   Nasıl bir baskı?
-   Hani "Kızlarla arkadaşlık kurma, bizim ailemize yakışmaz." gibi bir baskı.
-   Kim yapıyordu o baskıyı özellikle?
-   Annem.
-   Ne diyordu?
-   "Kızlarla yakın olma, arkadaşlık kurma." diyordu.
-   Kaç yaşındayken?
-   On on bir yaşlarındayken.
-   Kızlarla arkadaşlık kurarsan ne olurmuş?

64
HK: Soralım şimdi, Berk ve Alperen merak ediyordur. Memleketinden kalkıp ne işin var da buraya geliyorsun?
EFS: Ben de soruyorum bu soruyu kendime.
Herkes: Gülücükler.
HK: Kimin şarkısıydı o? "Yıllardır soruyorum, saçın neden beyazlamış arkadaş?", buna benzer bir şeydi. Adnan Şenses söyler, Hüseyin Altın söyler.
Herkes: ...
EFS: Sorun hep bu ikilemlerde.
HK: Sorun şu; dindarlar, dindar değil.
EFS: Mantıklı.
HK: Çünkü dindarların çoğu ruh hastası, sapık.  Camilerdeki herkes Müslüman mı? Hadis de var hatta bununla ilgili. "Camiye bin kişi gelecek, bir kişinin namazı kabul olacak." diye. İşte 999 tane kişiliksiz, yavşak adam var orada. "Allah! Allah!" diye namaz kılıyor.
EFS: Doğru diyorsunuz.
Berk: Emre de öyle yapmamak için kılmıyor.
HK: Şimdi Emre'nin buraya neden geldiği önemli. Türkiye'de dine bakış yanlış. Neyi konuştuk? Dindeki Hz. Adem ile Hz. Havva hikayesine gidelim. Havva nasıl biri? Camilerde anlatılır ya hikaye. Adem ile Havva cennetteymiş, nasıl biri?
Herkes: ...
HK: İyi olan kim?
Berk: Adem!
HK: Havva?
Herkes: Kötü
HK: Adem'i ayartmış, şeytanla işbirliği yapmış. Şeytan Adem'i kandıramadığından Havva'nın kanına giriyor. Sonra Havva da Adem'i kandırıyor. Havva löp löp yutuyor. Adem'in de boğazında kalmış. Sonra hata yaptığını anlamış. Yani Adem dört dörtlük, Havva? Orospunun teki.
EFS: Şeytandan daha beter.
HK: Böyle bakıldığında ortada dindarlık yok demektir. Başka bir açıdan bakalım. Çılgınlaştıralım biraz ama diyeceksin şimdi, bu adam dinsiz, imansız, kafir. Allah'ı padişah olarak düşünelim. Şeytan onun neyi? Veziri. Meleklere de komutan, asker falan diyebiliriz. Sonra Allah ne olduysa insanı yaratma kararını vermiş. Dikkat edelim buraya, melekler itiraz etmiş hep. Şeytan itiraz etmiş mi? Şeytanda "tık" yok. Melekler itiraz ediyor "Efendim, niye yaratıyorsun da, onlardan iş çıkmaz da." diye ama şeytan karışmıyor. Sonra insan yaratılmış. Melekler secde etmiş, şeytan ise "Ben etmiyorum." demiş. Şimdi başka bir açıdan bakalım. Şeytanın Allah'a aşkla bağlı olduğunu düşünelim. Tamamen kendini ona adadığını düşünelim.
EFS: Sınır kişilik bozukluğudur o.
HK: Şeytanda sınır kişilik bozukluğu olduğunu düşünelim. Aşık olduğun, en sevdiğin insanı bir başkasıyla paylaşmak ister misin?
EFS: Hayır.
HK: İnsan en sevdiği insana isyan etmez mi? Şeytan erkeklik taslıyor, isyan ediyor. "Ben senin o kullarını ayartacağım." diyor, yani kafa tutuyor. Allah da diyor ki: Bazılarını ayartırsın ama iyi kullarımı ayartamazsın! Fatih'e bakalım, adam, İstanbul'un fethi fikrine karşı geldi diye Çandarlı'nın kafasını alıyor. Şeytan zaman istiyor ve o da "Tamam, veririm." diyor. Burada Allah'ın şeytana öfkesi falan var mı? Yok. Burada bir anlaşma var. Şeytan olmazsa bir insan "iyi" insan olabilir mi? Yani, şeytan filmdeki kötü adam rolünü üstlenmiş. Şeytan sende kötülük varsa seni o yöne yönlendiriyor. Şeytan bir nevi akıl hocalığı yapıyor. Sen istiyorsun da gösteriyor yolu. Zaten anlaşmışlar, Allah iyiliği temsil ediyor, şeytan da kötülüğü, rol gereği. Bundan önceki insanlar biraz angutmuş herhalde. Ne söylenilirse inanmışlar. Kur'an ne diyor? "Düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz?" diyor çok kez. Yani sana anlatılan hikayeyi dinlemeyeceksin sadece. Sonra üzerine düşüneceksin. Sadece dinlersen ne oluyor? Havva kötü kadın. Dindar olmanın temel kuralı, beş vakit namaz kılarsın ya da kılmazsın o seni alakadar eder, ama beş vakit namaz kılan adamlardan korkacaksın. Nasıl bir formül?
BK: Derler ya hani "Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma." diye.
HK: Biz daha ileri gidiyoruz. Camideki imamı dinle, sonra unut gitsin. Aç kendin öğren, kendi sorularını sor. Dindar çevre kadını kötülüyor. Kadını kötülersek elimize ne geçecek?
EFS: "Biz daha güçlüyüz!" geçecek.
HK: Bir erkek ya da bir din kadını kötülediğinde kendi kaybeder. Sorduğumuz soru dağıldı. Neden kalkıp uzaklardan buraya geliyorsun? Kaç oldu sekiz mi oldu?
EFS: Param çok.
HK: Neden buradasın? Hikayeni biraz özetle.
EFS: Ortada iki yol var, ya iş çığrından çıkar, Allah, kitap, atarım hepsini çöpe ve eşcinsellik yoluna saparım ya da kurtulurum ve Allah'ın dilediği gibi iyi bir kul olacağım.
HK: Sen buraya eşcinsellik için geldin. Konu sadece eşcinsellik miymiş? Ya da ilk terapiye geldin ,ikinciye neden devam ettin?
EFS: Şöyle diyeyim o halde. Otuz sorun var diyelim, eşcinsellik sadece bir sonuç. Bizim asıl amacımız var olan otuz sorunu çözmek.

Terapinin geri kalan bir buçuk saatlik kısmı da bize kalsın. Dünya insanı henüz orada konuşulanlara hazır değil bence. Bu yüzden, bir süre daha bizde kalsınlar. Olur da bir gün başka kitaplar yazarsak, o zaman paylaşırız belki.

Son olarak HK'nın özlü sözlerini de ekleyelim bu bölüme:

1. Ben tek eşlilikten yanayım. Dört kadın falan filan, geç onları. İslamiyet "sik" dini değil, "vajina" dini de değil. Yani sikimizin keyfine dindar olmamız gerekmiyor. İslamiyetin hiçbir problemi yokmuş gibi, dini konular konuşulunca konu "lak" diye buraya geliyor. Biraz küfürbazım ama "ebenin amı" yani, İslamiyet "sik" dini mi? Bizim sikimizin keyfine mi indi bu din? Dört tane kadın... Siktir lan, ne dört kadını, ki Kuran-ı Kerim'de bir kadın öneriliyor mu önerilmiyor mu? O dönemin sosyolojik şartları falan filan. Şimdi o sosyolojik şartlar da yok yani. Kadına öncelikle duygu olarak yaklaşacaksın, cinsel olarak değil.

2. Erkek fahişeyi becerir, sevgilisini becerir ama karısını becermez. Onunla sevişir.

3. Yok mu muhafazakar çevrede böyle bir düşünce; erkek kızın eline dokunursa pezevenk olur, kız erkeğe dokunursa orospu olur.

4. Sekiz yıl boyunca hiç küfretmediğim oldu ama bu toplumda küfretmeden olmaz.

5. İki tür din var. Biri devletin dini, diğeri de Allah'ın dini. Kimse anasının karnından Allah'ın dinine doğmaz. Devletin dinine doğuyorsun önce. Devletin dini ne demek? Diyanet işleri, devletin dinidir. İlahiyat fakültesi, devletin dinidir. İmam-hatip lisesi, devletin dinidir. Cami, devletin dinidir. Eğer camide devletin atadığı bir imam varsa, orada devletin dini vardır. Allah'ın dini yoktur! Devlet iktidar mücadelesi verir. Her şeyi ele geçirmeye çalışır, haliyle Allah'ın dinini de iradesi altına sokmaya çalışır.


65
psikolojimin tamamen bozulduğunu hissettim. Resmen depresyona girdim. Ertesi gün okulda onu buldum ve konuşmaya çalıştım. Beni nerede görse kaçmaya çalışıyordu ve ben onunla aramı düzeltmek istiyordum. Eskisi gibi olamasa da onunla olmak için çabalıyordum ama bütün çabalarım boşa gitti. Düşünmeden edemiyorum, acaba ona açılmamın sebebi sadece acı çekmem miydi yoksa onun duygularıma karşılık verebileceği düşüncesi de var mıydı içimde? Bunu asla bilemeyeceğim galiba.

   İbrahim olayından sonra depresyonda olduğumu görenler sürekli neler olup bittiğini soruyordu. Kimileri de "İbrahim'le aranız çok iyiydi, neden bozuldu?" diye sorar olmuştu. Hiçbir cevap veremiyordum. İbrahim de kimseye söylememişti. Ama artık dayanamıyordum, birilerine anlatmalıydım bunları. İlk defa birine anlatmak çok zordu, ikinci ve üçüncü de zordu. Fakat artık açılmıştı düğümlerim, herkese eşcinsel olduğumu söylemek istiyordum. Tüm yakın arkadaşlarıma anlattım neredeyse. İbrahim de "Neden söyleyip benim adımı karalıyorsun?" dercesine tanıdık tanımadık herkese benim eşcinsel olduğumu anlatmaya başladı. Neymiş efendim? Kendisinin eşcinsel olduğunu sanarlarmış. Yahu arkadaş! Sen eşcinsel duygular taşımıyorsan neden korkuyorsun ki? Benim seni kötülemeyeceğimi de bilirken üstelik. En yakın arkadaşlarımdan bir çoğu uzaklaştı benden. "İbrahim'e böyle hisleri nasıl beslersin?" diyerek sorguladılar beni. Aşağılayıcı gözlerle baktılar hatta. Hepsinin canı cehenneme! Gerçi, sonradan bir kısmı durumu kabullendiler ve beni suçlamayı bıraktılar. Neden biliyor musunuz? Çünkü İbrahim onları da başka mevzularda küçük duruma düşürdü ve kullandı. Böyle beni daha iyi anlamaya başladılar.

