İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - psikolog

Sayfa: 1 ... 218 219 [220] 221 222 ... 273
3286
‘Atatürk, Vahdettin’in karşısında Kuran’a el basarak yemin etti’...
Vatan Gazetesinin bu iddiası doğru ise...
YEMİN METNİ …
 
‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”
 
Ne Olacak Şimdi...Akla Bir Sürü Sorular Geliyor...İşte Bazıları
YEMİN GERÇEKMİ SAHTEMİ...?
YEMİN GERÇEKSE ATATÜRK NEDEN YEMİNİ TUTMADI?
ATATÜRK SAMSUNA KENDİMİ GİTTİ? PADİŞAH VAHDETTİN  MI GÖNDERDİ...?
VATAN HAİNİ DENİLEN VAHDETTİNİN NİYETİNİ ATATÜRK SONRAMI GÖRDÜ DE YEMİNDEN VAZGEÇTİ ?  vs. vs. vs...
VAHDETTİN'E "vallâh billâh" DİYE ÇİFT BAĞLILIK YEMİNİ EDEN ATATÜRK  ASLINDA TAKİYE Mİ YAPIYORDU?
 
Sahiden  Doğru Olan Ney... ????...Yalan Söyleyen Kim….????
 
 
‘Atatürk, Vahdettin’in karşısında Kuran’a el basarak yemin etti’

Mert İNAN / VATAN Haber Merkezi  - 24.01.2012
 
Mustafa Kemal Paşa’nın, Bandırma Vapuru ile Samsun’a gitmeden bir gün önce İstanbul’da, Kuran-ı Kerim üzerine el basarak yemin ettiği ortaya çıktı. Sultan Vahdettin’in huzurunda yemin eden Mustafa Kemal’in bu yemini 90 yıl sonra ortaya çıkan bir hatıratla gün ışığına çıktı

SON Osmanlı Padişahı Vahdettin’in döneminde Bahriye Nazırlığı ve Başyaverlik görevlerinde bulunan Ahmet Avni Paşa’nın kaleme aldığı çarpıcı detaylarla yüklü hatıratı, 90 yıl sonra ortaya çıkarıldı.

Yazar Osman Öndeş’in kaleme aldığı, “Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor” isimli kitapta yer alan hatıratla, Vahdeddin’in Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine dair karanlıkta kalan birçok nokta aydınlandı. Kitapta yer alan bilgilere göre, Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı, Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması sürecini denetleme ve asayiş için görevlendirmeye karar veriyor. Vahdettin, Atatürk’e, üstleneceği görevi layıkıyla yerine getireceğine dair yemin ettiriyor. Yıldız Camii’ne gelen Mustafa Kemal, cuma selamında, 15 Mayıs 1919’da, Kuran-ı Kerim’e el basıp yemin ediyor.

İşte o yemin

Yemin olayı ise şöyle anlatılıyor: “Sadrazam Paşa, Yaver Paşa padişahın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa askeri duruşuna dini bir edâ dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kuran-ı Kerim’in üzerine koyarak şu yemini eyledi. ‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”



Vahdettin’in hayal kırıklığı

Yemin edildikten bir gün sonra, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Genel Müfettişi vazifesiyle 18 silah arkadaşıyla birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkıyor. Kitapta, Bandırma Vapuru’nu hazırlayan kişinin de Avni Paşa olduğu anlatılıyor.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gidip Kurtuluş Savaşı sürecinin kıvılcımını çaktıktan sonra Vahdettin ve İstanbul’la ilişkileri koparmıştı. Avni Paşa, bu Vahdettin’in ülkeyi terk etmeden önce hem yakın çevresine hem de Mustafa Kemal’e serzenişte bulunduğunu anlatıyor. Avni Paşa, şunları yazıyor: “Anadolu’ya düşmanları defetmesi için görevlendirdiğimiz Mustafa Kemal’in ihtirası ve muvazaası karşısında kaldım. Her tarafımı istila eden kör ve nankörler arasında dolandım ve ıztırap içerisinde bunaldım. Bu şekildeki hilafete, kendimde ne direnme ve ne de itaat imkanını göremeyerek, ortalık sakinleşinceye kadar belirli bir süre için bu tehlikeli mıntıkadan uzaklaşmaya karar verdim.”

Ahmed Avni Paşa kimdir?

1878’de Batum’da doğan Ahmed Avni Paşa, 1897 Osmanlı-Yunan, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşları’na katıldı. Son padişah Vahdettin’in başyaverliği görevi ile Bahriye Nazırlığı görevlerini yürüttü. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında 150‘likler listesine dahil edilerek sürgüne gönderildi. Lübnan’ın sahil kasabası Cünye’ye yerleşti ve ölümüne kadar burada yaşadı.
 

3287
Medya / Ynt: Hepsi eşcinsel imiş meğer!
« : 21 Ocak 2012, 03:11:41 öö »
Eşcinseller, anayasa alt komisyonunda


TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu bünyesindeki alt komisyon, Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğini dinledi.


Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Sedef Çakmak, 14 maddeden oluşan önerilerini komisyona iletti, görüşmenin ardından CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur ile gazetecilere açıklamalarda bulundu.

Çakmak, derneklerinin, lezbiyen, gay, biseksüel ve trans bireylerin haklarını savunduğunu ifade ederek, bu bireylerin yaşadıkları hak ihlallerine karşı anayasal güvencenin sağlanması için talepte bulunduklarını, komisyonun da kendilerini çağırdığını söyledi.

Anayasanın eşitlik maddesine, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin de eklenmesini istediklerini belirten Çakmak, şöyle konuştu:

"Bu bireylerin mağdur olduğu konulardan biri genel ahlak kavramıdır. Bu kavram, anayasanın bir kaç maddesinde yer alıyor. Çok muğlak bir terim ve ahlakın kişiden kişiye değişen bir tanım olması nedeniyle gay, lezbiyen, biseksüel bireyler, genel ahlak nedeniyle çok çeşitli hak ihlallerine maruz kalabiliyorlar. Hatta bu bireylerin haklarını savunan dernekler hakkında, genel ahlak ilkesi nedeniyle kapatılma kararı bile çıkarılabiliniyor."

Çakmak, ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, sosyal, hukuk, laik devlet olması; aileden önce bireye, bireyin ekonomik, sosyal haklarına önem vermesi gibi taleplerini de ilettiklerini sözlerine ekledi.

Melda Onur da anayasanın bütün kesimleri kapsayıcı olması gerektiğinin söylediğini anımsattı.

3288
Hi my psychologist

I became very hopeful after I read your note under Repair Therapy Book. I am 29 years old. I am married but I’m a gay. I’m so embarrassed while I want to get rid of my situation. I’m so fearful, for this reason I could not apply anywhere. This is my first attack with my trust to you. What should I do?, which way should I follow?. I’m waiting your help. Good days.

24 December 2009 Thursday
utti341@hotmail.com
translated by gokkusakgok@mynet.com

3289
Medya / Hepsi eşcinsel imiş meğer!
« : 21 Ocak 2012, 03:05:52 öö »
Hepsi eşcinsel imiş meğer!

Hrant Dink’in –Toprağı bol olsun- katlinin sene-i devriyesinde mahkemeden de karar çıkınca o çok tartışılan slogan yeniden dillerde: Hepimiz Ermeniyiz!

Konumuz yüzde kaçımızın Ermeni olduğu, yahut bu sloganın meşruluğu değil... Bu gündeme paralel olarak yürüyen ve içinde bulunduğum bir mevzu söz konusu... Bazılarımız Türklük ve Müslümanlığın kendilerini doyuramamışlığından olsa gerek “Hepimiz Ermeniyiz” derken, yine bu kesimle aynı fikriyata mensup bir kesim de lisan-ı halleriyle “Hepimiz eşcinseliz” demeye getiriyorlar.

Yargıtay’ın, Vakit’i eşcinseller aleyhine bir yazıya yer verdiği gerekçesiyle hazırladığımız haber tartışılıyor şu sıralar...

Bizim haberin ardından elemanlar panikleyince almışlar kalemi ellerine, “Bir açıklama yapalım” demişler. Heyhat ki, “Akit bize saldırmış, bunu hemen kazanca çevirmeliyiz” mantığıyla yaptıkları açıklamayı da yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar. Basın açıklaması yapmayı dahi becerememişler; habere, makale demişler; kendi açıklamalarını öne çıkaracakları yerde “Yeni Akit: Zenne, sapıkların filmi!” diyerek Akit’in reklamını yapmışlar.

Biz haberimize “Eşcinsellerden kültürel atak” başlığını koymuşuz, ki bu elemanların kitap çıkartıp, film çekmiş olmaları bunun delili olsa gerektir.

Biz haberimizde “lobi” kavramını kullanmışız, ki diaspora benzeri bir lobi faaliyetinde bulunmuyorlarsa bile saldırıya geçmekteki profesyonel davranışları bile böyle bir lobinin varlığını izaha yeter!

Biz haberimizde ‘sapık’ tabirini kullanmışız, ki inancım ve almış olduğum terbiye bu ifadeyi kullanmamı gerektiriyordu.

Biz bunları deyince olanlar oldu:

“Vay efendim sen misin ‘sapık’ diyen”... “Biz adamı böyle linç ederiz” diyorlar.

Ne şaşırıyorum, ne de hayret ediyorum!

Ateş olsalar cürümleri kadar yer yakacaklarını biliyorum çünkü...

Ama hiç beklemediğim kimselerden hiç beklemediğim tepkileri alınca ister istemez sükût-u hayale uğruyorum.

Bir tanesi, sonradan görmeler gibi sonradan İslamcı, sonradan demokrat, sonradan muhafazakâr gazetesinde reklamını yapıyor filmin...

Bir tanesi “Gereksiz yere filmin reklamını yapmışsın” diyor...

En insaflı eleştiri buydu heralde.

Bir de filintalar var; Afilifilintalar diye bir sitede yayın yapıyorlar... Herhalde bundan sonras için isimleri Pembefilintalar diye değiştirme kararı almışlar ki yayınları bunu gösteriyor... Görünce “İslamcı adamlar” dersin bunlara... Gökhan Özcan, Hakan Albayrak falan var arkalarında... İşte bu sözümona İslamcılar bile eşcinselliğin ‘sapıklık’ olmadığı düşüncesinden hareketle eşcinsel lobisinin değirmenine su taşıyorlarsa ya sözün bittiği yerdeyizdir, ya da konuşulması gerekenlerin başında!

Her neyse...

Anlaşılan kimse yarın çocuklarının elleriyle bir daire işareti yapıp “Baba ben böyle oldum” diyecek olmasından korkmuyor!

Fahrettin Dede
Akit Gazetesi Muhabiri
dogubulteni@gmail.com

3290
benim çocukluğumdan beri hep bir erkek yanım vardı ben farkındaydım ama hiç önemsemedim bana normalmiş gibi geliyordu hatta ne kadar erkeklere aşık olsamda hep kızlara karşıda bir ilgim vardı şimdiye kadar hiç bir kıza aşık olmadım ama bu da benim annemin mükemmeliğinden kaynaklanıyor benim annem böyle biri olmasaydı ben kesin lezbiyen olurdum ama annemin sevgisi hep korudu beni kötü olan herşeyden kötü olan her yoldan.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=2.0

3291
----- Forwarded Message -----
From: Ustun Ongel <uongel@cu.edu.tr>
To: psy-l@yahoogroups.com
Sent: Wednesday, January 18, 2012 4:14 PM
Subject: [psy-l] re: escinsellik

 
Gülseli Baysu:
<<Dolayısıyla eşcinsellik doğuştan gelmez yada geldiğine dair kanıt yoktur demek sizi belli bir politik söylemle aynı cepheye düşürürür. Bu politik söylem muhafazakar ve homofobik bir söylemdir. Eğer doğuştan gelmiyorsa değiştirilebilir 'düzeltilebilir' der çünkü bu söylem. Dolayısıyla Fevzi bey bu söylemde bulunurken bunun nereye düştüğünü öğrencince bu kadar şaşırmamanız gerekir.>>
 
 Öne çıkardığınız vurgular, insan "iradesini" yok sayan, insanı geriye götüren bir bakışın ürünü. Gey ve lezbiyen olma konusuna bakmadan önce "erkek" ve "kadın" olmaya bakılması gerek. Siz, kadınlığınızı cinsel organınızla, fizyolojinizle, biyo-kimyanızla mı tanımlıyorsunuz? Doğuştan getirdiğiniz "beden", ona yüklenen "anlamlarla" kadına dönüşmüyor mu? Öte yandan "özdeşleşme" önemli ama tek açıklama değildir, verili bir kültürde bir bireyin kişiliğinin ve kimliğinin nasıl oluştuğunu anlamak istiyorsak, tüm indirgemeci/kestirmeci açıklamalardan uzak durmamız gerekiyor.
 
