İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - visnesuyu

Sayfa: [1] 2
1
Ne mi istiyorum bu hayatta? Kimsenin bana veremeyeceği şeyler. Elde etsem de içten içe beni kemirecek şeyler. Kısacası bu dünyada yaşadığım sürece asla mutlu olamayacağım. Etrafımdaki herkes moral bozukluğumun işsizlikle alakalı falan olduğunu düşünüyor. Fakat aslında durum çok daha başka. Ben geleceği düşünmekle meşgulüm. Çok para kazanmamın ya da çok başarılı olmamın benim için bir değeri yok bu hayatta. Varmış gibi görünüyor sadece. Çünkü kendimi tanıyorum ki onları elde ettiğimde bile içimdeki koca boşluk dolmayacak. İnsanları ezmek için bunları kullanıp duracağım sadece. Aslında ezmek de denilemez tam olarak. Kendimi o kadar berbat bir halde görüyorum ki insanların beni ezmesinden korkuyorum. Bu yüzden ezebilecek bir konuma gelmek istiyorum sadece. Sadist duygularımı istemsiz bir şekilde insanlar üzerinde uyguluyorum ama bu duygularımın savunma mekanizması olduğunu da biliyorum. Kısacası kendimi savunmak için başka insanları ezmek zorunda hissediyorum kendimi. Ha! Etmeye çalışmadığım zamanlarda ne mi oluyor? İntihar meyilli biri olup çıkıyorum ortaya. Tıpkı şu an içinde bulunduğum durum gibi. Ne mi istiyorum bu hayatta? Gerçekten sevilmek istiyorum, işitilmek değil, duyulmak istiyorum. Tüm sorunumun işsizlik olduğunu düşünen sığ insanların arasında olmak istemiyorum. Ama bir o kadar da Allah'ın beni cezalandırmasından korkuyorum. Bu yüzden bu paradoksun içinde tıkılıp kaldım. Ne istediğim gibi bir insan olabiliyorum, ne de olmak istemediğim insandan kaçabiliyorum. Birini sevmek istiyorum sadece aslında. Çok şey mi istiyorum karar veremedim bugüne kadar. Kendimi çok suçlu hissediyorum birine bir şeyler hissedince. Yıllar geçmesine rağmen bu baskıdan bir türlü kurtulabilmiş değilim. Aslında kendimi de seviyor değilim. Bu yüzden üzerimde baskı oluşturan şeylerden kurtulmaya da çalışamıyorum. Karşımdaki kişinin beni bırakmayacağını hissedebilsem, karşımdaki kişinin beni olduğum gibi sevebileceğini, dinleyeceğini ve anlayacağını bilsem her şeyi bir kenara bırakıp o kişiyle beraber olurdum. Ama şu lanet olası cehennem çukuru öyle boktan bir yer ki, en sevdikleriniz dahi, kendileri istemese bile sizi terk edip gidiyorlar. Allah izin vermiyor işte. Bir şeyi ondan daha fazla sevmeme izin vermiyor. Yıllardır bunun kavgasını yaşıyoruz onunla. O benim birini ya da bir şeyi ondan daha fazla sevmemi kaldıramıyor ve elimden alıyor onu. Öyle bir duruma geldim ki artık ne O'nu sevebiliyorum ne de bir başkasını. Fazlasıyla yalnızım. Çekip gitmek istiyorum buralardan aslında. Ama bir fayda etmeyecek, bunu da adım gibi biliyorum. Birini çok sevmeye kalksam tekrar, her şey eski haline dönecek. Savaşlar, çıkarlar, benlikler, duygular... Kısacası bıktım artık. Kimseyle ya da hiçbir şeyle savaşmak istemiyorum artık. Kimsenin beni sevmediğini iddia etmiyorum, sadece kimsenin beni anlamadığını biliyorum. Bu beni kahrediyor. Her gün tiklerim artıyor, kendi içime daha da kapanıyorum.

   Bir ara meselenin güç ile alakalı olduğunu düşünüyordum. Fakat elimde belli bir güç olmasına rağmen bu da beni tatmin etmez oldu. Tüm dünyayı fethetsem dahi beni mutlu etmeyecek. Bunun farkına vardım. Kendimi ispat etmeye çalışmaktan da bıktım. Başarılı bir insan olmak da istemiyorum artık. Yalnız yaşamam gerektiğini kabullenmeye çalışıyorum. Bu son çarem. Gerçekten çok zor yalnızlığı ve ömür boyunca yalnız olmayı kabullenmek. Eşcinsel olmayı kabul etmek çok daha kolay. Keşke sevdiğim bir erkekle mutlu bir şekilde yaşayabileceğim bir alem var olsaydı. Ne yazık ki bu dünyada yok. Öbür dünyada da olmadığına bir o kadar eminim. Kısacası "amı, götü" dağıtmış durumdayım. Ne bok yiyeceğimi bilmiyorum. Çünkü düşündüğüm tüm olasılıkların sonucu mutsuz bitiyor.

   Dine yaklaşsam ayrı bir dert. Eşcinsel duygularım olduğu sürece bu ikisi bir biriyle çatışacak ve asla dine yaklaşamayacağım. Gerçi dine uzaklaşsam da bir bok fark etmiyor. Yolda gördüğüm erkeklerden hoşlandığımda mesele dinle alakalı olmuyor, suçluluk duygusuyla da alakalı olmuyor aslında. Mesele kendi vücudumdan nefret etmem. Kafamın şeklinden, burnumdan, dişlerimden, her tarafımda çıkan kıllardan, sarkık memelerimden, spor yapmaktan nefret ettiğimden dolayı yok olmasını asla beklemediğim göbek yağlarından, boyumun kısa oluşundan, eskisi gibi sarıya çalan saçlarımın olmamasından, kulaklarımın istediğim yapıda olmamasından, gözlerimin yeterince iyi görmeyişinden, kısacası vücudumla ilgili neredeyse her şeyden nefret ediyor olmak... İşte beni hoşlandığım erkeklerden alıkoyan şeyler bunlar. Aynı zamanda tüm insanlıktan da alıkoyan şeyler bunlar. Tanrı'yı affetmemek için tonla sebebim varken, sadece onunla barışırsam mutlu bir hayat sürebileceğimi bilmek de beni ayrı bir kahrediyor. Bu tıpkı tecavüzcümle evlenmek gibi bir şey. Olmuyor, affedemiyorum onu. Kıskanıyorum gördüğüm yakışıklı erkekleri.

   Benden hoşlananlar olabiliyor elbette. Ama bu onların salaklığı gerçekten. Benim mistik biri olduğumu falan düşünüyorlar herhalde. Benden hoşlanan, beni seven insanların büyük bir çoğunluğu benim rol yaparak yaşadığımı düşünüyor. Melankoli havamın, mistik oluşumun, hiçbir şeye gülmek istemeyen, her şeyden nefret eden tavrımın rolümün bir parçası olduğunu düşünüyorlar. Lanet olsun hepsine binlerce kez! Keşke rol olsaydı da ben de bu satırları yazıyor olmasaydım.

   Ne sorunumun olduğunu düşünmekten de bıktım artık. Bugüne kadar bende olduğunu düşündüğüm psikoloji merkezli olumsuz şeyler: paranoya, obsesif kompulsif bozukluk, şizofreni, asperger sendromu, narsizm, borderline kişilik bozukluğu, aşağılık kompleksi, sadizm, mazoşizm ve daha adını sayamadığım çok fazla şey. Hangisi olduğuma karar vermek de zor. Çünkü içlerinden biri, beni bunları düşünmeye itiyor olabilir. Kısacası, akıl hastanesine kaldırılacak seviyeye gelmeme ramak kaldı.

   Peki beni hala canlı bir vaziyette tutan saçma sapan şey ne? Umut herhalde. Her şeyin boktan ilerlediği bir yolda hala bir gün aşık olacağım birinin umudu... Diyelim ki buldum. O da sorun, En iyi ihtimalle Tanrı alacak canını onun ve böylece iyice kafayı yiyeceğim. Seri katil falan olurum herhalde o aşamadan sonra. O kadar korkağım ki hala çekmecede duran tabancayı alıp kafama sıkma cesaretini gösteremedim yıllardır.

   Birini sevmiştim bir zamanlar. Onu o kadar çok seviyordum ki film sahnelerindeki gibi merminin önüne atlatabilirdim onun için. O kadar çok seviyordum ki benden uzaklaşacağını bildiğim halde ondan hoşlandığını yüzüne karşı söyledim çünkü o beni arkadaşı olarak görüyordu ve ben onu aldattığımı hissediyordum. Şu lanet hayatta yaşadığım sürece beni tatmin edebilecek bir şey olmayacak. Bunu çok iyi biliyorum. Temel ihtiyaçlarımdan yoksunum ben. Havamı alamıyorum en başta, suyum yok, açım ben, neyleyeyim sanatı, zerzevatı.

   Benim gibi insanların en büyük iki problemi var bence. Birincisi fazla zeki olmamız ama buna rağmen "terzi kendi söküğünü dikemez" mantığıyla kendi sorununu çözememek ve ikincisi Tanrı'nın laneti olarak uzun ömürlü olmak.

   Uzun zamandır içimi dökmüyordum. Sadece bu amaçla yazdım bunları. Biraz olsun rahatlamak için, ölememe lanetine katlanmaya biraz gücüm olsun diye.

   Ayrıca ne var biliyor musunuz? Tacize mi uğradım, tecavüze mi uğradım bunu henüz bilmiyorum. Başka türlü bu durumda olmama anlam veremiyorum. Hatırlamıyorum, geçmişe dair hafızamda koca boşluklar var. Çoğu şeyi bir başkası bana anlatınca öğreniyorum. Hafızamdaki olan anılar da güvenilir değil. Birçoğunu ben yazıp koydum hafıza sandığıma. Sanki bir başkasının hayatını yaşıyor gibiyim. Bana anlatılan şeylerle benim hatırladıklarım arasında bir bağlantı yok neredeyse. Fotoğraflı kanıtlar olmasa onlarınkini reddedip benimkileri kabul edeceğim aslında.

Lanet olası hayatım ve kıskanç Tanrı'm!

2
Bugün bir rüya gördüm ve şu an yazı yazmamın tek sebebi o rüyayı unutmamışken buraya aktarmak ve bilinçaltımı yansıtmak.  Rüyamda stüdyo tipi bir evde iki ablam, annem ve babamla yaşıyorduk. Garibanlar gibi küçücük bir kilim üzerinde yatıyordum. Uyandım ve yemek masasında ailem ve bir başka kişinin yemek yediğini fark ettim. Masada oturan kişinin 34 yaşındaki ablama talip olan biri olduğunu düşündüm öncelikle. Ben de kalktım ve sadece gözlemledim her şeyi belli bir süre. Babam ses çıkarmıyordu, annem adama fazlasıyla ilgi gösteriyordu. Sanki yıllardır aradığı biriymiş gibi ona krallar gibi hizmet ediyordu. Evimizden çıkarken "Yine gel." diyordu. Ama içimdeki his onun evimizde her gün 12 saat durduğunu söylüyordu. Nedendi bu özlem? Ablamı evlendirmek istediğini zaten biliyordum. Ama bu kadar istek de fazlaydı bence. Derken bir gün daha geçti ve yine o adam geldi. Bu arada adamın 26 yaşında olduğunu öğrendim. Sarışındı, yaklaşık 180cm boyundaydı, kaslı diyemem ama fit bir vücudu vardı. Saçları dalgalıydı ve çok kısa değildi. Giyim tarzından anladığım kadarıyla zeka gerektiren bir iş yapıyordu ve maddi durumu iyiydi. Öğrendiğime göre karşımızdaki dairede oturuyordu kendisi. Adını bilmiyorum, fakat annem ona iyi davrandıkça içten içe onu kıskandığımı hissediyordum. Çünkü zavallı bir şekilde 1 metre kare boyutundaki kilimime yatmama bile mani oluyordu çoğu zaman. Elektrikli süpürgeyle süpürmek istiyormuş evi, bu yüzden bana işkence ediyordu adeta. Eve gelen adam anneme bir istekleri olup olmadığını soruyordu, sanki yardım etmek istiyor gibi bir havası vardı. O sırada bir şey fark ettim işte, adam annem haricinde kimseyle konuşmuyordu ve annemin başı açıktı. Yanlarına gittim ve anneme neden bir yabancının evde bulunmasına rağmen başının açık olduğunu bağırarak sordum. Sinirlendim ama görünüşe göre benden başka tepki gösteren yoktu evde. Herkes yolunu değiştiriyordu sanki bunu söylediğimde. Bu sırada adamın ablamın talibi olmadığı fark ettim. Çünkü 26 yaşındaydı ve ablam 34. Kesinlikle talip değildi, ayrıca bir iletişim de kurduklarını görmemiştim. Neden olduğunu bilmiyorum ama bunun farkına vardığımda küplere bindim, adamı evden kovdum. Bağırıyordum, başım dönüyordu, sanki bir şeyleri keşfetmiştim ama kaldıramıyordum. Babamla gittim konuştum, adam gibi cevap bile vermedi bana. Sanki annemin bu davranışları çok normalmiş, evde olay çıkaran tek kişi benmişim gibi. Etrafıma baktığımda herkesin bana akıl hastası gibi baktığını sezdim. Her şey normalmiş de ben anormalmişim gibi.

Yine o adam... Bu sefer onu kıskanıyorum ama yakınlaşmak istiyorum yine de. Acaba bu kişi benim ağabeyim olabilir mi? Bu yüzden mi annemin başı açıktı? Lanet olsun, yakınlaşmalıyım bu adama. Annem mutfak tezgahında bir şeyler doğruyor ve bu adam onu izliyor. Yanına gidiyorum ve tanışmak istiyorum. Fakat işin garip yanı sanki birbirimizi tanıyoruz. Bana bakıyor ve içimi okurcasına minik kilim-yatağımın yanına gidiyor. Küçük olması yetersizmiş gibi bir de üstüne bir sandalye koymuş annem. Adamın yüzündeki acımayı görebildim işte o esnada. Bana fazlasıyla değer veriyordu. Acıdığından dolayı değil tabii ki, bana değer verdiğini yüzünden anladım. Tekrar annemin yanına döndük ve adam da annemden nefret ediyordu artık. Annemin duymasını isteyerek benimle konuşmaya başladı. Bana yardımcı olacağını, hayatta destek olacağını ve asla bırakmayacağını söyledi. Evinde kalmamı istediğini hissettim bu sırada. Annem de acınası bir haldeydi bu sözleri duyarken. Kendisini sefil, aşağılık bir yaratık olarak görüyordu neredeyse. Görmeliydi de, gerçi neden görmeliydi bilmiyorum. Neden en çok ondan nefret ettiğimi bilmiyordum. Sadece öldürmek istiyordum ta ki acınası hale düşene kadar. Artık tüm koz bendeydi, adam bana değer veriyordu ve aramızdaki güçlü bağı çok net bir şekilde hissediyordum. Adama yaklaştığımı fark ettim o sırada. Arkamda duruyordu ve onu destek sütunu niyetinde görüyordum. Ona dayandım ve ellerini omzuma koydu adam ama bir ağabeyin kardeşini sahiplenmesi gibi. Ama nedense ben yine yavşaklık yaptım her şey yolunda giderken ve  adamı tahrik etmeyi başardım. Oysa adamın bana cinsel dürtüler beslemediğine emindim fakat yaptım yine orospu çocukluğumu ve adamın penisini okşadım. Ardından elimi çektim ve pişman olmuştum. Adam yüzümü döndüm ve yaptığımın yanlış olduğunu, ilişkimizi mahvetmek istemediğimi söyledim. Cinsellik olmamalıydı aramızda...

Rüyalarını hatırlamamakla övünürüm genelde. Çünkü rüyalar dışında beni duygusala bağlayan bir şey yok. Bir de benim bilinçaltımı yansıtan filmler var, onları izledikten sonra da saatlerce ağlıyorum. Ama bunun haricinde "put" gibiyimdir tabiri caizse. İnsanlarla alakalı olan şeyler üzmüyor beni. Alışılmış çaresizlik ya da ruhsuzluk. Çok da bir fikrim yok açıkçası. İnsanlarla iletişim kurmaktan hoşlanmıyorum, çünkü kaybedilebilecek şeylere yatırım yapmak hoşuma gitmiyor.