İlişkilerimi poker oynar gibi yürütüyordum ve pokerde masadaki her şeyi almadan ya da her şeyimi kaybetmeden masadan kalkamıyordum. İlişkilerde de karşıdakinin her şeyini istiyordum. Gereksiz yere birçok kez rest çekiyordum. Oysa elimde güçlü kartlar da yoktu. Bu nedenle her zaman kaybeden taraf olarak ayrıldım ilişki oyunlarından. Bencildim ve karşıdakinin kanını emmeye çalışıyordum. Peki bu ne kattı bana? Izdıraplar, aptalca yaşanmış anılar ve sonu bilindiği halde başlanmış yolculuklar...


-  Bence pokerde kazanan insan hayatta da başarılı olur.
- Evet, çünkü masadan kalkması gerektiği zamanı bilir. İradesini kullanabilir. Sen kumarbazsın değil mi?
- Evet.
- Kumar oynayanların çoğu kişilik bozukluğuna sahip değil mi?
- Bu yüzden her zaman oynatan kazanır.
- Kişiliğinde bozukluk varsa ya kadına gideceksin, ya kumara gideceksin, ya alkole gideceksin, ya uyuşturucuya gideceksin ya da eşcinsellik işte. Başka sapkınlık ne olabilir?

(Ah, ah! Dilim tutulsaydı da söylemeseydim.)
- Vişne suyu içmek.
- Ne?
- Vişne suyu içmek!
- Bol bol mu?
- Bir marketin aldığı kadar vişne suyu satın almak. Benim yaptığım gibi.
- Sen bol bol vişne suyu mu içiyorsun?
- Fazlasıyla.
- Neyi çağrıştırıyor?
- Bilmiyorum, tadı çok güzel geliyor. Aslında olay şu; birçok insan vişne suyunu aşırı sevmez. Farklı olmak biraz da olay. İçtiğim sigara markası da aynı şekilde, kimse sevmez neredeyse ama ben iki buçuk yıldır bu sigarayı içiyorum.
- Gene güçlü görünmeye çalışmak olmuyor mu? "Ben farklıyım, güçlüyüm." diyorsun kendi kendine.
- Kendimi güçlü kılıyorum bir anlamda yani.
- Vişneyi bir de bilinçaltı olarak düşünelim. Çok derin anlamı olacak.
(Basitçe bir çizim yapmasının ardından kağıdı bana gösterdi.)
- Neyi çağrıştırır?
- Yani çağrıştırıyor da...
- Neyi?
- Cinsel organı çağrıştırıyor. Erkek cinsel organını.
- Başka?
- Göğüsleri çağrıştırdı.
- Erkek ve kadın cinselliğini çağrıştırdı yani.
- Öncelikle erkeği çağrıştırdı ama.
- Tamam, o da senin eşcinsel yönün. Eşcinsel yönünle baktığınla erkek cinsel organı, biseksüel açından baktığında da göğüs. Enteresan değil mi? Neden bol bol vişne içiyorsun acaba? "Tadıdır." diyelim, "Kimse sevmediği için farklıdır." diyelim. Ama özellikle vişne sevenler de var yani. Ama esas nedeni vişnenin cinsel çağrışımlar yaptırması.
- Vişne içmemin ne alakası var bunlarla yahu!
- Var. (Duyduğum garip ses tonunu buraya aktaramamak ne acı.)
- Nasıl yani?
- Var. Vişne çağrıştırır. Birkaç kişide denemiştik. Kadın göğsüdür erkek kimliği için. İçecek misin bir daha vişne suyu?
- Vişneyi bırakamam.
- İçerken bir de böyle düşün.
- Elma suyu içmeye karar verdim.
- Yazmaya başlarsan buradan başla.
- Armut suyu mu içsem yoksa?
- Diyorum ki; yazmaya buradan başla eğer başlarsan.

Uzunca bir sessizlik oluştu terapide. Dört saat sürecek olan terapinin belki de en sessiz anlarıydı. En anlamlı anları da bunlardı bence. Meşhur "Vişne Suyu" yazımın temelini de bu terapide atmış bulunduk. Fakat "Vişne Suyu" yazısını tamamlamak için bir terapiye daha ihtiyacım vardı. Bunu da ileride göreceksiniz zaten. Daha ileriki zamanlarda ne mi oldu? Vişne suyu bağımlılığım bitti.


Bu kısımdan sonra Alperen'i ve Berk'i de terapiye dahil ediyoruz. Her şey HK'nın "15 dakika onlar da gelsin." demesiyle başladı. Bu kısımda her telden sohbet ettik. Terapi içeriği yok denecek kadar azdı ama zihin açıcıydı. Bu yüzden yazılmayı hak ediyor.

HK: O dindar kitle, kadına şeytandır, cinsel objedir gözüyle yaklaşıyor. Öyle değil mi?
EFS: Yani.
HK: Yani kadınla ne yapılır? Sevişilir.
EFS: Başka da bir şey yapılmaz.
HK: Burada ayırıyoruz; duygusallık. Ne yani bir kıza aşık olmayacak mıyız? Sen sevdiğin bir kıza yakın ol, iradeni koy ve cinsel olarak yaklaşma. Ne sakıncası var? Ama öteki adam ne diyor? "Aman!" diyor, "Kadın şeytandır, atarsın yatağa." Ne yapıyor? Bu duygusal yönelimi öldürmüyor mu?
EFS: Fazlasıyla öldürüyor.
HK: Çocukluğundan beri "O yasak, bu yasak." Kadına yönelmenin bütün yollarını kapatmıyor musun?
EFS: Doğru.

66
bilmiyorum. Her şeyi geçtim. Benden ne bekleyeceklerini bilmiyorum. Kadınlar konusunda sürekli çıkmazdayım. Birinden çıkıp öteki çıkmaza bodoslama dalıyorum. Kendimi hala eksik görüyorum.  Kadınlara ulaşamayışımdaki bir etken olabilir . Lanet olası korkaklıklar ve benden yakışıklı olanlar!

   Savaş vermek nedir yahu? Nasıl savaşacağım kendi kendimle. Her açığımı biliyorum. Tüm güçlü yönlerimi biliyorum. Bilinçaltımı yenmeye çalışmalıyım en başta. Bilinçaltı kara delik gibidir ve beni içine çekmeden onunla nasıl başa çıkabilirim ? İkilemler, kararsızlıklar, sahtekarlıklar, iradesizlikler, adilikler ve her şey neredeyse... Hepsi var bu kara delikte. Uzunca bir süredir kendini koruma moduna geçmiş bekliyor. Bu yüzden değiştirmeye çalıştığım şeylerin hepsini sert bir dille eleştiriyor ve önüme engeller koyuyor. Bu engelleri daha önce de oluşturmuştu, engellerde birkaç kez tökezledim, birkaçını da aşmayı başardım. Ama iki durumda da ondan bir şey eksilmedi ve hala da eksilmiyor. Bu yüzden ara ara ümitsizliğe kapılıp kendimi boş veriyorum. Hatalar da yapıyorum tabii ki bu sırada ama yaptıklarımdan ve bana yapılanlardan dolayı üzüntü duymuyorum. Beni ben yapan şeyler bunlar oldu nihayetinde. Şu aşamada iyi ya da kötü oldukları pek de bir şey fark ettirmiyor benim için.

   Gelelim Alperen meselesine. Alperen'e bağlanmadım derken nasıl da yalanlar söylemişim. Tanrım! Onun her şeyine sahip olmak istiyordum adeta. HK'dan da onay bekliyordum onunla görüşmem için. Beni kızlara yaklaştırdığını bile söylüyordum. Tabii ki HK uyanığın teki, değil onay vermek, tam tersi beni ondan alıkoymak için her şeyi yaptı. "Değersiz birey" diyordum Alperen'e, "Güçlü değil." diyordum. Diyordum demesine ama açıkçası bu saçma lafların gözümde bir değeri de olmuyordu . Ona içten içe aşık olduğumu biliyordum. Bugüne kadar da itiraf etmiş değildim bunu. Şu an bu satırları yazarak kendime itiraf ediyorum öncelikle. Kayıp parçamdı adeta ama bugünkü aklımla düşündüğümde bana ne kadar zarar verdiğini çok net görüyorum. Ben bunları kendime bile henüz itiraf ederken, HK çoğu zaman "budala" rolüne bürünüp yalan söylediğimi anlamasına rağmen kanmış gibi görünmeyi tercih ediyordu. Bunu bilinçli bir şekilde yaptığının farkındayım. Ben bir şeyi anlatmaya hazır değilsem, o da bu şekilde saygı gösteriyor. Garip insan şu HK!

İbrahim'e de hala aşıktım bu arada ve aynı zamanda ondan nefret ediyordum. Bana çok büyük  bir yamuk yapmıştı ama hayatımda ona hala bir şans verebilirdim . Onu düşününce Pollyanna tarafım kabarıyordu ve mantığım sıfırlanıyordu çoğu kez. HK terapilerde bas bas bağırıyordu ve bana olabilecek zararlardan, hatalı ilişkilerden ve daha birçok işime yarayacak şeyden bahsediyordu. HK'nın söylediklerine katılsam da ne yazık ki  vücudumun bazı organları farklı düşünüyordu. Kalbim mesela... Gerçi Alperen vardı hayatımda artık, biricik kardeşim(!). O varken İbrahim'ı düşünmek saçmalıktı zaten. Lanet olası İbrahim ve muadilleri!

Gelelim uzun süredir bahsettiğimiz ama ilişkimize dair detayları vermediğimiz İbrahim'e. Aslında onunla ilgili olan detayları bilerek vermedim size. Çünkü İbrahim ile aramızdaki meseleyi duyanlar her zaman onu haklı gördü. İbrahim'i haklı görmelerinin sebebinin yüzeysel olarak bakmalarından kaynaklandığını düşündüm. Önce iç dünyamı okusaydınız beni haklı bulabilirdiniz İbrahim meselesinde. Siz de beni haksız bulabilesiniz diye İbrahim'i sonlara sakladım. Kendimi suçlama durumumun yansıması olarak da algılanabilir belki bu çünkü İbrahim konusunda içim hala rahat değil.