Öte yandan düşündüğünüzün tersine, "düzeltme" vurgusunu yapanlar, maalesef bu oluşumun doğuştan olduğunu kabul edenler arasından da çıkıyor; madem "genetikle" ilgilidir bu konu, bulalım şu lanet olası geni ve değiştirelim, di,yorlar.
 
O nedenle, cinsel kimlik konusunun (gey veya lezbiyen veya kadın veya erkek veya ...) doğuştan olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığını söylemek (YOKTUR böyle bir kanıt), bu işin düzeltilmesi savunusu içinde olanların yanına götürmez bizi. Bilakis, insan kendini var eder, iradesiyle, farkındalığı ve bilinciyle, hangi etkiler altında olduğunu görür, değerlendirir, ve nasıl istiyorsa da öyle yaşar, demeye götürür bizi. Eğer bunu diyebilirseniz, mevcut kaba erkek-kadın ayrımına dayanan ve erkek egemenliğinde süren düzenin de belki (değişmese de) biraz yerinden oynamasını sağlayabilirsiniz.
 
Kaç yıl önce yazdığım yazıyı da okursanız, belki burada kısaca açmaya çalıştığım şeyin ne olduğunu daha iyi görebilirsiniz...
 
"Erkekliğin, Kadınlığın, Geyliğin ve Lezbiyenliğin Sosyal Psikolojik ve Kültürel Kurulumu Üzerine"
http://www.ustunongel.com/index.php?ll=detay&src=56
 

 
 
 
 

-----Original Message-----
From: gulseli baysu <gulseli_baysu@yahoo.com>
To: psy <psy-l@yahoogroups.com>
Date: Wed, 18 Jan 2012 01:29:19 -0800 (PST)
Subject: Re: [psy-l] eşcinsellik

 
 
Sevgiler
Öncelikle bu tarz tartışmaların ve konuşmaların çok önemli ve faydalı olduğunu düşünüyorum
Eşcinsellik doğuştan mıdır sorusu neden bu kadar önemlidir? önemli olan herkesin seçtiği yada olduğu gibi kabul görme hakkı değil midir?
 
Bu soru politik bir sorudur. Dolayısıyla eşcinsellik doğuştan gelmez yada geldiğine dair kanıt yoktur demek sizi belli bir politik söylemle aynı cepheye düşürürür. Bu politik söylem muhafazakar ve homofobik bir söylemdir. Eğer doğuştan gelmiyorsa değiştirilebilir 'düzeltilebilir' der çünkü bu söylem. Dolayısıyla Fevzi bey bu söylemde bulunurken bunun nereye düştüğünü öğrencince bu kadar şaşırmamanız gerekir.
 
Eşcinsellik doğuştan gelir ve dolayısıyla tercih değildir ve değiştirilemez söylemi ise homofobi söylemin karşısında duran ve eşcinsellerin haklarnı savunan bir söylemdir. Eğer doğuştansa o zaman bizi değiştiremezsiniz olduğumuz gibi kabul etmelisiniz der yani bu söylem. Bir çeşit ırk, siyah yada beyaz olma durumu gibidir.
 
Şahsen bütün tartışmaların bu sorunsal üzerine odaklanmasından rahatsızım. Doğuştan yada değil farklı olana olmak isteyenin haklarına saygı göstermemiz gerekir diye düşünüyorum. Din yada dinsizlik bir tercihtir ama yine de belli bir dine mensup insalara yada ateistlere, agnostiklere, deistlere azınlıkta da olsalar saygı göstermemiz gerekmez mi? Haklar ve özgürlükler üzerinden tartışmak gerekir diye düşünüyorum, çünkü asıl sorun bugün eşcinsellerin, heteroseksüllerin sahip olduğu hakların ülkemizde hiç birine pek çok ülke de de ancak bir kısmına sahip olmalarıdır.
 
Dediğim gibi bu tartışmaları son derece faydalı buluyorum ve bu tartışmaya katılan büyün arkadaslarıma teşekkür ediyorum
Sevgilerimle
Yrd. Doç. Dr. Gülseli Baysu
Istanbul Kemerburgaz Üniversitesi

3292
Ahmet ÖZHAN / BENİM TEK DAVAM SEVDAM
« : 17 Ocak 2012, 06:21:40 ös »
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
Aile ve Evlilik Terapisti

KADIN ve AŞK

Hz Havva zekası ve ruhuyla hayata dokunan ilk insandır. İyi ki eli o yasak ağaca uzanmıştır. İyi ki Hz Adem'in aklını çelmiştir. Böylece hayatın sırrını açığa çıkarmıştır. Aşk ve cinselliği cennetten hediye olarak dünyaya taşımakla görevlendirilmiştir. Allah hayata dair tüm oluşumların nüvelerini kadında gizlemiştir. Bu anlamda kadın hayatın kendisidir. Yüreğinde Hz Havva'ya şükran duygusu beslemeyen insan yücelik mertebesine erişemeyecektir. Kadını yüceltmeyen erkek asla yücelemeyecektir.


http://www.youtube.com/watch?v=K9MC30t7Uhc&list=UUIe19S-aZ6TQNiC1Tsfjviw&index=2

tıklayınız


26/12/2011 tarihli Radikal Gazetesinde sitemiz ve eşcinsel terapiler hakkında
yayınlanan makaleye ulaşmak için tıklayınız

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1073587&Yazar=PINAR_OGUNC&Date=26.12.2011&CategoryID=97#



Ahmet Özhan BUGÜN'e konuştu

O kimilerine göre Türk Müziği'nin Prensi, kimilerine göre son 40 yılda Türk Müziği'nde star olmayı başarmış tek erkek solist.


 


Ahmet Özhan Türk Müziği'ndeki başarılarının yanı sıra Tasavvuf Müziği çalışmalarıyla yeni bir akımın öncüsü olmayı başarmış dev bir sanatçı. Ahmet Özhan ile müziği, üyesi olduğu Cerrahi Tarikatı'nı ve hayatı konuştuk.

-Ahmet Özhan'ın repertuarında kaç şarkı var?

Saymadım ama Türk müziği repertuarında ne kadar şarkı varsa en azından 4'te 3'ünü bilirim. Binlerce denebilir. Çocukluğumdan beri radyo, plak, sahne takip eden bir insanım. Özellikle radyo çok önemliydi; solo şarkılar, klasik koro, küçük koro, fasıllar, beraber solo şarkılar. Şarkı söyleyerek uyurdum, şarkı söyleyerek uyanırdım. Benim için şarkı söylemek bir aşktı, sevgiliyle bir beraberlikti.
 
-Sizin hayatınıza yön veren bir şarkı var mı?

Benimle çok özdeşmiş şarkılar var, beni insanlar onlarla algılıyorlar. Mesela son dönemlerde "Gülü Susuz Seni Aşksız Bırakmam" benimle bilinen duyulan bir şarkı.

-Merak ediyorum, kaç yaşında Hac'ca gittiniz?

Hac'ca gittiğimde 29 yaşındaydım. 1980 yılının Ekim başıydı. Umre'ye ise defalarca kez gittim. En aşağı 7-8 kez gittim. Özellikle 1980-1990'larda her sene çok yoğun olarak bir 15 günümüzü ayırdık oraya.

-Sizin gençliğinizde, plaklar, filmler, sahne hayatı derken Türkiye'de Ahmet Özhan fırtınası esiyordu. O yaşta Hac görevini yerine getirmenin size manevi bir yükü oldu mu?

Yok, sizin dini algılayışınızla alakalı bir şey o. Eğer dini çok radikal olarak algılıyorsanız içkili ortamlarda hiçbir şekilde olmayı arzu etmezsiniz. Ancak, bulunduğunuz sosyal ortamla entegre olmanın da kendinizdeki artı değerlerin çevrenizdeki insanlar arasında paylaştırılması sağlamak adına bir görevci olarak hassasiyetiniz varsa her ortama girip çıkarsınız. Siz o ortamdan etkilenmezsiniz, o ortam sizden etkilenir.

-Hac'ca gidip geldikten sonra gazino hayatına devam ettiniz; sizi eleştiren hatta size laf atan filan oluyor muydu?

Arkadaşlarla şakalaşmalar oluyordu. Bizim milletimiz ve sanatçı arkadaşlarımız arasında hiçbir detone ses duymadım. Onların hepsi,  "Ahhh keşke bizde yapabilsek" diye paylaştılar. Çok güzel anlarımız vardı. Öyle arkadaşlarım vardı ki beraber kalırdık yurt dışı seyahatlerinde odaya benden önce girerler, kıbleye tespit ederler, onun arkasındaki yatağı kendisine ayırır, kıble tarafındaki yatağı bana ayırır ki ben rahat namazımı rahat kılayım. Artı gazinoda şöyle şeyler yaşadım, sahnede okurken yaklaşırsınız masalarla ilgilenirsiniz. Ben masaya yaklaşınca masadakiler rakı kadehlerini saksının arkasına saklarlardı. Bu bir nezakettir, belki onun bu duyarlılığı benim hacılığımdan daha değerlidir, bunu bilemezsiniz. Ben halkımı çok severim. Onlara hizmet etmek adına da hayatımın her karesini zevkle yaşıyorum.

-Bir sohbetinizde, "Nefsinin esiri olmuş, insanların hayallerini süsleyen şeyleri elimin tersiyle ittim" diyorsunuz, nedir bunlar?

İtmeye gayret etmişimdir. 29 yaşında hacı olmanın zorlaştırıcı yanları vardır. Nedir? Hayatın tatlı taraflarıdır. Yemektir, içmektir, gezmektir, flörttür, şudur, budur. 29 yaşında şöhrettiniz; ayıptır söylemesi yüzüne bakılan bir adamsınız. Etrafınızda bir sürü cazip obje dolaşırken siz belli bir disiplin içersinde belli bir etik kavram yoğunluğunu yaşama biçimi haline getirmişsiniz, bir takım şeylere metelik vermiyorsunuz . Bunu bir beceri, başarı olarak vermeyelim. Size sevdirilen, size kolay gelir. Bana da o hayat biçimi o duygular sevdirilmiş, o hayat biçimi bana kolay geliyor. Bu bir beceri asla değildir.

-Siz de baskıcı dönemin, çok olumsuz yönlerini yaşadınız mı?

Vallahi baskılı dönemlerde yaşadım ama ben o kadar samimi ve safça yaşadım ki hangi tehlikenin içinde olduğumun farkına varmadan. İşte 1980'li yıllarda ki baskı dönemleridir, bir takım vesait dönemleridir. Ben o zaman hacı olarak, derviş olarak yazıldım çizildim, koşuşturdum. Saf bir çocuk olarak geçirdim o günleri. Bu gün daha bir demokrat bir yurt sathında yaşama şansına sahibiyiz.

-Allah yolunda olduğunuz için hiç yasaklandınız mı?

Etrafımda bir markaj olmuş olabilir, bilemiyorum ama tespit etmiş değilim. Ama ben bir hayatı yaşadım 80'lerden bu yana, 30 küsur yıl. Tasavvuf Müziği'nin adı, benim vitrinimle gündeme geldi. Kurumlar kuruldu, falan, filan. Bir takım emniyet şubelerinde kalın, kalın dosyalarım vardı. insanlar onu toplamışlardır, bakmışlardır, "Bu adamın kültürünün haricinde bir derdi yok" denilmiştir. Emniyet o dönemlerde beni çağırdı. Ben de gittim. Polislerle görüştüm. Onlar sordular, ben de samimi olarak, "Doğrusu da var, yanlışı da" diyerek cevap verdim. Zaten kaçak bir iş yaparsanız tadını çıkaramazsınız. Benim hiç kaçak, köçeğim olmadı. Her şeyim ortadaydı, zaten polisler bu, "Bu saf, samimi bir çocuk" diye dikkate almadılar.