Gelelim rüyadan benim yaptığım çıkarıma, dün berbat bir gün geçirdim. Anlatmam şart bunu. Sevgimi ilan ettiğim kız okul çıkışında benimle konuşmak istediğini söyledi. Altımda araba olduğu için onu uzakça bir yere götürdüm. Olumsuz bir şeyler söyleyeceğinden emindim. Nitekim öyle oldu. Ayrıldığı sevgilisiyle tekrar barıştığını ve uzun süreli bir ilişki düşündüğünü söyledi. Fakat benimle arkadaşlığını daha doğrusu dostluğunu bitirmek istemediğini ve benim ona olan duygularımı bilmesine rağmen, hiçbir şey olmamış gibi davranabileceğini söyledi. Çünkü beni kaybetmek istemiyormuş. Onun için çok önemliymişim. Ben de ona böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, onun mutluluğunu istediğimi ve sevgilisinden daha fazla değer verdiği "Ben" ile görüşmesi halinde asla mutlu bir ilişkisi olamayacağını söyledim. Çünkü sevgililik ve arkadaşlık kavramlarının birbirinden uzak şeyler olmadıklarını ve biriyle sevgili olabilmek için iyi arkadaş olunması gerektiğinden bahsettim. Bu yüzden ilişkimizi "ayak üstü muhabbet" aşamasına indirmemiz gerektiğini söyledim. Bu kararın beni mutlu etmeyeceğini fakat yapılması gerekenin bu olduğunu söyledim. Bunları söylerken gözleri yaşlıydı, gerçekten beni kaybedeceği için fazlasıyla üzgündü ve dediklerime saygı göstermesine rağmen uygulamama izin vermeyeceğini söyledi. Fakat buna rağmen var olan ruhsuzluğumu koruyarak onunla görüşmemizin sakıncalı olduğunu söyledim ve masadan kalktım. Ardından onu evine bıraktım. Yol boyunca beni anlamaya çalıştı, üzgündü, fakat umutluydu. Ben ise ihtimalleri hesapladım ve umudunun yersiz olduğuna kanaat getirdim. Çünkü asla eskisi gibi olamayacaktık. Bu da benim bir ilişkiyi bitirmem için çok önemli bir sebep. Karşımda kendi üslubuyla, alçalmadan yalvarıyordu onu bırakmamam için. Ben de onunla görüşmeyeceğim için mutlu değilim elbette. Ama yapılması gereken buydu. "Böyle şeylerin sadece filmlerde olduğunu sanırdım, hani bir adam sevdiği kişiyi terk etmek istememesine rağmen terk eder ama bu sevdiği kişinin iyiliği için olduğundan buna mecburdur." dedim. Gülümsedi ama içi kan ağlıyordu. Buna rağmen ruhsuz görünüşümü bozamazdım ve bozmadım. İşte bu yüzden üzgün hissettim kendimi onu bıraktıktan sonra. Bunu neden anlattım peki? Çünkü gördüğüm rüyanın sebebi büyük ihtimalle dün büyük bir savaştan çıkmış olmamdı. Kendimi korumasız hissettim, acınası bir halde hissettim, yalnız hissettim ve neticesinde bu rüyayı gördüm. Genellikle sadece böyle olaylardan sonra rüyalarımı hatırlarım zaten. Normalde gördüğüm rüyaları hatırlamıyorum. Kısacası orada gördüğüm ağabey, aslında yalnızlığım için oluşturduğum bir cihazdı.

Uyandıktan sonra anneme öfkeli bir şekilde davrandım istemeden. "Neden bağırıyorsun bana?" dedi. Ben de rüyamda ona çok sinirlendiğimi söyledim ve hemen bilgisayarın başına oturdum. Böylece rüyamı unutmadan yazabilirdim. Ama şu an bile hala bu rüyayı neden yazdığımı tam olarak bilmiyorum. Yazmam gerektiğini hissettim sadece, çok şey ifade etti bu rüya bana. Mesela erkeklere karşı erotizmin hala az da olsa var olduğunu ama bunu engelleme konusunda başarılı olduğumu gördüm. Annemin ve ailemin gerçek hayatta bana işkence ettiğini düşündüğümü fark ettim. Beni kısıtladıklarını, gerçek değerimi vermediklerini fark ettim. Onlardan nefret ettiğimi ve hepsini öldürmek istediğimi fark ettim. Ayrıca öldürme hissinden dolayı bir sıkıntı içine de girmememden dolayı sosyopat tarzı bir şey olduğumu fark ettim. Çünkü ahlak kavramım diğer insanlardan farklı, prensiplerle yaşıyorum neredeyse. Diğer insanların aptallıkları canımı sıkıyor. Dünyanın neredeyse tamamının ölmesi gerektiği kanaatindeyim. Tanrı'ya diğer insanlardan farklı bir şekilde bakıyorum. Bazen birilerini öldürüp hapse girmeyi düşlüyorum, çünkü hapiste daha özgür olacağıma inanıyorum. Korkmamı gerektiren bir şey olmayacak. Yaptığım şeylerden dolayı suçlanamayacağım bir yer. Ya da akıl hastanesine düşmek de içimden geçiyor bazen. Orada gayet iyi rol yapabilirim ve bu sırada "deli" olduğum için yaptığım şeylerden ötürü de suçlanamam. Gayet güzel geliyor bana bunlar ama dezavantajları da var. Bu dezavantajlar olumlu yönlerden fazla, bu yüzden uygulamaya sokmuyorum düşündüklerimi. Umarım ki dış dünyanın avantajları her zaman daha fazla olur. Bu anlattıklarım kendimi duygusuz gösterme çabası olsaydı sadece keşke.

Emre F. Saraç

visnesuyu94@gmail.com

3
Üniversite tabiriyle "alttan ders almam" işe yarıyor galiba. Alt sınıflardan diğer insanlarla tanışma fırsatım oluyor bu vesileyle. Özellikle kızlarla tanışmam kendine güven sorununu çözmeme fayda sağlayacak gibi duruyor. Sınıf arkadaşım Nursena'nın da benimle birlikte aynı dersleri alması galiba ayrı bir avantaj. Bu sayede "kız kesme" olayını onunla birlikte yapma fırsatını yakalıyorum. Beğendiğim kızların girdiğim sınıflarda olması da ayrı bir avantaj benim için. Henüz birebir yakınlaşma fırsatını bulamadım maalesef fakat Nursena aracılığıyla kızların adlarını öğrenme ve belki bir ihtimal Facebook üzerinden iletişim kurma şansını elde edebilirim. Bu ümidin var olması derslere katılım ihtimalimi de önemli ölçüde artırıyor. BU yazıyı yazarken yanımdan gerçekten çok hoş bir kız geçti ve karşı masamda oturuyor. Fakat sinir bozucu şey ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum.  Ayrıca böylesine hoş bir kızın bana bakma ihtimali de oldukça düşük. İmkansız diyelim şuna daha doğru olarak. Haliyle benim de yakınlaşma şevkim olmuyor. Lanet olası imkansız görünen ama aslında içten içe imkansız olmadığını bildiğim durumlar! En azından kızları hoş bulmam da bir başlangıçtır değil mi? Bu işi çözebilmek için gerçekten az zamanım var ve kızlar hakkında gerçekten çok az şey biliyorum.Bazen "keşke muhafazakar bir ailede dünyaya gelmeseydim" diyorum kendi kendime. Böylece en azından beni kızlara yakınlaşmaya iten bir ailem olurdu ve işler şuanki durumdan çok daha rahat bir biçimde gerçekleşiyor olabilirdi. Lanet olsu kader ve sinir bozucu hayat şartları. Her şeyin bu kadar  zor olduğu bir dünyada işleri kolay gösteren HK da iyi bir halt yapmıyor. Felsefenin başlangıç sorularına cevap vermeye çalışan 21 yaşındaki bir genç olmak gerçekten zorlu bir mücadele gerektiriyor

   Hele şu Al Hoca yok mu? Her şeyden ve zekamdan şüphe etmeme neden oluyor. Ondaki gelişmişliği görmek için gerçekten zeki olmak gerekiyor. Tek zeka avuntum bu belki de.  Çünkü yeni şeyler öğrendikçe gerçekten hiçbir şey bilmediğimin farkına varıyorum. Bu da beni gerçekten ürkütüyor. Ya hayat fazla aldatıcı ya da ben her şeye kanan zavallının biriyim. İlk seçenek daha makul gelse de ikinci seçeneğin doğruluğu daha fazla. Tamamen doğru diyebilmek mümkün değilken tamamen yanlış demek de mümkün değil. Hayatı zor ve anlaşılmaz kılan da bu belirsizlik. İşte bu nedenle dostlar, kendi yazdığım ve düşündüğüm şeylerin bile aklımda şüphe uyandırması sıradan bir hale geldi. HK'ya bunları söylediğimde alacağım cevap maalesef belli. "Anı yaşa" diyecek bana. Fakat bu kadar tehlikenin içinde, bu kadar bilinmezliğin içinde anı yaşamak ne kadar doğru olur. Ya da hangimizin dediği doğru. Bu yazdıklarım düz mantıkla düşünen, her duyduklarına inanan basit insanlara saçma sorular gibi gelecektir elbette. Fakat beni anlayabilecek bir çevrenin var olduğuna canı gönülden inanıyorum hala. Dünyayı ayakta tutan biz ve bizim gibi insanlar! Eğer biz de bırakırsak dünyamızın sorunu gelmiş demektir.

   Her zaman olduğu gibi yine konudan konuya atladım. Ne söyledim, ne anladınız gerçekten çok bir fikrim yok. Tek bildiğim şudur ki; söylediklerim benim için fazlasıyla anlam taşıyor.

4
       İnsanlara bağlanmakta yaşadığım zorluk bir süre sonra yalnızlığa alıştırdı beni. Bağlanmaktan korkma sebebimi az çok anlıyorum artık. Ama terapilere başlamamın üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen hala istediğim düzeye ulaşamamış olmam beni içten içe yoruyor. Çoğu zaman ikilemler yaşıyorum, hatta bunun yüzünden "Siktir et heteroları, özgürce yaşa" diyorum kendi kendime. Ama ne var ki bu dediğimi yapabilmek için de çok geç artık. Fazlasıyla lanet bilgi ve tecrübe var aklımda. Dün havaalanında dönüşümü beklerken "Can Dostum( Good Will Hunting)" filmini izledim HK'nın tavsiyesi üzerine. Filmdeki karakterler fazlasıyla tanıdık geldi bana. Gerçek hayatta "Will" karakterini ben canlandırırken, "Sean" rolünü de HK oynuyordu. Will'in terapi süreci benimkiyle aynıydı neredeyse. Tabii o "eşcinsel" değildi, belki de tek fark budur. Psikologla sidik yarıştırma, hayatta herkese karşı ukala ve sarkastik bir tavır takınma, psikoloğun ofis dışında terapi yapması ve Nirvana'nın burası olması -ki ofis dışında terapi yapmamızın ardından "Vişne Suyu" yazımı kaleme almıştım. Ben bu satırları yazarken dışarıda fırtına kopuyor. Ruh halimin de bu yönde olması bir tesadüf değil öyleyse.

   Gelelim terapimi sonlandırma noktasına getirebilecek olan mühim aşamaya; bir kızla duygusal bağ kurmak Arkadaş, neresinden tutsam elimde kalıyor bu mesele. Ya ben kızı beğenmiyorum ya da o beni. Herhalde kadınlar yenildiğim alanların arasında en belirgini. Ben de korkup kaçmayı tercihe ettim bugüne kadar. Ayrıca bu aşamayı tamamlayamamam için bir sebep daha var. Eğer sorunlarımı çözersem HK ile görüşemeyeceğim büyük ihtimalle. Bu da korkutucu geliyor bana. Düşünüyorum, taşınıyorum ve bir türlü bu kadar sorunu yok etmekle ortaya çıkacak yan etkileri ortadan kaldıramıyorum.

   Aslında bugün yazı yazmayı planlamıyordum. Elektrik kesildi ve yapacak başka bir şey bulamadım. Bu yüzden yazıda bir kalite, bir derinlik olmaması gayet normal. Özetlersek, yapacağım bir işteki bütün tehlikeleri görebildiğim için o işten kaçıyorum, ama o işi yapsam ve "aptal bir cesur" olsam?

5
   Son terapide çözdüğümüz şeyler herhalde benim durumumu kesin bir şekilde değiştirecek. Fakat iyi ya da kötü yöne olup olmayacağıyla ilgili maalesef hiçbir fikrim yok. Ben yazayım yazacağımı da veririz kararı sonra.

   Her ne kadar uzun süre boyunca reddetmiş olsam da ben 'pasif' bir eşcinselim. Bütün duygularım ve fantezilerim birinin bana sahip olmasıyla ilgili (bana sarılsın, beni sevsin, beni korusun vs). Tabii, benim bilinçaltım 'pasif' olmayı reddettiğinden dolayı kedi kendimi tükettim sadece. Son cümleyi örneklerle kavramak en doğrusu olacaktır elbette. Gelelim savunma mekanizması olarak üretilen çeşitli engellere; ''vücudum iğrenç, çok çirkinim, anal ilişki pistir, ben cinselliğe uzağım, duygularım yok benim''. Hatta öyle ki eşcinsel olmayan kişileri bile ikiye ayırma yöntemini keşfettim. Bu sayede asla 'pasif' duruma düşmüyorum. ''Eğer karşımdaki kişi eşcinsel olsaydı aktif mi olurdu, pasif mi?'' sorusunun cevabı neticesinde o kişiyle fiziksel temas kurup kuramayacağıma karar veriyorum. Kişi aktifse onun benimle kurduğu fiziksel temas hakaret dışında bir anlam taşımıyor benim gözümde. Bunun sebebi büyük ihtimalle böyle yani aktif olduğunu düşündüğüm kişiler tarafından sürekli olarak zorbalığa uğramış bulunmamdır herhalde. Pasif olduğunu düşündüğüm kişiler de ben ve benim gibi zorbalığa uğrayanları anımsatıyor. Bu nedenle böyle kişilerle fiziksel temas kurunca hiçbir sıkıntı yaşamıyorum. Yine bu nedenledir ki sadece pasif birinin bana sahip olmasını istiyorum. Pasif kişi alnar beni en azından, aktif sadece becerirken. İşin garip tarafı pasif birine bile aktif olmak istemiyorum. Büyük ihtimalle olurum fakat bu aktiflik sadece cinsel arzuları tatmin etmek için olur. Her ne kadar feminen davranışlar sergilemiyor olsam da içimde bir erkeğin yatmadığı gerçeğiyle de yüzleşmem gerek. En azından aktif bir erkek yatmıyor. Yazımın başlığının itiraf olmasının nedeni ise şu an yazdıklarımın beni fazlasıyla utandırması. Bu kadar çok yazıyı kaleme almış birinin (öyle ki yazılarımda şeffaf olup, mahrem detayları bile paylaştım) bu yazıya zor demesinin ne anlama geldiğini siz düşünün.  Hayır, hayır! Utanmaktan da öte bu, söyleyişi bile çok komik '' Bir pasifi aktif yapmak ve kendimi becertmek istiyorum''. Yazdığım ve yazacağım her şeyin özeti bu olsa gerek. Muhteşem(!) bilinçaltımın bunu da engellemek için türlü türlü oyunlara başvurduğunu söylememe gerek bile yok. Kendimi küçük bir 'kız' gibi masum hissediyorum. Ama bir o kadar da İblis'in tohumuyum.

   Ben birini sahiplenemeyecek kadar ilgiye ve sevgiye muhtacım. Birine verebilecek şefkatim yok benim. Peki bilinçaltım ne yaptı bunu da çözüp benim pasif olmamı engellemek için? Duygularımı bastırdı ve hatta yok etti neredeyse. Öyle yaptı ki vücudu parçalanmış küçük bir çocuk bile gözlerimi yaşartmaya, beni üzmeye yetmiyor. Böyle bir manzarada hüzünden farklı olarak sadistçe bir şey beliriyor içimde ve bana ''sana ne , seni ilgilendirmiyor, oh iyi olmuş'' diyor. Böylelerini görünce maske takıp üzülüyormuşçasına insani hareketler sergiliyorum. Bunlar arasında en sevdiğim ise bana yakın olan birinin üzülmesidir. Onun üzüntüsünden daha fazla mutlu edecek bir şey yoktur herhalde beni.