   Furkan'la aramızın bozulmasından sonra çıkan bu kahraman aynı zamanda en büyük düşmanım olacaktı lakin onunla yakınlaştığımızda bunu henüz bilmiyordum. Teneffüslerde beraber takıldık, çıkışta evine kadar beraber yürüyüp sohbet ettik bir çok kez. Öyle ki kendisi olmasa bile ailesiyle oturup sohbet edebiliyordum. Ailesi beni çok severdi. Beraber çok şey paylaştık ama  eşcinsel olduğuma dair bir fikrim yoktu henüz. Kendime cinsel bir kimlik belirlememiştim ve  İbrahim'i uzun süredir peşinde olduğum erkek kardeş figüründen başka bir kategoriye almamıştım. Günlerle aylar birbirini kovaladı ve İbrahim'i ilk defa bir başkasından kıskanmaya başladım. İbrahim'in dostum dediği, benden daha yakın olduğunu söylediği biri vardı. Bu durum benim "Lanet olsun! Benden daha yakın biri nasıl olur hayatında? Sen benim ağabeyimsin, en yakın kişi ben olmalıyım sana Kimse seni benden fazla sevemez bu dünyada. Öl desen ölürüm be ağabey! Daha ne istiyorsun en yakınındaki kişi olmam için?" düşünceleri içinde de debelenmeme neden oldu. Kıskanmak insanı gerçekten derinden etkileyen bir şey ve ben İbrahim'i ölesiye kıskanıyordum. Onsuz nasıl yaşayabileceğimi bile hayal etmem mümkün değildi. Aşıktım ona. Ama zerre kadar cinsellik yoktu aklımda onunla ilgili. Bilgisayarına bakım yapardım, ailesi evde yokken beraber sigara içerdik , yemek yerdik, hastaneye giderdik. Her şeyi beraber yapardık, ayrılmaz ikiliydik biz. Bir gün uykusu geldi ve uzanmak istediğini söyledi. "Ben gideyim o zaman." dedim. O da ''Hayır, sen de kal. Bir şey olmaz.'' dedi. Yatakta baş-ayak pozisyonunu almak istediğini söyledi. Ben ise ''İkimiz de aynı tarafa yatsak ne olur ki?'' dedim. ''Bir erkekle aynı yönde yatamam.'' diye cevap verdi. ''Peki'' dedim ve istediği şekilde yattım. Uykum yoktu, bu yüzden sadece uzanıyordum ama onun uyuduğumu düşünmesini istedim. Uyuduğumu düşünürse onun bakımlı ve kaslı vücuduna dokunabilirdim. Amacımda hiçbir cinsel içerik yoktu, sadece dokunmak istiyordum ona. Bir ara elimi onun bacağının üzerine koydum. Onun uyuduğunu düşünüyordum. Nasıl olduysa -istemli bir şekilde yavaş yavaş elimi bacağından yukarıya doğru ilerlettim- elim penisine değdi. Penisi sertleşmişti fakat tepki göstermedi, ben yine de elimi çektim. Sonradan öğrendim ki aslında uyumuyormuş. Hala vücuduna ve penisine neden dokunmama izin verdiğini bilmiyorum? Bu meseleyle alakalı başka bir anıya daha bakalım. Bir arkadaşımızın evinde otururken ben onun kucağına uzandım ve bir süre sonra penisinin sertleştiğini hissettim. Herhangi bir tepki vermedim ve uzanmaya devam ettim. Bunlar ve bunun gibi olan birçok olaydan sonra İbrahim'i cinsel olarak da tanımak istedim. Çünkü bana bu şekilde sinyaller gönderiyordu.

   İbrahim beni, benim onu sevdiğim gibi sevmiyordu. Bu durum bir süre sonra bana acı vermeye başladı. Bu acıya daha fazla dayanamayıp anneannemin evinde onunla otururken ondan hoşlandığımı ve eşcinsel olduğumu söyledim. Afalladı ve "Nasıl yardım edebilirim?" dedi. "Bana yardım edemezsin ama beni bırakmanı istemiyorum." dedim. Ne mi oldu? Ortamı terk etti ve gitti. Bu olayın gecesinde "Nasıl söylerim ve İbrahim'den ayrı kalırım?" diye kendimi suçladım durdum ve iki paket sigara içtim. O geceden sonra

67
vereceğini biliyorsun. En başta beğenme olduysa bir kere gerisi önemsiz olmuyor mu?
-   Oluyor. Çok kolay ilişki kuruluyor erkekle.
-   Hatta bir kitapta yazılmıştı erkeklerin bir kadınla ilk cinsel deneyimlerini. Genelde vajinayı bir kuyu olarak görürler. Sanki penisi yutacakmış da geri vermeyecekmiş gibi.


Lanet olası kadın korkum ve kendini bulunmaz hint kumaşı sanan kadınlar! Zor bir ülkede yaşıyorum, zor bir ailede yaşıyorum, zor bir dine mensubum ya da mensup bile değilim belki de. Sonuçta her şey zor geldi zaten bana. Bir de üstüne kadınları katarsam hayatıma çok zor olacaktı. Ben de uzun bir süre daha katmamaya karar verdim. Kadınlar sıkıntılı varlıklardı benim için. Ayrıca bana söyledikleri şey iyi olsa bile ben onu kötüye yorumlamayı gayet iyi beceriyordum. Bana "Çok iyisin." dese arkasında başka sebepler arıyordum. Mesela saf olduğumu düşünmüştür ya da "Ona uygun biri olmadığımı söylemek için kibar bir yol olarak bunu seçmiştir." diye düşünüyordum. Bunun sebebi küçüklükte yatıyor. Yaşadığım ortamın, okuduğum okulun, kısacası her bokun etkisi var üzerimde. Sanki dünyadaki her şey beni becermek üzere kurulu. Zavallı ben! İşin kötü tarafı ise artık suçlayabilecek hiç kimsenin olmaması. Tanrı beraat etti. Babam beraat etti. Herkes ve her şey beraat etti. Başıma gelen her şeyin intikamını aldığıma göre artık sorunlarımı çözmek zorundayım.  Çok şey yaşadım, bazıları tekerrür etti. Anılarımın bazıları tek seferlik oldu. Bu yüzden karmaşık üslubumdan dolayı affınıza sığınıyorum. Çünkü emin olun! Siz okurken ne kadar karmaşık hissediyorsanız, ben de o kadar karmaşık hissederken yazıyorum. Sayfalar, düşüncelerim, kısacası bu kitabın içindeki her şey birbiriyle çelişebilir. Eğer gerçekten bunu yansıtabildiysem, işte o zaman kendimi anlatabilmişimdir ve beni anlayan insanların olduğunu bilerek huzur içinde ölebilirim.

- Size geldikten sonra biseksüel gibi bir şey oldum.
- Bize gelmeden önce neydin?
- Tamamen eşcinseldim.
- Aktiftin, pasif yanların yoktu.
- Evet, yoktu.
- Mesela bir sanatçıya benzet, kadın.
- Sanatçılar hakkında bir bilgim yok.
- Benim tanıyabilmem, anlayabilmem açısından birini söyle.
- (Uzun süre düşündükten sonra)Asuman Krause.
- Esmer, uzun boylu.
- Yok onlardan dolayı değil, mesela 90-60-90 ölçüsünü hiç sevmem.
- Ne olacak?
- İnce olacak. Onun vücudu bayağı orantılı.
- Yüz olarak peki?
- Yüzünü bir kenara atalım, o değil mesele.
- Niye peki yüzü atıyorsun? Yüz önemli değil mi?
- Vücut olarak Asuman Krause diyelim kısacası.
- Tamam, vücut olarak bakalım.
- Göğüsler küçük olacak.
-  Küçük olacak, başka?
- Kilo olmayacak.
- Kilo asla olmayacak.
- Sonra yüze gelelim.
- Yüz için başkasını bulmamız lazım. Ama tanıdığım sanatçılar yaşça büyük olduğu için bulmakta zorlanıyorum.
- Sen genç olarak hayal et. Kafanda bir yüz resmi oluşsun. Asuman Krause'den bir şey oluştu.
- Gençliğinde de Hülya Avşar olabilir mesela.
- Orada kriterin ne?
- Bilmiyorum.
- Biraz erkeksi bir karakteri mi var?
- Yani, mesela etek giyen kızlar falan pek hoşuma gitmez.
- Rahat bir giyimi mi olacak?
- Rahat bir giyimden çok, askeri kıyafet giymiş gibi olacak. Lost dizisinde Kate Austen vardı mesela, giyimiyle falan bayağı iyiydi.
- Güçlü bir kadın mı olsun yani?
- Evet, güçlü olsun. Kendini ezdirmesin. Ağlayan kadınlardan falan nefret ederim.
- "Size geldikten sonra biseksüel oldum." diyorsun. Kadına ne kadar yaklaştın peki?
- Sadece uzaktan bakacak kadar.
- Şimdi sıra o kadına gitmeye gelmedi mi?
- Geldi.
- Kriterimiz şu, sen güçlü kadının senin hakkında ne düşündüğüne bakmayacaksın. Sen onu "istiyor musun , istemiyor musun?", buna karar vereceksin. Odaklanırsan kaybedersin, öyle değil mi?
- Evet.
- "Beni beğenmez." diye düşündüğünde baştan kaybetmiş oluyorsun. Normal kadın-erkek ilişkisinde bir çatışma vardır zaten. Sen bunu sadece sende oluyormuş gibi algılarsan eşcinsellik tuzağına düşmeyecek misin tekrardan? Kendini değersizliğe kaptırmış olmayacak mısın yine?
- Olabilir.
- Çatıştınız diyelim kadınla. Ne düşüneceksin?
- Eğer bağlanmışsam o kişiye, büyük ihtimalle ben peşinden koşarım.
- Seni hak ediyor ya da etmiyor... Kendi erkekliğini yargılayacak mısın?
- Yargılarım.
- Eğer ben hata yaptıysam, hatamı düzeltmek için peşinden koşarım.
- Çatıştığınızda başarısız görecek misin kendini?
- Hayır, çünkü asıl mesele en başta benim sevgilim olmayı kabul etmesi. Ondan sonrası hikaye.
- Peki engel ne? Beğendiğin bir kadına gidip teklif edebilecek misin?
- Hayır.
- Neden peki?
- Çünkü denedim ve olmadı.
- Ne zaman?
- Lisede iki kişiye teklif etmiştim. İkisi de reddetti.
- Peki reddedilince ne hissettin? Değersizlik? Beğenilmeme?
- Hem bahsettiğiniz şeyler hem de "Ben olsam, ben de kabul etmezdim." düşüncesi.
- Bunlar adamı çıkmaza götürmez mi?
- Götürür.
- Burada yine kendini yargıladığından kaybetmiyor musun?
- Belki.
- Esas sorun ne? Reddedilmeyi göze alamıyorsun. Kadınla yine bir güç dengesi kuruyorsun. Reddedilince erkekliğinin beş para etmediğini düşünmeye başlıyorsun. Erkekliğinde, kusuru kendin buluyorsun. Kadınlar reddedebilirler. Çok kararlı bir erkeği sonunda kabul eden kadınlar çıkmaz mı?
- Çıkar.
- Savaş vermen gerekiyor. Sen hamle yapıyorsun bir iki tane. Sonrasında olmayınca da bırakıyorsun çaba göstermeden.