Mazhar Alanson da Cerrahi tarikatına geliyor

-Sizden başka ünlü isimler de Cerrahi tarikatına bağlılar. Örneğin, Cem Yılmaz, Mazhar Alanson ve Ali Taran'la o toplantılarda görüşüyor musunuz? 

Çok nadir görüyorum. Ben daha sık gitmeye çalışıyorum, musiki meşki açısından bir görevim var vakıfta. Orada meşklerde bulunma bir nevi hocalık gibi pozisyonum var. Cem'i doğru dürüst hatırlamıyorum, Mazhar'ı çok nadirde olsa ara sıra görürüm. Böyle bir yeri kim paylaşmak istemez ki?

-Yeriniz neredeydi?

Karagümrük'te... 

-Tarikatlara bakış açınız nedir?

Tarikatlar bir ülkenin sosyo kültürel yönetim biçimi içersinde belli hassasiyetleri sosyal olarak da algılar. Tarikat aslında birebir ilişkidir. Çoklukla ifade edilecek bir şey değildir. Mesela orada sizin ders aldığınız bir kemal kişi vardır. Hadise sizinle onun arasındadır, bu toplumsal bir mesele değildir. Birebir içsel yolculuk eğitimidir.

-Türkiye'nin bu mekteplere ihtiyacı var mı?

İnsanın var. Bunu gözleyen bunu arayan dünyanın her yerinde bir çok davranış biçimi vardır. Meksika'ya gidin, ister Hindistan'a gidin, nereye gidersiniz gidin insanların bir içsel yolculuk peşinde olduğunu görürsünüz. Bu bir insanın yaradılışında var olan bir ihtiyaçtır. Onun için herkesin iç dizaynını oluşturabilmek ve o doğrultuda hayatı yaşayabilmek, o algı içersinde olabilmek adına herkese lazım olan içsel bir yolculuktur.

KİMSE KILIMA BİLE DOKUNMADI

-Sizin fişlenmenizi isteyenlerin kim olduklarını biliyor musunuz?

Ben onlara o konjektür içersinde hak veriyorum. Görevini yapan insanlardır. 'Tekkeler yasak, Ahmet derviş oldu' diye bir yazı. "Derviş tekkede olur, tekke yasak bu dervişlik nedir, gel bakalım kardeşim sen" dese bir şey icap etmez. "Bu bir algıdır kültürdür", dedim ben de. Ama kimse kılıma bile dokunmadı. Ne emniyetten, ne kimseden beni tedirgin etmediler. Ben samimiydim, temizdim ve saftım. Arkasında bir politik, ekonomik hiçbir bağlantımın olmadığı o kadar netti ki böyle bir insana kimse bir şey yapmaz. Nitekim yapılmadı da

-Bir sohbetinizde, "Muhteşem eserler üretenler var, ancak insan olarak çok eksikler" derken neyi kastettiniz?

"Bunu ben kendim yaptım, ben okudum, ben besteledim, ben buranın mimari projesini çizdim" derseniz çok da güzel bir iş yapmış olsanız da 'ben'den dolayı o maksatı ortaya koymaz. Halbuki, "Bir bestekar var, bir mimar başı var. Biz ona vekaleten, onun bizde tecelli eden esmasının gücüyle bir takım şeyleri yapıyoruz" dediğimiz zaman onun dili, onun sesi dediğimizde global manada anlamlı olur. 'Ben' dediğimiz zaman o şirk olur.

-Peki, sanatçılardaki 'Ben'lik duygusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben onlara kıyamıyorum ya. Onlar benim cici arkadaşlarım. Hiçbirine kıyamam. Hepsi benim canımın parçasıdır. Adnan Şenses hasta, Nilüferciğim de öyle, hepsine Allah şifa versin. Onlar kıymetli insanlardır. Aslında onu kastetmiyorlar. Benim arkadaşlarımla peynir ekmek yeseniz göreceksiniz onların 'yok' içinde olduklarını. Ama piyasada rekabet vardır, bu işin bir raconu vardır, o zaman laf olsun diye konuşurlar ama içlerinden başka güzellikler geçer. O arenada öyle konuşurlar, birbirlerine dikkat çekerler, o konuşmalar onlara ekstra iş olarak geri döner.

BENİM TEK DAVAM SEVDAM

-Mal, mülk, para, pul bizim maneviyatımızı kavramamızı ne kadar engelliyor dersiniz?

Eğer malı, mülkü, şanı, şöhreti, sağlığı, şunu, bunu olan şeyleri kendi nefsiniz, kendi bilimsel varcehabınızla değerlendiriyorsanız onlar geçicidir, bir gün eliniz boş kalır. Ve bunun sonu perişanlıktır. 

-Sizin böyle bir derdiniz oldu mu?

Hayır, benim mal, mülk peşinde olmak gibi bir derdim olmadı. Benim tek davam sevda. Sevda peşinde bir adamım.

-Kanser hastalığı çok yayıldı. Hem sanat camiasında hem de çevremizde kansere yakalanan bir çok insanın olduğunu görüyoruz, sizce bunun nedeni nedir?

Bugünkü sosyal donanımlarımız, yaşam biçimlerimiz, psikolojilerimiz bizi deforme ediyor. Birebir içsel arınışı hayatımıza taşımamız lazım. Ayet-i Kerime'de, "Onlar ki Allah dostlarıdır, onlar da hayıflanmak ve mahsun olmak yoktur."der. Ne yapacağız, Allah'la dost olmanın çarelerine bakacağız. Allah'la dost olunca hastalansan da "Veren O'dur" dersin. Maalesef düne kadar, 'Allah' demenin asosyal toplum dışına itilen insan olmakla eşdeğer, baskıcı jakoben bir dönem yaşandı.
 
HABER: ŞEBNEM ÖZCAN-BUGÜN GAZETESİ

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/181387-ahmet-ozhan-bugun-e-konustu-haberi.aspx

3293
Bir seks bağımlısının öyküsü: UTANÇ


“Kadınlar beni pek sever, doğrusunu söylemek gerekirse ben de gayet başarılıyım kadınlarla ilişkilerimde” bu sözlerin sahibi seks bağımlısı İngiliz komedyen Jeff Leach, 300'den fazla kadınla cinsel ilişki yaşadığını ve artık bu soruna çare bulmak istediğini söylüyor.

Steve McQueen'in son aylarda büyük yankı uyandıran ve seks bağımlısı bir erkeğin yaşadıklarını anlatan filmi "Shame" (Utanç) bu hafta İngiltere'de gösterime giriyor. Peki, seks bağımlısı olmak nasıl bir şey? Bu soruya kendi hayatından kesitlerle yanıt veren seks bağımlısı bir İngiliz, 27 Yaşındaki komedyen Jeff Leach cevap veriyor.

Şimdiye kadar 300'den fazla kadınla cinsel ilişki yaşadığını ve artık bu soruna bir çare bulmak istediğini söyleyen Leach, “Bazen haftada 10'dan fazla kadınla yattığım oluyor. Ama artık kendimi değiştirmeye kararlıyım” diyor ve içinde bulunduğu durumu şöyle anlatıyor:
 
“Tek bir kişiye sadık kalacağım bir ilişkiyi yürütüp yürütemeyeceğimi görmek istiyorum. Başından beri nerede hata yaptığımı anlamak istiyorum. Her bekâr kadına, yatılabilecek biri gözüyle bakmak beni sefil ediyor, yoruyor. Kendimi anlamsız ve gayet yüzeysel hissediyorum. Ve sonuçta, çok büyük bir yalnızlık duyuyorum.
 
“SEKS BAĞIMLILIĞINI KONTROL ALTINA ALMAK İSTİYORUM”
30'uma yaklaşıyorum. Arkadaşlarım yavaş yavaş bir düzen kurmaya başladı, ben de bunun hep böyle devam etmeyeceğinin farkındayım. Ortalama bir İngiliz erkeğinin hayatında 13, İngiliz kadınının da 7 kişiyle cinsel ilişki yaşadığı söylenir. Ben bu istatistiğin çok ötesindeyim. Seksle ilgili davranış tarzımın normal olmadığını fark ettim. Bağımlılığa yatkın biriyim ben, alkol ve uyuşturucu gibi diğer bağımlılıklarımı kontrol altına aldıktan sonra, seks bağımlılığım, yüzleşmek zorunda olduğum son engel bir bakıma.
 
"KIZ ARKADAŞIM BENİ 'BENCİL' DİYE TANIMLADI"
Ölürken tek başıma olmak istemiyorum. Baba olmak istiyorum. Kendimi daha iyi anlayabilmek için, neden tek kadınla yetinebilen bir erkek olamadığımı anlayabilmek için, eski sevgililerimle konuştum.300'ü aşkın kadınla yatmış olmak, tabii yüzlerce telefon konuşması yapılmasını, e-posta, Facebook ve Twitter mesajı gönderilmesini gerektiriyor. Eski kız arkadaşlarım, eski sevgililerim, geçmişte kalan 'bir gecelik macera"larım, bana olumlu destek verdiler, adım attığım bu yolda bana gerçekten yardımcı olmak istediklerini söylediler. Eski kız arkadaşım Nicola, beni 'bencil' diye tanımladı. "Çok bencildin, birçok defa kendimi çok rahatsız hissettirdin bana. Jeff ne istiyorsa onu yapıyordu" dedi.
 
Birlikte en uzun ilişkiyi yaşadığım Claire, "hep üzüntü yaşama, kırılma korkusu çektiğini" söyledi. "Senin iyi bir erkek olabileceğini düşünmüyordum. Seninle bir ilişkiye girmek istemiyordum. Bir kadın olarak seni tatmin edebileceğime, dikkatini hep üzerimde tutabileceğime inanmıyordum. Beni aldatırsan bunun beni mahvedeceğini düşünüyordum" dedi Claire.
 
Bunları işitmek beni üzdü. Acaba geçmişte kaç kadın "ondan hoşlandığımı söylemektense, kendimi korumak için, onu uzak tutmalıyım" demişti ve ne fırsatlar kaçırmıştım kim bilir?
 
Clare adlı bir diğer eski kız arkadaşım da, kolayca incinebilir tarafımı gizlediğimi söyledi. İlk aşkımla yaşadığım acıyı bir daha tekrarlamak istemiyordum. Peki, ama incinebilir olmaya nasıl razı olabilecektim?
 
Her kadınla geçirdiğim zamanı sınırlı tutarak, bir kadınla bir gece birlikte olup kendisini dünyamın merkezindeymiş gibi hissettiriyor, sonra iki üç hafta boyunca hiç aramıyor ve böylece kendimi o ilişkiden uzaklaştırma olanağını buluyordum.
 
SEKS BAĞIMLILIĞI NEDİR?
Seks ve ilişki alanında uzman psikoterapist Paula Hall ile görüşmeye gittim. Bana bağımlılık belirtilerini söyle saydı:
 
"Seks bağımlılığı, her türlü kontrol dışı cinsel davranış demektir. Bir takım cinsel davranışlar içine giriyorsanız ve o ilişkiden ne elde ettiğinizi anlamıyorsanız, niçin o ilişkiye girdiğinizi aslında bilemiyorsanız, yine böyle bir şey yaptığınız için pişmanlık duyuyor ama tekrar tekrar aynı şeyi yapmaya yöneliyorsanız, bu durumda büyük olasılıkla bir bağımlı olduğunuz söylenebilir."
 
Paula Hall bana, "Kendini sevmeyi öğrenmen gerek. Ve kendi başına yaşayabilmeyi" dedi.
 
"SEKSİ BİR İLİŞKİNİN DIŞINDA KALMAK İÇİN KULLANIYORSUN"
Çocukluğumu hatırlıyorum. Ailemle mutlu bir çocukluk geçirdim, tatillere giderdik, babam omuzlarına bindirir gezdirirdi. Annem babam iyi geçiniyor gibiydi. Sonra, 7-8 yaşlarımdan itibaren tek hatırladığım şey, anne ve babamın kavgalarıydı. Acaba bir yanım, birbirine bağlı insanların ilişkilerinin bile ne kadar sefil hale geldiğini gördükten sonra, kendimi böyle bir duruma sokmamam gerektiğini mi söylüyor bana?
 