   Yukarıda yazdıklarımdır beni utandıran dostlar. İnsanlara yalan söylemek zorundayım, farklılığımı(canavarlığımı) gizlemek zorundayım. Tanrı ile de bu yüzden anlaşamıyoruz ya zaten. İki tanrıya yer yok bu oyunda. Ayrıca her şeyi aktif-pasif olarak ayıran biri Tanrı'yı aktif, İblis'i de pasif olarak görmese olmazdı zaten. Ben de öyle yaptım istemeden. Böylece İblis'e acıdım ve aşık oldum içten içe. Nihayetinde hikayelerimiz fazlasıyla benzeşiyordu. Hikayeleri inceleyelim birazcık o halde. İblis Tanrı'ya aşıktı. Onun için yapamayacağı şey yoktu. Tek arzusu Tanrı'nın onu sevmesiydi sadece. İblis'in Tanrı'ya duyduğu aşkın tarifini yapmak ne kadar da zordur öyle! Bir insan zihni anlayamaz onu. Derken Tanrı insanı yaratacağını söyledi. Bu belki İblis'in müsamaha gösterebileceği bir şeydi. Lakin Tanrı İblis'in insana secde etmesini istedi. Bu açıkça Tanrı'nın insanı daha fazla sevdiğinin göstergesidir. İblis karşı çıktı hemen, haklıydı da bence. Aldırmayın siz kibirdendir o diyenlere! Bu üstünlük kavgası değildi hiç de! Bu Tanrı'nın bir başka varlığı kendisinden fazla sevmesinin kıskançlığından dolayıydı. Biz insanlar ise İblis'i Allah'ı sevmemekle suçlarız dururuz. Hiçbirimiz Tanrı'yı İblis kadar sevemiyoruz. İşte bu noktada ister istemez İblis'in tarafını tutuyorum ben. Zavallı İblis! Biliyorsun ki ben de senin gibi aşık oldum birine. O da benzerini yaptı sana yapılanın ve yüzüstü bıraktı beni. Şimdi size soruyorum ey dostlar, siz benim yerimde olsaydınız kimin tarafını tutardınız? Tabii ki cevap veremezsiniz, çünkü benim yerimde değilsiniz!

   İşte dostlar, budur benim halim. Pasif olan İblis'e karşı duyduğum sevecenliği hiçbir insana duymamı beklemeyin benden. Siz acı nedir bilmezsiniz onun çektiği acıya nazaran. Aşık olduğunuz kişi tarafından ebedi azaba terk edilmek nedir ha? Sonsuzluk içinde sonsuzluk kıvılcımları yüreğinde yakarken bedeni. Evet dostlar, siz anlayamazsınız bizi.

   Pasif olmak ne zor şeydir böyle. Hiç işiniz yokmuş gibi görünür ama değildir öyle. Bir kere her şeyi fiziksel olarak anlamamız gerekir önce. Duyguların kütlesi çoktur daima. Ağırdır en az güneşler kadar. İnsanlar olarak bir de siz vurun yere düşene. İşte bu kadar acınası bir haldeyim, bu yüzden yalnızım. İblis gibi ezilmek istemiyor diye 'pasif' olduğumu bile reddediyor bilinçaltım. Kendi beynim bile benimle çatışırken nasıl çıkacağım ben bu işin içinden?

   Belki de bulmalıyım bir kızı güçlü olan. İzin vermeliyim beni yönetmesine, bana sahip olmasına. Peki ben nasıl 'aktif' olacağım ona? Cinsellik olmadan mı yaşayacağız biz? Şöyle diyelim daha doğrusu, 'sevişmeden mi?'. Çünkü aktifliğim tamamen cinsel arzumu tatmin etmek üstüne olacak. Biz de buna 'seks' deriz zaten. Sevişme başkadır bu başka. Bunu da hallettik diyelim. Nasıl olacak insanlara merhamet, şefkat? Galiba ben kaybettim ruhumu dostlar.

   Ah Tanrım, affet beni! Bu yazdıklarım utanç verici. Seni bir hiç yaptım adice. Ama nasıl beklersin ki seninle barışmamı, senin sözlerine karşıyken. Beni yaratma amacından saptım ve eşimden kaçıyorum Tanrım. Sen kadın sunuyorsun bana ama ben istemiyorum onu. Memeler ve vajina nasıl gariptir öyle. Eğer çok olmasaydı kadınlar, kolaydı hepsine 'fabrika hatası' demek. Şimdi yok diyebileceğim hiçbir şey maalesef. Ama istemiyorum ben kadın! Olur da birgün çıkarırsan beni cehennemden, verme bana huriler, hepsi olsun gılman. Genç ve tatlı çocuklar olsun benim. Hele ki yazamayacaksam özgürce, uzak dursun bana cennet. Her şey güzel ise yazamam ben afilli yazılar böyle. O halde ne işim var benim cennette mutluysam sonuna kadar. Tanrım, koy beni cehennemine ama mahrum etme bu eğlenceden. Bırak üzgün olayım ve yanayım. Ama robot olmaktansa tercih ederim özgürce yanmayı. Evet Tanrım, benim hatalı olan. Fakat gelmez elimden bir şey. Ne de olsa her şey çeker aslına.

   Dediklerine muhalefet olsa da yazdığım, adil olmanı istedim kendi çapımda. Ben kimim ki karşında, sana dur diyemem. Sadece bir sitemdi benimkisi, sen kabul etmezsin kibrinden. Düzeltmeyeceksin de hiçbir şeyi, ben de yanacağım elbette muhterem İblis'le!

6
ÜTOPİK BİR CEMİYET: MEŞCİ ÜYELERİ
 
   Bundan bir önceki yazımızda MEŞCİ genel olarak nasıl işliyor ve MEŞCİ bireyleri arasındaki ilişki nasıl sorularını genel hatlarıyla cevaplamıştık. Bu yazımızda ise MEŞCİ bireylerinin nasıl MEŞCİ'yle bağlantı kurduğunu, bireyler arasındaki iletişim sürecinin nasıl işlediğini detaylı bir şekilde ele almaya çalışacağız.

   MEŞCİ bireyleri birbirinden bağımsız kişiler olmakla beraber bir o kadar da bağımlıdırlar. Çünkü uzun süre yapılmış muhabbetlerin ortaya çıkardığı iletişim eşi benzeri görülmeyen bir birlikteliği de beraberinde getiriyor. Fakat diğer cemiyetlerde bireylerin birbirlerinden etkilenme durumu MEŞCİ cemiyetinde yoktur. En başta zaten bu bireyler aydın ve özgürce düşündüğü için bir araya gelmiştir. Bilgi alışverişi dışında, tavrımızdan ve kişiliğimizden ödün vermek, değiştirmek ve hatta asimilasyona uğramak söz konusu dahi değildir.

   Bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi birinin MEŞCİ'ye katılma yeterliliğine sahip olup olmadığı zaten birkaç ufak sohbette belli olur. Ufak sohbet dediysek de bize göre ufak olduğundan söyledik. Bu ufak sohbetlerde yaptığımız şey ise doğaçlama şekilde belirlediğimiz alanlarda ve konularda karşıdaki kişiyi tanımak ve anlamaya çalışmaktır. Bu sohbetlerde karşılaştığımız önemli bir şey ise karşıdaki aday adayının ne yapmaya çalıştığımızı anlayamaması ve genellikle gereksiz bulmasıdır. Burada bizim sınadığımız şey aslında konuştuğumuz konular veya alanlar değildir en başta da. Bizim sarfettiğimiz cümlelerdeki gizli detayları karşıdaki aday adayının görebilmesi, kısacası bizim yaptığımız şeyin ustaca kurgulanmış bir oyun olduğunu görebilmesi bizim için çok daha önemlidir. Bu detayları kaçırıp, salt kelimelere odaklanan bir kişi zaten bizden biri olma şansını çoktan kaybetmiştir. Bu demek değildir ki biz diğer insanlardan üstünüz ya da biz her bilginin piriyiz. Bizim iddiamız, bilgelik yolunda ilerlemeye çalışan bir avuç insan olmaya çalışmak. Dışarıdan görüldüğü gibi cinsel yönelimlere karşı bir savaş açmadık ve açmak da bizim ilkelerimize aykırıdır.

   Yaşanmış olaylardan yola çıkarak yapmaya çalıştığımız şeyi daha net görmenizi arzu ediyorum. Geçenlerde kurucu üyelerimizden olan AK Parti İstanbul 3. Bölge aday adayı Ertuğrul Tülpar'ın broşürü dağıtıldı. Basında ve sosyal medyada yazılan şeyleri okudukça kendimi gülmekten alıkoyamadığımı belirtmek isterim. Düşünme yetisi eksik olan basın mensupları ve sosyal medya müdavimleri orada yazılan şeyleri kelimeler üzerinden yorumlamışlardı ve yargısız infazlar gerçekleştirdiler. Değerli üyemize karşı linç girişiminde bile bulunma hadsizliğini göstererek ne kadar basit düşündüklerini bizlere bir kez daha ispatlamış oldular. Yazılan, çizilen şeylere karşı Ertuğrul Tülpar'ı savunmak aynı cemiyette bulunmamızdan ziyade, uzun süreli dostluğumuzun da bir sonucudur.

   Öncelikle Ertuğrul kardeşimizin broşürüne neler yazdığımız maddeleri inceleyelim. Eşcinsel evliliklere, eşcinsellerin evlat edinme haklarına, kadına şiddete ve çocuk istismarına hayır. Herhalde son iki maddeye itirazı olan bir insan evladı yoktur. Peki ilk iki maddeye homofobik yaftası yapıştırıp neden yazıldığını sorgulamayan zihniyete biz akli çerçevede nasıl açıklama yaparız. Yine de biz basitçe, herkesin anlayabileceği bir dilde açıklama yapmaya çalışalım. Fakat öncelikle söylenen sözleri belirtelim maddelerimiz için.

Türkiye'de zaten eşcinsel evlilik yasak. Sizin neyin kafasını yaşıyorsunuz?
Eşcinsel evlilik yapan çiftlerin evlat edindiği çocuklarla, heteroseksüel çiftlerin çocuklarının herhangi bir psikolojik farklılığı gözlenmemiştir.
Ertuğrul Tülpar'ın 16-17 yaş aktif-pasif gey gruplarına üye olduğu ortaya çıktı.
Ertuğrul Tülpar gizli eşcinsel mi?
Eşcinsellerle alıp veremediğiniz nedir? Bırakın insanlar özgürce yaşasınlar.
Bu tedavi olduğunu iddia eden adam değil miydi? Asıl bu zihniyete tedavi lazım.
Eşcinsellik hastalıklar listesinden çıkarıldı, siz neyi iddia ediyorsunuz.

Söylenen şeyler bunlardan kat kat daha fazlaydı, fakat yazımı ziyan etmemek amacıyla bu kadarını yazmanın yeterli olduğu kanaatindeyim. Eşcinsel evliliklerin ve birlikteliklerin devlet tarafından tanınmadığını hepimiz elbette biliyoruz. Lakin bu ileride de böyle olacağı anlamına gelmiyor. Umudumuz, yargısız infaz yapılmadan önce neden böyle bir maddeyi broşürümüze eklediğimizi sormaları olurdu. Ne yazık ki yazılanları saldırı olarak algıladılar.

Evlat edinilen çocuklarla hangi psikolojik testleri yaptınız ya da yaptılar. Neye bakarak aralarında bir fark olmadığını iddia ettiniz ya da ettiler. Böyle bir araştırma olsa bile, bu araştırmanın tarafsızca yapıldığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Bu alanda veya diğer alanlarda hazırlanmış bilimsel araştırma makalelerini incelemiş biri olarak sizin de bu konuda bilgilenmenizi tavsiye ederim.

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi bir üyemizin üye olduğu gruplar, onun ait hissetmesinden dolayı olmayabilir. Hatta sadece üyelerimiz için değil tüm sosyal medya kullanıcıları için geçerlidir. Birinin krem peynir grubuna üye olması o kişiyi krem peynire tapan biri yapmaz.

Ertuğrul Bey'in cinsel tercihlerinden çok neler söylediği önemlidir diye düşünüyorum. Ne yani bir insanın doğru söyleyip söylemediğine bakmak için hangi partiden, hangi takımdan ya da hangi üniversiteden olduğunu mu önemsemeliyiz?

Bizim derdimiz hiçbir zaman eşcinsellerle olmamıştır. Bizim davamızın savunduğu şey, eşcinsel olmayı kabul etmeyen bireylere istekleri doğrultusunda, devlet tarafından danışmanlık hizmeti verilmesidir. Terapilere gitmiş ve bu yola yıllarını harcamış bir insan olarak, lütfen kimse bana eşcinselliğin bir psikolojik cinsel sapma olmadığını iddia etmesin. Böyle düşünen kişileri bizzat benimle ya da bizden biriyle birebir ve hiçbir baskı altında kalmadan görüşmesini öneriyorum. Eğer biz önyargılı insanlar isek siz görüşünüze saplanmış kişiler olarak ne oluyorsunuz? Ne kadar sürenizi bu işe harcadınız? Hangi bulgularınız kendinize ait ve bu bulguları elde etmek için kaç yılınızı harcadınız? Bu soruları cevapladığınız ve seviyeli bir şekilde tartışma yürütebileceğinize inandığınız takdirde sizinle bu konuları detaylı şekilde konuşmaya her zaman açığım.

1 Ocak 1993 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği ''Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması''ndan çıkarmıştır. ICD-10 maddesi ''cinsel yönelim, tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilemez'' şeklindedir. Evet bu maddeye canı gönülden ve sonuna kadar katılıyorum. Şunu da belirtmek istiyorum ki madde gayet yerindedir. Ama şunu da söyleyelim, zaten biz en baştan beri cinsel yönelimi bir sonuç olarak gördüğümüz için, sorunlu/hastalıklı sebepleri ortadan kaldırdığımız takdirde cinsel yönelimin de değişeceğini savunuyoruz. Burada hiçbir zaman ilk hedefimiz doğrudan cinsel yönelime karşı bir hamle yapmak değildir zaten. Aile-baba-tanrı sorunlarını çözdükten sonra eşcinsel yönelimin de kendiliğinden değiştiğine defalarca şahit oldum. Bunun için ek bir çaba göstermemiz gerekmiyor.

Evet bu cevapların yeterli olmadığının ben de farkındayım fakat yazılarımızı okuyanların, kafalarındaki sorulara cevaplar bulabileceklerini de biliyorum.

   Aslında yazıya bu amaçla başlamamıştım ama laf lafı açtı denebilecek bir durumla karşı karşıya kaldım. Haydi tekrar MEŞCİ bireyleri arasındaki güveni ve iletişimi ele alalım. Öncelikle iletişim sürecinde en önemli faktör olan güveni inceleyelim. HK aracılığıyla tanıştığımız gerçeğini saklamaya gerek yok. Çoğu MEŞCİ üyesi veya sempatizanı HK sayesinde tanışarak kuruluşu gerçekleştirdi. Fakat bu demek değildir ki ondan talimatlar alarak yolumuzu çizmekteyiz.

   Öncelikle her eşcinselin de yaptığı gibi oyunlar ve roller vardı elbette bizim aramızda. Birbirimizin zekasını sınadık, hatta sayısız yalanlar söyledik. Eşcinseller yalancılık konusunda daha iyidirler çünkü yaşadığımız toplumda yalanlar sayesinde ayakta kaldık. Bundan dolayı bu yalanlara bir zaman sonra kendimiz de inandık. İnanmış olmamız da bu yalanları gerçekçi yaptı haliyle. Peki size karşı defalarca yalan söyleyen birine sonradan nasıl güvenirsiniz? Çok basit bunun cevabı aslında. Gerçi bu cevabı bulmak uzun zamanımızı almadı da değil; Güven. İçlerinde çeşitli korkularla ve zorluklarla mücadele eden bu insanlarla olan ortak yönlerimi farkettim ilk olarak. Ne kadar kendine güvenir görünsek de hepimiz içten içe korkuyorduk. Diğer insanlardan değil, kendi yapabileceklerimizden. Çünkü irade sorunumuz olduğu gayet açık bir gerçekti. Özellikle dolaptan çıkmış eşcinsellerde görüldüğü üzere seks bağımlılığı bunun başında geliyordu. Sokakta yürürken gördüğümüz erkekleri zihnimizde puanlayıp, onlarla ilgili çeşitli fantaziler kuruyorduk. Evet bu satırları okuyorsanız ve eşcinsel olduğunuzu kabullenmişseniz siz de her gün aynı şeyleri yaşayıp duruyorsunuz. Belki de hayalinizdeki kişiyi aradığınızı düşünüp sayısız erkekle beraber oluyorsunuzdur. Bu şekilde baktığımızda zaten eşcinsel olmadığınızı kabul etmeniz ve seks bağımlısı olduğunuzu itiraf etmeniz gerekir. Eğer karşı cinsle duygusal ilişki kurmayı geçip, olayı seks temelli duygusal bağlılık olarak yonttuysanız itiraf etmenizde gerçekten fayda vardır ki, siz mutlu değilsiniz. Başka biri gelse de yine mutlu olamazsınız. Çünkü temelinde gücün bulunduğu bir labirentte dolaşıp durmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Neden konudan sapıp duruyorum ben yahu!