Kadınlar ayrı yaratıklar bence. Erkekler ile aynı galaksiden olabileceklerini düşünmek bile garip geliyor açıkçası. Onlara nasıl ulaşılacağı ise kimse tarafından tam anlamıyla keşfedilemedi. Belki de sebebi ulaşılmaya çalışmanın gereksiz oluşudur. Fakat bunu anlatıp insanları ikna edebilmek bir hayli zor olur. Sonuç olarak ulaşamadığım kadına "mundar" diyorum. Ne bekliyorlar erkeklerden

68
-   Senin gözünde kadın değersiz midir?
-   Evet, fazlasıyla.
-   Sömürmesin, kullanmasın seni diye ona böyle davranıyor olamaz mısın?
-   Evet, olabilir.
-   Burada stratejik bir hata yapıyor olamaz mısın?
-   Ne gibi?
-   Kadın karşısında kendini güçsüz görüyorsun ya normalde.
-   Evet.
-   Bu güçsüzlüğünü güçlü erkekle doldurabileceğine inanıyorsun. Ama güçlü bir kadının sana bir şey katabileceğine inanmıyorsun, inanamazsın da.
-   Bu yüzden, kızlardan çıkma tekliflerini hep reddettim onları güzel bulmadığımdan. Güçlü ve güzel kızlara da ben teklif edemedim.
-   Burada kendi içinde bir problemin var. Kadına kapıları sen kapatıyorsun.
-   Doğru yani.
-   Çünkü orada bir güvensizlik var, kaybederim korkusu var. Bir şeyler var nihayetinde.
-   Evet. Acaba bir kızla çıkmayı mı denesem?
-   Olabilir, kadından kaçtığında ne oluyor?
-   Erkeklere yöneliyorum.
-   Mesela sen, bir kadının vajinasını hayal edip mastürbasyon yaptın mı hiç?
-   Hayır, yapmadım.
-   Korkutuyor mu seni vajina peki?
-   Bir kadının memelerinden ve vajinasından nefret ediyorum.
-   Vajina! Bir hayal et! Senin penisin bir vajinaya giriyor.
-   İğrenç bir şey hocam.
-   Bir dene. Kadın mı seni baştan çıkarsın, sen mi kadını?
-   O çıkarsın.
-   Tamam, aşama aşama gidelim. Sen arkana yaslan.
-   Yapmasak bunu olmaz mı?
-   Kadın göğüslerini çıkardı diyelim. Ne hissettiriyor o göğüsler sana? Neyi çağrıştırıyor sana?
-   Hiçbir şey çağrıştırmıyor.
-   Sütü mü çağrıştırıyor, bir hayvanı mı, başka bir şeyi mi ya da geçmişinden bir şey mi çağrıştırıyor?
-   Bilmiyorum vallahi.
-   Düşün.
-   Tek bir şey var. Küçükken kadınlar odadan çıkarırdı beni emzirecekleri zaman falan. Ama kadınlar orada kalıyordu.
-   Kaç yaşındaydın?
-   On falan.
-   Peki, ne hissettiriyordu bu sana? Haksızlığa uğramış gibi mi hissediyordun?
-   Evet.
-   Ya da orada kötü bir şey görecekmişsin gibi. Yasak mı?
-   Evet, yasak.
-   Dışarı çıktığında ne hissediyordun peki?
-   Merak ediyordum aslında. "Ne yapıyorlar içeride?" diye.
-   Orada kendini dışlanmış mı hissediyordun? Sanki kadınlar seni dışlamış gibi. Kadınlar seni istemiyor, beğenmiyor gibi bir algı oluşmuyor mu bilinçaltında?
-   Evet.
-   O aşamaya geldin. Kadın senin elini onun göğsüne dokunduruyor.
-   Hiçbir şey hissetmiyorum.
-   Penisine dokunuyor ya da dudaklarından öpüyor.
-   Yine hiçbir şey yok.
-   Kadınlardan uzak durduğundan mı?
-   Olmadı böyle, başa saralım.
-   Tamam.
-   Ben yaklaşmalıyım ona.
-   Ne yapıyorsun peki?
-   Okşuyorum herhalde.
-   Ayakta mısınız, yatakta falan mı?
-   Ayakta.
-   Peki, çıplak mısınız?
-   Hayır. Kadınları çıplakken sevmiyorum.
-   Giyinikken yap fanteziyi.
-   Sanki erkekle zina haram değil de kadınla harammış gibi düşünüyorum.
-   Kadını sürekli yasaklarsan, uzaklaştırırsan onu şeytani ve günah olarak görürsen erkeğe yönelmiyor musun? Sanki kadın şeytansa erkek melektir gibi. Penisini kadının vajinasına "Günahtır, olmaz." diyerek sokmazsan ne olur? Penis kuyusuna düşersin.
-   Tamam.
-   Kadın düşkünü bir adam, sayısız zinadan sonra kendisini kenara çekip durdurabilir. Ama eşcinsellikte böyle mi? Penis - penis ilişkisinde kurtulma şansın yok, kuyuya düşmüş olursun. Çünkü güçlü kadın-güçlü erkek olayı olmuyor. O beni beğenmez, istemez diyerek ondan kaçıyorsun. Kadınla problemin var, çözemediğin için erkeğe kaçıyorsun. Çünkü kadınları tanımıyorsun. Erkek karşısında korkuya gerek yok. Her şeyini biliyorsun, cinsel organını biliyorsun, nasıl zevk

69
-   Tahminen altı ay, bir yıl cinsellik yok mu işin içinde?
-   Evet, yok. Ama sonra ben daha fazla aşama kaydetmek istiyorum. Onu daha fazla elde etmek istiyorum. Bu yüzden artık sorunsuz insanları seçmemeye çalışıyorum.
-   Sorunlular mı hedefin?
-   Hani sorunlu derken, ailesiyle sorunları olur, okuluyla olur. Her şeyde başarılı değildir.
-   Peki bu güçsüzle gezme sana ne veriyor? Güç veriyor mu?
-   Hiç düşünmedim bunu.
-   Sadece bununla gezsen mesela, ne katacak sana?
-   Şu an benim için dışarıda beklemesi bana pek bir anlam ifade etmiyor mesela.
-   Bu bir değer değil o zaman.
-   Evet, değer değil.
-   Günü tüketmek için geziyorsun onunla yani.
-   Evet, şu son altı aydır özellikle, hiçbir insanla uzun vadeli bir şey düşünerek iletişim başlatmıyorum.
-   Güçlülerden kaçıyorsun sen, çözmüyorsun. Alperen'le takılıp tüketiyorsun yine, bu da sana bir şey katmayacak ki. Yine değersizleştiriyorsun kendini. Bu ilişki seni tedavi etmiyor. Bu da aslında sistemi pekiştiriyor.
-   Ne yapmam lazım peki?
-   Güçlü insanla takılırken kendinle savaşacaksın. Ona tapınmak geliyorsa içinden, yapmayacaksın. Her aramak istediğinde aramayacaksın onu. Savaşarak yenemez misin? Bir tek yolu bu.
-   Savaşarak yenemiyorum.
-   Şimdi İbrahim'le tek başına savaştın. Hiç çabalamadan, kendinle hiç yüzleşmeden. Gene sistemin gereği, problemlere, İbrahim'e yöneldin. Bu sistemi pekiştirir. Şimdi biz diyoruz ki, "Gel, bilinçli bir şekilde savaşa girelim." Senin İbrahim'le yaptığın savaş değildi. Sen uyuşturucu kullanıyor gibiydin. Senin kişiliğine tahribat oluyordu. Alperen'i seçmiş olman da bu şekilde. Sistemi pekiştiriyor. İbrahim ne kadar zararlıysa, Alperen de o kadar zararlı senin için.
-   Savaşırsak.
-   O zaman güçlenme ihtimalin var. Burada senin bir hedefin yok. İlişkilerde bir anlamın yok. Allah sana bir zeka vermiş, sen de onunla baş başa geçiriyorsun hayatını. Asıl yapman gereken, okul birinciliği olmalıydı. Senin hedefin zekanı kullanmak olmalıydı. Değersizlik duygusu olduğu için bu hedefleri koyamıyorsun.
-   Ya olmazsa, hedefler tutmazsa.
-   İşte bunlar değersizlikten dolayı. Kendine saygı duymuyorsun. Kendini değerli hissetsen, kendine güvenin olsa, zaten çevresiyle sorunu olmayan biri olacaksın. Sen hep kestirme yolları seçiyorsun. Daha önce söylemiştik, aslında senin sayısal okuman lazımdı. Yalan de!
-   Doğru, katılıyorum.
-   Bir yerden sonra patlak verecek bu sistem. Bir yere kadar kestirmelerle geliyorsun. Sonra problemler çıkıyor. Tamamen kendine odaklanman lazım. Ama bence kendinle hiç mücadele etmiyorsun.
-   Bilmiyorum ki.
-   Hatta bir ara üniversite okumamayı bile düşünmüştün.
-   O zaman benim memleketimde okumam lazım. İstanbul'a gelmek kolaya kaçmak olmaz mı?
-   Tamam da, oradaki amaç farklı. Babandan uzaklaşacaksın. Problemin kaynağından uzaklaşacaksın yani.

Gördüğünüz gibi yerimde saydım hep bu sürece kadar. HK'nın neredeyse hiçbir tavsiyesini uygulamadım. Bunun üstüne onunla zeka oyunlarına girdim. Dinledim onu ama sallamadım. Kendi çözümlerimi kendim üretmeye çalıştım, çalıştıkça da battım. Üç beş kere terapiye gelmekle kendimi uzman ilan ettim. Beni en iyi çözebileceğin yine ben olduğuna ikna ettim kendimi. Peki ne oldu? Benim süreç uzadı da uzadı. HK konuştu, benim bir kulaktan girdi, diğerinden çıktı. Fayda? O oyunları kazandığı zaman bir iki şey giriyordu kulağımdan beynime. Ama ben HK'yı yendiğimi düşündüğümde zerre kadar fayda alamıyordum. İşte bu günlere gelmem bu yüzden bu kadar uzun sürdü. Kitaba başlayalı yıllar oldu. Bitirmeme de az kaldı. Ama ben bitirmeye yaklaştıkça kendimden kaçar oldum. Kitaptan kaçar oldum. Çünkü biliyorum ki bu kitabı bitirdiğimde farklı bir insan olacağım. Hayatımda ilk defa bir şeyde çaba göstererek tamamlamış olacağım. Kolay ve kestirme yolu değil, zor ama beni geliştirecek yolu seçmiş olacağım. Bugüne kadar birçok işe başladım, doğru ya da yanlış işler olup olmadıklarından bahsetmeyeceğim ama şu var ki sadece başlangıçlarını iyi yaptım. Hiçbirinde sebat göstermedim. En ufak zorlukta işleri bıraktım, kendimi başarısız ilan ettim ve kabuğuma çekildim bir kez daha. Ama yıllar sonra bunun hiçbir şeye yaramadığını gördüm. İşte bu yüzdendir ki artık bir şeylerin değişmesi gerek.

-   Kadını bir güç olarak görmüyorsun sen genel olarak.
-   Evet görmüyorum.
-   Güçlü erkeğe yöneliyorsun ama güçlü kadının kapısından dahi geçmeyebilirsin. Onu bir tehdit olarak görebilirsin. O daha korkutucu olabilir senin için. "Ya erkekliğimi beğenmezse!" gibi korkular oluşabilir içinde. Seçim yapma şansı versek sana ve "güçlü kadın ya da güçlü erkek" desek, hangisini seçersin?
-   Güçlü erkeği seçerim tabii ki.
-   Güçlü kadını niye seçmezsin?
-   Saçma geliyor. Bir kadının güçlü olmasını bir kenara koyarsak, yine de saçma be!
-   Alperen yerine Ayşe'yi koyduk diyelim. Onunla gezerken ne hissedeceksin?
-   Güçlü kadının taleplerini yerine getiremem. Yenilmiş hissederim.
-   Yani güçlü bir erkeğe teslim olmak daha mı kolay?
-   Aynen öyle, o zaman kendimi ezilmiş gibi hissetmem.
-   Güçlü kadının karşısında "Kendimi korumalıyım, ona karşı açık vermemeliyim veya güçlü görünmeliyim" gibi düşüncelere mi dalıyorsun?
-   Güçlü bir kadına sevecen davranamam, kaba davranırım. Ona her daim güçlü görünmeliyim.
-   Tedbir mi olmuş oluyor bu? Yoksa kadını değersizleştiriyor musun?
-   Değersizleştiriyorum galiba.