Seks ve ilişki terapisti Paula Hall, benim cinsel davranışlarımı irdelerken, "Seksi, bir ilişkinin dışında kalmak için kullanıyorsun. Sürekli olarak birçok ilişkiye birden girmek suretiyle, tek bir kadına bağlanmaktan kurtulmuş oluyorsun. Sanırım bu bağımlılığının kökeninde, duygularını yaşamaya fırsat bulamamış, sesini duyurmaya çalışan küçük bir çocuk var. Korkularını, onlarla yüzleşinceye kadar alkol, uyuşturucu ve seksle boğmaya devam edeceksin" dedi.
 
"DEĞİŞME ARZUSUNDAYIM"
Bütün bu dinlediklerimden öğrendiğim şey, sürdürdüğüm hayat biçiminin kısa ömürlü olduğuydu. Kadınların, benim hakkımda, "evet, cinsel tarafı var ama bu maceracı yanı, birini sevebilecek ve biri tarafından sevilebilecek düzgün bir adam olmasını engellemiyor" diye düşünmesini istiyorum.
 
Michael Fassbender 'Shame' filminde seks bağımlısı bir erkeği canlandırıyor.
 
Artık gayet iyi anladım ki, kendimle mutlu olmaya ve kendimi sevmeye başlamadan, bu mümkün olmayacak. O yüzden de bu işin üstesinden geleceğim... Ama bu, düşündüğümden çok daha zor oldu. Bir psikoterapistle birlikte çocukluğuma dönmek, terk ettiğim çok sayıda kadından yaptığım hataları dinlemek bende derin bir bunalım yarattı. Yine de geçirdiğim bu süreç, cinsel isteklerimi kontrol altına alma ve kadınlarla yeniden dostluk kurabilme anlamında, yeni bir dönem başlattı hayatımda.
 
"BU BİR HASTALIK"
Niçin böyle olduğumu, bir bağımlı olarak, sık sık yaşadığım sıra dışı arzuları niçin hissettiğimi anlayabilme yolunda yürüyorum. Belki bu hastalığımdan hiçbir zaman kurtulamayacağım; inanın bana, bu bir hastalık gerçekten de...
 
Ama hiç değilse artık dürüstçe kendimle yüzleşebiliyor ve durumumu iyileştirmek için çaba harcama cesaretine sahip olduğumu biliyorum.”

http://www.dipnot.tv/21127/Bir-seks-bagimlisinin-oykusu-UTANc.aspx

3294
eşcinsel olmayı kabul etmek demek; size çocuk yaşta cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir."


Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve (anne-baba) ihmallerin bir sonucu gelişen bir durumdur. Bu açıdan baktığımızda da eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur. Bu neden psikoloji biliminin eşcinsel yaşam tarzının ve toplumsal kimliğin sağlıklı olup olmadığını ayrıştırma, eşcinselliğin nedenini, yapısını ve tedavisini araştırmaya devam etme sorumluluğu vardır, olmalıdır, olacaktır. Bu bağlamda, kendi özgür seçimi ile eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkanı sağlamamak, “bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir” demek gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.

Eşcinsel Terapi sürecinde aşağıdakine benzer öyküler sık sık dile gelmektedir.

"herşey çocukluktaki o kısırdöngü anına dönüyor.annemin bir anlık ihmali ile tecavüze uğramam aynı anlama geliyordu.daha hiçbirşeyden anlamayan 6 yaşındaki ben ve beni seksi bir tema görüp tecavüze yeltenen o sapık.ne olduysa oldu o gün.hayatımı değiştiren o olay bir anlık ihmalin sonucu ile oldu,beni hiç ihmal etmeyen annem ne olduysa o gün ben ihmal etti.o günün akşamı sıradan bir akşam değildi.artık erkekliğini odunlukta bırakmış,hürriyeti elinden alınmış,bir tercihe zorlanmış bir hırpani beden vardı.annem durumu farkettiğinde benim içinde onun içinde iş işten geçmişti.yapacağı tek iş bunu ölene kadar saklamaktı.öylede yaptı bu sırrı babam haric herkesten sakladı.içine düştüğüm kuyunun ne kadar derin olduğunu bilmeyen ben,tecavüz sonrası verilen parayı bir ödül olarak kabul etmiştim.herhalde bu  doğruydu dedim.nasıl düşünebilirdim ya 5 yada 6 yaşındaydım? günler ilerledikçe her kavga edişimizde annem bu olayı bir kase önüme sundu içinde bolca küfür hakaretle beraber.bu olayı benim yaptığım iddasına yeltenip kendi ihmalkarlığını çoktan unutmuştu.her sene her kavga benim annemden daha çok uzaklaştırıyordu."

Terapi odasının duvarlarında kalan bu psikolojik çığlıklar psikolog ve danışanı belli bir aşamadan sonra toplumsal bir haykırışa zorlamaktadır. Çocukken taciz ve tecavüz mağduru yada anne babaların yarattığı duygusal istismarlarının mağduru olan bireyler yıllarca süren suskunluklarını haykırmak için çabalamaktadırlar.

Son dönemde medya dünyasında sürekli olarak eşcinselliğin normalleştirilmesine yönelik çabalar gören gözlere aşikardır. Psikoloji giriş kitaplarında insan tanımlanırken " biyolojik, psikolojik, sosyolojik " bir varlık olarak ifade edilmektedir. Eşcinsel Derneklerinin çabaları ile eşcinselliğin genetik olduğuna yönelik  sözde bilimsel açıklamalar sık sık dile getirilmektedir. Bu metinlerde eşcinsellik söz konusu olduğunda insan " biyolojik ve sosyolojik " bir varlık olmaktadır.
Biyolojisi insanı eşcinsel yapmışsa, psikolojik süreçler dikkate alınmadan eşcinsel bireyin sosyal hakları gündeme getirilerek sosyolojik bir örgütlenme çabaları sarfedilmektedir. Aileler ergenlik döneminde kendileri için sarsıcı bir gerçekle karşılaştıklarında yıkılmaktadır. Çocuklarının eşcinsel olduğunu öğrendiklerinde kendilerini elleri kolları bağlanmış olarak çaresiz hissetmektedirler. Eşcinsel Terapi konusunda yeterli kuruluş ve yayın olmadığı için ilk adres genelde Eşcinsel Dernekleri olmaktadır. Bu derneklerin kapısını çalan aileler bir acı gerçekle karşı karşıyadırlar. Buradaki sözde yetkili ve yetkin kişiler eşcinselliğin tedavisinin olmadığını ve bunun doğal bir yönelim olduğunu ifade etmektedirler. Moral yitimi yaşayan ailelere bu durumu kabullenmeleri önerilmektedir.

Onarım Terapisi kitabının türkçeye tercümesi ile bu alanda çığır açan Kaknüs Yayınları, toplumsal anlamda bir birikime vesile olmuştur. Eşcinsel bireyler eşcinselliğin psikolojik kökenli olabileceğini belki de ilk defa düşünmeye başlamışlardır. Bu çizgide sessiz sedasız bir dönüşüm başlamıştır. Eşcinseller için bir umut ışığı yanmıştır. İçsel bir karanlığın içinde yürümek zorunda kalan eşcinseller bu ışıkla psikolojik destek arayışlarına yönelmişlerdir. Bu yöndeki terapi deneyimlerimiz arttıkça bu konunun önemini duyurma arayışlarımız başlamıştır. Onarım Terapisi kitabının başlattığı sürecin devamı olabilecek nitelikte Eşcinsel Terapi deneyimlerimizin kitaplaşması hem eşcinsel bireyler hem de aileleri için sağlıklı bir başvuru kaynağı olabilir. Böylece kendi kültürel dokumuzdaki psikolojik bozukluklar örneklendirilmiş olacaktır. Eşcinsel Terapi konulu kitabımızı okuyacak olan anne babalar ister istemez kendileri başka açılardan da sorgulamak durumunda kalacaklardır.

Kitabımıza düşündüğümüz isim " Tanrı'yı Affeden Erkekler & Eşcinsel Terapi "

Kitap özetle eşcinselliğe çözüm önerisi;

Kendileri ile yoğun çatışmaları olan bireylerin bu sorunlarının psikolojik kökeni genellikle babalarına duydukları kızgınlık,öfke ve nefrete dayanmaktadır. Çocuklukta baba otoritesi ile çatışan kişiler ergenlik döneminde varlıklarının anlamlarını sorgularken; Tanrı'ya da bir kızgınlık, öfke ve nefret duymaya başlamaktadırlar. " Neden beni böyle yarattın yada neden beni korumadın? " sorularının cevabını bulamamaktadırlar. Böylece
kendilerine yönelik bitip tükenmez kaygıları arttıkça artmaktadır.

Eşcinsel Terapi süreçlerinde babalarına yönelik bilinçaltı duygu ve düşünceleri ile yüzleşen bireyler; babalarını affetmeyi deneyimlemektedirler. Kendileri için çok zor olan bu süreci başaran danışanlar Tanrı'ya olan sitemlerini yeniden gözden geçirmektedirler. Geçmişte suçladıkları ve hesap sormak istedikleri Tanrı ile içsel olarak barışmaktadırlar. Bu süreç çözüm için nirengi noktası olmaktadır. Baba ve Tanrı ile barışan birey Kendisini de affederek kişiliğini ve kimliğini yeniden yapılandırmaktadır.