   Evet biz MEŞCİ bireyleri tanıştık, ortak noktalarımızı keşfettik, kişiye değil zekasına değer verdik, bilgeliğine değer verdik. Bu yüzdendir ki birlikteliğimiz çıkarcılık denilebilecek düzeyde ilerlemektedir. Ama bu çıkarcılık bizi güven olgusuna daha da bağlamaktadır. Çünkü hepimizin hedefinde daha iyi insanlar olmak ve sağlıklı nesiller yetiştirmede katkımızı sunmak var. İlk tanışmamalarımızı hatırlıyorum da herhalde gerçek adını kullanan yoktu aramızda. Ama sonradan öyle bir güven oluştu ki en özelimiz denilecek bilgilere hiçbir engel olmadan erişebilme fırsatını verdik birbirimize. Çünkü hepimiz aynı yolun yolcusuyduk ve hepimiz neredeyse aynı yollardan geçmiştik. Kendinize benzeyen insanları bulduğunuz anda bir anda aileniz gibi oluyorlar. Hatta aile tanımı biraz hafif kalır. Ayrıca şu da var ki, MEŞCİ bireyleri birbiriyle duygusal ya da cinsel ilişki kuramaz. Bu bir yasaklamadan ötürü değildir asla, kardeş gibi gördüğünüz kişilerle bu gibi ilişkileri kurmak isteseniz bile imkansızdır. Aramızdaki iletişimi çekici kılan noktalardan biri de kimsenin birbirini yargılamıyor olmasıdır. Bir bireyimizin söylediği şeyi saçma görmeyiz, yadırgamayız, o kadar ki bunu bir yarışa çevirip tezleri çürütmeye bile çalışmayız. Neden saçma sapan tartışmalar yapar ki insanlar zaten. Karşınızdaki kişiden ihtiyacınız olanı alırsınız ama neden ihtiyacınız olmayan şey ile vaktinizi öldürürsünüz şaşarım. Sayfalarca yazsam dahi aramızdaki iletişimi net bir şekilde anlatmış olamam herhalde.

   Son olarak bana e-postalar gönderen okurlarıma seslenmek istiyorum. Lütfen benimle iletişim kurarken yukarıdaki söylemleri dikkate alın. Benden çekinmeyin, sizi yargılamayacağım, bana ne kadar kötü biri olduğunuzu da anlatmaya çalışmayın. Asıl kötü olan bizler değiliz, düşünme yoksunu insanlar kötülerdir. Hikayenizi yazın sadece, özgürce...

Emre Furkan Saraç
visnesuyu94@gmail.com
facebook.com/efsarac

7
Ütopik Bir Cemiyet: MEŞCİ TOPLULUĞU

   Cemiyet kurulum aşamasında sayısız yazı yazıp yayımlamıştım. Nihayetinde birkaç arkadaşla beraber iyi kötü bir oluşum kurmuş olduk.
Yaşanmış birkaç olay ve kendi korkularım neticesinde cemiyetten ayrılmıştım. Lakin geçmişiniz siz isteseniz de istemeseniz de peşinizi bırakmıyor. Aradan belki de bir yıl geçtikten sonra kendimi yine bu oluşumun içerisinde buldum. Aslında farkettim ki bedenim terk etmiş olsa da ruhum terk edememişti. Sadece kısa bir ara vermiş oldum kısacası. Ama şu da var ki MEŞCİ' Topluluğu'na katıldığınız andan itibaren bir daha ayrılma gibi bir şansınız yok. Zaten bir insan niye ayrılmak ister ki böylesine kutlu bir ülküden.

   Geçenlerde bir arkadaşım bu cemiyetin ne olduğunu, nasıl işlediğini ve amacının ne olduğunu sordu. Tabii ki sırlarımızı paylaşacak da değildim. Ben de ''amacımız dünyayı daha iyi, yaşanılacak bir yer haline getirmek'' dedim. Söylediklerim yalan mıydı? Hayır, katiyen değildi. Fakat bu ütopik geleceği gerçekleştirmek için iyi ya da kötü her şeyi yapabileceğimizi de belirtmem gerekirdi belki de. Yedi milyar insanın kötü bir dünyada yaşatmaktansa onda birini daha iyi bir gezegende yaşatmayı tercih ederim. İyiye ulaşmak için uygulanan yöntemin de iyi olması elbette tercih sebebidir. Fakat başka bir yol kalmadıysa diğer yollar elbette mübahtır.

   MEŞCİ Toğluluğu hayalimdeki gibi işliyor mu? Hayır. Oysa kendimize özel çeşitli ritüeller üretmiştik. Bu ritüeller, kutsal olduğuna inandığım ve en baştan beri gizlilik içinde yürütülmesini arzu ettiğim cemiyetimizin kurallarına ve ilkelerine sadık kalmamızı sağlayan en önemli etmenlerdendir. Şu an sayımız bir mi, iki mi, ve yahut çok mu? Gerçekten hiçbir fikrim yok. Ama umudum, başlatmış olduğum bu harekette, bizim gibi davasına sadık insanların çoklaşması ve içimizdeki öğrencilerin her geçen gün kendilerini daha da geliştirmesidir.
   
   Ben dahil, bu hareket adına sözler sarfeden herkes kendi düşüncesini açıklamış olmaktadır. Bu cemiyetin temelinde de bu düşünce en önemli ilkemizdir. Herkes hiçbir baskı altında kalmadan, özgürce kendisini ifade edebilmelidir. Bu noktada sarfedilen sözlerin diğer insanlar tarafından nasıl karşılanacağı bir önem arz etmemektedir. Çünkü gerçekten yanlışlığı olan bir söylem bile bize, hakikate ulaşmada önemli ölçüde yol katettirebilir.

   Peki MEŞCİ Topluluğu bireyleri bu ütopik fikirleri hayata geçiriyor mu? Haydi özelimize inelim o halde. Öyle bir ortam düşünün ki hiç kimseden sırlarınızı, duygularınızı ya da düşüncelerini saklamak zorunda değilsiniz. Bir bireyin diğer bir birey hakkında iyilikten başka bir şey düşünmediği, kirli oyunların tezgahlanmadığı bir yer düşünün. Ya da dışarıda oynadığınız roller için taktığınız binbir türlü maskeyi bir kenara atıp, gerçek siz olduğunuz bir mekan düşünün. İşte biz buyuz. Saçma olduğu düşünülebilecek şeylerden harika fikirler üretebilen, bağnazlıktan ve dogmalardan uzak aydın bir topluluğun ilk adımlarıyız biz.

   Son zamanlarda yaşanan hadiseler üzerine belirtme gereği duyuyorum ki, MEŞCİ Topluluğu bireylerinin yaptıkları açıklamalar düşünülmemiş, rastgele, saçma veya çocukça açıklamalar değildir. Bireylerimizin bizi kapsayacak şekilde yaptıkları açıklamalar her zaman kelimelere odaklanarak anlaşılamayabilir. Hatta öyle ki, bulunduğumuz yerlerde, üye olduğumuz gruplarda bizi temsil ettiği ya da kendimizi ait hissettirdiği için değil, ulvi amaçları gerçekleştirmek için bulunuyoruz. Fakat akli melekeleri eksik olan ve bu nedenle yeterince derin düşünemeyen varlıklar, bizim söylediklerimizi ve yaptıklarımızı anlayamazlar.

   Yazılan bu satırlarda kendinizden bir şeyler görebiliyorsanız siz de bizden biri olmaya adaysınızdır. Öyle ki gerçekten derin düşünebiliyorsanız bizi nerede bulacağınızı da öğrenebilirsiniz.
            
Saygılarımla,

Emre Furkan Saraç
visnesuyu94@gmail.com

8
Emre Furkan SARAÇ / İtiraf
« : 25 Haziran 2014, 03:01:15 öö »
Yazılarımda hep aktif rolüne sahip olduğumu ima ettim. Belki de defalarca aktif olduğumu söyledim. Fakat itiraf ediyorum ben aktif değilim. Pasif bir eşcinselim ya da bilmiyorum pasif bir biseksüel. Çok karışık bu duyguları çözme işi. Bu kadar zamandır HK'ya aktif olduğumu söyleyip durdum. Yalan söyledim, hem kendime hem de ona. Çünkü pasif olduğumu söylemek acı veriyor bana. Çevremdekiler aktif olduğumu biliyor, aktifim deyince hiç olmazsa ''ya ne olacak benim de arkadaşım(!) travestiyle beraber oldu'' yanıtını alıyorum. Lanet olsun ki, ben pasifim. Porno izlemeden kendimi tatmin etmemin de maalesef bir yolu var. Bir erkeğin benimle birlikte olduğunu hayal etmek fakat pasif olarak düşünürsem tatmin ediyor maalesef. Şimdi bu satırları yazarken bile utanıyorum kendi kendime, sen nasıl pasif olursun olum diye. Ah Murat ah! Hepsi senin yüzünden.

Arkadaş ne kadar engellersem, ne kadar terapiye gidersem gideyim atlatamıyorum bu sorunu. HK kız bul hoşlanacağın diyor, ulan tamam bulduk bu sefer o reddetti ona karşı duygularımı sezince. Başkasını bulduk o da aynı oldu. Bir başkası diye diye geçiyor bu. Benden hoşlanan kızlardan da ben hoşlanamıyorum yani ne yapayım. Hele ki bir kadını çıplak hayal etmek, iğrenç abi! Şekilsiz bir vücut, böyle vıcık vıcık bi şey, yumuşak hatlarla donanmış saçmalık daniskası, güncellenmemiş versiyon. Oysa erkek; belirgin hatlara sahip, sert, biçimli, oranlı vs. vs. Çok şey var yazılabilecek. Nasıl olur da kadından cinsellik beklenir anlayamıyorum. Duygularıma da mantığıma da ters.

Şimdi ne yapayım onu da bilemiyorum, ben anal ilişkiye karşıyım. Bu yüzden beraberlik kurmuyorum, sevgilim olsa mutlaka ailem rüyasında görüyor. Gariptir ki evet rüyalarında kötü yolda olduğumu görüp duruyorlar sevgilim olduğu müddetçe. Ya tut ya bırak beni diyorum sürekli. Hem erkeklerden hoşlandırıyosun hem de yaklaşmama izin vermiyosun, kedi-ciğer misali. Diyorum ki tamam ulan hayatı cinselliğe indirme duygularına da hakim olmaya çalış, siktir et diyorum. Olmuyor kardeşim olmuyor, benim abi arayışım var, cinsellik değil mesele zaten. Abi profilime uyan kişinin hayatına sahip olma, onun da benim hayatıma sahip olması. Olay bundan ibaret, dokunma sınırı olsun istemiyorum. Tamam dokunmayayım yine, ama dokunabileceğimi bileyim sınır olmaksızın. İşte dostlar, bizim farkımız insanlar gibi kendimizi ve Allah'ı kandırmaya çalışmamamız. Şimdi ben tövbe de etmiyorum, etmem tabii. Yine yapacağımı biliyorsam kimi kandırmaya tövbe edeceğim.

Lanet olsun! Eve kapansam olmuyor, erkeklere yaklaşsam olmuyor. Çünkü doyum vermiyor anlıyo musun? Benim duygusal açlığım var, bugüne kadar bir kişiyle, bir gece doyurdum bu açlığı, Ah Akın Ah! Cinsel bir şey yaşamadık zaten istemiyorduk da. Ama birbirimize sahiptik, o kadar doyurucu bir duyguyu yaşamadım bir başka zamanda. Açım ulan ben, sevgiye açım! Sevgi istiyorum, birinin beni korumasını istiyorum. Öbür dünyada huri istemiyorum ben. Gılmanlar olsun ama huri vazifesini görsün. Olmayacaksa ne lüzum kalır cennete standartlar içinde.

Şimdi gelsin bir insanoğlu baby-facelere karşı koyduğunu söylesin, yalan söylüyor hocam inanmam. Benim durumumu bilip içki içen kim varsa benimle mutlaka cinselliğe kayıyor. Bebek yüzlü, sevimli erkeklere karşı koyamam ben duygusal olarak kimse kusura bakmasın. 100 terapi de olsa bunun değişeceğine de inanamıyorum. Onlar benim gözdelerim.

Sonra diyecekler ki kurtulmak istemiyorsun ki sen bundan. Daha iyisini getirdin de ben mi kabul etmedim? Tercih şansı verdin de ben mi tercih etmedim? Hoşlanamıyorum hiçbir şeyden onlar kadar. Kurtulmak istesem de dinimiz gereği yapamıyorum işte. Bak sabreder bastırırım bu duyguları, arzuları burada. Ama bilmek isterim öbür dünyada verilecek mi bana bunlar. Yoksa ne diye çektim bu kadar çile bir hiç uğruna. Anlamsız kalır gerçekler güzelliklerinin yanında.

Saçmaladık yine biraz, ama ihtiyacım vardı gerçekten. Zihindeki şeyleri yazıya dökmek haz veriyor insana.

Emre Furkan Saraç

9
Emre Furkan SARAÇ / Umarım Son Yazım Olur!
« : 13 Ekim 2013, 05:33:31 öö »
Ernesto'nun tavsiyesi üzerine bugün Prayers for Bobby filmini izledim. Ona ''ağlamak istiyorum, bu film beni ağlatır mı?'' diye sordum. ''İntihar etmek istersin filmi izledikten sonra'' dedi. Şaka yapıyor sanmıştım ama şuan anladım ki gerçekten doğru söylüyormuş. Lanet olası hayatım ne psikoloğa gitmekle normalleşti ne de 5 vakit namaz kılmakla. Bana hep ''gey olmak günahtır, böyle olamazsın, bizim ailemize yakışmaz bu'' denildi sürekli. Ama bıktım bu saçma şeyleri duymaktan. Gerçekten artık rol yaparak yaşamaktan usandım. Ya bir karar alıp eşcinsel olarak yaşayacağım yada hayatıma son vereceğim. Yatay geçiş yapıp yeni üniversiteme geldim ve herkes beni dünyayı umursamayan ''cool'' biri olarak tanıyor. Hocaları önemsemeyen, lanet olası hiçbir şeyi önemsemeyen insan. Kendine güveni tam, insanları kendisinden aşağı gören siktiğimin bir ukalası olarak görüyorlar beni. Düşününce gerçekten öyleyim. Ama eşcinsel olmaktan kurtulmaya çalışmak benim kendime olan güvenimi sikip atıyor açıkçası. Çünkü suçluluk hissediyorum sürekli. Artık ya kabullenmeliyim bu durumu yada intihar etmeliyim yoksa. Diğer gerizekalı heterolar gibi olacağım. Farklı olmaktan korkan aşağılık insanlar sürüsü. Hayal etmekten korkan insanlardan nefret ediyorum. Sisteme uymayı kabul eden insanlardan nefret ediyorum. Her ne kadar kendimden başkasını düşünemeyecek durumda olsam da, benim kadar bile başkalarını düşünemeyen insanların varlığı adına kendimden utanıyorum. Ahmak insanlar, her şeyi olduğu gibi kabul ediyorlar. Ya benim gibi insanlar... Benim gibiler için sadece iki yol vardır, asla gri rengi yoktur. Ya yaşarsınız ya da ölürsünüz. Yaşayamıyorsak sürünmenin ne manası var? Yok Allah bizi imtihan için göndermişmiş, bu yüzden sıkıntılara boyun eğmeliymişiz. Kardeşim ben anlamam öyle şeyler, Allah sana sıkıntıdan kurtulma yolunun da olduğunu söylemiş. Neden onları aşmaya çalışmıyorsun? Ya bizim gibilere? Bizim gibilere bir sikim yol yok arkadaşlar. Biz tevratta bahsedilenleriz, biz incilde bahsedilenleriz, biz kuranda bahsedilenleriz. Bizim için ölüm var, taşlanmak var. Babama eşcinsel olduğumu söylediğimde, bunun için cezanın islam açısından bakıldığında ölüm olduğunu söyledi. Ah keşke, peygamber yaşasaydı da benim cezam ölüm olsaydı. Ama ne var ki, şeriat yok. Benim cezamı verecek kimse de yok ama ben de kendi canıma kıyamıyorum. Bu ne biçim saçma çelişki be. Ben cezamı istiyorum kardeşim, kim alırsa alsın umurumda değil. Eğer islam varsa ortada benim canım ahanda ortada. Hani canımı alan? YOK MU HALA BİR GELEN?
Lanet olasıcalar ben de kıyamıyorum canıma. Bak karar verelim, eşcinsellik yasak değil mi? Evet, yasak! Cezası ne islamda? Ölüm! Tamam peki öyleyse madem öldürecek kimse yok beni o zaman kendi canıma kıyayım olur mu? Hayır, intihar büyük günahtır! Tamam o zaman lanet olasıcalar, o zaman izin verin de kendim olarak yaşayayım olur mu? Hayır, eşcinsellik haram, bize yakışmaz. Sen 5 vakit namazını kılmalısın. Mutlu değilim rol yaparak ama. Olsun bu imtihan. Haydaa yine mi başa döndük. Ne bok yicem o zaman ben? Sabret, sabret, sabret. Tamam sabredeyim ama yalnız sabretmeyeyim bari. Bi işaret göndersin bana Allah, ne bileyim benimle iletişim kursun bir şekilde. Onun dostluğuyla belki sabrederim. Ama bu da olmuyor, illa ki kendi başıma sabretmeliyim. Yok kardeşim, ben sıkıldım yalnız olmaktan. Allah'ın varlığını reddetmiyorum çünkü var biliyorum. Ama keşke diyorum, keşke, varlığını bilemeseydim de hiç olmazsa bu dünyada rahat yaşasaydım. Zaten yanacağım öbür dünyada. Bir de bu dünyada işkence çekiyorum şu işe bak be. Ne kadar talihsiz bir insanım. Korkağın tekiyim ben, intihar etmekten korkuyorum. Öbür dünyadan korkuyorum ama her iki türlü de öbür dünya yakacak beni en derinliklerime kadar. O zaman sonsuzluk + 60-70 yıl olacağına, sadece sonsuzluk olsun. Çünkü 60-70 yıl fazladan yanmak aptallık olur. Bir de burada ne olduğunun farkında olmadan yanıyorum. Orada hiç olmazsa derim ki, evet ben şundan, şundan dolayı yanıyorum. En azından yaptıklarımın cezasını çekmenin verdiği huzurla yanarım. Suçluluk psikolojisi olmaz. Bazen diyorum çek git hiç kimsenin tanımadığı bir yere yaşa özgürce. Ya çok mu zor bir araba falan çarpsa, ne bileyim deprem falan olsa da ölsek. Yada vazgeçtim, bütün sülalem ve tanıdıklarım ölsün en azından, çünkü ben ölmüyorum. bari eşcinsel olarak yaşamak için bahanem olur. Ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum falan derim.
Neyse biraz huzurluyum en azından anneme, o dahil hiç kimsenin yada hiçbir şeyin umurumda olmadığını söyledim. Dürüst oldum ona karşı. Tanıdıklarım bana yük olmaktan başka bir boka yaramıyorlar. Evet bencilim, var mı ötesi? Bu kadar yıldır bencil değildim ne geçti elime? Bir bok geçmedi değil mi? O zaman ne sikime düşüneceğim bu insanları. Kendimden başkasını, banane kardeşim, herkes kendini düşünsün.