70
-   Ne söylemiştik?
-   Kendini sevmeyen, değer vermeyen adam diğer insanları da sevemez.
-   Problem burada başlamıyor mu?
-   Evet, başlıyor.
-   Kendini sevmeyen, beğenmeyen, değersiz bulan bir kişi, her alanda, sorunlar içinde olacak. Önce bu problemi çözmek lazım. Ne için kendini değersiz buluyorsun, niye kendini sevmiyorsun ya da niye diğer insanlarda ayrıntılara bu kadar takılıyorsun? Önce bunları sorgulamak gerekmez mi? Burada da bakıyoruz aileye, babaya falan. Hayatının kritik noktası. Senin hayatının temeli zaten babana gidiyor mu gitmiyor mu?
-   Gidiyor.
-   Sen aslında onun sorunlarını miras almış olmuyor musun? Sende problem var ama bu problemlerin kökeni babana varmıyor mu?
-   Varıyor.
-   Aslında gerçek iyileşme babanın iyileşmesi ama böyle bir şey şimdilik mümkün görünmüyor ve bu problem senin hayatındaki kritik anlarda problem yaratıyor. Memleketini kabul ettiğin gün, kaybettiğin gündür. Babanla ilgili olumsuz bir şey gördüğünde, annenle araları kötü olduğunda sen de bunlardan etkileniyorsun. Bu yüzden İstanbul'a gelmen daha doğru.
-   Korktuğum nokta şu; İstanbul'da kendi başıma kalırsa kendimi pazarlamaya bile başlayabilirim.
-   Dur oraya geleceğiz, önce babanla olan şu bağı koparmamız lazım. Yani İstanbul sana bunu sağlamaz mı?
-   Sağlar.
-   Akşam İstanbul'dasın bugün. Oturduğunda baban aklına gelir mi?
-   Hayır.
-   Memleketinde olduğunda sürekli karşılaşacaksın. İstanbul'da en kötü ihtimalle arada mesafe olacak.
-   İki gündür buradayım mesela, aklıma memleketimden kimse gelmedi.
-   İlk olarak, memleketinden uzak olma konusunda artıdayız. Buradaki oyunun da kuralları var. Büyüsüne kapılmayacaksın buranın. Lisedeki gibi de olmayacaksın tabii, buradaki tek amacın "öğrenci olmak" olacak. Yani ders saatinde devamsızlığın olmayacak, okul saatinde orada, burada gezmeyeceksin. Anlatabiliyor muyum?
-   Evet.
-   Yani hayatın düzensiz olmayacak. Kendine bir kariyer, bir gelecek hedefleyeceksin. Yaptığın işi önemsemeyi hedef edineceksin. Eğer böyle yapmazsan, okul en iyi ihtimalle 5. seneye uzar. Orada da problemler başlar. İstanbul da senin için memleket zindanı gibi olmayacak mı? Böylece tekrardan eski problemlerine yaklaşmış olmayacak mısın?
-   Evet, olacağım.
-   Bu anlamda hayatında bir düzen olacak, bir istikrar, bir hedef. "Okul öğretmenine kızdım, ben derslere girmiyorum! ÖSYS boş!" gibi mazeretler bitmeli üniversite hayatında. Haklısın ya da haksızsın burayı tartışmıyoruz ama büyükşehire geliyorsan, memleketini hayatından sileceksin. Buranın ayrı kuralları var, bunlara uymak zorundasın. İlla evde kalacaksan da kaliteli insanlar seçeceksin. İnsanların adamlığına bakacaksın.
-   Hocam benim öyle bir önyargım var yahu.
-   İlk başta gözüme hoş gelmediyse bir kişi, sonra istesem de sevemiyorum.
-   Önce şekil olarak bakıyorsun yani.
-   Bence insanın şekli içeriğini yansıtıyor.
-   Ama o şekilde sonra yanılıyor musun, yanılmıyor musun?
-   Eğer kendi kafamdakine güvenmezsem yanılıyorum.
-   Çirkin ya da güzel diyelim, nasıl bakıyorsun bu duruma?
-   O şekilde değerlendirmiyorum hocam.
-   Bakışı, suratının duruşu, kısacası jestler, mimikler. Bir insan yüzüme baktığı zaman onu direkt olarak değerlendiririm. Bunda da genellikle haklı çıkıyorum. Bu yüzden içgüdülerime güveniyorum bu konuda. Bu şekilde tanıştığım bir insanlarla iyi anlaşıyorum. Mesela dışarıda bekleyen bir arkadaş var. Onunla sosyal ortamda tanıştım.
-   Eşcinsel mi?
-   Hayır, değil.
-   Ne iş yapıyor ya da babası ne iş yapıyor?
-   Ticaretle uğraşıyor babası. Kasap dükkanları var, kendisi de babasına muhtaç olmamak için çalışıyor.
-   Ne iş yapıyor?
-   Anketörlük yapıyor şu an. On sekiz yaşında.
-   Öteki?
-   Öbürü kuzenim.
-   Bir kere beraber geldiğiniz mi?
-   Evet, o.
-   Lisede mi okuyordu o?
-   Evet. Son sınıfta şu an.
-   Bu, seviştiğin kuzen değil?
-   Evet, o değil.
-   Şimdi, bu adamı sanal ortamdan niye seçtin?
-   Samimi.
-   Tamam, samimilikten başka?
-   Yüzüne baktım ve seçtim.
-   Sana ne katacak?
-   Bir şey katmasına gerek yok.
-   Ne yapıyorsunuz beraber?
-   Geziyoruz, konuşuyoruz. Çoğu konuda uyuşuyoruz, uyuşmasak dahi konuşması beni rahatsız etmiyor.
-   Sorunları mı var?
-   Hayır, hiç yok.
-   Hiç mi yok?
-   Her insanın sorunları vardır tabii ki.
-   İşte, babasına muhtaç olmamak için çalışması falan. Altında bir problem yok mu?
-   Var.
-   Gördüğün gibi birini rastgele seçmemiş oluyorsun.
-   Babasıyla problemi olduğunu falan sonradan öğrendim gerçi.
-   Bu ilişkiden beklentin ne peki? Ne olacak?
-   Hiçbir beklentim yok.
-   Nereye kadar devam edeceksiniz? Atıyorum seneye üniversiteyi kazandınız, ne olacak?
-   Belki haftada bir akşam buluşuruz.
-   Birinci kural, sorunlu insanlarla çok samimi olmamak lazım. Duygusal yatırım yapmamak lazım.
-   İkinci kural da bence, güçlü ve problemi az olan insanlarla takıldığımda benim dökülmem.
-   Niye dökülüyorsun?
-   Onlardan güç almış oluyorum çünkü.
-   Sen güçsüzleri mi seçiyorsun yani?
-   Güçsüzleri seçiyorum. Güç almamak için. Çünkü güç alırsam bağlanırım.
-   Güçsüze güç mü vereceksin sen?
-   Hayır, sadece bağlantı kurmamaya çalışıyorum.
-   O zaman güçlüyle beraber olduğunda ona ne anlamda bağlı olmuş oluyorsun?
-   Onun gücünü sömürmeye çalışırım yani. En azından o gücü kullanmaya çalışırım.
-   Duygusal olarak?
-   Sorunlarımı falan ona anlatırım.
-   Seni sevmesini, seninle ilgilenmesini mi beklersin?
-   Evet.
-   İlgilenirse "taparcasına" olacak yani.
-   Aynen öyle.
-   İlgi artarsa ne zaman erotikleşecek? İlk başta yoğun bir şekilde duygusal olarak mı olacak?
-   Evet.

71
BÖLÜM 8:

Yalanlarla dolu bir bölüme daha hoş geldiniz. İnternet üzerinden tanışıp İstanbul'da buluştuğum ve ardından fazlasıyla bağlandığım Alperen'le daha çok vakit geçirmek için İstanbul'da çok da iyi olmayan bir üniversiteyi kazanmaya çalışma çabalarımı, bunu gerçekleştirmek için kendime ve HK'ya söylediğim yalanları, ani ve büyük etkilere sahip değişimlerimi görmek için doğru yerdesiniz.

   Bazen bunlardan dolayı kendimden gerçekten utanıyorum. Bir insan hayatındaki keskin dönüşleri hiçbir şey olmamış gibi yapabilir mi? Çok kısa bir süre öncesine kadar hayatımın amacı ticaretken, bir bakıyorum ki tek amacım İstanbul'da okumak olmuş. Öyle ki önceki terapilerde iddia ettiğimin aksine HK'ya ticaretle uğraşmamın ne kadar saçma olacağından bahsetmişim. Peki "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir." ifadesi bu sekilde mi uygulanmalıydı? Hayatımdaki her şeyi bir çırpıda değiştiriverdim çok kısa bir dönem aralığında. Değişmeyen tek şey ise "bendim". Galiba hata yaptığım nokta da bu oldu.

   Ticaret demişken, nereden başlayacağımı tam olarak bilmiyorum ama dayımdan başlasam iyi olur galiba. Dayım kumral, mavi gözlü, orta boyda yakışıklı denebilecek bir görünüşe sahip. Karizmatik bir duruşu vardır pozisyonunun da getirisiyle.  Dayım dağıtım işiyle uğraşıyor -gıda, temizlik vs. hemen hemen her kalemden ürünün dağıtımı. Bazı yaz tatillerinde şirkette çalışma imkanım oldu. Şirkete ilk olarak depodaki ayak işlerini yapmakla başladım. Malları araçlara yüklemeleri için dağıtımcılara yardım ediyordum. Dağıtıma çıktıklarında depoda Kur'an, hadis ve fıkıh dersleri çalışıyordum. Bu dersleri ilişkim olan kuzenimle beraber çalışıyordum. Dayım, oğluna nasıl davranıyorsa bana da öyle davranır, ayrım yapmazdı ama personel, patronun oğluna benden ayrı bir müsamaha ve sevgi gösterirdi. Benim canımı sıkan ve çalışma şevkimi bozup kıskançlığa iten sebepler bunlardı. Lanet işçiler ve pazarlamacılar! Bir de müdür vardı. Şirkette beni kanser edebilecek yegane adamdı. Diğer personelden de beterdi o! Yıldızımız hiç barışmadı onunla. Bana çöp muamelesi yaparken patronun oğluna kibarca davranıyordu.