3295
EŞCİNSEL TERAPİ
Psikolog Hüseyin KAÇIN
0 555 326 22 91
www.escinselterapi.net

Hepimiz dünyaya gözlerimizi açtığımızda bize gülümseyen  gözlerle karşılaşırız. Annemizin kucağında Babamızın ocağında hayata tutunmaya çalışırız. Eğitim sürecimiz küçük yaşlardan itibaren aile bünyesinde gerçekleşir. Aile ortamının sıcaklığında nasıl yemek yeneceğinden, ilişkilerimizi nasıl geliştireceğimize değin sosyal kodlarımız belirlenmiş olur. Sosyal ilişkiler kurma becerimizi ailemizin değerleri ile örtüşerek geliştirmiş oluruz.  Ailenin bireyin kişilik ve kimliğinin gelişimindeki etkisi yadsınamayacak kadar büyüktür. Ailelerin bir kuşaktan diğerine geçiş sürecinde çok sayıda sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik  vb değişimlerde otaya çıkmaktadır.  Toplumsal dönüşümlerin temelleri öncelikle aile içinde şekillenmektedir.  Çocuk için anne sevgi baba ise güven kaynağı olmaktadır. Anne babanın kişilik yapısı psikolojik açıdan sağlıklı ise çocuğun psikolojik yapısında  ona göre olumlu gelişim gözlemlenecektir. Eğer ki anne baba duygu ve düşüncelerinde çatışmaları olan bireyler ise çocuk açısından güvensiz bir ortamda yaşamak kaçınılmaz bir yazgı olacaktır.  Sevginin ve güvenin olmadığı bir ortamda çocuğun kişilik yapısında “güç”lenme olmamaktadır.  Güç dengesi kuramayan çocuğun psikolojik gelişiminde aksamalar ortaya çıkmakta ve çatışmalı bir süreç başlamaktadır.  Anne babasından sevgi ve güven duygusu alamayan çocuklar  bilinçaltı cinsel dürtülerinde anne yada babasına  cinsel imgeler taşımaktadırlar. Psikoterapi süreçlerinin ilerleyen aşamalarında eşcinsel bireylerin yüzleşmelerinde, terapi aynasında görünen, uzak, ilgisiz yada  tersi “ aşırı korumacı “  ebeveynlerin çocuk için gerekli duygusal ihtiyaçları karşılayamadıkları gözlemlenmektedir.Suçluluk duyguları ve kaygılarla hayata tutunmaya çalışan çocuk kendi içinde kendisi ile savaşmaktadır.  Çocuklukta barışı olmayan bu savaşı gençlik çağına kadar çocuk hep keybetmektedir.  Ergenlik döneminde cinsel kimlik kazanma sürecinde kendisi ile çatışması yoğun olarak süren eşcinsel bireyler  başka erkekleri kendilerinden daha güçlü görerek onlara duygusal yatırımlar ve aktarımlar geliştirmektedirler.  Çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar  bedensel tatmin arayışlarına yönelmektedir.  Anne sevgisi ve Baba güveni alamamış eşcinsel birey ruhsal çatışmalarını dindirmek için Güç  kazanmaya çalışmaktadır.  Kendisini suçlu ve değersiz hisseden  kişi bu gerçekle çatışmasını çözümlemek için bilinçaltı bir süreçle fantezi (hayal) kurgularına sığınmaya başlamaktadır.  Kendisinin güçsüz ruhunu;  güçlü sandığı kendicinsinde aramaktadır.  Güçsüz bir erkek olarak güçlü sandığı erkeklere olan duygusal aktarımları belli bir aşamadan sonra erotikleşmektedir. Fantezi dünyasında kendi içindeki barışı olmayan savaştan kendisini kurtaracak  kahramanını bulan eşcinsel birey zihninde kurguladığı erotik oyunlar oynamanın zevki ile hayatta belki de ilk defa bir umut keşfetmektedir.  “Kurtarıcı güç” kendisine yıllardır ihtiyaç duyduğu sevgiyi (anlayış)ve güveni (değer)kendisine verecek inancındadır.  Çocuklukta bilinç gelişiminde yaşanan savaş  ergenlik döneminde bilinçaltında fantezi çözümlemelerle bir barışa dönüşmektedir.  Fantezi yöntemi ile elde edilen bu barışın getirdiği psikolojik rahatlama ile bu “kurtarıcı güc”ü ödüllendirmek için ona erotik yatırımlar yapılmaktadır. Eşcinsel ilişkiler kurma dönemi bu süreçte başlamaktadır.  Eşcinsel ilişkilerde cinsel arzular anksiyete giderme boyutunda olmaktadır. Eşcinselliğin kimliğin yarattığı bunalım ve arayış döneminde tutkular ve arzular  tutunarak, duygusal ihtiyaçları gidermek için “aşk”la başlayan ilişkiler genellikle cinsel birleşme odaklı cinsellikle sınırlanmaktadır.  Zamanla “aşk” mağduru olan eşcinsel bireyler ;    bu fantezi (hayal) “kurtarıcı güc”ün sahteliği “gerçeği” ile yüzleşmek zorunda kalıp  depresif duyguların etkisine girerek sıkıntılı, gergin bir süreç yaşamaktadırlar. Bu ruhsal kavşakta eşcinsel birey bilinçli olarak ya iyileşme arayışı sürecine girecek yada bilinçaltı fantezi çözümlemesinde bu sorunu duygusal arayışlarını baskılayıp sadece cinsel arayışlara indirgeyecektir.  Birinci şıkkı seçen kişiler için başlangıçta heyecanlı fakat daha sonra zor bir süreç başlayacaktır. Kaygılınarak, utanarak  ve belki bir umut diyerek ama umutsuzca bir psikolog kapısını çalmak gerekecektir.   İlk terapide yoğun kaygıları nedeniyle psikologla göz teması kurmaktan kaçınan “danışan”, sürecini yani yıllardır içinde sakladığı sırrını çekinerek ve sıkılarak dili döndüğünce anlatmaya  çalışmaktadır. Zaman zaman gözyaşlarının eşlik ettiği sürecin sonlarına doğru bir rahatlama ortaya çıkmaktadır.  Terapi odasında güven duygusu oluşmuşsa iyileşme sürecine ilk adımlar atılmış olmaktadır.  Çocuklukta yaşanan duygusal yada cinsel travmalar psikologa iyileşme umudu ile anlatılmaktadır. Eşcinsel danışan büyük sırlarını içinde sakladığı ruh kutusunu açar. Yalnızlığını ve sırrını paylaşabileceği terapi limanına sığınmıştır.  Artık onun istek ve irade gemisi  fırtınası ne zaman çıkacağı hiç bilinmeyen bilinçaltı-bilinç okyanusunda yol almaya başlamıştır. Umulan iyi bir yolculuk olması ve  güvenli kimlik adasına çıkmaktır.

http://www.edirnekenthaber.com/yazar.php?id=3041  tıklayınız

3296
Taksim Gezi Parkı'nda Bir Yaz Akşamı ( Küçük Hanfendi Eyüp ile birlikte )


Yaz Akşamları (Tamamı)


Kurallardan bıktım ödevlerden de.
Özellikle son terapide verilen iş çıkışı eve gidip, evimle ilgilenme ödevini ben yapamicam , kardeşim.
Bu güzel yaz akşamlarını evde geçiremem
çünkü evde tek başıma canım fenna sıkılıyor üstelik eve "misafir kabul etme" yasağı da var,  eve internet bağlatma yasağı da var.


Dün iş çıkışı, Taksim Gezi Parkı'ndaydım.
Bir bankta tek başıma oturdum, etraftan gelip geçenleri izledim.
Bu hoşuma gidiyor, çevremden geçenleri izlemek.
Başka hayatları takip etmek.
Belki de röntgenci olduğumdandır.


Öyle geçti vakit.
Ermeni de yok.
Acaba gelir mi?
Hava daha aydınlık. Güneş batmamış. Vakit ikindiyi geçmiş ama akşam olmamış.
O bu saatte gelmez ki?
Gelir mi acaba?
Gelmez herhalde.
Belki de koli kesiyordur  "manti"nin tekiyle, bu saatte.


Acaba eski lubun arkadaşları mı arasam?
Bugün Pazartesi.
Hakan izinlidir.
Onu ariim bari.


*** (Devamı)
Hakanla 7 yıl önce tanıştım.
İnternetten tanıştığım ilk lubunya o.
O zamanlar 18-19 yaşlarında esmer, uzun boylu atletik parlak bir çocuktu.
Ses tonu da bi tuhaf ; kimi zaman erkeksi kimi zaman kadınsı ve sesi derinlerden geliyor.


Adalar'a gitmediyse arkadaşlarıyla kesin buralardadır.
2 yıldır görüşemiyoruz.


Teli kapalı a.q
Msj atayım, ulaştı raporu gelince ararım tekrar.


Off bu bank da güneş alıyor.
Elimdeki şişeden son yudumu içiyorum.
Bakıyorum etrafıma.
İlerden bi "balamoz" geliyor yanında "manti".
Bu "manti"leri anlamıyorum.
Ne buluyorlar balomazlarda a.q?
Tabii ki "belde".
Beldesi olmasa balamozun ; o manti koliler mi onu
Bence kolilemez.


Yaklaştıkça daha çok fark ediyorum. "Manti" "şugar"mış.
Hem de "but şugar".
Bi şeyi daha fark ediyorum.
Manti, digin.
Demek birbirlerini koliliyorlar.
Yada yaşlı adam "lubun", yanındaki genç "digin".
Öff ya bana ne bu ibnelerden.
Kimin kime ittirdiğinden bana ne
Ama harbiden çocuk şugar.
Hem de but şugar.


Hakan'a msj ulaşmış.
Arıyorum.
Tel çalıyor, çalıyor, çalmaya devam ediyor.
Açmıyor teli.
Duymuyor mu ne?
Yoksa duyuyorda tele cvp mı vermek istemiyor.
Yada işi vardır?


Ne yapayım?
Etrafı izlemeye devam.
Akşam yemeği de yemedim.
Karnım aç.


Benim başka lubun arkadaşım daha vardı.
O aklıma geliyor birden.
Küçük hanımefendi Eyüp.
Onu mu arasam?
O, zırıl zırıl bir lubunya.
Orta boylu, sıska, beyaz tenli parlak, tüysüz ve sarı saçlı.
Davranışlarda "Gacıvari"
Onunla gezmeye utanıyorum çünkü zırıl zırıl bir ibne o.
Bütün dikkatler üzerimize toplanıyor.
Ve dikkat çekmek için büyük gayret gösteriyor.
Boşver yaw onu aramiyim.
Hem o çok uzakta buraya gelmesi bi kaç saati bulur.


"Abi ben erkeğim yaw" diyorum içimden.
Herşeyimle erkeğim.
Tavırlarım, yürüyüşüm, konuşmamla.
" Laçovârî "yim.


Ve ben kendimi erkek hissediyorum.
Kendim gibi erkekler ilgimi çekiyor.
Erkek erkeğe takılmaktan hoşlanıyorum.
Zaten benimle takılanların çoğu digin.
Diginler ilgimi çekiyor.
Sokakta erkek gibiler.
Yatakta nasıl olduklarının ne önemi var ki?
Gacılarla, gavivari lubunlarla ne işim var.
Lubunla arkadaşlık etsem bile Laçovari olmalı.


Karnım aç.
Bişiler yemem lazım.
Önce işicem McDonalds'ta.
Parktan çıkıyorum.


O ne öyle?
Olamaz bu
Olamaz.


Az önce aklımdan geçirdiğim ve 2 yıldır görüşmediğim.
Küçük Hanfendi Eyüp'le, McDonalds'ın tuvalettinde karşılaşıyorum.
Yok böyle bişiy.


New Age saçmalığı;
Çekim Yasası gerçek olabilir mi?
Olmak istediğini hayal et ve olsun.
Acaba hayaller, gizli bir dua mı?


O da şaşırıyor beni görünce.
Gözlerinin altına açık mavi rimel çekmiş; biyolojik kadınlar gibi.
Tuvalette millet bize bakıyor.
Acaba benim  ibne olduğumu anladılar mı?
Şimdi ben bu eski lubun arkadaşımla mı gezicem Taksim sokaklarında.
Bütün dikkatler üstümüze toplanmaz mı?


Sonra Eşcinsel Terapistim Hüseyin Bey'in sözleri aklıma geliyor.
"Bütün bağlarından kop"
Evet terapist haklı.
Milletin ne düşündüğünün ne önemi var.
Evet bu doğru. Bu iyi bir şey.
Siktir et milleti.
Kim görürse görsün.
Benim hakkımda ne düşünürse düşünsün.
En fazla ne dicekler ki : "İBNE"


Ve "Gullüm" başlıyor.
Özlemişim böyle şeyleri.
Son 4-5 yıldır soyutlamıştım kendimi bu dünyadan.
Tek başıma takılıyordum İnternetde.
Saatler geçtikçe içimde bir boşluk hissi oluşuyor.
Ben ne yapıyorum yaw.


Ermeniyle bu küçük hanfendiyi karşılaştırıyorum.
Ermeniyle bütün çatışmalarıma rağmen onunla vakit geçirmek daha farklıydı.
Nasıl diyim?
Sanki bu çatışmalar, tartışmalar, güç mücadeleleri beni bir şekilde besliyordu.


Bu Küçük Hanfendide ise tamam "Gullüm" var.
eğleniyoruz, gülüyoruz, mantilere alıkıyoruz
ama sanki birşey eksik.
O eksik olan ne?


Saatler geçiyor bu şekilde.
Karnım aç benim, bişi yemedim.
Gece oldu.
Ve bu küçük hanfendi bir "koli" bile bulamıyor.
Koli bulsaydı da ben izleseydim onları.
Ben sadece izlicem.


Karnım aç, yorgunum ve huzursuzum.
Evime gidiyorum.


Ve yemek yemeği unutarak yatıp uyuyorum.
Huzursuzum çünkü Eşcinsel Terapisine o kadar zaman ve para ayırıyorum.
Terapistin bazı tavsiyelerine uymuyorum.
Benim gerçekte derdim ne?


Evet ben şimdi gerçekten eşcinsellikten kurtulmak istiyor muyum, istemiyor muyum?
Eğer istiyorsam;
Bunu başarabilir miyim, başaramaz mıyım, merak ediyorum?




Kelavca Sözlük
Koli kesmek: Cinsel ilişki
Kolilemek: Becermek
Kolilenmek: Becerilmek
Koli: Müşteri (Yani eşcinsel ilişkiyi kabul edebilecek şahıs)
 
Alıkmak : 1) Kelime anlamı "İtiraf etmek" yani eşcinsel olduğunu belli etmek.
               2) Yardımcı Fiil olarak kullanılır.


Şugar: Yakışıklı
But : Çok - Büyük- Fazla
But Şugar : Çok yakışıklı


Manti : Genç aktif erkek (Genç Aktif Gey)
Laço: Erkek (Aktif Gey)
Laçovârî : Erkeksi


Digin: Görünüm olarak erkeksi olmakla birlikde eşcinsel ilşkide hem aktif hem de pasif konumda bulunan erkek. (Alıcı-Verici)


Zırıl zırıl : Çok âşikâr. Çok belirgin.
Lubun: Lubunya: Pasif Gey
Gacı : Kadın
Gacıvari: Kadınsı
Gullüm : Eğlence.