Düşünme aşamasındayım hala, ilaç mı daha iyi seçenek, yoksa silah mı? Ya da bayramdan sonra mı önce mi ölmeliyim?

Evet lanet olası, pes ettim, PES! Yendin beni mutlu musun? Nasıl bir duygu acaba bütün gücü elinde bulundurup küçük oyuncaklarınla eğlenmek. Yok et beni diyorum, tık yok. Benim lehime hiçbir şeye ''TIK'' yok. Ben senle savaşmıyordum ki, biz iyi anlaşabilirdik ama sen savaş başlattın bana karşı. Oysa bende olan yada olmayan her şey sende var zaten. Daha fazla neyimi istiyorsun ki? Canımı istiyorsan al o da senin zaten.

Hani filmlerde gördüğümüz bazı sahneler vardır. Adam intikam için gider fakat bakar ki, acı çekiyor karşısındaki. Vazgeçer öldürmekten, böylece yaşayarak daha fazla acı çekecektir. Hah benimkiyle bu olayın tek farkı, ben kimsenin ailesini falan katletmedim, intikam alınması gereken bir şey yapmadım. Çek şu lanet tetiği!

10
Diğer yazılarımı ''eşcinsel'' olduğumu kabul ederek yazmıştım. Bu yazımı da biseksüel olduğumu kabul ederek yazmalıyım galiba. HK biseksüelsin artık bu bir gelişme dedi. Evet erotik olarak erkekleri hayal ederken duygusal olarak kızlara yönelebilme benimkisi henüz. Rol yapmak zarar veriyor. Biraz daha özgür takılmak lazım gibi geliyor bana hep. Çünkü üzüntü ruhu tüketiyor. Gay cafe'lere takılmaya başladım bu aralar ama bir amacım, bir beklentim yok buralardan. Sadece incelemek istiyorum eşcinselleri ve kimseyle konuşmasam bile, beni anlayabilecek insanlarla aynı yerde olmak beni mutlu ediyor. Eşcinsel olup da yakışıklı olan insanları görmek de ayrıca göz zevkime hitap ediyor tabii, bu da ayrı bir mesele. Daha demin bir konuşmaya kulak misafiri oldum. Cafe sahibi, eşcinselerin sevgili olamayacaklarını sadece kısa süreli ilişkiler kurabileceklerinden bahsediyordu. Yani her şey cinsellik boyutunda. Burada bir eksik var işte, görün artık bunu.  Geçici mutluluk istiyorsunuz hepiniz. Sürekli daha yenilerini isteyeceksiniz. Ben bunu uyuşturucu olarak görmeye başladım iyice. Başlarsınız sonra dozu artırırsınız ya hani, aynen böyle eşcinsellik de bana göre. Tatmin olma diye bir şey yoktur. Fakat kendinizi avutursunuz, porno yıldızlarıyla. Bir yandan da o porno yıldızları gibi kişilerin gerçek hayatta varolmadıklarına şahit olursunuz. Var olduklarını bile görseniz onlara yaklaşmaktan korkarsınız. Şuan öyle bir aşamadayım ki kızlar ve erkekler eşit konumda gözümde. Kızlardan hoşlandıklarıma da erişemeyeceğimi düşünüyorum, aynı şey erkeklerden hoşlandıklarım için de geçerli. Gerçi ince bir ayrım var, kızlardan cinsel olarak nefret ediyorum. Her neyse ben hoşlandıklarıma ulaşmak için bir çaba göstermediğim gibi, hoşlanmadıklarımla da iletişim kurmuyorum haliyle. Derken kendimi yalnızlık içinde bulmam gayet normal bir şey. Düşündüm de cesaret edememek de değil bu.

Bir adam 20 yıl hapis yattıktan sonra serbest kalıyor, ardından kuru sıkı tabancayla bir mağazaya soygun için giriyor. Ateşliyor kuru sıkıyı falan, fakat herhangi bir şey çalmadan geri çıkıyor ve teslim oluyor. Polisler onun ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamıyor. Amirleri onunla konuşuyor en sonunda. Adamın cevabı beni özetliyor sanki.

- İçeride o kadar uzun süre geçirdim ki artık dışarıda mutlu değilim. Burada yaşamayı beceremiyorum. Hapishanede yaşamak benim için daha kolay.


Bu beni gayet iyi özetliyor...
Ben o kadar uzun süre yalnız kaldım ki artık biri beni zorla çekmeden bu yalnızlıktan ben kendi isteğimle çıkmak niyetinde değilim. Ben yalnız olarak yaşamayı biliyorum, öğrendim ama yalnız olmazsam nasıl yaşarım sorusunun cevabını vermeye hazır değilim henüz.
Hem yalnız olmak istemiyorum hem de yalnız kalmaya alıştım.
Evet ben hala birinin beni bu yalnızlıktan zorla çekmesini istiyorum. Bir hayatımız olsun beraber istiyorum ama korkuyorum tabii. Zavallı ben...

Vişne suyunu hangi kafayla yazmıştım merak ediyorum gerçekten. Herkes beğendi arkadaş, ben hala neden beğendiklerini kavrayabilmiş değilim. Ben asla bir vişne suyu daha yazamam bu yüzden.

Samimiydi galiba vişne suyu. Bunları yazarken kendime bile dürüst olamıyorum. Çünkü korkuyorum eskisi gibi olmaktan. Ama dediğim gibi istediğimi yapıyorum şuan. Bir gay cafede kimseyle iletişim kurmadan oturuyorum. Bu da biraz daha dürüst yazmamı sağlar belki. Hayır ben dürüst de olamıyorum. Kendimi kandırmayı çok güzel beceriyorum. Bugün istediğim şeyi yapmaktan vazgeçiyorum ertesi gün. Şizofren miyim acaba ben. Yada başka bir şey miyim? Ben neyim? Kimim ben?

Lanet olsun!!! Kaçmak istiyorum buralardan yine. Dağa kaçmak istiyorum. Bi kulübem olsun, bi de köpeğim. Yalnız yaşayan insanlar olur ya filmlerde, ben onlardan biri olmak istiyorum. Kolay bir hayat istiyorum. Yaşım ilerledikçe daha da zorlaşıyor çünkü. Ama ben önceki sınavları geçemediğim için, sürekli yığılıyor yeni dersler. Her yıl bana birkaç ders daha yüklüyor. Ben de kolaylık istiyorum haliyle. Bir tez sundular bana, kaçmak eşcinselliği tetikler diye. Peki ben kabul ediyorsam erkeklere olan duygularımı daha fazla ne tetiklenebilir ki?
Tamam denedim, bi kız arkadaşım olsun istedim. Denedim en zorunu seçtim, kaybettim. Hep kaybettim. Kaybetmek alışkanlık çünkü. Aman be!!!

iletişim: visnesuyu94@gmail.com

www.facebook.com/efsarac

11
23 Mart 2013 Cumartesi Terapi İçeriği

Bugün HK ile eşcinselliği tartışmadık pek galiba. Sanki eskiden konuştuklarımızdan birkaç adım daha ileride hissettim kendimi. Ama hala eksikler var tabii, terapileri dinleyip not alma işlemini henüz tamamlamadım ve şunu farkettim ki üzerinize istemli yada istemsiz yüklenen sorumluluklarınızı yerine getirmediğiniz zaman bu sorumluluklar zihninize çok ağır bir yük oluyor. Adeta pişmanlık yaşıyorsunuz yerine getirmediğiniz her sorumluluk için. Verilen sorumluluğu yapmadığınız vakit kendinize bir savunma oluşturup, o işi zaten yapmak istemediğinizi savunuyorsunuz fakat daha sonra kararsızlığa düşüyorsunuz. Acaba gerçekten o işten hoşlanmadığınız için mi yoksa yapamamaktan korktuğunuz için mi o işi yapmadınız diye. Açıkçası hangisi olursa olsun içinizde bir yük kalıyor yine de. En azından benim içime yük kaldı hepsi. Şirkette çalışmayı bırakmam, HK'nın verdiği ödevleri yerine getirememek, derslerde çalışmamaktan kaynaklanan bilgi yetersizliği, konseyde dergi yöneticiliğini bırakmam vs. vs. Bu örnekler uzar gider galiba. Ama pişmanlık da büyüdü içimde keşke tembellik yapmasaydım yada korkmasaydım da bu sorumlulukları hakkıyla yerine getirip ''başardım'' diyebilseydim. Tembelliğim korkumdan kaynaklanıyor ama. Başaramama korkusu...

Hani düşündüm bazen benim yanımda olacak bir destek, beni sevecek ve kararlarımda destekleyecek bir destek belki beni bu işleri başarmamda teşvik edebilirdi. Ama bu da değil sorun galiba. Çünkü öğrenci konseyinde ''dergi patronluğu'' koltuğuna oturttukları zaman beni herkes bana gerçek patronmuşum gibi davranıyor ve beni destekliyordu. Sonuç?

BAŞARAMADIM...

Lanet olsun be... konseydeki adamların yüzüne bakınca ''başaramadın'' dediklerini hissediyorum bu yüzden yüzyüze gelmemeye çalışıyorum elimden geldiğince. Küçükken herkes zeki olduğumu vurgulardı, şimdi de girdiğim işlerde herkes başarabileceğimi düşünüyor ama lanet olası ben, bir tek ben düşünemiyorum bunu. Çünkü onlardan iyi tanıyorum kendimi. Dışarıdan belki kültürlü, ne yapmak istediğini bilen biri gibi görünüyorum bu işlerde (evet gerçekten öyleyim) ama gel gelelim ilk başta ben de öyle düşünürken sonradan korku kaplıyor içimi. Zeki olup olmadığıma bile emin değilim artık. Başaramıyorum çünkü. Ya gerçekten başaracağım alanı bulmadım yada gerçekten başarısızım ve gerizekalının tekiyim. Ama sormadan da edemiyorum kendime ''arkadaş madem gerizekalıyım neden bu kadar çok düşünüyorum ve bu kadar sonuç çıkarıyorum, bir gerizekalı bunları dert etmez, peki madem zeki isen neden başaramıyorsun'' diye.
HK tembellik diyor ama tembelliğin altında ne yatıyor, gerçekten merak ediyorum. Eskiden bir işe kalkışıp başarısız oluyordum ve başarısız olmaktan korkuyordum. Şimdi ise artık işe kalkışmaktan korkuyorum. Eğer bunu ''tembellik'' olarak adlandırıyorsak,

EVET BEN BİR TEMBELİM.

Bir de Merve var tabii. Üniversitenin başından beri ona duyduğum platonik aşkla kavrulduğum ''MERVE''. Onun yerini başka kızlarla doldurmaya çalıştığım fakat onlarda da başarısız olduğum ''MERVE''. Onu asla elde edemeyeceğim diye düşünmeden edemiyorum hep. Çünkü hep şöyle duydum ben; ''ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden''.  Ben direk olarak ''muhteşem'' olarak tabir edebileceğim ve hayalimde bile elde edemeyeceğim bir kıza vurulmuştum. Ama bu kız farklıydı be, ortam kızı değil bu. Ha, 5 ay geçti peki ben neden bu kızla yen yeni kantinde oturabilmeye başladım. Neden konuşabilmeye başladım. Aslında olaylar serisi bu ama kalem kırılmadığı sürece yazarım ne de olsa arkadaşımın tabiriyle ''işsizim''.

Her şey merveyi ilk görmemle başladı, ''işte hayalimdeki kız bu'' dedim. Ama aşk olması için tabii ki ulaşamamak lazım değil mi? Haliyle ben de ulaşamayacağımı düşündüğüm kıza aşık oldum. Aslında tek olsa belki ulaşamayacağım bir kız değildi fakat yanındaki arkadaşlarından korkuyordum. Çünkü aşağılar gözle bakıyorlardı. Kadınlardan korkuyorum abi. Tanımadığım yaşıtım olan bir kız beni aşağılasa sesimi çıkaramam abi, korkarım, ürkerim, tırsarım vs. vs. Her neyse 2-3 ay mervenin arkasındaki sıralara oturup onu izliyordum da sonra farkettim ki yanındaki aşağılık kızlar aslında onu da dışlıyorlar. Aralarında sadece fiziksel bir birliktelik var. Merve onlarla aynı değildi, hem de kesinlikle. O kadar gidip geldik HK'ya. Bilelim o kadarını da yani. Her neyse ben cesaret alıp merveye mesaj attım en sonunda. Çok soğuk takılıyorsun selam bile atamıyorum sana. Hatta zaten yanına bile yaklaşmaktan korkuyorum o kızlar yüzünden. Çok aşağılayıcı bakışları var dedim. Evet öyleler ben de mecburen onlarla takılıyorum dedi. Ağır ağır dedik ya hani, aradan bir hafta geçti ikinci bir mesaj daha attım, sana buradan yazabilmeme rağmen yüzyüze iken dilim tutuluyor diye. Çünkü sen selam atmıyorsun benim yanımdan geçerken, çünkü sen tepki vermiyorsun ben selam attığımda. Çünkü rahatsız etmek istemiyorum selam attığımda, hem de muhabbet aşamasına gelmemiz için selam faslını geçmemiz lazım dedi. Ben de bu gidişle selam faslını asla geçemeyiz dedim. Evet dedi.
Son şans dedim giriştim kurbana. En azından öğle araları tek başına oturma çok rahatsız oluyorum dedim. O da sen neden rahatsız oluyorsun dedi, hani sanane dercesine. ALLLAHH dedim içimden, benim konum lan bu. Acılarımdan gireyim dedim hemen. Çünkü ben de yalnızdım bir zamanlar böyle, bu yüzden yalnız birini görünce içim acıyor, ağlayasım geliyor dedim. Eskiden arkadaşlarım tarafından ezilirdim dedim. Sende onu görüyorum ve beni rahatsız ediyor dedim. Tabi bilinçaltımda burası böyle, zaten bu yüzden bu kızı sahiplenmek istiyorum ama aşığım sana diyemedim ya la!
O da beni anlattın dedi. Hep ezildim dedi. Tencere kapak misaliyiz aslında biz ama o bunun henüz farkında değil. Ben onu ondan iyi tanıyorum çünkü kendimi onun kendisini tanıdığından daha iyi tanıyorum. Gel zaman git zaman biz kantinde beraber oturmaya, hatta derslerde beraber oturmaya bile başladık. Bu aşama bile beni mutlu etmeye yetiyor demek isterdim fakat. Bu kız konuşmuyor be abi. En azından ortak konumuzu bilecek kadar iyi tanımıyorum henüz onu. Tanısa sever o da beni aslında bee...
Ben ki yatay geçişle memleketime dönüşü düşünürken onunla 2 ayda nasıl yakın olacaktım. Hatta yatay geçiş yapmaz isem bu kız için yapmam diyecek kadar seviyorum galiba onu. İstanbul benim için ''O'' olunca daha anlamlı oluyor sanki.
Bir de kızlar güçlü erkekleri sever olayı var ya, lanet olası olay. Şimdi onun için güçlü görünmek zorundayım. Siyasete bile ilgim tekrar kabardı bu yüzden. Aktif olmak istiyorum, sosyal olmak istiyorum. Fakat bu kızla aramız olmazsa hepsi başarısızlıkla sonuçlanacak diye girişmek istemiyorum hiçbir sosyal faaliyete. Yazmak rahatlatıyor insanı bee... Ah bir de ellerim daha hızlı yazsaydı da cilt cilt kitapları doldursaydım yazacaklarımla.
Ah merve ah, acaba birgün birbirimiz için yaratıldığımızı anlayacak mısın? Ruh ikizi olduğumuzu anlayacak mısın? Anlarsın belki birgün ama çok geç olmadan anlasan ne olur? Ben gitmeden anlasan ne olur ha?