   Zaman geçti, şirket büyüdü. Şirket büyüyünce daha büyük bir binaya taşındık. Büyük bir mutfağımız, ofislerimiz vardı artık. Sekreter odası, toplantı odası, muhasebe odaları... Şirket biraz daha kurumsallaşmıştı yani. Dağıtımcılık işinde de bulunduktan sonra yarı beyaz yakalılığa terfi etmiştim ve kuzenimin gölgesi altında değildim. Şirkette, mal kontrolü, iskonto ve prim hesaplamaları gibi işlemleri yapıyordum. Üretici şirketlerin oluşturduğu çevrimiçi ulusal bir sistem vardı. Satılan ürünün fatura fatura stoktan düşülmesi, iskonto bilgisinin girilmesi gibi birçok işlemi vardı. Bu işi ilk yapmaya başladığımda önümde binlerce fatura vardı ve bu da yetmezmiş gibi her gün yüzlercesi de üzerine ekleniyordu. Bu işin kolay bir yolu olmalıydı. Kısa bir sürede sadece klavye kullanarak çok hızlı bir şekilde veri girişi yapmaya başladım çünkü bir hafta içinde iki yüze yakın ürünün kodunu ezberlemiştim ve ezberden giriyordum. Böylece birikmiş tüm dokümanları bitirdim.

   Bazen, dayım ofisine çağırırdı beni ve benimle sohbet ederdi. Yeni binaya taşındığımız için ona bir tablo hediye etmiştim. Odaya girdiğimde hediyemin karşımda durduğunu görür gururlanırdım. Şirketle ilgili de konuşurduk, başka şeyler hakkında da. İşlerin nasıl yürüdüğünü görmek için işçiler ile sıkı ilişkiler kurardım. Dayım "İleride şirketi yönetirsin." gibi birçok şey söyledi. "Okulunu oku ve gel, sonra istiyorsan şirketin başına geçersin." dedi. Babamın bana bırakabileceği çok maddi şeyi yoktu. İlişkimiz de berbattı. Şirket hayali güzel geliyordu. Öyle ki altı ay boyunca terapiye gelmememin sebebi de şirkette çalışmamdı. HK'ya göre terapiye gelmemek için bahaneydi bu ve şirketi eşcinsel düşüncelerden uzaklaşmak için araç olarak kullanıyordum. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı elbette. İş hayatı iyi giderken tüm olumsuz düşüncelerimden uzaklaşıyordum, bu beni eşcinsellikten alıkoyuyordu. Ama bir şeyleri uzun süre bastırdığım için iş hayatında da benim sebep olduğum problemler çıkmaya başlıyordu. Bu sebeple, eşcinselliği bastırmak için başka şeyleri araç olarak kullanmak dibine kadar eşcinsel olmamı sağlayan şeylerin başında geliyordu. Şirkette çalışmamın uyuşturucu kullanmaktan ya da içki içmekten farkı yoktu.

-   Sen karıştırmış olmuyor musun hayatını?
-   Kendi isteğimle karıştırdım ben. (Bu yalanlar yüzünden öleceğim galiba bir gün.) Öyle ki bu sorunlarla yüzleşirken Çin'den mal getirmeye başladım. İlk partideki mallardan kar ettim ama ikinci parti hala elimde. Battım açıkçası.
-   Bunu niye yapıyor olduğunu konuşmuştuk seninle.
-   Güç.
-   Gücü biraz erken aramak değil mi bunlar?
-   Aslında güçten çok, biraz da uzaklaşmak için bunlar.
-   Neyden?
-   Eşcinsellik meselesinden. Hani kendimi ne kadar meşgul edersem o kadar uzaklaşırım diye düşünüyorum.
-   Atıyorum, bir kıza aşık oldun ve kız da seni terk etti. Onu unutmaya ya da ondan kurtulmaya çalışırsan başaramazsın. Uyutmaya çalışmayacaksın.
-   Yolda yürürken bir yakışıklı erkek geçtiği zaman ona bakıyorum ben mesela. Beni rahatsız ediyor bu durum.
-   Bir sorunu çözmek istiyorsan o soruna odaklanacaksın. Burada bir savaş gerekiyor diyelim, sen bunu bırakıyorsun ve unutarak çözmeye çalışmak adına bütün enerjini iş hayatına veriyorsun. Güç kazandığında kendine özgüven geliyor ama bir sorun çıktığında yine eşcinselliğe dönüyorsun. Kimileri ne yapıyor? Birilerine açılınca "Evlen, geçer." diyorlar. Doğru kadını bulursan ki o da çok düşük bir ihtimal yani yüzde bir, binde bir. Evlendin diyelim. İlk bir ay güzel geçiyor, eşiyle sevişiyor falan. Daha sonra bir çatışma çıktığında tekrar eşcinselliğe yöneliyor. Yani bunu çözmek adına başka bir kapıya gitmeyeceksin! İşte eşcinsellik! Evlen geçer. Hayır, geçmez! Namaza başla, geçer. Hayır, geçmez! İş hayatı... Güçlen, geçer. Hayır, geçmez! Bu eşcinselliğin nedeni, senin kendi kişilik problemin.
-   Evet.
-   Kökeninde ne var? Niye bu kadar güçlü olmaya çalışıyorsun? Kendine değer veriyor musun?
-   Hayır.

72
Bana yol göstermesini falan isterim. Konuşurum onunla, ağlarım bazen de. Özellikle mutfak bana daha kutsal geliyor açıkçası.
- Yani babanın odasından falan daha kutsal buluyorsun mutfağı.
- Çünkü daha yakın oluyorum yani.
- Ötekiler? Onları gözlemliyor musun?
- Gözlemliyorum.
- Ne eksik onlarda? Neden oradalar? Ne arıyorlar?
- Bağlılık sadece.
- Nedir o bağlılık?
- Hepsi güçsüzler ve bağlanacak güçlü bir şey arıyorlar. Geçen bir şey oldu hatta. Herkesin önünde bir tartışmamız oldu, bana bağırdı falan. Sonra benim için "Hepsi bana saygılı davranıyor, önder sayıyorlar beni. Benimleyken bağırıyor bana, bari onların önünde yapmasın böyle." demiş.
- Orada ne hissettin böyle deyince?
- Çok bir şey hissetmedim aslında çünkü benimle konuşarak değil, annem aracılığıyla bana söyledi. Yani bana bu şekilde iletmiş.
- Neden doğrudan seninle konuşmuyor?
- Çekinir benden.
- Neden çekinir?
- Dobra dobra söylerim her şeyi çünkü. Herkesin önünde böyle derse "Benim için mi lider oldun? Bana ne?" bile diyebilirdim belki.

   Düşünün yahu! Karşınızda bir baba var, otorite timsali olması gereken kimse. Fakat benim gözümde ise gerektiğinde azarlanabilecek bir varlıktı. Hatta öyle ki, bence o da kabullenmişti bunu. Benimle yüz yüze konuşma cesaretini neden bulamadığını hala tam olarak anlamış değilim.

   Terapilerde, konuları sürekli saptırmaya çalıştım o günlerde, özellikle de "sevgi ve güven" konuları gündeme geldiğinde. Şimdi baktığımda, başka insanların hayatlarından kendiminkinden fazla bahsettiğimin farkına vardım. Duygularım yokmuş gibi sürekli mantıktan bahsedip durmuşum; başkalarının yanlışları, "Şu olay şöyle, bu olay böyle.", "Efendim, ne olacak bu dünyanın hali?" ve terapi saptırmaya yönelik daha nice konular. Lanet bilinçaltı! Sorunlarıma o kadar çok alışmış ki, sorunları çözmeyi bile kendisine tehdit olarak algılıyor. Güven duygusundan bahsetmişiz terapinin bir kısmında mesela. Bende en ufak bir değişim olmamasına rağmen kendime olan güvenimi artırmak için ne kadar çaba gösterdiğimi ve ne denli büyük kazançlar elde ettiğimi söylemişim. Yalan arkadaş, yalan! Sırf "Bende bir sikim değişiklik olmadı." dersem HK beni değiştirebilecek olumlu çözümler üretecek diye uydurulmuş cümleler bunlar. HK da bir insan neticede, kendine güven konusunda ilerleme katettiğimi düşünmüş ve sevgi konusuna geçmiş. "Nasıl da atlattım HK'yı?" dercesine sessizce bir kahkaha fırlatmışım yeni konuya geçerken. Ne de olsa ikinci konuda da yalan söyleyip bir terapinin daha sonuna gelebilirdim kolayca. Öyle de yapmışım. En iyi kullanılabilecek şeylerden birini, yani dini bir sohbeti kullanarak yırtmaya çalışmışım sevgi konusundan da. Kendimi kandırabiliyorsam, halkı da kandırabilirim. O halde meclise girmeye diğerleri gibi ben de hak kazanabilirim bu gidişle. Onlar kadar iyi olabilir miyim bilmiyorum gerçi ama "Çocukluktan yetişmeye başladım ben de." dersem belki aralarında bir şansım olabilir.

   Terapide, hayatımın çıkar ilişkileri üzerine kurulu olduğunu çok feci bir şekilde anlatmışım. Öyle ki, bir annenin çocuğuna olan sevgisini bile manevi bir çıkara bağlamışım. Dalların yapraklarla, gezegenlerin yıldızlarla, Tanrı'nın insanlarla, annenin evladıyla, kocanın karısıyla, karının kocasıyla, masanın sandalyeyle, şarj aletinin telefonla olan ilişkisini birer çıkar ilişkileri yumağına döndürmek terapi sürecinde değişmeyen birçok yönümden biri. Size soruyorum: Çıkar ilişkileri olmadan yapılan bir şeyler var mı? Birine karşılıksız bir maddi yardım yaptınız diyelim, karşılığında rahatlama hissini alıyorsunuz. Gereksiz şeyleri bu denklemden çıkarırsak,  sonuç olarak parayla rahatlama hissini satın alıyorsunuz. Lanet felsefe ve safsatalar!

   Neden yalan söylüyordum HK'ya? Çünkü ücret ödüyordum terapi başına. Ücret ödediğim birine güvenmek için ne sebebim olabilirdi ki benim? Bildiğim çıkar ilişkisiydi işte. O parasını alıyordu, ben de konuşup içimi döküyordum. Gerçekten bana bir şeyler katma isteği olabilir miydi ki bu adamın? Yahu olsaydı bile, parayı ne için alıyordu o halde? Dolandırıcının tekiydi büyük ihtimalle ama birkaç kez daha terapiye gelmek bana bir şey kaybettirmezdi. Sizce de o zamanlar düşünmüş olduğum bu şeylerde bir yanlışlık yok mu? Gelmişim yedinci terapiye, hala terapiler ve HK hakkında karar verememişim. İşte bu en büyük hata! HK'nın kim olduğu önemli değil ki. Ne söylediği ve söylediklerinin doğru olup olmadığı önemli.