Balamoz: Yaşlı adam
Belde : Para




Emre Lacivertoğlu

3297
Yıllar sonra babamla sahnede hesaplaştım

Duyduk duymadık demeyin! Bu ülkede taşlar yerinden oynuyor, konuşulmayan şeyler konuşuluyor, tartışılmayan şeyler tartışılıyor.

En çarpıcı örneklerinden biri ensest. Bir üniversite öğrencisi Arascan Dönmez, babasıyla yaşadıklarından yola çıkarak bir oyun yazıyor. Daha doğrusu, bir performans. Adı, ‘Ağustosta Karla Dans'. 23 haftadır oynuyor. Aşağıda okuyacaksınız zaten, Arascan'ın çocukluğu felaket geçiyor. Ne anne var, ne baba. Baba madde bağımlısı, hapislere girip girip çıkıyor. Anne ortalıkta yok, başını alıp gitmiş. Ve bu kadar sıkıntı, acı yetmezmiş gibi, bir de cinsel istismar. Ne var ki bu genç adam, bütün okullarında yüzde 100 burslu okuyor. Parlak, zeki biri. Pek çok ödülü var. ‘Ağustosta Karla Dans' performansıyla da önemli bir şey yapıyor, yaşadığı zorlukları sahnede anlatarak kendini iyileştirmeye çalışıyor. En büyük destekçilerinden biri Profesör Bengi Semerci. Yaşadığın felaketin olumsuzlukların kurtulabilmesi için onu destekliyor, cesaretlendiriyor...

HAMİŞ: Bir sonraki gösterisi yarın şermola Performans'ta, ilgilenenlere duyrulur...

Ailenizin kökleri nereden?
- Makedonya'dan. Selanik göçmeni. Bursa, Osmangazi'ye yerleşiyorlar.

Gözünüzü açtığınızda...
- İstanbul'dayım.

Çocukluk?
- Uzmanların patolojik olarak tanımlayacakları bir çocukluk. Orada oraya savrulmuş; acılı, acıklı. Bir yaşındayken, annemle babam ayrılıyor. şiddetli geçimsizlik. Annem her şeyini alıp gidiyor, beni bırakıyor...

Neden?
- Bir röportajda sorduğunuz bu sorunun, hayat boyu cevabını bulmaya çalıştım! Velayetim onda olmasına rağmen, hazır değil, iyi değil, ruhen sağlıklı değil. Erken yaptığı bir evlilik. Hayatını yaşamak istiyor, özgür olmak istiyor, beni bir türlü benimseyemiyor.

Baba?
- O zaten bu hikâyede bir var, bir yok. Var olduğunda da hayatımın içine ediyor. Babam, ben bildim bileli, cezaevine girip çıkıyor. Sekiz yaşıma kadar babaanne, dede ve halayla yaşıyorum.

Anne figürü?
- Babaanne. Belli bir yaşa kadar onu anne olarak biliyorum. Ama sürekli, “Neden arkadaşlarımın annesi gibi topuklu ayakkabı giymiyor? Neden makyaj yapmıyor? Neden yaşlı?” diye üzülüyorum.

Baba figürü?
- İşte orada işler karışıyor. Babaanneme, “Anne” diyorum. O zaman da dedeme “Baba” demem lazım değil mi? Ama ona “Dede” diyorum. Bu arada, sürekli fotoğrafını gösterdikleri ve “Bak, senin baban bu!” dedikleri bir adam var. Ama o adam hiç gelmiyor, hep tatilde olduğu söyleniyor. Bitmeyen tatil. Bazen arıyor, beni konuşturuyorlar. O zaman da, “Yani babaannemle o fotoğraftaki adam mı evli?” diye soruyorum. Her şey kafamda karmakarışık.

Gerçek anneniz peki?
- Ha bir de o var tabii. Sekiz yıl sonra, birden ortaya çıkıyor, artık anne olmaya hazır! Ben ilkokul ikideyken, beni güpe gündüz kaçırıyor. Öz annem ya, buna hakkı olduğunu düşünüyor. Birlikte Gölcük'e taşınıyoruz, psikolojim iyice bozuluyor. Beni okula filan da göndermiyor. Annem olduğunu söyleyen ama duygusal herhangi bir bağımın olmadığı bir kadın ve bir üvey kardeş... Meğer o sekiz yılda annem bir daha evlenmiş, bir çocuk daha yapmış, ikinci eşinden de boşanmış ve ‘fotoğrafta gördüğüm adam'a, yani babama dönmek istiyor. Aklınca, aileyi yeniden bir araya toplayacak. Babam da, o sırada Bolu Yarıaçık Cezaevi'nde. Hayatımın en fena üç yılını Gölcük'te ve Bolu'da geçiriyorum.

Annenize mi, babanıza mı benziyorsunuz?
- İkisine de benzemek istemiyorum!


KENDİ KENDİMİN AİLESİYİM

Hangisine daha yakınsınız?
- İkisine de değilim. Onların ikisine de, bir çocuğun anne ve babasına baktığı gibi bakamam.

Aile sizin için ne ifade ediyor?
- İnsan, kendi içinde fiziksel ve ruhsal bir denge oluşturabilmişse, tek kişilik bir aileye sahip olabilir. Henüz böyle bir iddiam yok. Ama deniyorum, kendimi oldurmaya çalışıyorum. Sorunun cevabına gelince, bendeki aile kavramı, anne, baba ve çocuktan oluşmuyor. Ben, kendi kendimin ailesiyim.

Hikâye nasıl devam ediyor...
- 10 yaşında annemle babam yine ayrılıyor. Eşyalarından korktuğum, odalarında dolaşmaktan ürktüğüm, uyuduğumda bile arkamda ayak sesleri duyduğum Bolu'daki o evi, annem ve kardeşim terk ediyor, yerine yine babaannem geliyor. Babaannem hayatımdaki tek güneş, beni tekrar okula yazdırıyor. O kazık yaşımda, ilkokul 2'yi yeniden okuyorum, ama başarılıyım, 3'ü okumadan valilikten bir izinle 4'e atlıyorum. şiir yarışmalarında ödüller alıyorum. Okula gönderilmediğim üç yıl boyunca annem hep aptal olduğumu söylüyor, oysa hiç de değilmişim. Tam yeniden kendime güvenimi kazanacakken, babaannemi kaybediyorum.

Of felaketler peş peşe gelmiş...
- Hem de nasıl. Babaannem ölünce, hop yeniden ıstanbul. Bu sefer de halamla yaşamaya başlıyorum, onun da eşiyle sorunları var, dört yıl da orada sığıntı gibi yaşıyorum. Ortaokulu bitirmeye yakın, babam cezaevinden çıkıyor, hafta sonları babamla kalıyorum.

Babanızla ilişkiniz nasıl?
- Birden bire, hayatım kurtuldu zannediyorum. Tutunacak bir dal bulmuşum. Ona tapıyorum, bayılıyorum. Artık hayat boyu beni sevecek, kafamı okşayacak biri var: Babam. Parfümler süren, güzel giyinen bir erkek. Beni etkiliyor ve farklı etkiliyor. Hafta sonlarını iple çekiyorum. Okul çıkışı, koştur koştur onun arkadaşıyla yaşadığı eve gidiyorum. Babamla yakınlaşmak istiyorum, bütün o yılların acısını çıkarmak istiyorum, beni sevsin istiyorum. Akşamları ona sarılıp uyumak çok hoşuma gidiyor. Onun çekyatında birlikte uyuyoruz. ışte o uyumalar, günün birinde benim ‘Ağustosta Karla Dans' adlı bu oyunu yazmama sebep oluyor.

Babanızla yaşadığınız tam olarak neydi?
- Ortada normal olmayan bir durum vardı. Ama daha önce bir babam olmadığı için normal nedir bilmiyordum. Babasını çok seven, hatta babasına aşık bir çocuktum. Babamın madde bağımlılığı vardı, içeride arkadaşıyla sohbet eder, müzik dinler ya da porno izler sonra yanıma gelirdi. Yıllarca o kadar hiç kimse yoktu ki beni seven, onun varlığı, bana sarılması beni mutlu ederdi. Ama işte baba-oğul gibi değildi ilişkimiz. Tabii bunu çok sonra fark ettim. O sarılmaların bana verdiği zarar, bende yarattığı tahribat çok ağır oldu. Yaşanan şeyin adını koymamı istiyorsanız, ensestti.

Sonra...
- Sonra tekrar cezaevi. Bu arada liseyi bitirdim, Bilgi Üniversitesi'ne girdim ve sahne ve gösteri sanatları yönetimi okumaya başladım. ıkinci sınıftayken hapisten çıktı. Tekrar bir araya geldik. Geçmişi son kez açıp kapatmak ve kafamdaki soruların cevaplarını alabilmek için, onunla tekrar iletişim kurmaya çalıştım. Hatta, biseksüel olduğumu anlattım. Kıyameti kopardı. Bölük pörçük zamanlarda bir araya gelişimiz, herkesle herkes gibi oluşumuz ama hiçbir zaman bir baba-oğul gibi olamayışımız bende bu duyguları yarattı ve bu oyunu yazdım. Bir nevi, içimdekileri dışarı çıkarıp kendimi tedavi etmeye çalışmak...

Ne kadarı yaşadıklarınız, ne kadarı kurgu...
- Otobiyografik öğeler taşıyor ama kurguyla iç içe geçiyor. Ama tabii ki kendi yaşadıklarımdan yola çıktım...

Ensest, bu toplumun en ağır tabularından biriyken, pek çok insan ensesti gizlerken, sizi bu performansı yazmaya iten tam neydi?
- Yaşadıklarımı gizlemenin kime ne faydası var ki? Aksine, bas bas bağırmak, kusmak geliyor içimden. Başkalarını bilemem, ben kendimi dışa vurarak, paylaşarak iyileştirme yolunu seçenlerdenim. Ne kadar küçük olsanız da, insan bir şekilde ayırabiliyor iyi dokunmalarla, kötü dokunmaları. O dokunmaların masum olmadığını...
Daha da fecisi, sevgiden kaynaklanmadığını da biliyor. Ya da bir gün, kafasına dank ediyor. Sevgiye o kadar muhtaçtım ki, ses de çıkaramıyordum. Bunun suçluluğunu da çok yaşadım. Hep şöyle dedim kendime: “Bunları bana yapmasına izin veriyorum, öyleyse istiyorum, öyleyse suçluyum!”
Oysa sadece babamın sevgisini kazanmak istiyordum. Ve sonunda, o tekrar cezaevine girince, gittim, yaşadıklarımı bir klinik psikoloğa anlattım. Ensest kavramını işte o zaman öğrendim. Sonra Bengi Semerci'ye mail attım. Bugün hâlâ ayaktaysam, biraz da onun sayesinde. Hep onun yazılarını okuyordum, mailime cevap verince, gittim yüz yüze de konuştum, kendisinden çok destek gördüm.

PERFORMANSIN EN ÇARPICI YERİ FİNALİ

Bu performansı yazan da, yöneten de, oynayan de sizsiniz. Ne zaman aklınıza geldi böyle bir şeyi yapmak...
- Babamla gerçek hayatta yüzleşemediğim için bunu bir performansa taşıdım. Bu, tek kişilik bir oyun.

Biraz anlatır mısınız?
- Yaşadığı ensestin yıl dönümü 10 Ağustos gecesi, babasını sıradan ve ucuz bir uyku ilacıyla uyutup onunla dolaylı yoldan iletişime geçen, hem kendini, hem yılları, hem de o geceyi babası üzerinden tedaviye kalkışan, birçok konuda kararsız olsa da, artık kendi cinsel tercihi konusunda kesin bir karara varabilmiş 23 yaşındaki bir gencin hikâyesi bu. Üç de videosu var bu oyunun. Birincisinde, sekiz yaşında bir çocuğu izliyoruz, madde kullanan, porno izleyen bir babaya korku dolu gözlerle bakıyor. ıkinci videoda dokunmalarla, ensest anlatılıyor. Üçüncü videoda da, artık o küçük çocuk büyümüş, babasıyla hesaplaşmasını bitirmiş, üzerinde bir battaniye var. Sonunda da o battaniyeyi atıp çırıl çıplak kalıyor, en cesur haliyle bir bilinmeze doğru gidiyor, nereye gittiğini bilmiyoruz.