Vişne zappingi yapalım biraz. Vişne Suyu yazımı yazdıktan sonra, neden vişne suyu içmez oldum ben. Neden vişne suyunu bırakıp da espresso içmeye başladım ben?
Oha lan çözdüm olayı, okulda benden başka espresso içen bir kişi daha var o da çok sosyal biri. 1 sebebi bu galiba, diğeri de espresso içmenin beni farklı kılması.
Merveden korkmuyorum bu sefer, ama onu elde edemeden kaybetmekten çok korkuyorum. Edememekten de ayrı bir korkum var tabii. Ne olurdu o beni desteklese ben onu desteklesem, birbirimize özgüven aşılasaydık? Aman be!!! Çok romantik film izledim bu aralar, ağlamaktan ayrılıklardan bıktım. Korkuyorum yine yalnız kalmaktan. Düşündüm de yalnız kalmadığım hiçbir zaman olmadı ki. Etrafımdaki insanların çokluğu beni daha da yalnız hale getiriyor. Evim diyebileceğim yer bile yok henüz, gittiğim yer evim oluyor. Murat'ın ailesinin evi, sezerin ailesinin evi, tekke, alperenin ailesinin evi, öğrenci evim. Nerede bulunursam orası evim oluyor. Kendimi oraya ait hissetmek istiyorum. Onları kendi ailemmiş gibi görmek istiyorum çünkü yalnız kalmaktan korkuyorum. Tabii hissedebiliyor muyum HAYIR!!!

Seyircilere de oynamak istemiyorum artık, beni okuyanlar için yazmak istemiyorum ki zaten okuyan da yok artık. Ah vişne suyu ilham perim nerelerdesin???

VZapping yapalım, HK 13 yaşındaki bir çocuğun seansına aldı beni bugün. Almayacaktı ama 1 saat bekledim alması için, aldı nihayet odaya bu sefer. Galiba bu sefer çok pot kırmadım. Destek verdim onlara, umut verdim. Hak ediyorlardı umudu çünkü. Ben hak etmesem de onlar hak ediyorlardı. Çünkü başarabilirdi o çocuk. Yolun başında henüz, 13 yaşında daha ne olsun. Keşke ben de 13'ümde gelebilseydim. Neyse başaramıyor olsam da hala en azından böyle küçük mutluluklar yaşıyorum ara sıra. O anne ne kadar mutlu oldu öyle. Sorunun çözülebileceğine gerçekten inanmıştı. Fakat ben terapiye girdiğimde asıl ''hasta'' beni s.klemiyor ya, işte o beni bitiriyor. Neyse bu sefer içimi döktüm söyledim neden dinlemiyorsun yüzüme bak lan diye. Telefonunu bırak yoksa kırarım onu dedim. En azından buna benzer cümleler kurdum. İçime attım attım nereye kadar lan. Bugüne kadar attım da ne oldu? Daha fazla ezildim, kalbim perçinlendi. Dağlar gibi yük bindi üzerime.
Şimdi HK bu yazı ne biçim karma karışık bir yazı diyecek belki ama vişne suyunun üzerine yazdığım samimi ilk yazım galiba. Arkadaş ben karışık yazmıyorum içim karışık. Okuyucu anlamış anlamamış banane. Ben kendim için yazıyorum diyorum ve yazımı burada sonlandırayım da rahat bir nefes alayım demek istiyorum. Bu ilhamla çok yakında yenisini de yazarım ben tabii.

iletişim: visnesuyu94@gmail.com

çoktandır mail almadım. bi mail atın da özledim sohbet etmeyi sizlerle değerli okur arkadaşlar. bi selam atsanız da olur, yazıdan bir şey anlamasanız da olur.

12
                     Müzik ve Karakter

Uzun süredir yapmayı bıraktığım şeye tekrar başlamam gerektiğini düşünmeye başladım. Yazı yazmak... Kimseye anlatılamayan, kendi kendine çözülemeyen olayları anlatmak. Yazdıkça yeni şeylerin farkına varıp, yapboz parçalarını yerine oturtmanın en iyi yolu yazmaktan geçiyor. Bunu yazdıkça daha iyi anlıyorum. Belki birgün bu yazıları biriktirip kitaplaştırma düşüncesi de yazmaya diğer bir etken tabi ki. Gelelim bugünkü ana temaya öyleyse.

   Ne zaman başladığını bile unuttuğum bir alışkanlığım var.Her sabah kampüse giderken Tchaikovsky dinlemek...
Uzunca süre klasik müzikler arasında seçim yaptıktan sonra Beethoven'ı, Mozart'ı, Bach'ı ve daha birçok ünlü klasik müzik bestekarını geride bırakan, dinlediğim her müziğinde beni farklı duygu maskelerine büründüren tek bir isimle karşılaştım, bu isim de tabi ki Tchaikovsky'ydi. Bu serüven ''Youtube'''da '' Best of '' adı altında yapılan araştırmalarım saatlerce süren klasik müzik konçertolarını dinleyerek başladı. Ama Tchaikovsky bir özelliğiyle diğer sanatçılardan ayrılıyordu sanki. Diğer sanatçılarda aynı müzik ritminin farklı notalarla ve zengin varyasyonlarla tekrar etmesi mevcut iken, Tchaikovsky'de her parça birbirinden özgün şekilde yazılmıştı sanki. Duyguların dışa doğru savrulması yada patlaması diyebilirdik adeta buna. Beethoven'ı örnek verirsek mesela birçok parçasında sanki yazılmak için yazılmış izlenimini oluşturuyor gözümde. Tabi bu büyük sanatçıların çok güzel duygular yüklü parçaları yok da değil. Fakat Tchaikovsky müziklerine duygularını, kalbinden geçenleri, sıkıntılarını anlatıyor sanki. Bunun üzerine her sabah '' The Best of Tchaikovsky '' adı altında hazırlanmış birbirinden derin, birbirinden anlamlı müzikleri dinlemeye başladım. Bu olay çok uzun bir süre devam etti aksatılmadan. Öyle bir hal aldı ki en son hergün takip ettiğim rotada aynı müzik bölümlerine geliyordum. Örneğin Peros'un önünden geçerken hep '' 1812 Overture '' parçasına denk geliyorum. Artık adımlarım, el kol hareketlerim, elimle yaptığım hareketlerin hepsi müziklerin ritmine göre oluyordu. Bu yüzden yolda bakanların '' Deli '' damgası koymaları hiç de garipsenecek bir durum olmaz benim için. Çünkü sürekli değişen parçalarla beraber, bazen ağlamaklı olurken bazen de çok mutlu olmam mümkün oluyor. Bir dakika içerisinde onlarca duyguyu aynı anda yaşamak mümkün oluyor sanki. Müziğe kendinizi kaptığınızda dünyayı farklı görüyorsunuz müziğin hangi bölümünde olduğunuza bağlı. Bazen insanların zararsız olduğunu düşünmeye başlarken bazen de onlara zarar vermek istiyorsunuz. Bazen bütün gözlerin üzerinizde olduğunu zannediyorsunuz. Kısacası, sizi kendi dünyasına çekmeyi başarıyor rahatlıkla.

   Gel gelelim bugün bir şeyin farkına vardım. Bu kadar çok dinlediğim bestekarın hayat hikayesini bilmiyordum ve haliyle araştırma gereği duydum. Tchaikovsky'nin hayatında eşcinsel damgası yediğini gördüm. Bu yüzden bu damganın ardından bir evliliği olmuştu fakat dokuz ay gibi kısa bir sürede sonlanmıştı bu evlilikleri hatta Tchaikovsky intihar teşebbüsünde bile bulunmuştu bu sırada. Gerçi hayatında bundan sonra da defalarca intihar girişimleri olduğunu görebiliyoruz. Bu açık ki Tchaikovsky bir müzik dahisi fakat bu özelliğini eşcinsel olmasına borçlu dersek yanılmış olmayız kanımca. Çünkü eşcinseller diğer insanlardan farklı düşünürler. Dünyayı farklı görürler ve diğer insanlardan daha üstün yetenekleri vardır birçok konuda. Genelde çok yönlü zekaya sahiptirler ve sorgulamayı severler. Zaten yaşadıkları ortam, inandıkları din onları sorgulayan bir insan olmaktan başka bir şeye dönüştürmez. Ya gerçekten Tchaikovsky benim düşündüğüm gibi aşırı zeki ve diğer bestekarların arasında üstat sayılabilecek bir noktada yer alıyor yada benim durumumla onunkinin ortak olması dolayısıyla ortaya çıkan bir durum. Onun müziğine duygularını katma olayını ele alarak ona verici dersek. Benim de oraya yansıttığı duyguları ortak paydalarımızdan dolayı algılamam ve müziği hissetmem de alıcı görevi görüyor diye bir tanım oluştursak bu da diğer bir ihtimal olur. Peki bu bir tesadüf olabilir mi acaba? Yaşamını incelediğimizde benim yaşadığım yada yaşamamın muhtemel olduğu şeyleri yaşamış olduğunu görürüz. O da eşcinselliğini bastıırmaya çalışmış fakat geçici olarak başarı elde etse bile uzun vadede karşısına çıkan sorunlarda açığa çıkması muhtemel ki ben intihar girişimlerinin bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Tchaikovsky'nin tanrı inancına sahip olup olmadığını bilmiyorum fakat gerek o inanca ters düştüğü için gerekse toplum baskısı ve kendisinin bu durumu kabul etmek istememesinden dolayı psikolojik bir bunalımda olduğunu düşünüyorum.
Bu kadar güzel müziklerini de bu dönemde yazmıştır diye tahmin ediyorum. Duygular güzel müzik bestelemeyi tetikler çünkü. Belki ben de birgün duygularımı klasik müzik besteleyerek dışa vurabilirim. Gelelim Tchaikovsky'nin ölümüne, 53 yaşında ölen Tchaikovsky sanıyorum ki bu durumun getirdiği ve en önemlisi kendisinden götürdüğü şeylerden ötürü hayatın bu zorluklarına katlanamayıp intihar etmiştir diye kanı ortaya atsam ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışılır fakat doğruluk ihtimalinin yüksek olduğunu kendi kendimi inceleyerek rahatlıkla ispatlayabilirim diye düşünüyorum.

   Bu olayı burada özetlersek bir kez daha, kafamdaki bir durum daha da netleşti ve insanın dinlediği bulunduğu dönemde dinlediği müzikle psikolojisinin doğru orantılı olduğunu kanıtlamış oldum kendimce.

13
Asosyalizm Akımı(Benden tavsiye okumayın!)


Çağımızın en büyük hastalıklarından biri galiba. Özellikle büyükşehirlerde ortaya çıkan bir durum gibi galiba. Dert ortağı olmak vardı eskiden, dostluk vardı.

Koskoca şehirde yapacak bir şey bulamayan ve evine kapan yada belli mekanlar haricinde hiçbir yere gitmeyen, sosyal aktivitelere katılmayan insana asosyal denir. Bugün HK'yla konuşuyorduk bu konu hakkında ama durun önce bomba bir haberim var. Ben dışarıda beklerken içeride bir danışan vardı. Neden danışan diyoruz bilmiyorum, etikmiş herhalde. Ama bildiğin hastayız lan biz. Yaşam koçu olsa HK danışan olurduk belki ama hastayız biz hasta. Neyse bir seferinde annesiyle beraber bir danışan gelmişti terapiye, annesi dışarıda bekliyordu, ben bütün suçu annesine yükledim. Çocuk yetiştirmeyi bilmiyorsunuz, sevgi kölesi yapmışsınız onu falan diye salladım durdum. Kadıncağız haklısın dedi ama moral gitmişti tabi. Bu arada sevgi kölesi güzel bir tabir oldu gerçekten kendimi huzurlarınızda alkışlatmak istiyorum. Her neyse sonra anneyi çağırdı HK içeri. Derken ardından beni de çağırdı ben de çağırsın diye bekliyordum zaten. Bu çocukla ilgili yazmıştım baya o zamanlar. Annesi okumuştu büyük ihtimal. Sözde benim terapiye katılmam onları şevklendirecekken, tahminime göre terapiden çıkışta ana-oğul Bakırköy'e gittiler. Bugün terapi için beklerken içeriden 15 yaşında olduğunu öğrendiğim bir genç ile annesi çıktı. HK çağırır diye bekliyordum oysa, ama can sağlığı dedim belki de burada olduğumu unuttu.
Geldi sıra bana. Girdim terapiye arkadaş, HK hemen dedi zaten, seni içeri çağırmayı düşünüyordum moral olsun onlara diye. Sonra HK'nın içindeki bir ses kendine gel HK dışarıdakinin kim olduğunun farkında mısın? gibi bir soru sormuş. Çok da iyi sormuş, valla peşin peşin söyleyeyim, ezerim onları, yerin dibine sokarım. Morallerini alt üst ederim. Siz yokken biz vardık ulan derim. Ne bileyim doğaçlama yaparım bir şeyler işte.

Asosyalizm diyorduk tabii biz. Geceleri uyumayan, sorumluluk almaktan çekinen, sorunlardan kaçan, kısacası sosyal olmayan kişilerin penis boylarının kısa olduğu teorisini öğrendim bugün. Çok da mantıklı geldi, çok da iyi geldi. Evet gerçekten böyle durum. Ama şurasını oturtamadım kafamda, penisleri küçük yada başka sorunları olduğu için mi bu kişi asosyal oldu yoksa asosyal olduğu için mi böyle oldu? Galiba tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıktı gibi bir soru bu. Bir de zamanında yazılarımdan birinde belirtmiştim diye hatırlıyorum sanki eşcinsellerin diğer mahlukatlara oranla daha zeki olmaları olgusunu. Arkadaş bir insan eşcinselse o çok yönlü zekaya sahiptir. Zaten bu yüzden eşcinsel olmamış mıdır? Sorunlarla dolu bireylerin bulunduğu bir ailede yaşarken, eşcinsel vatandaş ''ben sizin gibi olmayacağım'' diyerek bu yola düşmüştür. Bir arkadaş vardı tecavüze uğramış ama ona önderlik yapacak onu kollayacak biri olduğundan mütevellit o eşcinsel olmamıştı. Bu da, bence destekliyor bu teoriyi. Eşcinsel birey aslında ailesindeki en sorunsuz kişidir desek yanlış olmaz herhalde. Normalde üstün zekaya sahip olan eşcinseller, eşcinselliğin vermiş olduğu karmaşadan dolayı yaşamı sadece sekse indirgeyerek bu zekalarının çalışmasını engelliyorlar. Bir yol gösterenleri olsa çözülecek aslında olay ama hayat şartları dediğimiz gibi. Mesela HK'nın dediğine göre 18 yaşından sonra gelen danışanların sorunlarını çözmek gerçekten daha zormuş. Eee, normal tabi genç gelsin bilmem kaç seneyi, ergenliğin de etkisinde olarak kafayı sıyırmış şekilde geçirsin. Sonra düzelt beni HK. Oldu yavrucağım düzeltiriz.
Neyse ne diyorduk, şimdi yazı bitcek birazdan HK eleştirecek beni penis olayını niye daha fazla vurgulamadın diye. Arkadaş yapacak bir şey yok herkes ölçsün tartsın, pantolonunun içine baksın. Onu da ben mi ölçcem ?