73
BÖLÜM 7:       

Bu terapide nedense aptalca bir mutluluğum vardı. En azından öyle söylüyordum ama daha rahat davrandığım çok bariz. Bence mutluluktan çok, boş vermişlik var artık. Biraz da aşırı özgüven. Tabii bu özgüven genelde olduğu gibi zeka ile alakalı olan şeylerde var sadece. Sınav stresi yaşamadığımdan, sınavda başarılı olacağımdan emin olduğumdan bahsetmişim özetlersek eğer. Boş vermişliğe gelirsek, umutsuzluk kaynaklı olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü başarmam gereken her şeyi başarmışım da yaşayacak başka anılar yokmuş gibi davranıyorum.


- Kötü şeyler var mı peki?
- Düşünüyorum da, kötü bir şey yok hocam. Hep iyiydi.
- Kötünün kalkması sana güç mü veriyor ya da güven mi?
- Bir korku var aslında içimde, kötü şeyler olmadan garip hissediyorum.
- Şaşırıyor musun yani buna?
- Yani, şaşırıyorum. Fazla iyi çünkü!
- Eskiden "Bir ayın üç haftası kötüydü, bir haftası iyiydi." diyelim. Şimdi dört hafta da iyi mi?
- Aynen öyle, size en son geldiğimden beri kötü bir şey olmadı.
- Bu sana ne kattı peki? Sorguluyor musun neden oldu bu diye?
- Benim kanaatime göre terapinin faydası bu.
- Faydası ne?
- Ben değişmiş olmalıyım ki insanlarla ilişkilerim daha düzgün yürüyor. İnsan ilişkileri tek taraflı değil neticede. Ben de diğerlerini değiştiriyorum.
- Bu terapi sana bir şeyler kattı ve sen de ailene ya da çevrene olumlu şeyler kattın yani.
- Aynen öyle.

Gerçekten diğer insanlara bir şeyler katmış mıydım veya gerçekten ilişkilerim daha sağlıklı mıydı? Bence hayır. Ama dünyaya daha beklentisiz bakıyordum sanki. İnsanlıktan bir umudum kalmamıştı. Tabii ki yukarıda da anlaşılabileceği gibi müthiş bir korku vardı. Hayatım boyunca bu kadar uzun süre boyunca sıkıntısız bir dönem geçirmemiştim. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm adeta. Bir insan sürekli sıkıntılar yaşamadan nasıl yaşayabilirdi? Bunu bilmiyordum henüz. Ayrıca huzurun ve mutluluğun ne olduğu bilmediğim de aşikar. Çünkü o zaman gerçekten mutlu ya da huzurlu değildim. Sadece mutsuz değildim ve diğer duyguları bilmediğimden dolayı ne hissettiğimi açıklamakta güçlük çekiyordum. Ama ne olursa olsun, mutsuz olmamak da iyi bir şeydi sonuçta. Bunu kaybetmekten korkuyordum fazlasıyla ve bu beni gerçekten huzurlu olmaktan alıkoyan şeylerin başında geliyordu. Düşünsenize, hayatınız boyunca kendinizi iyi hissettiğiniz bir an olmamış ve içinizde cılız bir umut yeşermiş. Ama o kadar yenisiniz ki bu hayata, ne yapacağınızı ya da ne düşüneceğinizi zerre kadar bilmiyorsunuz. Diyeceksiniz ki "Olur mu bu kadar abartı?" diye. Fakat bu bir abartı değil maalesef çünkü iyi hissettiğiniz bir anın ilerisinde kötü bir olayı seziyor ya da biliyorsanız, o iyi hissi yaşayamazsınız. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir psikoloji içerisindeydim o gün.

- Bana göre babamın ailesinin de hepsi sorunlu. Bu yüzden çocukları da sorunlu.
- İlişkileri nasıl peki?
- İlişki yok denecek kadar az. Bayramdan bayrama belki görüşürler.

   Sorun aslında babamda değil yani. Adam nasıl iletişim kuracağını bilmiyor çünkü dedemin evlatlarıyla sağlıklı bir iletişimi olmamış. Babamı karşısına alıp da konuştuğu olmamış, olduğunda da ya tartışmışlar  ya da dedem ona şiddet uygulamış. Babam kendi babası gibi olmamak için bana bir fiske bile vurmadı ve çok yumuşak davrandı. Ama bu da sağlıklı bir iletişime neden olmadı. Asıl suçlu dedem de değil ama! Her şey Adem ile Havva'dan başladı. Kesin bir yanlışlık yaptılar çocuk eğitiminde de ondan geliyor başımıza bunlar. Böyle olmadıysa dahi yasak meyve olayı var değil mi?

- Biz toplantı yapmaya başladık, Berk'in babasıyla falan.
- Ne toplantısı?
- Dedemin vefatından sonra çocuklar dinden mahrum kalmasın diye cuma akşamları toplanıyoruz. Her şeyi kendimiz hazırlıyoruz ve büyükler müdahale etmiyor. Çocuklar sıkılmasın diye oyunlar da ekliyoruz.
- Büyükler kimler peki?
- Biri annemin erkek kardeşi, biri de teyzemin eşi.
- Babandan bağımsızlar bunlar ve babanı benimsemiyorlar değil mi?
- Evet.
- Kaynaşma oldu mu peki? Kalıcı olarak devam eder mi sence?
- Kalıcı olur kesinlikle. Gelemeyeceksek haber falan bile veriyoruz artık.
- Herkes de benimsedi. Orada bir benimseme, bir duygusal hava var yani.
- Evet, var.
- Bizimkinden daha faydalı olduğunu düşünüyorum açıkçası.
- Ben de onu soracaktım. Sizinkinde ne eksik o zaman?
- Sadece bir kişi anlatıyor.
- Dinleyen kişilerde ne eksik?
- Anlayamadığım şey şu, haydi ben oğlu olduğum için kendimi gitmek zorunda hissediyorum, canı sıkılmasın diye. Fakat dinleyen kişiler, babamın sürekli aynı şeyleri anlatmasına rağmen, neden sıkılmıyorlar anlamıyorum. Sıkılmamak için orada mutfağa gidiyorum. Allah'la dostça konuşuyorum.
- Ne demek bu yani?

74
sessiz, sakin?" diye ya da anne-baban okula hiç mi gitmedi?
-   Gitmediler. Hem de hiç.
-   Başka ebeveynlerin okula geldiklerini görmedin mi?
-   Gördüm.
-   "Çocuklarıyla ilgilenen anne ve babalar okula geliyor." diye bir şey oluşmadı mı aklında?
-   Oluştu.
-   Çocuk, yalnız ve çaresiz hisseder. Hatta daha derinlerde "Bu anne ve babanın çocuğu değil miyim?" diye bir soru oluşmadı mı?
-   Evet, bunu çok fazla düşünmüştüm, sorgulamıştım.
-   Önce soruyorsun "Ben bunların çocuğu değil miyim?" diye. Sonra diyorsun ki "Eğer çocukları değilsem, ben kimin çocuğuyum?"
-   Aynen böyle oldu.
-   Kendi içinde büyük bir savaş başlamıyor mu?
-   Başlıyor.
-   Neden aktif olur bir insan?
-   Başkası üzerinde baskı kurabilmek için.
-   Neden pasif olmuyorsun? Var mı pasif olma isteğin?
-   Hayır.


Bir terapi daha geçmesin ben yalan söylemeyeyim! Aktif olduğum tek bir nokta vardı belki de hayatımda. O da benden güçsüzleri ezme, hatta öldürme isteğiydi. Çünkü doğanın kanununu bu şekilde öğrenmiştim ben. Sadizm olayından kurtulmamın çok zor olması da işin içinde cinsellik ve şiddetin aynı anda bulunuyor olmasıydı. Freud babamız en temel iki şeyi söylerken hiç de yanılmamış bence. Çünkü hayatım bu iki şey üzerine kuruluydu ve belki de hala kuruludur.


   Tahmin edebileceğiniz üzere okulda boşaltamadığım öfkemin tamamını evde gücümün en baştan beri yettiği kişilere yöneltiyordum. Artık eski mutlu Emre yoktu karşılarında. İşte o zaman evdeki eski erkek ayakkabılarını görünce bir ağabeyim olup olmadığını sormakta ısrar etmeye başladım. Öldü mü? Kaçtı mı? Kayıp mı oldu? Bu soruları aileme sordum ve her seferinde öyle bir şeyin hiç olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığım tavan yaptı. Bir ağabey arıyordum çünkü beni koruyacak biri yoktu hayatımda. Babam? Hayır! Okula bir defa bile uğramadı. Böyle bir insan beni nasıl koruyabilirdi? Kendimi hep başka yerlere ait hissediyor ya da başka ailelere ait hissediyordum.

-   Gelelim babana.
-   Gelelim.
-   Babanı nasıl görüyorsun? Güçsüz değil mi?
-   Evet fazlasıyla güçsüz görüyordum. Tamam eskiden mafya olayları falan varmış ama benim tanıdığım baba korkağın tekiydi.
-   Aslında sen babandan nefret etmiyorsun o halde. Babanın güçsüzlüğünden nefret ediyorsun. Zaten sen ezilmişsin hayatın boyunca, güçsüzsün. Başka bir güçsüzü sevebilir misin?
-   Hayır, sevemem.
-   İnsan psikolojisi ne yapıyor peki? Babandan nefret ettiğine inandırıyor seni. Halbuki senin tek meselen onun güçsüz olması. Mesela baban liderliğini kabul etmedin diye evden kovdu seni, nasıl hissettirdi bu?
-   Öfkelendim.
-   Tamam da diğer açıdan bakarsak...
-   Daha güçlü.
-   İşte mesele bu.
-   Yani daha önce mi kovması lazımdı beni evden?
-   Baban ilk defa büyük bir şey yaptı ve otoritesini gösterdi. Eskiden nasıldı? Arkadaş ilişkisinden farklı değildi aranız. Evde otorite yoktu. Şimdi ne oldu? "Siktir git." dedi sana.
-   Aynen öyle dedi, kelimesi kelimesine.
-   Ne yaptı ayrıca? Bir sürü rakibini alt etti. Pusuya yatmış avcı gibi bekledi ve tüm rakipleri avladı. Sen ne gördün? Yıllarca pısırık görünen adam bir anda aslanlaştı.
-   Aynen öyle.
-   Buradan çıkarımımız şudur ki; bir insanın hayatında, özellikle çocukluk çağlarında, bir otorite olmalıdır. Aksi takdirde güçlü olabilmesi için örnek alacağı kimse kalmaz. Ayrıca güç kazansa bile bunu duygusuz bir şekilde yapar. Gücü sadece tapılası bir şey olarak görmeye başlar. Çünkü gücü kontrol etmeyi bilmiyordur. Bu da sahte bir güçtür aslında. Bu şekilde elde edilen bir güç ancak ve ancak kişinin kendisine zarar verir.

