Sessiz Çocuk, Yalnız Akademisyen
Ben 39 yaşında, 40 yaşına merdiven dayamış bir doçentim. Hayatımı çok kısa özetlemek gerekirse; babam tır şoförü, annem ise ev hanımıydı. Babam yola çıktığında günlerce eve gelmezdi; bazen bir ay, bazen de bir buçuk ay sürerdi. Annem ise köy yerinde çok çalışan bir kadındı. Kuyudan su getirir, ekmek yapar, çamaşır yıkar, halı dokur ve üç çocuğuna bakardı. Bu yoğunluk annemde aşırı yorgunluk ve strese sebep olurdu. Yorgunluktan dolayı bazen bize bağırır, kalbimizi kırardı. Babam ise uzun süre sonra eve geldiğinde bize sevgi göstermez, soğuk ve nötr bir tavır sergilerdi.
Evin en büyük çocuğu olduğum için annemden gördüğüm tutarsız davranışlar —hem sevgi, hem de bağırma, çağırma ve itme hareketleri— ile babamdan gördüğüm nötr ilgisizlik beni kimseye güvenemez hale getirdi. Üstüne okulda, ilkokul öğretmenimden de şiddet görüyordum. Evde dedem ve ninem de vardı; onlar da bana karşı sert davranırlardı. Özellikle dedem, küçük bir hatamda tokatla karşılık verirdi. Bu durum bende aşırı bir korkuya sebebiyet veriyor, kimseye güvenemiyordum. Dolayısıyla hiçbir etkinliğe katılmıyor, konuşmuyor, sessizce kenarda bekleyen zavallı bir çocuk olarak yaşıyordum.
Bu süreç yıllarca devam etti. Zamanla özgüvensiz, asosyal, antipatik, kimseyle ilişki kurmayan bir kişi haline geldim. İçten içe çok acı çekiyordum; çünkü arkadaşlarımın top oynadığını görüyor, içlerine katılmak istiyor ama aşırı çekingenliğimden dolayı giremiyordum. Konuşmak istiyor, ama bir türlü cesaret edemiyordum. Bu durum üniversite sonuna kadar sürdü. Çok az kişiyle ilişkim oldu; onlarla da genelde sınırlı bir bağ kurabiliyordum. Temastan nefret ederdim; bu yüzden kimse bana dokunmazdı. Dolayısıyla bu ilişkiler daha çok birlikte bazı etkinlikler yapmaya dayalı, duygusal bağ içermeyen ilişkilerdi.
Zamanla adeta bir robot gibi yaşamaya başladım. Sadece bilimsel çalışmalara odaklanan, makale yazan, kitap bölümleri hazırlayan, projeler geliştiren bir akademisyen haline geldim. Sosyal hayatım yok denecek kadar azdı. Kimsenin doğum günü partisine gitmez, kimseyle derin duygusal bağlar kurmazdım. Üç beş arkadaşım vardı; onlarla da fazla duygusal olmayan, sınırlı bir ilişki içerisindeydim. Genelde bir araya gelir, biraz sohbet edip dedikodu yapar, sonra dağılırdık.
Bütün bunların sebebi kısaca ailemdi. Aşırı kontrolcü ve sevgisinden emin olamadığım annem ile, yoldan gelir gelmez bizimle iletişim kurmadan köy kahvehanesine koşan babam… Onlardan sevgi görememiştim. Sevgiye aç biriydim. Akademik işlerim, bir nebze olsun bazı şeyleri unutturuyordu. Ama akşam eve gidince, derin bir yalnızlık ve kimsesizlik hissiyle baş başa kalıyordum.