Neyse nerde kaldık biz? Ah şu hayattan korkan, ezilen, kendimizi toplum içinde açıklayamayan, derdine aspirin gibi bir devası olmayan biz. Ne yapcaz biz bilmiyorum. Bir de ekleme yapayım arkadaş bu Roaccutane ilacı ne kadar sallapati bir ilaçmış ya. İlacın yararları kısmı bir paragraf. Yan etkileri kısmı yirmi paragraf. Yok efendim karaciğeri pörtletir, yok efendim intihara teşebbüs ettirir, yok efendim büyüme hormonunu durdurur, yok efendim ebesinin şeyi. Ha bu arada ilaç sivilce ilacı, ileri düzey vakalarda kullanılıyor. Depresif yaptı beni ilaç. Sürekli biri bana çatsın da ağız burun dalayım havasında geziyorum.

Son olarak söylemek istediğim bi-iki şey var. 1. HK yanıldın amerikalı kardinal papa olmadı. 2. İtalyanca öğrenin, kültürünü falan her bir şeyini öğrenin. Neden olduğunu da bir sonraki yazıda yazarım.

14
Düşünce ve Sistem

   Hepimizin bildiği bir soru vardır '' Yumurta mı tavuktan çıktı yoksa tavuk mu yumurtadan? '' diye. Ben de bu soruya benzer şekilde '' Dinlediğim müzik tarzı mı benim psikolojime etki eder yoksa psikolojim mi dinlediğim müziği belirler? '' diye sordum kendime. Tabi ki net bir cevap almak pek de mümkün bir şey değil. Psikolojik ve inançsal olarak çöküntü yaşadığım dönemlerde Türk sanat müziği dinlemeye başlamıştım içki içerken. Fakat farkettim ki ben Türk sanat müziği dinlemeye devam ettikçe içki içmem de devam ediyor. Türk sanat müziği dinlemeyi bırakınca içkiyi de bıraktım. Ama buna tam ters açıyla da bakmak çok mümkün nihayetinde. Lise yıllarımda alternatif rock türüyle ilgilenirken şuanda klasik müzikle iç içe yaşar hale geldim. Fakat klasik müzik, alternatif rock gibi vazgeçebileceğim bir özellik değil. Çünkü klasik müziği o zamanlarda da rock türünden daha fazla seviyordum fakat çevremdeki yaşıtlarım malesef ki bu tür müzik türünü '' yaşlı '' diye tabir ettiğimiz insanların yada bir takım zengin tayfasının dinliyor olduğunu düşünmekteydiler. Haliyle çevresel baskıdan dolayı siz de onların garipsemeyeceği bir müzik türüne yöneliyorsunuz. Fakat farkettim ki rock dinlemek bana göre değildi. Çünkü seçtiğim parçalar klasik müziği olgusuna aitmiş gibiydi. Nihayet üniversite yaşamımın başlamasıyla imrendiğim bir olguyu tamamlama isteğini gerçekleştirme fırsatı elime geçti. Özgün alışkanlıklar edinme olgusu. Hani filmlerde görmüşsünüzdür hep, bir baş karakter vardır her sabah kalkar aynı şeyleri yapar ve bunlar belli bir düzen içerisindedir. Çok monoton görünür aslında çekiciliğinin yanında. Bir yandan hiç böyle düzenli hayatınız olmadığını düşünürsünüz, bir yandan da bunu devam ettirecek kadar monoton yaşayamayacağınızı düşünürsünüz. Fakat aynadaki tabloya objektif olarak bakarsanız o adamla tek farkınız onun sizden daha düzenli bir monotonluk sergilemesidir. Siz de monotonsunuzdur fakat düzensiz monotonluk sizi aldatır bu konuda. Kimimiz işi için, kimimiz okulu için kalkıyoruz belli bir vakitte. Yapmamız gerekenler belli çoğu zaman, yeni arayışlara girmek istesek bile '' global monoton sistem '' nedeniyle hayatımıza kazandırmak istediğimiz o yeni olguyu gerçekleştirecek zaman bulamıyoruz çoğu zaman. Bu sisteme istemeden giriyorsunuz ve çıkmanız mümkün olmuyor ne yazık ki. Hayatlarımızın kısa bir özetini ele alalım hatta. 5-6 yaşına gelirsiniz okula başlamanız gerekir çünkü okuma yazma öğrenmeniz şarttır. Daha sonra istemeseniz de belirli şeyleri öğrenmek zorunda kalırsınız. Mesela hayatın içinde sürekli işe yarayacağı söylenen ama kesirleri dahi öğrettikleri şeklinde hayatımızın içerisinde bulamadığımız bir sistemle karşılaşırsınız. Bunları saçma bulup yapmak istemediğinizde de kimse sizin farklı alanda başarılı olabileceğinizi düşünmez hemen '' gerizekalı '' damgasını yersiniz. Çünkü matematik yapabilmek yada fen ilimlerinde iyi bir yeteneğe sahip olmak demek '' zeki '' olmak demektir. Burada şunu da unutmayalım asla sistem sorgulanmaz acaba bizim öğrettiklerimiz doğru da öğretme sistemimiz mi yanlış diye. Sadece sorgularmış gibi yapıp hemen hemen her sene eğitim sistemi değiştirilir. Sizin istediğiniz değil sistemin ne istediği önemlidir. Böylece sınavlar size liseye gitmenizin şart olduğu konusunda baskı yapar ve gitmek zorunda kalırsınız. Çünkü liseye gitmezseniz üniversiteye de gidemezsiniz. Lisede de seçim şansınız yoktur pek aslında. Ya matematik fen sınıflarını seçersiniz ya eşit ağırlığı yada yabancı dilleri yahut meslek liselerinde iseniz seçmek zorunda olduğunuz bölümleri. Ama kağıt üzerinde var oldukları halde bir sanat bölümü seçemezsiniz, bir beden eğitimi bölümü seçemezsiniz. Çünkü size '' sorulmuştur(!) '' liseye girmeden önce nelerden hoşlandığınıza dair. Bu yüzden istediğiniz bölüm gittiğiniz okulda yoksa bu sizin hatanızdır. Yada öyle bir hakkınız bile yoktur bazen, çünkü siz doktor olmalısınızdır yada mühendis. Uzatmadan gelelim lisenin bitimine. Artık bir bölüm seçmeniz gerekmektedir ve bu bölüm ve hedefler doğrultusunda çalışmalısınızdır çünkü üniversiteye gitmeden saygı göremezsiniz toplumdan. Bu kadar mı peki? Tabi ki hayır. Üniversiteye gidersiniz eğer devlette bir mevkiye gelmek istiyorsanız ayrı bir derttir. Özelde çalışmak istiyorsanız ayrı bir derttir. Biri sınav ister diğeri de üniversite adı ve çeşitli gereksiz sertifikalar. Bir boğaziçi işletme fakültesi mezunuysanız yeterdir iyi bir şirket için bu. Çünkü dersleriniz başarılıysa işiniz de başarılı olmalıdır (!). Fakat nitelik? O da nedir ? Hadi diyelim ki herhangi bir üniversiteden ve herhangi bir bölümden mezun oldunuz diyelim, bu sefer de evlilik, erkekler için askerlik, birikim yapma, ev alma, araba alma gibi sorunlar çıkar karşınıza. İşinizde üstlerinizle sorunlar çıkar daha sonra. Hep ileride daha mutlu bir hayat geçireceğinizi düşünerek yaşarsınız. Ah iyi bir para kazanayım sonra rahatım, ah emekli olayım da sonra rahatım, ah şu çocuklar mezun olsun evlensinler de sonra rahatım. En sonunda da ah bir ölsem de rahatlasam demeye başlarsınız. Ama sizi o yaşlara getiren tek şey hayallerinizdir, umutlarınızdır. Umudu kalmayan bir insanın intihar etmesi kaçınılmazdır. Ah şu sistem.
    Gelelim asıl konumuza. Üniversiteye girince kendime belli alışkanlıklar edinmeye başladım daha doğrusu İngilizce'de '' Regular '' olarak bahsettiğimiz fakat Türkçe'de nasıl söylenir tam olarak bilemediğim kavramı edinmeye başladım. Öncelikle dinlemek istediğim müzikle başladım bu olaya. Klasik müzik merakım oluştu hemen, hem yaşıtlarımdan farklı kılıyordu beni, hem duyguların müziğe aktarılışı gibi bir his uyandırıyordu. Ben de bir liste oluşturmaya karar verdim, derken uzun bir araştırmadan sonra listem tamamlanmak üzereyken bir vidyo paylaşım sitesinde karşılaştığım '' The best of Tchaikovsky '' adlı videodaki müzikleri görünce, derleyip toparladığım bütün listeyi ortadan kaldırdım ve sadece Tchaikovsky parçalarını dinlemeye başladım. Her sabah binanın kapısından çıkarken başlatıyordum müzikleri ve artık hergün aynı noktalarda aynı parçaları denk getirmeye başladım. Örneğin bir simitçinin önünden geçerken parçanın aynı bölümü de denk gelmeye başlamıştı ve sadece dinlemekle kalmadım. Elimle ve yürüyüşümle de ritim tutmaya başladım. Bu bir rutindi artık benim için. - Regular'ın karşılığı ''Rutin'' olabilir belki ama yine de tam ifade etmez kanaatimce- Bu rutinler sizin hayatınızı monotonluğa sürüklüyor gibi görünebilir belki ama size özgün olduklarından dolayı kişiliğinizi de kazanmanızda gayet etkili rol oynuyorlar bence. Çünkü aslında siz monotonluğa girmekten çok monoton sistem içerisinde kendi dünyanızı yaşayabileceğiniz bir ortam oluşturuyorsunuz. Bu müzik rutininde eksik bir şey vardı fakat. Biri bana Tchaikovsky kimdir, nasıl yaşamıştır gibi sorular sorsa verebilecek cevabım yoktu sadece müziklerini açıklayabilirdim. Tchaikovsky dünyaca kabul edilen büyük bestekarlar arasında yer alıyor fakat düşünceme göre bütün hepsinin üstadı sayılır. Müzikler beste yapılmak için yapılmamıştı sanki duyguları ifade etmek için yapılmışlardı. Tchaikovsky'yi diğerlerinden farklı kılan bir özellik de bence, çoğu diğer bestekarlar gibi aynı müzik ritmini farklı notalar ve varyasyonlarla kullanmayıp müziklerini özgün tutuyor olması. Bir Beethoven'ı dinlediğimde ihtişamlı parçalar yanında sadece bestelenmek için bestelenmiş parçalara rastladım sürekli fakat Tchaikovsky söylemek istediklerini müzikle ifade ediyordu sanki. Yolda giderken insanlar bana deli gözüyle baksalar şaşırmam açıkçası çünkü duyguları hissetmeye başladığınız zaman sizin de mimikleriniz ve jestleriniz değişiyor. Ağlamaklı durumdayken müzik değişince bir anda kendinizi mutlu bir pozisyonda bulabiliyorsunuz. Fakat mutlu pozisyonların çok olmaması da dikkat çekiyor. Tam mutluluk da diyemeyiz aslında bu olguyu umut diye adlandırmak daha doğru oluyor sanki. Peki ya hayatı nasıl geçmişti Tchaikovsky'nin acaba? Bunu araştırmam bana bir düşünce kazandırdı aslında. Çünkü '' kişinin dinlediği müzikle yaşamı doğru orantılıdır. '' düşüncem Tchaikovsky'nin hayatını araştırmadan ortaya çıkmazdı sanıyorum ki. Bastırılmaya çalışılan eşcinsellik neticesinin ortaya çıkması sonucunda baskı altına alınanTchaikovsky, bu baskıların üzerine evleniyor ve 9 aylık bir evliliğin sonucunda intihar girişiminde bulunuyor. Bulunduğu ortamdan kaçıyor. Birçok intihar girişiminde bulunuyor ve 53 yaşında büyük ihtimalle intihar sonucunda yaşamını yitiriyor. Her zaman savunduğum bir düşünce daha anlamlandı aslında. Eşcinseller diğer insanlardan daha yüksek oranda çoklu düşünmeye sahiptir. ve hatta çoklu zeka kuramının da eşcinsellerde olma oranı daha yüksektir. Çünkü sistemin normal olarak tabir ettiği kişiler sorgulama yapma şansı bulamaz fakat eşcinseller sorgulamak zorundadırlar çünkü sistem hayatlarını reddetmektedir. Din gereği eşcinsellik yasaktır, toplum tarafından ayıplanır. Doğru yada yanlış bu tartışılır. Fakat bir gerçek var '' normal '' diye tabir edilen insanlardan eşcinselleri anlamayı beklemek büyük bir hata olur. Çünkü birinin eşcinsel olduğunuzu öğrendiği zaman soracağı sorulardan ilkleri şunlardır ; '' Nasıl olurda benim gibi karşı cinsinden hoşlanmazsın? '' , '' Nasıl anladın hemcinslerinden hoşlandığını? '' yada '' Ne zaman anladın eşcinsel olduğunu? ''. Ona şu soruyu sorduğunuzda anlamsız bulur cevabınızı: '' Sen ne zaman yada nasıl karar verdin karşı cinsinden hoşlandığını ? ''. Haliyle sorgulamak zorunda kalan eşcinsel birey, bir de dini inancı olan biriyse çıkmazların içine düşüyor. Çünkü dini inancı var, inandığı din bunu reddediyor fakat duygularına hakim olması da elinde olan bir durum değil. Uzun süreli sorgulamalar, iç çatışmalar sonucunda ya eşcinselliğini bir imtihan olarak görüp bunu bastırmaya çalışıyor yada dine karşı öfke duyup eşcinsel kimliğiyle barışık yaşıyor. Bir de yeni çıkmış bir olgu var tabi. Çok saçma bir olgu bana göre. Hem dinimi yaşıyorum hem de eşcinselliğimi diye bir düşünce var bu aralar yaygın olan. Saçma çünkü, siz bir dini kabullenirken içindeki kuralların bütününü kabul etmiş sayılırsınız. Kuralları çiğnerseniz dinden çıkmazsınız fakat başta kabul ettiğiniz kuralları reddederseniz haliyle o dinin mensubu olmaktan da çıkarsınız. Bir insanın hem dinimi kabul ediyorum hem de eşcinsel olarak yaşamayı uygun görüyorum demesi, bir kimsenin kapı açık fakat aynı zamanda da kapalıdır demesine benzer. Tabi krem peynire tapıyorsanız bunu bilemem.

   Tchaikovsky ile yaşamlarımızdaki bu ortak noktaları gördükten sonra müziklerinin neden çok anlamlı geldiği artık zihnimde temiz bir hal aldı. Bir şeye karşı takıntı oluşturduğunuz zaman hep o şeyle ilgili şeyler gözünüze çarpar ya hani. Acaba eşcinselliği de takıntı haline getirdiğim için mi Tchaikovsky dinlemeye başladım diye düşünmeden de edemiyorum. Fakat düşünün ki karşınızda bir hemcinsinizi gördüğünüz zaman ondan hoşlanıyorsunuz ve dini inançlarınız yüksekse, herhalde bunların takıntı olmaması için evden dışarı çıkmamanızdan başka çare kalmaz. Diyelim ki bir şekilde bastırdınız bu duygularınızı, kötü bir durumla karşılaştığınızda hemen bu duygularınız harekete geçmeye başlıyor tekrardan. Sakladığınız yerden fırlıyor aniden. Bu da sık sık depresyonlara girmenize neden oluyor. Duyar gibiyim bazılarınızı, dinine bağlı insan, onun gereklerini yerine getiren insan nasıl depresyona girer diye. Şöyle ki peygamber olmadığıma göre, dinimin gerekliliklerini yerine getirmeye devam ettirdiğim halde, karşılaştığım sorunlar bastırılmış eşcinsellik durumunu tetikliyor ve bu size iki seçenek sunuyor. İnandığınız şeye yalvarmak yada bu durumu görmezden gelmeye çalışıp kendinizi bu düşüncelerden alıkoymaya kalkmak. İkisini de yapsanız bazen eski alışkanlıklarınıza geri dönüyorsunuz ama eşcinsellerle konuşmak gibi. Hele ki konuştuğunuz bu kişiden hoşlandığınızı hissettiyseniz işte bu sizi içinden çıkılmaz bir duruma sokar. Yine bazılarından duyar gibiyim, cinsellik hayatın küçük bir kısmı peki neden takıntı yapıp kendini depresyona sokuyorsun ki. Çünkü sorguluyorum ve inancımla, hislerim çelişince bu çıkmaz beni zorluyor. İnancımı haklı buluyorum her seferinde fakat hislerimi de yok edemiyorum.