   HK'nın bana en çok baskı yaptığı noktalardan biri de  potansiyelimi tam anlamıyla kullanmayıp, her şeye gerektiği kadar çaba göstermemdi. O zaman haksız buluyordum kendisini bu konuda. Çünkü bir şeyde birinci olmakla ortanca olmak arasındaki farkı idrak edemiyordum. Mesela müzik konusuna gelelim. Müzik benim için çok önemlidir. Özellikle de klasik müzik türü. Çünkü notalardaki harmoninin çok derin olduğunu düşünüyorum. İçinde duyguları ve düşünceleri görebiliyorum. Bu hissiyatın nasıl başladığından bahsedeyim isterseniz öncelikle. Annemin Birleşik Devletler'de yaşayan teyzesi bana küçük bir org getirmişti. Galiba ilk klasik müzik deneyimimi ve hatta ilk müzik deneyimimi bu küçük alet başlatmıştı. Neredeyse gece gündüz çalıyor ve müzik yeteneğimi geliştiriyordum. Hani bir de bu küçük orgların içinde olan hazır müzikler vardır ya. Hah! İşte onların hepsi klasik müzikti, lakin büyüyene kadar hangi türde müzik olduklarını pek idrak edemememiştim. Sonuç olarak bunca senedir müzikle iç içe olmama rağmen kendimi bir türlü ilerletemedim. Yani potansiyelimi kullanmadım. Bu matematikte de pek farklı değildi. Yine çeşitli bahanelerle başarılı olabileceğim bir alandan uzaklaşma eğilimi gösteriyordum. Çarpım tablosu ve ezbere işlemler, saçma sapan şeyler... Bu yüzden çarpım tablosunu sözlülerden önce ezberliyordum ama sözlülerden sonra tekrar unutuyordum. Bu alışkanlık hayatım boyunca devam etti. Bu alışkanlığın belki de tek bir olumlu noktası var. O da gerçekten işe yarayacağını düşündüğüm ya da ilgimi çeken alanları unutmamamı sağladı. Kullanacağım ana kadar lazım olan bilgiler vardır, daima lazım olabilecek bilgiler vardır. Her neyse, asıl konuya dönelim. Benim saçma bulduğum ama sistemin saçma bulmadığı o dandik matematik soruları vardı ya hani. İşte bunlar sonradan zorlamaya başladı beni. Çünkü hiçbir mantıki temelleri yoktu bana göre. Neden olsun ki zaten? Bir şirketin muhasebesini tutabilirim ama bunları aklımdan hesaplamam gerekmez. Bununla zihnimi meşgul etmek istemem. Bunun yerine yazılım sistemini hazırlarım ve tek bir veri girişiyle birçok işlemi aynı anda yapmış olurum. Robert A. Heinlein ağabeyimizin de dediği gibi "İlerleme erken kalkanlar sayesinde yapılmadı. İlerleme, bir şeyleri yapmak için daha kolay yollar arayan tembeller tarafından yapıldı." Bu düşüncelerimden dolayı elbette pişman değilim. Yaptığım hiçbir şeyden de pişmanlık duymuyorum çok uzunca bir süredir. Hatta kuzenimle seviştikten sonra pişman olduğumu söylediğim zamanlarda bile pişman olmadığımı fark ettim. Sadece kuzenimi tekrar yatağa atabilmek adına pişmanmış numarası yapıyordum. Sanki "Ben de irademe hakim olamıyorum senin gibi, yoksa çok pişman oluyorum." diyordum. Şu an incelediğimde o zamanki söylemlerimin birer pişmanlık değil, strateji göstergesi olduğuna karar verdim. Çünkü kuzenimin bu kadar net durduğu bir noktada ona karşıt bir fikri sunsaydım bana olan yakınlığını kaybedebilirdi ve buna ek olarak, fazlasıyla ruhsuz ve gaddar görünürdüm. Ben de kendimi acındırmayı daha uygun buldum.

   Gerçek yüzümü hala neredeyse kimseye göstermediğimi düşünüyorum. Gardımı düşürmemek önemli bir şey benim için. İnsanlara planlı yaklaşmak daha güvenli geliyor. Bu da demek oluyor ki; insanlardan hala korkuyorum. Yani, küçükken yaşadığım travmaları atlatabilmiş değilim henüz. Korkak olduğumu kabul ediyorum artık. Peki bu benim cesur olduğumu gösterir mi?

75
-   2-3 gün sonra.
-   Seni kovduktan sonra, babana karşı bir öfke, bir nefret oluşmadı mı?
-   Oluştu.
-   Baban seni ezmiş gibi hissetmiyor musun?
-   Hissediyorum.
-   Yenilmiş olmanın acısını kuzeninden çıkarmış oluyorsun böylece. Babanla yapman gereken ikinci raundu kuzeninle yapmış oluyorsun.
-   Bu arada kalbimde sorun var. Kalbimin ritmi çok yüksek. Normali altmış doksan arası ama benimki sakin zamanlarda yüz otuz yüz elli arası, heyecanlandığımda streslendiğimde ise yüz seksene kadar çıkıyor.
-   Aşarsa ne olur yüz sekseni?
-   Büyük sıkıntılar olabilir, kalp krizi riski çok yüksek.
-   Bugüne kadar aşmış mıdır?
-   Aşmıştır mutlaka. Şöyle diyelim, üzerimde bir gün boyunca Holter Cihazı takılı kaldı. Kalp ritmimin en yüksek olduğu an uyandığım zaman oluyor. Hani alarm falan çalıyor ben ürküyorum bir şekilde ve yüz yetmiş çıktı mesela ölçümlere göre. Küçücük bir şeyde bile yüz seksen olabiliyor. Doktor "Kalbinde sorun yok, stresten kaynaklı olması yüksek ihtimal." dedi. Mantıklı geldi, çünkü uyanık olduğumda nabzım yüz yirminin aşağısına inmezken, uyurken de altmışın üzerine nadiren çıkıyor.
-   Ama yani, bunun bir tedavisi yok, stres temelli olduğu mu söyleniyor?
-   Evet öyle.
-   Ne zamandan beri var bu?
-   Küçüklüğümden beri.
-   Kaç yaşındayken tahminen?
-   Herhalde on yaşından beri var,çünkü bisiklete bindiğimde hemen morarırdım.
-   Ama fiziksel bir sıkıntı yok kalpte değil mi?
-   Evet, doktorun dediğine göre öyle.
-   Evdeki yaşam nasıldı o zaman?
-   Hatırlamıyorum, liseden önceki hayatımdan neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum.
-   Konuşulanlar falan, hiçbir şey gelmiyor mu aklına? Kavga, patırtı olmamış mıdır?
-   Hiçbir şey hatırlamıyorum gerçekten.
-   İnsan neden hatıra tutmaz?
-   Unutması gerekilen bir şeyi unutur. Unutmak istemişimdir ve başarılı olmuşumdur.
-   Ne olabilir en kötü? Tahmin yürüt en azından.
-   Okul olabilir.
-   Okulda ne var? Dışlanmak mı?
-   Evet.
-   Ne kadar dışlanıyordun mesela?
-   Sınıfın en ezilen kişisi...
-   Nasıl eziyorlardı?
-   Dövme, vurma gibi şeyler...
-   Kum torbası gibi miymişsin yani?
-   Evet.
-   Neden öyleydin peki?
-   Hatırlamıyorum.

Neyini hatırlamıyorsun seni gidi yalancı! Ekleyelim buraya hemen neden olduğunu. Eski Emre'nin "Hatırlamıyorum" dediği şeyleri yazmaya başlayalım. İlk teneffüs olunca kantine koşmaya başlardı herkes. İlk başlarda ben de öyle yaptım ama bir işe yaramıyordu çünkü çocuklar "öküzler" gibi birbirlerini ittirerek bir şeyler satın almaya çalışıyorlardı. Oysa ben düzgün bir sıra olması gerektiği kanaatindeydim. Neyse, her şey bu zamanlardan sonra başladı ya zaten. Kimseye vuramazdım, kavga edemezdim ve şu an düşündüğüm gibi "bir insanın yüzünün kutsal olduğu" düşüncesine sahiptim o zamanlarda da. Yaşıtlarım “küçük Ronaldolar” gibi top peşinde koşarken ben bir türlü beceremezdim futbolu. Zerre kadar da bir şey bilmiyordum zaten futbol hakkında çünkü evimizde futbolla ilgili bir muhabbet geçmemişti hiç. Bu beni "sınıfın ezikleri" kulübüne itti ister istemez. Artık ön sırada başka bir ezikle beraber oturuyordum. Hatta diğer sınıflardaki sokak çocuğu kılıklı öğrencilerden korunmak için sınıftaki birine harçlığımın yarısını beni koruması karşılığında ödüyordum.
-   Bu olay eve ulaşmadı mı öğretmen vs. aracılığıyla? Bunu hep sen yalnız mı yaşadın? Bir öğretmene hiç söylemedin mi?
-   Hep yalnız yaşadım bunu ve hiç kimseye söylemedim.
-   Peki neye yol açtı bu?
-   İnsanlardan sürekli bir ürkme, uzaklaşma ve sosyal olan şeylerin çabuk bitmesini isteme gibi şeylere yol açtı.
-   Asosyalleşiyor musun?
-   Evet.
-   Hiç arkadaşın olmadı mı o dönemde?
-   Olmuştur ama yüzeysel.
-   Kaça kadar devam ediyor bu, beşinci sınıfın bitimine kadar mı?
-   Hayır, lisenin başına kadar.

Sınıftaki işleyişe geri dönelim isterseniz. Çünkü bahsettiğimiz konuyla sınıfta yaşananlar birbiriyle alakalı.  Sınıfta okuyan diğer öğrenciler bana tehditler savururken ''Abim şöyle, böyle.'', ''Babam şöyle, böyle.'' gibi şeyler söylerlerdi. Ben de bir "piç" gibi hiçbir karşı argümanda bulunamazdım. Korkardım onlardan ve bu yüzden de ezerlerdi beni. İşin garip tarafı şu ki bunları aileme hiç anlatmadım. Kendime güvenme konusunda bana destek vermek bir yana, beni daha da korkak biri yapmışlardı. Yaptıkları şeyden dolayı böyle bir yaşam sürdüm. Onların inşa ettiği hapishanedeki bir mahkumdum ve herkes bilir ki hapishanelerde tecavüze uğranabilir. Ben de bunun mağduru oldum ve onlara yaşadıklarımı anlatma gereğini duymadım. Bu yüzden onları içten içe suçlamaktan vazgeçemiyorum. Lanet çocukluk yılları!


-   Söylemedin kimseye, sonuç olarak bu yaşadığın acıları kendi kendine mal etmez misin? Kendinden de nefret etmeye başlamaz mısın?
-   Evet, ettim.
-   Sence babanla inatlaşman da bundan kaynaklı olamaz mı? Hani, "Bu durumu hiç kimse farketmedi, sorumlusu da sizsiniz." gibi. Kimse de seni kurtarmadı. İnsan bu durumda bir kurtarıcı beklemez mi?
-   Evet, bekler.
-   Kendine kızdın ve öfkelendin. Sonra babana kızdın ve öfkelendin "Niye beni kurtarmıyorsun?" diye. Atıyorum, okulda üç beş kişi seni dövdükten sonra eve gidince yüzün gülebiliyor muydu?
-   Hayır.
-   Sessiz, sakin gidiyorsun böyle. Burada anne-babanın uyanması lazım "Bu çocuk neden

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 272