Siz sekiz değildiniz ensesti yaşadığınızda...
- İşte kurgu olan o bölümler. Ensesti daha çarpıcı bir şekilde anlatabilmek için çocuğun yaşını küçülttüm, henüz gay olarak da tanımlamıyorum kendimi, oyundaki çocuk tanımlıyor. Ama oyundaki baba da cezaevine girmiş ve çıktığında oğluyla görüşmek istiyor. Bir erkek arkadaşının evinde olduğu öğreniyor. Kapıyı, oğlunun çıplak erkek arkadaşı açıyor, arkada da kafasında sarı bir perukla oğlunu görüyor. Birden bire deliriyor, “Siz i.ne misiniz? Nesiniz? ı.neleeer!” diye bağırıyor. Çocuk da babayı uyuttuktan sonra diyor ki, “Ortada ne seni suçlayan var ne o geceyi! Esas soru soracak biri varsa, o da benim, sen değilsin. Nasıl bir i.nelik olduğunu sana şimdi göstereceğim” diyor. Aslında babanın bu çıkışı ve riyakârlık içinde oluşu, çocuğu bütün bunları yapmaya itiyor. Artık uzantıya sahip her şey çocuk için penis. O yüzden sahnede açık-kapalı, direkt ve endirekt yoldan verilmiş örtülü, örtüsüz bir sürü penis var. Muz, su pompası vesaire. Ama en çarpıcısı oyunun finali. Ancak bu şekilde bu hesaplaşmayı bitireceğini düşünüyor ve yatakta uyuyan babasına bakarak, baş parmağına prezervatif takıyor ve şöyle diyor: “Yok, yok bu bir intikam gecesi değil. Karakterim seninkiyle aynı değil. şimdi sen de benim kadar savunmasızsın. Sana her şeyi yapabilecek durumdayım ama merak etme sana, bana yaptığınla karşılık vermeyeceğim.” Akabinde de babasının üzerine işiyor. Yatağının üzerinde beyaz bir maske var. O maske, aslında babanın suratı. Alt tarafını boş bırakıyorum, oraya herkes kendi ensestini koysun diye. Evet sert bir oyun, finali de öyle. Ama insanlar o kadar gerilmiş bir halde izliyorlar ki, resmen sonunda rahatlıyorlar...

ÖNCE KORKTUM SONRA SUSTUM YILLAR İÇİNDE DE ÖLDÜM

Oyunda şöyle bir yer var: “Parkta babasıyla oynayan bir çocuk gördüğümde kendimi düşünüyordum, bizi düşünüyordum. Seninle bir gece oyun oynadık. Aylardan ağustos'tu, ayın 10'uydu. Yer, park yerine bir oturma odasıydı. Kumların üstünde değil, bir çekyattaydık, vakit öğlen değil, geceydi. Bu, iki kişilik bir oyundu. Sen birazdan bir sürü şey içecek, kendinden geçecektin, ben de savunmasız bir şekilde uyumak için seni bekleyen o çocuk olacaktım. Ve her gün, o önünden geçtiğim parkın kaydırağına çıkar gibi, o gün de tek tek merdivenlerinden çıktım oturdum. Tam kayacaktım, aşağıda sen olacaktın, beni tutacaktın ama ben kayamadım. Bacaklarım kaydırağın sonuna ulaşamadı. Bir başındaydım ortasında. Önce takıldım, sonra korktum, sustum, yıllar içinde de öldüm!” Kendini bu şekilde ifade eden bir insanın ruhsal açıdan ne durumda olduğunu bizler değil, bir psikiyatr
açıklayabilir ancak.

CEMİL İPEKÇİ “ZAYIFLA” DEDİ 30 KİLO BİRDEN VERDİM

Neden tek kişilik oyun değil de, performans olarak nitelendiriyorsunuz?
- Çünkü serim, düğüm, çözüm yok. Her seferinde bir yere varıyor ama asla kendini tamamlamıyor. 24. haftaya girecek. Bıkmadan, usanmadan her hafta gelip 20 lira para verenler var. 70 dakikada bitmesi gerekiyor ama bazen 110 dakikayı buluyor. Sonra izleyicilerle soru cevap kısmı başlıyor, insanlar çıkıp kendi yaşadıklarını anlatıyor ve oyunu değerlendiriyor.

Tam olarak ne zaman aklınıza geldi böyle bir şey sahnelemek?
- Beş sene önce. Sahnede boş bir yatak olacak. Karakterin üzerinde bir bornoz. Yatakta uyuttuğu babası... Ama oyunun başından sonuna kadar o babanın bir fonksiyonu yok. Hiç konuşmuyor. Bornozlu karakter gidip gelip ona bir şeyler söylüyor. Bu resim vardı kafamda. Ama metin henüz yoktu. Ben sondan gittim. Önce o bornozu bulmaya çalmıştım. Cemil ıpekçi'ye ulaştım. Çok açık sözlü davrandı, “Böyle bir yağ kütlesine bornoz filan dikemem. Zayıfla gel!” dedi. 110 kiloydum. Haklıydı. Gittim, kilo verdim.

Kaç kilo verdiniz?
- 30 kilodan fazla. Şimdi 74 kiloyum. Sonra baktım ki kilo vermek yetmiyor, kaslanmak gerekiyor. Kıvanç Tatlıtuğ'un hocalarını buldum, Karen ve Tony Hill. Hikâyemden etkilendiler, bana destek verdiler. Karen holistik beslenme uzmanı, Tony da fitness eğitmeni. Ayrıca Ayla Algan'dan da oyunculuk dersleri alıyorum, Fa Coach Akademi'den de koçluk eğitimi.

KOD ADI ‘BİRLİKTE UYUMAK'TI

Ensesti yaşadığım dönem, aynı zamanda kendi cinselliğimi de sorguluyordum. “Ben neyim?” diyordum. Yönelimimle ilgili yanlış bir şey yapıyorsam, bunların düzelmesi için dua ediyordum. Yıllardır görmediğim bir baba var. Parkta oynamamışım, birlikte bir şey paylaşmamışım, tensel temas yok, baba duygusu yok, kokusu yok. ışte bütün bunların hepsi, seneler sonra bir çekyatın üzerinde yaşandı. Adı da, ‘birlikte uyumak'tı. ılk kez ona bu kadar yakındım. Ama aynı zamanda şu da vardı: Ben sadece kızlardan değil, erkeklerden de hoşlandığımı fark ediyordum. Ve yanımda yatan bir erkek bedeniydi. Yıllarca yanımda olmadığı için de, “Ama o senin baban!” demedi içimdeki ses. ıtiraz etmediğim için de hep kendimi suçladım. Ama sonradan anladım ki, ne olursa olsun, onun bunu yapmaması gerekiyordu. O mesafeyi koruması gerekiyordu. O yüzden yaşadıklarım ensest!

Toplumda tabu kabul edilen bir konuyu insanların gözüne sokarsam, beni perişan ederler diye korkmadınız mı?
- Hayır, niye korkayım? Tam tersine, yıllardır hasır altı yaptığımız yetmedi mi, sakladığımız, sustuğumuz? Her altı erkek ve her dört kız çocuğundan biri bu ülkede ensestle felaketiyle karşı karşıya değil mi? Oyunumun sonunda anlıyoruz ki, çocuk olduğu için hakkını arayamayan kişi, yıllar sonra kendisine yapılan haksızlığın karşısına dikiliyor. O yüzden bu performans, insan hakları kapsamında değerlendirilmeli.

Gerçekten bütün o yaşadıklarınızı atlatabildiniz mi?
- İki seçeneğim vardı önümde: Ya bütün bu yaşadıklarıma ‘kader' deyip, böyle bir anneye babaya sahip olduğum için kahredecek, kendimi arabeske vuracaktım ya da “Bütün bunları yaşamam gerekiyordu” deyip, ders çıkaracaktım. ikinci şıkkı tercih ettim.

Ne dersi çıkardınız?
- Size garip gelebilir ama şuna inanıyorum: Alim bir babanın evladı da olabilirdim. Bu manyak anne babayı seçtim. Tanrı da onlara dedi ki, “Sizi görevlendiriyorum. Onu kesinlikle sevmeyeceksiniz, omuzlarına kaldıramayacağı yükler vereceksiniz çünkü o, 23 yaşına geldiğinde çok iyi bir oyun yazacak ve insanlığa faydalı olacak. Ama bütün bu noktalara gelebilmesi için bu süreçlerden geçmesi gerekiyor.” Eskiden çilehaneler varmış. ınsanlar olgunlaşmak, büyümek ve bir kademe yükselebilmek için o çilehanelere gidip çile çekermiş. Benim öyle bir yere gitmeme gerek kalmadı. En büyük çilehane ailemdi. Ama şimdi hepsi geride kaldı. Bütün geçmişimle helalleşirken, annemi de, babamı da affederken, sanatın dönüştürücü etkisinden yararlanıyorum. Belki de gerçekten benim gibi şeyler yaşamış insanlara faydam dokunur...

DÜNYADA CEZASI MÜEBBETE KADAR GİDİYOR

Ensestin cezası ABD'de 10 yıldan başlayıp müebbet hapse kadar gidiyor. Fransa'da 20 yıldan az değil, İngiltere'de ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açılıyor. Tabii bu oyunla, TCK'da bir değişiklik gerçekleştiremem ama farkındalık yaratabilirim. Kim bilir, belki bir çocuk koruma merkezinin kurulmasını da sağlayabilirim.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19489733.asp

3298
Ensest! Gerçek bir hikaye..

Yorumlarınızı,bu konudaki her türlü görüşlerinizi bekliyorum...
Adı Yunus'tu.

Anacığı kim bilir ne hayallerle, ne ümitlerle kucaklamıştı Yunus'unu.

Adı Yunus'tu ama ismine inat hamsi gibi cılızdı.

Akranları top peşinde koşturup dururken o hep elleri yanağında kenarda otururdu.

Adı Yunus'tu ve kendisi ondört yaşında çok ama çok yorgundu...


Çok zaman geçmedi belki bir kaç ay.

Ama nereden bilebilirdim ki Yunus'a bir günün bin yıldan beter geldiğini.

İki elimi yanağıma koyup düşünmüyorum o günden beri.

Göz göze gelemiyorum mesela.

''Baban iş buldu mu?'' diye soramıyorum.

''Amcan askerden döndü mü?'' diyemiyorum.

''Babannen öldü mü?''

Ablan ne zaman konuşacak?

Sen okuyup adam olacaktın söz vermiştin, caymadın değil mi Yunus'um diyemiyorum...


''Evimiz bir odalı, ben yerde yatıyorum. Zaten ne haddimize bizim divanda yatmak '' deyişini unutamıyorum!!!

''Aynı odada annem, babam, babaannem, amcam, ablam, ben yatıyoruz'' deyişini,

''Her gece babam annemin yanından kalkıp ayakucuma geliyor, titriyorum o zaman'' deyişini,

''Titriyorum ve korkuyorum ama birşey diyemiyorum'' derken yüzünü yerden kaldıramayışını, unutamıyorum.

Sigara yakma bahanesiyle başımı yerden kaldırdığımda, onun da utançtan yerde olan başına elimi sürüşümü, göz yaşlarıyla karışık o anki tebessümünü, unutamıyorum...

Uzun cümle kurmak yada en basitinden bir cümle dahi kurmanın zor olduğu anlardan birinde olduğumdan, ''Eee sonra'' ya tamah edişimi,

''Ama ayıp şeyler, anlatamam ki hocam''deyişini...

....


''Babam beni elliyor; ama ayıp'' diyor Yunus'um.

''Zaten öldürücem ben onu o zaman hepimiz kurtulacağız'' deyişini,

''Sen akıllı bir çocuksun Yunus, bak bakalım şimdi bana, sence bu gerçekten çözüm olacak mı? Eğer öyleyse öldür tabi'' deyişimi unutamıyorum.


(Belkide alacağım cevabı az çok tahmin ettiğimden, her defasında sonradan yanlış olduğunu düşünüp kendi kendime kızdığım bu soruyu sormuşum herhalde. Ya da o an mantığımı yitirmiş olduğumdan sadece, bilemiyorum....)