   Mesela özgün bir noktam daha var ve bu açıkçası hoşuma gidiyor. Yazılarımda birbirinden dolaylı yoldan ilişkili birkaç konu arasında sürekli geçiş yapmayı seviyorum. Bu yazıda birden fazla konuyu iç içe işledim mesela. Genellikle ucu açık konu bırakmam, en azından ucu açık gibi görünenleri dolaylı yoldan anlatım yapan yazılarla ilişkilendirerek sonuçlandırmaya çalışırım. Hani sistem diye bahsettik, yazmak için de birçok kural var, okumak için de. Sürekli duyduğum şeylerden biri de şu; çok oku ki iyi yazasın. Fakat şu soruları cevaplamıyor bu denilen şey. Kime göre iyi? Neye göre iyi ? Peki kurallara göre yazsam fakat yazma fiilinden zevk almasam ne anlamı kalır ki yazı yazmamın. Hani sanat için sanat ve toplum için sanat diye iki tür düşünce vardır. Ben iki düşünceyi de desteklemiyorum, ben kendim için yazıyorum. Yazmayı sevdiğim için yazıyorum. Kuralların canı cehenneme. Ben kendi kurallarımı kendim koyarım çünkü yazı yazmak benim dünyam. Dışardan bu dünyayı görmelerine engel olmam belki ama kesinlikle buna müdahale etmelerine izin vermem. Ne diyorduk? Kurallara uymaya çalışıp roman yazmaya kalktım bir zamanlar bu sefer de eleştirildim konu iyi değil diye. Kurallara uymadım konu güzeldi bu sefer de ama betimleme yapmadığım için eleştiri aldım bu sefer. Sonra farkına vardım ki betimleme yapmamak eğer bir okur varsa daha mantıklı. Örnek olarak ben bir insanı tasvir edersem, okur da bu insanı tasvirdeki gibi canlandıracak zihninde. Peki ya ben fiziksel olarak tasvir etmezsem bu kişiyi sadece yaşadıkları olsa? Okur hayalindeki kişiyi kendisi oluşturur ve hikayeye daha rahat katılır böylece. Bu sayede her okur için iki yazar olmuş olur. Birincisi kitabı genel hatlarıyla oluşturan yazar, ikincisi de kitapta okuduklarını adeta senaryoya döker şekilde zihninde sahneleyen yazar. İşte gerçek yazar bence bunu gerçekleştirebilen yazardır. Bir de bir şeye daha dikkat ettim, eğer bir yazıda bir olay çok uzun süre devam ediyorsa yada kavranılabilecek bir olay örgüsü varsa bu yapıtı okuyamıyorum. Bir türlü sonuna ulaşamıyorum. Bu yapıya uygun bir şey daha keşfettim ve onları bir kez daha takdir ettim. Özellikle Amerikan dizi sektöründe öne çıkan dizilerde görebiliyoruz ki ana olay örgüsünün arkasında her bir bölümde birbirinden farklı şeyler işlenmeye çalışılıyor. Aynı benim yazılarımda kullandığım üslup gibi üç-dört olay aynı anda ilerliyor ama karışık şekilde. Örneğin bir A karakteri birinci bölümde ortaya çıkıyor. İkinci bölümde B karakteriyle ilgili bir olay oluyor. Dört karakter varsa şayet beşinci bölümde A karakteri tekrar karşımıza çıkıyor fakat altıncı bölümde A karakteri olmuyor. İşte Amerikan dizilerinin bu kadar kaliteli hissettirmesinin sebebi de bu. Eğer bir okuyucu kitlesi oluşturmak istiyorsanız. Yazdığınız yazıda bu taktiği uygulamalı, okuyucunun zihnini çalıştırmalı ve olayların sonunda hepsini birleştirmesine izin vermelisiniz.

   Özetlersek durumu, dinlenilen müzik, izlenilen dizi-film, okunulan yazılar vs. hepsinin insanın oluşturduğu ve kendine göre şekillendirdiği şemalardan ibaret olduğunu görürüz. Sahiplenme ve sahiplenilme duygusunu da bu kavramlar içerisinde yaşar insan. Gerek müzikteki duyguları sahiplenir, yaşar. Gerek bir filmdeki karakter gibi olmayı hayal eder ve onu sahiplenir. Gerekse okuduğu bir yazıdaki olayları zihninde canlandırarak bu duyguları yaşar. Aslında insan farkında olmadan da hayal gücünü çok iyi kullanmaktadır. Fakat söylendiği gibi asıl sorun toplumdaki hayal gücünü kullanama değildir. Hayallerini gerçekleştirebilecek umudunun azalması ve hayallerini sadece sanal olgularda yaşamasıdır.



Görüş ve Öneriler için : visnesuyu94@gmail.com

Görüşlerinizi iletirseniz sevinirim

15
   HK'nın istediğinin aksine bu yazımda ilk terapimden bahsetmeyi düşünmüyorum. Uzun süredir anlatmayı istediğim içimde kalan şeyleri anlatmak istiyorum. Uzun süredir yazmamış olmanın vermiş olduğu heyecanla ne yazacağımı da şaşırmış durumdayım.

   Yazdığım yazılarda kendimi en iyi ifade ettiğim yazı Vişne Suyu'ydu galiba. Onun haricindekilerin bilinçaltında bir amacı vardı. HK yüzünden her yaptığım hareketin altında bilinçaltından bir şey olduğunu düşünmeye başladım ve bu da beni deli gibi göstermeye başladı. Bu yüzden artık söylediğim bir söz diğerini desteklemez duruma gelmeye başladı. Eskiden rol yaparken rolüme sadıktım en azından. Şimdi bir dürüstüm, bir rol yapıyorum bundan dolayı da kardeşim bile benim sözlerime olan güvenini yitirmeye başlamıştı. İlk bahsetmek istediğim konu kardeşim Alperen konusu. HK'nın görüşmemin çok uygun olmayacağı ve içimde bir çıkar ilişkisi güttüğümü anlatmasından dolayı ben de bir süredir Alperen'le görüşmedim. Bir buçuk iki ay gibi uzun bir süre. Görüşmek istediğinde bile HK'nın içimde olduğunu söylediği bu çıkar ilişkisi durumu yüzünden görüşmeyi sürekli erteledim. Onun uzun ısrarlarına bile karşı koydum. Ama bu bana çok kötü şeylere mal oldu. Yangından kaçayım insanlara bağlılıktan kaçayım derken bu sefer de onun eski sevgilisi Nihal'le konuşmaya başladım. Bana Alperen'i hatırlatıyordu çünkü. Özlemiştim onu gerçekten hatta Nihal'le çok yakın olmuştuk ama bana yeterli gelmemeye başladı bir zaman sonra. Çünkü yine de tam bir Alperen olamıyordu gözümde. Hatta ona aşık olduğum yalanını bile söyledim. Bu sırada birkaç kızla daha yakınlık kurmaya çalışıyordum. Biri Zonguldak'taydı ve kendisi teklif etti bana bu yüzden de ben reddetmek zorunda kaldım. Çünkü bir kızın bana çıkma teklifi etmesi bana çok saçma geliyor ve o kız gözümden aniden düşüyor. Neyse zaplamak huyum beni ben yapan şey zaten, artık garip gelmiyor. Kübra vardı bir tane aynı sınıfta okuyoruz. Kızla yakın olmaya başladım konuştuk falan sürekli hatta sabahlara kadar. Ardından kızı sevmeye başladım çünkü çok iyi geliyordu onunla konuşmak. Derken ona sevdiğimi söyledim fakat yorum yapmadı o. Konuşmaya devam ettik ona bir kızı seçmek için bir tablom olduğunu söyledim. O da benden kendisine kaç puan verdiğimi öğrenmek istedi söyledi. Söyledim Kübra'ya puanını. Bana iyi davranmaya devam ediyordu hala.   Bir seferinde bana onu sevip sevmediğimi sordu ben de sevdiğimi söyledim fakat bunun senin için bir anlamı yok dedim. Derken öğrendim ki kendisinden, sevgilisi varmış Bursa'da. O olmasa bir ilişkimiz olabilirmiş. Peh. Bu duygularla oynamak değildir de nedir? Bir yandan Nihal, bir yandan yakınlaşamadığım Merve, bir yandan Zonguldaktaki Gözde ve şimdi de Kübra... İçmek için aradığım bahaneyi nihayet bulmuştum. Bir insan böyle bir durumda içmez de ne zaman içer. Bugün içeyim bir kere falan derken hergün içmeye başladım tekrar.  Bi de viski içiyodum. İki günde bi 35'lik Ballantines Scotch. Bu da 43 lira yapıyordu. Derken baktım ki para durumum gittikçe kötüleşiyor bu içki durumundan dolayı ama bırakamıyordum. Depresyona girdim, sakallarımı uzattım, yatağım odam dağınık olmaya başladı, çamaşırlarımı ütüsüz giymeye başladım. Artık çıkmam gerektiğini hissediyordum fakat sadece yanımda olacak bir destekçiye ihtiyacım vardı. Özel üniversitede okuyanların çoğu zaten İstanbullu. Bir çevreleri var, arkadaşları, dostaları ne bileyim burda zaten düzenleri var. Ben ise kalkmış hataydan gelmişim buraya, haliyle yalnız hissediyorum kendimi. Dostum eskişehirde, kardeşim dediğim kişiyle görüşmüyorum. Ev arkadaşları sadece ev arkadaşları. HK'yla sadece parasal ilişkim var. Geriye kimse kalmadı benden başka haliyle. Bu durum da beni bunalıma sürüklemeye devam etti. HK'ya gitmek fayda etmez gelmeye başladı gözümde ve içki için paraya ihtiyacım vardı. Ben de eniştemin gönderdiği paranın yarısıyla HK'ya gidiyordum. Yarısıyla da geçimimi sağlıyordum, babamın gönderdiği parayla da içki alıyordum. Arada büyük fark var, enişteme söz vermiştim bu yüzden onun parasıyla içki içemezdim. Ama HK'ya da gidemezdim çünkü gereksiz gelmeye başladı artık gitmem. Eşcinsellik sorununu hallettim zaten uzun zaman önce. Artık sadece içki sorunu kaldı bunu da tek bir şekilde çözebilirdim artık HK'ya olan güvenim azaldığı için. Alperen'le tekrar görüşmeye başladım ve bu beni güvende hissettiriyordu. Birkaç kez beraber sarhoş olduk, bena sarılıp ağladı falan kendisini iyi hissetmesine yardımcı oldum bir nebze. Ben de iyi hissettim aynı şekilde. Uzun süre düşünmemden sonra Alperen'le ilgili kafamda bilinçaltı planlar kurmuyor olduğuma karar verdim. Çünkü akışına göre gidiyordu ve kardeşimdi o benim. Atıp satabileceğim bir şey değil. Bir müddet de o bana eskisi kadar güvenemediği için içmeye devam ettim. Sarhoşken söylediklerim onun güvenini kazandırmış tekrardan. İçmek galiba ilk defa bir işe yaramıştı. Derken annesiyle daha da yakınlaştık, aynı şekilde babasıyla da. Artık onlar beni bir yerlere davet eder oldu. Haftasonları geziyorduk eğleniyorduk beraber. Ama en sonuncusu galiba beni en çok etkileyen oldu. Metin Amca bizi yılda bir kere olan bir yere götüreceğini söyledi. Tam olarak kendi de bilmiyordu fakat belirli tarikat şeyhlerinin bir araya geleceğini biliyordu sadece ama gideceği ortamın tam olarak nasıl olduğunu bilmiyordu. İsmail abi götürüyordu bizi hafifçe yaşlı eski istihbarat şefi olan biriydi ismail abi. Daha önceden tanışmıştık ve adamı sevmemiştim. Şeyh torunuydu kendisi de. Hem içki içiyordu ismail abi hem de dinden kitaptan bahsediyordum bunu alçaklık olarak gördüm. Elinde kadeh varken din kitap anlatmak kadar daha saçma bir şey olamaz herhalde. En azından ben içkiyi bıraktığım, namaza başladığım dönemlerde anlatıyorum dini. Bu adam gözüme itikadı bozuk olarak gözükmeye başlamıştı bile zaten. Herneyse gittik dedikleri yere içim sıkıldı zaten ilk girerken de. Saçma sapan hareketler yapıp kapıyı öpüp falan girdi içeri. Derken gitti içerde şeyh dedikleri adama ne bileyim birbirlerine secde ettiler dedim ki tamam burası lanetli bir yer belliydi zaten. Kadınlardan kapalı olan bir tane bile yoktu zaten. Kimisi de yarı kapalıydı yine saçma bulduğum şekilde. 2-3 dk sonra ben çıktım dışarı ama içeride neler olduğunu mesajla öğreniyordum. Bir yandan şarkı söyleyip saz çalıyorlardı. Daha sonra zikir yapıyorlardı. Namazın güzelliğinden bahsediyorlardı. Ama onlar içerideyken 2 vakit geçti ama namaz kılınmadı. Bu kadar samimiyetsiz, alçak bir ortamla ilk defa karşılaşıyordum. Utanmasalar dansöz de oynatacaklardı içeride. Hani nur yüzlü diye bir tabir vardır bu şahıslar bunun tam tersini gayet iyi yansıtmışlardı. Dışarıda otururken kendi tarikatımın ne kadar güzel olduğunu hatırladım ve birkaç güzel tarikat daha var tabiki. Bu sapıkları gördükçe çıldırıyordum en sonunda gittim camiye namaz kıldım. Tekrar başladım namaza en sonunda. Düzenli kılmaya başladım, içkiyi bıraktım. Merveyle yakınlaşmaya başladım. Depresyondan çıktım ne bileyim hayatım düzene girdi tekrardan. Alperen'i bir daha bırakmam, bu hatayı bir kere yaptım zaten. HK'ya zıt şekilde olan yazıların onun sitesinde yayınlanacak olması etik değil belki ama bu yazı yayınlanmalı. HK eşcinselliği çözmek için gerekli olanları size kazandırıyor ama daha sonra hayatınıza müdahale etmesi onu p.ç ediyor sadece. Daha ileri gidemiyorsunuz. İşinde başarılı bir insan fakat az bulunur böyle psikolog. Ama ne de olsa o da bir insan ve hata yapabilir. Bu yüzden onu suçlamıyorum ne de olsa benim anlattıklarıma göre bir tavır sergiledi. Ama biraz daha temkinli olmalıydı bence. Çünkü ben her şeyi anlatmamıştım. Herneyse artık gitme ihtiyacı duymuyorum ve büyük ihtimalle de bu yazı benim son yazım olur. HK'ya teşekkür ederim tekrardan bana yardımları olmasaydı çözemezdim eşcinsellik olayını. Her şeye rağmen teşekkür ederim. Artık hayatım belli bir düzene girdi, mutluyum düzgün ve rahat yaşıyorum. Dinimin gereklerini yerine getiriyorum ve açıkçası geriye kalan küçük sorunlar için seans başına o kadar fazla para ödemek bana fazla gelir. Çünkü önemli sorunlar kalmadı. Artık karı-kız muhabbeti yapabiliriz sadece yaparsak. HK işinde başarılı onda yanlış anlaşılma olmasın sadece benim için hata olarak görünen ve hata olup olmadığını ilerde anlayacağımız bir meselede ayrı düştük, Alperen... Benim destekçim ve kardeşim. Bunun değişmesini de istemiyorum, bu konuya kimsenin müdahale etmesini de artık. Kuzenim de çok müdahale yapıyor bu konuda onu tanımadığı halde. Neymiş biz internetten tanışmışız bu yüzden olmazmış falanmış ileride anlarmışım onu falan. Canın cehenneme senin, olursa ileride olur o zaman ben zaten görürüm. Ama sorun yokken neye göre yargılıyorsun ki? Sonuç olarak galiba ben yeterli aşamaya geldim bırakmak için. Son yazım da yeterli zaplamalara sahip diye düşünüyorum. Bu yazıyı okuyacak olan enişteme de saygılarımı iletiyor benimle bu yazı hakkında konuşmamasını rica ediyorum.

İletişim: visnesuyu94@gmail.com

Sayfa: [1] 2