''Biliyorum''diyor. ''Biliyorum bu çözüm değil. Okulu bitireyim liseye gitmiycem zaten. Terzide çalışcam anneme ablama bakacağım''deyişini unutamıyorum.


''Ablan?''

''Evet ablam, aynı sınıftayız. Adı E....''

''Sessiz birisi ablan evet şimdi hatırladım''

''Nasıl sesi çıksın ki hocam, o çok küçük yaşta tecavüze uğradı''

''Baban mı?''


''Hayır, köpek amcam. Ama şimdi askere gitti yedi ay falan rahatız.''

''Özür dilerim öğretmenim.''

''Ne için?''

''Köpek dedim diye.''

''Haketmişti bu seferlik boşver.. İyi de sizin bu evin hali ne be oğlum!''

''Hocam ilk dedem anneme tecavüz etmiş. Ondan sonra amcam ablama.Annem bunları babama anlatıncada babaannemle babam bir olup annemin dayaktan dalağını patlatmışlar. Şimdi korkudan hiç birmiz ses çıkartamıyoz...''


''Yunus yavaşla.''


Sessizlik, sessizlik, sessizlik....


Uykusuzluk, uykusuzluk, uykusuzluk....


Ve her hafta aynı saatte başlayan vicdan azabı....

http://onlinemakale.dusunenadamdergisi.org/pdf/dusunenadam/2522010154321-1_4-4.pdf


3299
Susturan Gerçeğimiz: Ensest

Toplumca en çok korkmamız gereken şeyin o akşamları ailecek oturduğumuz sofralar olduğunu, devletlerin bile aslında sır olmayan kimi bilgilerinin saklanamadığı bu dünyada aile denen o kara deliğin hangi sırları sakladığını düşündünüz mü?




Mert Fırat ve İlksen Başarır'ın ortak emeğiyle yola çıkan ve Başka Dilde Aşk'ın yolundan toplumun halının altına süpürmekte sakınca görmediği yanlışlarına değinen "Atlıkarınca"yı seyredenleriniz bu kara deliğin boyutu hakkında fikir sahibi olacaklar. Dahası, bir toplumun kendiyle yüzleşmesinin bir yolu olarak sinemanın ne kadar etkin kullanılabileceğini de görecekler.
Özcan Deniz'in "Çok fazla politik film yapılıyordu, romantik bir film yapmak istedim" diyerek son dönemlerde artan sosyal içerikli sinema eserlerini garip biçimde karalaması, Fakir Baykurt ve benzeri romancıların zamanında "memur ahlâklı" olmakla, sanki memur ve ahlâklı olmak suçmuş gibi eleştirildikleri günleri anımsatıyor.
Tam bu memur ve ahlâklı olmak meselesine değinmişken toplumumuzdaki "ahlâk" normlarının nedense hiç uğramadığı tek yere, babaların o küçük diktatörlüğü olan aileye geri dönmekte fayda var. Aileler ekonomik, sosyal ve psikolojik yapılar. Virüse en yatkın yanları ise milliyetçi, heteroseksist ve muhafazakâr yanlarıyla erkeğin etrafında şekillenmeleri.
Türkiye'nin utancını yorganların altındaki sessizliklerden beyaz perdeye taşımak zor olmuş olsa gerek. Mert Fırat'ın oynadığı karakterin (Erdem) ailesi üstünde yarattığı o baskıyı da yorganın altında yaşananlar, ya da ensest eylemiyle değil, ensestin topluma bu biçimde saklanması gereken bir "küçük kötü alışkanlık" olarak yutturulmasıyla açıklayabiliriz. Peki ya bunu beyaz perdeye aktarım biçimi?
Her şeyin ötesinde çocuk pornosu da dahil olmak üzere her şeyin küresel olarak böyle tartışmaya açıldığı bir dönemde bir ensest filmi eleştirel biçimde çekmenin ne anlama geldiğini biliyoruz. Filmi yapan ekip o tehlikeli sularda sonsuz bir tedirginlikle dolaşmış olabilir; ancak film boyunca bu yapım süreci tedirginliğini hissetmiyorsunuz.
Filmi geçip toplumsal bunalımımıza dönersek meselenin hiç de geçiştirilebilecek gibi olmadığını görüyoruz. Susma alışkanlığının özellikle aile içi fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddet ile kurduğu bağı çok iyi görüyoruz. Hatta, ekonomik olarak güçlü bir kadının (muhtemelen eşinden daha yüksek maaş alan ve daha iyi bir kariyeri olan) eşi ile bir iktidar kavgasına girmekten çekinişinin, en haklı olduğu anda bile onla kavga etmesini engelediğini gözlemlemek mümkün.
Ensest söz konusu olduğunda başvurulacak makamın ne olduğu ise apayrı bir mesele. Tecavüzün bile "tecavüzcüsü ile evlendirilme" gibi hastalıklı bir yöntemle saklandığı bir atmosferde aile içi dayanışmanın dışında bir dayanışmaya daha ihtiyaç olduğu ortada.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) ALO 183 hattı da filmin başında reklamı yapılan aile içi şiddete karşı korunma hattı da aslına bakarsanız aile içi şiddetin belki de en sert hali olan ensestin de çözümlenmesi için birer fırsat. Ancak en azından SHÇEK'in bugüne kadarki kayıtlarından öğrendiğimiz kadarıyla ensest için bugüne dek kategorilendirilmiş bir başvuru yok. Dahası SHÇEK henüz Alo 183 hattını enseste karşı korunma ve danışma için bir yöntem olarak da sunmuş değil.
Senaryosu ithal, çekim tekniği ve üslubu yerli filmlerin istila ettiği sinema salonlarına, sanatsal olarak cesur bir örneği daha önce Nazan Öncel'in "Demirden Leblebi" adlı şarkısı ile giren ensest,  "Atlıkarınca" ile beyaz perdede.
Öldürülmedikleri ya da öldürmedikleri için adını duymadığımız birçok çocuk  "Çocuklar büyüklerin yanında sevilmez, kucağa alınmaz" gibi kurallar etrafında sevgisizce büyürken bir yandan da kadınları öldüren erkek sevgisine benzeyen o insanın dilini düğümleyen karanlık odalarda bir geleceği nasıl inşa edeceklerini düşünüyorlar.
Devletin, STK'lerin ve her yurttaşın "ensest" kelimesine de, eylemin ifşasına  da alışma vakti gelmedi mi? Umuyorum ki ailenin karanlık çukuruna bakmayıp eşcinselleri sanki yeterince düşmanları yokmuş gibi hedefe koyan Aliye Kavaf'tan sonra yapısı değişecek olan bakanlığın başına bu karanlık çukura inmeye niyetli biri gelir. Belki o zaman halının altına süpürülen karanlık biraz aydınlanır.(SU/NV)
* Sarphan Uzunoğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi

3300
Kadınlar ensest mağduru!

Kadın intiharları arttı, en önemli nedenlerinden biri erken yaşta zorla evlilik ve ensest ilişki!


 
Ümran Avcı - AHT

Van Kadın Derneği VAKAD, kuruluşunun yedinci yılını geride bırakırken 2011'in ilk sekiz ayını raporlaştırdı. Rapora yansıyan rakamlar ve sonuçlar ise hayli düşündürücü: "2011'in ilk sekiz ayında 22 kadın intihar etti. 11- 20 yaş aralığında evlenen kadınların sayısı 99. Başvurucu kadınların yüzde 26,4'ü enseste uğradığını söyledi. Zorla ve erken yaşta evliliklerin kadın intiharlarının sebebi olduğu açık."

Van'da kadınların yalnız olmadığını söylemek, susması istenen kadınların hakkını arayabilmesi için 2004 yılında kurulan Van Kadın Derneği, 2011 yılında yapılan başvuruları ve sonuçları değerlendirdi. Rapordaki ilginç ayrıntılardan bazıları şunlar:

- 2011 yılının ilk 8 ayı içerisinde toplam 382 başvuru alındı. Bunlardan 378'i kadın, 4'ü eşcinsel. 378 kadından 224'ü Afganistan, İran ve Suriye'den gelen mülteci ve sığınmacı. 154'ü ise Türk.

- Bu yılın ilk 8 ayında 22 kadın intihar etti. Bunların büyük bir kısmı henüz çok genç yaştaydı. 10'u 18 yaş ve altı, 5'i 19 yaşında, diğerleri de 19 yaş üstü. 2011'de 4 kadın öldürüldü, bir de şüpheli ölüm var.

- İntihara teşebbüs olayları ise ölümle sonuçlanan intiharların en az beş katı fazla.

- Aile içi cinsel istismar olan ensest Van'ın saklı tutulmuş sorunlarından biri. Veriler cinsel şiddet yaşayan her 5 kadından birinin hayatının bir döneminde enseste uğradığını gösteriyor.

- İlçelerdeki kadınların durumu Van kent merkezi ile karşılaştırıldığında daha kötü durumda. Kadınlar bu nedenle intiharı zorunlu olarak seçiyor.

- Derneğe başvuran 378 kadından sadece 19'u ev dışında bir işte gelir karşılığı çalışıyor. Geri kalan 359 kadının her hangi bir geliri yok. Yani kadınlarınyüzde 95'inin hiçbir geliri yok. Yüzde 5'lik kısım ise daha çok cinsiyete dayalı temizlik, aşçılık, kat görevlisi gibi işlerde çalışıyor.

- Kadınların ekonomik olarak bağımsız olmamaları erkek egemen zihniyetin işine yarıyor. Kadına yüklenen toplumsal cinsiyet rollerine göre iş dağılımı kadını erkeğe bağımlı kılıyor. Ekonomik bağımlılık da kadınların kendilerine dair karar almalarının önüne geçiyor. Kadınlar tüm özel ihtiyaçları için erkeğin eline bakıyor. Ev içindeki emekleri ise görünür değil.

- Kadınların yüzde 48,9'u resmi nikâhlı, yüzde 15,6'sı bekâr, yüzde 11,6'sı boşanmış, yüzde 10,8'i dini nikâh yaşıyor. Yine raporlara göre, yüzde 10,3'ünün eşi ölmüş, yüzde 2,6'sı da kuma olarak evlendirilmiş.

- 254 evli kadından 123'ü görücü usulü ile istemediği kişiler ile zorla evlenmek zorunda bırakılmış. İsteyerek evlenen kadınların sayısı 131.

- Görücü usulü ile evliliğin kadınlar açısından korkunç açısından doğurduğu sonuçlar korkunç. 12 - 20 yaş aralığında evlenen kadınların sayısı 99. Erken yaşta evlilik oranının da ciddi oranda olduğu verilerde görülüyor. Van'da yaygın olarak görülen ve 18 yaş altı genç kadınların intiharlarının sebebi olarak zorla ve erken yaşta evlendirme olduğu aşikâr. Özellikle 18 yaş altı intihar eden genç kadınların zorla evlendirilmek istendiği veya evlendirildiği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Kadınlar ensest mağduru

- Derneğe müracaat eden 378 kadından 167'si aile içi şiddet nedeni ile yardım istedi. Aile içi şiddet yaşayan kadınların önceliği yaşadığı şiddet ilişkisinden kurtulmak için bir işe kavuşmak. 167 kadın boşanma, ayrılma, taciz, cinsel saldırı, ensest nedeni ile derneğe başvurdu. 291 kadın hayatının bir döneminde aile içinde şiddet gördüğünü ifade etti.

- Derneğe gelen kadınlardan yüzde 26,4'ü enseste uğradığını beyan etti. Derneğe gelen 13 kız çocuğuaile içinde küçük yaşta enseste maruz kaldığını söyledi. Bu oldukça kaygı verici bir durum. Ensest ile birlikte cinsel şiddet oranı yüzde 30,9. Cinsel şiddete maruz kalan her 5 kadından biri aynı zamanda ensest mağduru. Van'da ensest konusunda yapılan çalışma yok denecek kadar az. Yaşadıkları ensesti anlatmakta oldukça zorlanan kadınlar ve çocuklar bu sorunlarını yetkili mercilere taşıma konusunda da endişeli.

http://www.haberturk.com/yasam/haber/671611-kadinlar-ensest-magduru

Sayfa: 1 ... 218 219 [220] 221 222 ... 273